Tüm Yazıları
ShareThis
|
S e y a h a t n a m e . . .
30.05.2011
Kenan SİNANOĞLU |
|
Okunma Sayısı : |
6994 |
|
|
Oy Sayısı : |
3 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
2,39 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 1
BÜYÜK ÇARPIŞMA
Saat 12'ye doğru ilerliyordu... Haydutların, 'geldim-vurdum...'larına 5 vardı...
Tam da o an'da, Kümbet Tepe'm üstünde İki bulut çarpıştı...
Gelmiş geçmiş ne kadar hüzünlü, Ne kadar Sevgili Dünya'mlı bulutlarım varsa... Ne kadar Marduk'lu, mutlu, kutlu...
İki cephe olup, birbirlerine girdiler....
3. Konstantin'in, 'Ya yüreğini koparın getirin, ya kellesini...', Dediği şair dedem...
"Ayasofya'nın damından düştüm; boynum kırık."
Demedi... Çeki düzen verip kendisine, Daldı bulutların içine...
* Oradan, Selânikî Mustafa Efendi'mizin kitaplarından; Ayasofya'nın bahçesinde gömülü, Şehit şehzadelerimiz, Kalktılar...
'Biz, ONLARI affettik...' demediler...
Daldılar bulutların içine...
* Kemalî, Semaî, Seyranî, Fuzulî, Bakî, Nesimî, Buharî, Sümmanî, Ve bildik bilmedik, Adlarının sonunda çatılı 'î'ler olan, Yüzmilyon kadar ruhî.... Onlar da daldılar bulutların içine...
* Açtı, '1591, Gülhayats Istanbul' adlı kitabını, Selânikî Mustafa Efendi'mizin, Defne gözlü kızı Gülhayat:
Dörtbiryanlı ölüler-diriler, Durumlara şaşırıp kaldılar... Fırlayıp sayfalarından, Daldılar bulutların içine...
* Mübalaga cenk olundu...
* Her iki bulutî bulut, Birbirlerine öyle bir çarptılar kim...
Çakan şimşeklerin alevi, gürleyen göklerin sesi, O güne kadar görülenler, Bilinenler, işitilenler gibi değildi...
İnci inci dökülür oldular yerimizin yüzüne...
* Aşağıda, Kuşkaya Dede'm bekliyordu...
Latif Kaptan, o Habeşistanlı... 'Gemim küçük gelir...' demedi...
Kuşkaya Dedem'e, 'Seni affettim; sen de gel...' dedi
Sicim gibi inen ne kadar yağmur varsa... Bindirdi gemisine..
* Bir büyük 'Seyahat' başladı...
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 2
ARKADA KÜMBET TEPE'M -
Onikiye 5 bile yoktu...
Latif Kaptan'ın altında Karadeniz; Anaların ikibin fersah derinliğindeki karagözlüsü...
Kıyıda en maviş gözlü çömlekçiler,
En süslü beşiklere en güzel boyaları döktürenler, Hırtarıç basıcısı kızlar...
... hepsi el sallıyorlar gemidekilere;
'İşiniz acele; biliyoruz; tez gelin...' diyorlar. En Kümbet Tepe'mli, azcık hüzünlü...
... gülüşlerini veriyorlar...
İyi azık olur, belki yolda diye...
* 'Biraz bekleyelim,' diyor Latif Kaptan, 'Daha gelecekler var.'
Soluk soluğa onlar da yetişiyorlar...
En önde elinde en güzel gülleriyle, Ayşegül;
'Geldik! İzin buyur Latif Kaptan, Bir yerlere yerleşelim...'
'Hoşgeldiniz, boş yerlere geçin...'
Bildiği ne kadar dil varsa; Türkî, Habeşî, İspanyolî; Onlarla selâmlıyor gelenleri...
Kümbet Tepe'min üzerindeki büyük çarpışmadan İnci olup düşenlerin içindeki tercümanîler Yardımcı oluyorlar selâm faslına...
* Ayşegül, Gülhayat'tan ruhsatlı, ruhsatnameyi gösteriyor, 'Dümen yardımcım sensin' diyor Latif Kaptan.
* Newtonî, Galilevî, Adlarının sonu çatılı 'î' ile biten elli milyon kadar ruhî, Kimi başaltına, kimi küpeşteye, Boş buldukları yerlere yerleşiyorlar... Dudaklarında en bilgili teşekkürler...
* Karşıdaki Kırım yalılarından, Soluk soluğa yetişenler oluyor, Onlar da selâm verip, alıyorlar sessizce yerlerini...
-----------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 3
YARIM YAPALAK -
Latif Kaptan'ın büyük yürekli minnacık gemisi E, o kadar ruhî'yi uzun zaman içinde nasıl barındırırdı ki?
Gaipten mi geldi, artık nerden geldiyse, Yoksa gemilerin her türlü sesi işitmelerinden mi ne; Acayip bir ses işitti;
Boyuna bosuna bakmadan, Kendi kendisini Amiral gemisi ilân etti...
* Latif Kaptan, 'Ne oluyor, nice işler bunlar kızım?' Der gibi sanki yardımcısına baktı.
Ayşegül, Latif Kaptan'dan sonra Geminin, Gülhayat'tan ruhsatlı tek yetkilisi;
Kırpış kırpış, en Bursevî gözlerini kırpıtıp, Mecburuz" dedi,
Yukarıya kıvrımlı çekirge dudaklarını, Oynatmadan...
En tayfavî tayfalar hazırdı... Yelkenler hazırdı...
Azıklar, içecekler falan...
Taaa uzaktan; Mançuristan ovalarından,
Kopup gelmekte olan sesi duyulmaktaydı rüzgârların...
Yelkenler, 'şiştik, şişecez' derken... Derinden; Cevizdere Vadisi'nin, Hırtarıç bağlarından, Aynı makamda küfürler duyulur oldu.. 'Bekleyin Yavu; nerye böyle?'
Beklediler...
'Mecburuk...' dedi dümendeki kız, Bursevî-gölgevî oyunların, UNESCO Karagöz Yılı tek temsilcisi...
Çalı bacaklı, hiç büyümemiş çocuk, Ellerinde, oralıların 'ağu' dedikleri Bir tutam sarı rodedonlarla, Attı kendisini ikibin fersah derinliğin üzerinde Beşik beşik sallanan gemiye;
'Anlatacaklarım var; Bir mühlettenberi buralardaydım da...'
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 4
KUTLU YELKENLER -
Amiral gemisi, o ruhî gemi, An'da, Onda-bir saniye kadar bir an üzre, Durdu,
İki yeni ruhî gelmiş, diye...
Sonra, beşîkî-beşîkî sallanmasını sürdürdü...
* "Acelemiz var, biliyorum; tanıtiym, Lübnan Çölleri'nden Hasantamir Lâlevî Dede... O da benimle eylenir idi burda...
O hırtarıcî bağlarda...
Alın şu donsuz rodedonları da, Bi gurtuliym..."
* Gemi mürettebatı, cümbül-cemaat, Aldılar sarı rodedonları, yeni gelenlerden...
Kokladılar 'ağu-ağu'... O sarışınları...
* Latif Kaptan: 'Geçin boş yerlere, işimiz acele...'
Geçtiler...
Ayşegül... Bu kadar ruhî'li bir gemide... Artık o da bir ruhî, Yukarıya kıvrık çekirge ağzını azcık açtı: 'Ben bunları tanırım, Latif Kaptan; Azbir kavgacı-inatçı olsalar da... İyiye alâmettir gelmeleri...'
* Kümbet Tepe'm durumları gözlüyordu; Biraz rahatsız olmuş bir tepeydi sanki...
Bağırdı:
"Az uzaklarda; görüyorum onu; O, Asu D'ayınız... Pek de bir hesapçı, Bir şaşkın, Kendisine yeni yerler arıyor."
Latif Kaptan, karaçeliklerin en parlak karası: 'Öyle yolcu istemem... Gitsin dilediği cehenneme!..'
* Sahil çok kalabalıktı; Hırtarıç gözlü çömlekçiler, Bebem gözlü beşikçiler, Maviş-şarabî kızlar,
Sanki gemiye-gemiye uçacaklar...
Mehter-i Müzikan, O da hazır; Kibrit çakılsa, tutuşacak, Tüm ruhî'ler...
Dede Efendi'ler, Bach'lar, Hahamî'ler Tamburlar, yaylı sazlar, kösler, İlâhî bestelerini, gazellerini, Başlattı-başlatacaklar...
-----------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 5
BÜYÜK DUA -
Kaptan-ı Derya Latif'in ruhî gemisi, Daha ne kadar beklemeliydi?
Ayşegül, Azcık kaşlarını çattı Nazar eyledi küpeşteye... 'Durun yav...' der gibi sanki, Rodedonları getiren o şairin diliyle...
Sahilde iğne atılsa yere düşmezdi...
* Gemidekilerden, ... hakkında 3. Konstantin'in, 'Ya yüreğini koparın getirin, ya kellesini...' dediği şair dedem, Yaşadığı hayatların belki de en mutlusunu yaşamaktaydı;
"Fanî bedenim, orda, Rusistan'da bir mezarda, Daha ne kadar durcak Oralarda? Bu işler zorlamaya gelmez." diye, Düşünüyordu kendi kendine...
