Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

NİHAT GÖKYİĞİT Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

BAŞKALARINI MUTLU EDEREK MUTLU OLABİLİYOR MUSUN
31.05.2016
Okunma Sayısı : 9755
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

BAŞKALARINI  MUTLU EDEREK  MUTLU OLABİLİYOR MUSUN

.
.

Dernekler ve Sivil Toplum Dergisinde yayınlanan bir söyleşimi sizlerle paylaşıyorum...

.
.

"BAŞKALARINI  MUTLU EDEREK  MUTLU OLABİLİYOR MUSUN.."
Nihat Bey sizin  çevre konularına olan duyarlılığınız ve bu alandaki çalışmalarınız malum. Biyografinizde çocukluğunuzun  "büyük bahçeli evlerin arasında, yeşillikler içinde, çiçeklerin  kovalandığı  masal kentinde geçtiğini" söylüyorsunuz. Bize biraz hayatın o mesut ve tasasız günlerinden bahseder misiniz?

NG: Benim doğaya olan ilgim biraz da çocukluğumun o güzel yaşantısından geliyor.

Artvin'den 15 yaşında ayrıldım.

Babam beni bir vapura bindirdi 'sen artık büyüdün, yalnız başına gidebilirsin' dedi.

15 yaşındaydım ve ortaokulu yeni bitirmiştim.

Vapurda tanıdığı bir yolcuya bana göz kulak olmasını tembih etmiş, ama farkında olmamı istememiş.

Ben onu  bilmiyorum tabii, kendi başıma gittim.

Ondan sonra bir iki tatil daha gittim, çünkü ailemin İstanbul'a nakli 2-3 sene sonra oldu.

Sonra belki 20-30 yıl  gitmedim.

Çevreye olan duyarlılığımızda çocukluğumuzun geçtiği  muhteşem  doğanın etkisi muhakkak.

Bir de inşaat sektörünün doğayı nasıl tahrip ettiğini  gördüm ve 'ne yapabilirim' diye kendimi sorgulamaya başladım.

Uzun yıllar neden  gitmediniz memlekete?


NG:
Biraz çekindim. Oraya bir yurt yapılıyordu, o zamanki vali destek istedi, biz de destek olduk.

Açılışa davet etti "illa gel" diye, kıramadım.

Sonra orada konuşma yapamam istendi, neden gitmek istemediğimi anlattım.

Çünkü çocukluğumda bıraktığım o güzel hatıranın bozulmuş olabileceği ihtimalini düşünüyordum.

Nitekim korktuğum  başıma geldi.

Artvin'deki o büyük  bahçeli  evler gitmiş, arsa olmuş, başka bir yer olmuş, çok değişmiş.

Türkiye'de çevre deyince ilk akla gelen sivil toplum kurumu TEMA. Siz kurucuları  arasında yer alıyorsunuz…

NG:
Evet. TEMA işte bu masada kuruldu.

Hayrettin  Bey'le beraber. Bir ağaç tutkusu  yarattık. 

Toprağın önemini, erozyonun ne kadar  tehlike yarattığını, toprak erozyonunun vahametini anlatmaya çalıştık.

Bazı projeler yaparak da bunların  çaresi  olduğunu göstermeye çalıştık. Sanırım  şimdilerde 500 bini buldu gönüllü  üye sayımız.

Bu sayı ilgiyi, heyecanı ayakta tutmak için çok önemli.

Bir takım yanlışlıklar var ama bir takım çareler de var.

Bunları  göstermek lazım ki cesaret gelsin, şevkleri artsın diye örnek projeler yaptık.

Kırsal kalkınma , ağaçlandırma ve benzeri  daha bir çok proje.



"AĞIR AĞIR GELİŞSİN İSTEDİK"


Artık İstanbul'un önemli merkezlerinden  biri olan Ataşehir' de, yolların kavşağında, dışarıdan  fark edilmeyen yeşil bir vaha meydana getirdiniz. Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB). Bu şekilde karayolları  kavşağında bir örnek  görmüş müydünüz başka yerde? Nereden aklınıza geldi  ve nasıl hayata geçti?


NG:
Hayır! Dünyanın  karayolu kavşağında yapılan ilk botanik  bahçesi budur.

Eşim 1995 yılında rahmetli olunca,  onun hatırasına ne yapabilirim diye düşündüm. 

Kendisinin nefes darlığı  vardı, hava alma ihtiyacı olurdu,  pencereleri açmak isterdi.

O zamanlarda İstanbul'un  havası kötüydü. Sürekli  geçtiğim bir kavşak vardı Ataşehir'de, üzerinde diken bile yoktu, ham toprak. 

Burada bir hatıra parkı yaparsam , büyük bir akciğer yapmış olurum diye düşündüm. 

O zamanın  Karayolları Bölge Müdürü Yaman Kök'ün yanına gittim, o alanın  tahsisini istedim.

"Ne yapacaksın" dedi. "Hatıra Parkı Yapacağım" dedim.

