GÜLGÜN FEYMAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
. .
izlemek için
. .
dinlemek için
. .
GÜLGÜN FEYMAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Duayen bankacı Bülent Şenver, Türk Bankacılık Sistemine bir çok ilk uygulamayı getirmiştir.
Türkiye'nin ilk resimli kredi kartı, ilk Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor taraftar banka kartı, ilk telefon bankacılığı, ilk varlığa dayalı menkul kıymet ihracı, ilk günübirlik kredi, ilk Shell Kart, Vakko Kart ve Migros Kart, ilk özel banka bireysel konut kredisi hizmetlerini yaratmış tecrübeli bankacı Bülent Şenver beni kendi yaptığı bir televizyon programına davet etti.
Türkiye için genç etik liderler yetiştirmeye katkıda bulunmak amacı ile yaptığı bu programa katılmakta tereddüt etmedim.
""Evet. Katılırım" dedim.
Hoş bir sohbet yaptık.
Sizlerle paylaşıyorum... . .
Gülgün Feyman, Bülent Şenver . .
GÜLGÜN FEYMAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Deşifresi
Gülgün Feyman (GF) Bülent Şenver (BŞ)
BŞ: BŞ: Bülent Şenver'in Odasına hoşgeldiniz.
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman .
Hoşgeldiniz.
Sizi bir çok insan tanıdı. Ekrandan tanıdı. Sesinizden tanıdı.
Onlara zaman zamanhüzünlü, üzüntülü zaman zaman neşeli, çok değişik haberleri insanlara sundunuz.
Tabii ki bu aslında heyecanlı bir meslek olsa gerek.
Kolay olmayan bir meslek olsa gerek. İnsanlar zannediyor ki karşısında haber okuyan kişinin ekran var, onun üzerinde cümleler kayıyor.
O da gözüyle onu takip ederek okuyor.
Bu kadar kolay zannediyorlar.
Halbuki bu kadar kolay değil.
Nasıl bir iş bu?
GF: Her şeyden önce kavramları doğru bilmek gerekir. Spiker ile sunucuyu iyi ayırmak gerekir.
Biz TRT'nin TRT olduğu yıllarda diksiyon kurslarından yetiştirilmedik elbette.
7 bin kişi içinde ben ilk 25'e girdim. Sınav sınav sayısız sınav.
Birinci ses sınavı, ikinci ses sınavı, genel kültür sınavı, o genel kültür sınavları da bilmem nerenin başbakanı kimdir , yüzölçümü ne kadar? Değil.
Çok yoğun soru bombardımanı içinde geçen sınavlardır.
Çapraz sorgulama yapılır ki bu zihninde bir şeyler var mı?
Nasıl biridir diye anlarlar hocalar.
25 kişi bir yıl boyunca eğitildik.
Türk dış politikamız, iç politikamız, uluslararası ilişkiler, dil eğitimimizde devam etti
Türkçe, onun dışında mutlaka bir yabancı dili iyi derecede konuşuyor olmak koşulu vardı.
Üniversite mezunu olma koşulu vardı.
1 yıllık eğitim sonunda 25 kişi tekrar sınava alındık, 5 kişi "Türkiye radyolarında konuşabilir" ehliyetini aldı.
Bu şu demektir; konuşmak çok önemli ama nasıl konuşmak? Bir reklam sloganı vardı
"Ağzı olan konuşuyor" diye.
Öyle bir şey değil, bilerek konuşmak, Türkçeye hakim olarak konuşmak, artık sesini o programın karakterine uygun olarak kullanma şekli ile konuşmak.
Bir çocuk programı sunarken "Merhaba çocuklar, ho geldiniz" demeyiz.
Biraz daha sevecen bir ses tonu kullanırız.
Sizin programınızda ben olduğum gibi konuşurum ama eğitimim vardır, artık Türkçeyi eğip bükemem, kamera karşısında başka, sokakta başka, evde başka.
Çekirge bir sıçrar iki sıçrar sonunda fire verir.
Onun için Türkçeyi çok doğru konuşmak temeldir bizim mesleğimizde var zor iştir.
BŞ: Spiker ve sunucu farklıdır dediniz. Nedir farkı?
GF: Zaman zaman bazı yerlerde spiker eşittir sunucu diye görüyoruz.
Bir takım sanatçılarımız var , bir takım kişiler var, kendi meslekleri dışında bir takım programlara giderler ekranlarda sunarlar.
O sunucudur.
Ona haber okutturamazsınız, montaj yaptıramazsınız, metin yazdıramazsınız, yayıncılığın gereklerini yaptıramazsınız.
Biz sunucular öyle yetiştirilmişiz ki, şimdi artık bunlar kalmadı maalesef, teknolojiyi kullanmayı, ses açmayı kapatmayı, montaj yapmayı, bütün teknikleri bilerek eğitildik. Radyo stüdyosunda feyder denilen bazı cihazları biz kullanırdık.
Dolgu yayını yapmak , çeşitli teknik bilgiler var.
Bütün bunlar için yetiştirilmiş kişidir spiker. Sunucu dediğiniz zaman ben spiker olarak yetiştirildim Türkiye Radyo Televizyon Kurumunda.
Üniversiteyi tarihçi olarak bitirdim ama bu mesleği altın bilezik olarak koluma taktım. Tarihçi kimliğim artık benim artık zevk alanım.
O alanda çalışmıyorum ama bana çok katkısı var.
Eğer ekranda haber sunuyorsam ben spikerim.
O saatlerde kadın haber sucusuyum.
