Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Belgin Alagöz Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
EKREMKAHRAMAN TUALLERİNDE KAVRAMSAL OLGULARIN SANATSAL İFADEYE DÖNÜŞÜMÜ
19.02.2018
Belgin Alagöz
Okunma Sayısı : 11153
Oy Sayısı : 11
Değerlendirme : 5
Popülarite : 5,21
Verdiğiniz Puan :
 

 

 



Bu yazı 2004 yılında Artist Dergisinde ve Ekremkahraman sergi kitabında yayınlanmıştır.

EKREMKAHRAMAN TUALLERİNDE
KAVRAMSAL OLGULARIN SANATSAL İFADEYE DÖNÜŞÜMÜ

Bir insan düşünün ki; resimlerinde doğayla kendini tümleyen. Bir insan düşünün ki, şiirlerinde, düşüncesinin yüreğine akışını doğaya ulayıp, onunla benzeşen. Bir insan düşünün ki, yazılarında, tüm doğallığı ile olumlu-olumsuz her gelişimin kendi payına düşen kısmını bir bütünde bölüşebilen... Bir insan düşünün ki, tüm bu sanatsal çıkarımlarını resim düzlemine seren. Böyle bir insanı anlamak, Ona açıklık kazandırmak, ifadelendirebilmek çok incelemeyi, derin dünya bilgisini, düşünme-anlama yetisini, had safhada duyarlığı gerekli kılar. Dolayısıyla, yarattığı ürünlerin de durumu budur.

Sanatsal çıkarımları için yaptığınız her yorumlama; birbirini sürükleyen, birbiriyle bağlantılı gelişen, karşıtı olarak kesişen tükenmez bir devinime gebe olarak başlar. Böylece, Evrendeki her şeyin insana aitliğindeki ilgisinden hareketle, çoğalan bilgiyle özdeş gelişen anlam ve duygu artımı, insanın doğa karşısında çaresiz kalışına upuygun kılıf hazırlar.

Birey, bu kılıfı yırtmak üzere, doldurur kendi imgesine her bir tanımlamayı, yeri geldiğinde kullanmak üzere.

Çukurova'da yaşamış bir insan, iniş çıkışları olmayan bu coğrafyada, önünü-ileriyi- öteleri çok iyi görür. Bu koşulla eğitilir gözü, belleği, yüreği, benliği. Çukurova'nın atmosferinde, bir üflese rüzgar, her yer aynı anda tozur. Bir birikmiş bulut çözse uçkurunu, aynı anda sel basar Çukurovayı, aynı anda bereketlenir toprak güneşin ışıklı ateşi ile. Doğasal bir adalet seyreder bu coğrafyada. Tüm bunlardan payına düşeni almıştır ekremkahraman.

Kahraman ruhu, yörüklüğünden kalma genlerle yönetilir. Hep verimli yerlere göçer. Bir bakıma resimlerindeki sonsuz sınırsız yüzey, her santimetre kareye göçmek için onun ruhunun çoğalttığı alanlardır sanki!

Gerçek/Düşlem, Sanat/Eylem, Düşünce/Söylem, onun sanatsal çıkarımlarında yalnızca birkaç öğe?dir. Yaşamsal gerçeklik, duygu ve düşsellik, yeniliğe açık bir anlak, geniş dünya görüşü, sanatsal birikimi sağlayan sınırsız gözlem, yaşadığı ülkeye, topluma, dünya uluslarına ve çağa duyulan sevgi ve sorumluluk duygusu...

İşte onun sanatsal edimi, bu yapılanma ile donanmıştır. Bu donanım onun sanatsal eylemine çok geniş bir alan açar. Kahraman?ın kendi resimleri üzerine bir savı vardır. O, çiftçidir ve toprağını eker. Çiftçidir ya! Tuvalleri; Çiftçi/Kahraman, Sorunsalı; Resim/Toprak olur ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanın kendi yarattığı kavramlar ve sosyaliteye bakışı ve tepkileri. Bu bir ölçüde yeni bir kavrama-kavratma biçimidir. Yani, çiftçi sosyal rolündeki emeğe dayalı edimsellik ile Kahraman sosyal rolündeki, sanatın çok boyutlu gelişimindeki ulaşılmazlık, edimsel olarak birbiri ile örtüşür.

Resim düzlemindeki sanat oluşumu ve gelişimi, tohumu ele alış biçiminden onu değerlendirme biçimine ulaşan tavırda ve yeni bir canlı yaşamın başlatılması koşullarının bu yaratıma eklenmesi ile gerçekleşir. Tohum da irdelen kavramlar-değerler ve tarihsel gerçekleri oluşturan insanın yarattığı her bir durumun, doğayla uyumu ve uyumsuzlukla gelişen tüm boyutları ve de fiziki gerçekliğin devimsel halidir.

Her şeyden önce Kahraman resimlerinin yorumu, geniş zamana ait fiillerle vurgulanmayı gerekli kılar. Nedenselliği ise; sanatçının yaşama bakışının gerekçesi olan ussal gelişiminin, duygu örüntüsü ile kurduğu diyalogla ilintilidir. Ancak yalnızca bu değildir nedensellikteki etken. Bilinçli bir usun anlak düzeyi onu zamanla ölçümlenen tüm dilimlerde devindirir durur. Bu demektir ki, tuvallerinde yer alan her bir obje, onun imgesinde biriken anlamlarla yüklenerek girer resimlerine.

Resimlerinde insana ait doğasal örgenlik (organ; insanın duyarlığını-tepki gösterme özelliğini, çevreyle özdek alışverişini sağlayan nedeni oluşturan en küçük birimin bu fenomendeki/görüngüdeki gelişmiş hali) ve olgu (görüntü-olay) örüntüsünü, biçimsellikle uzlaştırılan fantastik öykülendirilmesi gibi olsa da, gerçek dışı yapılandırma aklın, bilimin, gerçekliğini de resimlerin içinde devindirir karşıtı olarak. O, resimlerinde, özdeklere (doğal cisimler, ağırlığı olan nesne) yüklediği anlamları kendi imgeleminde değişime uğratır. Eş deyişle, anlamsal başkalaşım (metamorfoz) yaratır. Bu da farklı bir aktarım biçimidir, farklı ifadelendirme dilidir. Bu dil gerçeğin gerçeklik olarak bilinen koduna, yeni bir soru gönderir. ''Bu, bu-mu-'' dur? Dünya üzerinde kurulmuş düzen ve dengeye kendi imgelemi aracılığı ile başkalaşım (metamorfoz) uygulanır ve böylece bilinen her şey alt-üst edilir. Bilimsel bilgi, felsefe, sosyoloji, psikoloji, astronomi gibi, insanın kendisini ve doğayı keşfetmesine olanak sağlayan yığılmış bilgilere, hem tanık olan ve hem de kendi ölçüsüyle araştıran Kahraman, varsıl imgeleminin kaynağını yine kendinden alır. Kendi yaratma yetisi ile tuvallerinde olgusal ilk örnekler (prototipler) özgürce izlenceye açılır.