'Bizden  ne istiyorsun' dedi.

'Bir şey istemiyorum' dedim.

Kabul etti hatta oradaki  su kuyularının açılmasını  üstlenmek istediler.

Su da 200 metreden çıkıyor.

Karayollarının  su kuyularını açacak teçhizatı gelmeyince, onları da ben açtırdım.

Evvela bir su şebekesi , yangın söndürme şebekesi, yollar yaptık.

Toprak  çok bozuktu, molozlar, kayalar…

Islah edilmesi gerekiyordu..

70 cm. derinliğe kadar  eşeledik toprağı.

Bir kış yağmura, kara havalandırmaya terk ettik. İki önemli  adım başarılı olmamızda etken oldu.

Birincisi  toprağı hazırlamamız , ikincisi de yavru fidan dikmemiz.

Başlangıçta yol kavşağında fidanlar araba egzozundan  zarar görür mü diye endişem vardı.

Bir üniversite ile araştırma yaptık. 2-3 sene sürdü.

Test ettiler.

'Hayır, burası rüzgar alıyor, bir şey olmaz' dediler.

Bir de yaprakları  gözle görünmeyen fotosentez fabrikasında karbondioksiti alıyor,  kökten  aldığı suyla birleştiriyor, kendisine kök, yaprak, dal yapıyor, Oksijeni  de serbest bırakıyor.

Dolayısıyla karbondioksit belki de obezite yaptı oradaki bitkilerde.

Hatıra parkı olarak başlangıçta 52 bin fidan diktik.

İstanbulluların çok duyduğu bir yer değil burası, her gün  yanından gelip geçseler de…


NG:
Fazla reklam da yapmadık, zaten reklamı sevmem.

Bir de eğer çok aşırı  ziyaretçi olursa fidanlar zarar görür, yol  gösteremeyiz, rehber olamayız diye ağır ağır gelişsin istedik.

Yine de senede 150 bin ziyaretçi geldi.

Nasıl olsa ağaçlar İstanbul için oksijen üretmeye devam ediyor değil mi farkında olunsa da olunmasa da?


NG:
Botanik bahçesi çok cesaret isteyen bir hedef.

Çünkü  bir araştırma enstitüsü gerekiyor.

Tehdit altındaki bitkilerin  oraya getirilip  koruma altına alınması da var.

Kurutulmuş  bitkilerden bir arşiv, tohum bankası, kütüphanesi , eğitim salonu, fidanlığı bir çok fonksiyonu olması  gerekiyor.

Bitki Ressamlığı bahçıvanlık gibi kurslar; fidan  yetiştirme, atölye çalışmaları ve eğitimlerle farklı alanlarda birçok faaliyet yürütülüyor orada. Nezahat  Gökyiğit Botanik Bahçesi artık sadece ağaçların olduğu bir park ve bahçe değil.


NG:
Evet aynen öyle. DOKAP (Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı) o bölgedeki tıbbi ve aromatik bitkilerin teşhis edilmesi, yetiştirilmesi, eğitimin verilmesi gibi bir işi bize vermek istedi, şimdi onu yapıyoruz.

Ayrıca Antalya EXPO 2016 kapsamında Türkiye'de ki bazı  doğal bitkilerin canlı olarak toplanması , yetiştirilmesi işini de bize verdiler.

"BİYOLOJİ HOCALARI İÇİN CAZİBE MERKEZİ"

Kıymetli eşinize olan sevginizin  tezahürü olarak kurdunuz burayı. Çok az faniye nasip olur böyle kendi adına, binlerce ağa. Ve yeşilliğin olduğu bir botanik park…

NG:
Ben de hakikaten çok heyecan duyuyorum böyle bir hizmet yaptığım için.

Az evvel söylediğim projelerin  hepsini "Siz bunu  yapın" diye getirdiler.

Çünkü Botanik Bahçesi'nde 40 kadar kadrolu  çalışanımız var. 

Ayrıca taşeronlar da var. 

Çok önemli bir şey daha yapıyoruz orada. 10 bini aşkın bitki  türü var Türkiye'de. 

Bütün Avrupa kıtasında ise 13 bin adet. Yalnız İstanbul ilindeki  bitki türü sayısı  İngiltere'den  daha fazla. 1850'lerde bir İsviçreli yazmış .

11 cildini de bizim hocalar yazmış. Hatta editörlüğünü de bizim bahçenin müdürü Adil Hoca yapmış.  

Her 10  günde bir yeni bir bitki  bulunmaya devam ediyor şu anda.

Fakat bunun tam hakkını vermek için  28 cilt kitap yazılacak.

Henüz birinci cildini yazdık.

Resimli Türkiye Florası  diye destek olduğunuz bir proje devam  ediyor sanırım?


NG:
Evet, Resimli Türkiye Florası. 2. Ve 3. Ciltleri bitmek üzere  ama 5-6 ay gibi süresi var. Benim vakfım da (ANG) o çalışmaya sponsor oldu .

