Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Bülent Şenver'in Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

ARET VARTANYAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
15.01.2016
Okunma Sayısı : 7287
Oy Sayısı : 8
Değerlendirme : 5
Popülarite : 4,52
Verdiğiniz Puan :
 

 

ARET VARTANYAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.

 izlemek için 

.
.

 dinlemek için 

.
.


Aret Vartanyan, Bülent Şenver
.
.

ARET VARTANYAN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Deşifresi

Aret Vartanyan (AV)

Bülent Şenver (BŞ)

BŞ: Bülent Şenver'in Odasına hoşgeldiniz.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan.

Hoşgeldiniz.

AV:
Hoşbulduk Bülent Bey.

BŞ:
Sizi gören bir enerji doluyor. Sizi görenin yüzü gülüyor. 

AV:
Ne mutlu bana.

BŞ:
Sizi görenler zıplıyor.

Aşağıya inerken, stüdyoya girerken ben sizi kapıda karşılayayım dedim baktım kızlar ellerinde kitaplar ellerinde kitaplar sizi görünce nasıl gülüyorlar?

Nasıl memnun oldular?  

Ne yaptınız onlara?

Nasıl memnun ettiniz onları?

AV:
Bu aslında o insanların yansıması.

Sadece burada değil, nereye gidersem gideyim, Türkiye'nin dört bir yanını dolaşıyorum.

Anadolu, Güneydoğu Anadolu, hep aynı tablolar ama ben hep şunu söylerim; onların yansıması.

Siz eğer insanlara yüreğinizi açık bir şekilde gösterebilirseniz ve şeffaf olabilirseniz, insana insan olarak o samimiyeti verebilirseniz, hepimizin paylaşmak istediği şey, bir mucize veya büyük bir şey görmüyorum ben onu. Hepimizin en küçük programı yaparken  bile aramızda paylaştığımız sıcaklık bence.

BŞ:
Yüreğimizi açmak dediniz bu çok önemli bir kavram. İnsanlar yüreğini nasıl açabilir?

AV:
Asıl niye kapandı?

Gerçekten toplum olarak da  baktığımız zaman çocukluktan itibaren sevgiyi paylaşabilmek, ifade edebilmek, olduğumuz gibi olabilmek, bunları yaşamamıza izin verilmediği için yavaş yavaş kendimizi kapatmaya ve kendimiz olmaktan uzaklaşmaya başlıyoruz.

Ondan sonra da asık suratlar, sokakta birbirine günaydın demeyen insanlar, yavaş yavaş kendinden uzaklaşan hayatlar olarak görüyorum ben onu.

Nasıl  olacak o?

Şöyle olacak; korkuyoruz , gülümsemekten  bile çok korkuyoruz, insanlar ne der diye.

Yüreğimizi çok açmaktan korkuyoruz, kırılırız diye, dökülürüz diye.

Ama ben şuna inanıyorum; sonuçta her şeyin kaynağı biziz.

Biz dünyayı nasıl görüyorsak, neresine bakıyorsak, dünya öyle zaten.

Bu bir seçim.

Yoksa gülümsemek, paylaşmak, sarılmak, hissetmek.

Evet çok korkuyoruz kırılırız, inciniriz diye ama tek çıkış yolumuz bu aslında.

BŞ:
Bu  belki eğitimimizden dolayı mı oluyor?

Niçin bizim çocuklarımız kalbini, yüreğini açamıyor da hep gizlemeyi tercih ediyor.

Annesinden, babasından gördüğü, öğretmelerinden onları gördüğü için mi?

AV:
Bence öyle.

Global bir şeyden bahsediyoruz aslında.

Çok da o kadar bizim toplumumuza ait bir şey görmüyorum ben.

Bizim toplumumuzda şunu görüyorum; çok fazla başkalarının düşüncelerine göre büyüyoruz.

Her zaman bana iyi çocuk desinler, her zaman ben efendi olayım, her zaman karşımdaki insanın  istediği insan olayım.

Çok tehlikeli.

Sürekli olarak karşımdaki insanın  istediği insan olmak için yüreğimdekileri paylaşmıyorum, gerçek düşüncelerimi doğrudan söyleyemiyorum, hep bir maske takmak zorunda kalıyorsun.

BŞ:
Rol yapıyorsun.

AV:
 Çok yorucu bir şey.

Çok önemli bir şey,  gerçekten yaşadığımız hayatlar bize mi ait.

Bir çoğumuz aslında sevmediğimiz işleri yapıyoruz.

Bir  çoğumuz koşullarımızı vazgeçilmez, hep sürecek koşullar olarak görüyoruz.