Anchor women değilim ben.
Burası Türkiye Beyler, biz Türkçe konuşuyoruz.
Şimdi yeni moda çıkardılar, kendilerine bir hava veriyorlar.
Anchor women, Anchor men.
Türkçe konuşuyorum ne alakası var, ben kadın haber sunucusuyum.
Herhangi bir erkek haber okuyan da erkek haber sunucusu.
Anchor women, Anchor men deyince kalite yükseliyor da, haber sunucusu deyince yükselmiyor mu.
Aksine kalite yerlerde sürünüyor öbür türlü , dünyadan bir haber olduğunu anlıyoruz. Kendine Anchor women, Anchor men diyenlerin.
İğneyi, çuvaldızı, tokmağı hepsini vuralım.
Genel olarak meslek tanımımız bu. Spikerlik ciddi bir iştir, ciddi yapılması lazım.
Kaşına bakayım, gözüme bakayım, son derece önemlidir ama dilini de doğru konuşursan tadından yenmez.
Güzelliği ile kendine hayran olan ekran yüzlerimiz var veya yakışıklılığıyla.
Rahmetli mesleğimizin gerçek anlamda duayeniydi.
Şimdi duayeni de farklı kullanıyorlar.
Duayen o meslek grubunun yaşayan en yaşlı temsilcisidir.
Ben duayen değilim, ben daha gencim.
Benim geride bıraktığım artık emekli olmuş ya da hala bu mesleği icra eden yaşça büyük kimselerimiz var.
O bir kişidir her meslek grubunda. "Mesleğinin duayenlerinden", duayen çoğul eki almaz.
Bunu bilmeyen kimseler ekranlarda konuşuyorlar.
Bana bir dokundunuz, bin ah işiteceksiniz.
Hal böyle olunca işin ciddiyeti de ortadan kalkıyor.
Haber ciddi bir iştir, ciddi yapılması gerekir. Spikerlik ciddi bir iştir, ciddi yapılması gerekir.
Çünkü her gün, her saniye , şuanda bile biz büyük jürinin karşısındayız.
BŞ: Spikerlerin şuanda yaptıkları en önemli hatalar neler?
GF: Hangisini sıralayım .
BŞ: En önemlilerini.
GF: "Askeri mülkiye erkan oldu erkan. Şapkalar halktı.
"Hakkari" diyorlar. Nasıl kalkar.
Benim adım Gülgün" Farsça.
O zaman şöyle söylenir "Gülgün" Bu şapkalar kalkamaz.
Türk dil kurumu sadece uzatmalardaki şapkaları kaldırmıştır.
Kaldırmamıştır, tavsiye etmiştir.
Çocuklarımız, minicik bebeklerimiz karıştırıyorlar nasıl okuyacaklarını.
Kar , ile kar arasındaki farkı kağıt üzerinde nasıl göstereceğim.
Kağıt üzerinde gösteremediğim için dilimize de başka yansıyor.
Şöyle şeyler söylüyorlar "Cümlenin gelişine göre anlarız" Hadi anlayın bakalım.
"Çok kar yağdı karım düştü"
Adamın karısı da düşmüş olabilir, kar'ı da düşmüş olabilir.
Dili hakikaten çok iyi bilmemiz gerekiyor.
Bütün sunucuların diline bir hanidir yapıştı.
Bu hani sunucular ile birlikte dışarıdaki vatandaşların, izleyicinin de diline yapıştı.
O kullanıyorsa doğrudur gibi. Hakkatten diyenler .
Meşale diyorlar .
Soma işçilerine karşı, Erzurum da , Türkiye'nin dört bir yanında madenciler için direniş yapıldı, meşalelerle yürüdüler .
Meşaledir.
Hakkını vermeden yaparsan onu meşale yaparlar.
Biz kültürlü ses, kültürsüz ses deriz, isterse ordinaryüs profesörü olsun, hiçbir şey fark etmez.
Dilini doğru kullanmadığı müddetçe o sesi kültürsüz ses olarak tanımlıyoruz.
BŞ: Gençlerimize dilimizi doğru kullanmayı galiba öğretemiyoruz okullarda.
GF: Çok gayret ettik bir çok üniversitenin iletişim fakültelerinde özellikle dedik ki hiç olmazsa bu çocuklara Türkçeyi öğretelim. Bunlar program yazacaklar, metin seslendirecekler.
Belki sunuculuk yapacaklar, olay yerinden muhabirlik yapacaklar, her kim ki ekranda konuşursa dilinin doğru olması lazım.
Güzel Türkçemizi doğru konuşması lazım. Türkçemiz bizim ses bayrağımız.
Ana dil, anadan aldığımız dil.
Ona nasıl kıyarız, nasıl tekme tokat döveriz.
Bütün lokantalar oldu restoran hatta restaurant .
Herkes restaurant gidiyor.
Olmaz.
Lokanta bu.
Restaurant kelimesinde a ve u yan yana gelince restoran diye okunur.
Türkçe de böyle bir kural yok ki.
Türkçe de muazzam bir ses zenginliği var.
Bir konuda son derece rahatsızım. Bunu da ifade etmek isterim.
Q, W ; X harfleri Türkçeye girdi, Klavyeye özgürlük, v.s böyle şeyler konuşuluyor. Olur mu canım.
Q yabancının dilinde tek işaret var ama q dediğimizde çıkan iki ses var.
Fonetik diye bir bilim var.
Ses bilgisi var.
Benim Türkçem de işte bu zenginlik var.
K ve u üzerine şapka koyarak yan yana getirirseniz ku okunur.
