Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Vural Gökçaylı Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

VURAL GÖKÇAYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı
12.08.2015
Okunma Sayısı : 9426
Oy Sayısı : 10
Değerlendirme : 5
Popülarite : 5
Verdiğiniz Puan :
 

 

VURAL GÖKÇAYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.

izlemek için VURAL GÖKÇAYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.

 dinlemek için    VURAL GÖKÇAYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.


Vural Gökçaylı, Bülent Şenver

.
.

VURAL GÖKÇAYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı


VURAL GÖKÇ
AYLI Bülent Şenver'in Odası TV Programı

Deşifresi
Vural Gökçaylı (VG)
Bülent Şenver (BŞ)
 
BŞ: Bülent Şenver'in Odasına hoşgeldiniz.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı.

Hoşgeldiniz.

Türkiye'de siz önemli bir isimsiniz, mütevazisiniz ama önemli bir isimsiniz.

Moda konusunda, tasarım konusunda,  dizayn konusunda ve ürettiğiniz eserler konusunda konuşulan kişisiniz.

Beğenilen ve saygı gören bir kişisiniz.

VG:
Çok teşekkür ederim.

BŞ:
Ben arzu ettim ki gençlerimiz de bir şekilde sizin tecrübelerinizden, zenginliklerinizden ve birikimlerinizden yararlansınlar.

Rahmetli  Nezahat Gökçaylı annenizin tayyörünü görerek çok etkilendiğinizi bir yerde okumuştum.

Daha sonra annenizin perdelerini alıp, onları kesip kesip elbise yapmaya başlamışsınız.

Anneniz kızdı mı size bilmiyorum ama o çağlarda bir şeyler kesmek, biçmek, konusunda bir kabiliyetiniz oluşmuş.

VG:
Şöyle bir şey Bülent Beyciğim, bize kağıt kalem verirlerdi abime ve bana.

Abim atlar, kılıç oynayan insanlar çizerdi, ben de modeller çizerdim.

Şapkalar, ayakkabılar, evde pasta yapılırdı, hamur alırdım hamur ile küçük heykelcikler yapardım, ama daha çok ayakkabı dizaynı yapardım, şapkalar yardım.

BŞ:
Onu da fırına koyar mıydınız?

VG:
Koyarlardı. Bu arada  babam vefat etti.

İki kere subaylık yapmıştı. Aşkale'de mühimmat götürürken bir kaza sonucu vefat etti.

Biz Moda'da dedemin evinde büyüdük.

Yine ben orada çizdiğim zaman karaborsadan perdeler alınmıştı harpten sonra, ben de 3 yaşımdaydım, harp yeni bitmiş, yıl 1949.

Bir gün makasımı almışım kesiyorum.

Bu dayıma çok aykırı geldi.

Dayım da Amerika'da okumuş, yeni gelmişti.

Üçü de Amerika'da okumuştu.

Biri makine mühendisi, diğeri Etibank'ı kuranlardan bir tanesi. 

Hepsi üzerime geliyorlar, niçin onlarla oynuyorsun?

Niye kesiyorsun?

Niye biçiyorsun?

Utandım yapmamaya başladım.

Hele ilkokuldayken çizmiyordum artık.

Daha sonra İtalyan Lisesi'nde çok sanatla iç içe olduk. Rönesans, mitoloji, çok da iyi hocalarımız vardı o zaman.

Beni ilk keşfeden matematik hocamız, daha evvel İtalyan'ca hocamızdı, o beni keşfetti.

Bize bir sınav gibi bir şey yapıyordu teknik resimde, ben hemen bitirmiştim.

Yanımda oturan bir kız arkadaşımda bir kumaş almış, onu götürüp diktirecekmiş.

Ben de o zaman kızlara çizerdim model dağıtırdım.

Kumaşı gösterdi;

"Bir şey çizer misin?"dedi.

Ben de dersimi bitirmiştim, elimi sakladım, çizerken hoca gördü.

Elinde küçük bir cetveli vardı, kafama vurdu, "Çık dışarıya" dedi. 15 gün bana surat astı.

Bir gün beni aşağıya çağırdı.

"Sen İtalyan Ticaret Lisesi ve Latince de okuyorsun, sen doktor olamazsın, çok romantik bir çocuksun.

Bankacı da olacağını pek zannetmiyorum.

Sen İtalya'ya git dizayn oku" dedi.

Ben o zaman 15 yaşımdayım. Dizayn ne demek?

O şuur altı herhalde kaldı.

Neden olmasın? Diye başladım.