Eşdeyişle, ekremkahraman resimleri, her döneminde kendi içinde doğurgan bir kadın gibidir. Canlı üretir, duygu üretir, yeni yaşamlar, düşler üretir. Tuvalleri, kendi ektiği her nedensellikle farklı bir boyuta yönelerek çoğalır. Kullanılan elemanlar, görüngünün gerçekliğinden uzaklaştırılır. Salt biçim olur.

Öte yandan resim içinde yer alan bazı biçimlerin hacimsel kitle oluşumu, zaman ve mekânlara ait yapıları anımsatır, buna bağlı olarak kurguda gizli tutulan mekân oluşumunun varlığını gizemli bir ifadeye dönüştürür. Kahraman imgesinde oluşan anlam çoğalmaları; değişime uğratılan birçok nesnenin, insan görüngüsünün ve olguların yeni kavranılışıyla yaşamsal alanlara, boşluğa, sonsuza, dipsizliğe usulca bırakılışıdır.

Kahraman resimlerine girmiş/yaşamış/çıkmış birçok soyut (varlığın zihinsel tasarımı), somut (varlığı duyularla anlaşılan-doğada belirli olarak var olan) ilişkisi kuran görüngüler (anlam-olay-olgu felsf:fenomen): geometrik biçimlemeler, sorununa ait özneler oluşumu, soyut bir alanı kapsamı içine alan sınırların ve biçimlerin perspektifi, sanatçının o an/zamanlarına ilişkin sorun edindiği nedenlerin, çözüme ulaştırılmaya yönelik seçilen elemanları durumundadır. Buradaki her bir oluşum, süreli de olabilir sürekli de ya da başlı başına geniş bir süreç (koşullarının bütünlüğü içinde ele alınan gelişme) olarak da yapılanabilir. O an-zaman bütünlüğü durumunda bilimsel açıklaması olan veya bilinen gerçeklikten seçilmiş nesne, çoğu kez psikozlar (sosyal bir sarsıntıya bağlı olarak doğan ruh hali) yüklenerek duygu-düşünce sarmalına sorular gönderir. Seçili özne, anlamca değişime uğrasa da, duyarlı bir yüreğin sessizliğiyle bu ilk örneğin (prototipin) yeni anlamının kabul ve reddi kendinde saklı durumdadır. Ancak yine de kararlı bir tavırla, izleyeni, kendi seçtiği nesnenin 2., 3., 4., 5. anlamını algılatmak için kurulmuş olan zaman tünellerinden içeri davet eder. Bu ise, resimlerindeki gizemli pentür dilinin eşliğinde gerçekleşir. Bu izlence, düşünce zenginliği ile bulmaca çözümü gibidir ve elemanların şifrelendiği bir yüzeydir. Ancak, bulunduğu atmosferin psişik (ruhsal,duygu) etkisiyle ve birbirinin içindeki ortak kullanılabilecek harflerin saptanması ile deşifre olabilecektir.

Bu şifre aynı zamanda ideolojisinin de dilidir, kendi sosyalizasyonunun, yakın-dost ilişkilerinin, zorunlu-kurallı ilişkilerin de dilidir. Ülke toplumlarının yapısından üreyen her bir kültürel oluşumun, evrenin bütünsel birliğindeki (evreni var eden şeyler) devimin de dilidir. Genele varan bu örüntüden hareketle, sanatçıda oluşan duyarlı, gözlemci ussallığın Evrensele varan sosyo-kültürel dilidir.

Bu ve benzeri temalarla gelişen yapıdaki (konstrüksiyondaki) tuvalleri, yaşamsal her oluşumdaki imlerin kendisinde bıraktığı derin-düşünsel-duygusal uyarılganlığın (çevreden gelen etkileri yansıtma ve bu etkilere tepki) varlığındaki olanaklarla ilgilidir. Ancak tüm bu insansal donanım, tuvallere gizemli bir dille aktarılır. Süjenin (ressamın) tavrındaki dışa aktarım, yapıtların 'yapılmış' olması için yapma eylemini yadsır.

Resimlerinde henüz kendisinin de çözemediği gizli itiraflar vardır. Zamana salınan 'giz'ler, yine zaman döngüsünde her şeyi yerli yerine yerleştirecektir ama şu durumda bu istem dışı gelişen ruhsallık, düzlemin büyüsel etkisiyle varlık gösterir.

Bir de, bilinçaltından süzülen yaşanmışlığa dair her birikimin sonucu olan kurgulanmış 'Şey'ler vardır, felsefi oluşumlardır bunlar. Bilginin kavramsal dayatmasıyla birlikte gelişen, beklenen sosyal rollerin, statülerin karşı duruşu olan tepkiler..

Bu noktada düzlemdeki tanımlanabilen 'Taş' nesnesine değinebiliriz. Taşlar büyüklük ve küçüklüğü ile esnekliğini yitirmiş sosyal rollerin göstergesi olabilir. Duyguya yaptığı gönderme, rollerin insan üzerindeki etkisinin her bireyi etkileme düzeyi olarak alınabilir. Işıltıları ise; bu rolde sahip olunan şeylerin insanda yarattığı gurur-onur duygusuyla özdeş tutulabilir. Yine taşların düzlemdeki işlevsel rolü; sınırları belirleyen, savunma-korunma güdüsü ve alanı, bileştiren-ayırtan, sağlam bir zemin, ayakları yere basan birey ya da kendini güvence altında hissedebilme özlemi, ilkel insanın korunma amaçlı ilk eyleminin nesnesi olarak algılanabilir.

