Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Suna Kıraç Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Sizleri çok seviyorum
25.06.2009
Okunma Sayısı : 146724
Oy Sayısı : 35
Değerlendirme : 4,89
Popülarite : 7,54
Verdiğiniz Puan :
 

 

Sizleri çok seviyorum
Suna Kıraç
.
.

 Suna'nın Gözleri izlemek için 
.
.

 dinlemek için 

.
.
Sizleri çok seviyorum
Deşifresi
.
.

SUNA KIRAÇ: Sizleri çok seviyorum, varlığınızla bana güç veriyorsunuz, size sesimi duyuramıyorum ancak sizi görüyorum ve çok iyi anlıyorum.

Ne düşündüğünüzü bile anlıyorum.

Ne demek istediğinizi ve diyemediğinizi biliyorum. Acıyan bakışları sevmiyorum.

İçi sevgi dolu bakışlarsa beni hayata bağlıyor. Belki farkında değilsiniz ancak, gözlerimle konuşuyorum.

.
.
Mehmet Ali Birand
.

MEHMET ALİ BİRAND : Bu gözler Suna Kıraç'ın gözleri. Görmek isteyen veya görebilenler bu gözlerde kimi zaman pırıltı, kimi zaman hüzün, kimi zaman kelimeler, hatta cümleler görürler.

Onlar inanılmaz bir direnişin, müthiş bir yaşam mücadelesinin simgesidirler.

Açık kaldıkları sürece binlerce insana umut verecek, hatta insanlık yaşamında yeni bir sayfa açabileceklerdir.

Bu gözler 3 Haziran 1941 günü Ankara Keçiören'de ilk defa açıldığında farklı bir insanın doğduğu kolaylıkla anlaşılıyordu.

Koç ailesi 4. çocuklarının doğumunu heyecanla karşıladılar.

Türkiye'nin efsane ismi Vehbi Koç özellikle mutluydu .

Yine de onu diğer çocuklarından farklı büyütmedi.

İyi eğitim alsınlar, sağlıklı, huzurlu ve ciddi olsunlar.

Onun için bu değerler yeterliydi.

Diğer çocuklarınla ne kadar mesafeli ise Suna ile de aynı mesafeyi korudu.

Vehbi Koç çocuklarını sıkıştırmayan, öpmeyen bir babaydı ancak göstermediği şevkatle üstlerine titrerdi.

En önem verdiği de iyi bir eğitim almalarıydı.

Yabancı dil bilmemenin sıkıntısını yıllarca çeken Vehbi Bey, diğer kardeşleri gibi Suna'yı da Robert Kolej'e gönderdi. Kolej onun yaşamını etkiledi.

Aile içinde en farklı çocuk olduğunu o genç yaşlarda hemen gösterdi.

REVZA OZİL: Ciddi bir öğrenci ve aslında çok espirili bir arkadaş fakat onu yakın çevresinde ancak görebiliyorsunuz.

İş hayatında olduğu gibi öğrencilik hayatında da ciddi bir öğrenciydi.

ÇİĞDEM SELIŞIK: Non conformist bir gruptuk. Conformistlerle  de aynı şekilde dostluk ederdi , bizlerlede .

Biz kendimizi asi çocuklar olarak görürdük , o da tamamen öyleydi.

AYŞEGÜL SOMERSAN: Hepimiz herşeyden zevk almaya çalışırdık, okurduk, birtakım kitapları oturur tartışırdık, Orta 3' deyken, orta 2'deyken. Yasak kitaplar vardı, yasak kitaplar okuycaksak  kaplardık onları , ne olur ne olmaz kimse görmesin diye.

.
.
 Rahmi Koç
.

RAHMİ KOÇ: Moda şeylerdi, o da uyardı o modaya.

Ruhi Su gelirdi bize, o da solcuydu değil mi?

Tiyatrocuların getirdiği bir şeydir.

Mektep arkadaşları da hafif sola şey yaptı ama mühim bir şey değil.

İnsan zengin olunca , işi oluna, gücü olunca, iş aleminde olunca, onun solculuğu fazla bir şey ifade etmez bence.

MEHMET ALİ BİRAND: İdeali köy öğretmeni olmaktı, Nazım Hikmet hayranıydı, ancak belli sınırları hiç geçmedi.

Koç Ailesinin bir ferdi olduğunu hiç unutmadı.

Babasına duyduğu sorumluluğun ağırlığı ile yaşadı.

1960 yılında koleji  bitirdiğinde gönlünde Amerika'ya gitmek yatıyordu.

Başvurmuş Amerika'nın en prestijli üniversitelerinden birinden burs kazanmıştı.

Ancak Vehbi Bey bırakmadı. Onu yanında istedi.

RAHMİ KOÇ: Wharton  School of Finance gitmek istedi Amerika'ya , oradan kabul  görüldü fakat babam sebebi nedir bilmiyorum bırakmadı. Dedi ki: "Madem sen iş hayatına başladın, burada devam et."

.
.
 Semahat Arsel
.

SEMAHAT ARSEL  : Hatırlıyorum, bağırdı, çağırdı, ağladı, fevkalade sinirlendi, sonra anlatınca Koç Holding Amerika'dan daha iyi bir masterdır deyince zamanla ikna oldu herhalde.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna Koç babasını kıramazdı, Boğaziçi Üniversite'sine girdi, ancak bu da yeterli değildi.

Vehbi Koç için önemli olan , kız olsun erkek olsun, çocukları arasında ayırım yapmamaktı. Hem okumalı hem çalışmalılardı.
.
.
 Vehbi Koç
.

VEHBİ KOÇ: Eskiden zengin ailelerin kızlarının bir ticarethanede çalışması hemen hemen ayıp bir şeydi. Biz bunu yırttık.

Daima kızların ticarethanelerde çalışmasını bir adet , bir anane haline getiridk .

Bizden sonra herkes tatbik ediyor bunu.

SUNA KIRAÇ: Genellikle Ankara'da erkek çocukları ön planda, kız çocukları ikinci planda gelirdi.

Annem bu konuda fevkalade ısrarcı olarak bir takım kararların alınmasında etkili oldu.

Bizim çok iyi eğitim görmemiz, iyi yetişmemiz, veyahut ileriki yıllarda şirketlerde eşit pay sahibi olmamız açısından.

Çok önemli bir unsura dikkat ederdi, ailelerdeki en büyük sorunların kardeşler arasındaki eşitsizlikten kaynaklandığını söylerdi ve bu konuda babama çok büyük baskı koydu.

Üstelik zaman zaman bazı kişiler tarafından da eleştirilen konuydu. "Paraya, pulamı ihtiyacınız var, sabahtan akşama kadar çalışıyorsunuz" dediler.

Fakat ikiside bu konuda çok cesur davrandılar ve iş hayatına atılmamızda babamın kararı, annemin baskısı çok etkili oldu.

MEHMET ALİ BİRAND: Suna hem okudu hem Koç Holding'de çalıştı. Vehbi Koç onu adeta kendine çırak seçmişti.

Adım adım hayata hazırladı, yanından ayırmadı.

Okul bittiğinde Suna artık Holding'de Vehbi Bey'in gölgesi olmuştu.

