Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Ömer Madra Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

"Tabiat Ana'nın haklarına saygı."
24.08.2014
Okunma Sayısı : 5404
Oy Sayısı : 1
Değerlendirme : 5
Popülarite : 0
Verdiğiniz Puan :
 

 

"Tabiat Ana'nın haklarına saygı."

ÜMİT KURT ve  OĞUZ ALYANAK  benimle bir söyleşi yaptı.

Paylaşıyorum...

Ömer Madra: "Tabiat Ana'nın haklarına saygı."

Ömer Madra adı neleri getiriyor aklımıza: Bağımsız radyoculuk.

Ekolojik sorunlara kararlı çözümler üretmek.

Doğa ile insanın uyumu. Tabiat Ana'nın haklarını çiğneyen kontrolsüz kapitalizmin ve emperyal savaşların önüne dikilmek.

Özgürce tartışmak. Evrensel adalet ve doğruluk. Doğru dürüst demokrasi. Sivil direniş…



Türkiye'de sizden duyduğumuz bir kavram ile başlayalım: "yeni tip dünya vatandaşları".

Dünya vatandaşı terimini biliyoruz – milletlerin farklı olduğu görüşü üstünden çizilen jeopolitik sınırlara karşı çıkan, "sınırlar-ötesi" bireyler.

Vatanını bir ülkenin sınırları üstünden düşünmektense dünyanın sınırları üstünden tanımlayan vatandaşlar.

Peki yeni tip dünya vatandaşları hangi sınırları aşıyor ve neyi amaçlıyor?

Milliyetçilik, görece olarak bakıldığında, insanlık tarihi için de çok "yeni" bir bakış açısı.

Başlangıcını en erken 18. yüzyıl sonlarına doğru tarihleyebiliriz olsa olsa.

Ama, milli ya da ulusal bakış, yani coğrafi olarak belli sınırlar içindeki toplumsal yaşantı biçiminin belirleyici olması anlayışı, çeşitli sebeplere bağlı olarak günümüzde anormal büyüklükte ağırlık kazanmış durumda.

Hatta, neredeyse, ezelden ebede en önemli –hatta tek– bakışmış, yegâne hakikatmiş gibi algılanıyor.

Bir çeşit kültürel hegemonyadan söz edilebilir.

Oysa, kesinlikle geçerliği olmayan bir bakış bu.

Hele küreselleşmenin günümüzde kazandığı muazzam boyut düşünülünce, gülünç bile kaçıyor diyebiliriz.

Tek bir örnek verecek olursak:

Yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük varoluşsal krizi olan iklim değişikliği konusunda hangi ulusal çözümden söz edebilirsiniz?

Tabiat Ana'nın var olma hakkını savunup koruyabilmek için yapabileceğimiz tek şey, yeryüzünün dört bir yanını kapsayan, yani tam anlamıyla küresel olan yeni bir iklim adaleti hareketi yaratmaktan geçiyor…

Kozmopolit bakış, yani "dünya vatandaşlığı" kavramı, mesela kadim Yunan'da belirgin olarak görülüyor tabii, ama bunu, aslında ondan binlerce yıl öncesinde yerlilerin yeryüzü, yani doğa ile olan ilişkilerinde hüküm süren değerler bütününde de net olarak görmek mümkün.

Doğa ile ahenk içinde yaşamak,Tabiat Ana'nın haklarına saygı göstermek, bu hakları ve çiğneyenleri adaletin önüne çıkarmak, yeryüzünü mahva sürükleyen kontrolsüz kapitalizmin aşırı kâr hırsının ve emperyal savaşlarının önüne dikilmek, dünyanın her tarafında insanların bu konular üzerinde görüşlerini özgürce ortaya koyup tartışacakları mekanizmaları yaratmak şart. İşte "yeni" dünya vatandaşlarının gündeminin başında bunlar olmalı bence.

Bir de şu var:

Çağın önde gelen düşünürlerinden Chomsky gibi düşünüyorum ben de.

Evrensel adalet ve doğruluk kavramları vardır.

Doğruluk ve adalet ilkelerini savunmak, kuvvet ve ayrıcalığın aleyhinde yer almak anlamına gelir.

Güç-kuvvet ve ayrıcalık peşinde koşmak da daima doğruluk ve adaletten kayıp verme anlamına gelir.

