Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Reha Muhtar Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Özyeğin Üniversitesinde "Etik Sohbet"
01.09.2015
Okunma Sayısı : 8658
Oy Sayısı : 5
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,49
Verdiğiniz Puan :
 

 

Özyeğin Üniversitesinde "Etik Sohbet"

.
.

Duayen bankacı Bülent Şenver gençlerin etik anlayışı bilincini oluşturmak ve geliştirmek için "Etik Değerler Merkezi Derneği" EDMER'i  kurmuş.

EDMER Kurucu Genel Başkanı olarak beni Özyeğin Üniversitesine "Etik Sohbet" yapmaya davet etti.

Kabul ettim. Üniversiteye gittim.

Bülent Beyle etik üzerine gençlerin önünde sohbet yaptık...

.
.

Özyeğin Üniversitesinde "Etik Sohbet"


Reha Muhtar ile Özyeğin Üniversitesinde Etik Sohbet
"Türkiye'nin Etik Çivisi Çıkmış"

.
.

izlemek için

.
.

dinlemek için  

.
.


Reha Muhtar, Bülent Şenver
.
.

Reha Muhtar ile Özyeğin Üniversitesinde Etik Sohbet

Deşifresi


Reha Muhtar (RM)

Bülent Şenver (BŞ)

BŞ: Kendisinin önemli tecrübeleri var.

Her konuda olduğu gibi etik konusunda da tabii  var.

Etik Değerler Merkezi Derneği EDMER'in etik sohbetine hoşgeldiniz.

Sayın Reha Muhtar bizlerle.  

Bazen benim sorularımla bazen de içinden geldiği şekilde bu konudaki görüşleriniz sizlerle paylaşacak.

Bu paylaşımları yaparken bir şekilde iyi yapsın, motive olarak yapsın diye yarım elma gönül alma, çam sakızı çoban  armağanı, iki tane minik hediyemiz var.

Birisi Etik değerler Merkezi Derneğimizin kol düğmesi.

O kol düğmeli gömlekleri seviyor, zaman zaman onu kullanabilir.

Bir de şeref duyduğumuz, onur duyduğumuz Türk bayrağımız.

Yukarıda çay içiyorduk, sizi de takip ediyorduk, telefonla  şoförümüze de soruyoruz "Nerede? Köprüyü geçtiniz mi? Diye.

O sırada da arkadaşlar hep sizinle ilgili hazırladıkları meşhur bir kelime var "Acı var mı acı" diye bir kelime var onu hatırladılar.

Ben konuşmaya şöyle girmek istiyorum:

Keşke tertemiz bir Türkiye ortamı içinde bu konuşmayı yapsaydık ama Türkiye'de çok önemli olaylar gerçekleşiyor.

Bu kamuoyunda izliyorsunuz, basında izliyorsunuz,  aslında şöyle söylemek istiyorum, çekiniyorum, ama diyorum ki "Niye çekineyim?

Benim Etik Değerler Merkezi Derneği Başkanı olarak çekinmemem lazım.

Dünyanın etik çivisi çıkmış diyorum, ondan sonra da Türkiye'nin etik çivisi çıkmış diye devam ediyorum.

Etik nedir?

Çivi nedir?

Çıkmak nedir?

Bunlar herkesin tanımlarına göre farklı olabilir.

Ama değil mi ki  sizlerin önüne biz bu tür haberleri gösteriyor, bu haberler ile  sizi meşgul ediyorsak bir şeyler yolunda gitmiyor demek.

Türkiye etik değerlere  yeteri kadar değer vermiyor herhalde. 

Şöyle bir soru sormak istiyorum.

Sayın Reha Muhtar'a ; "Böyle büyük bir toplumu yürüten, büyük bir kurumun başında olan, yöneten birisi size dese ki konuşması sırasında 'Biz Allah'tan başka kimseye hesap vermeyiz.' Dese bu kurumu ona emanet eder misiniz?"

RM: Ben hayatı insanların milletin, halkın, kitlelerin genel kabulünün olmadığı, onlar tarafından kabul edilmemiş olan, onlar için , onların  kendi adına seçtikleri doğru şeyin dışındaki hiçbir şeye,  doğal olarak kişinin hayata bakışı ne olursa olsun, onun dışındaki referansları kale almamaya çalışırım.

Çünkü hayat bizlere şunu gösteriyor yıllar içerisinde ; herkesin değişik inançları var, herkesin değişik düşünceleri var, herkesin hayatı bir türlü okuyuşu var, herkesin hayatta seçenekleri var, bu seçenekleri kullanış tarzı var.

Kimsenin bir başkasına verebilecek bir referansının  olduğunu düşünmüyorum.

Herkesin kendi referansının kendisine olduğunu düşünüyorum.

Hayatın da gerçeğinin böyle olduğunu görüyorum.

Belirli bir şeye referans verip de insanları o yönde davranmaya sevk eden  hiçbir şeyi, metazori yapılan hiçbir şeyin hayatta geçerli  olmadığını görüyoruz.

Eğer gerçekten evrenin sırrını çıkartmaya, bulmaya çalışırsanız, görürüz ki  biz hiçbir şeyi yönetemeyiz.

İnsanlar olarak hiç kimsenin, buradaki üniversite öğrencilerine "Şöyle olun" dediğiniz zaman onlar öyle olmazlar.

Onlar bize "Siz böyle olun" deseler biz de öyle olmayız.

İnsanlar çocuklarına nasıl olmaları gerektiğini gösteremiyorlar.

Çocuklarını yönetemiyorlar.

Çocuklarını yönetemedikleri  yerde referanslar verip , şu referansın peşinden gidin, bizim referansımız bu , siz de bu referansın peşinden gidin demek abes , hayatın geçerliliği olmayan bir şey. Evrende karşılığı olmayan bir şey.

Onun için ben hiçbir referansı kendisini önemseyen hiçbir referansın benim için doğru olmayacağını, insanlar için doğru olmayacağını  düşünüyorum.

BŞ: Peki Reha bey, size şöyle desem; bazı öğrencilerim bana bunu ifade ediyorlar, ben ne diyeceğimi şaşırıyorum.

İfade etikleri cümle şöyle; "Bülent Hocam, burası Türkiye burada her şey olur."

Burası Türkiye kesin ama burada her şey olur mu sizce?


RM:
Türkiye bir Ortadoğu ülkesi.

Hayatı coğrafi olarak öncelikle bir coğrafi konumlamamızı yapmamız lazım.

Dünyada Kuzey ülkeleri var, Güney ülkeleri var, Avrupa ülkeleri var, Amerikan kıtasının ülkeleri var, Amerika Birleşik Devletleri gibi başka bir ülke var, Rusya gibi bir ülke var.

Bu verdiğim örneklerin  bazı değerleri  var, onun için söylüyorum bunu.

Bugün Türkiye'de yaşamakta olduğumuz bu günleri, bu olayları, medya tarafından bombardımana tutulan, bu yaşadığımız her şeyi, başından sonuna kadar , bir süre öncesinden itibaren şu olayı Türkiye'den başka dünyada nerede görebilirsiniz?

Soruyu aslında böyle sormamız lazım. Acaba şöyle bir olay Fransa'da olabilir mi?

BŞ: Şöyle olay dediğiniz olay nedir?

RM: Başından itibaren  Türkiye'de üçe ayrılan bir kesim görüyoruz.

Birinci kesim hükümetin yanlısı olan kesim, bir kesim çok güçlü olduğu söylenen cemaate yakın olan bir kesim, bir de Türkiye'de Kemalist  diye adlandırılan bir kesim var.