SEMAHAT ARSEL: Suna Vehbi Bey'e çok yakın çalıştığı için, Vehbi Bey'in çalışma sistemini öğrendi.

Nasıl kontrol edilir, nerelerden kontrol edilir, nasıl karar verilir, hem Vehbi Bey'den , hem Vehbi Bey'in etrafındaki yöneticilerden Suna'nın alma kabiliyeti fevkalade kuvvetlidir.

Onlardan hakikaten kendini yetiştirecek, kendine anahtar olacak, noktaları öğrendiğini tahmin ediyorum.

VEHBİ KOÇ:  En ufaktan başladı o, çalıştıkça şirketlerde idare heyetine girdi.

Çalıştıkça Holging'e geldi, Holding'de aile heyetinde , bir taraftan  da ailenin görüşlerini idare komitesinde nakleden yegane şeyimiz.

MEHMET ALİ BİRAND: Yıllar, yılları kovaladı, Suna'da her genç kadın gibi beyaz atlı prensini bekleme dönemine girdi. Ancak bunu hiç belli eden bir insan değildi.

Artık tanınmış, başarılı bir iş kadınıydı.

Zirvedekilere özgü yalnızlığı, mahrur , mesafeli duruşuyla çekilinen , yanına kolay yaklaşılamayan bir isimdi.

Ona yaklaşmak cesaret işiydi.

Bu  cesareti ilk göstren ise Oto Koç'un  genç bir elemanı oldu.

Ancak ilk denemesi hüsran ile sonuçlandı.
.
.
 İnan Kıraç
.

İNAN KIRAÇ: İlk Ankara'da gördüm, Rahmi bir davet veriyormuş, o nedenle Ankara'ya gelmişler ve o gece hep beraber Ankara Palas'a gidildi.

Orada tanıştık, orada dans edeyim diye cesaretle bir harekete kalktım ama tersliğiyle "Ben dans etmem" dedi.

MEHMET ALİ BİRAND:  Suna o dansı reddetmişti ama yine de göz ucuyla İnan'ı  izlemeden edememişti.

İnan da hemen vazgeçme  niyetlisi değildi.

Dans edemese bile bakışlarından ilgi duyduğu görülüyordu.

Bir süre sonra yeniden Holding'deki bir iş toplantısında karşılalştılar. Masanın farklı taraflarında oturuyorlardı.

Suna toplantıya yine fırtına gibi geldi, İnan Kıraç'ın getirdiği öneriyi de hiç beğenmemişti.
.
.
 İnan Kıraç
.

İNAN KIRAÇ: Bana yine kafa tutar haliyle "Efendim siz otomobilciler ve lastikçiler zaten ukalasınız" gibi bir hırsla içeriye girdi ve hırpalamaya kalktı.

Çok hazırlıklı olduğum için kendimi hırpalatmadım ama o an o hırsı ile değişik bir gözle bakmışım ki "Fena değil, Vehbi Bey'in küçük kızı güzelmiş" gibi o gün içimde bir şey oluştu.

MEHMET ALİ BİRAND: İnan Kıraç'ın o gün içinde kıpırdayan bir şey onun inadını kamçıladı, patronun kızından açıkça hoşlanmıştı.

Peşini bırakmamaya karar verdi, üstelik neden olmasın dı ki iyi bir ailden geliyordu.

Ağabeyi Can Kıraç Vehbi Bey'in güvenini kazanmış bir insandı. Rahmi Koç ve eşi Çiğdem'i tanıyor, arkadaşlık ediyordu.

Aile içinden gelen haberlerde olumluydu. Bu ortamda sık sık Suna ile görüştü.

Gülücükleri ile kalbini kazanmaya çalıştı. Suna'nın dikkatini çekmiş ve zaman içinde evde Oto Koç'taki İnan Kıraç'tan söz eder olmuştu.

SEMAHAT ARSEL: İnan ile bir arkadaşlıkları olduğunu hissettik. İnan'ın Suna ile görüştüğünü fakat Suna'nın çekimser davrandığını.

Bende evde diyordum ki  "Ben senin yerinde olsam İnan'a peki derdim" Suna da bana diyordu ki  "O zman sen boşan, İnan'la evlen"  Böyle çekimser bir hali vardı.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna bu ilgiye pek fazla dayanamadı, hiç olmazsa bir öğle yemeyi yiyeyimde daha yakından tanıyayaım dedi.

İlk defa böyle bir şey yapıyordu. İnan kıraç daveti alınca müthiş heyecanladı ve adeta uçarak randevu yerine koştu.

İNAN KIRAÇ: Bir kere mana veremedim, patronun kızı öğle yemeğinde niye benimle konuşmak istiyor?

Söylediği yere gittim ve gelmedi, döndüm .

Orada dedim ki "Bu çok gayri ciddi, şımarık , zengin kızı , çağırdı beni hiç kale bile almamış.

Unuttu" Holding'e döndüm, suna arkadaşlarıyla oturuyordu anladım ki suna yemeği unutmuş.

Çok züzüldü  "Ne olur git, hemen geliyorum" dedi. Ama ben orada kendi kendime dedimki herhalde benimle iş konuşsa yanına çağırır, herhalde başka şeyler konuşacağız"

MEHMET ALİ BİRAND : Birkaç dakika sonra İnan Kıraç kararını vermişti ya bu işin adını koyacaktı veya kesip atacaktı.

Yeniden cesaretini topladı, kendisine hayretler içinde bakan, şok olmuş Suna'ya reddeilmesi güç bir teklifte bulundu.

İNAN KIRAÇ: Ben dedim ki "Suna, hakikaten birbirimizi tanımak istiyorsak,  birbirimizden hoşlanıyorsak bunun adını koymamız lazım.

Bugün olursa bu devam eder, bugün olmazsa da bu iş biter " dedim. Peki dedi. "O zaman bugün yüzük takacağız dedim.

Çok şaşırdı.

MEHMET ALİ BİRAND : İnan yine de kulaklarına inanamadı, Vehbi Koç'un o mahrur, mesafeli kızının etrafındaki koruma duvarları çökü vermişti.

Evet demişti. Peki ne olacaktı şimdi? Vehbi Bey'e bile sormamışlardı. Onun onayı alınmamaıştı oysa İnan kararlıydı ve o gün yüzüğü takacaktı.

Suna "Hemen anneme gidelim" dedi. Vehbi Koç'un icazetinin anahtarı Sadberk Hanım'ın cebindeydi.

İNAN KIRAÇ: Anneside Divan Otelinde bir toplantıdaymış, oraya gittik, baktım saat geçiyor dükkanlar kapanacak , biz yüzük  alamayacağız.

Semahat Hanım yanımdaydı, Semahate dedim ki "Semoş , biz nişanlanmaya karar verdik" dedim.

Sözüm ona kulağına fısıldıyorum, o da bağırarak "Anneee bizimkiler nişanlanacakmış" diye yüksek sesle nutuk çekince toplantıdakiler şaşırdılar ne oluyor diye.

SEMAHAT ARSEL: Annem dediki "Vehbi Bey'e bir soralım" dedi. Babama anlatıldı, babam'dan okey  alındı, Suna ile İnan o şekilde nişanlanmış oldu.