"Hükümet" " Mahkum" Var. X , Taksim diyorum, taksi diyorum x ile mi yazıyorum.
X bizde var matematikte çarpma bölme işleminde kullandığımız işaretler var.
Benim dilimde bu sesler var.
İhtiyacım yok ki.
W'ya gelince , bazı yerlerde görüyorum ikili v, ikili v.
O da komik.
Bırakın o w olarak kalsın.
Teknoloji de biz bunu kullanıyoruz.
Ne diyoruz?
E postada, mail adreslerimizde var. www .
Ama bu teknik olarak kullanılan bir şey.
Benim buna ihtiyacım yok. İngiliz'in ihtiyacı var.
Çünkü What diye yazdığında o dudak yuvarlak kullanılır, Where are yo going diye okunur.
Ama ben sizi gördüğüm de wana mı gidiyorsun demem.
Çünkü biz dişlerimiz alt dudağa değerek konuşuruz.
Van'a gidiyorum deriz.
Avrupa'ya gidiyoruz deriz.
Türkçe dünyanın en zengin ses sitemine sahip.
Bana bir dokundunuz ben nerelerden aldım götürdüm.
Çok yanlış kullanılan şeyler var.
Bütün bir 'ler oldu bi "Bişi anlatmak istiyorum" Nereden çıkıyor bu bişi.
Bir diye bir kelimemiz var.
Şey eşyanın çoğulu, şey bir nesne olarak kullanılan Arapçadan Türkçeye girmiş bir sözlük.
Sen bir şey kelimesini nasıl bişi anlatacağım diye okursun.
"Sana bir şey söyleyeceğim" bakın güzelliğine bakın.
O akıcılığına bakın.
Sen kullanmayı bilmiyorsan o başka.
O zaman çalışacaksın dilini, öğreneceksin.
Bu ciddi bir iş.
Dünyanın hiç bir ülkesinde dilini bizim kadar kötü kullanan bir topluluk yok.
Nedense bir yabancı öykünmesi , o özenti dilimizin bozulmasına neden oluyor.
Üzerinde marka taşıdığı zaman kendini adam zannediyor.
Veya dili de bozduğu zaman kendini entelektüel zannediyor.
Yok öyle bir şey.
Ne kadar dilimizi doğru konuşursak entelektüel birikimimizi de o kadar yukarıya çekeriz.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz. Şimdi üç yap, üç yapma.
Gülgün Hanım ben size gençlerle ilgili bu sormak istiyorum.
Gençlere üç tane muhakkak yapmalarını önereceğiniz, üç tane de sakın yapmayın gençler diyebileceğiniz neler olabilir.
Hangisinden başlayalım?
GF: Yaplardan başlayalım, biri diğerini tamamlayacak herhalde.
Çok ani oldu, hızlı düşünerek cevap vereyim.
Yapmaları gereken şey, dillerini çok sevsinler.
Daima kendilerinden bir adım önde olanlara saygı duysunlar.
Hiç kimsenin ayağına çelme takmaya kalkmasınlar.
Karşılarındakinin derinliğini görsünler.
Ön yargılardan arınsınlar.
Tabii Atatürk'e yakışır gençler olsunlar.
Yapma.
Hep şunu söylerler yalan söyleme, şunu yapma, zaten onları biliyorlar.
Yapmamaları gereken sakın saygısızlık yapmayın.
Metrolarda görüyorum kadınlar giriyor, yaşlılar giriyor, yaşlı beyler giriyor.
Görmemezlikten gelmek için başını öne eğiyor veya uyuma numarası yapıyor. Yapmasınlar.
BŞ: Yer vermemek için.
GF: Yer vermemek için.
Hamile kadınlarımız giriyor.
Biz sevgisi saygısı yüce bir toplumuz.
Onun için öncelikli olarak saygısızlık yamasınlar hiçbir anlamda.
Hiçbir zaman ben her şeyi biliyorum diye ortaya çıkmasınlar.
Çok kötü akınlar var, akınlara kulak vermesinler.
Terazilerini bir kuyumcu titizliği ile kullansınlar.
İyiyi doğruyu ayırt etmeyi öğrensinler. Lütfen kötüleri ceplerine doldurmasınlar.
O çok kolay.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaşıyor.
Şimdi üç keşke. Üç keşke diyorum bunlardan bir tanesi dünya ile ilgili olsun.
Dünya ile ilgili keşke ne diyebilirsiniz?
GF: Dünya ile keşke dediğimde ozon tabakasın ile ilgili duyarlılık keşke daha önce olsaydı da bugün güneşin ve atmosferin olumsuz etkilerinden nasibimizi almasaydık.
Çok zorlanıyoruz.
Ülkemizin bulunduğu coğrafya biraz daha sıkıntılara açık bir coğrafya.
Yine dünyamız için keşkelerden biri silahlanmalara son verilse de , açlıkla mücadele eden ülkelere yardım edebilsek.
Keşke doğal afetlere karşı bunca teknolojik gelişme varken bir şeyler yapılabilse.
Onlara çare yok galiba.
BŞ: Şimdi Türkiye ile ilgili keşke. Dünyadan aşağıya indik.
GF: Keşke Cumhuriyet kazanımlarımıza tekme atılmasına bu kadar izin vermeseydik.
Keşke ekonomimiz dünya zenginleriyle yarışabilecek düzeyde olsa. Keşke siyasi erk bizi yurtdışında temsil edebilecek kaliteye sahip olsa
BŞ: Şimdi bir basamak daha iniyoruz, Gülgün Feyman ile, kendiniz ile keşke.