Kürt unsurlar var, çok farklı unsurlar var.

Onu da koyalım, dört kesim.

Bir ülkede rüşvet çıkacak, rüşvet haberleri diye anlatılacak, daha önce rüşvet haberleri olmayacak, rüşvet haberleri tam seçim öncesinde çıkacak, bu ilginç bir tarihte olacak, hepsi bir arada çıkacak.

Hepsi sanki  seçim öncesi ayarlanmış , o da bir absürt.

Rüşvet haberlerinin hiç çıkmaması da bir absürt. Sonra bunların dört tanesinin  bir arada olması da bir başka absürt.

Bu olayların peşinden giden emniyetin ve yargının mensuplarının yukarıdakilere ve görev bildirmeleri gereken yerlere bildirmemeleri de bir absürt.

Bildirselerdi bu operasyon yapılacak mıydı o da bir absürt.

Bu kadar absürt'ü bir toplum kaldırmaz.

Bu ancak dediğiniz gibi Türkiye gibi bir yerde olur. 

Bunu Fransa'da göremezsiniz, bunu Amerika Birleşik Devletlerinde göremezsiniz, bunu İngiltere'de göremezsiniz.

Tek başına yolsuzluk haberi görürsünüz.

Türkiye gibi yolsuzluk haberi olmadan hayat geçmez.

Yolsuzluklar olduğu zaman bunların aynı anda amirlerine bildirmeyen emniyet güçleri tarafından verildiğini de göremezsiniz.

Hepsi bir anda da olmaz.

Bunların hepsi seçimden hemen önce de olmaz.

Bütün bunların hepsinde bir şey var, bir örnek var aslında; sistem aslında olmak istediğimiz  gibi, gerçekleşmesini istediğimiz gibi bir demokratik hukuk düzeninin bütün dengeleri ile,  normları ile her şeyi ile oluşmuş bir sistem olmakta.

Uzak olduğu için bunların hepsi arka arkaya tesadüflermiş gibi geliyor.

Zaten hiçbiri tesadüf değil.

Bunu neden siz sorunca söyledim?

Bu Avrupa ülkelerinde görülmez.

Bu olayların arka arkaya olduğu görülmez.

Aralıklarla olur ama hepsi bir arada olmaz.

Amerika'da muhtemelen olmaz.

Rusya sanıyorum Türkiye'nin çok benzemeye başladığı bir ülke.

Değişik nedenlerle benzemeye başladığı bir ülke.

Orada din faktörü biraz daha farklı ama Rusya'nın sistemi sanki batının sistemine emprime olmaya çalışırken bizim çok enteresan simulatelerimiz var Rusya ile.

Demokrasiye bakış açısından, Avrupa Birliği müktesebatı saymıyor, iyiymiş gibi geliyor bana. Şuanda yaşadığımız şeyin Avrupa Birliği müktesebatı ile uzaktan yakından hiçbir alakası yok.

Hangi faslı açtılar, hangi faslı kapattılar ama o fasıl bu fasıl değil.

Bu fasıl Avrupa Birliği faslı değil, o çok açık.

Bu coğrafya Orta Doğu coğrafyası. Orta Doğu coğrafyasında çatışmalar, karşı karşıya gelmeler çok kanlı olur.

Ve maalesef Türkiye'de bugün yaşanan şeyin ben çok fazla Orta Doğu koktuğunu düşünüyorum.

Orta Doğu esansının çok yüksek olduğunu düşünüyorum.

BŞ: Sayın Reha Muhtar ben size desem ki :

"Bunun içinde bal olduğunu düşünelim ve Türkiye'de ki bir sözü hatırlayalım 'Bal tutan parmağını yalar'  

Sizce bal tutan parmağını yalamalı mı?

Gençlere ne demeliyiz?

RM: Sizin gibi ustaların önünde benim bu konuda bir şey söylemem pek yakışık almaz.

Ama sistem olarak benim hayat tecrübelerimden algıladığım, okumalarımdan elde ettiğim gerçek şu;

Hayat bir hukuki sistemin içerisine oturtulmazsa gerçek anlamda herkese ve her şeye karşı eşit olacak bir hukuk sisteminin hiçbir inancı, hiçbir insanı, hiçbir düşünceyi, yakın veya uzak bulmayan bir değerler sistemine oturursa,  o zaman bal tutan o parmağı yalayabilecek durumdan uzaklaşır.

Eğer birilerin kayrıldığını hissettiği anda birileri, güç elinde bulundurulan kişiler tarafından kullanılabilecek , birilerini kayıracak bir sistem hale geldiği anda , hukuk bunun önünde bir yaptırım oluşturmadığı anda bu bal tutan bütün parmaklar yalanıyorlar.

Ben 33 senelik gazetecilik yapıyorum.

Ben bunun dışında hiçbir örneğe rastlamadım.

Aslında dünyanın başka yerlerinde de böyledir.

Ama eğer hukuku siz , hukuk denilen kavramı siz herkese şamil ve eşit olarak gerçekten yürütebilirseniz.

Bunun nedeni ile insanlar korunmadıklarını anlarlarsa o zaman şemsiyesiz ve şapkasız kalacağınız için siz de yağmurdan korunmak için kendinize yönelik önlemler alırsınız.

Sizi birilerinin her zaman koruduğunu düşünüyorsanız , gerçekten de o güçler varsa sizi koruyan güçler, o zaman bu hukuksuzluğun zaten  tetiklenmesi kendiliğinden o ilhamı alırsınız.

Dolayısıyla Türkiye'de bütün sistemlerde hep bir korunan vardır.

Koruyanlar vardır ve koruyanların oluşturduğu korunanlar tarafından suistimal edilen bir güç vardır.

Türkiye'nin yaşadığı realite gerçek budur.

BŞ: Çok güzel izah ettiniz 

Ben de bunu öğrencilerime şöyle izah ediyorum;

Çocuklar, gençler, bal tutan parmağını bazen yalayabilir.

Yalayabilir deyince önce rahatlıyorlar.

Önemli olan bu elinizde tuttuğunuz balın içine parmak sokup yalamadan önce kendinize şu soruları sorun;

"Bu tuttuğum bal, benim alın terim ile kazanılmış para alınmış ve bana ait , tam hakkım olan bir bal mıdır? Değil midir? Diye düşünün.

Hakikaten sizin gerçekten alın teriniz ile  sahip olduğunuz , herhangi bir şekilde etik dışı davranarak elde etmediğiniz bir baldır, sizin hakkınızdır bu.

Tabii ki parmağınızı da sokarsınız, ayağınızı da sokarsınız.

Ama eğer bu bal size bir başkası tarafından emanet edilmiş, korunmak ve kollanmak üzere emanet edilmiş, bu bal 77 milyona ait bir bal ise, sizin bu bala parmak değil, kürdanı sokup kürdanın ucunu dahi yalamak hakkınız yok.

Böyle bir şey yapmayın." Diyorum.

Doğru mu diyorum Reha Bey?

RH: Çok doğru söylüyorsunuz Hocam.

Ben burada bir ekleme yapmak istiyorum sizin söylediklerinize.

Etik denilen şey veya insanın hakkı olmayan şeye gitmek istememesi insanın kendimiz  için önemi olan bir şey.

Biz bu dünyada yaşadığımız her olayı kendimizi geliştirmek için yaşıyoruz.