Moda da Bizim bir komşumuz vardı, Moranlar.

Üç katlı müthiş bir konakları vardı.

Üç kardeşler.

Çok varlıklı insanlar, Amerika'ya fotoğraf tahsiline gidiyor.

Bütün Moda ayağa kalmıştı "Fotoğraf tahsili olur mu ?" diye.

Arkadan ben de moda tahsili deyince, "Moda tahsili olur mu?

Zıpcıktı bir olay" diye.

Hele amcam kıyametler koparmıştı.

Sonradan çok guru duydu.

Ben o zorluklar içerisinde annemin katkılarıyla akademiye gittim, Akademi de  hem kostüm tarihi, hem tiyatro kostümü , hem moda tarihi okudum.

Bana çok büyük faydası oldu.

Daha sonra Givenchy de ilk stajımı yaptım, Jean Patou'nun  asistanlığını yaptım.

Bunlar o dönemin en büyük atölyeleri ve ekolleri. 

 Okumak başka bir şey, o alt yapıyı böyle bir yerde  staj yapıp çalışmak başka bir şey.

Çünkü teknik bilgi çok mühim, desen çok mühim, 10 küsür sene Fransa'da kaldım ve her akşam eve gittiğim zaman ben bugün ne öğrendim? Diye düşündüm.

BŞ: Her gün bir şey öğrenir miydiniz?

VG:
Her gün öğrenirdim. Mesela; en basit yaşamımızda olan bir şey, Türkiye'de yoktur, hala da yok.

Bir gün bir yere davetliyim, metroya binmemeyim,  taksi ile gideyim dedim. 

Taksi durağında bekliyorum, taksi geçmiyor.

İleride de bir gazete bayii var, gazeteci bir şeyler yapıyor. 

Yanına gittim "Bakar mısınız, niçin taksi geçmiyor. Grev mi var?" diye sordum, hiç cevap vermiyor. Sinirlendim "Size soruyorum beyefendi" dedim.

" Beyefendi , İlk evvela bana merhaba deyin, ondan sonra sorunuzu sorun" dedi.

O gün, bugün  30 yıl oldu ben kimseye merhaba demeden bir şey sormam.

Biz de sorulmaz, sokakta gidiyorsun "Baksana bana" dersin adres sorarsın.

Hayat ta bir şey öğrenmek lazım. Paris de çok şey öğrendim, ama meraklı bir çocuktum. 

Müziğe de çok meraklıydım. Bir moda tasarımcısının müziğin her dalı ile ilgilenmesi lazım. Örneğin müzik, resim, heykel, mimari, tiyatro,  tiyatro kostümü, ışık, bütün bunlar altyapıyı . 

 Haute Couture'nin kendine has bir tekniği var.

Siyah ile beyaz nasıl farklıysa Haute Couture ile Pret-a Porter  o kadar farklı. Bugünkü yaşamda hazır giyim Fransa'da artık üretilmiyor.

Çünkü işçi olayı, sendikalar çok pahalı. 

Büyük o isimler endüstriyel tarzda çalışılmaya başladı. Hepsi Hindistan ve Çin'de diktiriliyor.

Hindistan ve Çin'de diktirilen, hijyen olmayan o giysiler dünyanın her yerinde satılıyor.

Anlaşılmayan bazı sakıncalı mikroplarda öyle yayılıyor.

BŞ: Ben hatırlıyorum, sizin kumaş üzerine de çok çalışmalarınız var.

İpeğe ilk yazma baskı  dokuma denemelerini yapmışsınız. 

İlk Aba çalışmalarını, keçe çalışmalarını  yapmışsınız.

VG: Bülent Bey, çok iyi hocalarım oldu Allahtan.

Paris de bir gün üniversite'de bir konferans  sanat tarihi üzerine .

Hem mimar arkadaşlar, hem tekstil bölümü, hem moda bölümü herkes oradaydı.

Belki  tek Türk de bendim.

Benim Türk olduğumu bilmeden daha evvel hazırlamıştı.

Bir slayt koydu, slaytta Rüstem Paşa Camii göründü. "Siz tasarımcı olarak, şu kubbe ile yanındaki minarenin dengesine dikkatinizi çekerim.

Dünyanın en iyi mimarlarından biri tasarlamış, Sinan." Çevre düzenini, mimari değerini anlattıktan sonra "Tekstilci arkadaşların dikkatine, siz ki tekstil ve moda yapacaksınız, içine girelim." Dedi.

Duvarda 17. Asır çinileri gösterdi.