Kümbet Tepe'm O'na... O, Kümbet Tepe'me bakıyordu...
Tepevî bakıştı bakışları...
* Hoca Efendiler... Keşişler... Hahamlar... Beş yıldızlı âlemler...
Dört-bir yandan gelmişlerdi sahile,
Afrika'dan, Orta-Asya'dan, ordan-burdan, Çıngıraklı büyücüler, Şamanlar, Eskimolar... Dans dervişleri, Balerinler, Köçekler... Sessizce bekliyorlardı...
* Bu hercaî havada, ne yaz vardı, Ne kış, Ne de iki bahar. 'Herşey', bütün, Bütün, 'herşey'...
* Yayık vurucusu, süt-mavisi gözlü, elif-kızlar, Kümbet Tepe'min alt yamaçlarından topladıkları, Yaban çileklerini, mor menekşeleri, sümbülleri Sepetlerine doldurup, Sahile indiler...
* Zaman geldi çattı; O an...
Değişimli olarak, Hoca Efendiler... Keşişler... Hahamlar...
* Bir duayı başlattılar:
"Hepimizin Ulu Rabbisi, Az sonra şu gemi kalkacak; O kara-denizin üstünde beşîkî-beşîkî sallanan;
Sen ona her türlü kolaylığı göster; Onu, gemidelen sıçanların, azgın çıyanların, Ezrafil dörtköşe yazarlarının, hortumcuların, Haz(i)neden geçinen organik-inorganik salamlıkların, Ajanların, silah tacirlerinin, sülüklerin, Ve başkaca benzerlerinin, Kötülüklerinden, Şerrinden koru...
Budur dileğimiz senden...
Âmin..."
* Âmin-Âmin'lerle inledi sahil...
* İlâhiler, gazeller ve danslar faslı, Az sonra başlayacaktı...
--------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 6
BÜYÜK ŞENLİK -
Karadaki duaya benzer dualar, Gemide de yapılmış, 'gemidelen sıçanların' yerine, 'evdelen bombaların' denilmişti...
Artık dans-şenlik faslına geçilebilirdi.
* Yayık vurucusu, Kümbet Tepe'm gözlü, elif-kızlar, Yamaçlardan getirdikleri, Yaban çileklerini, mor menekşeleri, sümbülleri, Yukarıya kıvrımlı ağızlarındaki gülümsemelerle, Oradakilerin hepsine tek-tek verdiler...
Hediyeler alındı; Gözler, gözlere teşekkür ettiler...
* Zaman ilerliyordu... Balerinler, Büyücüler, Şamanlar hazırdı...
Bejardî Mauric Dede, 'Işık Balesi'ni başlatabilirdi...
* Kaptan-ı Derya Latif'in gemisi, Bir-bölü onluk bir an kadar, Beşîkî sallanmasına ara verdi... Herkes; karadakiler/gemidekiler, Göz-kulak kesildiler...
* Tamburlar, yaylı sazlar, kösler, çıngıraklar, Dedevî, Bachî, Hahamî, Afrıkî, Şamanî Müzisyenlerin her-biri Şeflerinlerden gerekli izni, Çoktan almışlardı...
Bejardî Dede'min mavidelen bakışı, Köslere nazar etti...
Kösler, en kösî sesleri ile, Büyük şenliği başlattı...
Diğer aletler de notalarına göre, Müdahil oldular olaya...
Saydam balerinler, Çıngıraklı büyücüler, Şamanlar...
Kuzeyden dans Eskimoları... Beyaz güneşler gibi dervişler...
Girdiler sahneye...
Yer-gök sarsıldı...
Latif Kaptan'ın ruhî gemisi, Onda-bir saniyelik duruşundan çıktı... Yine beşik-beşik sallanmaya başladı...
*
Bu danslar, kıyametler, Nerdeyse eş-değerdeydi...
Sayfa 1'de anlatılandakiyle...
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 7
YELKENLER PUPA -
Dört-bir yandan doğan, Turuncî güneşlerle birlikte, Karadaki şenlikler sona ermişti; Veda faslı yaklaşıyordu...
Karşılıklı eller sallandı...
Ruhî geminin keten yelkenleri, Bir güzel doldurdular ciğerlerine, Şenliklerin bitmesini beklemiş olan, Mançuristan rüzgârlarını...
Gemi kalktı/kalkacaktı...
* Dümendeki Latif kaptan, Yanında Ayşegül, Tüm yolculara sordu: 'Bir isteği olan var mı?'
Hırtarıç bağlarından Sarı rodedonlar getiren, Şair Dede ve Lâlevî Dede, Önemli işleri nedeniyle, İzin alıp gemiden ayrıldılar...
Bilgin Newtonî Dede, Bir öneride bulundu: 'Bundan böyle artık bu gemide, Kuşdili konuşulsun' dedi... 'Tercümanlar pek yoruldu da...'
'Olur,' dedi Kaptan-ı Derya Latif Kaptan, 'Bu çok bilimsel bir öneri...'
Geminin tek karar vericisi olmasına karşın, Herbir ruhî'ye tek tek baktı... İtiraz eden olmadı...
* Rüzgârların, Daha fazla beklemeye sabırları yoktu, Gemi kalktı...
* Tez zamanda Karadeniz aşılıp, Bir boğaz, Bir Marmara, Bir boğaz daha geçilip, Ege, Akdeniz, Süveyş Kanalı'na ulaşılmalıydı...
Vakit, hem var, Hem yoktu...
* Ok hızıyla yol alan geminin, Önünde ok gibi, Karadeniz'in kara-kara içlerine, Dalıp-dalıp çıkan Yunuslar, 'Göz açıp, kapayıncaya kadar, Bitiririz, biz bu yolculuğu' dediler.
*Ayşegül, yeni devralmış dümeni, Latif Kaptan'dan,
En bursevî busesini gönderdi, Yunuslar'a, Yunuslar'a Sol avucunu açıp, üfleyerek...
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 8
SESSİZ GEÇİŞ -
Bir solukta Kefken önlerine gelindiğinde, Hava fırtınasız, Gayet güzel idi...
An'da geçerken orayı, Ta derinlerde yatan gemileri, Tek-tek gördüler, Latif'in gemisindekiler...
O deniz cehenneminde, Batıp-yok olan gemiler, Can vermiş kaptanlar, tayfalar, Kadın-erkek-çocuk, Tüm ölü yolcular için Tanrı'ya dualar ettiler, Latif'in gemisindekiler...
Daha sonra yolda, Sordu Ayşegül, 'Çok mu tehlikelidir?' diye 'Bu Kefken önleri...
'Yıl 1591, orada... Çok sıkıntılar çekmiştim bir ara, Al bak, oku, hepsi yazıyor burada...'
* İstanbul Boğazı'na yaklaşılırken, Kitabı bitirdi Ayşegül...
* Boğaza girildiğinde, geride, Kayda değer şeyler olmamış, Her ruhî bildiği dili konuşup, Bir şekilde, anlaşmışlardı...
* Boğaz, O gelin kız, Aldı Latif'in gemisini, Bir elâ gözlü anne gibi, İki elinin arasına...
Burada ters akıntılar vardır, Bir şey olmasın, diye...
Geminin yolcularının her biri,
Bir büyük büyü ile büyülenmiş sanki, Sesini kesip, pür dikkat oldu...
Ya yaşadığı, Ya öldüğü, Ya da çok uzaklardan... Sıkça duyduğu bu en güzel anneye, Saygıda kusur olmasın diye...
* Ayasofya'nın bahçesindeki Mezarlarından, Fırlayıp Kümbet Tepe'm üstünde Bulut çarpışmalarına katılan Şehit şehzadeler, Göz yaşlarını zor tuttular;
Uzaktan, o müze-saray Topkapı üçgeni görünürken, Bir kez daha cellâtların İpek kementleriyle boğulur oldular...
* Latif Kaptan'ın gözleri, Kapalıçarşı'nın kubbelerine takıldı...
Orada, 1580 yılında, Sandal Bedesteni'nde, Esir pazarında...
Selanikî Mustafa Efendi, Yanında on yaşındaki kızı Gülhayat,
Onu... Üç dil bilen bu esiri, Çervantes'i İspanyol dilinde okuyan, Bu Habeşistanlı'yı... Satın alıp, üç yıl sonra azat etmişlerdi...
* Bu İstanbul, Bu İstanbul...
Dayanılabilir bir yer değildi...
Bir an önce bu sulardan geçilmeliydi...
-----------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 9
YOLA DEVAM -
Gemi, yaklaşırken Sarayburnu'na, Fâni bedeni Rusistan'da bir mezarda; Ruhu, Latif'in gemisindeki şair...
Gülhane Parkı'ndaki çınarlara, Sarayburnu'ndan Anadolu'ya bakan O insana,
Hızlı hızlı akan sulara, Kız Kulesi'ne,
Dört-bir yana... Yüzbin elle dokundu...
Elleri yanmadı...