GF: Kendim ile ilgili keşkelerim var. Keşke dünyaya çok daha önce gelseydim derim.
BŞ: Kaç yıllarında? 1453
GF: Büyük Önder ile aynı tarihlerde olmayı çok arzu ederdim.
O büyük değişimi görmeyi çok isterdim.
Çünkü ben ilke ve devrimlerine bağlı bir kimseyim.
Bir şeylere tekme atıldığını gördükçe, yıkıldığını gördükçe, törpülendiğini gördükçe her vatanını seven çağdaş Türk gibi içim acıyor.
Kendi keşkelerim, keşke biraz para biriktirmeyi bilebilseydim.
Para ile ilişkim daima köyü olmuştur.
BŞ: Paranızı biriktirmeyi bilseydiniz ne yapacaktınız o parayı? Bankada duracaktı.
GF: Para biriktirmek derken keşke biraz daha iyi bir şeyler yapabilseydim.
Okullar yaptırabilseydim, çok daha fazla sayıda çocuğumu okutabilseydim.
Keşke kitap yazabilseydim.
Bir tane yazdım ama çok sayıda yazabilseydim.
BŞ: Yazdınız ama. Ne var içinde?
GF: Adı "Spiker". Kitapevi verdi o ismi de.
Türkiye'nin ilk özel televizyonunun kuruluşunun öyküsünü anlattım.
Çünkü özel televizyonların kapısından giren çıkan herkes bu televizyonların kendileri tarafından kurulduğunu iddia edercesine detaylar yazdılar.
Oysa Mehmet Turan Akköprülü, Tunca Toskay, Ben, Adem Gürses ve Ekrem Çatay, biz beş kişiydik yayıncı olarak bu televizyon yayına geçtiğinde.
Daha sonra TRT, başka bir yayın kuruluşu olmadığı için TRT'den gelenlerle özel televizyon yayıncılığını yeşertmeye ve Türkiye'de bir tarih yazmaya çalıştık ve yazdık bu tarihi. Ama o tarihi yazanların isimleri bugün anılmıyor.
Aramızdan ayrılanlar var.
Çoğu ayrıldı çeşitli nedenlerle. Trafik kazasında kaybettiklerimiz, kalp krizi ile kaybettiklerimiz, çaresiz hastalık nedeni ile kaybettiklerimiz, arı sokması nedeni ile kaybettiğimiz, nur içinde uyusun.
Arsun çok yetenekli bir reklamcıydı.
Reklam dilini çok iyi bildiği için, şimdi kullanabiliriz yok o reklam sloganı, "Dök dök ye" ketçap , onun sloganı.
Çok önemli isimler çok emek harcadılar. Taksim de, Beyoğlu'nda küçücük bir yer de tuvalet kokuları arasında Cen Ajans Grey'in şimdi artık yok o da, küçücük yerinde bütün sanatçılar hepimiz çalıştık. Ben bu televizyon renkli diyebilmek için saatler boyu çalıştım.
Bir tarih yazmak için çok emek verdik.
Hiç kimseden söz edilmiyor.
Özel televizyon şudur, budur v.s gibi bir takım şeyler yazdılar.
Bu öyküyü yazdım.
Kendi hayatımdan kesitler sundum TRT'den özel televizyona geçişimizin bir tarih öyküsünü anlattığım gibi, Türkçeyi de anlattım.
Şöyle başlar kitabım: "Naber" "İyilik" "Senden" "Benden de iyilik" İşte gençler bu kadarcık sözcüklerle birbirleri ile konuştuklarını zannediyorlar. "Naber" "İyilik" "Senden" "Benden de iyilik"
Hasta mı, iyi mi, işi güzel mi dersleri iyi mi, hepsini anladılar bu kadarcık bir diyalog ile diye başlar kitabım.
Ve yanlış kullanımlara kadar sıkmamaya çalışarak okuyucuyu.
BŞ: Bazen telefon da konuşurken orada havalar nasıl?
Niye soruyorsun ki . Söyleyecek bir şey bulamadığı için.
GF: Naber? Naber diye bir şey yok.
Nasılsın?
İyi misin?
Haberler iyi mi?
Ne var Ne Yok?
Bunlar bizim çok güzel selamlama sözlerimiz.
Ben kapıdan girdiğimde siz beni çok zarif karşıladınız.
"Naber Gülgün hoş geldin" deseydiniz, Bülent Bey'de yavaş yavaş zamani olmuş.
BŞ: Gençlerle birlikte ola ola.
Ben dikkat ediyorum, gençlerimizin bazıları da şu kelimeyi çok kullanıyorlar.
"Bir şey anlatın" diyorum üniversite de bir ödev veriyorum, proje hazırlıyorlar.
Çıkıyorlar sahnenin önüne ve anlatıyorlar. Sık sık şöyle diyorlar: "Atıyorum" ne atıyorsun? Dedim ki "Sakın atma" Ciddi bir yerdesin, bir bankaya girmişsin, bir sunum yapıyorsun, iki de bir atıyorum dersen sana kim inanır.
GF: "Tabikii de". Daha neler var. "Kal geldi" "Yine arızaya geçti" "Bık geldi" Bizim üniversite yıllarımızda gerzek modası vardı.
Geri zekalının kısaltılmasıymış. Gerzek masum kaldı.
"Kal geldi, arızaya geçti, "ezik" neler neler var.
BŞ: Sizin sol kolunuzda böyle hareket ederken ben bir yazı gördüm. Ne yazıyor?