Dolayısıyla, kendimizi yüceltmeye, tarihteki şiddet ve baskı eylemlerindeki suç ortaklığımızı gözardı etmeye yarayan çoğu ulusalcı mitosları, basmakalıp söylemleri "yeni" dünya vatandaşları olarak kesinlikle sorgulamak ve göçertmek zorundayız diye düşünüyorum – hele entelektüeller açısından büsbütün geçerli bu.

Çevre konusunu farklı bir platforma taşıyarak Türkiye'de öncü rol oynadınız.

Radyo aracılığıyla daha geniş bir kitleye ulaştınız ve çevre sorunlarını "dinlenebilir" kıldınız. Medyada ne yazık ki bu duyarlılığı yaratabilecek programlara çok sık rastlanmıyor.

Bu konuya önem verdiğini belirten yayın organları bile, tehdit hissedilebilir olmadıkça, örneğin Ankaralılar susuz bir yaz geçirmedikçe ya da İstanbul'da su kesintilerinin başlayacağına yönelik sinyaller verilmedikçe harekete geçmiyor.

Medyayı bir kenara bırakalım, çünkü yayın politikalarını belirleyici öğelerden biri ve belki de en kuvvetlisi enerji firmaları.

Peki toplumun geneline etkili bir biçimde ulaşabilecek öteki mekanizmalar nasıl işliyor?

Örneğin edebiyat dünyasında çevre konusunu irdeleyen, belki de hikâyelerinin içine katarak okurlarına sunan ya da müzik piyasasında şarkılarıyla çevre yıkımını dile getiren atılımlar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Varsa birkaç örnek alabilir miyiz?

Çağın önde gelen iklim bilimcilerinden Hansen, şirketlerin lobilerinin siyasete akıttıkları paranın, günümüzde hem dünyanın hem de demokrasinin akıbeti açısından en büyük sorunu oluşturduğunu söylüyor ki bence yerden göğe hakkı var.

Demokrasi dediğimiz şeyin doğru dürüst işlemesi için kamuoyunun dürüst bir şekilde aydınlatılması şart.

Ama özel çıkarların günümüzde olağanüstü ağırlık kazanması ve demokrasilerde olmayacak oranda ağırlık kazanması yüzünden iyi aydınlatılan, bilgilendirilen ve enforme edilen bir kamuoyundan söz etmek artık çok zor, hatta imkânsız…

Medyanın içinde bulunduğu korkunç durum ve kriz hakkında fazla bir şey söylemeye gerek yok. Pek çok temel işlevini yitirmiş, insanları bilgilendirme fonksiyonunu büyük ölçüde "eğlendirme"ye bırakmış bir kurum.

Üniversiteler de bilgilenmiş ve sorgulayıcı vatandaşlar yetiştirme fonksiyonunu büyük ölçüde bir yana bırakıp, güçlü ve zengin elit için çalışacak elemanlar yetiştirmeye vermiş halde kendini.

Ne var ki, olup bitenler, yani gidişat hakkında iyi bilgilendirilmemiş bir kamuoyu olmaksızın, yalnız demokrasi değil, tüm insanlık ve yeryüzündeki bütün türler de büyük tehlikede.

Yani, demokrasi, sadece ulaşılması istenen büyük bir değerler bütünü olarak değil, aynı zamanda var olmayı sürdürmek için de vazgeçilmez önem taşıyor.

Ne var ki, demokratik yoldan seçilmiş politikacılar ve yöneticiler de her yerde, iklim, yoksulluk gibi can alıcı temel sorunlara çözüm bulmak üzere stratejik yaklaşımlar arayıp bulma fonksiyonlarını, güçlü şirketlerin özel çıkarları doğrultusunda hareket etmeye, duraksamaya, hatta çözümleri geri bıraktırmaya bırakmış halde görünüyor.

Dolayısıyla, iş başa düşüyor.

Adalette eşitlik gibi ilkeler peşinde koşmak, sivil itaatsizlik de dahil olmak üzere güçlü bir aktivizme ihtiyaç var. Birinci soruda olduğu gibi cevap:

Vatandaş aktivistlere şiddetle ihtiyaç var: Sivil direniş, en iyi umudumuz olabilir.

Edebiyat, sanat ve kültür alanındaki durumu iyi takip edebildiğimi söyleyemem maalesef.