* Diğer ruhîler de izlediler durumları, Kulaklarında rüzgârlardan ince sazlar...
'Ah...' dediler, 'Ah şu İstanbul; Olunsa da, Olunmasa da içinde...
Sevilen, yaşanılan, ölünen, Gelip-gidilen, gidip-gelinen,
Bu kız-kent...'
* Marmara'nın başında, Yeni Yunuslar geldiler, Kaptan'ı Derya Latif'in Gemisini devralmaya...
Yol uzun, zaman kısaydı, İnsanoğlu bir acaip aymazdı...
Sevgi onda, kin onda, kahır ondaydı...
Eliyle yapan, Ayağıyla yıkandı...
Yunuslar, 'Sayımız azaldı; Tüketti, bitirdi bizi, şu insanlar...' demediler...
Latif Kaptan'ın gemisi önünde, Dalar-çıkar oldular...
Göz açıp kapayıncaya kadar, Çanakkale Boğazı'na gelindi...
Oralarda, derinlerde, ruhîler, Fırtınaların, Bombaların, Mayınların, Kurbanları; Batık gemileri gördüler...
Onlara da, Hayır duaları gönderdiler...
* Latif Kaptan, Latif Kaptan olalı, Hiç böyle sefer görmemişti, Zaman, hem duruyor, Hem ilerliyordu...
Ruhların hem acelesi vardı, Hem yoktu...
Bilinen az, bilinmeyen çoktu...
Gemi o boğazı da geride bırakırken,
Falcı bir grup ruhî Fal açtılar, midye kabuklarıyla...
'Zor günler-aylar-yıllar, görüyoruz; Oralarda, Kızıldeniz'in yukarılarında, Bir türlü birbirlerini, Bitirip tüketemeyenler... Hazırlanıyorlar, Yeni ölüler vermeye...'
-----------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 10
ANKARA'DAN BİR IŞIK -
Ege Denizi'nin başındayken gemi, Pek de mutlu sayılamazdı yolcuları...
Ayşegül, Latif Kaptan'a; 'Latif Kaptan; az da olsa, ben fala inanırım, Söylenenler üzerinde düşünürüm, hiç olmazsa, Çıkar mı, çıkmaz mı, diye...
'Doğru söylüyorsun, dümen yardımcım; Ben de öyle düşünüyorum; Söylenenle, görülen karşılaştırıldığında, Bir kapı aralanır, ne de olsa...'
Bu minval üzere konuşulurken gemide, Ankara'dan haberi getirdi martılar, "Savaş istemlilerine, Meclis, 'Dur' dedi" diye...
Gemi, an'da, onda-bir saniye durdu; İyi haberi selâmladı...
Takvim, Cumartesi, 1 Mart 2003'ü gösteriyordu...
Yunusların çığlıkları, Zeus'un ve başkaca mitolojik büyüklerimizin, Çığlıklarına karıştı...
Ruhîler, her dilden, her dinden, her renkten, Sevinçlere garkoldular...
Gülenler, ağlayanlar, oynayanlar oldu, Birbirlerine sarılanlar...
Latif Kaptan'ın gemisi, gemi olalı, nerdeyse, Böyle mutlu bir haber almamıştı...
Ayşegül'ün yukarıya kıvrık, çekirge ağzı, An'da sevinçten kalakalacaktı... Kalakalacaktı...
Latif Kaptan yolcuları uyardı... 'Sevinç, mutluluğa götüren yolun başıdır, Daha önümüzde zor denizler var; Minareyi çalmak isteyen, kılıfını hazırlamıştır.' Ve bildiği başkaca sözlerle uyardı herkesi... 'Tek kulağınızın üzerine yatın, bundan beri de... '
* Bu hal üzre, yoluna devam etti gemi...
---------------------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 11
ŞİMDİ NE OLACAK? -
'Şimdi ne olacak?'
Bu soruyu, En azından açık açık, Hiçbir ruhî sormadı... Onu, karadakiler, Yeteri kadar sormuşlardı...
Gemidekilerin görevi, Bu yolculuğu 'sağ-salim', Daha doğrusu 'sağ-ruhî', Biryerlerde bitirebilmekti...
Kaptan-ı Derya Latif Kaptan, Aşağılara doğru baktı haritada, Sanki bilmiyormuş gibi, Şaşırıp kaldı...
'Amma da çok ada var burada' dedi. 'Sahipli-sahipsiz... Bunlar yüzünden insanlar, Ne kadar kan döktü?...'
Önde Yunuslar dalıp-dalıp çıkıyorlardı... Onlar kendi işlerine bakıyorlardı... Zaten karada neler oluyor, Pek aldırmazlardı; Artık Ege Denizi'ndeydiler; Tadını çıkarıyorlardı...
Latif Kaptan kendi kendine söyleniyordu, "Şimdi n'olcak sorusunun yanıtı, Gemimin kalkmasından önce ettikleri, Hoca Efendilerin, Keşişlerin, Hahamların, O beş yıldızlı âlemlerin, Dualarında gizlidir... Onlarda arasınlar nedenleri..."
Ayşegül, o Bursevî, Yarı insan, yarı ruhî, UNESCO Karagöz Yılı tek temsilcisi, Çekirge dudaklı, yukarıya kıvrık ağızlı...
"İyi söylüyorsun Latif Kaptan, Aynen katılıyorum söylediklerine; 'Yanlış hesap hep Babil'den dönmüştür.' diye Az söylememişti büyüklerimiz..."
Latif Kaptan, dümen yardımcısına baktı: 'Az zamanda iyi yetişti bu kız...' Der gibi kendi kendine...
---------------------------------------------
Kenan Sinanoğlu
SEYAHATNAME - 12
HESAP-KİTAP -.
Azıcık soluk almışlardı yolcular...
Ünlü bilginlerden Galilevî Dede,
O da, iyi habere sevinenlerdendi; 'Denize atılan taş, denize düşer' dedi.
Başka bilginler de kendi konularında, Önemli-önemsiz şeyler söylediler...
Şair ruhî'ler, Müzisyenler, Ünlü ruhî'ler, Daha az ünlüler, Ünü-münü olmayanlar, Meslekli-mesleksiz başkaca ruhî'ler, Onlar da bir şekilde, Mutluluklarını dile getirdiler...
* Gemideki üç-beş kaçak yolcudan,
- Onları kimseler bilmiyordu; tebdil idiler -
İşte onlardan biri;
'Profitî Kazancî Dede' diye bilinmeyen biri, Elinde bir küçük bilgisayar, 'Ak-kara, kâr-zarar, gelir-gider, Yakıt-makıt, vakit-nakit, Ölü-yaralı, yeni yatırımlar...' Ve benzeri hesaplara dalmıştı...
* Geminin güvenliğinden de sorumlu, Bursevî-gölgevî oyunların Gemideki tek temsilcisi Ayşegül, Birşeyler olduğunu sezmişti...
"Latif Kaptan, Şu 'ruhî'nin durumunu; Şu köşedekinin, Hiç beğenmiyorum; Devamlı hesap-kitap yapıyor, İzin buyur, bir ifadesini alayım."
"Gerekmez... Şu an'a kadar, Bir zararı dokunmadı...
Yok, fitne-fesat çıkarır, İsyana-misyana, rotamızı saptırmaya kalkarsa, - Kalkmazya - Ben canına okurum onun...
Sen üzme canını, dümen yardımcım..." --------------------------------------
SEYAHATNAME - 13
ADSIZ BÖLÜM
O hesapçı-kaçak ruhî'ler, Bir şeyler olduğunu sezdiler; Beş kişi idiler...
Gizlice bir toplantı yapıp kıç altında, Aralarında fıs-fıs konuştular...
Gemi, küçük bir kayalığa yaklaşıyordu...
"Burada inmek isteyenler vardı; İnsinler..." dedi Latif Kaptan...
O beş hesapçı ruhî, Hiç bir şey demeden, Attılar kendilerini kayalıkların üzerine, Minik bilgisayarları ellerinde...
Yolcular durumları anlamışlardı; Derin bir nefes aldılar, Yosun kokulu, ılık Ege havasını, Ciğerlerine doldurdular...
Martılar farklı haberler getiriyorlardı: Dörtbir yanda farklı insanlar, Duruma yatıp, duruma göre, Farklı şeyler söylüyorlardı...
Geminin haber değerlendirici ruhî'leri, Hayret ve şaşkınlık içindeydiler... Bir süre düşündüler, "Bu durumlar, ilk elde, Karalardakileri ilgilendirir..." dediler...
Beklemeye girdiler...
* Karalardan gelen haberler korkunçtu...
Dökülecek kanların, ağlayacak annelerin, Açların, hastaların, kan kusacakların, Cehennemi geride bırakacak ateşlerin, Her türlü ince hesapları yapılmıştı...
"Babilistan'ın güneyindeki sulak alanlardan, Mart ayı içinde kuzeye uçmaya hazırlanan Leylekler hakkında fermanlar çıkmış..." deniyordu, "Pervaneleri tıkayabilirler; Yok edilmeliler..." Diye...
Onüçüncü bölümünde Bu Seyahatname'nin, O hesapçı ruhî'lerin kendilerini, Kayalıkların üzerine atmaları dışında,
İşte böyleydi d u r u m l a r . . .