GF: Eşimin adı.
BŞ: Görebilir miyiz?
GF: Tabii görebilirsiniz, Tayfun
BŞ: Onun sol kolunda da Gülgün yazıyor mu?
GF: Efendim, o kalbine yazdı.
BŞ: Sizin hem kalbinizde
GF: Görsel olarak da 1-0 öndeyim. Sürpriz yaptım ona evlendiğimiz de "Bak ben ne yaptım" diye. "Ya boşanırsak" dedi.
BŞ: Bu çıkmaz bir şey.
GF: Şimdi teknoloji kullanarak lazer ile siliyorlar ama hiçbir evlilik boşanmak için yapılmaz. Tehlikeli yılları çoktan atlattık. Şimdi çok iyi arkadaşız.
BŞ: Ben de o kolunuza takılmak için bende görüyorsunuz ve kıskanıyorsunuz.
Bunu takacağım size ve bunun anlamını da söyleyeceğim. Bu bizim yeni kurduğumuz Herkese Her Yerde Kitap Vakfı .
Türkiye kitap okumuyor, Türk gençlerini kitap okumaya özendirmek, kitap okumayı sevdirmek için böyle bir vakıf kurduk. Bu kitapcan ayraçlarını da size vereyim.
Kitap okurken aralarına koyarsınız.
Kitapcan da bizim Alametifarikamız olsun istedik.
GF: Ne kadar güzel birisim kitapcan.
Şimdi böyle şeyler yapıyorlar ya modaya göre giyinen hanımlara ikoncan diyorlar
Bizim zihnimizde olması gereken şey kitapcan.
BŞ: Gençlerimiz istiyoruz ki muhakkak teknolojiyi kullansınlar. Teknolojiyi kullansınlar demiyoruz onlara.
Teknolojiyi de kullanırken kitap okumanın da eğer teknoloji içerisinde başka bir yeri olacaksa onu kullanarak okusunlar.
GF: Ama okusunlar.
BŞ: Türkiye'de ki bu okumayı biz geliştirebildikçe Türk insanında biraz önce tenkit ettiğimiz, istemediğimiz şeyler yavaş yavaş kalkar, kaybolur.
GF: Kesinlikle kaybolacaktır.
Bir kere kitap kişinin kelime zenginliğine katkı sağlayan çok önemli bir yapıt.
Ama hem disiplinli , hem de nitelikli okumak lazım.
Her yazılan da kitap olmuyor.
Tuhaf tuhaf yayınlara rastlıyorum.
Elime geçen her şeyi okuma alışkanlığım var.
Ama ağırlıklı olarak tarihimizi okumayı, biyografi okumayı, hapishane mektupları, gurbetten mektuplar, v.s, onları okumayı severim.
Satır aralarında o kadar kıymetli bilgilere ulaşırsınız ki, o kadar hayati, o kadar yaşamsal, o kadar değerli yaşanmışlıklar var ki, "Ah işte bu tam benim düşündüğüm" dersiniz.
O bakımdan tarih okumak, biyografileri okumak çok yararlı.
Bir aşk romanı okunabilir.
Hepimiz sevdalıyız, hepimiz aşkı yaşıyoruz da, Türkiye'de bizim okumamız gerekenler daha ziyade şimdi biraz ekonomi, biraz tarih, biraz siyaset, bunlardan yararlanmamız lazım Türkiye için.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaşıyor. Şimdi soru yağmuru.
Bu sorular soru damlaları gibi olacak.
Damlalar halinde soruları size soracağım.
Sizden de kısa cevaplar vermenizi isteyeceğim.
GF: Bana dokununca pek kısa olmuyor.
BŞ: Olsun sizi biraz ıslatmaya çalışacağım. Birinci damlamı soru olarak söylemek istiyorum.
Türkiye'de haber spikeri olmanın zorlukları nelerdir?
GF: Mesleğimizin değerini maalesef anlamadılar.
Herkes bu işi yapar gibi bir algıya sahip olundu.
Kaşı hilal, gözü badem kim varsa, bira da eli yüzü düzgünse haber sundurdular, ekrana çıkardılar.
Ama Türkçesi doğru mu? Değil mi? Bakmadılar.
Bizim TRT'de çalıştığımız yıllarda bir genel müdür bir haber spikeri kadın , erkek, genç yaşlı gözetmeksizin bir ekran yüzü veya radyo sesi duyduğunda önünü iliklerdi.
Çünkü kimliklerimiz saygındı, çok şey bildiklerine kanaat getirilirdi, öyleydi.
Önümüze gelen her şeyi okurduk.
Ansiklopedi bile okurduk.
Garip bir yarış var.
Yüzü eskidi gibi tuhaf inanışlar var.
Amerika'da Barbara Walters gibi bir ekran yüzü vardır. Muhabirdir aslında programlar sunar Barbara Walters bugünlerde 70 yaşını devirmek üzere.
Barbara Walters'ı bundan birkaç sene önce CNBC veya IBC ondan ona transfer ettiler ve 60 milyon dolar gibi yüksek bir rakam ile transfer ettiler.
Amerika büyük, rakamlarda büyük. Sonra gazeteciler bana soru sordular; bu kadar yaşlı bir kadına bu kadar para verilmesi değer mi? "Az bile vermişler" dedim.
Çünkü o o zamanlar 65-63 yaşında, az bile vermişler.
Çünkü o kadının kırışıklıklarına yaşına veriyorlar bu parayı çünkü arkasında yaşanmışlığı ve kocaman bir tecrübe var.