Kendimizi geliştirmiyorsa olaylar, o kazandığınız şeyin bana bir faydası olmuyor.

O kazanılmış gibi görünen şey, sizin elinizden gidiyor bir süre sonra.

Onun keyfini yaşayamıyorsunuz, onun huzuruna eremiyorsunuz.

Sizin ancak kendi çabanız ile elde ettiğiniz şeyin size verdiği mutluluk , huzur ve keyfi var. Burada arkadaşlarınız belki şunu diyebilir:

"Sallıyorsun Reha Muhtar, sen bana 1 milyon dolar ver de bak ben neler yapıyorum onunla. Sen atıyorsun, tutuyorsun bana 1 milyar dolar verdiğinde ben dünyayı dolaşmaya başlayayım, o zaman nasıl harcanıyormuş para, nasıl keyif verirmiş ben sana gösteririm" diye düşünüyor.

Oysa emin olabilir ki arkadaşlar, kendi çabanızla, kendi emeğinizle, kendi kazanımınızla onu elde etmemişseniz, onun keyfini o şekilde yaşayamıyorsunuz.

O haydan gelen huya gider denilen şeyden, çok başka yerlerden yaşadığınız,  hak edilmemiş kazançlar bir süre sonra size ters dönüyorlar.

Evrenin bir şifresi olarak size ters dönüyorlar.

Siz hem o paranın hayrını göremiyorsunuz, hem de o para ile mutlu olamıyorsunuz.

Hem de o para ile haksız bir şey yaptığınız için  bir gün gelip o yaptığınız şeyin bedelini ödüyorsunuz.

Biz buna kuantumcular karmik bedel ödeme diyorlar.

Bu dinlerde de çok var olan bir şey.

Ruhsal olaylar  ile ilgilenen kişilerin çok iyi bildiği bir şey.

Emin olabilirsiniz ki bir başkasının hakkını öyle dışarıdan alacağınız 1 milyon dolar size hayırlara vesile olmayacak, size mutluluklara vesile olmayacak.

Bu kuantumda da böyledir, dinlerin hepsinde böyledir.

Bu evrenin sırlarını çözmeye çalışan, şifrelerini çözmeye çalışan, deşifre etmeye çalışan bütün çalışmalarda bu şekildedir.

Onun için etik aslında bizim kendimize ihtiyaç duyduğumuz bir şey.

Başkalarının ihtiyaç duyduğu bir şey değil.

Biz kendimiz bir şey yaparsak mutluluk duyacağız, aslında, öyle kazandığımız zaman mutlu bir şekilde harcayacağız aslında.

O zaman onun keyfine varacağız aslında.

Çünkü kazandığınız para veya statü, kariyer sizin kendi emeğinizin bir parçası olduğu için size mutluluk verecektir. Yoksa yediğimiz şeyler aynı şeyler arkadaşlar.

Aynı yumurtayı ya haşlıyorsunuz, ya omlet yapıyorsunuz, ya tavadan yapıyorsunuz aynı yumurtayı yiyorsunuz.

Dünyanın en güzel yerinde de aynı yumurtayı yiyorsunuz.

Eninde sonunda aynı eti yiyorsunuz.

Eğer et yiyebiliyorsanız her tarafta aynı kıyma var, aynı bonfile var.

Bunlar arasında çok fark yok, asıl mesele onu yerken sizin algılamanız nasıl?

Hissiyatınız nasıl?

Siz kendinizi mutlu hissediyor musunuz?

Yoksa mutsuz mu hissediyorsunuz?

Huzurlu hissediyor musunuz?

Huzursuz mu hissediyorsunuz?

Siz huzurlu hissediyorsanız o zaman et de, yumurta da, salata da çok keyifli gelecek.

BŞ: Bu gençler niye etik olsun? Hep diyoruz ki etik olun, etik olun .

RM:
Kendileri için. Ben kendim için yapıyorum.

BŞ:
Ya şöyle derse etik davranmayınca çok mutlu oluyorum.

RM:
Hayat etik davranmayana etik davranmasını öğretiyor.

Hepimizin hayatında zamanı geldiğinde hepimiz birey olarak yaptığımız her davranışın bedelini zaman içinde ödüyoruz.

İşte o bedeli hepimiz ödüyoruz.

Buradaki mesele bunun ne kadarını farkına varıyoruz?

Ne kadarını farkına varmıyoruz?

Başınıza bir olay geliyor , onunla ne ilgisi var? Diyorsunuz.

Ama iyi düşündüğünüz zaman, farkındalığınızı artırdığınız zaman bu olayın bir önceki olayınızdan kaynaklandığını çok iyi görebilirsiniz.

Geçelim para pul işini, aşk işlerine bakalım.

Sizin bir önceki ilişkiniz, bir sonraki ilişkinizi bire bir etkiler.

Bir sonraki ilişkiyi hamile bırakır.

Eğer bir önceki veya iki önceki ilişkinizde karşınızdaki sevgilinizi çok fazla üzmüşseniz, çok egolu davranmışsanız onun egosunu hiçe sayar gibi davranmışsanız , evren size bir iki veya üç ilişki sonra mutlaka sizin egonuzun hiçe sayıldığı , sizin egonuzun deli gibi kendi egonuzu aradığınız ve kendinizi göstermeye çalıştığınız bir ilişki yumağının ortasında bırakır sizi.

Bu ikisi arasında bir korelasyon  var mıdır?

Vardır.

Ama bu ikisi arasındaki korelasyonun  farkında olmak için kendi farkındalığınızı artırmanız gerekiyor.

Aslında evren sizi terbiye etmektedir.

Bir yontu sanatı gibi düşünün olayı.

Heykeltraş heykelini nasıl yapar?

Traşlayarak yapar.

Onun gibi hayat sizi yontmaktadır.

Bu yontu sanatı olarak görürseniz hayatı kişiliğinizin nasıl zaman içerisinde, etik dışı davranışınızın nasıl bir süre sonra başka ilişkilerinizde etikleşmeye başladığını görürsünüz.

Buna eskiler tecrübe diyorlar.

Ama bu karmik bedeller sonunda insanların bire bir yaşadığı olaydır.

BŞ: Reha Bey, siz basın hayatı içinde o kadar yılınızı harcadınız ki ve en tepe noktalarda bu görevi yaptınız.

Türkiye basınında etik olmayan önemli neler gördünüz?

"Benim içime sinmedi bunlar" dediniz mi?

Türkiye basınında etik olmayan şu şu özellikler var diyeceğiniz neler var?


RM:
Çok güzel bir soru sordunuz Hocam.

Ben bir tek şey söyleyeceğim.

Aslında ansiklopedi oluşur bundan da, ben bir şey söyleyeyim,.

Medyayı buradaki arkadaşlar hepiniz üniversite, çok önemli yerlere geleceksiniz.

Size 33 senenin sonunda fikrimi söyleyeyim de bunu aklınızın bir tarafında isterseniz bulundurun.

33 senelik tecrübeyi size tek kelime ile özetleyeceğim.

Bunu özetledikten sonra eğer siz bunu önemserseniz , onun üzerinden giderseniz.

En azından rahat edersiniz.

Türkiye'yi çözersiniz de bundan mutlu olur musunuz bilmiyorum.

En azından hayatın bir şifresini çözersiniz.

Medya denilen şey, Türkiye'de ki medya, dünyada da böyle, bir algı yönetiminin adıdır.

Dünyada güçler vardır, merkezler vardır, devletler vardır, istihbarat örgütleri vardır, uluslararası medya vardır, uluslararası güçler vardır.