--------------------------------------
SEYAHATNAME - 14
BEREKETLİ DENİZ
Gemi, Ege'yi geride bırakıp, Akdeniz'e geldiğinde, Yolcularda heyecan artmıştı...
İrili ufaklı deniz savaşları, Ve sayısız korsan soygunları, En çok da bu denizde olmuştu...
Kimi gemiciler bu denize, "Bereketli Deniz" demişlerdi... "İyi de, kötü de, Bu denizde pek boldur" diye...
An'da Kaptan-ı Derya Latif'in gemisindekiler, Doğuya doğuya doymaya giden, Kocaman pek çok gemiler gördüler; Üzerlerinde tramvay gibi, Dörtköşe, 'konteyner'ler taşıyan...
Kutular, Üstüste-yanyana yığılıydılar,
Ve gemilerde insanlar vardı; Ve belli ki taşıdıkları malzemeleri, Kusmak için bir an önce limanlara, Acele ediyorlardı...
Tanımadıkları insanları öldürmek, Kendilerininkileri de yaşatabilmek için o an'a kadar...
Acele acele ecele gidiyorlardı; İ z i n s i z ...
Ve uyduruk gerekçelerle Rehin almışlardı Yerimizin yüzünü...
Ve uyduruk gerekçelerle Rehin almışlardı Börtüyü, böceği, ağacı, kuşu, ini-cini, denizi...
* Kıyıda, Analarımızın dolusu Anadolu'da Durumları izliyorlardı ölüler-diriler,
Ve düşünüyorlardı:
"Bu karalar, bu karalar olalı, Bu denizler, bu denizler olalı...
Bu kadar acele, bu kadar telâş, Bu kadar yalan, bu kadar inat, Bu kadar iftira,
Bu kadar 'o l d u - b i t t i ...'
Bu kadar gemi, bu kadar silâh, Bu kadar zehir, bu kadar ters-akıl,
Ne görmüştü, Ne de görecekti..."
* Gemideki ruhî'ler, peşinen ağlıyorlardı...
------------------------------------------------
SEYAHATNAME - 15
KIZILDENİZ'E VARABİLMEK
Bu hâl üzre durmaktaydı, Kaptan-ı Derya Latif'in gemisi Akdeniz'de biryerlerde...
* Yunusoğlu/Yunuskızı Yunuslar, Böylesi tez kirletilmiş deniz görmemişlerdi... Çekip gitmişlerdi...
* Latif Kaptan, Kızıldeniz'i ilk kez, Ondört yaşındayken görmüştü; Orada bir limanda başkalarıyla, Doldurulup esir taşıyan bir gemiye, Mısır yoluyla Akdeniz'e, Ve İspanya üzerinden Amerika'ya Gönderilmişlerdi...
Latif Kaptan, o sıcak denize bir kez, Latif Kaptan olarak varmak isterdi...
"Bak, Ayşegül, dümen yardımcım, Dünyaların en güzel denizi, O güzel kız...
İşte onun üzerinde şimdi, Kanat altları ölüm bombalı, Uçar makinalar taşıyan, Onlarca yüzer havaalanları var...
Belli ki, biryerlere atacaklar, Ayıplarını...
O deniz ki, onun içinde, Dünyanın en güzel mercanları, Yani, kayaların en renkli kuşları, Balıklarla, bitkilerle sevişirler...
Şimdi kocaman pervaneleri, O havaalanı metal gemilerin, Darmadağın ediyor o hayatları...
Gerçi tez gelirlerse de kendilerine, Kayıp, kayıptır, Ayşegül..."
* "Doğru söylüyorsun Latif Kaptan, Bu geminin tek canlısı ben, Sualtı filmlerinde görmüştüm, O denizin içindekileri... Dalıp günün birinde, O derinliklere;
Balıkları, bitkileri, başkaca canları, Kayaların en renkli kuşları mercanları, Seyretmek isterdim Hiçbirine dokunmadan, Az uzaktan...
Belki kısmet olur günün birinde..."
* Gemideki ruhî'ler, Bu konuşmaları dinlediler...
Herşey, herkes, canlar/ruhlar, Beklemekteydiler...
----------------------------------------
SEYAHATNAME - 16
AYI (P) LAR EYLEMDE
Geceyarısı ile sabah arası, Martılar geldiler geminin üzerine, Birkaç, 'desek mi demesek mi' turu atıp, Beklenen haberi verdiler, "Elçiye zeval yok" diyerek...
Günlerden 20 Mart 2003 idi,
Hoca Efendilerin, Keşişlerin, Hahamların, Dualarındaki gizli korkular, Midye kabuklarıyla açılan fallardaki sancılar, Hiç şaşırtmadan gerçekleşmişlerdi...
Hep var olan Yeni Nemrut'lar, N e m r u t l u k l a r ı n a . . . Başlamışlardı...
Saat 12'ye hem gelmişti, hem gelmemişti...
Başkalarına 12 düşürülen zaman göstergeleri, Akıllı-akılsız çok bombalar görmüşlerdi...
Aman-zaman-vurgun-talan... Ölüm-zulüm-kan...
* Afrika'da bir yerlerde, Tuz plakaları taşıyan develer, Hani, o belgesel filmlerde görülenler, Kesinlikle, yine yollardaydılar...
Onların...
Ve kuzeyde buz kulübelerinde, Burunlarını değdirerek birbirlerininkine, Sevişerek geceyi geçiren Eskimolar'ın, Durumlardan haberleri yoktu-vardı...
* Leipzig'de Kitap Fuarı açılmıştı, Kitaplarda çok-çok akıllar, Veriliyordu yine nafile-nafile... Mi?
* Babilistan'daki bebelerin, Annelerin, ninelerin, dedelerin...
Her yaştan, her inançtan, her renkten insanların, Börtünün, böceğin, ağacın, kuşun, inin-cinin, denizin...
Masum-zalim ayırmadan üzerlerine...
İ ğ r e n ç - a t ı k l a r - a t ı l ı y o r d u . . .
Bu 'Seyahatname' daha bitmemişti...
Dümen yardımcısı, Çekirge ağızlı, Bursevî Ayşegül, Ve herhalde Latif Kaptan, Bunları geçiriyorlardı akıllarından...
---------------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 17
BEŞ MİLYAR YIL
Durum bu ahval üzre, İzinsiz-ayıp-kayıp savaşın sabahında, Nevruz gününde, Gemideki ruhî'ler toplandılar...
Farklı çağların, farklı toprakların, Kadın/erkek ruhları, 'Nasıl ölmüştük, nerede, niçin?' demeden, Kendi dillerinde, farklı gruplarda Bir araya geldiler...
Önce kadın ruhî'ler söz aldılar: "Bu gemide bile, öncelik sizdeydi; Ne yazanın aklına geldik, ne de okuyanın; Aşkolsun size..." dediler...
"Mala-mülke-yalana-dolana, Hortumlamaya; Bilcümle ahmaklıklara, Ne doydunuz, ne de karşı çıktınız; Aha, bakın; Yine, ilk ölen siz..."
Bu minval üzre ağır şeyler söylediler kadınlar... Sonra devam ettiler:
"Şu 'Akdeniz' denen ak denizi... İğrenç gemileriniz iki haftada kirlettiler; Gemimiz önünde dalıp-dalıp çıkan Yunuslar; Onlar bile sayenizde bizi terkettiler..."
. . . * Toplantıların herbirine katılan martılar,
"Bizler, martı kuşları olalı, Böyle ağır/haklı itham işitmemiştik; Zaten o haberleri biz, Sevabına getirmiştik..." Dediler...
* Kadınlar devam ettiler:
"Dört-bir yanında sevgili dünyamızın, Akıllara sığmaz akılsızlıkları yapan, İşte yine sizin cinsiniz...
Zaten siz hiç akıllanmazsınız...
Şu üzerinde bulunduğumuz, Latif Kaptan'ın beşik gemisi, Beş milyar yıl daha gidecek; Farklı ruhî'lerle farklı seyahatlar edecek; Ta ki, üzerimizdeki güneş, Büyüyüp-büyüyüp-şişip, Dünyamızı un-ufak edene kadar o an...
Siz yine de akıllanmayacaksınız..."
* "Hemcinslerim haklı Latif Kaptan, Velâkin, meydanı onlara bırakan bizler, Sütten çıkmış ak kaşık da sayılmayız.
Çok merak ediyorum; bakalım, Bundan sonra ne olacak?"
-------------------------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 18
YENİ DENİZ
Üzerlerindeki tramvay gibi konteynerleri, Anadolu-Akdeniz limanlarına döküp, Güneydoğu'da tarlalara taşıyan TIR'lar, Bugün onları gerisin geri getirdiler, O ak denizi kirleten, Ayıplı-hamal gemilere yüklediler...
Hamallar, Babilistan'ı vurmak için, Oradaki ayıplıların yanına, Arabistan Körfezi'ne gittiler...
* Kaptan-ı Derya Latif'in gemisindekiler, Yeni durumları değerlendirdiler:
"Vaşdon'da yapılan ince hesaplar, Ana-Dolu-Kayalar'a tosladılar..." dediler.