"Her 10 gün de bir yeni bir bitki bulunmaya devan ediyor" dediğinize göre şu ana kadar Türkiye'deki  bitki türlerinin tamamını hala bilmiyoruz öyle mi?


NG:
Bulunuyor ve tabii yayınlanıyor.

Ama bunlar henüz bir kitapta toplanmadı.

Daha önce yapılmış  çalışmalar var ama hem eksik  hem de Türkçe değil.

Şimdi  onu yapıyoruz.

Bizim bahçe botanik  ve biyoloji hocaları   için cazibe merkezi.

Orada projelerini konuşuyorlar, görev  taksimi yapıyorlar.

Bir ciltte belki 50  tane biyolog görev alıyor.

Herkes uzman olduğu bitki üzerinde yazıyor.

Böyle bir çalışma var orada şimdi.

Bu bizim en önemli işlerimizden biri oldu.

Aslında Nezahat Hanım'ın adına bir hatıra bahçesi olarak başlayan mütevazı bir teşebbüs, şimdi ülkenin en önemli botanik merkezlerinden biri olmuş gibi.


NG:
Şimdi orada bir bitki var.

Afyon'un  Eber gölü civarında yetişiyor. Akehir'de aynı zamanda.

Şöyle bir çalı, yavru bir çalı.

Hayvanlar yemiyor Allah'tan. Bir ecza var daha keşfedilmemiş içinde.

Köylü de onu sarıyor atıyor bir tarafa.

Onun  için nesli tehdit altında ve dünyada bir tarafa.

Onun için nesli tehdit altında ve dünyada başka hiçbir yerde yok bu endemik bitkinin.

Özelliği de bağlı bulunduğu baklagiller.  

Orada bir çiçekte 4 tane yumurtalık olan yegane tür bu.

Yani  bir çiçekten 4 meyve veriyor.

Bu bitki yeni keşfediliyor öyle mi?


NG:
Biz bunu getirdik, bahçede çalışıyoruz Sabancı Üniversitesi ile işbirliği yaparak.

Acaba aynı familyadan  fasulye, nohut, mercimek  yada bakla gibi birisine aşık  olur mu?

Evlenir mi?

O melez ne olur bilmiyoruz?

Ama  bir kere çok verimli bir şey.

O çalışma yapılıyor  iki senedir.

Bakladan elektrik  aldı.

Bunun erkeği  baklanın  dişisini sevdi,  çocukları da oldu. Ama düşük yapıyor çocukları.

Şimdi niye düşük yapıyor ona bakıyoruz.

Fasulye, nohut, mercimek onların da evlenme ihtimali var.

Böyle heyecanlı projeler de var bu işin içinde. 


               
DAMIZLIK ÇOK ÖNEMLİ

Tabii biz daha çok botanik  parkını biliyoruz. Onun dışında sizin ağaç tarımı, arıcılık gibi  farklı alanlarda proje ve faaliyetlerinizin olduğunu da duyuyoruz. Onlardan da bahsedebilir misiniz?


NG:
Bir diğer faaliyet alanımız da Türkiye'de ki  arı ırkları. Niye bunun peşine düştük. 

Arı kovanı  sayısı bakımından  Türkiye dünyada Çin'den  sonra ikinci  sırada geliyor. 

Ama verim  bakımından  da, kovan başına en düşük  verimi alan  ülkelerdeniz.

Niye böyle olmuş?

Aşırı  melezlenmeden.

Yollar yapılıp, ülkenin  dört bir yanına yayılınca tabii arıcı da kovanları bindiriyor kamyona, nerede çiçek var oraya gidiyorlar.

Çok aşırı  melezlenme kaçınılmaz oluyor.

Oysa damızlık  çok önemli.

Nasıl ki büyükbaşlarda damızlık var, arıda da damızlık var. 

O ana arının  damızlık olması lazım.

Saf ırkla mahalle  ırkının  birleştiği  birinci melezden olması lazım. 

Bizdeki  arıcılığın  gelişmesi, verimin  artmasının en önemli  çaresi ana arının  damızlık olması  ve sık  değiştirilmesi.

En geç  iki senede bir değiştirilmesi.

Bunu kendi haline bırakıp  kendi yapsın  dediğin zaman, zamanla değerini kaybediyor.

Türkiye'de beş tane arı ırkı  var.

Bunlardan saf 'Kafkas ırkını' bulduk. 

Ondan ana arı  üretiyoruz, ondan damızlık  yapıyoruz ve Türkiye'nin her tarafına veriyoruz.

Her tarafına demeyim, çok  sıcak yerlere pek uygun değil.

Ama bunun  yaptığı  melez birinci melez, o mahalle şartlarına uygun olduğu için Kafkas'ın da özelliğini taşıyor;  yine kıymetli  İkinci ırk 'Orta Anadolu Irkı'.

Onu da bu sene içinde bulduk, üç senedir çalışıyoruz.

Arıcılığa ilgi  özel bir merak mı, yoksa kişisel bir hobi mi?