MEHMET ALİ BİRAND : Nişanlılık döneminde birbirimizi tanıyalım diye başlayan bu deneme kısa süre sonra evliliğe dönüşü verdi.

Her ikisininde en  büyük arzusu küçük, mütevazi bir düğün ve tevazu dolu bir yaşamdı.

Gösterişten kaçmak, sadece dostlar arasında mutlu olmak ama hiç birini yapamadılar.

1967 yılında Türkiye'nin en çok konuşulan konularından biri Suna ile İnan'ın düğünleriydi.

İNAN KIRAÇ: Hiçbir şekilde düğün istemiyorduk, Hilton'da büyük bir düğün yapıldı.

Dediler ki "Vehbi Koç'un kızısın, pek çok tanıdığımız var, dostumuz var, ahbabımız var, bayilerimiz var, bunları biz dışlayamayız." Biz peki demek zorunda kaldık, Hilton da büyük bir resmisi kodomanların  geldiği bir düğün oldu.

SEMAHAT ARSEL: Suna yine bağırdı "Ben düğün istemem , hiçbir şey istemem" istemem dediği şeyden yedi tane düğün oldu.

Hem öyle bağırdı bizim elimizi, ayağımızı birbirine soktu, kına gecesi yapalım dedik "istemem" diye bağırdı, halbuki o gece en çok o eğlendi, en çok sıkıntıyı da annemle ben çektik.

Misafirlerin yanına çıkamam demişti, çıkacak , çıkmayacak derken ikramın yarısını içeride unutmuşuz.

MEHMET ALİ BİRAND : Kına gecesinde gerçekten de en çok eğlenen Suna oldu. Arkadaşlarıyla, kucaklaştı mutluluğun tadını çıkardı.  

Düğün günü bir kiş ağladı o da soğuk kanlılığıyla tanınan Vehbi Koç'tu.

SUNA KIRAÇ: Ben evlenirken babam çok duygulandı, artık sevincinden mi? Üzüntüsünden mi?

Bilmiyorum ama  ağladı.

Bunu fotoğraflarla da size belgeleyebilirim.

İnan "Hayatında Vehbi Koç'u ağlatan tek insan benim" diye de şakasını yapıyor.

MEHMET ALİ BİRAND : Evliliklieri boyunca hereksin gıpta ettiği bir yaşam kurdular. Koç Holdingde'de biri Koç Ailesini, diğeri profesyonel yöneticileri temsil ettiğinde aile bağlarını işlerine  hiç karıştırmadılar.

Muratlarına erdiler.

1980'lerde Vehbi Koç'un böylesine titizlikle yetiştirdiği Suna Koç Holding'de yerini aldı.

Almasıyla birlikte de Koç Gurubu yeni bir döneme girdi.

Artık grubun başka bir boyuta sıçraması gerekiyordu.

Yepyeni yatırımların yapılması, dışa açılması, bazı işlerden çıkıp, bazı alanlarda büyümesi gerekiyordu.

O ana kadar Türkiye ile yetinilmişti  bundan böyle rekabeti arttırmak, dışa açılmak , yatırımları büyütmek artık kaçınılmazdı.

Avrupa çapında büyük sanayi kuruluşlarıyla rekabet dönemi geliyordu.

Türkiye Avrupa Birliği'nin kapısını çalıyordu.

Koç Holding ise yeniden kurumsallaşmak zorundaydı.

Suna bunu benimseyen ve değişim lokomotifi olarak bu büyük dönüşümü  çok iyi gördü, benimsedi ve aileyi ikna eden güç oldu.

Koç Holding o dönemde adeta kendini katladı, yeniledi, devleşti.

.
.
 Can Kıraç
.

CAN KIRAÇ: Koç Topluluğu'nun kurumlaşması çalışmalarında Suna Kıraç çok önemli görevler üstlenmiştir.

Koç Topluluğu'nun imaj çalışmalarında Suna Kıraç lider olmuştur.

MEHMET ALİ BİRAND : 80-90'lı yılarda bütün bu çalışmalar meyvesini verdi. Koç Holding'in ticaretten büyük rekabetçi sanayi yatırımlarına geçişinde Vehbi Koç'u etkiledi, cesaretlendirdi  hatta Vehbi Bey'in en yakın çalışma arkadaşlarının ısrarına rağmen Arçelik'in yabancı bir firmaya satılmasını engelleyerek de ağırlığını kurdu.

.
.
Cengiz Solakoğlu
.
.
CENGİZ SOLAKOĞLU: Türkiye'nin en büyük yatırım kuruluşlarından biri o gün bu gerekçe ile yabancı bir sermayeye ile birleşmiş olsaydı, Türk sanayi öyle zannediyorum ki o günden kendine olan güvenini kaybedecekti.

MEHMET ALİ BİRAND: Yıllar geçtikçe Suna Holdin'in profesyonelleşmesi, kurumsal kimliğinin oluşması ve geleceğe ilişkin kurumsal kimliğini saptama konusunda yoğunlaştı.

Kendini yavaş yavaş emekli etmeye karar veren Vehbi Bey için Suna'nın artık farklı bir yeri vardı.

Her şey ondan sorulur olmuştu.

Suna zaman içinde Vehbi Bey'i yumuşatan , kararlarını etkileyen bir konuma gelmişti.

SUNA KIRAÇ: Herhalde yeni neslin olaylara başka bir bakış açısı oluyor.

Benim tüm hayatım iş değil.

Babamın tüm hayatı iştir.

Benim değişik meraklarım, hoşuma giden , işin dışında başka şeyler de var.

Fakat babamın risk alma kabiliyetinin ne kadarı bana geçti onu bilmiyorum, çünkü ben hazır bir düzen üstüne risk alıyorum.

O kendi kendini yetiştiren bir kişi olduğu için, sıfırdan başlayan bir düzen üstüne müthiş riskler almış.

İkinci bir husus da ben katı değilim, babam bazı konularda çok katı.

Babamın o yönünü hiç almadım.

İş hayatında belki de biraz katı olmak gerekiyor.

MEHMET ALİ BİRAND : Ciddi oldu, disiplini sevdi, uzun vadede düşündü. Bütün bu özelliklerini de iş hayatına yansıttı.

ENDER BAĞÇİVAN: Öyle sert görünen birinsandır ama çok yumuşaktır, çok çabuk duygulanır, en çabuk bir şeyde gözleri dolar.

Belki de kendini korumak için kalkan olarak o sert görünütüyü kendisine gösteriyor.

MEHMET ALİ BİRAND :  Çok mutluydular, günleri fırtına gibi iş hayatıyla geçiyordu. Adeta Holding ile evlenmişlerdi.

Birbirlerini çok seviyorlardı ancak bir yandan da kendilerini çok yalnız hissediyorlardı. Hayatlarındaki boşluk her geçen gün büyüyordu.

Çocukları olmuyordu.

O günlerde yine en zor ve gerçekçi kararı bir cesaretle verdiler, çocuk edineceklerdi, hem de ikiz olmalıydı.

Bu muhafazakar Koç Ailesi için adeta bir devrimdi. Kimseye söylemediler, üç sene süreyle araştırdılar. Sonunda bir gün bir telefon geldi.