Burada doğanın bütün çiçekleri hatta yiyecekler var, enginar ve enginar çiçeği var.

Renklerin güzelliğini, renk uyumunun güzelliğini  tek tek  bize anlattı.

Bir şey aramaya gerek yok emprime desenimi yapacaksınız bakın en güzeli.

Tavandaki sonradan fırça işinden yapılan desenleri gösterdi.  

Arakadan İshak Paşa külliyesine geçti, duvardaki taş işlemelerini gösterdi.

Ben de 19 yaşlarındaydım.

Daha evvel İtalyan Lisesi'nde okudum, daha çok batı Avrupa sanatıyla yoğrulmuştuk. Osmanlı'nın bu kadar olduğunu Paris de keşfettim.

O yaşlarda  söz verdim , "Eğer bir gün benimde böyle iş yerim olursa,  imkanım olursa ben de bu hocanın dediği gibi Anadolu medeniyetleri " zaten Türkiye'ye döndükten sonra Anadolu medeniyetleri benim mesleğimde ilke oldu.

Anadolu'da her şey gözümüzün önünde kanıtıyla, mimarisiyle mevcut.

Şimdi ben Brüksel'e ve Washington'a yollandım sanat elçisi gibi.

Ankara bir defile yapmıştım, Bayan Korutürk akademi mezunu  olduğu için o da defiledeydi ve sonra bizi köşke davet ettiler.

"Sizi yurtdışına gönderirsek Türkiye'yi temsilen gider misiniz?" dediler.

"Tabii giderim" dedim. Dış İşleri Bakanlığı Kültür Dairesi bana bir davet mektubu yaptı.

Washington'da ve Brüksel'de üç sefaretimiz var, NATO, Ortak Pazar ve Türkiye Büyükelçi .

Ben Washington'da  Jale Yılmabaşar'ın Osmanlı desenlerini yaptım.

Bursa kumaşlarından inanılmaz 17.

Asır tarih, coğrafya kitabından Dicle, Fırat  nehri üzerinde yapılan bütün şeyleri batik olarak çalıştık. Bedri Rahmi Hoca'nın desenlerini çalıştım.

O arada Osmanlı desenlerini çalıştım.

Hem Amerika hem Avrupa ben orada Türk sanatının içinde bizim gerçek kimliğimizi, gerçek sanatımızı göstermek istedim.

Eğer ben bütün bunları yapmayıp da kilot imal etseydim bugün halim vaktim daha iyi olurdu ama ben hep modayı sanat ile bütünleştirdim.

Brüksel'de defileler yaptık üç sefaret.

Ondan sonra bir televizyon programı yaptık. Küçük hanım'dı , bana sordu:

"Siz, gerçekten bir Türk müsünüz?" dedi.

"Ne demek istediniz? Anlayamadım" dedim.

"Biz Türkleri pek tanımıyoruz, çok kreatif  olduklarını bilmiyoruz. 

Burada çok değişik bir şeyler gördük.

Biliyoruz ki siz Fransız ekolüsünüz.

Bütün bu algılarınız Fransız Haute Couture'ünden  mi bu fikirler?

Yoksa nedir?

Değişik bir şey görüyoruz ama anlayamadık" dedi.

Ben de ona şunu söyledim:

"Siz Anadolu toprağını bilir misiniz? Ben hiç katıksız Türküm. Türklüğümden de her zaman iftihar ettim. Anadolu toprağını biliyor musunuz?

Anadolu'dan geçen bütün medeniyetlerin mirasçısı biz Türkleriz.

Kim geçti Anadolu'dan?

Roma geçti, Bizans geçti, Arap geçti, İran geçti, Ermeni geçti, Selçuk geçti, Osmanlı ve hepsinin bıraktığı kültür hazinesinin mirasçısı biz Türkleriz." Dedim. 

Ben tasarımcı olarak bir ilke edindim, her seneki koleksiyonuma Anadolu'dan bir şey aldım.
Bundan 2 sene evvel yaptığım koleksiyon, Sivas'a ömrümde gitmedim, Sivas'ı bilmem. Ama biliyorum ki Sivas da Divriği de Selçukluların yaptığı muhteşem Camii var.

Kalktım Sivas'a gittim fotoğraf makinemle. Sivas'taki bütün o kapının o güzelliği, kapılardaki o taş kabartmalar.

Hocamın  dürtüsü ile bütün bunlar oluştu.

Ondan sonra ben Sivas düğümünü keşfettim.

Kapıların üzerinde hep düğümler var.

Defilemin ismi "Sivas Divriği" "Sivas Düğümü" oldu.