Ek olarak, toplumsal bir sosyallikle örtüştürülebilir. Şöyle ki; resim düzlemindeki taşlar, görünüşte, müziksel etkinin yarattığı ritimle bileşke kuran ögeler (bütünü oluşturan ve bağımsız olarak da var olan) gibi görünüm vermektedirler. Ancak burada rol bireye ait düşünülebilir, toplumla özdeşleşebilir.
Bu durumda topluluklardan yükselen tek seslilik ve çok seslilik aynı zamana koşutlanır. Eş deyişle; her bir öge bireysel bir oluşum sayılırsa, bu oluşumda birleşen diğer taşların toplumsallığı çağrıştırması, birleşen seslerin durumlara karşı oluşturacağı çokluk etkisine vardırabilir bizi.
Sanatçının bilinç altına yığılmış olan içsel tepkisi belki de şu nedene dayanır: ''Toplumdaki pek çok insan davranışı gibi sosyal ilişkilerin temel örüntüleri geniş ölçüde standartlaştırılmış ve rutinleştirilmiştir '' (Sosyoloji nedir, JOSEPH FICHTER,S.108,1997).
Toplumları var eden grupların, bireylerin birbiri ile gerçekleştirdiği işlevsel etkileşme: Süreçlerde; sağlam ve insan haklarını, özgürlüklerini koruma ve de kollayıcı bir tavırla gelişmelidir. Bu anlayışta, bireylerin ortak davranış örüntüleri içinde yer alan işbirliği, uyarlanma, özümseme, karşıtlık, rekabet gibi sosyal pozisyonların durağanlaşmış düzeyini, kinetik/dinamik yapıyla yenileştirmeye yönelik ortak bileşke yaratarak yeni bir dünya düzende, bilinçlenmiş davranış örüntülerinin beklentisi olarak görülebilir. Temadaki 'Evrensellik' olgusu ile ilişkilendirilen bu düşünsel tavır, aynı anda Evrensel temel sosyal ilişkileri de içermektedir, bu duruma bağlı olarak.

Sanatçının, sosyolojik yapısallıkta önemle üstünde durduğu, ben; 'özne' ve 'birey' ile diğer kişi, grupların toplumsal yapıdaki rolleri, bu şekilde; siyasi, ekonomik, etnik, dini etmenlerle doğal olarak ilişki kurar. Bu düşünsel ve ruhsal çatı, özgür ifade ve davranış örüntülerinin beklentisini yansıtan bir anlayıştır ve bizde bir çeşit uyarılganlık yaratmayı da amaçlayan roldedir belki de bu küme! Taş nesnesine böylesi bir açılım verecek olursak bizi daha birçok oluşuma taşıyan görüngüler yakalamamızı sağlayabilir.

İnsan topluluğu hiçbir döneminde durağan yapıda olmamıştır. O, yapılandırdığı her oluşumu eskiyene değin kullanmıştır. İşte, bunlardan en üretkenlik içinde olanı 'Kültür' etkinliğidir. İnsanın var ettiği her şeyle organik ilişki içinde olan 'Kültür', toplulukların her üyesinin olumlu-olumsuz katkıları ile belli yer ve zamana ait tümel bir oluşum olduğu kabul gören bir görüştür.

Öyleyse taş nesnesi: Toplumların tümünde insan olmanın gerektirdiği koşullar: 'kültürel örüntüler' denilen düşünce biçiminde bir toplum bilincinin yaratılmasına dayandırılan bir yapılandırılma olarak da düşünülebilir. Ya da, evrene ait bir gerçeklik olarak, sağlamlığıyla bilinen bu elemanın devimsel süreç içinde zerrelere dönüşeceğini anımsatan imleme sayılabilir.
Ya da, teknolojinin gelişmiş olduğu bu çağda, makine gücü ile un-ufak hale getirilebilen taş nesnesi artık eski sağlamlık etkisinden uzaklaştırılmakta ve sanayi devriminin yarattığı etkilere bir gönderme yapılmaktadır.
Ya da, aşk/sevgi/dostluk/anlaşma/kızgınlık gibi soyut kavramların bizde bıraktığı anlam boyutuna denk düşen ruhsallığımızla örtüşebilir. Ya da, düşünce üreten, olumlu ışıltı saçan, güven duyulabilinen insanların seçkili görünüşü ve sayıca azlığının vurgulandığı bir sahne olarak alınabilir.
Ya da!
Bu çeşitlilikte anlam yüklemeleri, insanda ve belki de sanatçıda, bilinçaltı yığılmalarının umuda açılımından öte, beklentileriyle ilgilidir. Bundandır ki, düzlemde yer çekimi kanunları ters-yüz olur. Bu gelişim bizi zaman kavramı ile karşı karşıya getirir.

Her ne kadar algılanan birincil etki, zaman ve mekan olarak doğa içerikli bir düzlem üzerine güdülenen betimlemeler olsa da: Ancak burada yapılanan teknik dile bağlı pentürün uygulanışı, ayrıntıya inmeyen bir doğa ve buna paralel gelişen biçimin, çizgi-renk-anlam soyutlamasına olanak tanır.

Bu noktada, belleğimizi kurcalayıp Kahraman'ın sorunsalındaki ayrıntıdan çok bütünle kurduğu iletişime yönelebiliriz. Çünkü O, tek bir birey olarak insan fenomenini irdelemek yerine, dünya ile ilişkilendirir temasındaki her bir oluşumu. Buna bağlı olarak her sorun her nesneye eşit olarak dağılır. Böylece bu istem, mekan kavramının zaman değerlerlerini ayrı ayrı durumlarda hissetmemizi sağlayan etken olabilir.

Zaman ve uzay, insan bilincinin ürünü değildir. 'Dünya insandan önce, zaman ve uzay içinde var olmuştur ve milyarlarca yıldan beri de vardır. İnsan ise; sadece on binlerce yıldan beri ortada görülmektedir.'
(felsefe. Orhan Hançerlioğlu, S. 471 1996).