İNAN KIRAÇ: İkiz yok, yalnız çok cici bir kızımız var, kalkın, gelin, görün. İşte o İpek.

MEHMET ALİ BİRAND : Aile İpek'i duyduğunda artık çok geçti. Hepsi şaşırdı, ancak yapacakları hiçbirşey yoktu.

RAHMİ KOÇ: Ben doğrusu hayret içinde kaldım ama Suna'yı iyi tanıdığım için, kafasına koyduğunu yapacağını bildiğim için fazla karşı çıkmadım ama bizim ailede olmayacak bir şeyi yaptı. Tabular yıkıldı.

Ondan sonra da İpek'i  aldı, büyüttü, bir de baktık İpek'i bağrımıza bastık, çünkü  benim kızlarım yok, Semahat ve Sevgi'nin çocukları yoktu, bilhassa Sevgi çocuğu kendi kızı gibi, Doğan enişte öyle , İpek'i kendi kızları gibi sevrdi.

İpek de zannediyorum annesi babası kadar onları severdi.

İNAN  KIRAÇ: Çok eneterasandır, Vehbi Bey her gece her çocuğu için dua edermiş.

Vehbi Bey'in Suna'ya ve bana söylediği şey , dedi ki "Allah size bir evlat versin diye hep dua etmişimdir, demek İpek bu şekilde gelecekmiş. Hayırlı olsun. Bizi çok mutlu ettin"  dedi.

Hiçbir reaksiyon ne benim ailemden ne Koç ailesinden gelmedi.

MEHMET ALİ BİRAND : Peki İpek'e bu durumu hiç anlatmadılar mı? Ona öz çocukları olmadıklarını hiç söylemediler mi?

İNAN KIRAÇ: İpek  birgün bana çiftlikte bir tayın doğumu nedeniyle annesini ve tayı gördü "Baba benim annem kim?" dedi.

İlk orada ben İpek'in böyle bir sorusuyla karşı karşıya kaldım ve İpek çok küçüktü o zaman .

Ben de dedim ki" İpekçiğim, anneni doğum zamanında kaybetmişsin, o nedenle sen bizimsin, başka kimsenin değilsin" İpek'e her zaman da onu söyledim, İpek tektir ve tek kaldı.

İPEK KIRAÇ: Tam hatırlamıyorum ama bir yerde doğum günümün ayrı yazılıp, öbür doğum günümün ayrı bir zamanda kutlanılmasından dolayı ben galiba sormuştum ama çok hatırlamıyorum , annem söylemişti.

Ben kendimi hep evde hissettim, hep ailemle hissettim zaten.

Onun için düşünmeme bile gerek yoktu. Hayatımdan çok memnundum. Soruşturulacak, araştırılacak bir şey değildi benim hayatımda.

MEHMET ALİ BİRAND : Artık ailenin İpek'li yılları başlamıştı. Cıvıl cıvıl yankılanan bu ses yaşamı renklendirmişit.

Bu arada Vehbi Koç  Suna'ya daha çok alışmış, onu görüşünü daha çok almaya başlamıştı. Açıkçası Suna ile rahat ediyordu.

Kendi gibi konuşan, kendi gibi düşünen, kendi gibi çalışan insan bulmuştu.

Suna artık onun sağ koluydu.

Yıllar içinde Suna'yı hem icra komitesine, hem yönetim kurulu'na , hem de aile komitesine soktu.

Son yıllarda adeta ağırlıklı olarak danıştığı, görüş aldığı  insanların başına getirdi.

Suna Kıraç'da babasını yönlendirdi. Onu yumuşattı, ona sosyal boyut getirdi.

Bu baba kız.yönetimi sayesinde 80'li yıllara kadar önce ticaretle para kazanan , sonra montajla uğraşan Holding  artık büyük yatırımlarını tatamiyle sanayiye açmıştı.

Avrupa düzeyinde dev bir sanayi grubu olmuş,  herkesle rekabet edebilecek konuma girmişti. 1990'lardan itibaren artık farklı bir Koç Holding,  farklı bir Vehbi Koç ve farklı bir Suna Kıraç vardı.

İşte bu aşamada Suna Kıraç Türkiye'de çok az kişinin cesaret edebileceği dev bir proje oluşturdu, eğitim kampanyası.

SUNA KIRAÇ: Çok değişik günlerde yaşıyoruz, ve bütün bu sorunların altında eğtim eksikliği yatıyor.

Dolayısıyla eğitim çok önemli. Bizler de bu noktaya gelebilmişsek iyi bir eğitim aldığımız için ve ekibimizi berrak düşünen kafalarla kurduğumuz için oldu.

Dolayısıyla 21. yüzyıla ancak iyi eğitilmiş kafalarla girebiliriz. 

Avrupa ile bütünleşmemize ancak düzgün yetişmiş gençlerle sağlayabiliriz. Hepimiz bunun bilincinde olmamız gerekiyor.

MEHMET ALİ BİRAND :  Vehbi Koç ,  İstanbul'a Atatürk  kütüphanesi, Ankara'ya göz hastanesi ve bunlar gibi yüzlerce bağış yaparak bu konuda açık bir insan olduğunu göstermişti.

Nitekim 1990'nın başlarında  kapısını açan Koç Lisesi herkesi heyecanlandırmıştı ancak bunlar Suna Kıraç için yeterli değildi.

CENGİZ SOLAKOĞLU: "Eğitim devlete bırakılmayacak kadar önemli bir konudur. Eğitim sadece özel sektör kuruluşlarının halledeceği bir konuda değildir. Gelin eğitim alanında sivil toplum hareketini  başlatalım. Devletin özellikle 7-16 yaş grubundaki verdiği eğitime bir destek program oluşturalım ve nesillerin daha iyi yetişririlmelerini sağlayalım" diye bir fikir ortaya attı.

MEHMET ALİ BİRAND : Vehbi Bey'in de inancı insana yatırım yapılmasından yanaydı ancak, üniversite denilince bu 5-10 milyon dolarlık bir şey değildi, tereddüt etti, "Biz ticaretten, sanayiden anlarız, bilmediğimiz işlere bu kadar kaynak ayırmak tehlikelidir" diyordu.

Aile de tereddüt içindeydi, kararın verileceği aile komite toplantısı bir dönüm noktasını oluşturdu.

İNAN KIRAÇ:Suna Kıraç geldi dedi ki "Beyler eğer siz evet derseniz  ve siz destek olursanız şirketlerinizde böyle bir üniversite macerasına başlıyoruz. 

Ama unutmayın ki bir üniversite dediğiniz zaman  fonlarıyla birlikte en az 250 milyon dolarlık bir gücün arkamızda olması lazım.

Varmısınız buna" dedi ve bizler evet dedik.

MEHMET ALİ BİRAND : Tüm Koç şirketleri kollarını sıvadılar. Her biri kazancının yüzde 5'ini vakıfa aktarma kararı aldı.

Vehbi Koç da ilk başlardaki tereddütünü kısa bir süre sonra bıraktı

SUNA KIRAÇ: Babamın aslında en büyük hayali eğitim. İnsan yetiştirmek ve insana yatırım yapmak.