Ama, örneğin Cormac McCarthy'nin, filmi de çevrilen (filmi görmedim ama) The Road (Yol) adlı romanı, sisteme ağır bir uyarı niteliğinde müthiş bir roman (dystopia). Ayrıca, şirketlerin hem aşırı tüketim hırsı yüzünden tüm doğal kaynakları tüketip başka dünyaları zapta gittiklerini, o kaynaklar için yeryüzünde de tam bir soykırımı gerçekleştiren Batı medeniyetini yerden yere vuran anti-militarist, anti-emperyalist allegori ve bilim-kurgu filmi Avatar'ı söylemeliyiz.

(ABD'de sistem savunucularının, bilumum sağcı ve gericilerin bu filme ağır eleştiriler getirmeleri de dikkate değer.) Sinema demişken, Semih Kaplanoğlu'nun, başrolüne yeryüzünün en güçlü oyuncusunu, yani Tabiat Ana'yı çıkaran Bal filminden de bahsetmeden olmaz.

Yüzyıllardır doğa ile iç içe, ahenk içinde yaşamış yerel insanların değerlerini fazla gecikmeden yeniden kendimize mal etmenin mutlak bir zorunluluk olduğunu olanca sadeliği içinde lirik bir dille vurguluyor.

Bunun yanı sıra, filmde inanılmaz güzellikte manzaralarını seyrettiğimiz bu doğa harikası bölgelerde sayısız hidroelektrik santral (HES) kurulsun diye, neredeyse Avatar'daki mitolojik ağaçları hatırlatan kadim dev ağaçların hızla katledilip yol kenarına bırakılmakta olduğunu da yönetmenin kendisinden öğreniyoruz.

Küçük ama bağımsız bir radyo olarak çıktı karşımıza Açık Radyo. Bir avuç "Leninist suç ortağı" dost ve gönüllüyle birlikte.

Kimdir bu "Leninist suç ortakları"?

Öte yandan biliyoruz ki Açık Radyo, Türkiye'de radyoculuk anlayışını değiştirdi ve radyoculuğun da politik bir duruşa ve tavır alışa tekabül ettiğini bizlere gösterdi.

Nedir Açık Radyo'nun manifestosu ve 'misyonu'?

Bu laf, zaman zaman yaptığımız bir şakadan kaynaklanıyor. "Leninist örgütlenme modeline uygun şekilde kurduk Açık Radyo'yu" diye bir şaka.

Yani bundan on altı yıl kadar önce, "Şu şu programları olacak, demokratik bir radyo olsun ister misiniz?" diye sorduk dostlarımıza ve çevremizde bize yakın durduğunu hissettiğimiz insanlara.

Bu yapıda bir radyoya ihtiyaç olduğunu safiyetle söyleyen insanlara da, o zaman biraz para verip ortak olun, dedik.

Hayır, diyemedi çoğu ve böylece, böylesine acayip ve hayalci bir girişimin "suç ortakları" haline gelmiş oldular.

Bu yayın anlayışıyla en fazla altı ay ayakta kalır diye düşünenlerin sayısı az değildi.

Ama, işte o gün bugündür, böyle bir "suç ortaklığı" halinde yayınına devam ediyor

Açık Radyo…

Amacını, nasıl yürüdüğünü, nelerle boğuştuğunu vb. en iyi anlatacak metinlerden biri, bu yıl yedincisini tamamladığımız Dinleyici Desteği özel yayınının son gününde Hasan Cemal'in Milliyet gazetesindeki köşesine konuk olduğumuz yazı.

Oradan alıntılarsak:

"Aslında, oldukça karanlık bir dönemden geçiyoruz: İklim, ekonomi, siyaset ve kültür…

Hayatımızın ana çerçevesini belirleyen bu alanlarda büyük çalkantılar yaşanıyor.

Biraz kocaman laflarla söylersek, insanlığın alacakaranlık kuşağındaki huzursuz yolculuğu alabildiğine sürüyor.

Devre dışı kalan akıl, kol gezen korku ve hızlanan kargaşa…

Siyaset bilimci Wallerstein'in deyişiyle:

'Günlük hayatımızın nesnesi olarak kaos.' Neyse ki, kendimizi kurtarabilecek, psikolojik inkârcılığın, umutsuzluğun ya da yalancı iyimserliğin ötesine geçebilecek zamanımız var hâlâ, biraz.