Kahraman'ın resimlerinde kullandığı boşluk/sonsuzluk, zaman/toprak bu bilinçten hareketle yapılandırılır. Böylece kurguda yer alan gerçekliğe ilişkin yer/gök/zaman kavramı apaçık reddedilir. Eyleme dönüşüm (sanatçı), sanal söylemin içine atar kendini, sanat etkinliği böylece yaşama geçer.
Oysaki, zaman/mekan, dış dünya gerçekliğini anlamlandırmamızda iki bilişsel boyut sayılır. Düzlemde, çağlar boyu sürekli devinen zaman olgusu; çağ, yıl, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, salise gibi hız birimi ile dilimlendirilerek, bu birimin her hangi bir anında durdurulur, kendine ait öznel bir zamana açımlanır. Kurguda, her ne kadar merkezden (konstürüksiyonda kurulu denge) yayılan bir devinim var gibi görülse de, yan yoktur, yön yoktur, alt/üst/taban/tavan yoktur. Alışılmışın dışında kendincedir ortam... Ütopyalar söylemidir.

Kahraman imgesindeki anlar bütünlüğü, bilincin denetimine sokulmuş uslamlamayla, duygu katmanlarının içinde devinen yapıdadır. Bu günün ve geleceğin düşünsel tasarımlarında, zaman, aynı bilinç ölçütleri ile gelişir. Ama düşüncenin eyleme dönüşümünün en coşkusal etkinliği; sürprizlerin, rastlantıların, yeniliklerin yaşamıyla kurduğu zamansallıklarla eşzamanlıdır. İşte o anların coşkun ruhu ile üretim patlaması yaşanır. Renkler, olgular, nesneler imlediği coşkuya katılır. Ya da öylesi bir taşkınlıktır ki, resim içine üflenir nefes nefese; yazınsal tümceler girer açılan kapıdan. Tek bir söz/sözler/iletiler her yana dağılır. An-zaman birikimi içinde anlamı anlamlı kılan imler olarak asılır düzlemin içine, mekanla ilişkilendirilir.

Farklı bir irdeleme ise; zaman-biçim bileşkesinde çağların izdüşümü ironiye dönüşür. Bilinmezliğin sonsuzluğunda, bilinen her bir ulamın (sözlük: aralarında, herhangi bir bakımdan benzerlik bulunan, kategori = felsefe: sosyoloji, bilim, kimya, fizik gibi bilimlerde kullanılan aynı sözcükler farklı anlamlarda tanımlanır. Tek tek bilimlerde kullanılan o bilimlere özgü kavramları genelleştirir ve onlara genel-felsefi bir anlam kazandırır.Felsefe.430) yaşam süresine sığmayacak, tekrarlı bir devinime bağlı gelişimle çoğalarak ve farklılaşarak artmasına yetişememenin telaşı ve paradoksu (kökleşmiş inançlara aykırı olan düşünce), atmosferde fırtınalı bir sessizliğe neden olur. İşte bu durum, zaman ve biçim bileşiminin ortama yaydığı Zaman Paradoksunun öznellik boyutudur. Eylemsel tavır (sanatçı), uluslar arası Tarih çizgisini bazen olduğu zamana rapteder, bazen ileri?geri ışık hızıyla devindirir zamanı. Evrenin devinimindeki bu hız, maddenin, yenileşme, değişme, dönüşmesindeki son halini bilmesi açısından her ne kadar insan olgusunun binlerce yılına dağılan zaman dilimini kapsasa da, bir zamanın bilinmeyeni, yine yenileşen farklılaşan insan olgusuyla, yaşamsal bir durum olarak yaşantıya katılacaktır. Bu bize, resimlerin içindeki doğal değişmeceli (metaforik) durumu düşündürmelidir.
Ne ki, çağların atmosferinde bu gerçeklik, geçmişten bu güne değin bildiği her bir bulgunun-olgunun yeni oluşum hali ekremkahraman'ın bir sonraki-evvelki zamana ait ilgisini de oluşturur. Ve bu anlamda imgeleminde (edinilmiş imgeleri birleştirip kaynaştırma, zihinsel tasarım) biriken düşsellik, tuvale aktarılan biçimsel-renksel oluşumla birleşir. Olguların birbiri içine geçişi başlar. Her keresinde derinleşen-çoğalan düşüncelerin kendi sahnesinde yarattığı anlamlarla bütünleşir böylece.

Burada sonsuzluğun sonuna iki nokta konulup düşünülmelidir. Böylesi bir kurguda; evreni, kavramları, gerçeklik saydığımız her bir varlığı devindiren yapı, doğal olarak bize yansıma kuramını anımsatır ve bu bilgi kuramını özümsememizi önerir.
Bu sessizlik içeren, yalnızlığı imleyen ortamdaki diyalog, zaman-biçim uzlaşımı kurarken, mekansal formlar, geometrik biçimler, simgeler, geçmiş zaman sanatlarında oluşturulmuş özdekler (doğal cisimler-madde-ağırlığı olan nesne), birinci şahıs olarak kendisi olur yani sanat elemanları olarak resme dahil edilir.
Kompoze edilen düzlemde milimetre karelere ayrılmış anların bütünlüğü espasta oluşturulan derinlik içinde, çağların dün, bugün, gelecek zamanların sorgusunu başlatacak tümlemeyi sağlar.

Resimlerin yorumuna dahil edilen özdeksel biçimler yani özdeğin başlıca var olma biçimleri zaman/uzay/devim'dir. Fizikçi Albert Einstein'ın, genel ve özel bağıntılık kuramında tanıtladığı gibi bunlardan biri olmasaydı diğeri de olmazdı ilkesinden hareketle gelişip hayali (ütopik) bir yapıya ulaşmış sorunsalı yoruma açmak bir hayli araştırmayı da gerekli kılmaktadır doğal olarak.

Jean Paul Sarte: ''İnsan özgürlüğe mahkum edilmiştir. Özgürlük tüm hayatımız boyunca bizi seçim yapmayı zorunlu kılar'' demiştir. (Sanat Psikolojisine Giriş,Sıtkı Erinç S.68,1998.)