"Ceylanderi-kızıl üzre oturanlar, Onlar da, durumları anladılar; Beklediklerini bulamadılar...
Sokağa dökülen Anadolu-kızı analar, Seçilenlerin de analarıydılar,
Bu hal üzre, onlar da, Analarını korumalıydılar..."
* Yunusoğlu/Yunuskızı Yunuslar, Ruhî gemisine Latif'in, Haberci martılar gönderdiler:
"Bu deniz, yavaş da olsa temizleniyor, O kirletilmiş suları da geçtikten sonra geminiz, Hint Okyanusu'nda karşılayacak sizi, Kardeşlerimiz..."
Beklemekten yorgun gemidekiler, Habere oldukça sevindiler...
* Latif Kaptan, yanında Ayşegül, O denizleri tanıyan, Eski gemici ruhî'lerle, Durumları değerlendirdiler...
* Yunuslar, akıllı yaratıklardı; Ruhî geminin Süveyş'ten, Ve alel-acele kirletilmiş Kızıldeniz'den geçişine, Kasten katılmıyorlardı;
'Dikkat çeker, engel çıkar' diye...
* 23.3.03 günü-gecesinde, Bir solukta Hint Denizi'ne ulaşıldı...
Palmiyeli bir sahilin önüne, Demir attı Latif Kaptan'ın gemisi...
* Sitar sesleri geliyordu, taa uzaklardan...
--------------------------------------------
SEYAHATNAME - 19
HİNDİSTAN
Karadan gelen melodiyi Ayşegül, Yukarıya çekik ağızlı o Bursevî, Çocukken söyledikleri bir şarkıya benzetti;
'Arabistan buğdayları; Kız, seni almaya geldim...'
Diğerleri de beğeniyorlardı melodiyi; Ruhları bunaltan durumlardan sonra, Ne olsa, dinlerlerdi...
Kaldı ki, Yaşıyorken, Hindistan müziğini severlerdi...
Karaya çıkmanın acelesi yoktu; Az bir soluklanma gerekliydi...
Aşağıda, geminin etrafında, Yunuslar, dalıp-çıkıp çıkıyorlardı; Durgun-sıcak denizin Tadını çıkarıyorlardı...
Görünürlerde haberci martılar yoktu... 'İyi...' dedi Latif Kaptan;
'Hiç olmazsa savaş yok burada, Ve yakınlarda...
Ama, belli olmaz; Rahat, batar insanoğluna...'
Başka ruhî'ler de söze karıştılar;
Bölgeyi tanıyanlar:
"Bunlar da birbirleriyle kavgalı; 'Atom atarık!..' diyorlar, Az sıkıştı mı..."
"Burada ne ararsan var..." Dediler kimileri...
"Yeşil kartla Batı'ya giden, Bilgisayar uzmanları, Ve bu yeşil ülkede, Sözüm ona, farklı inanç uğruna, Kardeşlerine kıyanlar..."
* Neyse, Konuyu daha fazla uzatmadılar;
"İşler, -olur ya- sarpa-sapan sarmadan, Karaya bir çıkıp, en azından, Tac Mahal'i görmeliyiz!.. " dediler...
* Zaten, akşam yaklaşıyordu;
İnce bir ay, ufuktan, Göründü-görünmek üzereydi...
-------------------------------------------------
SEYAHATNAME - 20
GECE MASALLARI
O geceyi orada, Güzel müzikleri, Dinleyerek geçirmekte olan ruhî'ler, Geceyarısına doğru şarkılar kesildiğinde, Başladılar kendi aralarında masallar anlatmaya...
Aralarında usta masalcılar vardı; Kimler-kimler? Hoca Nesreddin'in, Andersonî'nin Adlarının sonu çatılı-çatısız 'i' ile biten, Ustaların öğrencileri...
Kuzeyden-güneyden, Dört-bir-yandan, Bildikleri masalları anlattılar...
Ne aranırsa vardı, masallarında: Öcüler-böcüler Padişahlar, Kayzerler, Sultanlar, Cüceler, Devler, Düşmanlara taşlar atan Ebabil kuşları...
'At üstünde mor kaküllü Şehzade, Unutmaya başladığım memleket...'
Hayır-hayır; Kimseler, Hele de masalcılar, Hiç-bir-şeyi unutmazdı...
Hele de ruhlar; Tüm yaşadıklarını hatırlarlardı...
* Durum bu ahvalde iken gemide, Berlin Kenti'nden kalkan martılar, Tuna Nehri, O Karakız-deniz, Ve sonra bir boğaz ve bir deniz, Ve sonra bir boğaz, iki deniz, Ve bir kanal, bir deniz üstünden, Kaptan-ı Derya Latif Kaptan'ın, Gemisini yine bir bulup, Üzerinde turlar atar oldular...
Haber şuydu: Almanya Federal Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Johannes Rau, 31.3.03 gününde, Tüm dünya ajanslarına ulaştırılmak üzere, Şu mealde bir söylem vermişti:
"Tanrı, hiç kimseye ve kimselere, Bir halkı cezalandırsın diye bir yetki vermez..."
Ve başkaca ağır sözler;
Bunca tabandan gelenleri, Duymaz sağırlar, Tavandan gelen bir sesi. Belki duyarlar diye...
Göndermiş kimilerine...
İşte durumlar böyleydi, 1 Nisan 2003 gününün gecesinde, Hindistan Denizi üzerinde...
S a b a h a - a z - k a l a . . .
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 21
DÜNYA-FAKİRİSTAN
Başkaca kayda değer bir olay yoktu...
Orada, sakin deniz üstünde demirli, Latif Kaptan'ın minnacık gemisi, Hafiften beşik beşik sallanırken, Sahilden gelen ninnilerle, Sanki uykuya durmuştu...
Ve kimi ruhlar da hayallere dalmıştı...
Bazı ruhların da biraz, Ruhsal durumları bozulmuştu...
Ne yaşıyorken anlamışlardı, Şu dünyanın hâllerini, Ne de şimdi...
Söylenip duruyorlardı, Kendi kendilerine...
Ayşegül... O Bursevî... Geminin canlı tek Ademkızı...
O da düş(ünce)lere, Dalmıştı...
Şu şaşkın Ademoğulları, Şu Hindistan denen ülkenin yakınlarında, SARS denen hastalığın, SARS'ıntısından, Canlarını, İşlerini kaybederlerken, Ha yaşıyor, Ha yaşa(ya)mıyorlardı...
* Batı cephesindeyse, Yeni şeyler, Hem yoktu, Hem çoktu...
Yetmiyormuş gibi, Duyarsızlıklar; Bir gün onların başına da Gelmiyecekmiş gibi sanki, Aynı şeyler, Sıradan tüketiciler olarak, Bayağı iyi tüketiyorlardı, İğrenç bombalar atarak, Birbirlerini...
Daha kolay, Ve daha çabuk Tüketmek için stoklarını, Ve artırmak için, Kazan(ç)larını... Öldürü-öldürüyorlardı... Önlerine çıkanı...
Sonra da kürsüler önünde durarak, İnsan(cık)lara...
Ve kutsal tapınaklarına girerek, Yaratıcılarına...
Sus(tur)arak yüreklerini Anlatıyorlardı, Kutsanacaklarına İnanarak... Ya da öyle sanarak (Aslında) haklı olduklarını...
* İşte, Ayşegül, O Bursevî dümenci kız, Şu Hindistan sahilleri önünde gemide, Bunları düşünüyordu...
Doğudan; belki de, Çinistan taraflarından, Ilık bir ikindi rüzgârı, Bursevî kumral saçlarına... Hafiften, Teğet geçiyordu...
----------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 22
YENİ AZIKLAR
Gemi, öyle dururken o sularda...
Yukarıda, Kuzeybatıda... Kız-karası denizin orada...
Kaptan-ı Derya Latif'in gemisinin, Kalkmasından az önce;
Hoca Efendilerin, Keşişlerin, Hahamların; Beş yıldızlı o Alemlerin Ettikleri duaların ardından,
Hani o çıngıraklı büyücülerin, Şamanların, Dans eskimolarının, Köçeklerin, Saydam balerinlerin, Beyaz güneşler gibi dervişlerin, Bejardî Mauric Dede'miz yönetiminde O büyük şenliği verdiği yerde...
Kümbet Tepe'm altındaki sahilde, Yayık vurucusu, Yaban çilekleri toplayısısı, Süt mavisi gözlü, Hırtarıç bakışlı Elif kızlar, Martılarla toplantı halindeydiler...
Yolculara ettikleri hediyeler: En Kümbet Tepe'mli, Azcık hüzünlü, 'İyi azık olur yolda', diye, Verdikleri gülüşler,
Bitti-bitmek-üzereydiler...
"Alın bunları; Bunlar yenileri...
Götürün onlara... Bunlar bizim...
Bunlarsız onlar; Onlarsız bunlar...
Olmaaaz..." Dediler...