Yangın yerine dönmüş bu dünyanın ortalık yerinde birtakım sıradan insanlar, onların oluşturduğu çekirdek gruplar, küçük ama dirençli kuruluşlar boy atıyor.

Dizginlerinden boşanmış şirketlere, onların boyunduruğundaki medya ile siyasetçilere boyun eğmeyi reddeden kararlı kadınlarla erkekler var.

Gazeteci Johann Hari'nin deyişiyle, 'sendelemeyen, aksine, dünya kötüleştikçe onu düzeltmek için daha fazla uğraşma gereğinin farkına varmış' insanlar…

Açık Radyo, bu grupçuklardan biri.

Cinnetin eşiğindeki bir âlemi anlamak ve anlamlandırmak gibi zorlu bir işe kalkışıyor nicedir.

Olup bitenleri sakin ve duru bir tonla –kimi zaman müziklerle, dolaylı yoldan– anlatmaya çalışıyor. Yazar [ve programcı] dostumuz Halil Turhanlı'nın geçen gün dediği gibi:

Elitist olmadan, medyokrasiye de sapmadan yapıyor bunu. …

Demokrasiyi korumak ve yaşatmak, gelecek kuşakları adam gibi bir dünyada yaşatmak, bizim omuzlarımıza yıkılan bir görev.

Uğrunda mücadele verdiğimiz politikaların anlaşılmasına, bunun neden hayatlarımızın en acil kavgası olduğunun anlatılmasına azıcık katkıda bulunmak için bu mütevazı radyo istasyonu var işte elimizde.

Dünyamızı anlamlı bir şekilde yorumlamak için elimizdeki ender kaynaklardan biri… Radyocu Wes Nisker, 'Haberleri beğenmiyorsan, çık kendi haberini yap!' demiş.

Öyle yapmaya çalışıyoruz işte iyi-kötü. …

Yaşamı anlamlı kılan bu çabamızdan vazgeçmiyoruz." Son olarak, şair Adrienne Rich'den şu alıntıyla bitirmiştik yazıyı:

"Yeryüzünde öylesine çok şey harab edildi ki, ben kaderimi, hiçbir olağanüstü gücü olmayan ama inatla ve sapkınca her dönemde tekrar tekrar dünyayı yeniden kuranlarla paylaşmayı seçtim." ("Dünyayı Her Gün Yeniden Kuranlara Selam!" Milliyet, 28 Mart 2010)

Duruş ve tavrımız konusunda ise en iyisi sözü bir dinleyicimize bırakmak:

Yine destek projemiz çerçevesinde konuğumuz olan çok eski bir dinleyici dostumuz (ve aynı zamanda bir dönem programcımız) Nur Deriş, canlı yayında şöyle konuştu: "Türkiye'de bir konuda tavır almak, ille bir taraf olmak olarak anlaşılıyor; bunu yurtdışından gelince çok çarpıcı bir şekilde fark ediyorsunuz.

Bir şeyin partizanı olmadan bir tavır alabilmek, çok yadırganıyor bu ülkede.

İşte Açık Radyo tam da bunu yapıyor.

Tavır alıyor, ilkeli tavır alıyor ve şu tarafta ya da bu tarafta görünmekten çekinmeden bunu yapıyor…"

(Dinlemek için: http://www.archive.org/download/dinleyici.destek.projesi.ozel.yayini.kolaj.4/KOLAJ_4.mp3)

Yine aynı günlerde özel destek yayınında dinleyicimiz Nilüfer Tapan'ın şu sözleri de durumu bizim adımıza, ama itiraf etmeliyim ki, bizden daha büyük bir ustalıkla özetliyor bence:

"Açık Radyo artık 'dinleyici-merkezli radyo' oldu." Doğrusunu isterseniz, bizim için bundan daha büyük iltifat olmaz…

Buzulları da erittik en sonunda.

Dünya giderek ısınıyor.

Galiba artık gün gelecek küresel ısınma ve iklim krizi hepimizi çevre aktivisti olmaya zorunlu kılacak.

Bu bağlamda nasıl bir yerde olduğumuzu düşünüyorsunuz?

Bugün dünyanın en önemli ve en saygın bilim insanlarının, çağın en büyük facialarından biri olarak nitelendirdiği Britanya'daki yeni kömür yakıtlı, yeni kömür santralleri ile bizleri geri dönülemez, durdurulamaz olan o korkunç noktaya getiriyor.