Onun üzerine bütün kumaşlar yaptım ipek üzerine .

Bunlar çok büyük paralara mal olan şeyler.

Sponsorumuz yok.

Beni defilemin gecesinin sponsoru olan Lihtenştayn Prensinin bankası var o aşağı yukarı 18 seneden beri destekliyorlar.

Çünkü ben Afrodisias ile ilgiliyim.

Afrodisias derken gençlerinde bilmesi lazım, eğer mimarsalar, mühendisseler, tasarım ile ilgileniyorlarsa en büyük kanıt.

Ben Prof. Kenan Erim'i tanıdım 30 sene evvel, New York üniversitesinde arkeoloji yönetimi başkanı .

Her sene kazıya Afrodisias'a geliyor. Bir sürü problemleri var.

Ben de eşimle Afrodisias'a gittik.

Hayran dolum.

Bir şehircilik planı, o caddeler, o binalar, o kolonlar, o mezarlar, hamamı, havuzu, kütüphanesi, tiyatrosu , heykellerin üzerindeki tuvaletler, heykellerin saç tuvaletleri, heykellerin ayakkabı tasarımlar.

Kenan Bey'in de bir problemi vardı ,para problemi kazı için.

O gün ona söz vermiştim  ben bir vakıf kuracağım diye. İstanbul'a döndüm, avukatım ile konuşarak vakıf nasıl kurulur? Diye o vakfı kurduk.

Allah rahmet eylesin Sevgi Gönül "Sen vakfı kur arkandayım" dedi.

Vakfı kurdum çünkü Afrodisias'a aşık oldum, o sanat olayına aşık oldum.

Roma imparatoru Augustus   600'lerde o şehri kendi için kurmuş.

Etrafta mermer ocakları var.

Dünyada ilk kurulan heykel okulu, orada yapılan heykeller, mermerler deniz yolu ile Roma'ya gönderilmiş.

Bugün Roma'da o heykellerin yarısı oradan gitme.

Bir tasarımcı olarak ben dört sene üst üste Afrodisias Vakfı için defilemi yaptım.

İlk defilemi Çırağan Sarayı'nda yaptım, dördünü de  Koç Müzesi'nde yaptım.

Afrodisias bir dönüştü .

Afrodisias da ki gerçek sanatı , gerçek klasik olayı bugünkü modaya nasıl taşıyabilirdim?

Bugün bilir bilmez , eğitimli eğitimsiz moda tasarımcıları var.

"Osmanlı defilesi yaptım, New York'a götürdüm diyor." Şurasında bir tane tura.

O o değil.

Ben Brüksel'de ki televizyondaki kıza Anadolu medeniyetlerinden bahsederken dedim ki :

"Bakın  o gördüğünüz bütün kıyafetlerin bir yerinde Roma'dan küçük bir detay var, Selçuk'tan küçük bir detay var, Osmanlı'dan var, Bizans'tan var.

Hepsi yerli yerine oturtulmuş şeyler."  Bunu düşlemek lazım, yaşamak lazım, hissetmek lazım. Onu hissetmezseniz zaten tasarımcı olamazsınız.

Ben bugün Sinan kadar, Sedad Hakkı Eldem kadar iyi mimar  cumhuriyet döneminin , Vedat Tek Bey, ama sonradan mimari açıdan İstanbul'a bakıyorsunuz.

İstanbul silüetini bozan bir sürü kule var.

BŞ: Ben size yaratıcılık yaptırayım mı şimdi?

Bunun için bu kutunun içine bir şey koydum, getirdim.

Onunla ilgili gençlere bir yaratıcılık yapalım istiyorum.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteyiz.

Şimdi bir göster, bin işit oyunu.

Bir göster dediğim, kutunun içindeki objeyi göstereceğim size bu o objeye baktıktan sonra gençlere bir mesaj vermenizi isteyeceğim.

Bu objenin ne olduğu anlatarak değil ama bu objeye bakarak gençlerin kulaklarına küpe olacak neler söyleyebiliriz diye .

VG:
Merak ettim.

BŞ: Merak  edin diye böyle anlatıyorum. Size böyle bir obje getirdim. 

Bu obje ile ilgili gençlerin kulaklarına küpe olabilecek neler söyleyebiliriz?

VG:
Bence o iğnelerin hepsi gençlere bir mesaj veriyor.

Yaptığınız mesleğin en iyisini yapabilmek.

Her gün işe giderken o coşkuyla gitmek, o günkü bütün olayı çözmek ve o iğneler baktığım zaman aylık senelik yaşamın iğneleri gibi geliyor bana.