Dolayısıyla üniveristede hayalinin bir parçası olarak ortaya çıktı.

Tabiki sonunda hayallerinin en büyüğü oldu.

VEHBİ KOÇ: Hedefimiz, gayemiz, en iyi şekilde model olacak bir üniveriste kurmak ve yetiştirmektir.

En iyi gayem bu benim, orada yetişen gençlerin , o üniveristeden mezun olan gençler elle gösterilsin.

MEHMET ALİ BİRAND: Suna'ya güveniyordu, o da her işi bırakmış rüyasını gerçekleştirme çabasına girmişti.

RAHMİ KOÇ: Koç Üniversite'nin kuruluşunda Suna'nın büyük emeği geçti. Rektörün seçilmesinden , binanın yapılması için  mimar tercihinden , mütevelli heyet üyelerinin  biraraya getirilmesinden tutunda mektebin açılması, başlaması, yürütülmesi, yattırımların yapılmasına kadar çok emeği geçmiştir.

MEHMET ALİ BİRAND : Türkiye'de iyi bir şeyler yapmak istenilirde  birileri bunu engellemez mi?

Üniversite de bundan payını aldı. Kahıredici bir süreç başladı, seçilen yerin orman arazisi olduğundan tutun, üniveriste açılmasını engellemeye kadar giden binbir soru.
.
.
 Süleyman Demirel
.

SÜLEYMAN DEMİREL: Suna Hanım'ın üniveristenin meydana gelmesinde çok müstesna rolü olmuştur.

Çünkü üniversite birçok zorluklarla karşılaştı.

Orman arazisi dediler, evvela müsaade verdiler sonra müsadeyi geri aldılar. Halbuki orada orman yoktu, orman etrafında vardı.

Üniversiteler ormanları tahrip etmez, aksine ormanları korur.

Bunu anlatıncaya kadar çok sıkıntı çekildi. Üniversiteye karşı açık tavır takınıldı çeşitli kademeler tarafından ama üniveriste yapıldı , çıktı.

MEHMET ALİ BİRAND: Suna Kıraç için artık gününün büyük bir bölümü bu büyük dev eğitim kampanya için ayrılmıştı.

Eşi İnan'ı Galatasaray Eğitim Vakfı'nı kurmaya teşvik etmiş, hem kendi cebindem hem de İnan Kıraç'ın cebinden 22 yılda 50 milyon dolar harcayarak bir süreci başlatmıştı.

Galatasaray Lisesi'nin kurtuluşunu sağlamıştı. Öte yandan Robert Kolej mütevelli heyetin başına geçmiş, okulun devam etmesi için gereken  55 milyon dolarlık bir fonun oluşturulmasında başı çekmişti.

Bir yandan işlerin ağırlığı, bir yandan eğitim seferberliği, Suna , İnan  ikilisini adeta çalışma makinesine döndürmüştü.

Bu durumu en çok kıskanan da İpek di.

Bir üvey kardeşi olduğunu kısa zamanda farkına vardı.

O üvey kardeşte Koç Holding'den başkası değildi.

.
.
 Can Kıraç, İpek Kıraç
.

İPEK IRAÇ: Ben patronum  olarak görüyordum bir yerden sonra.

Tabi ki iş ortamı evden daha farklı, ev ortamı işten daha çok farklı ama burası da bir nevi küçük bir şirketti.

Bir nevi kendisinin çevirdiği, yürüttüğü bir iş ortamıydı.

Evi o yönetirdi, hala da o yönetir, patronudur, biz dinleriz, elimiz mahkum , başka da bir şansımız yok. Ama hatırlarım hep iş, Koç Holding.  

Anneme benim yapabildiğim en büyük sürpriz şirkette ziyaretti yada arabasının bagajına saklanıp gelirken ben geldim seni karşılamaya demek.

Onun için hep bir şirket tarafı gözümün önünde canlanıyor.

MEHMET ALİ BİRAND: Ancak özellikle tatillede biraraya geldiklerinde tümünün ağzında nefis bir tat bırakırdı.

İPEK KIRAÇ: Biz benim okulumun en zaman  tatilleri varsa o zaman biraradaydık, çünkü o zaman şirketin olduğu şehirden başka bir şehire çıkardık.

Tekne olsun, yurtdışı, yurtiçi, onun için biz tatillerde aileydik. Çünkü işten biraz uzaklaşınca aileye daha çok fokus olurdu kendisi.

Verdiği şeylerden biri inat. Annemin inadının  babam bana geçtiğini düşünüyor. Ben de katılıyorum ama annem dediği dedik bir insandır, bir şey yapılana kadar arkasında durur ve o şey  yapılacaktır, başka bir şansı yoktur.

Ben de birazcık öyle oldum.

Beğendiğim yönleri kişiliği, insanları düşünmesi.

İlkokul öğretmeninin doğum gününü hatırlayan, evde çalıştırdığı kişilerin bütün sülalesini, nerede okuduklarını bilen.

Annemin en beğenmediğim yanı sadece Koç Holding 'e gidince gözleri parlıyor hala, o yanını beğenmiyorum.

MEHMET ALİ BİRAND:  1990'ların ortalarına gelindiğinde  artık Vehbi Koç kendini emeklilğe ayırmış, ancak yine de uzaktan  da olsa herşeyi izliyor.

Suna da hayatının en büyük projesini kafasında oluşturuyordu. Bir gün konuyu babasına açtı.

Eğitim Gönüllüleri Vakfı kuracaktı. Yüzbinlerce çocuğun boş zamanlarını değerlendirecekti.

"Bu iş sadece lise ve üniversite ile olmayacak" dedi . Vehbi Koç bu sefer olmaz dedi. Bir sivil toplum hareketi onun dünyasında yoktu. Her zamanki ihtiyatlı yaklaşımı ile itiraz etti. Suna'nın başarısız olmasından çekiniyordu. "Yapmayalım" dedi.
.
.
 Cengiz Solakoğlu
.

CENGİZ SOLAKOĞLU: Bugün sizi destekleyenler yarın sizi yalnız bırakırlar, yalnız bırakıldığı zamanda bu hareket yarım kalır, yarım kalacak bir hareketi başlatmak bize yakışmaz" dedi.

Suna Hanım'ın lafı aynen şöyle oldu "Vehbi Bey, biz hangi işimizi bugüne kadar yarım bıraktık? Bu harekete giderken geleceğimizi de şekillendireceğimiz  konusunda lütfen bize itimat edin"

Vehbi Bey'in lafı " Peki , ben ikaz ettim, gerisi sizden, gidin , Allah yolunuzu açık etsin." Suna Hanım  "Bir bağışta bulunmayacak mısınız bu hareket için" dedi.

Vehbi Bey "Yok, evvela hareketinizi takip edeceğim" dedi.

RAHMİ KOÇ: Bizleri de motive etti, bizde on abu konuda her türlü nasıl ve nerde isterse mali bakımdan tutun her bakımdan yardımcı olduk ve bugün Eğitim Gönüllüleri Vakfı bir yere geldi ve oturdu, senede 5 milyar  dolar harcama yapıyorlar her sene.