Ekremkahraman seçimini yapmıştır, tuvallerinde özgürce bilimi, felsefeyi, psikolojiyi, matematiği, arkeolojik/tarihsel verileri, sosyolojiyi kendi öznelliği ile yoruma ulaştırır. Zaten yaşamdaki duruşu bunu gerekli kılar.
İlginçtir ki; Kahraman resimlerini çözmek algı ve anlak düzeyini bir hayli zorlar. Çünkü tuvallerine çok az ve yalın bir dille giren elemanlar/espas, gerçekte senfoni orkestrasında çalan elemanların kullandığı müzik aletlerinin çeşitliliği gibi farklıdır ve çok seslidir. Anlam zenginliği, olguların tek başına ya da birbirini yeniden yapılandırarak çoğalması ile özdeş tutulurken aynı zamanda oluşuma sanatsal kanılar yükler. Bu uzlaşımda yaşanan çelişki, izleyenin kendi içinde ikilem duymasına, ikirciklenmesine (kararsızlık, duraksama), bağımsızca düşünce üretmesine neden olan tutumu sağlar.

Belirtmek gerekirse: Bir sanatçının sanatsal doğurganlığı, hangi sorunsalı açılımlıyorsa O boyutta gelişir. Burada değinmek istediğim durum şu dur; Ekremkahraman, evreni-evrenseli sorun edinmiştir ve böylelikle tükenmeyen bir kaynağa ulaşmıştır. Söz konusu olan resimler defalarca yorumlanmış ve birbirine çok da yakın olmayan yorumlarla değerlendirilmiştir.

Kahraman resimleri ön tasarım ve gelişim olarak; bilimsel bilgi ve felsefi düşünce gelişimi ile bireşim kurarak sanatsal/düşünsel/düşsel/ütopik bir alanda seyir sürer. Bu iletisi, evrenle zenginleşen, tükenmesi mümkün olmayan oluşumların gelişimidir. Onun yaşamdaki duruşu gereği kendinde var ettiği varsıllıkla örtüşen sanatsal çıkarımlardır yapıtları. Yapıtları tüm gerçekliklere karşıt gelişen kurguda yapılanırken Çağdaş sanatın gereklilikleri de yapıtta yerini alır böylece.
Ama onun resimleri yalnızca bu çağa ait değildir, sanatsal her bilgiyi özgürce kullanma güveni ve rahatlığı içindedir aynı zamanda tavır olarak. Bu ortam sanatla bilimin yol ayrımıdır açıkçası. Burada yapıtlara, estetik beğenisi, estetik tavrı ve kaygısı gelişmiş, sanatla bütünleşmiş bir süje (ressam) eşlik etmektedir.

Ne ki, sanatsal çıkarımdaki biçimler, espas salt objenin algılanmasındaki durum değil, süjenin nesnel gerçeklik karşısındaki aldığı tavırdır. Bu tavır düşünce yoluyla geliştirilmiştir ve nesnel gerçekliği anlamca değiştirmeye yöneliktir. Soyutlama ve modernizmin yaygın olduğu sanatsal çıkarımların alışıla geldiği çağımızda nesnenin kabul gören verileri onun kavrayıcı etkinliğinde öznelleşir. Algılamaları sınırsız bir özgürlük yaşar. Kompozisyonlarında, suretsiz gezinen insanın insan olmasıyla, emek vermeyi öğrenmesiyle başlayan bir öykü de vardır.

Bu arada, resimlerdeki sorunsalı incelemeye yönelmiş olan düşünsel boyutum, tüm nesneler ve kompozisyonlardaki oluşumlar arasında, beni şöyle de bir ?beyin fırtınasına? doğru sürüklemektedir: İnsan varlığı; evren içinde gelir-geçer roldedir. Onun işlevselliği, duygusal-düşünsel-maddesel olarak var ettiği her bir durumu, bu soyut ve somut yapıntıların birbirine eklenerek çoğalan kalıntılarının etkinliğini sürdürmesiyle yaşama geçer. Burada, ''evren deviniminde varlığını sürdüren insan, bu küçük zerrenin (insan) kendi içindeki varlığının, gelişim/değişim/dönüşümü acaba, evrene nasıl bir katkıda bulunmaktadır?? sorusunu aklımıza getirebilir. Yoksa insan; O, kendi doğasındaki sömürme içtepisi ile evreni de sömür-me-k-te-mi-dir'' İnsan, Evren için iyi ve faydalı bir canlı örgenlik midir? Ya Kahraman resimlerindeki çağ geçişlerini, ülkeleri, sosyo-kültürel yapıları, ekonomik sistemlerin dayatmalarını, toplumsal duruşları, bulut ile im'lenen bir simge ile ta uzaklardan gözlemleyen etkisini nasıl ve ne ile özdeşleyebiliriz?

Evrenin zamansallığında insanın var olmaya başlaması!. Bilim, sanat, tarih, psikoloji, arkeoloji, antropoloji gibi birçok kitapla anlatılan insan, bizler.. Biyolojisi ve duygu örgenliği, Tez/antitez/sentez sürecini henüz tamamlayamamış ve var olduğu sürece tamamlayamayacak fenomen. İnsanın, ağaçtan inerek elini keşfettiği ilk an'dan bugüne/geleceğe dayanan zamansal devim. İnsanın insan olabilmek için geçtiği o eğrelti yol, zor yol!

Neler geçmiştir insandan insana çağlar boyu sürüklenerek, neler çekip neler yaşamıştır anlamlı kılabilmek için bu, zamanla örgütlenmiş hayatı. Duygusal yaşantımızla katılırsak bu düşünceye; 'Yaşam, ayrıntıda gizlidir'. Sevmek sevebilmek her şeyi ne çok özveri ister. İnsan, bir diğer insanı sevebilmek için ne çok nedenler yaratır, ne emekler verir. Kendinden yayılanları duyumsatabilmek için ne roller üstlenir! Anlama dönüştürebilecek kadar bilgi ve duyarlıkla donatmak kendini ne zordur.
Uygarlıkları nasıl var etmiştir, bu toplumsal devimde ne roller üstlenmiş, ne ezinçler yaşamış, ne çok savaşmış ne çok uzlaşmıştır, ne çok başarılara imza atmıştır. Bilimi, düşünceyi, duyguyu, sosyalliği, sanatı, toplumsallığı, bünyesine dahil edecek merakı edinebilmek için onu nasıl bir dürtü tetiklemiştir? İnsanın insan olması, gerçeklik ilkesini bünyesine alması, toplumsal bir bilince ulaşması görüldüğü gibi kendini böylesi bir sıkıntıya sokarak çalışmasıyla/emek vermesiyle başlamıştır. İşte, böyle bir öyküsü olan insanın, geleceği nasıl olmalıdır. Seçilmiş bir sanat diliyle nasıl aktarılmalıdır, insansal sürece nasıl katılmalıdır. Şiirin, resmin, düşünce yazınsallığının bireşimini kendi bünyesinde taşıyabilmek için insan, nelerden vazgeçmelidir, yada ne denli gelişmelidir!