Genç göstermek için botoks var, her türlü malzeme var, geriliyorlar, asıyorlar yüzlerini ama biz kırışıklıklarımızla değerliyiz.
Çünkü orada yaşanmışlıklar var demiştim.
BŞ: "Ben bu haberi okumam" Gülgün Feyman hangi haberi okumaz.
GF: Gülgün Feyman Anayasaya haykırı önüne konmuş hiçbir haberleri okumaz, okumamıştır da. İçinde kişilere hakaret olan direk kişileri hedef alan haberleri de okumam.
Benim zaten mesleğimin yasalarla çerçevelenmiş kısmında yetkilerim dahilindedir o.
BŞ: Hayatta en çok yapmak istediğiniz şey nedir?
GF: Lokanta açmak. Yemek yapmak istiyorum. Yemek yapmayı çok severim, dostlarıma, dost sohbetlerini çok severim, hayatı çok severim.
BŞ: O zaman evde yapıyorsunuz.
GF: Hiç durmam. Dostlarımda izliyorsa bilirler
BŞ: İzmir'de yaşıyorsunuz
GF: Hayır, Antalya'da yaşıyorum. İstanbul'a yeni döndük.
BŞ: Yakın o zaman, size yemeğe gelebiliriz.
GF: Her zaman. Tüm izleyicileri, tüm gençleri her zaman davet etmekten zevk duyarım, gurur duyarım.
BŞ: İyi bir haber spikeri olmak isteyen gencecik bir kızımız var. Sizden kulağına küpe olacak öğütler sizden vermenizi istiyor.
Vakitte çok az , biraz bir şeyler ona söyler misiniz?
GF: Önce bakacağım, dudaklarında, diş yapısında, genzinde zorlamalar var mı?
Sesler tam istediğimiz gibi çıkıyor mu?
R'ler de bozukluklar var mı?
S'ler de bozukluklar var mı?
Doğuştan veya sonradan bazı şeyler hatalı çıkabilir.
Bunların hiç birinde hata olmaması lazım. Sesi de mikrofonikse işte harika bir malzeme.
Önce başlarım sözcüklerin doğru telaffuzunu öğretmeye.
Hece hece,ses ses, kelime kelime, mesela çok kullanılan bir söz var vak a, şimdi herkes vaka diyor.
Vaka diye bir kelime yok. Irağa gitti diyor. Irak'a gitti.
Türkçenin o en önemli noktalarını öğretirim.
Ondan sonrada okuyarak değil, düşünerek konuşmasını öğretirim.
Düzeltin, verin eline okusun.
Ama okuyan değil, konuşan olmak lazım.
BŞ: Televizyon dünyasında yaşadığınız veya gözlemlediğiniz etik olmayan ahlak dışı en önemli şey ne?
GF: O kadar çok ki, birincisi gazeteciler hedef gösteriliyor.
Buna yayın kurumları çanak tutuyor.
Bu hedef gösterilen kişiler de birer saldırı objesi haline dönüştürülüyor.
Bu çok etkili. Dilde etik olmayan şeyler var.
Dili doğru kullanmadıkları için ondan kaynaklanan çok yanlış söylemler var.
Onun ötesinde objektif habercilik yapılmıyor maalesef. Son derece taraflı habercilik yapılıyor.
Çok yakın geçmişte yaşadığımız Başbakanın Özel Kalem müdür yardımcısının tekme attıktan sonra gidip 7 gün rapor almasının ve bunun da ekranlarda savunulması bu da etik değil.
Çünkü bugünkü görüntülerde çıktı ki ortaya o şahsa ne bir darp var, ne bir şey var, 7 gün rapor alıyor.
O doktorun sorgulanması gerekiyor, raporu veren doktorun.
O doktoru görmezden geliyorlar bu da etik değil.
Etik olmayan o kadar çok şey var ki.
BŞ: Bunu diyebilir miyiz; "Türkiye'nin etik çivisi çıkmış"
GF: Yerine biraz zor oturacak herhalde.
BŞ: Kim oturtabilir?
GF: Gençler.
Ülkemize sahip çıkacak olan onlar ama aklı selim ile, rüzgarlara kapılmadan, sağdan soldan dindar gençlik, kindar gençlik, bunlara kapılmadan, dogmalara pirim vermeden, dogmalardan arınmış olması lazım.
Ancak onlar başarabilecek bunu.
Tabii tecrübeye de kulak vererek.
Annelerine bile "Kızım üzerine bir şey al, hava serinleyecek" dediğinde "Üff anne üşümem yaa" diyeceğine "Anneciğim almayayım, şuanda üşümüyorum" gibi zarif bir cevapla daha güzel ilişkiler kurabilirler.
Ekrandaki siyasetçilerin kavgalı, küfürlü , dövüşlü, yüksek sesli, benim bilmem ne türünden söylemlerine kapılmasınlar.
Biz nazik bir toplumuz, zarif bir toplumuz, Türk toplumunun güzelliğini lütfen yeniden keşfetsinler.
BŞ. Gülgün Feyman neye güler?
GF: Tabii bütün güzel fıkralara gülerim. Gülmeyi çok severim.
BŞ: En son ne zaman gülmüştünüz?
GF: Şimdi. Sizinle gülüyorum.
Gülmek çok güzel.
Sırıtmak değil ama hakikaten gözü ile bedeni ile bütün kasları ile gülebilmek lazım.
Ataol Behramoğlu'nun şiirinde olduğu gibi.
"Yaşadıklarından öğrendiğim bir şey var.