NG:
Arıcılık, kırsal  kalkınma için çok önemli. 

İpekböceği  yetiştirmek,  arıcılık  gibi uğraşlar yan iş olarak  yapılabiliyor kendi işlerinin yanında.

Tabii, doğaya, çiçeğe ihtiyaç var. 

Çiçek de ağaçta olur, çayırda da.

Dolayısıyla kırsal kalkınma çalışmaları bizi bu tarafa itti biraz.

Sakız ağacıyla, meşe ağacıyla ilgili de çalışmalarınız var…


NG:
Sakız çok kıymetli bir ürün,  zamanında sadece Sakız Adası'nda yetişiyor.

Bir de onun  karşı sahillerinde Çeşme civarında.

Başka yerde yok.

Osmanlı,  zamanında oraya özel bir gümrük  idaresi koymuş.

Çıkan sakızlar tamamen  saraya gidiyor ve tahsisat saraydan yapılıyor.

Sakız adasından çıkanlar mı?


NG:
Evet. Karşı sahilde de var ama esas sakız Adası'nda daha çok.

Bu saraydaki  cariyelere sakız verelim de ağızları güzel koksun diye değil.

Rayiha olarak yemeklerde kullanılıyor,  ilaç olarak da kullanılıyor.

Bunu tekrar  harekete geçirmek için TEMA'dayken  ben ön ayak oldum.

TEMA'dan  ayrıldıktan sonra ANG Vakfı olarak destek verdim bu işe.

Onun toplantılarını yaptık. Araştırma yaptık, nasıl  yetiştirilecek  bu ağaç diye.

Üzerinde hayli çalışmalar yapıldı ve İzmir  civarında hala çalışmalar sürüyor.

Bir de özel bir meşe ağacı ile ilgili çalışmalarınız vardı?


NG:
Mantar meşesi. Meşenin bu cinsinin  kabuğundaki  mantar, yalnız şarap  şişelerinde tecrit malzemesi olarak kullanıldığından  çok kıymetli.

1 santimetre küpümde 400 milyon  hava kabarcığı  olan bir şey. 

Bunu meşe ağacı  kendisini korumak için yapıyor. 

Soyuyorlar, yere yatırıyorlar,  presliyorlar oradan artıkları tekrar  hamur ediliyor, tabaka haline getiriliyor.

Isıya ve sese karşı  en önemli tecrit  malzemesi. 

Doğal bir malzeme.

Bunun hikayesi uzun. 

Ta Abdülhamit zamanında üç tane fidan  İspanya kralından alınmış.

Biri İzmir Urla'ya çiftliğe götürülmüş, ikisi de burada.

Birinin bakımı ve korunması yapılıyor , biz gidip  onu  yerinde gördük.

Şu anda hayatta, yaşıyor yani?

NG:
Evet o ağaç hayatta.

O ağaçtan  tohumlar alınmış, yetiştirilmiş.

Ben o  projeyi  harekete geçirmek için Orman Bakanlığı ile işbirliği yapmak istedim. 

Bir iki  çalıştay  yaptık.

Sonra orada kaldı. Bakanlık biz buna kendi bünyemizde devam ediyoruz dedi.

"AĞAÇ  TARIMINDA GEÇ KALDIK"



Bir de 'Ağaç Tarımı' diye yürüttüğünüz proje var devam eden..


NG:
En heyecanlı işimiz ağaç tarımı.

Türkiye'de ki ormanların % 93'ü  belki doğal orman.

Şimdi artık  dikilerek yetiştirilen ormanlar da başladı.

Avrupa'da %1 'i ancak  doğal orman.

Avrupa'da bu iş  endüstriyel  anlamda yetiştiriyorlar değil mi?


NG:
Evet. Doğal ormanlardaki baskıyı azaltmak için.

Çünkü ahşap  ihtiyacı  giderek artmaya devam ediyor.

Ahşabın yerini ikame edilen alüminyum, plastik, demir falan  o sıcaklığı vermiyor hiçbir zaman.

Verse de mesela alüminyum  ahşaba nazaran  100 misli  daha fazla enerjiye  ihtiyaç gösteriyor.

O bakımdan  çevre ve doğaya her açıdan  çok hayırlı bir iş  bu.

Doğal  ormanlardan insan elinin çekilmesi  lazım.

Ağacını yetiştir, hızlı  yetişen  ağaçları  kes,  yenisini dik,  tarımsal  döngü içinde devam et. 

İşte "ağaç tarımı" projemizin ana fikri budur.

Ülkemizde "ağaç tarımı" kavramı  çok yeni  değil mi? Bu projeniz uygulanıyor mu?


NG:
"Ağaç Tarımı" tabiri  çok yeni.

Biz kullandık  onu ilk, şimdi yerleşti.

Orman Bakanlığı  daha önce bunun bir denemesini  yapmış, ama kesim zamanı gelince, belki de civardaki  halk ormanı niye kesiyorsunuz dedi diye kesilmemiş. 

Bunlar artık yaşlanmış , büyümeleri durmuş,.