Sanat oluşumunun temel taşlarından biri olan edebiyatın konusu olarak düşündüğümüz insan/doğa/yaşam diğer bilim dallarının da konusudur. Ancak, bu bilim dallarının insana, doğaya, yaşama bakış açısı, incelemesi, ifadelendirmesi farklıdır. Tüm bilimler nasıl incelemelerini birbirinden aldığı verilerle kaynaştırarak geliştirirse, benzer biçimde Plastik sanatlarda da durum farklılık göstermez. Bu alanın sanatçısı da, bilimle, edebiyatla, tarih, coğrafya, felsefe, sosyoloji, psikoloji, dil bilimi ile yakından ilişkilidir. Sanatçı, tüm bu insana ait örüntüleri birbiriyle ilişkilendirerek, birbirine ulayarak bir sanat dili ve ifadesi oluşturur. Temalarını işlerken ya olduğu gibi yansıtmayı seçer ya da kendince değiştirir, soyutlamacı bir tavır alır ya da tümüyle soyutlar. Evren içinde var olmuş insanın günümüzdeki edimselliği kısaca böyle özetlenebilir. O halde Kahraman sanat dilinde bu oluşum nasıl ifadelendirilmektedir?

Bu öyküde insan fenomeni yadsınmakta ya da bu ortamda bu biçime gereksinim duyulmamaktadır. Çünkü düzlemde geliştirilen kurguya simgesel yapılar eşlik eder. Kavram ve durumları belirleyen bu imlemeler, yazınsal dildeki kodlamalarla eş güdümlüdür. Kodlardaki ipuçları, sanat alımlayıcısının psikolojik, sosyolojik, felsefi, bilimsel ve sanatsal bilgisine dayalı usunu aynı anda tetikler. Yine kodların rolü, sorgulatma zenginliği ile ilişki kurmayı sağlayan ögeler olarak görülebilir.

Duygu örgenliğinin iletisi olarak irdelenirse; tüm imgeler insanın yalnızlığını kanıtlamak-yadsımak üzere hazırlanmış sanal biçimlerdir. Yalnızlık teriminin algıyla kurulacak iletişim aracıdır. Bu bizi, ben/başkaları, kendisine ve ortamdaki her şeye yabancılaşan birey oluşumuna taşır. Diğer yandan; ben neredeyim, kimler yaşamış-yaşamakta-yaşayacak sorularına götürebilir.

Elbette ki, burada paradoks yaratan tutumdan söz etmek de olanaklıdır. Her insanın imlediği şeylerin, imgeyle nasıl ve ne biçimde açılımlaşacağı sorunudur düşünceye yollanacak soru. Bu düzlem, insanı, sorgulama ve yeniden yapılandırmaya yönelik itki içinde yüzdürür. Yüzmeyi bilenler, kendisinin ve bu resimsel kurgunun sığlarından kurtarır. Yine kendisini, yapıda var olan derinlere doğru yollar, ufuklara doğru açılır. Boğulmaz!

Yine insana ait bir ortam vardır ki; Evren olarak tanımladığımız, aslında düzlemin tümünü ele geçirmiş olan bu kurguda: İlkellik/ilkel insanın ve eski uygarlıkların imgeleri görselleştirilmiş, doğanın görkemli-yüceltilmiş yapısıyla insan karşı karşıya getirilmiştir.

İlkel insan, doğa karşısındaki çözümsüzlüğünü mitoloji ve dinsel yapılanma ile örtbas etmektedir. Bilimsel bilgi yoksunluğundan ötürü doğadan korkan insanın trajik durumudur bu...

Kronolojik zamana özgü insansal süreç ise; insanın yerinde sayarcasına zor gelişmişliğinin bir belge sunumu olarak değerlendirilebilinir. Buna karşın, bilinenin gerçekliği ile bu sorun: Bugün-yarın-gelecek zamana özgü uygarlık tablosunda seyreden bir kaygıyla ilişkilendirilebilir. Bu imgelere karşıt olarak gelişen geometrik formlar (sanatçıdaki duygunun usavurumunun göstergesidir) ve resimlerin içinde devinen bilimsel bulguların dayandığı düşünsel çatı; bize, böyle bir sanat çıkarımında, uygarlığın vardığı bu noktada, işte tam da burada, çözümleyici bir rolde geçmiş değerlerin anlamını ve bugünden başlayarak gelecek günlere ilişkin yapılanmamızın ne-nasıl olacağı konusunda her bir durumu sorgulatmaya yöneltir enikonu!
Bu değerlerin gerekliliği ve gereksizliğini savunmak üzere tepki dili oluşturmamıza bir önerme sayılabilir bu algılanabilen göndermeler. Ve böylece Us-düş bireşiminin içyapıdaki çatışık uzlaşımı ile yeniden yapılanmaya koyulur imge.
Özgürlük!.. Belki de çok zor değişebilecek, değişemeyecek, evrenin/insanın/nesnenin kendince imlediği yeni anlamlarını, adlarını tuvallere yayarken yaşanır sanırım. Öyle ya, Evrensel bir yasa olarak 'oluş' yeni bir oluşun gerçekliğine götürmez mi bizi. Neden o 'şey'ler başka 'şey'ler olmasın...

Ruhundaki özgürlüğü kaydeder resimlerine Kahraman. Yüzde yüz denecek bir gerçeklik vardır ki bana göre: Sanat; yaşamsal bütünlüğün hayata yansımasıdır, hayatla kucaklaşmasıdır, anlatılara sığmayacak çokluklarla tanımlanmasıdır. Sanatsal her ürün, tüm unsurları ile yapılandırıldıkça kendini var eder. Bu kaçınılmazlığın en büyük zaferidir.
Bir bütünlük olarak Kahraman resimlerinde, renk-biçimle, us-duyguyla, düş-gerçekle uzlaşır, düzleme yayılır. Bilinç, bu altı unsurla usta bir diyalog kurar. Eylem başlar-biter, ürün, ürün verme sürecini tekrarlı bir kıpırdanma ile sürdürür.