Martılar; Haber kulları,
Kaptıkları gibi onları... Altta Canik Dağları'nı,
Ortalarda türlü ovaları,
Başkaca dağları, Habur Kapısı'nı,
Harabî Babilistan'ın,
Ve sonra Arabistan'ın Oel-mö-öl tarlalarını,
Ve aradaki denizleri, Bir solukta aşarak...
Latif Kaptan gemisinin üzerinde Kanat çırptılar...
Bursevî-Çekirgevî Ayşegül'ün Kıvrık-mekiksî ağzına...
'Öptüler' Kondurdular...
---------------------------------------------
SEYAHATNAME - 23
NEFT YAĞI BAKIŞLI
Öptüleri konduran martılar,
Gemideki her bir yarım milyar ruhtan Islak kırmızı bir gül alarak,
Geldiklerı gibi geri uçup, Bir solukta Kümbet Tepe'm altında bekleyen,
Yayık vurucusu, Yabanî çilek toplayıcısı Yıldız nöbetçisi, Şiir kuyumcusu
Elif-Peri kızlara dağıttılar...
Böylece durumlar denkleşti, An'lar birleşti...
* Farklı zamanlarda, Dörtbir yanında Sevgili dünyamızın, Orasında-burasında insanlar, Bilgisa-Yâr'larının önüne oturup,
'Yâr, yüreğim yar...' diyerek,
Mektuplar-öyküler-şiirler, Mesajlar-romanlar-hesaplar-kitaplar, Selâmlar...
Tip-tap-tip-tap...
En çok da, 'Öpmek' fiilini,
Kim bilir kaç türlü zamanda, çeker oldular...
* Orada...
Latif Kaptan'ın gemisinde Her bir şeyden haberdar ruhlar, Aralarında toplanıp Seçtikleri sözcülere Şunları söylettiler:
'Sıkıntıdan patlayacağız; Her birimize bir, Bilgisa-Yâr isteriz...'
'Olur...', dedi Latif Kaptan,
'Her derdin bir çaresi var;
Bu işi onlar Bir açışta, halleder elbet...'
* Ünleri, âlemlere yaygın, Falcı ruhlar; İnci midyesi kabuklarıyla Birinci sınıf, lüks bir fal açtılar...
"Bilgisa-Yâr'ların En iyisi, en hesaplısı Uranus Yıldızı'nda." dediler...
"Ancaaak..." diye eklediler; "48 Hayalet başlı Neft yağı bakışlı, Azgın bir çöl bekçisi Oradaki şubelerinde, bekliyor PC'leri...
İstediklerimizi, gemi, ipotek edilirse ancak, Verebiliyorlarmış..."
* "Yaa, öyle mi?" dedi, Latif Kaptan Gemi efradından bir dakika mühlet istedi... Az bir kızdı...
"Hayatlarımın en zor anlarından biri, Şimdi, şu an; bir karar vermem gerek..."
Dedikten sonra, Ayşegül'le danışıp durumları, Pek bir sert çıktı gemidekilere;
"Ya, bu sevdadan vazgeçersiniz... Ya, dökerim hepinizi denize..."
Ruhlar, ruh-pus oldular...
"Gemimizi asla ipotek ettirmeyiz!.." deyip; 23. Bölüm'ünü, bu 'Seyahatname'nin Böylece hallettiler...
----------------------------------------------
SEYAHATNAME - 24
BİLGİSA-YÂR-KURSLARI
Latif Kaptan,
- O dalga boğucusu, Cervantes okuyucusu, Karaçelik Habeşî -
Kırar mı tek bir yolcusunu?
"Şu gördüğümüz dünyamızın,
- Her ne kadar yuvarlaksa da -
Dört tane köşesi vardır...
Dört tane bilgisa-yâr, yeter hepinize..." deyip,
Bir filika saldırtarak suya, Ayşegül'ü gönderdi sahile, En yakın Hindî kasabaya...
Çok-bir zaman geçmeden aradan, Dört adet bilgisa-yâr'la, Çıkıp geldi dümenci kız...
"Bir tutam büyü, Bir tutam da öpü ile Ödedim hesabı;
Üstüne de 24 adet, Hindistan müzikli CD verdiler..."
* Derhal düzen kuruldu... Güneş- ve Ay-bataryalı yerlere, Fişler sokuldu...
* Birden peydahlanan bir Perikızı; Yıldız bekçisi, Şiir dökümcüsü, Çok sevgili bir öğretmen; Gece demedi, Gündüz demedi, Aç yattı, Tok kalktı...
- Üç saatte mi desem, Üç günde mi, Yoksa, Üç haftada mı? -
Ruhların herbirine tek-tek Bilgisa-yâr öğretti...
Her bir ruhî'nin gözü artık, Başka bir şey görmez oldu...
Tac Mahal'i ziyaret bile, Ertelendi...
Varsa bilgisa-yâr; yoksa bilgisa-yâr...
Gelsin meyiller, gitsin meyiller...
Başka şeyler görmez oldu gözleri...
Martılar... O haberî, seferî kuşlar...
Pruva direğinde, Kondukları yerden, seslendiler:
"Haber getir, haber götür, Canımız çıkıyor...
Bize de meyil atmayı öğret, Sevgili Öğretmenimiz..." dediler...
24. Bölümü bitirdiler...
-----------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 25
YAĞLI MARTILAR
Gemide işler ilerledi...
Okuma-yazma bilmeyen kimi ruh, Hem okuma-yazma; hem de, Mail-meyil işler öğrendi...
Peri-Kızı Başöğretmen, Bütün bildiklerini, Bursevî-Çekirgevî Dümen yardımcısı Ayşegül'e öğretti; 'Ben yokken, Başöğretmen sensin...' dedi...
Sonra da, Büyük bir şenlik başladı...
Üç-gün-üç-gece Hindî müzikler eşliğinde, Oku-Mail Bayramı kutlandı... Danslar edildi...
Peri-Kızı Başöğretmen,
Meyille mi? Yoksa, martıların kanatları üstünde mi?
Kapadokya'daki bacasına Beşyüz milyon teşekkürle uçuruldu...
* Hayat yeniden başladı...
En başta martılar; Tabiî ruhlar, herbir şeyden Haberdar oldular...
Sevindiler, üzüldüler...
Balta girmiş, Veya girmemiş bir ormanda, Bir kelebeğin kanadı incinse, 'Geçmiş olsun' meyili gönderdiler...
Yumurta bataryalarında Hollanda'da civcivler;
'Civ-civ-civ-civ...' diye yumurtadan çıksalar...
Gemidekilerden şu içerikte meyiller aldılar:
'Allah, hayırlı ömürler versin; Tavuk vebasından, döner şişinden korusun...'
Başkaca işlere de karışır oldular...
Martılar, rahata alıştılar; iyice yağlandılar,
'Bu gemiden rahatı yok...' diyerek, Tembelliğe alıştılar...
Latif Kaptan'ı kızdırdılar...
---------------------------------------------------
SEYAHATNAME - 26
İNCİR ÇEKİRDEĞİ
Gemideki tüm ruhlar, Ve bazı martılar, Durumlardan rahatsız oldular; Hemen bir Kurultay topladılar...
Güvertede yapılan uturumda, Söz alan delegeler, özetle:
'Kaptanımız haklı; Ivır-zıvır şeyler için, Dörtbir yana meyiller atmak, Hiç iyi değil!
Bir çare bulmak gerek!' dediler...
Söz alıp, yaptıkları konuşmalarda, Farklı-farklı eleştiriler, Öneriler getirdiler.
Ve tek meddelik bir, Karara vardılar:
Bundan beri, tez elden, İncir çekirdeği doldurmayan, İpe-sapa gelmeyen; Herhangibir konuda Meyil gönderenler, Önce, 'hatırlatma' Sonra, 'uyarı',
Sonra da, 'gemiden atma' cezasına, Çarptırılmalıydılar...
Kurultay bittiğinde, herbir delege, İncir çekirdeği resimli, Plastikten yapılmış kartlarla Bölgelerine; Başaltına, Kıçaltına, Ambara, Ve başkaca yerlere dönüp, Herbir ruhun ve martının boynuna, Yeterli sayıdaki kartlardan astılar...
Kemerler sıkıldı, Gevezelikler biraz azaldı, Hayat, düzene girdi...
Martılar da arada, Değişimli olarak, Üç-beş tur atarak havada,
- Yalandan... -
Güya, yağlarını erittiler...
-----------------------------------------------------
SEYAHATNAME - 27
GEMİ HALKA AÇILIYOR
Hindistan önlerinde, Demir atmış gemide, Bilgisayar öğrenmeyen Kullanmayan, Ruh kalmadı...
Daha bir dikkatlice, Gelsin meyiller, Gitsin meyiller;
Edebiyat yapar oldular, Gemidekiler...
Akıllı, Az yağlı martılar, Yeni bir öneri getirdiler:
'Gemiyi, Hindistan halkına açalım!..'
Göz-açıp-kapanmaya kalmadı; Çok rağbet gördü bu fikir...
O n a y l a n d ı . . .
Geminin güzel sesli tellâlları, Sahile-sahile bağırdılar: 'Ey Hindistan ahalisi; Gemimiz ziyarete açılmıştır...