180 tane devlet vardır.

Herkesin menfaat grupları vardır.

Herkesin hayat ile ilgili bir duruşu ve bir çıkarı vardır.

Genelde de bu çıkarlar çoğu zaman çakışırlar birbiriyle.

Çakışanlar vardır, uyum içinde olanlar vardır.

Uyum içinde olanlar ittifak yaparlar,  çakışanlar hesaplaşırlar.

Şu anda Türkiye'de geçmiş ittifaklar çatışıyorlar.

Geçmiş çatışanlar uyum içerisine giriyorlar.

Bunun gibi bir şey.

Hayat sürekli değişir.

Bu kişilerin, bu grupların hepsi medya üzerinden bir algı yönetimi yapmaya çalışırlar.

Bizlerin, kitlelerin, milyonların üzerinde etkili olmaya çalışırlar.

Aynı olayın üzerinden bir algı yönetimidir medya.

Medyayı algı yönetimi olarak alırsanız medyaya sinirlerinizi bozmazsınız.

Kabul etmezsiniz de yaptığını, siniriniz bozulmaz.

Bugün tarihli gazetelere bakıyorsunuz 3 tip gazete göreceksiniz.

Gazetelerden 6-7 tanesi Yeni Şafak, Star , Sabah, bu gazetelerin hepsinde kirli operasyon diyor.

İran, Halk Bankası, Halk Bankasını uluslararası , İsrail  bizim İran'a paralarımızın gitmesini istemiyor.

Bunun için Halk Bankasını yok etmek istiyor.

Halk bankasını yok etmek için de Halk Bankasına yönelik operasyon yapıyor.

Halk Bankası'na yapılan operasyonda Halk Bankası genel müdürü üzerinden yapılıyor.

Onun üzerinde rüşvet, vs bulunuyor, amaç burada Halk Bankasını yok etmek.

Neden Halk Bankasını yok edecekler?

Halk Bankasını yok ederlerse İran'a bizim dolaylı yoldan yaptığımız ticareti engelleyecek.

Bunun için Halk Bankası hedefe konulmuş diyor.

Bunu hükümet yanlısı gazetelerin hepsi bu şekilde yazıyor ve diyor ki yanında :

"Kirli operasyon"

Ne demek kirli operasyon?

Uluslararası bir operasyon bu.

Arkasında İsrail var demeye getiriyor.

Bu birinci kategori gazeteler.

İkinci kategori gazetelere geçeceğiz.

Resimler göreceksiniz.

Paralar, ayakkabı kutuları, içinden dolarlar.

Ebru Gündeş'in kocası, bakanlar, bakanların çocukları, orada da bütün fotoğraflarla beraber desteklenmiş bir şekilde ağır bir rüşvet vakası göreceksiniz.

Ne oluyor burada?

4.5 milyon dolar verilmiş.

30 milyon dolar alınmış,.

120 trilyon temizlenmiş, ağzınız açık kalacak şekilde fotoğrafları yan yana göreceksiniz.

Bunu gördüğünüzde de ortada büyük bir rüşvet olduğunu göreceksiniz.

Üçüncü kategori gazetelere baktığınızda taraf, bugün gibi onlarda da aynı şeyleri rüşvetin olduğu yolundaki şeyleri göreceksiniz.

Ek olarak bir şey daha göreceksiniz.

Polis, savcı görevini yapıyor diyecek onlar.

Yargı  bağımsız diyecek.

Neden?

Orada da savcıların, emniyetteki kişilerin, onlar şunu yazmış olacak; görevden alındı polisler.

Hükümet yargı bağımsızlığına müdahale ediyor.

Şimdi aynı olayı üç farklı algı yönetimiyle, üç farklı gazete grubu, medya grubu, size sunacak.

Bunun televizyonu da aynı.

Bugün televizyonu ona göre yayın yapar, diğerleri ona göre yayın yapar.

Penguen yayınlayanlar hariç.

Bu üç kategori bizim algımızı yönetmeye çalışıyor.

Yani rüşvetin ön plana koymaya çalışıyor.

Nedir o?  

Türkiye'de kirlenmiş toplum var , rüşvet var Türkiye'de ve bunu bakan çocukları da yapıyor.

Bir algı yönetimi budur.

Öteki algı yönetimi uluslararası devletler Türkiye'ye orada din faktörü  de konuluyor İsrail gibi,  onlar Türkiye'ye yönelik kirli bir operasyon  yapıyorlar.

Onların Türkiye'de uzantıları var. Bu da bir algı yönetimi.

Üçüncüsü polis, yargı bunlar bağımsızlar aslında.

Bağımlı gibi göstererek hükümet bu konuda baskı yapıyor.

Medyanın gelmiş olduğu nokta, siz bir gazeteciyseniz, üniversitedeki en güzel zaman şu zaman , bunun kıymetini bilin bir kere.

Üçünde de olabilirsiniz, hiçbir sorumluluğunuz yok.

Üçünden yana da olabilirsiniz, yine bir sorumluluğunuz yok.

Fakat siz gazeteci olduğunuz zaman orada sorun çıkmaya başlıyor.

Ne olacaksınız?

Hangi algı yönetiminin karşısı olacaksınız?

Birinden birini olmanızı istiyorlar.

Dördüncü bir algı yönetiminiz yok.

Ben maalesef gazeteciliği yaptığım uzun yıllar boyunca  direk habercilik yaparken biraz Peter Sellers gibiydim.

Onun filmlerinde adamın hiçbir şeyden haberi yoktur, o kendi kendine işini yapar, fakat nedense olaylarla onun düşünceleri örtüşür.

O tamamen duygusal olarak, sezgisel olarak hareket eder.

Bu kategorizasyonu ben 30 sene sonunda  ortaya çıkarttım.

Bu algı yönetimidir.

Sizin tercihiniz neredeyse, aslında hepsi gerçektir.

Türkiye'de rüşvet vardır, rüşvet yok edilmiştir veya gösterilmemiştir. Bu olay uluslararası merkez, onlarında isteği ile olmaktadır.

Bu da bir gerçektir.

Bir örgütlenme var mı onu bilemiyoruz ama bir dayanışma var.

O dayanışmaya göre hareket edilip bu olay ortaya çıkartılmıştır.

O da vardır.

Bu dayanışma engellenmeye çalışılıyor.

Bu da vardır.

Gerçek bunların hepsinden oluşan ama hepsinin ötesinde bir yerdedir.

Şimdi eğer üniversitedeysek ve aydın, entelektüel kişiler olacaksak , ki oluyoruz, öyle bir yer burası.

Burası çok muhteşem bir üniversite.

Bunu bir kompliman olsun diye söylemedim.

Sadece kafenizi gördüm, benim siyasal bilgilerdeki kafe gözümün önüne geldi, orada kafe yoktu zaten çay hane vardı.

Bir burası geldi gözümün önüne, bir de orası geldi dağlar kadar fark var.

Hiç mülkiye daha güzeldir diye bakmayın, sizin okulunuz çok daha güze.

Bu kadar  muhteşem şartlar içerisinde çok daha muhteşem yayınlar olarak çıkarsınız.  

Hiç böyle eskiye nostalji yapanlarında etkisi altında kalmayın.

Eğer üniversiteliysek, eğer aydın olacaksak, algı yönetiminden haberdar olun arkadaşlar.

Gazeteciyseniz ise durumunuz kötü.

Çünkü gazeteci olarak hangi algı yönetiminden yana tavır alacağınız da sizin bireysel kararınız değil.