BŞ:
Buraya benim iğnelediğim her iğne için bir mesaj verelim gençlere.

Yeşil için bir öğüt verelim, geri çekeceğim.

VG:
Çalıştığınız yere sadakat.

BŞ:
Çalıştığınız yere sadık olun. Beyaz iğnemiz.

VG:
Disiplin.

BŞ:
Disiplinli çalışmak nasıl olur?

VG:
Disiplinli çalışmak bir işi benimsemek, kavramak, ona sahip çıkmak.

Bir yerde çalışıyorum "Banane  onun işi o" adam sendecilik değil, boşvercilik değil.

O yere girdiğiniz zaman siz o olayda damganızı koyacaksınız, çalışacaksınız, olayı götüreceksiniz.

Disiplinli çalışacaksınız.

BŞ:
Siyah iğnemize ne diyeceğiz?

VG:
Hiçbir zaman karamsar olmayalım.

Karamsar olmadan umut ile bakalım.

BŞ:
En kötü halde bile ümidi kaybetmeyelim.

VG:
Umut çok mühim bir olay.

Gençlere hep umut, hep moral vermemiz lazım.

Gençleri hep sanat dallarını  bir yerine kanalize olması için öğüt vermemiz lazım.

Çünkü öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bugün o eski kavramlar kaybolduğu bir dönemde onu tekrar  o morali vermek, onları umutlandırmak  gerekiyor .

BŞ:
Kırmızı iğnemize ne diyelim?

VG:
Tasarım.

BŞ:
Neyi tasarlasın gençler?

VG:
Ne isterseniz tasarlayabilirsiniz.

İşinizde sanatçıysanız mimarsanız mimari tasarım, yaratı güç çok mühim.

Bir iğne daha çekin.

BŞ:
Sarıyı çektim.

VG:
Yaratıcı güç nedir?

Çok mühim bir hadise.  

Hiçbir zaman bir tasarımcının, bir moda tasarımcısı olsun , heykeltıraş  olsun, mimar olsun, iç mimar olsun kopya değil kendisi tasarlamalıdır.

Ben Paris'de Cafe Florr'da oturuyorum, bir arkadaşımı bekliyorum.

Duvarda bir afiş "Fahrelnisa Zeid  resim galerisi" diyor.

Kim bu Fahrelnisa Zeid diyorum.  

Bütün kafelerde bu resim var.

Şanzelize'ye gittim orada da bu afiş var.

Resim Galerisine gittim. İçeride yüksek sandalyede devasa bir hanımefendi oturuyor.

Almanca konuşuyor, Fransızca konuşuyor, İngilizce konuşuyor, Arapça konuşuyor, döndü "Ayten ilaçlarımı getir" dedi.

Ben de bakıyorum yaptığı resimlere, bir de masklar var.

Acaba toprak mı?

Pişmiş yontu mu?

Üstü renkli.

Kocaman resimler var.

Resimlerin üzerinde kabartma bir şeyler yapışık.

Yanına gittim "Türkçe konuştuğunuzu duydum" dedim.

"Sen Türk müsün? Ben Fahrelnisa Zeid , Şirin Devrim'in annesi Fahrelnisa Zeid aynı zamanda Füreya Hanım'ın teyzesi, aynı zamanda Aliye Berger'in ablası, Şakir Paşa'nın kızı, Halikarnas Balıkçısının da kız kardeşi.

Sanatçı bir aile.

Bu ressam , akademi mezunu, daha sonra Emir Zeid ile evleniyor, Irak Kralı ve Ürdün Kralı'nın amcası, Hitler döneminde büyük elçi olarak gönderiliyor.

Daha sonra Londra'da. Irak'ta ihtilal olunca bunları kapı dışarı ediyorlar ve Paris'e gelip yerleşiyorlar.

Küçük bir stüdyo'ya yerleşiyor, resim çalışmalarını sefire olduğu zamanda aksatmıyor. Emir Zeid Noel'de hindi yemek istiyor.

"Ben mutfakta nasıl yemek yapılır bilmiyorum" diyor.

Gidiyor kitap alıyor. Tasarımcılığa bak.

Hindi yeniyor, hindi yendikçe altından karkas çıkıyor . Hindinin karkası neye benzer?

BŞ:
Geminin alt yapısına  benzer.

VG:
O ona böyle bakmamış.

Sırtta iki çukur var o onu göz gibi kullanmış, sırta kemik var burun gibi, pop kısmında bir çıkık var çene gibi.