Hem Amerika'da ve hem de Britanya'da, devasa kömür santralleri kurmak gibi bir plan var.

Zaten küresel ısınmadan birinci derecede sorumlu olan iki büyük ülke de onlar.

Endüstri devrimini yaratmış oldukları için objektif bir sorumlulukları da var kuşkusuz.

Bu devrimi tersine çevirecek bir karşı devrim öngörebiliyor musunuz?

Zamanımızın kültür dünyası buna izin verebilir mi?

Bugün gelinen noktada tüm bu kirliliğin yüzde 99'unun endüstriden, uçaktan, çimentodan, otomobilden, ticaretten geldiğine yani insan kaynaklı olduğuna emin olunmasına rağmen ABD hâlâ bu çevre kirliliğini önlemek için bir adım atmıyor. Kyoto'yu imzalamıyor. Sanırız bir şeyler yapmak için fazla zamanımız kalmadı.

Zira dünyamız 10 yıl içinde geri döndürülemez bir noktaya gelebilir.

Bu noktada Açık Radyo'ya düşen görev nedir?

Aslında değindiğimiz çevre konusu, suyu daha tutumlu kullanmak, ağaç kesmemek ya da termik santraller inşa etmemekten çok daha fazlasını ve belki de derinini içeriyor. Konunun kaynağı teorik ve felsefi bir tabanda ortaya çıkıyor ve en belirgin tezahürünü Marksizmde buluyor.

İnsanın doğayla ilişkisi, sömürüyü içeren bir ilişki ve beraberinde sadece doğanın bize sunduğu kaynakların yitirilmesini değil, insanın yıkımını da getiriyor. fiunu savunursak fazla mı karamsarlığa kaçmış oluruz:

Çevre konusundaki duyarsızlığımızın arkasındaki asıl neden, konunun çerçevesini belirleyen felsefi tartışmaları bilmemek ve bu tartışmalarla ilgilenmemekte yatıyor.

Okumayan, bilgiye dayalı tartışmalara katılmayan ve eleştirel düşünmeyen bireylerin çevre konusunda bilinçli olmalarını bekleyebilir miyiz?

Artık inkârı mümkün olmayan bir durum var ortada.

Suların ve sellerin götürdüğü, daha önce hiç görülmemiş bir biçimde hızla eriyen, âniden kuruyan, keskince asitlenen, harıl harıl yanan bir dünyanın içindeyiz.

Yazar ve aktivist Bill McKibben'ın söylediği doğru, kesin ve net:

Üzerinde yaşadığımız gezegen, içine doğduğumuz zamankinden çok farklı, hem de temelden farklı özellikler gösteriyor.

Geleceğe ilişkin bir tehlikeden söz etmiyoruz artık.

Krizin ta içindeyiz. Kriz şimdi ve burada!

İlk Dünya Günü'nün kutlandığı 1970 yılına, yani kırk yıl öncesine göre atmosferde yüzde 5 kadar daha fazla su buharı var.

Gezegenin en temel parametrelerinden birinde muazzam bir değişme anlamına geliyor bu. Rio'da, İstanbul'da, Samsun'da, Mumbai'de vb. gördüğümüz o öldürücü seller, heyelanlar bu yüzden…

Okyanuslar da artık yüzde 30 daha fazla asitlenmiş durumda.

Mercan kayalıklarının, balıkların ve deniz canlılarının hızla ölmekte olması da bu yüzden.

NASA'nın son ölçümlerine göre dünyanın gelmiş geçmiş en sıcak Ocak, Şubat ve Mart ayları bu yıl yaşanmış.

Yani, 2010 yılı, kayıtlara geçmiş en sıcak yıl olacak!

Kuşların belki bir buçuk milyar yıldır sürdürdüğü göç davranışlarını değiştirmeleri de bu ısınma yüzünden olmalı.

Dünyanın temel fiziki dengesini değiştirdik yani, bir daha geri döndürülmez şekilde hem de…

Bu trendi geri çevirmek artık olanaksız.

Sadece durumun tam bir felakete dönüşmesini engellemek için uğraşmalı, bunun için örgütlenmeliyiz.

İki düzeyde birden yapmalıyız bunu.

Birincisi: Hükümetler düzeyinde, ulusal düzeyde, küresel düzeyde mücadele gerekiyor.