Burada üç algı yönetimi var.

Eğer şu gazetelerde , o medya grubunda çalışıyorsan bu olayın algı yönetimini bu şekilde vermek zorundasın.

Ötekindeysen öteki şekilde  vermek zorundasın.

Ben uzun zamandır televizyondaki haber bülteni tekliflerini, gazeteleri yönetme tekliflerini uzun bir zamandır kabul etmiyorum.

Kabul etmeme nedenim tam da bu işte.

Çünkü ben de üç algı yönetiminin bir parçası olmak istemiyorum.

Çünkü burada bir kategorizasyon var.

Bunun için istemiyorum.

Yoksa ben bunlardan bir tanesine inanıyorum veya inanmıyorum diye değil.

Sadece tek bir algı yönetimi içerisinde olmak istemiyorum.

Çünkü ben algı yönetimine itiraz edeceğim şeyler olacak ve itiraz edeceğim şeyleri seslendiremeyeceğim, üstelik yönetici konumunda o algı yönetiminin bir parçası, aktif bir parçası olacağım.

Onun için ben sosyal medyanın, twitter sisteminin, internet sisteminin çok demokratik bir şey olduğuna inanıyorum.

Çünkü her biriniz kendi algı yönetiminizi kendiniz yapıyorsunuz.

Bu üç düşünce katrenin düşüne parçası mümkün olduğunca olmuyorsunuz.

Tabii etkileniyorsunuz.

Sonuçta onların size algı yönetimiyle siz de algınızı oluşturuyorsunuz.

Fakat yine de bir bireysel ve özgür ve kendinize has olan bir kısmınız var.

O kısmınız da kalıyor.

Onun için o kısmınız da twitter'daki paylaşımlarınızı yansıtıyorsunuz.

O anlamda twitter da, sosyal medya daha demokratiktir.

Ötekisi eğer medyayı bir algı yönetiminin bir parçası olarak görürseniz medyaya artık kızmazsınız.

Gazetelerin manşetlerine bu söylediğim gözle bakın.

O zaman her şey ortaya çıkar.

Gerçek bunların hepsinin dışında bir yerlerdedir.

Artısında bir yerdedir eksisinde bir yerde değil.

Onlar olmasa gerçeğe ulaşmak da zorlaşır.

Bu dünyadaki medyayı kim oluşturuyor arkadaşlar? Sermaye oluşturur.

Bir insan niye medyayı  oluşturur?

Bu iş karlı değil.

Birebir karı yok.

Peki niye 100 milyon dolar para yatırılsın bir işe?

Güç.

Neyin gücü?

Algı yönetiminin gücü.

Başka bir güç var mı?

Siz 100 milyon doları değil, 100 bin Liranız, 10 bin Liranız olsa, size 10 bin Lirayı gelse birisi size dese ki:

"Okul gazetesi çıkaracağız, ver bana şu 10 bin Lirayı" ama bu para gidecek.

Siz geri almayacaksınız bu parayı.

Bu para önümüzdeki sene 15 bin Lira olmayacak.

Nasıl gidecek?

Birer birer gidecek, bir senenin sonunda 10 bin Liranız yok olacak.

Karşılığında ne olacak?

Okulun gazete kolunun başkanı olacaksınız.

Peki siz buna girer misiniz arkadaşlar?

10 bin Lira verip, bir daha 10 bin Liranın sahibi olmadan girerseniz, mutlaka bir karşılık beklersiniz.

O 10 bin Liraya belki siz gideceksiniz Amerika'da 3 ay okuyacaksınız.

Onu bırakıp da herhangi bir üniversitenin, fakültenin okul gazetesi başkanı olmanın karşılığında 10 bin Lirayı niye veresiniz?

Medyada budur.

Sizin 10 Bin Liranızı 100 milyon dolar yapalım isterseniz. 100 milyon dolara gazeteyi ve televizyonu alıyorum.

Niye alıyorum?

Sen buradan para kazanmıyorsun, burası restoran değil , kebapçı değil,  niye alıyorsun sen burayı?

Darüşşafaka mısın sen?

Darülaceze misin? 

 Değilsin.

O zaman bir nedenin var.

O neden algı yönetiminde insanları yönetmek ve onun sonunda o rantı ya kristalize etmek, ya onu aklamak, ya onu yasal bir zemine oturtmak.

Mutlaka arkasında bir neden vardır.

Arkasındaki nedeni bilmeden, arkasındaki nedeni düşünmeden, gazeteleri ve televizyonları seyretmeyin ve okumayın.

Arkasındaki nedeni mutlaka olduğunu düşün ve sonra bunu çıkartmaya çalışın.

BŞ: Siz bunları söylediğinizde çok doğru şeyler söylüyorsunuz.

Çünkü tecrübelerinize dayanarak bunları yaşamışsınız.

Ama gençlere şöyle bir mesaj veriyorsunuz; gençler bugünkü basını takip ederek doğruyu öğrenme ve bilme olasılığına sahip olmayabilirler.

Gençler doğruyu nereden öğrensinler?

Türkiye içinde hangi mekanizmayla doğruyu, gerçeği nasıl öğrensinler?

RM: Hepsine bakacak, bu gerçekleri benim burada verdiğim şifreler sizi gerçeğe yaklaştıran, gerçeğe doğru gidecek şifreler.

Yoksa oradaki haberler yalan haberler değil.

Mesele şudur arkadaşlar; hangi haberi büyütüyorsunuz?

Haberlerin hepsi doğru.

Orada paralar gitmiş , girmiş ,çıkmış, rüşvet var, abartılanlar var ama haberin yüzde 70'i doğrudur.

Uluslararası merkezler Türkiye üzerinde oyun oynuyorlardır .

Bu da doğrudur. Hepsi doğrudur bunların.

Ama hangisi ön plana çıkartılmış?

Bazıları bizim kafamıza sokulur.

Gazeteye şöyle bir baktığımızda sizde bir algı çıkar.

"Vay anasını" dersiniz.

Vay anasını bir şey için söylersiniz, iki şey için söylemezsiniz.

"Vay anasına ne biçim rüşvetmiş" dersiniz ya da

" Vay anasına sen neymişsin İsrail" dersiniz.  

Burada nasıl rüşvetmiş  algısını daha çok görüyorum.

Gerçek hepsinin bir miktar daha ötesindedir.

Hepsi vardır.

Burada gerçeğe ulaşacak olan sizsiniz.

Burada hepsinin şifresi var.

Burada bir tanesi yok.

Burada zamanlama çok önemli.

O zamanlamanın bir anlamı var.

Hepsinin bir araya gelmesi önemli.

Bunun da bir anlamı var ama rüşvette var. Hiçbiri birbirinden az değil.

Dolayısıyla siz o gerçeği bu şifreleri ışığında çözmeye çalışacaksınız.

Gerçeğe sadece siz ulaşabilirsiniz.

Kimse size o gerçeği bütünüyle vermez.

Çünkü o gazeteler, o televizyonlar, biraz önce söylediğim 10 milyonlarca dolarlık paranın karşılığında o gücü ellerinde tutuyorlar. 1 milyar 200 milyon dolara bir grup satılıyor.

Siz 10 milyon Lirayı verirken tereddüt halindeyken, 1 milyar 200 milyon Lirayı bir insan hilali alem uğruna verir mi?

Vermez.