MEHMET ALİ BİRAND: Suna fırtına gibi esiyordu ancak içinde birşeyler oluyordu, bir gariplik vardı. Zaman zaman adeleleri zayıflıyordu, hiç üzerinde durmadı.

Onun aklı Eğitim Gönüllüleri Vakfı'ndaydı. Çok büyük bir sivil toplum kuruluşunun temellerini atacaktı.

.
.
 Yılmaz Büyükerşen

.
Prof. Dr. YILMAZ BÜYÜKERŞEN: Eğer bu gün yani  1990 lı yıllarda kurulsaydı Türkiye Cumhuriyeti ve ne tür bir eğitime ihtiyacımız var diye düşünseydik, o modele benzer bugünkü teknolojinin de içinde olduğu , bugünkü ekonomik imkanların el verdiği bir eğitim modelini kurabilirdik.

Bunda hem köy enstitüsü fikrinin özü, yani kök hücresi hem halk evlerinin kök hücresi, hem de o günkü idealler, ülke ve dünyaya bakış tarzı her yönden batı ile yarışabilecek genç kuşakları yetiştirmek.

MEHMET ALİ BİRAND : Sol elinde uyuşma oluyor ve hemen geçiyordu, sağ ayağı zayıflıyor ama o da hemen geçiyordu.

Hiç üstünde durmadı 1995'e gelmiştik, onun aklı, fikri Eğitim Gönüllüleri Vakfı'ndaydı.

Güneydoğu kana bulanmıştı o dönemde, eğer vakfını Güney Doğu da örgütleyebilirse , ilk öğretim okulları ve eğitim parkları açarsa terörün azalacağına inanmıştı. Güneydoğu'ya gitti.

CENGİZ SOLAKOĞLU: İnsanların gece sokakta dolaşmaya çekindikleri , her gün askerlerimizin şehit edildiği bir günde biz helikopterle havalandık.

Biz Suna Hanım'a "Siz burada kalın, geverlerin hanımları var , siz onlarla sohbet edersiniz" dediğimizde o şiddetle bizi reddetmiş ve o seyahate katılmıştı.

Korumaların damlarda Tomson lu tüfeklerle nöbet tuttuğu bir dönemde Eruh'da, Pervari'de , Sason'da ve bunun gibi 15 yerde eğitim birimlerinin açılışını gerçekleştirdik.

MEHMET ALİ BİRAND: Bir gün eve giderken hiçbir neden yokken düştü, sol ayağı tutmamıştı, nedenini bile anlamamıştı herhalde bir şeye takıldım dedi üstünde durmadı.

O gün çok sevinçliydi, Eğitim Gönüllüleri Vakfı tam 82 yerleşim bölgesinde 200 bin bağışçının katkıları, 10 bini aşkın gönüllülerin emeği ile 7-16 yaş arasında tam 600 bin çocuğa eğitim hizmeti  verir hale gelmişti.

Bunlarla da yetinmedi, batı dünyasının akil adamlarını biraraya getiren, uluslararası en güçlü fikir kulübü Bilderberg'de Türkiye'yi tek başına temsil etti.

Bütün bu çalışmalarının meyvalarını da aldı tabii. 1995'de TürkiyeCumhuriyeti devlet üstün  madalyasına layık görüldü. Yine 1995'de Galatasaray Eğitim Vakfı onur madalyasını aldı, 1999'da London Business Scholl onu  üyeliğine layık görüldü. 2001'de Milenyum Gönüllüleri üstün hizmet ödülü, Geleneksel Vakıf dostları onur ödülü, 2001'de yine Bornova Anadolu Lisesi Eğitim Vakfı ödülünü aldı. İşte Koç Ailesinin belkide son defa biraraya geldiği unutulmaz görüntüler bunlar.

Küçüklerin büyüme, büyüklerin ise giderek yaşlanma süreci. Herkes mutlu , herkesin gözlerinden mutluluk fışkırıyor.

Bu görünütlerden birkaç yıl sonra 1996'da  94 yaşında aileyi yalnız bırakırken, Koç Üniveristesi'nin açılmasına çok az kalmıştı.

Oysa Suna Kıraç babasına bu açılışı göstermek "Bak baba başardık demek" istiyordu.

O görkemli açılış günü gözleri yaşlıydı.

BÜLENT GÜLTEKİN: Koç ismini yaşatacak kurum bir üniveriste olacaktır. Dolayısıyla Suna Hanım'ın o günkü çoşkusunu  , ağladığını hatırlıyorum. 

Hepimiz müthiş bir çoşku içindeydik çünkü aşağı yukarı 89 da başlayan serüven , 93 yılında 4 yıl süren bir çabadan sonra gerçekleşmişti.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna çok çalışmış, çok yorulmuş ancak sonunda başarmıştı. Lisesi, üniversitesi, Eğitim Gönüllüleri ile ülkesine yetişen dev bir mekanizma sağlamıştı, mutluydu.

Kızı ve eeşi ile tatili hak etmişti. Fransa'da tatile gittiler. En mutlu en neşeli oldukları günler gelmişti artık.

İNAN KIRAÇ: Bir gün kayaktan döndük, "Sol elimin parmakları tutmuyor" dedi. Ben soğuktan şüphelendim, masaj yaptık, nitekim rahatladı.

SEMAHAT ARSEL : Suna ilk önce sağ kolunun tutmadığını arada boşluk gibi hissettiğini ve bir sorun olduğunu anlatmaya başladı. Üşütme zannettik, kas problemi aklımıza gelmdi daha doğrusu.

MEHMET ALİ BİRAND : Aylar, ayları kovaldı , sorunlar devam etti. Örneğin sesi kısılır oldu,  kimse bir anlam veremedi.

Sestellerinde polip arandı, hiçbir şey çıkmadı. 28 Şubat 1998 günü başka bir nedenle Amerika'daydılar.

Suna'da ses tellerindeki sorunu öğrenmek için kontrolden geçmişti.

O gün doktorla randevusu vardı, Kıraçlar hayatlarını biranda değiştiren haberi o gün aldılar.

İNAN KIRAÇ: "Hastalığınız adı motor neron hastalığıdır .

Maalesef bunun ne bir ilacı vardır ne bir tedavi şekli.

Yedi senede bu işin hayatın sonu demektir.

Önümüzdeki devrede buna bir ilaç bulunur mu? Bulunmaz mı bilmiyorum.

Bir tek ilacı var ama şimdiye kadar bundan hiç kimse faydalanmadı" dedi.

Ve biz birbirimize sarıldık ağlayarak.

Büyük bir şoktu.

Hayatımdaki en büyük şoktur.

Oradan hemen çıkıp gittik.

RAHMİ KOÇ: Ben inanmadım ilk önce, yanlış teşhis koydular dedim, yakıştıramadım da. İkinci bir doktordan fikir almak için Amerika'da ve Avrupa'da bir defa daha yapıldı ve  hepside üst üste aynı teşhisi koydular.

İNAN KIRAÇ: New York'a geçtik  bir doktora daha gittik, o daha sert, gelmişken size detaylarını anlatayım dedi , konuşamayacaksın, ellerin tutmayacak, şöyle olacaksın dedi Amerika'da biliyorsun doktorlar çok gaddardır.

O gaddarlıkların tümünü kullandılar.