Bunları temizlemiş, mask gibi boyamış, çevik pime oturturmuş.

Onu keşfettikten sonra bütün apartmandakilere hindi, tavuk yedirmiş.

O koleksiyonu hazırlamış. Hindi parçalarını, tavuk parçalarını da duvardaki resimlere boyamış yapıştırmış.

O galeri'ye Andre Malraux 'u da çağırıyor, kültür bakanını , o dönem orada olmadığı için gidemiyor Fahrelnisa Zeid Hanım orada olmadığı bir dönem de oradan geçerken gidiyor, bayılıyor.

Deftere şunu yazıyor: 

"Prenses Zeyd, serginiz çok güzel. Tablo'daki kabartmalar inanılmaz. Masklarınıza bayıldım ama menşeini anlayamadım" diyor.

Bu da hazırlıyor, kültür bakanından randevu alıyor, götürüyor.

Ama kendinle bir mücadelesi var, diyor ki: "Fahrelnisa Zeid her şeye rağmen kucağındaki bir hindi. Sen koskoca Fransız kültür bakanına bu hindiyi sanat eseri diye götüreceksin.

Kalk git diyor" ama o sırada içeriye alıyorlar

. "Ben size bir tane getirdim" diyor. 

Malraux  "İşte bu bir sanat."diyor.

Tasarımcılık bu.  

Hiçbir şeyi  kopya etme.

Bir iş adamını da kopya etme.  

BŞ:
Etkilenilebilir.

VG:
Çalışkanlığına etkilenilebilir.

Allah rahmet eylesin Nejat Eczacıbaşı Bey'den ben hep etkilendim.

Bir iş adamı, müzik ile ilgileniyor, sanatla ilgileniyor, opera ile ilgileniyor, vakfı kuruyor.

Çalışkanlığını etkilenebilir ama kopya olmaz.

BŞ:
Ben size etik bir vaka hazırladım, müsaade ederseniz onu size okuyabilir miyim?

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteyiz.

Onun için ben bir etik vaka hazırladım.

Hayali bir vaka gerçekleşmiş bir vaka değil.

Bunu  okuduktan sonra size soracağım, Siz olsaydınız bu durumda ne yapardınız? Diye.

Benim etik vakam şöyle:

Şila hanım ünlü bir mankendir. Kendisini ünlü bir modacı arar der ki:

"Sevgili Şila, lösemili çocuklar için bir defile hazırlıyoruz ve bu defilede seninde podyuma çıkmanı istiyorum. Bu bir sosyal sorumluluk projesi olduğu için, hiçbir mankene ücret vermiyoruz. Sen de gelir misin?" der.

Şila Hanım, çocuklara yardım olsun diye "Peki" der.

Aradan birkaç gün geçer. Defileye bir hafta kalmıştır, Şila Hanım'ın menajeri Şila Hanım'a telefon eder.

Der ki: "Şilacığım, senin çocuklar için çıkacağın defile var ya, senin modacın aynı defileye girecek iki ünlü mankene 5'er bin dolar ödeyecekmiş. Haberin olsun. " der.

Şila Hanım telefonu kapatır ve düşünmeye başlar acaba ne yapsam diye.

Sayın Vural Gökçaylı, ünlü manken Şila Hanım'ın yerinde siz olsaydınız siz bu durumda ne yapardınız?

VG: Bu durumlar her zaman başımıza gelir.

Ben her defilemde 12 manken kullanırım. 12 manken bulmakta da zorluk çekerim.

Hepsinin aynı boyda ve aynı class da olması gerek.

Elimizde bir bütçe vardır mankenlere ayrılan ve hepsine aynı parayı vermek isteriz.

Bazı mankenler son zamanda "Ben bu kadar isterim. Bu kadar vermezseniz çıkmam." Derler.

Ben de "Çıkmazsan çıkma "derim her zaman.

Çünkü ben 12 mankenime şu kadar vereceğim diye taahhüt ettiysem hepsine aynısını vermem lazım.

Hepsi aynı emeği veriyor.

BŞ: Ayrımcılık yapmazsınız.

VG:
Ayrımcılık hiçbir zaman yapmadım.

O as mankenim diyebilir.

Bugün piyasadaki bütün as mankenlerin hepsi benim ekolümden geçti, hepsi bende çalıştı.

Mesela bir tanesine sekreterim telefon etti, kendisi telefona çıkmadı, menajeri aradı "Çıkarsa şu kadar para istiyor, yoksa çıkmaz" dedi.