BŞ: Çok güzel söylediniz, buradan ben şu mesajı alıyorum; gençlerimizin dikkat etmesi gereken şey, sadece tek yönlü ve tek odaklanmış bir bilgi kaynağına dayanarak bir sonuca lütfen ulaşmayın.

Gençler vizyon sahibi olun. Sadece sözcü okumayın.

Her algıyı yaratan tarafı hepsini birlikte okuyun ve değerlendirin, ondan sonra kendi kanaatinizi kendiniz verin.

RM: Hepsinde gerçek var.

Ben şunu söylemiyorum;

çok söylenen bir şeydir üniversitelerde , eskiden hocalarımız söylerdi:

"Bu medya çok kötü . Hiçbir şeye bakmayın siz. Boşverin siz."

Hayatta böyle bir şey yok.

Hayatta hepsinde bir gerçeklik var.

Ama siz o şifreyi bilirseniz gerçeği ortaya çıkarırsınız.

Hepsinden önemlisi kendi kalbinizin sesini dinleyin.

Kendi algınız önemli olsun.

BŞ: Sayın Reha Muhtar, bu güzel konuşma arasında arada bir oyun oynayalım mı sizinle?

Bizim oyunumuz gençlere güzel şeyler söylemek, yol göstermek için bir oyun olsun.

Bizim oyunumuzun adı "Bir kelime bir cümle" oyunu.

Ben size bir kelime söyleyeceğim, aklınıza gelen ,ilk cümleyi benimle paylaşmanızı isteyeceğim.

Sayın Reha Muhtar , benimle bir kelime bir cümle oyununu oynamaya hazır mısınız?


RM:
Ben oynamaya hazırım da o kadar güçlü olmazsam kusura bakmayın.

BŞ:
Kelime aşk cümle.

RM:
Sevgiyi bulabilirsiniz ama aşkı her zaman bulamazsınız, çok nadirdir.

BŞ:
Kelime çocuk cümle.

RM:
İnsan hayatının tamamlanması sürecinin adı . 

BŞ:
Kelime gazete cümle.

RM:
İllallah deyin isterseniz.

BŞ:
Kelime etik cümle.

RM:
İçimde.

BŞ:
Kelime hoşgörü cümle.

RM:
Hayatta Orta Doğu coğrafyasının en fazla ihtiyaç duyduğu kelime.

BŞ:
Kelime Saygı cümle.

RM:
İnsan Hakları.

BŞ:
Kelime sorumluluk cümle.

RM:
Aile.

BŞ:
Kelime Atatürk cümle.

RM:
İçimizde.

BŞ:
Kelime Türk Bayrağı cümle.

RM:
Türk Milleti.

BŞ:
Kelime Reha Muhtar cümle.

RM:
Bir garip bencileyin (Eskimiş).


BŞ:
Reha Bey, o kadar çok kalabalık oldu ki, ben eminim konuşmalarımız sırasında hemen bir şeyler sorma arzusunda olanlar var.

Hemen sorularınızı alalım.

Özyeğin Üniversitesi çok soru soran öğrencilerden oluşuyormuş, cesaretli sorular soruyorlarmış, zor sorular soruyorlarmış, gelmeden öyle söylediler.

ÖĞRENCİ: Ben iki gündür süren operasyon ile ilgili soracaktım. Herkese bir zamanlama vurgusu yapılıyor. Bu seçim ayları öncesi değil de , seçime üç gün kala olsaydı, savcılar şunu mu demeliydi: "Seçim var biz bunu yapmayalım, bir ay geçsin ondan sonra yapalım" mı demeliydi. Yoksa Savcılar yaptı, basın "Üç gün var seçime biz bunu yapmayalım da seçimden sonra duyururuz" böylemi olmalıydı? Yoksa "Ne zaman çıkarsa çıksın."

RM: Arkadaşlar, demokrasilerde zamanlama da seçimleri etkilemekte demokrasi oyununun bir parçasıdır.

Elbette bu olayın seçimlerden hemen önce, üç ay kala yapılıyor olması bir zamanlama olarak elbette planlanmış.

Bu bir sene önce, iki sene önce değil de 30 Mart seçimlerinden hemen önce Aralığın 18'inde , yani 3 ay kala biraz önce söylediğimiz algının yönetiminde algıları değiştirmeye yönelik bir zamanlama olduğu ortada.

Çünkü tam böyle bir zamanda algınız dönüşmeye başlar ve 30 Mart'a kadar o dönüşe dönüşe perçinlenir ve değişir değişecekse.

Çünkü burada değişmesi istenilen bir algı var. Son seçimlerde AKP'nin oku yüzde 50 idi.

Bir algı değişimi  gerekiyorsa bu doğal olarak 3 ay öncesi olması akla yatkındır.

Bunu 2 sene öncesi yaptığınız zaman etkisi olmaz.

3 gün önce yaptığınız zaman da algı perçinlenmeden geçer gider seçimler.

Bu böyle olması işin bir parçası. Ama demokrasiler böyledir zaten.

Demokrasilerde skandallar bekler bekler , tam seçim öncesinde, bu Amerika'da ki skandallarda böyle zamanlarda yapılıyor.

Belki burada sorulacak soru, bunun böyle olması ters bir şey değil.

Demokrasilerde seçim dönemlerinde politikacılarla ilgili şeyler çıkar.

Herkesin bir nedeni vardır sonuçta.

Amerika'da da tam seçim döneminde Amerikan başkanı ile ilgili skandallar ortaya çıkar.

Her şey bittikten sonra ne yapsın kimse.

Herkesin bir motivasyonu vardır.

Herkesin bir motifi vardır.

Dolayısıyla Türkiye için de  seçimlerle bağlantılıdır, olduğunu düşünüyorum.

Buradaki konu bunun yargı tarafından çıkartılıyor olması, oradaki tesadüf biraz .

Bu bir gazetede çıktığı zaman seçimlerden önce olur ki insanların algısı değişsin.

Bundan 3 sene önce yapılsa bunun bir algısı olmaz.

Bu demokrasinin içerisinde bir şeydir o anlamda.

Fakat anladığım kadarıyla hükümet tarafından gelen şeylerde, hükümet yanlısı gelen gazetelerden gelen şeylerde yargıdan gelmesi, seçimin bir tarafı değil yargı.

Orada bir tesadüf var mı?

Yok mu?

Orası bir muamma.

Henüz çözülmedi.

Ben bir şey söylemek istemiyorum.

Ben size karşı konuşmalarımda kaçak güreşten yana değilim.

Fakat bilmediğim şeylerde, kanıtı olmamış şeylerde, henüz kanıtı olmamış şeylerde , hukuk tarafından kanıtlanmamış şeylerde bir şey söyleyip yanlış yönlendirmek istemiyorum.

ÖĞRENCİ: Ben Alper. Yaklaşık birkaç ay önce Redhack  davasından dolayı Barış Atay'ı içeri  aldılar ve dışarı çıktığında bir açıklama yaptı. "Tarih ileride  bu basın yazacak, ve bu basın kendinden utanacak" dedi. Ben de sizin açıklamalarınızdan basının kirli olduğunu anladım. Biz 10 yıl,  20 yıl sonra elimize bir gazete aldığımızda ellerimiz, yüreğimiz hala kirlenecek mi? Yoksa basına dair bir umudunuz var mı?


RM:
Anladım senin söylediğini, çok iyi anladım. Şöyle bir duygu uyandırmak istemiyorum;

"Çok kirlidir, yarın öbür gün bunlar teker teker ortaya çıkacaklar."

Çıkacak olan şeylerin şifrelerini vermeye çalıştım size.