Yaşadın mı her şeyinle yaşayacaksın bir şeyi.
Bütün kaslarınla seveceksin." Diyen muhteşem bir şiiri vardır.
Onun gibi her şeyi doğru yapabilmek lazım.
Mesleğim gereği çok takip ettiğim için siyasetçilerin bazı konuşmalarına artık kahkaha atmaya başladım.
Çünkü komik oluyorlar.
BŞ: Türk insanının size göre en önemli özelliği nedir?
GF: Aslında biz çok renkli bir toplumuz.
Gülmeyi, güldürmeyi seven bir toplumken şimdi bakıyorum asık suratlı, nobran, kötülük yapmaktan ya da birinin başına gelen kötülüğü izlemekten de büyük keyif alan bir toplum haline dönüştük.
Çekirdek yiyerek çoğumuz seyretmedik mi gezi olaylarında yaşananları.
Gaz sıkılmalarını, insanların başına gelen felaketleri.
Naklen harp seyrettik.
Körfez savaşını kaybettik, hala seyrediyoruz işte Suriye'de yaşanalar, olup bitenler, memleketimize yansıyanlar.
Bizim toplumumuz böyle değildi.
Bir garip mühendislikle dönüştürülüyoruz.
Biz eğlenmeyi, yemeği, yedirmeyi, konuk ağırlamayı çok seven bir toplumken, aksine ülkemize gelen barış elçilerini bile tecavüz edip öldüren bir toplam dönüştürülüyoruz.
Bunlar kınanmıyor da bizim toplumumuzda başka şeyler kınanır hale geliyor.
Toplum garip bir şekilde dönüştürülüyor.
BŞ: Değerlerimizi kaybediyoruz.
GF: Değerlerimizi kaybediyoruz.
O bakımdan bunları bir an önce yeniden hayata geçirmek için çok çalışmalıyız.
Yapacak çok iş var.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Şimdi bir göster bin işit.
Size ben bu kutunun içinde bir obje getirdim.
Bunun içinde çıkaracağım ve size göstereceğim objemizi.
Bu objemize bakarak gençlerimizin kulağına küpe olacak bir şeyler söylemeniz gerekiyor.
Obje ile ilgili olmayabilir.
Bu objeye bakarak gençlerin kulağına küpe olacak neler söyleyebiliriz.
Sizin için getirdiğim obje bir törpü.
Bu törpü ile tırnaklarımızı törpüleriz .
Asıl görevi bu ama buna bakıp gençlerimizin kulağına küpe olacak, törpülemek ne söylersek faydalı olacak gençler için.
GF: Çok hoş bir anı.
Rahmetli anneciğim, biz iki kardeşiz, koşuştururken "Bu çocuklar ömür törpüsü" derdi.
Galiba bütün anneler söyler.
Gençlere diyorum ki annelerinizi çok sevin. Hayatta olsa da, olmasa da.
Size haşin davranıyorsa yine sevin, davranmıyorsa yine sevin, her koşulda ailenizi, annenizi, babanızı, kardeşlerinizi çok sevin.
Ömür törpüsü olmayın. Kulaklarına küpe olsun.
BŞ: Gençler sadece tırnaklarını değil, karakter ve huy olarak nelerini törpülesinler.
GF: Gençler hırçınlıklarını törpülesinler. En önemli nokta o belki.
Adam sendeciliklerini törpülesinler.
Bugünün işini yarına bırakmasınlar.
Tembelliklerini törpülesinler.
Biraz onları tembel görüyorum.
Hep sırt üstü yatmak, uzanmak sevdikleri şey ama bizim bunları yapacak lüksümüz yok.
Çok çalışmalıyız.
BŞ: Teşekkür ederim.
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaşıyor.
Şimdi Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?
Ben size hayali bir etik vaka hazırladım.
Bunu okuyacağım size ve "Siz olsaydınız bu durumda ne yapardınız" diye soracağım.
Hayali etik vakamız şöyle;
Sevim Hanım, bir radyoda sabah programı yapmaktadır.
Bir gün radyo programı bittikten sonra telefonu çalar.
Arayan yakın bir arkadaşıdır.
Şöyle der:
"Sevimciğim biraz önce sizin rakip radyoda Filiz Hanım seninle ilgili bir konuşma yaptı. Senden bahsetti.
Senin iyi bir radyocu olmadığını söyledi.
Bu işin eğitimini almadığını söyledi.
Eş, dost ricasıyla o radyoya girdi dedi.
Haberin olsun" der ve telefonu kapatır.
Sevim Hanım telefonu kapattıktan sonra danışmanını arar, durumu ona anlatır ve "Ne yapmamı önerirsin?" diye ona sorar.
Danışman Sevim Hanım'a üç şey öneriri:
-İsterseniz Sevim Hanım'ın aleyhine 50 bin liralık manevi tazminat davası açalım.
-İsterseniz dava açmayalım.
Siz kendi radyonuzda Filiz Hanım'ın ağzının payını verin.
Bir daha sokağa çıkamasın.
- İsterseniz her ikisini birden yapalım. Der.
Sevim Hanım radyodaki odasına döner ve düşünmeye başlar.
Acaba ne yapsam diye.
Sayın Gülgün Feyman, siz Sevim Hanım'ın yerinde siz olsaydınız bu durumda siz ne yapardınız?
GF: Radyolar, gazeteler, televizyonlar, kimsenin babasının çiftliği değildir.
Özel meselelerin burada tartışılması, tekrar gündeme getirilmesi hiç etik değildir.