Halbuki bu cins hızlı yetişen  ağaçların  büyümesi durduğunda yenisini koyacaksın. B

izim "ağaç tarımı" projemiz devam ediyor.

Bu sene 9  yaşına bastı  ve her sene 300 bin yeni fidan  dikilerek devam ediyor.

Aslında 20 yıllık döngü bu şekilde devam ettiğinde, doğal ormanlardaki baskı azalacak değil mi?


NG:
Tabii. İhtiyacı  buradan temin  edeceksin.

Bu bizden ne yazık ki çok geç başladı.

KIRSAL KALKINMA FAALİYETLERİ


Malumunuz üzere Türkiye'de çevre ya da çevrecilik  faaliyetleri  daha çok  söylem bazında ve tepkisel. Kamuoyunda konuşulan , tartışılan  ama pratiği  pek olmayan  etkinlikler çoğunlukta gibi.  Oysa sizin yaptıklarınız şahıs olarak , dernek ve vakıf gibi  sivil  toplum kuruluşları  üzerinden  doğrudan  çevrenin  ve tabiatın  içinde yürütülen  çalışmalar. Projeleriniz bu yönüyle de tebrik  ve takdire şayan.


NG:
Ben şikayet etmeyi  sevmem. TEMA'ya da bunu  aşılamaya çalıştım.

Bırakalım  şikayet etmeyi, o yanlış  , bu yanlış , biz kendimizi sorgulayalım, bu konuda ne yapabiliriz dedim.

Bu noktadan  itibaren  projeler doğuyor.

Bir örnek daha vereyim. 2 senedir üzerinde çalıştığım  şimdi üç yaşına giren  "Süs bitkileri" projesi .

Peki nasıl geldik bu noktaya.

Çay bitkisi, bizde malum  Doğu Karadeniz'de. Üzerine kar düştüğü halde çay  yetişen dünyada başka bir ülke yok. 

Öbürleri  hep yarı tropik bölgeler.

Daha çok  düz alanlar . Bizleri  arazi çok  engebeli.

Ama kar düştüğü için, zararları olmadığı için, zirai ilaç kullanma ihtiyacı  olmayan bir çay. 

Yani organik tarıma çok müsait.

Fakat üretici  daha çok  kazanmak için doğal olarak  ormandan  da doğaya daha yer açayım, alanı genişleteyim eğiliminde.

O da doğaya zarar veriyor. Hem rekabet bakımından  baskı var,  öbürü de doğaya baskı.

İkisi de doğru değil. Çare organik tarım. 

O çay bahçesinin bir köşesinde çok az yer işgal eden ama çok  daha kıymetli  ne olabilir diye düşündük.

Çay bitkisinin  akrabası olan açelya, kamelya gibi bitkilerin yetiştirilmesi  aklımıza geldi.

Doğaya dost  tam bir kırsal kalkınma projesi.

Hollanda'nın  süs bitkilerinden  yıllık 8  milyar dolar geliri var. 

Türkiye'nin çaydan  aldığı toplam gelir yıllık 1 milyar dolar civarında.

Küçük bir çalışmayla belki bu 1 milyar  dolara ulaşmak çok da zor değil. Hollanda 8 milyar dolar aldığına göre yıllık?


NG:
Belki de.

Şimdi Belçika'dan  5 bin bir yaşında fide ithal etik. 2 bin tanesini oradaki meslek okuluna diktik üzerinde çalışsınlar diye. 3 bin tanesini de oradaki  birkaç köylüye verdik.

Esasında Avrupa'da tohumdan yetiştiriyor.

Bizde doğada kendiliğinden yetişiyor zaten. 

O iklimin bitkisi.

Bu bitkiyi  tohumdan  da yetiştirmek mümkün.

Ama daha büyük bir yatırım , uzun zaman istiyor.Yumurtadan  başlamak  tabii daha güzel. Ama yumurtadan hemen  başlayamadığımız için tohumdan,  yani civcivden  ,ufak bir fideden  başlayalım dedik ve o yavru  fideleri  ithal ettik. İlk sene biraz zorlandık. Ama ikinci getirdiğimiz parti daha başarılı oldu.

Başka üreticilere de verdik Gardenya isminde bir firma ile işbirliği yaptık.

Onlar alıp  İstanbul'a getiriyorlar, kendi  fidanlıklarında bakımını yapıyorlar ve pazarlıyorlar.

İşte "süs bitkileri" çalışmamızın  özeti de budur.

ANG Vakfı'nın  kırsal kalkınma faaliyetleri de var.

Birkaç köyde nasıl, ne yapabiliriz burada diye çalışmalarımız oldu.

Eğitim alanında desteklerimiz var üniversitelere.

Turizm önemli, ama doğa turlarının  çeşitlenmesi daha önemli.

Çünkü buraya katılanlar doğaya zarar  vermeyen  insanlar.

Ağaca sarılıp  okşayan , böceği  seyreden insanlar.