Yediden-yetmişe herkes, Ücretsiz olarak, İki saatliğine, Gelebilir, Gemiyi ziyarete!..'
Demeye kalmadı, Gemi doldu...
En başta çıplak
S a d h u' la r...
Hani o, Karınca bile ezmeyen, Önce yolu süpüren, Sonra adım atan, Acayip dervişler...
Ardından, Her türlü insan, Kadın-erkek-çoluk-çocuk, Her dilden, Her dinden, Her meslekten... Bir şenlik-kıyamet güvertede...
Gelenler, gemiyi pek bir beğendiler...
Başta, Latif Kaptan'a Ve dümen yardımcısı Ayşegül'e, Ve gemi halkına, Binlerce teşekkür ettiler...
Ziyaretçiler arasındaki, Bilgisayar uzmanları, Önemli bir öneri getirdiler:
'Bu kadar güzel bir geminin, Sanal bir dergisi olmalı...
Merak etmeyiniz, Bir ücretsiz kurarız...' dediler...
Gemi halkını, S e v i n d i r d i l e r . . .
------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 28
SADHU-SANAL-ÇIKIYOR -
Elâ gözlü, karagözlü, Eflâtun bakışlı, Bilgisayar uzmanı Kızlı-erkekli Hindî'ler, Gemiye bir sanal dergi kurdular...
Toplanan Büyük Kurultay, Yeni yayına, 'S a d h u' Adını verdiler...
Karınca-İncitmeyen-Dervişler, Duruma pek-bir sevindiler...
Editoryal işleri, Ve tabii ki, Haberler Bölümü'nü, Martılar üstlendiler...
Basra Limanı'ndan kalkan gemideki, Evliya Çelebi Hazretleri, Soluk-soluğa şenliklere yetişti...
Dualar okundu, Tütsüler yakıldı, Yenildi-içildi, Havaya, Fişekler atıldı...
Çıngıraklı-çıngıraksız Dervişler, Büyücüler, Eskimolar, Köçekler,
Bildikleri-bilmedikleri Ne kadar dans varsa, S u n d u l a r . . .
Her dilden Türküler söylendi...
Çengi-kıyamet, Kırk-gün-kırk-gece, Derginin kuruluşu kutlandı;
Karalar-Denizler, inledi...
- Gemiyi kıskandı -
Kaptan-ı Derya Latif Kaptan Ve Dümen yardımcısı Ayşegül, Mutluluktan, A ğ l a d ı l a r . . .
Cin'ler-Peri'ler, Japon'lar-Çinli'ler, Pek uzaklarda, D e ğ i l d i l e r . . .
Birlik olup, O n a l t ı K a r ı ş l ı k Bir dilekçeyle, Gemiyi, H a y a l i s t a n ' a , D a v e t E t t i l e r . . .
---------------------------------------------
Kenan Sinanoglu
SEYAHATNAME - 29
TEZKERELER -
Hayalistan, Çok uzaklarda değildi...
Bursevî-Çekirgevî Ayşegül, O yaman Yardımcı Dümenci,
Çok da merak ediyordu oraları...
* Aradan aylar geçmişti...
Gemi, Karadeniz, Bir Boğaz, bir Deniz, Yine bir Boğaz,
Sonra iki Deniz... Süveyş Kanalı ve Kızıl Deniz'i aşmıştı;
Hindistan Denizi üzerinde Naznıl-naznıl sallanmaktaydı...
- Yunuslar, Çoktan istirahata çekilmişlerdi... -
* Yollarda neler görmüşlerdi?
Batıklar, Eski, Orta ve Yeni Çağlardan...
Bomba taşıyan hamal gemiler...
Saldırıcı-Uçak yüklü Yüzen-Bom-Puşt-Adalar...
* 'Sadhu-Sanal Yayınları'nı Sürdüren elâ gözlü martılar,
Karada ve denizlerde olup-biten Ve olup da bitmeyenleri, Etraftaki gemilere meyilliyorlardı...
* Her ne kadar iletişimler Böyle sürüyor idiyse de; İşi oluruna bırakmıyorlardı...
Çok özel haberleri, Bizzat getirip-götürürüyorlardı Bir uçum uçarak martılca, Gereken yerlere:
'Asker vermeyin, İşgalcinin keyfi üzre' Mealinde,
Yirmi-otuz kadar tezkereyi, Getirip-götürdüler böylece...
* Gemi kurultayının 14 Ekim 2003, Salı günü Oy birliği ile aldığı karara göre, Gemi, her türlü faaliyetini Eksiksiz sürdürmeliydi...
* Erzak, - Dikkatli kullanılırsa - Gelecek takviyelerle Daha uzun süre yetebilirdi...
* Davetçi Cin'ler-Peri'ler, Japon'lar-Çinli'ler, Bir müddet daha bekleyebilirdiler...
- Bu Bölüme, Latif Kaptan, Ve yardımcısı Bursevî-Çekirgevî Ayşegül Ve yetkili Martılar tarafından, Görülen lüzum üzerine,
'Gemi mektubudur; görülmüştür' diye, Onay verilmiştir. -
------------------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 30
ÜZEN HABER -
Cumartesi, 15 Kasım 2003, Kuşluk vaktinde . . .
15 kadar, Kırık kanatlı Haberci Martı,
Yorgun-argın Kendilerini Geminin güvertesine Attılar . . .
* Azcık soluklandıktan sonra, Toplanan gemi efradına,
İstanbul-Kuledibi ve Pangaltı'daki, Tanrı Evleri'ne Ve çevreye yapılan,
20'den fazla ölü'lü, 300'e varan yaralı'lı Bombalı saldırıyı anlattılar . . .
* Etraf sessizliğe büründü . . .
Geminin tek canlısı Ayşegül, Tüm Ruhların gözlerindeki Acıyı gördü . . .
- Onlar, yaşayan insanlar gibi Ağlamazlardı -
Herbir Ruh, kendisince acıdı ölenlere, Şifalar diledi yaralılara;
Kalanlara da sabırlar . . .
Ayrıca,
Bu tür belâları sipariş veren, Ve eden, Öz-Ler-in-de-Özür-Lü Yaratıklara Lânetler Gönderip, Âlemlerin Rabbisi'ne, Onları da ıslâh etmesi için Islâh Duaları gönderdiler . . .
* Ve sonra, evrendeki, Şu bit kadar dünyada, Sorunları sürüncemede bırakarak, Borsa Endeksleri'yle yatan, Borsa Endeksleri'yle kalkan, Anonim şer güçlere, Hakça-daha pakça, Kardeşçe paylaşımlar için, Alemlerden sorumlu Tanrı'nın Akıl-Fikir-Duygu-İnsaf vermesini istediler...
* Martılar, Yavaş-yavaş toparlanıp, Dinlenmeye çekildiler;
Üzüntülü ruhlar da, Dağıldılar sessizce yerlerine...
* Ayşegül, Kaptan-ı Derya Latif Kaptan'ın Dümen yardımcısı, Yukarıya kıvrık ağızlı Bursevî-Çekirgevî, Tarifsiz üzüntülere daldı . . .
Ne de olsa aylardır, Bursa'dan uzaktaydı . . .
Bir aklı İstanbul'da, Bir aklı Ankara'daydı . . .
Bir müddet için Gitmeli miydi? İzin alıp Latif Kaptan'dan . . .
Elâ, Ana-Dolu-Gözleri, Batı-ya-Batı-ya doğru D a l d ı . . .
---------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 31
YENİ DÜMENCİ -
Durumlar böyle iken, Aynı hafta içinde, Üzücü meyiller geldi, Karadaki Hindistan kasabalarından, Ve dörtbir yandaki gemilerden Kaptanı-ı Derya Latif'in Kaptan köşküne;
"İstanbul'da iki yeni bombalama; 30 ölü, 400 yaralı...", Diye...
* Derhal toplanan Gemi Kurultayı, Görüştü durumları;
Karar alındı: "Dümen yardımcımız, İkinci Kaptan Çekirgevî Ayşegül, Çok üzüntülüdür; Bu yüzden, Üç vakit için izinlidir...
Selanikî Mustafa Efendimiz'in Defne gözlü kızı Gülhayat, Ruhsatnameli bir dümenci Göndersin bize" diye . . .
* Üç 'özel ulak' martı, Kaptıkları gibi Yazılı kararı,
Hindistan Denizi'ni aşarak, Bitmez-tükenmez Kan dökmelerin sürmekte olduğu Irak semalarına yan çizip, Kızıldeniz, Ve sonra Akdeniz-Ege-Marmara göklerini, Üç solukta uçarak, İstanbul-Bebek'deki Eski bir konağın avlusunda, Örgü örüp, Yeni romanlar üzerine herhalde Engin düşüncelere dalmış olan Gülhayat'ın önüne,
Kendilerini, Attılar . . .
* Az bir soluklanıp; Kurultay kararını, "Seyahatname"nin de, Sadık okuyucusu Gülhayat'a İlettiler . . .
Aynı anda, Orada, avluda, Gülhayat'ın yanında
"Cıngıl" gözlü kıza Takıldı martıların Martıl gözleri . . .