Renk skalası uyumlu bir armonidedir ve rengin renk içinde eridiği degradelerle gelişir. Rengin kroması tam anlamıyla özgünleşmiş, kendine aitleşmiştir. Kimi elemanlarda ve düşsel doğa düzleminde, çoğu zaman renk oksidasyona uğratılır. Kimi zaman ise, renk alabildiğince berraktır ve bulut imgesinde ve diğer nesnelerde yapılan çalışma gibi ince bir etüt çalışmasını anımsatır bize. Ruhsallık tam tamına bu yapıda egemendir ve ruhsal olarak yarattığı psişik etkiyle düzlem oldukça esrarengiz ortama bürünmüştür. Ne akşamdır ne sabah ne de gün ortası. Ortam, kompozisyonda irdelediği temanın ruhunda yarattığı esintiyle koşuklaşır. Renksel kurguda esinti, serin bir yel gibi soğuk renklerle, Akdeniz meltemleri gibi ılık pastel tonlarla, sevecen/sıcak bir temasın, coşkun bir aşkın şiddeti gibi parıldayan-ışıldayan sıcak renklere döner ya da aynı düzlemde etkilerin biri ya da bir kaçını taşır. Bazen de, korkunç bir fırtınanın akıbetinde kasırgaya dönüşen gün yüzü gibidir renk, kararır.
Genelde ufuk çizgisi puslu? dur, belirsizlik taşır, grileşen ara tonların egemenliğindedir. Bu renksel belirsizlik; insanın yaşamında gerçekten bir 'son'lanma var mıdır, o da tekrarlı bir devinime zorunlu mudur ya da, insan düşüncesi neden gün geçtikçe bulanıklaşmaktadır, ya da, insan yaşamlarının geleceğe dair hiçbir güvencesi yoktur, düşüncede ve düşteki 'şey'ler hızla değişen anlamlar ve durumlar karşısında muğlak bir zeminde seyretmektedir... Bu devimsel süreç, bilinmeyen neler gizlemektedir? Gibi gelinen?bilinen her şeye ilgiyi odaklar. Bu renk daha birçok düşünceyi ve düşü çağrıştırabilir. Resimlerin en belirgin özelliği asla kirlenmeyen, buharlaşmayan renk çalışması ile gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu da sanatçının renk konusundaki ince bilgisini bize yansıtan unsurdur.

Sanatçı, sanatsal sürecinde, birçok malzemeyi birbiri ile karıştırarak deneysel araştırmalar yapmış ve bu çalışmaları resimlerine mal etmiştir.

Tüm renklerin ruhsal ifadesinde değişmeyen tek bir unsur vardır ki, resimsel elemanlara kodlanan ışık... Işığın düzendeki rolü; çağlar arası gizemli yolculuğun varlığıyla koşut gelişim gösterir. Bu demektir ki, her eleman, aynı zamanda farklı bir döneme ait bulgu olarak da temalandırılabilir. Bu durumda aynı biçimdeki 2-3-5.. eleman bir bilinmez merkezden ve yine bilinmez merkezin rast geldiği noktada ışır. Espasla ışığın ilişkisi ise; seçilen alana yerleştirilmesi kütlesel olarak bir ileri bir geri yanılsamasına neden olur ve elemanlara yöneldiğinde biçimi pentürün emici etkisinden kurtarmayı amaçlar. Işık aslında, onun iç duygularının akışındaki sanatsal coşkunun eşitlikçi anlayışı ile örtüşür. Işıkları özgürdür, samimidir, etkileyicidir, sorgucudur. Anlam bakımından açıklık ve netliğin düzlemdeki en dikkat çekici unsurudur. Eş deyişle, ışık unsuru bu güne kadar alışılagelmiş yapısından uzak, metafizik değerleri yadsıyan özgün yansıma olarak konumlanır. İlginç olan şudur ki, Kahraman resimlerinde, ışık da bir denge unsurudur. Işıkla beslenen biçimin aynı özne (sanatçı) tarafından yerleştirildiği alansal boyut değişse de, konstürüksiyonu yeniden düzenlemeyi gerekli kılan sorunun bu düzlemde yaşama olasılığı yoktur.
Işık unsuru renk ve biçim dengesinin sağladığı bir avantaj olarak görülmemelidir. Çünkü ışık, her bir biçimsel kurgu gibi bir elemandır. Yani özneye ait öznel kurgudadır.

Koskoca bir evren düzlemi resimlerin ana teması durumundadır sanki. Bu alan gözlem altına alındığında bilimin gerçekliğini tersine çeviren bir görsellik taşır. Düzlemde var edilen Evrene ait yer-gök diye tanımladığımız/bildiğimiz soyut/somut biçimlemeye eşlik eden pentür dili, aslında evrende var saydığımız evren yuvarlağına uygun eğri çizgi izleme zorunluluğunu ortadan kaldırır. Güçlü bir derinlik duygusunu algılatan düzlem ilginç şekilde; renksel bir perspektif oluşumunu da resimde var etmez. Genel olarak elemanların böyle bir düzende yerleştiriliş biçimi farklı bir kurguyu gerekli kılar.

Bunun tam da zıttı olarak gerçekleştirilen kurgu, resimleri farklı bir yapılanmaya taşıyan diğer etkendir. Ancak burada dikkatimizi çeken ya da dağıtan, resimsel kurguyu çatıştıran espas, ilk bakıştaki dingin etkisine karşılık, sıkça sözü edilen, devingenliği aklımıza getirebilir. Gizlenen dinamizm bu yapıyla oluşturulur. Evrenle ilgili Einstein'ın teorilerinde savunusu, devimlerin ivmeli olduğunu düşünerek 'Genel Bağıntılık kuramında devimlerin, çekim gücü yerine ivmeden doğduğunu tanıtladı ve şöyle düşündü: Yuvarlak bir evrende düz bir çizgi izleyerek giden çizgiler yoktur. Devimler evren yuvarlağına uygun eğri çizgiler izlemek zorundadır. Öyleyse hızları da her an değişir (Felsefe, İvme, s. 199).'