Bir yayıncının bir başka yayıncıya bulunduğu yerden saldırması asla ve asla kabul edilemez, etik değildir.
Böyle bir durumda eğer rencide edecek , hakaret içeren çok fazla söz varsa hukuka havale ederdim. Bir de şu çok önemlidir; bu sözleri kim söylüyor ki.
Değecek biri ise üzerinde durayım ama benim için önemli olmayan kimse ise istediği kadar konuşabilir, bana asla zarar vermez.
Nitekim ben hep buradan kazanmışımdır.
Bizim milli sporumuzdur, biraz ilerleyeni aşağı çekmeyi severler.
Muz kapuğu herkesin elinde vardır maalesef.
Başarı alkışlamayı seven bir toplum değiliz.
Güzel söz söylemiyoruz başarılı kimseleri gördükçe.
Bir hasetlik, kıskançlık duygusu var içimizde, bunu da törpülemek lazım.
BŞ: Törpümüzü bu işte de kullanalım.
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaşıyor.
Şimdi çubuk oyunu.
Oyunlarımız bitmiyor.
Bunun içine ben çubuklar koydum. Bu çubukların üzerinde güzel sözler yazıyor.
GF: "Başkalarının kusurunu örtme de gece gibi ol" Mevlana'dan.
BŞ: Başkalarının kusurlarını söylemeyelim mi?
Hiç söylemesek o kusurunu bilemeyecek, düzeltemeyecek.
GF: Yüzüne söylemeliyiz, sağ da sol da o da böyle yapıyor diye konuşursak etik olmayacaktır.
BŞ: O görev bize verildiyse.
Bazen onu düzeltme görevi bize ait olmayabilir.
Biz annesi değiliz, babası değiliz,yakını değiliz.
GF: Ya da uzaklaşacağız o kimseden eğer mümkünse.
Mevalana'nın yedi öğretisi içinde yer alır.
"Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol" "Ya olduğun gibi ol, ya göründüğün gibi ol"
BŞ: Bir tane de ben sizin için çekeyim mi. "Cömertlikte ve yardım etmekte akarsu gibi ol"
GF: Yine Mevlana ve çok severim.
Yardım sever olun, yardım elinizi uzatmaktan sakınmayın.
Ne kadar önemli.
Biz yardım seven bir toplumuz aynı zamanda.
Bunun da gizli yapılması lazım.
Bakıyorum Soma işçilerine bu felaketten sonra ailelerine bilmem ne kadar para verdim.
Bugün gazetelerin birinci sayfalarında vardı.
Bir iş adamı dozda para vermiş. Banane. Yardımı yap ama duymayalım.
BŞ: Doğru. Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteyiz.
Şimdi bir kelime bir cümle oyunu.
Ben size bir kelime söyleyeceğim, o kelimenin aklınıza getirdiği ilk cümleyi bizimle paylaşmanızı isteyeceğim.
Sayın Gülgün Feyman, benimle bir kelime , bir cümle oyununu oynamaya hazır mısınız?
GF: Hazırım.
BŞ: Kelime "hoşgörü" cümle?
GF: Hoşgörü olmadıkça yüreğimizde başarıya koşamayız.
BŞ: Kelime "etik" cümle?
GF: Etik hayatımızın her saniyesinde asla zihnimizden silmemiz gereken çok önemli bir kavram.
BŞ: Kelime "aşk" cümle?
GF: Aşk olmadan yaşanmaz.
Şarkıda dediği gibi ben her bahar aşık olurum der.
Ben durmadan her şeye aşık olurum.
Ama eşime aşık oldum bir kere , o ayrı.
BŞ: Kelime "zenginlik" cümle?
GF: En büyük zenginlik dostluğa yapılan yatırımdır. Ya da en büyük yatırım dostluğa yapılan yatırımdır ki, peşinden o dost zenginliği gelir.
BŞ: Kelime "mutluluk" cümle?
GF: İnsan mutluluğu kendi yaratabilir. Herkesle kavga eden bir kişinin mutlu olduğunu düşünmek dahi istemem ama mutlu olmayı önce içimizde başlatmalıyız.
BŞ: Kelime "itibar" cümle.?
GF: Yine kişi kendi itibarını kendisi yaratır. Onun için çok okumalıdır.
BŞ: Kelime "para" cümle?
GF: "Para ile saadet olmaz" diye bir şarkı var, o geldi aklıma. Parasız da olmuyor. Ama her şey karınca kararınca yeterli. Azı karar çoğu zarar.
BŞ: Kelime "Ana Haber Bülteni" cümle? GF: Ben.
BŞ: Kelime "Gülgün Feyman" cümle?
GF: Gülgün Feyman, ekrandaki görüntüsünün ötesinde annedir, eştir, arkadaştır, evinin hizmetçisidir, mutfağında iyi bir aşçıdır, bunda tevazuu göstermeyeceğim.
Yüreği sevgi ile çarpar.
Kimseye karşı içinde kötülük duygusu yoktur.
Biraz da mükemmeliyetçi olduğum için, iyi görmek istediğim için eleştiri dozu yüksek biriyim galiba.
BŞ: Çok teşekkür ederim. Ağzınıza sağlık.
GF: Bitti mi?
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Gülgün Feyman ile birlikteydik.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaştı.
Unutmayın, gençler bizim her şeyimiz, en değerli hazinemiz.
Gençlerimize sahip çıkalım.
Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın.
Hoşçakalın...
. .
.
.
.
.
.
.
.
Gülgün Feyman, Bülent Şenver . . .
|
|