Bunları çeşitlendirmek için jeoloji  turları,  botanik turları yapmak lazım.

Sırf meşe ağaçlarını  dolaşmak için, anıt ağaçlar için turlar.

Türkiye'deki  arıcılığı dolaşan bir tur tertip ediyorum vakıf olarak.

Yabancılar katılıyor daha çok .

Arı  çalışmalarını  görüyorlar, arı ırkı  çok ilgilerini çekiyor.

Kuş  gözleme turları yaptım.

Kuş evleriyle ilgili de çalışmalarınız vardı…


NG:
Süs Kabağı  denen  bir kabak türü vardır.

Onlara delik açılıyor.

Çok büyük  açarsan küçük kuş gelmiyor oraya. Kuşların türüne ve büyüklüklerine göre çeşitler delikler açıyor ve ağaçlara asıyoruz.



FİLARMONİ ORKESTRASININ HİKAYESİ


O kadar farklı alanlarda çalışmalarınız var ki, bölge ve dünya barışı için kurduğunuz bir orkestra "Tekfen Filarmoni Orkestrası" olduğunu biliyoruz. Onun hikayesini anlatır mısınız?


NG:
Karadeniz Ekonomi İş Birliği  iş konseyinin kurucusuyum.

O zaman 11 ülke vardı. Bunlar arasında ekonomik  başkan oldum ben Türkiye'yi  temsilen.

Tabii ekonomik  faaliyetleri geliştirirken kültürel  entegrasyon da çok önemli yakınlaşma vesilesi. 

Saim Akşi vardı,  anlaşmayı  gazeteden  okumuş,  iki gün sonra geldi Dedi ki :

"11 ülke arasında bir oda orkestrası kurmaya ne dersiniz? Çok güzel hazırlanmış. Ben böyle bir şey arıyorum zaten .

Oda orkestrasını kurduk. Orkestrada Ukrayna ve Rusya'dan ikişer , Türkiye'den üç, öbürlerinden  birer müzisyen var. 14-15 kişilik bir oda orkestrası oldu.

Enerji konferansları başlattım. Bu 11 ülke arasındaki  faaliyet alanlarını yazdık. . Öncelik sırası enerjideydi.

Enerji de her sene bir konferans düzenledim.

O konferansın açılışını da oda orkestrasıyla yaptık.

CERA diye Amerikalı bir kuruluşu  davet etmiştim, oradan  iki kişi geldi.

Hem motivasyon  hem organizasyonumuzu çok beğendiler.

"Beraber bir konferans düzenlemeye ne dersiniz? Dediler.

Ben de bunu söyletmek için  onları davet etmiştim zaten.

"Yalnız bu enerji  konferansının ismini  ben  vermek istiyorum dedim.

"İki Denizin Öyküsü." Hazar denizinde doğal varlıklar çıkmaya başlamış.

Karadeniz de bunun hem tüketim merkezi, hem geçiş yolu dünyaya.

"İki Denizin Öyküsü" ismini beğendiler. Ertesi sene bu isimle bir enerji konferansı düzenledik.  O arada bu orkestrayı  Hazar denizine yaydık; Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ve İran'ı aldık. 16 bayraklı  bir orkestra oldu.

O orkestrayla açtık iki  Denizin Öyküsü konferansını. Süleyman Demirel  de konferansın açılışında bulundu. Dedi ki, 'neden  iki deniz?

Bir de Doğu Karadeniz var. Bizim Irak'tan  gelen petrolümüz Doğu Akdeniz'e geliyor. 

Şimdi Bakü- Ceyhan  boru  hattını konuşmaya başlıyoruz, o da buraya gelecek. İsrail bizim şebekemize bağlanmak istiyor…."

Onu takip eden sene konferansın ismi "Üç Denizin Öyküsü" oldu ve orkestraya 7 bayrak daha ilave ettik.

Mısır, İsrail, Suriye, Lübnan, Irak,  Ürdün'le beraber 23 bayrak oldu. Oraya kadar ben  kendim doğrudan  sponsoru  oldum.

O noktada Tekfen'e teklif ettim. Şimdi Tekfen  aldı. Tekfen Filarmonı  Orkestrası oldu.

Tekfen Vakfı  sponsor. Orkestranın hikayesi de bu.

"TOPRAĞI DA MUTLU EDEBİLİRSİN"

Profesyonel iş yaşamınıza hiç girmedik Nihat Bey. O tarafı zaten malum. Çok başarılı , dolu dolu bir yaşam serüveniniz var. Asra merdiven  dayayan hayatınızın yüksek basamaklarından  baktığınızda hayat  felsefeniz ve tecrübelerinizle ilgili neler söylemek istersiniz?


NG:
Muhammet Yunus vardır, mikro krediyi dünyaya yayan ve bu çalışmalarından  dolayı Nobel  Barış Ödülü alan. 3-5 bin lira gibi  küçük kredilerle kadınları daha çok iş sahibi yapan .

Türkiye'de yaygınlaştı bu.  Bizim  Artvin'de de.