"Biz, bu kızı tuttuk; Alıp, uçuralım gemiye..." Diye düşünerek herhalde,
Bir kıza, bir Gülhayat'a; Bir kıza, bir Gülhayat'a Baktılar . . .
* "Kızın adı 'Leyd-ül Nü'tür; Türkçe dışında, Almanca ve İspanyolca da Bilir; Zaten, benden Ruhsatnamesi de vardır;
Az bir eğitim görürse gemide, Yoktur üzerine . . ."
Deyip, Gülhayat; Leyd-ül Nü'e baktı . . .
* Kız, çoktan razı;
"Sen yeter ki dile, Gülhayat Abla; Ben her yere giderim bunlarla . . .
Çok yorulmuştur O Çekirgevî dümenci Ayşegül; Dinlensin biraz;
Ben bi hazırlaniym . . ." Diyerek, Çıktı Köşkün yukarı katındaki Odasına . . .
---------------------------------------------
Kenan Sinanoglu,
SEYAHATNAME - 32
LEYD-ÜL NÜ -
'Leyd-ül Nü',
- Martılar, kızın adını Böyle kısaltmışlardı -
Hazırlıklarını bitirip İndi avluya...
Elinde bir bohça; İçinde ıvır-zıvır, Ayrıca üç adet albüm;
Birinde, Büyük Dedesi'nden kalma resimler;
Anadolu mimarisi, - Gemi halkından, bilmeyenlere tanıtmak için -
Güzel Selçuklu ve Osmanlı yapıları, Ve dünyanın ünlü mimarlarının 'Şiir binalar' diye tanımladıkları Eski İstanbullu binalar...
- Ve çok az sayıda 'güzel'leri, Yakın zamanlardan -
Ve kötüye de örnek olsun diye 'Uyduruk' denilse, 'iltifat'tan sayılacak Muyduruk gök-mökdelenler.
- Bir naylon torba içinde -
Diğer bir albümde Viyana'dan;
Bir diğerinde, sıcak resimler, Bir süre kaldığı Havana'dan...
Martılar, Gülhayat'la, Koyu sohbet içindeydiler...
Gülhayat, 'Nü'yü anlatıyordu onlara:
'O, akıl vermeyi sevmez, Paylaşmayı yeğler; Kimseyi kırmaz, Kimse de kırmasın onu...'
* Leyd-ül Nü'nün arkadaşları, Birikmişlerdi bu arada avluda Yolcu etmek için kendisini Bir sanal yolculuğa...
Bakalım kız, kaç zaman kalacak o gemide? Çünkü, hiç bir yerde üç vakitten fazla durmaz,
Ora senin, bura benim, Bir Havana, bir Viyana, bir İstanbul; Bir de bakmışsınız, İllâ da Mardin, Dolanır, durur, Rehber-ül tur olarak.
* E, şimdi işte kaçırılmaz bir fırsat; Bir hayalet gemide Dümenci-yardımcısı, İkinci kaptan adayı olmak...
* Ruhları görmek,
Verevinden kesilmiş, Kloş etekli Ayşegül'le tanışmak
Dümeni teslim almak...
* Neyse,
Bir kısa şenlik yapıldı avluda, Yenildi-içildi, İstanbul türküleri söylendi,
Sonra, Sarılmalar-öpmeler...
* Vakit geldi;
Kaptıkları gibi Leyd-ül Nü'yü Özel ulak, Üç adet elâ gözlü martı,
'Hadi evvallah, bize' Demeye kalmadan, Kız Kulesi üzerinde Yedi adet tur atıp, Marmara denizi, Çanakkale Boğazı'nı Geçerek, Ege-Akdeniz-Kızıldeniz Hindistan Denizi...
Gemiye yaklaştılar;
'Avaramu-avaramu...'
Sesler geliyordu Uzaklardan...
----------------------------------
Kenan Sinanoğlu
Seyahatname
Bölüm - 33
İşte, zaman akıp gitmişti Şu bit-kader dünyamızda Yine ve hep tuhaf işler olmuştu...
Dümen yardımcıları nöbet değiştirip, Biri, işbaşı yapmış; Diğeri de, gemiyi terk etmişti...
Ona da öncesinde bir şenlik verilmişti...
Gemi halkının Tac Mahal'i ziyaret istemi Sıraya koyularak gerçekleştirilmişti...
Bölüm - 34
Sadhu Sanal Yayınları yoğundu; Bu gemide işler bitmezdi Onsekizbin âlemlere bile Geminin ünü yayılmıştı...
'Kolay değil bu işler' diyen Latif Kaptan Bir Küçük Kurultay toplamıştı...
Sonuçta bazı öneriler verilmiş Üsküdarî Ayten Suvak Suvarî önerilmişti...
Görevi; geminin yazın işlerini yürütmek İhmali görülenleri, işbaşına çekmekti...
Bölüm - 35
Davete icabet eden Üsküdarî Kız kulesi üzerinde birkaç kez uçup Hemen değilse de, üç vakitte Bu ünlü gemiye ulaşmıştı...
Demokratik karar ile görevlenip Bu işleri iyi de becermişti; Ne de olsa, dergilerden deneyimliydi...
Bu ahval üzre, ilerlerken işler Gemi sülükleri marokenler ve işibiyerdeleri Gemiye gizlice musallat olup Gemiyi delme işini plânlamışlardı...
Bölüm - 36
Herşeyi sezen nöbetçi martılar Bu puşları zamanında görüp Aldıkları gibi sarı gagalarının ucuna Kimini löp diye yutup,
Kimini de Hindistan deryasının En derin sularına atmışlardı...
Bu tehlike de böylece En azından bir süre için Atlatılmıştı...
Fakat, borsa azgınları Neft yağı tacirleri Bırakır gibi değillerdi ipin ucunu...
Bölüm - 37
'Ne güzel kurtarıyoruz herbirinizi' Diye ölümler sunmaları bir yana Kendi ülkelerinde de insanlar Giderek bu çarpık ağızlıları Anlamışlardı...
Latif Kaptan'ın işte bu minnacık gemisi Tüm bu olaylara şahit olmaktaydı...
Dört yıla yakın zamandır neredeyse İnsan mahlûkatına şaşırmaktaydı...
Bölüm - 38
Bir müddet sonra dümen yardımcısı Rehber-ül Tur Leyd-ül Nü de, 'Ne çok, ne güzel şeyler öğrendim' Diyerek, gemi halkına teşekkür edip, Çok özen ve emek verdiği asıl işine dönmüştü...
Öncesinde gemi halkının isteği üzerine, 'Avariye' adlı Hindistanlı bir güzel kız
Dümen yardımcılığı görevini üstlenmişti...
O da işleri başarıyla yürütmekteydi...
Bölüm - 39
Diğer yandan da Hindistan'ın doğusunda Âlem-ül Çin denen ülkede durumlar şöyleydi:
Batı ülkelerindeki pahalı üretimin aksine Âlem-ül Çin'de insanlar ucuz üretip, Ve de her türden markayı taklit edip, Batı üreticilerini batağa sürüklüyorlardı
Günün birinde hiç belli olmaz Batı, bunların başlarına çorap örebilirdi...
Bölüm - 40
İşsizlik, eski ve yeni dünyalarda Gırla ve başını alıp gidiyordu...
İşte, gemi halkı merakla Daha onlarca, yüzlerce, binlerce yıl Bu durumlara ve sonuçlarına şahit olacaklardı...
Bu Seyahatname'ye de burada - Bir müddet için daha -
Üç adet nokta konacaktı . . .
Bölüm - 41
Derken, Avariye ile Ayten Üsküdarî Tuttursunlar mı sana bir hava;
Bir İstanbul türküsü ağızlarında Meğer, ne de çabuk öğrenmiş Ayten'den onu güzel Avariye...
- Kadifeden kesesi... -
Kulak kesiliyor tüm gemi halkı
Bölüm - 42
Sonra başlıyor Avariye Ünlü Hindistan Avaramu şarkısına...
Ki, o elli şu kadar yıllık güzel şarkıyı Olmamış bu vakte kadar böyle güzel söyleyeni...
'Bir sır var, bu işte' diyor Latif Kaptan 'Hiç bu kadar güzel bir şarkı duymamıştım ben Ne yaşarken, ne de bu gemi hayatımda...'
Bölüm - 43
Geminin tüm mürettebatı ve yolcuları Büyük alkışlar tutuyorlar bu güzelliğe Karar verip, rica ediyorlar Her gün ikinizden en az bir şarkı isteriz diye...
Martılar da beğeniyorlar bu öneriyi Sevinç turları atıyorlar havada...
Bölüm - 44
Ayten, cızırtılı 45'lik taş plâklar getirmiş yanında Taa dedesinin zamanından kalma Hafız Burhan'lar, daha kimler-kimler Yankılanıyorlar Hindistan göklerinde...
Bölüm - 45
Orta Doğu'da, Orda-burda Kazanlar kaynıyor Yine elbette...
Birbirlerinin kanına Ve neft yağına susamış sülükler Yine lânet işler düzmekte...
45. Bölüm de burada Böylece sona e r m e k t e . . .
S o n
|
|
|
|
|
|
|
|
|