Karbon fiyatlarının, atmosfere verdiği tahribatı yansıtacak ölçekte yükseltilmesi, böylelikle de ekonominin fosil yakıt yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneltilmesi için uğraşmak gerekiyor.

Yani tabandan bastırarak hükümeti ve meclisleri sıkıştırmak…

İkincisi, bireysel ve yerel düzeyde:

Koşulları epey zorlaşmış, sertleşmiş olan bu gezegende ayakta kalmayı becerebilmek için yeni alışkanlıklar, yeni davranış kalıpları geliştirmemiz de şart gibi görünüyor.

Yani, sınırlı kaynakları olan bir dünyada büyümenin, ekonomik kalkınmanın tüm sorunları çözeceği yolundaki yanlış görüşü bir yana bırakıp, daha küçük ve dayanıklı, dirençli topluluklar halinde yaşamanın yollarını araştırmakta fayda var.

Örneğin, yerinden yönetim (desantralizasyon), fazla büyük olmayan –ve dolayısıyla toptan çökmesi daha zor olan–, daha istikrarlı ve sağlam yiyecek ve enerji sistemleri kurmaya bakmak vb. lazım.

Küçük ve yaygın topluluklar, komşuluklar, internet üzerinden "komşuluklar" gibi dayanıklı sistemlere yönelmeliyiz.

Nisan sonlarında Bolivya'nın Cochabamba şehri yakınlarında Tabiat Ana Zirvesi yapıldı.

Latin Amerikalı yazar Eduardo Galeano'nun deyişiyle bu, "dünya siyasalarını yönlendirmeyen, ama bu politikaların eza ve cefasını çeken dünya halklarının, taleplerini topluca dile getirmelerine giden yolun ilk evresi" idi.

Zengin ve güçlü ülkeler geçen yıl sonunda Kopenhag'da yoksul ülkelerin gözünün içine bakmış, ardından da küresel ısınma konusunda bir çözüm için onlara ihtiyaç duymadıklarını, meseleyi kapalı kapılar ardında kendi aralarında çözeceklerini bildirmişlerdi.

İşte şimdi Bolivya'da buna karşı ilk adım atıldı.

Dört büyük fikir geliştirildi:

1) Ekosistemleri mahvolmaktan kurtarabilmek için Tabiat Ana'nın Hakları Bildirgesi imzalanması;

2) Bu hakları ve uluslararası anlaşmaları çiğneyenleri yargılayacak bir İklim Adaleti Mahkemesi kurulması;

3) Yoksul ülkelere, oluşmasında en az katkıda bulundukları bu İklim Borcu krizine karşı çeşitli biçimlerde Tazminat ödenmesi;

4) Bu meseleler üzerinde dünya halklarının görüşlerini ortaya koyacakları bir mekanizma yaratılması: İklim Değişikliği Referandumu.

Uruguaylı yazar Galeano, Tabiat Ana Zirvesini şu cümleyle kutlayarak bitiriyordu:

"Sağırlar da şunu dinleyebilseydi keşke:

İnsan hakları ile Doğa'nın hakları, aynı haysiyetliliğin iki ayrı adından başka bir şey değildir."

Açık Radyo'nun yayın politikalarının ana çerçevesini belirlemek üzere bundan on altı yıl önce kaleme alınmış Manifesto'da biz, "Radyo ne işe yarar?" diye soruyor, ve şöyle cevaplıyorduk bu soruyu:

"'Zihin Tiyatrosu'nu kurmaya.

Zeki, duyarlı ve nazik insanları bir araya getirmeye. Yüz bin kişilik sürekli bir parti yapmaya.

Olabilecek en direkt teması kurmaya. 'Sağırlara Program' yapmaya.

Belli bir fikri ve kültürel yapısı olan insanların bir arada olacağı bir 'platform' sağlamaya. Bu insanları demokratik, özgür ve kaliteli bir 'mecra' çevresinde bir araya getirmeye.

'Sağduyu'ya dayanan bir odaklaşmaya.

Kısacası, nefes alıp vermeye. 'Temiz hava' solumaya…"

Ve, sonra da ekliyorduk: "Haysiyetli işler yapmak lazım."

Evet, Açık Radyo'nun yayınlarından Galeano da, Bolivya'da toplanan bütün diğer insanlar da şikâyetçi olmazdı sanırım.

Evet, sivil direniş, sanırım, Hansen'ın deyişiyle "en iyi umudumuz" olarak kalıyor.

2010



Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org