Eğer medyayı gücün bir yansıması olarak , değişik  güçlerin değişik değişik yansımaları olarak görürsek, o zaman fazla bir önem aksetmez.

O kadar linç yaşanıyor ki bu medyada.

Bu Türkiye'de o kadar linç yaşanıyor ki. 

O linç yaşanırken o kadar utanılacak şeyler de yapılıyor ki.

Bunlar zamanı geldiğinde teker teker ortaya çıkıyor.

Zamanı geldiğinde her ortaya çıkana da şöyle bakma, bazen de gerçekler ters düz edilerek ortaya çıkıyor.

Herkesin kendine göre bir gerçeği, herkesin kendine göre bir okuması, herkesin kendine göre bir külliyatı oluşuyor.

Gittikçe de artacak bu külliyatlar.

"Bir gün gelecek hepimiz aynı olacağız" Olmayacağız.

Herkesin kendi külliyatı olacak. Daha önceden mağdur olduğunu düşünenlerinde bir külliyatı olacak.

Oluştu zaten.

Herkes kendi külliyatını yaratacak. İçinde gerçeklerde var olacak, elbette abartılar da var olacak.

Ama mağdurların hepsinin kendi külliyatı oluşacak.

Fakat çok umutsuz olmanızı istemiyorum hayat ile ilgili.

Şifreler çok açık.

Belirli gücü olan kimseler yansıtmak istedikleri o güç , yansıtmak istedikleri şekilde kendi algı yönetimlerini yaparlar.

Mesele bizim algımızı yönetmektir. 

Bizim algımızı yönetmeye çalışıyorlar.

Herkes çalışıyor.

Bunu Amerika Birleşik Devletleri de çalışıyor, İran da çalışıyor.

Bir örnek vereyim; son Oscar ödülünün İran'a yönelik 1978 yılında yapılan bir operasyonun filmi, Argo filmin ismi. O film aldı.

Oscardan daha büyük bir ödül yok. Bütün dünya, bütün Amerika o Oscar ödüllerini izliyor. Bizde MTV'den sabaha karşı 5:30 'da gösteriyor.

Dünyada Oscar ödülünün en önemli filmini Argo'ya verdiler.

Michelle  Obama yani başkan Obama'nın eşi Beyaz Saraydan bu ödülü filmin yapımcısına Beyaz Saraya bağlandılar, Beyaz Saraydan verdi.

Amerikan başkanının eşi bugüne kadar Oscar tarihinde 75 yıldır olmamış bir şeyi yapıyor, Beyaz saraya bağlanıyorlar, Beyaz Saray'dan Amerikan başkanının  eşi bu ödülü alanlara canlı yayında ödül alanları tebrik ediyor.

Oscar tarihinde görülmemiş bir şey.

Filme bakıyorsunuz 1978 yılında Amerikalı rehinelerin İran'dan kurtarılmalarını operasyonlarını veriyor.

Filmi ben iki defa izledim, üçüncüsüne bir daha baktım o film normal şartlarda Oscar almaz da , gişe bile yapmaz.

Bu filme yaklaşık 45 dakika dünyada milyonlarca insan izlerken etkisi bir de katlanarak artacak.

Çünkü Oscar alıyor.

Oscarlı film tekrar sinemalarda vizyona girecek.

Hepimiz gideceğiz Oscar aldı diye.

Bu filmi neden Michelle  Obama, Amerikan Başkanı'nın eşi bunun ödüllerini veriyor?

Ne var burada?

Şu var;

İran o sırada Amerika'nın düşmanı.

Amerika'nın istemediği bir şey var İran'da.

O zamanlar vardı, şimdi yavaş yavaş anlaşmaya başladılar da .

Bütün dünyayı İran'a karşı harekete geçiriyor.

Öyle bir İran popülaritesi  ile karşı karşıya geliyorsunuz ki, öyle bir İran resmi ile karşı karşıya geliyorsunuz ki, tedirgin oluyorsunuz.

Kötü görünüyor.

Oradan Amerikalıların öyle bir kurtarılışı var ki, her an yaşıyorsunuz onu.

Aman kurtaralım.

Size iki saat boyunca bir cehennemden kurtulmayı yaşatıyor.

Sonunda algı olarak İran cehennemdir.

Bu algıyı güçlendirmek için ne yapıyor?

Michelle  Obama'ya bile bir görev yüklüyor, Michelle Obama'yı bile beyaz Saraydan canlı yayına bağlıyor.

Bütün sonunda ne algısı yerleştirilmeye çalışılıyor bizler üzerinde.

İran cehennemdir. Mesele bu kadar açık.

Eğer bunun farkına varırsanız , İran cehennem olabilir ayrıca ben İran cennettir demiyorum.

Cehennem de olabilir, cennet de olabilir.

Ya da o aralarda bir yerdedir.

Hiçbir şey cehennem ve cennet olmaz.

Bu algıyı yaratmak için Oscar gibi, bu bir gazete değil, koskoca bir Oscar töreni.

Hiç alakası yokmuş gibi görünüyor.

Sanat.

O sanatın içerisine bunu yerleştiriyorlar.

Eğer algıyı seçebilirseniz, eğer şifreleri çıkarta bilirseniz kızmazsınız ama bilirsiniz.

Bilirseniz kendi İran algınız da bu gerçekler ışığında oluşur.


ÖĞRENCİ:
  Hoşgeldiniz öncelikle okulumuza. Biliyoruz ki Fethullah Gülen'in Amerika ile arası çok iyi ve biliyoruz ki aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan'ın da Amerika ile arası çok iyi. Kaç gündür bakıyoruz sürece Amerika'dan hiçbir ses çıkmadı. Cemaat burada bastırıyor. Sizce Amerika Recep Tayyip Erdoğan'dan vaz mı geçti? Türkiye'nin geleceğin de ne olacak? Acı olacak mı acı?


RM:
 Atilla İlhan'ın kitapları vardır bilir misin?

Hangi gelecek?

Hangi batı?

Hangi sol?

Bende sana Atilla İlhan'ın kitabındaki gibi sorayım;

Hangi Amerika?

Tek bir Amerika yok.

Hangi Amerika?

Amerika'nın hangi tarafı?

İstersen başka bir şey sormayayım.

Amerika'da da değişik güçler var.

Amerika'da da Dış İşleri Bakanlığı var, Amerika'da CIA var, Amerika'da Beyaz Saray var.

Türkiye dediğin zaman, Türkiye bir şeyin arkasında dediğin zaman, Türkiye Suriye'nin arkasında mı?

Değil mi?

Hangi Türkiye?

Ahmet Davutoğlu  Suriye'ye karşı.

Ne demek?

Dış İşleri Bakanlığı karşı.

Kemal Kılıçdaroğlu Suriye'den yana.

İkisi de Türkiye. Peki başbakanlık nereden yana?

Avrupa Birliğinden sorumlu bakanlık nereden yana?

Suriye konusunda hükümetin içinde bile, Türkiye'de ki yönetim sisteminin içinde bile görüş birliği yok, farklılıklar var.

O farklılıklar aslında çatışıyorlar.

Biz göremiyoruz onu.

Onu bize göstermemeye çalışıyorlar.

Onun için hangi Amerika? Dedim.

Amerika'da da birileri birilerinin arkasındadır.

ÖĞRENCİ: Bundan sonra AKP Recep Tayyip Erdoğan gider ve yerine Cemaatin oluşturduğu bir parti gelir mis sizce?