Artvin'dekinin ben kendim  üstlendim ANG Vakfı olarak.

Başkalarını  mutlu ederek  mutlu olabiliyor musun?

Bunun motivasyonu burada. Motivasyon nedir diye sorarsanız  bana, "başkalarını  mutlu ederek  mutlu olmak" derim.

"Başkalarını mutlu ederek , mutlu olmak…" bu cümle her şeyi özetliyor aslında. Siz insanlardan öte, artık ağaçları ve fidanları  da mutlu eden  birisiniz?


NG:
Başkaları derken  yalnız insanlar değil, bütün  canlılar, böcekler, bitkiler, ağaçlar bunun içine giriyor.

Toprağı da mutlu edebilirsin. Toprak  çok şikayetçi.

Hayat felsefem de bir kere bu var.

Başkaları mutlu  olduğu zaman  mutlu oluyorum. 

Ağaçtakilerin gönlünü  yapıyorum.

"Yarınızı  aranızdan kesip alacağız, birbirinize gölge yapmaya başladınız" diyorum. 

Ben bir bitkiyle de konuştum.

Bu bitki  Konya Seydişehir civarında  tehdit altında, yok olacak bir tür.

Aldık, getirdik bizim bahçeye.  Bahçede tohumlarla iki sene uğraştık, yetiştirdik. 

Bunlar böyle ufak kaplarda yavru oldu. Gidip konuşuyorum onlarla.

Nasılsınız?

"İyiyiz, Allah razı olsun bizi yok olmaktan kurtarıyorsunuz. Biz burada gurbetteyiz, sıla hasreti  çekiyoruz.

Bizi ne olur kardeşlerimizin  yanına götür" diyorlar.

Ben de diyorum ki, "Güzel de yola dayanamazsınız, biraz daha bekleyin." Biraz daha canlandılar.

Götürdük  oraya koyduk. Tabii köylüye anlattık.

Bakın  dünyada başka bir yerde yok! Endemik ,  bize mahsus bir bitki, bu kaybolacak.

Kaybolduğunda  neyi kaybettiğimizi de bilmiyoruz.

Değerini de bilmiyoruz. Bitkilerle konuşmak mümkün.

Hayat felsefenizde "bardağın dolu" tarafına bakıyorsunuz…


NG:
Bardağın dolu tarafına bakarım.

Olumsuz tarafın  çaresi her zaman bulunur. En iyisini yap daima.

Muhakkak fark edilirsin.

Daha iyisini yapma gayret et.

Gönül kırma,  yol üzerinde dargın küskün bırakma.

Geçen bahsetmiştiniz ya, makro kozmoz aleminden mikro aleme doğru  derin muhakeme ve mukayeseniz vardı sizin. O müthiş bir bakış açısıydı hayata ve aleme. Dergimizin okurları  ile paylaşmak ister misiniz?


NG:
Alimler de biraz çaresizlik içinde.

Fezadaki o mesafeler, hacimler hayret verici.

Işık süratiyle bilmem kaç bin senede diyor.

Dünya bir leblebi bile değil. Bu böyleyken, bir de en  küçük varlık  hücrenin içindeki DNA ,bir bitkinin , bir insanın  bütün özelliklerine şifre.

Bilim adamı "…bütün dünyada yaşayan insanların  hepsinin  DNA'larındaki  bu bilgiyi toplayıp bir araya getirmek mümkün olsaydı bir pirinç tanesi yapmazdı" diyor.

O hacimdeki  bilgi oraya nasıl sığmış, bu çok  müthiş bir şey tabii.

Yani bir yanda küçüklük, o kadar küçüklük içinde büyüklük…

Onlar da diyor ki, bir büyük varlık var muhakkak, isterseniz "Tanrı" deyin, isterseniz "Allah" .

Ben bu varlığa, Yaradan'a inanarak huzura kavuşanlardan oldum.

Hayat felsefemde "mutlu ol, ileriye doğru olumlu bak,  olumlu yaklaş, üşenme ve erteleme" prensiplerini severim.

Böyle hep geriye atma temayülü vardır ya genel olarak.

Muhakkak her işi  yaparken planlı ve daha verimli yapmaya çalışırım.

Planlama derken bazen günlük planlama da olabilir.

Bir şeyi en verimli nasıl yaparım diye planlamayı ihmal etmem.

Telaş ve paniği hiç sevmem.

Soğukkanlı hareket ederim.

Nihat Bey bizi kabul ettiğiniz, hayatınızı ve tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Bu mülakatın dergimiz vasıtasıyla çevre duyarlılığı oluşturulmasında ve bu yönde yapılacak çalışmalara ışık tutacağı  ve canlı  bir örnek olacağı muhakkak. Ormanların içinde, ağaçlarla, bitkilerle, arılarla ve böceklerle kurduğunuz o eşsiz dünyanızda size sıhhat  ve afiyetlerle uzun ömürler diliyoruz. Memleketimiz adına şükran ve minnetlerimizle..