İPEK KIRAÇ: Bir hayal kırıklığı ama bu da benden olabildiğince saklanmaya çalışılmış. Şu da varki sürekli benim teyzem ve eniştem yanımdaydı.

Teyzem ve eniştem apayrı neşeli iki karakter, annemle babama kıyasla. Onun için anlamama  fırsat yoktu.

Birisi asık suratlıysa, öteki o kadar gülüyordu ki çok bir fırsatım olmadı ama ne zamanki annem düğmeyi kapayamamaya başladı, kalemi tutamamaya başladı ve konuşması bozulmaya başladı o zaman yavaş yavaş anladım, başka da bir şansım yoktu.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna Kıraç iki yıl süre ile direndi. Aile dışında hastalığını kimseye söylmedi, kimseye hissettirmedi.

Kum saatinin taneleri birer birer akıyordu.

Ses kısılmaları arttı, bir süre sonra eli kalem tutmamaya başladı.

Bütün bu aşamaları gözleyen İnan Kıraç'ın elinden de sevgilisinin yaşamını kolaylaştırmaktan başka da bir şey gelmiyordu.

İNAN KIRAÇ: Sabahları ondan erken kalkıp muslukları hafif açabilmelisin ki o kolay açabilsin, diş macununu hazırlaman lazım ki sıktığı vakit sıkabilsin.

Onun şuan bile  arzusu nedir?

Ne yapmak istemektedir?

Neden rahatsız olur?

Niçin onun yapılması lazımdır?

Onun gibi yaşamanız lazım, onun gibi hissetmeniz lazım ki onun üzerindeki bazı yükleri alasınız.

İPEK KIRAÇ: Çok korktum ama sürekli bir şeyler deniyorduk.

Bu evden gelip geçen ben size hocamı sayayım, cinci, perici, büyücümü sayayım,  o kadar çok insan geçti ki , o kadar çok boyadılar ki  hayal aleminin içine sokulduk hepimiz.

MEHMET ALİ BİRAND : 14 ağustos 2000 gecesi dolunay vardı, etraf pırıl pırıl dı, Suna bir an da nefes almakta zorlanmaya başladı, hastalığın yeni bir aşaması başlıyordu, hemen hastaneye kaldırılması kaçınılmazdı.

İPEK KIRAÇ: Annemi evden hastaneye kaldırırken, bu  eve bakışları "Ben bu eve bir daha geri gelemeyeceğim" dedi bize ve o bakışlarla ayrıldı, o bakışları unutamam. Çünkü yürüyebiliyordu ama sedyeye kaldıracaklardı , sedyeye oturmadan odasına baktı, yatağına baktı ve sanki elveda diyordu, onu unutamayacağım.

O gün sanki birdaha bu eve gelmeyecekmiş gibi baktı eve . Çünkü inatçı bir insan olduğu için makineye bağlanmama kararını kesin kılmıştı, makineye bağlanmasaydı da yaşayamazdı, elveda dedi evine o gün.

İNAN KIRAÇ: Kapıdan çıkarken onu bende orada yakaladım, baktı ve ağlamaya başladı, evine alasmarladık dedi.

MEHMET ALİ BİRAND : Amerikan Hastanesi'nde doktorlar  hiç tereddüt etmediler, "Nefesini kaybediyor, suni nefes makinesine bağlamazsak  Suna Hanım'ı yaşatamayız " dediler. Onunda en istemediği şey makineye bağlı yaşamaktı.

İNAN KIRAÇ: "Sana soracaklar, muhakkak hayır diyeceksin , makinaya bağlanmama müsaade etmeyeceksin." Dedi.

Ben de "Bunu yapabileceğimimi zannediyorsun, yerimizi değiştirelim, ben senden bunu isteseydim sen evet diyebilirmiydin?

Ben evet desem bile tıp bunu yapma durumundamıdır?

Doktor benim lafımı dinler mi?

Böyle bir şey olur mu? " dedim. "İnan , ben bunu istiyorum" dedi.

Dedim ki "Sen bunu benden istiyorsun ama çok şey istiyorsun benden , ben bunu yapamam" "Ölümü öp yapacaksın "dedi.

O gün bu hadiseyi  uzatmamak için "Peki çalışacağım " dedim.

MEHMET ALİ BİRAND : İnatçı ve mücadeleci iş kadını geri dönmüş,yaşamının en radikal kararını da kimseye bırakmıyor, yine kendi veriyordu. Kapı kenarından bu manzarayı seyreden İpek birden yukarıya fırladı.

İPEK KIRAÇ: Annemin bu dünyadaki görevi daha bitmemişti, belki şirkette bitmiş olabilirdi ama daha beni yetiştirecekti, beni liseden mezun edecekti, üniversiteye sokacaktı, evlendirecekti.

Daha işi bitmemişti annemin ve yanına gittiğimde "Bunu benim için yapar mısın? Sana çok ihtiyacım var, hep benim yanımda olacağına söz verdin, beni yalnız bırakma" dediğimde bana hayır demedi ve demeyeceğini biliyordum. İnsanların hayatlarında değişik mutluluklar vardır , benim hayatımda en büyük mutluluklardan biri annemin bana hayır dememesidir.

MEHMET ALİ BİRAND: Suna Kıraç'ın hayatında ki bu "evet" bundan sonra hayat mücadelesine devam anlamını taşıyordu.

Görebilecek, duyabilecek, beyni pırıl pırıl çalışabilecek, ancak hareket edemeyecekti.

Makine sayesinde nefes alıp, hastalığın tedavisini getirecek mucizeyi bekleyecekti.

Çok zor bir karardı, ancak bu kararı iki kişi için vermişti, biri İpek diğeri İnan.

İPEK KIRAÇ: O gün annem, annem oldu. Çünkü benim için yaptı, bir imza atmadı bir kağıda, toplantı kararı verilmedi orada, onu benim için yaptı.

Onun için o gün benim için sıfatı da değişti ve  annem oldu, arkadaşım oldu, farklı bir boyuta geçti herşey.

İNAN KIRAÇ: Ben Suna'ya bir daha aşık oldum. Benim hakiki Suna'ya aşkım başlangıçta , evlilik süreci içinde nasıl hepimiz bir süreç geçirdiysek bende aynı süreci geçirdim.

Çok saygınlığı olan bir insan, çok değişik bir insan , onlarla başka bir yerdesin ama ondan sonra hastalanmış bir Suna Kıraç ve mücadele etmek istiyor.

O mücadelenin bir nedeni var, bazı şeyleri bitirememeiş onları yapmak istiyor , kızını biraz daha bir yerlere getirmek istiyor.

MEHMET ALİ BİRAND:  Suna çıkarken bir daha dönemeyeceğim diye hüzünle baktığı evine bir süre sonra gözleri parlayarak geldi.

Bundan sonra yepyeni bir düzene girildi. Sevdikleri etrafını kuşattılar, onu yalnız bırakmadılar.

Etrafında fırıl fırıl dönen hemşireleri, koruyucu meleği doktor Tahsin ve tüm emektarları ve ona asıl veren gözlerinin içine bkana, üstüne titreyen eşi İnan'dı.