RM:
 Sen benden fazla şey istiyorsun?

ÖĞRENCİ:
Reha Bey hoşgeldiniz. Ben kendimi tanıtayım önce, Ege Gümüş Makine mühendisi öğrencisiyim. Panelin başını kaçırdım, tekrarlıyorsam lütfen kesin beni. Ben Kürt açılımı ile ilgili görüşlerinizi merak ediyorum. Ve yakın zamanda ne zaman tekrar gündeme getirilecek? Nasıl ve nereye doğru ilerleyecek bu konu?


RM:
Çok detaylı bir soru sordun.

Makine mühendisi olunca böyle oluyor insan demek. 

Bu olayı Kürt açılımı olayının  iki noktası var.

Birincisi Türkiye'de 1984 yılından beri  yaklaşık 30 yıldır devam etmiş bir savaş var.

Burada insanlar öldü, gençler öldü.

Doğrusu ve gerçek olan bir şey var, biraz önce konuşmamda size evrenin şifreleri ile ilgili bir şey söylemiştim.

Hayatta ölümden yana olmayın.  Hayatta yaşamaktan yana olun.

Hayatta hayatın devamından, idaresinden yana olmak bir kere evrensel olarak bizim misyonumuz.

Dolayısıyla savaşın olduğu ve insanların öldüğü hiçbir süreci bir insan olarak desteklemek ya da onu haklı görmek, ya da o haktan politik bazı amaçlar hedeflemek insana yakışmaz.

Ben barış olan süreci kimin oyunu? Kimin planı?

O tarafı ile ilgilenmem, işin barış tarafı ile ilgilenirim.

Tek bir devlet içerisinde, tek bir Cumhuriyet içerisinde ancak savaşmayan  insanların, ölmeyen gençlerin olduğu bir ülkeyi arzularım.

Bu benim önceliğim. Bu bizim önceliğimiz.

Benimden kastettiğim insan olan öncülük.  

Buradan politik hedefi, bir kesim var ki Türkiye'de barışın olmasını istemiyor, bir kesimde var ki bu barışa taşa sırtını yaslayıp oy kazanmak istiyor.

Politik kısımları atalım.

Bu önemli değil.

Çünkü evrende politika yok.

Evrende insanın  hayatı var.

Evrensel bir değer.

O anlamda barışın sağlanması ve devam etmesi çok önemli bir şey.

Fakat ben son dönemin bu barışın sağlanmaması ve savaşın yeniden hareketlenmesi için çok önemli planların yapıldığını görüyorum.

Bu planlar içerisinde Abdullah Öcalan'ı sürecin dışında tutup yani Kürt tabanı üzerinde Abdullah Öcalan'ı soyutlama çabaları olduğunu görüyorum.

BDP'nin daha farklı davranmaya başladığını görüyorum.

Bu süreç belki seçimlerde hakarete uğrayacak diye düşünüyorum.

Ben süreçle ilgilenmiyorum, ben barışla ilgileniyorum.

Size de önerim; insan hayatının yok olmamasını savunmaktır.

İnsan hayatının, öldürülmelerin daha fazla devam etmemesini savunmaktır.

Çünkü ölen insanların üzerinden hayat kurulmaz.

Ölen insanların üzerinden mutlu bir gelecek sağlanmaz.

Bundan emin olun.

Onun için ölüm yoksa o kadar yanında durun. Evren size bunun karşılığını verir.

Benim söylediğim şey politik bir şey değil.

BŞ: Bu birlikteliğimizin sonuna yaklaşıyoruz. Ben istiyorum ki Reha Muhtar son söz olarak etik ile ilgili gençlerimize bir mesaj versin.


RM:
Ben mesaj vermesini bilmem, gerçekten bilmem  ama son bir soru varsa cevaplayabilirim.


ÖĞRENCİ:
Sorum kısa ve öz ama kendimi tanıtmam biraz daha uzun sürecek sanırım. İsmim Utku Can Şahin endüstri mühendisliği 3.5'dan 4 öğrencisiyim.

RM:
3.5'dan 4 ne demek oluyor?


ÖĞRENCİ:
3.5'dan 4 şöyle oluyor; 3. Sınıf olduğun zaman 120 kredi tamamlamış oluyorsun, 4. Sınıf olduğun zaman 180 kredi tamamlamış oluyorsun. Ben 155 kredi tamamladığım için 3.5 'dan 4 oluyorum. Ana haber bültenlerine dönecek misiniz?

RM:
Hayır, dönmeyi düşünmüyorum.

Biraz önce anlatmaya çalıştığım nedenden dolayı ben kendime bu algı yönetiminde tek bir tarafın algı yöneticisi olarak görmek istemiyorum şu anda.

Algı yönetiminin bu şekilde yapılmasına karşı değilim, ne Türkiye'de, ne dünyada.

Sistemin ve hayatın değişmesine, kimse haberci olmasın, herkes kendi kendine bir şeyler yapsın demiyorum.

Fakat 33 yıl gazetecilik hayatından sonra kendimi şuanda bir algı yönetiminin bir parçası olarak görmek istemiyorum.

Kendi düşüncelerimi sizlerle böyle bir sohbetin daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Kendi düşüncelerimin kategorik algı yönetiminin ötesinde daha bireysel yorumlamaların daha fazla hayata katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Bunun daha demokratik olduğunu düşünüyorum.

En azından bunun benim için daha tatmin edici olduğunu düşünüyorum.

Biraz  da sadece kendimden ibaret olduğum zaman daha iyi anlatabildiğimi, daha güzel iletişimler kurduğumu düşünüyorum.

Sanıyorum yıllarca çokluğun çokluk olduğunu zannederdim.

Sanıyorum azlığın esas çokluk olduğunu yeni anladığım için, azlıkla yaşamayı tercih ediyorum.

Teşekkür ederim.

BŞ: Reha Bey, eğer beni kırmazsanız sizden bir ricam olacak.

Ben kendi yazdığım bir kitabı size imzaladım.

Onu size takdim etmek istiyorum.

Birincisi bu.

İkincisi de bu kitabın içerisinde ben kendime bir etik dua yazdım.

Zaman zaman bu etik duayı kendim ediyorum.

Siz de uygun görürseniz bir cümlesini ben, bir cümlesini siz okuyarak bu etik duayı birlikte yapalım.

BŞ: Allahım,

RM:
Doğru yoldan ayrılırken

BŞ:
Başkasının hakkını yemeğe çalışırken,

RM:
Yalan dolan ile iş yapmaya başlarken,

BŞ:
Canlılara ve çevreme zarar vermek için düzen kurarken,

RM:
Hak etmediğim lokmayı ağzıma atarken,

BŞ:
Ahlak dışı bir davranışa niyetlenirken,

RM:
Paylaşamayacağım bir zenginliği elde ederken,

BŞ:
Adaletsiz kararlar alırken,

RM:
Beni başarısız kıl.  Bu konularda bana başarı yüzü gösterme.

BŞ: Amin.


RM:
Arkadaşlar, çok çok teşekkür ediyorum beni davet ettiğiniz için, bana zaman ayırdığınız için.

Bütün kalbimle, bütün ruhumla size hayatta başarılar diliyorum.


BŞ:
Teşekkür ediyoruz.

Ağzınıza sağlık.

Gençler, unutmayın; "Etik her zaman kazanır."

Hoşçakalın...

.
.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



..



.



.



.



.


.


.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.
.

Özyeğin Üniversitesinde "Etik Sohbet"



Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org