ALİ NİHAT GÖKYİĞİT


1925 yılında Artvin'de doğdu.

1946'da İstanbul Robert Kolej'de İnşaat Mühendisliği  tahsilinden  sonra 1948'de ABD, Michigan  Üniversitesi'nden  master derecesiyle mezun oldu.

1953 yılına kadar  çeşitli inşaat işlerinde, 1956'ya kadar da kontrol amiri olarak Bayındırlık Bakanlığı Konya havaalanı inşaatında görev aldı.

1956 yılında Feyyaz Berker ve Necati Akçağlılar ile birlikte bugünkü Tekfen Holding şirketler grubunun  temelini attı. Bu tarihten  itibaren Tekfen'in 50 'yi aşan  grup şirketlerinde yönetim kurulu üyeliği veya başkanlık  görevlerini sürdürmekte.

1959 yılından itibaren  35 yıl süreyle dünyanın en büyük öğrenci teşkilatı  AIESEC- Türkiye'nin Danışmalar Yüksek Kurulu Başkanlık  görevini yapmıştır.

1985-87'de Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD),

1988 – 2005 'te Dış Ekonomik İlişkiler kurulu (DEİK) yönetim  kurulu üyeliklerinde
bulunmuştur.

1992'de Türk  BDT ismini alan Türk Sovyet İş Konseyi'nin 1988-1998 yılları arasında başkanlığını  ve 1992-2002'de Karadeniz İş konseyi kurucu başkanlık  ve Türkiye temsilciliği görevlerini ifa etmiştir.

1992 yılında Hayrettin Karaca ile birlikte Türkiye Erozyonla Mücadele ve Doğaş Varlıkları Koruma Vakfını (TEMA) kurdu. Yönetim Kurulu  ve mütevelli  heyeti başkanlıklarını yaptığı vakfın kurucu onursal başkanı. TEMA Vakfı'nın  harekete geçirdiği ilk projelerin sponsorluğunu  üstlenmiştir. Bunlardan  "Camili beldesi" sürdürülebilir kalkınma projesi" Johannesburg Dünya Zirve konferansında ödüle layık görüldü.

2005 yılında kurucusu olduğu Endüstriyel Ağaç Tarımı A.Ş. (ENAT) her yıl 300 bin  fidan dikerek , iklim  değişikliği ve doğal  ormanlardaki  baskıya karşı çok  etkili bir üretimin öncülüğünü  yapmaktadır.

2007 – 2011'de Gökyiğit , Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği (ÇETBİK) Yönetim
kurulu başkanlığı yapmış ve  halen derneğin  kurucu onursal  başkanıdır.

1995 yılında vefat eden eşi anısına İstanbul'da 50 hektarlık  alanda yaptırdığı Nezahat Gökyiğit Botanik  Bahçesi,  dünyada ilk kez karayolları  kavşağında yer alan  botanik bahçesidir ve bir eğitim ve araştırma merkezi olarak gelişerek  faaliyetlerine devam etmektedir.

1992 yılında dünyanın en problemli  coğrafyası, Karadeniz , Hazar Denizi ve Doğu Karadeniz'in 23 ülkesinden müzisyenlerini bir araya toplayarak kurduğu Tekfen Filarmoni Orkestrası  dünya barışına hizmet eden kültür faaliyetlerinden biri olmuştur.
1995 yılından itibaren 10 yıl müddetle her yıl İstanbul'da düzenlenen  "Doğu Batı ile Buluşuyor" Uluslararası  Enerji  Konferansı'nın kurucusu olmuş  ve eş başkanlığı yapmıştır.

1999'da kendi adına kurduğu ANG Vakfı kanalıyla eğitim, sanat ve çevre projelerine destek olmaya devam etmektedir. Gürcistan ve Kırgızistan Fahri Konsolosluğu da yapan Gökyiğit'e Gürcistan fahri vatandaşlık , Akdeniz Üniversitesi Çevre Ödülü, Çukurova , Boğaziçi ve Gazi Osman Paşa Üniversiteleri fahri doktora unvanları  verilmiştir.

Aldığı bazı ödüller


1997 T.C. Cumhurbaşkanlığı "Devlet üstün hizmet madalyası"
2004 Ekonomist Dergisi "Yılın Sivil Toplum Lideri"
2006 İnternational Oak Society "Yaşam Boyu Hizmet" ödülü
2007 Marmara Grubu Vakfı  "Toplumsal Sorumluluk " ödülü
2008 Yaşlılık Konseyi Derneği " Örnek Kıdemli Vatandaş" ödülü
2009 Ekonomist Dergisi "Yılın Sivil Toplum Önderi"
2010 TBMM "Üstün Hizmet Ödülü"
2012 Edworks "Yaşam boyu Başarı " ödülü
2013 Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği "Mimar Sinan Üstün Hizmet "ödülü
2013 Michigan Üniversitesi "Alumni Medal – Mezun Madalyası"
2015 Forum İstanbul – Yaşam Boyu Başarı Ödülü




Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org