RAHMİ KOÇ: Altına ekin dikilecek bir enişte. İşini gücünü bıraktı, neredeyse sadece Suna ile meşgul oluyor.

Onun için özel araba yaptırdı, teknenin içini tamamen değiştirdi, yeni motor aldı Boğazda gezebilsin diye , Suna'yı Antalya'ya götürdü, Suna'yı Paris'e götürdü.

MEHMET ALİ BİRAND: İnan onu hayata bağlamak için elinden geleni yaptı, Suna'da çelik bir iradeyle yaşama asıldı. Kendine güveni geldikçe, güveni arttıkça  evden dışarıya çıkmaya başladı.

Önce Antaltya'ya Eğitim Gönüllüleri Parkı'na gitti.

Öğrencilerinle kucaklaştı.

Ben Suna Kıraç'ım, kimse beni bu halimle görmesin demedi. Aksine insan içine çıktı.

İnan onu itti, cesaretlendirdi,  o da kendini bıraktı. Yaz aylarında denize girdi.

Yıllar sonra Ege'nin sularına daldı.

İPEK KIRAÇ: Ben annemle dertlerimi paylaşmaya başladım.

Derdim olduğunda ona gitmeye başladım, yaşadığım her şeyi anlatmaya başladım, Amerika'dayken  fotoğraflar çekip, albümler yapıp anneme getirmeye başladım.

Ben de açıldım, kendi hayatımı paylaşmaya başladım çünkü  annemin bazı şeyleri benim için yaptığını gördükçe  bende kendimi ona göstermeye başladım.

MEHMET ALİ BİRAND : Bütün bu süreç içinde adeta saate karşı bir yarış başlatıldı, mucizenin bir an evvel gerçekleşemsi için Rusya'dan  Tibet'e, Çin'de İtalya'ya Amerika'ya  kadar bu hastalığın araştırmasını yapan tüm bilim adamları ile temas edildi.

Uluslararası boyutta araştırılmalara hız verdirildi.

Ümit hiçbir zaman kaybedilmedi. Zira bir gün bir ilaçla beyin tekrar emir vermeye başladığında adaleler çalışacaktı ,onlar yok olmuyorlardı.

Sadece beyinden gelecem emri bekliyorlardı.

Her geçen gün mücizeye biraz daha yaklaşıldı.

İpek'de kollarını sıvadı ve eğitimini biyolojiye ayırdı, ALS 'yi araştıran laboratuarda staj yaptı.

Mucize ilacı bulmak isteyenlerin yarışına katıldı.

İPEK KIRAÇ: Benim aklıma göre, benim biyoloji okumam anneme fiziken yardım edebileceğim tek yön. Çünkü başka hiçbir şey yapamıyorum oturup izlemek dışında.

Biyolojiyi de sevmişliğim vardı ama benim hayatımdaki en büyük hayalim bir laboratuar içinde çalışmak ve sanki katkıdır o.

Bende denedim demek istiyorum.

MEHMET ALİ BİRAND: Bu büyük mücadeleye , büyük direnme yedi yıldır sürüyor ve Suna gözlerinle konuşuyor. Hala üniversitesini , eğitim gönüllülerini, müzesini ve işini yürütüyor.

İNAN KIRAÇ: Suna gözleri ile konuşuyor, Suna'nın her şeysini bugün benim okuyabilme imkanım var.

Çünkü tekrar ediyorum, o gözlere baktığım vakit mutlumu, üzgünmü, kızını mı özlemiş, yemek mi yemek istiyor, su mu içmek istiyor hepsini farkedebiliyorum.

İPEK KIRAÇ: Mutlu olunca daha canlı ve diri bakıyor, mutsuz olunca da gözünün içine bile bakmıyor.

Çünkü aklı Allah bilir nerede? Mutsuz olunca annemle bir kombikasyom  kurmak çok zor.

Çok mutlu olunca da arada bir gülüyor.

Karşısına geçip güldürmeye çalıştığım için genelde, bazen işe yarıyor , çok şanslıysak gülüyor.

Annem şuan hepimizi gözleriyle idare ediyor.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna Kıraç 29 harfden oluşan bir alfabe ile ülkesinin ve ailesinin yarınına ilişkin projeler üretiyor hala.

Antalya'da ki Akdeniz medeniyetlerini Ataştırma Enstitüsü , arkeoloji araştırmalarıyla tam bir çekim merkezi haline dönüştü.

Zengin kütüphanesi müzesiyle Antalya'da kale içinde bir kültür vahası oluşturuldu. Yine Anltalya'da Eğitim Gönüllüleri Parkı yoksul ailelerin çocuklarına okul sonrası eğitim veriyor.

Parktan yetişen bir öğrenci satranç şampiyonu oluyor, kız öğrenciler kurdukları futbol takımıyla farklı bir yaşama giriyorlar.

Şimdi de en büyük düşünü gerçekleştiriyor; İstanbul'da Pera müzesi tüm iştişamı ile ortaya çıkıyor.

ÜMİT TAFTALI: Suna ve  İnan Kıraç Vakfı'nın kurulması aşamasında Suna Hanım dört konuya odaklanmak istedi.

Eğitim, kültür, sanat ve sağlık. Kalıcı eserlerin yanında aktiviteleri bol olan bir yapı istedi.

Dolayısıyla bir taraftan burslar verilip öğrenciler okutulurken, bir taraftan şahsi koleksiyonlarını müze ve enstitüye bağışlayarak araştırmacıların, meraklıların, kullanabileceği şekilde halkla paylaşmak felsefesini benimsedi.

MEHMET ALİ BİRAND: Dünyanın en seçkin oryantel ressamları ve Türkiye için tarihi bir rekorla satın alınan Osman Hamdi Bey resmi bu müzeyi uluslararası  alana taşıyor.

İNAN KIRAÇ: Ahmet Keskiner'e dedimki "Bu  alınacak" Ahmet Keskiner dediki "Bana bir limit vermeniz lazım"  Dedim ki "Suna Kıraç için limitim yok. Dolayısıyla bunu alıp, geleceksin."

ÖZALP BİROL: Zannediyorum resim koleksiyonu sergimizi ziyaret edecek insanların oldukça önemli bir bölümü önce "Kaplumbağa terbiyecisini"  izlemeye geleceklerdir ama kolleksiyonumuzun diğer parçalarını da gördükten sonra burad adaha gazla kalacakları kanaatindeyim.

Çünkü burada gerçekten bir dizi büyük ressamın çok ciddi, değerleri eserleri var.

Bunları izlemek sergi gezerlere büyük keyif verecek. bu kanaatteyim.

MEHMET ALİ BİRAND : Suna kararlı, mücadeleden vazgeçmeyecek.

Verebileceğinin en fazlasını verecek. Göreceksiniz gücünü ispat edecek.

Bir gün gelecek kara bulutlar dağılacak.

Herşey unutulacak, hayat eskisi gibi devam edcek.

Onu da bizlerle paylaşacak ve yine gözleri ile etrafını yönlendirecek.

.
.

Tüm Yazıları

.
.


İpek Kıraç, Rahmi Koç, İnan Kıraç, Suna Kıraç

.
.

.
.
 Suna'nın Gözleri

.
.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org