İşte tam bu noktada Kahraman tuvallerindeki düzlem, yuvarlak saydığımız evrenin, düz ve yatay gelişimi ile pentüre dökülür, gerçeklikteki devime karşı, sanatsal bir gönderme dili oluşturulur. Renk, işte burada, bu düzlemde en başat (güçlü-etkili) etkisini yaşar.

Yoruma bu noktada merdiven imgesini eklersek; İçselleşen bir duygu aktarımının göstergesi midir? Yüceltilen duyguların vardığı son nokta, sonsuzlukta bir yerlerde ulaşılan en üst basamak (yücelme-yüceltilmenin bitimsizliği) mıdır? Ve gözümüzün seyri, karşıtı olarak bu yüceltilmişliğin üst sayılan basamağından sessizce geriye doğru inişe geçen, azalan, yitime uğrayan bir duygu deviniminin içinde dalar kaçınılmaz olarak. Yer kürenin derinliklerine uzanan bir başka merdiven yok sayılması istenen her bir soyut-somut ilişkiyi göz önünden uzaklaştırmak mıdır? Ya da, var olduğu sayılan başka bir alemin ipuçlarını aramak mıdır? Ya da, zaman dolunca ait olduğun yere varmak mıdır, çağ katmanlarına dalmak mıdır, soyut düşüncelere ulaşmak mıdır, ütopya ülkesine varmak mıdır? İçe bakışın gereği duyguların ilk halini bulmak mıdır? Bu simge nedir? Neden bura-da-dır? sorusundan hareketle, nesnenin biçim-öz-içeriğini bozmak, anlam değişikliği yaratılmasını sağlamak mıdır?

Ekremkahraman resimlerinde nesnenin, doğanın, insanın, insansal yaşamın durumu hep bu anlayışla kavranılabilir. Öyle ki; tek bir nesne böylesi varsıl düşüncelere gönderme yaparken, özneyle nesnenin (eytişimsel özdekçilik) karşılıklı iletişimi öncelikle psişik yanı tetikler. Bu noktada, metafizik dışı bir gelişim söz konusudur. Yüceltilmiş her bir eleman ya da kurgu, idealizmle uyuşmazlık içindedir. Onun resimlerinde kurduğu felsefe özdeksel bir gelişimdir. Ve bu durum tam olmasa da şöyle açıklanabilir: ''Özdek, kendiliğinden devingen ve gelişkendir'' Einstein'ın '?özdek, devim, zaman uzaydan ayrılmaz' savını bize bir kez daha hatırlatır.(felsefe.)

Buna bağlı olarak, Kahraman resimlerinde kendini tekrarlama diye bir kurgudan söz edilebilir mi?
Ne güzel bir gerçektir ki, Kahraman sanat eğitiminden çok önce anlağını geliştirecek bilgi birikiminin sürecini başlatmış bir kimliktir. Bu uzantıyla seyreden yaşantıda elbette ki, bilgeliğin şaşılası durumu, kimi kimlikleri açmaza sokabilir. Ancak diğer bir gerçek vardır ki; Kahraman, kurguladığı düzeni Evren olarak belirlemiştir, buradaki her oluşum görülmeyen bir devimle var edilir-yok edilir. Bilginin tanıtladığı evren devinimini, yine bu bilgi ile ilişki içinde olan insanların düşünsel yolla algılamaları olanaklıdır.
'Çağdaş resimde her şeyi göstermek gerekliliği yoktur' savından hareketle, bu platformda soyut olan da bu dur. Gerçeklikte var olan devim resimsel kurguda var olan tüm elemanların da yapısında vardır, dolayısıyla resimsel bir süreklilikten söz edilebilir.
Resimlerinin sorunsalı aynı zamanda felsefenin de konusudur.
Einstein'ın özdekçi diyalektik yönteminde 'doğasal, toplumsal ve bilinçsel bütün olgu ve olayları devimleri içinde anlamak yöntemidir. (Felsefe.60).'

Bir kayanın atmosferik şartlarla birbirinden ayrışarak minorolojik yapılara bölünmesi, kütleden zerrelere ayrışması gibi, bir zaman önce kütleselliği olan amorf yapıdaki bir biçimin çözülen zerrecikleri başka bir role geçmiştir. Kahraman bu gerçeklikte nesnelliği (özdekleri) biçimsel olarak aynı kurguda (ev-bulut-çadır) yapılandırırken, anlamsal boyutunu; tanımlamaların, kavramsalın, bildik, tanıdık, bir anda anlaşılabilirliğini ortadan kaldırır. İzlenceye sorgulanabilecek yaşantı sunar. Bu bir anda, yanılsamayı (resimdeki betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçek görünümleri) reddeden tavrın iç tepisellik ile gelişmiş tutumuna upuygun düşer.
Aynı zamanda, yüzeyde evrene ait, ilişkin ve saltık diyaleki vardır. 'Diyalektik anlamı çeşitli ilişkilerle değişen ve değişecek olduğundan ötürü geçici olan bu yüzden de temel olmayan ilişkin (göreli) karşısında; sürekli, sonsuz, sınırsız ve bundan ötürüde temel olanı dile getirir. Özdek bütün olarak saltık (koşulsuz-mutlak-şartsız) ama onun sonsuz değişikliklerle beliren biçimleri, ilişkindir (göreceli).

Doğasal, toplumsal, bilinçsel her olgu kendisinde var olan karşıt ve ilişkin karşıtlığının çelişme ve çatışması ile oluşur-gelişir. Bu oluşma ve gelişme süreklidir.( felsefe.)

Sanatsal bir yapıtı gerçeklere dayandırma biçimi belki de alışılmışın dışında bir durumdur ama diğer bir durum vardır ki: EKREMKAHRAMAN, tanıtlanmış evren biliminde tüm verileri yeniden adlandırmakta ve resimlerini normalitenin dışında özerk bir sanatsal yaşam pratiğine ulaştırmaktadır. Bu noktaya ulaşmak onun, bilgiye bakışının anahtarı konumundadır. Kodlardaki çeşitlilik, felsefi düşünselliği ile bilgideki perspektivist oluşumun kapılarını zorlayarak, kendisine ve sanat alımlayıcısına gelişim sağlamaktadır belki de.
Belki de Evrene...

BELGİN BALANOĞLU ALAGÖZ , Salı 26 Temmuz 2004

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org