"Bize yalvardığı günleri unuttu galiba, gelmezse gelmesin" dedim.

Şimdi eskisi gibi değil, çok hoş manken kızlar var.

Onları çıkarabiliyoruz.

BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteyiz.

Şimdi çubuk oyunu.

Bizim oyunlarımız bitmiyor.

Bu kutunun içinde çubuklar var.

Çubukların her birinin  üzerinde güzel sözler yazıyor.

Bakalım sizin şansınıza hangi söz çıkacak.

Diyor ki: "Parayı tutmak kazanmaktan zordur." Öyle mi?

VG: Doğru. Parayı tutmasını bilmek lazım.

Harcamasını bilmek lazım.

Her zaman o değirmen dönmeyebilir.

Baba Koç'un sözü vardı " Her zaman o değirmen dönmez." derdi.

Onun için tedbirli olmak lazım.

Tasarruf. Hep tedbirli olalım.

Kazandığımızı harcamayalım, tutalım" derdi.

Ama yeni nesil aynısını yapamıyoruz.

Herkes olduğundan daha çok yaşamak istiyor Türkiye'de. Herkes köşeyi dönmüş gibi dönmese de dönmüş gibi harcıyor.


BŞ:
Kazanmadan harcamayı öğrendik, kredi kartları ile, taksitleri ile. Gelirimizden çok giderimiz oluyor.

VG:
Serbest ekonomiden sonra biraz oldu  bu.

Gafil avlandık serbest ekonomide derim hep.

Eğiterek serbest ekonomiyi lanse etseydik başka  türlü olabilirdi.

Ben çok ünlü bir işadamının evindeyim , bütün işadamları orada.

Herkes diyor ki: "Ne müthiş şey, elimi cebime atıyorum dolar çıkıyor" diyor.

O gün de İran Reisicumhur'u Ankara'ya geldi.

Gazetelerde yazıyordu, "Anıtkabir'e gitmem" demiş.

O zaman da Sayın Özal iktidar da "Gelmezse gelmesin.

Ben İran ile ticaretime bakarım . Para mühim" dedi.

Ben de dedim ki:

"Bunu diyorsunuz ama Türkiye'nin bir haysiyeti, bir şerefi vardı. Bugün İran Reisicumhur'u Ankara'da bunu söyledi," dedim.

Orada bir çok işadamı "Evet, biz paraya bakarız "dedi.

Ben de "Türkiye'nin bir şerefi, haysiyeti ne olacak?" dedim.

Orada Vitali Hakko'da vardı. "Sen ne diyorsun?"diye bana çıkıştı.

Ben de baktım  baş edemeyeceğim ileriye gittim.

10 dakika sonra bir garson geldi "Seni çağırıyorlar" dedi.

Tarih 5 Aralık, yılbaşına yakın.

"Yılbaşına kadar 12 tane tuvalet yetiştirebilir misin?" dedi.

Ben de "Vakit yok  yetiştiremem" dedim.

"Bak işlerin ne kadar iyi ki 12 taneyi yetiştiremiyorsun. Bir de şikayet ediyorsun" dedi.

"Bay Vitali, siz beni anlamadınız. Serbest ekonomi tamam ama serbest ekonomiyi anlamadan serbest ekonominin içine balıklama gittik"

BŞ:
Bazı değerlerimizi kaybettik.

VG:
Bugün Abdi İpekçi'ye çıkın, Abdi İpekçi serbest ekonomiden sonra Abdi İpekçi müstemleke ülkelerindeki görüntüde.

Bir tane Türk markası yok.

Hep yabancı.

Bu dünyanın hiçbir yerinde yok.

İngiltere'ye gidin, İngiliz İngiliz modacısından giyiniyor.

Bugün Amerika'dan konfeksiyon gelinlik getirip gelinlik giyiyor gençler.

Onlar hijyen değil , naylon kumaş ve dünyanın parası.

Türkiye'de gelinlik, büyük birkaç modacıdan al demiyorum, Fatih'ten al, Kadıköy'den al onlar kadar iyi. 

Türkiye'de bir kompleks var, yabancı marka daha iyidir diye.

BŞ: Şimdi soru yağmuru ile sizi biraz ıslatmak istiyorum.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteyiz.

Şimdi soru yağmuru. Soru yağmuru dememdeki maksat şu; ben soru bir damla  gibi size söyleyeceğim, siz de tek cümle ile bana cevap vereceksiniz.

Benimle soru yağmuru oyununu oynamaya hazır mısınız?

VG:
Hazırım.

BŞ:
Birinci damla; genç modacılara bir öğüt.

VG:
Kopyacı olma.

BŞ:
Çok parası olanın muhakkak parası ile yapması gereken bir şey?

VG:
Yatırım, iş yerinde kullanması ve ailesinde kullanması. Ama daha çok yatırım yapması.

BŞ:
Hayır işi de yapsın mı biraz?

VG:
Tabii.

BŞ:
Modacı olmanın en önemli zorluğu?

VG:
Yaratıcı gücü olması lazım. Moda tasarımcısı demek yaratıcı gücü olması lazım. Hem eğitim, Tanrı'nın verdiği bir yaratıcı güç, eğitim ile cilalamak lazım.

BŞ:
Bir daha dünyaya gelsem …… nasıl bitirirsiniz bu cümleyi?

VG:
Bir daha dünyaya gelsem yine moda tasarımcısı olurum.

BŞ:
Toplumda gördüğünüz sizi kızdıran bir şey?

VG:
Görgüsüzlüğe

BŞ:
Çok mu var?

VG:
Bugün cemiyet hayatında gördüğünüz bir çok insan.

Örneğin renkli basımda sürekli onlardan bahsediliyor, üç beş kadın.

Bir giydiğini bir daha giymiyor. Bir giydiğini bir daha giymiyor.

Fransız soyluları şunu der: "Her davette başka bir elbise giymek görgüsüzlüktür."

BŞ:
Bazı şeyleri içinizde saklayacaksınız.

Abartmayacaksınız, göstermeyeceksiniz.

Son yağmur damlası, Müşterilerinizin bazıları sizi üzüyordur.

Müşterilerinizin sizi en fazla üzdüğü konu ne?

Hangi konuda sizi üzer müşteri?


VG:
Öyle bir şey ki bizim mesleğimiz; biz psikolog gibi bir şeyiz.

Kapıdan girdiği zaman yeni bir müşteri ben onunla çalışabilir miyim?

Çalışamaz mıyım?

Hemen anlarım.

Giyinmesinden, konuşmasından, davranışından.

Eğer uyuşamıyorsak başlamanın hiç gereği yok.

Bu iş para için yapılan bir meslek değil.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteyiz.

Şimdi bir kelime bir cümle oyunu.

Bu bizim son oyunumuz. Ben size bir kelime söylüyorum, siz bana bir cümle söylüyorsunuz.

Kelime hoşgörü cümle.

VG:
Gerekli.

BŞ:
Kelime saygı cümle

VG:
Saygı gerekli.

BŞ:
Kelime aşk cümle

VG:
En büyük şey.

BŞ:
Kelime zenginlik cümle.

VG:
Hazmetmek

BŞ: Kelime itibar cümle

VG:
İyi taşıyabilmek

BŞ:
Kelime defile cümle

VG:
Kreatif olması mühim

BŞ:
Kelime manken cümle

VG:
Kendini değil, giysisini göstermesi gerek.

BŞ:
Kelime moda cümle

VG:
Moda bir modacının yaptığını yansıtır. O yaratıcı olması gerekir.

BŞ:
Kelime bayrak cümle

VG:
Çocukluğumdan beri bayrağı gördüğüm zaman, hele yurtdışında yaşadığımda bayrak gördüğüm zaman benim için  başka bir şeydir.

Bayrak Türkiye'nin simgesidir.

Ay yıldızlı bayrağımız kadar güzel bir bayrak dünyanın hiçbir yerinde yok.

BŞ:
Kelime İstiklal Marşı cümle

VG:
Muhteşem bir öğüt.

BŞ:
Kelime Türkiye cümle.

VG:
Bütünlük.

BŞ:
Kelime Vural Gökçaylı cümle.

VG:
Vural Gökçaylı, kendine yorucu, titiz ve perfeksiyonist .

Size dediğim gibi yaratıcı olduğun zaman her şey mükemmel olsun istiyorsunuz, o beni çok yoruyor. Ama vazgeçemiyorum.

BŞ:
Çok teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık.

VG:
Teşekkür ederim.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Vural Gökçaylı ile birlikteydik.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaştı.

Unutmayın, gençler bizim her şeyimiz en değerli hazinemiz.

Gençlerimize sahip çıkalım.

Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle .

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın.

Hoşçakalın.

.
.


Vural Gökçaylı, Bülent Şenver
.


Vural Gökçaylı, Bülent Şenver
.



.


Vural Gökçaylı, Bülent Şenver
.



.


Vural Gökçaylı, Bülent Şenver
.



.



.



.



.



.



.



.



.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org