Bir gerçek var, tek bir hayatım var bu boyutta benim.

Onu nasıl yaşayacağım da benim elimde.

Ama aileler, çevre, eğitim sistemi, maalesef bizim toplumumuzda bireyin kendini tanıması, ifade edebilmesi üzerine değil, bireyin sisteme adapte olma  üzerine kurulu.

O yüzden de ben onu torna atölyesine benzetiyorum.

Her birimiz olduğumuz gibi çok güzeliz. Her bir bebek, her bir çocuk değerli ama hamuruna, yüreğindekine göre yetiştirilebilirse.

Bizse o doğmadan onun mesleğini seçmeye başlıyoruz.

BŞ:
Bir de iki kelimeyi sizinle konuşmak istiyorum.

Bunlardan bir tanesi şükretmek, ikincisi de isyan etmek.

Sanki iki tane uç şey gibi görünüyor şükretmek, isyan etmek.

Her şeyin dengesizi iyi değil.

Dengeli şükretmek, dengeli isyan etmek.

Şükretmeyi bu yaşantımız içerisinde nereye koyalım?

AV:
Şükretmeyi şöyle görüyorum; Polyanacılık, bir züğürt tesellisi gibi ifade etmiyorum şükretmeyi.

Ama şuna gerçekten çok inanıyorum; her an çok değerli, her nefes alışımız çok değerli.

Biz hep olmayanın üzerine odaklanıyoruz, olandan hiç tatmin olmuyoruz.

Hep olmayanın üzerine gidiyoruz.

Ne olursa olsun elimde, yanımda, çevremde, önümde olmayana bakmaya devam edeceğim.

Onun için benim için şükretmek sahip olduğum değerler, ürettiklerim, bana ait olanlar için şükretmek.

Onlar çok değerli.

Benim yaptıklarım, benim ürettiklerim, benim bedenim, benim sonuçlarım.

Ben şükretmeyi böyle görüyorum.

Elimde olanların değerini bilmek.

Anlıyoruz değerini ama kaybettikten sonra.

Çok klişedir bu.

Ama gerçekten öyle.

Elimizdeyken bilmiyoruz değerleri.

İsyan sözcüğünden çok şöyle görüyorum; bir direnç olarak görüyorum.

BŞ:
Tepki vermek.

AV:
İnanç, azim olarak görüyorum hatta ben isyanı.

Vazgeçmemek olarak görüyorum.

Duvara çarptıkça vazgeçmemek, bir daha duvara çarpmak.

Bir daha duvarın üzerine gitmek, olmadı merdivenle gitmek.

Olmadı tünel kazmak.

Bir yerde öyle bir nokta geliyor ki tüm gücümle can havliyle saldırmaya başlıyorum.

Bu saldırış anı çözüm üretmek anlamında.

Ben isyanı orada değerlendiriyorum.

Yoksa isyan gerekli gereksiz söylenmiş olmak için veya aksini söylemek için veya farklı olmak için verilmiş tepkiler değil.

Bir çoğumuz "İsyan ettim" ne yaptın?

Bağırdın, çağırdın, ama ne yaptın?

Üretime ne döndürdün?

BŞ:
Bazıları "batsın bu dünya" diyorlar. Ne demek batsın bu dünya?

AV:
Kolay yol diyorum ben ona.

Sonuçta hep söyleniriz.

Sokağa çıktığında herkes bir şeyler için söyleniyor.

Trafik kakında söyleniyor, siyaset hakkında söyleniyor, insanlarda sevgi kalmamış, insanlar güvensiz, sen ne yapıyorsun?

İnsanlarda sevgi kalmamışsa, insanlar güvensizse ki ikatılmıyorum, sen ne yapıyorsun?

Sen o zaman hiç tanımadığın birine günaydın de, bir sohbet et.

Hiç tanımadığın bir insanın hayatında fark yarat, bir dokun.

İstanbul trafiği böyle , sen toplu taşımayı tercih et, sen kornaya basma, sen insanlara trafikte saygılı ol.

Biz hep topu dışarıya atıyoruz.

O yüzden biz ne yapıyoruz önce ona bakmamız lazım.

Söylenmek o yüzden gerçekten gereksiz ve "Batsın bu dünya" bu kolay yol.

BŞ:
Bir kolay yol da şu sözcük galiba, "Seni Allaha emanet ediyorum"

Biz çok şeyi Allaha havale ediyoruz.

Çözeceğimize, burada olmasını istemediğimiz şeyi düzelteceğimize veya gücümüzün ona yetmeyeceğine inanıyoruz.

Allaha havale.

Allaha havale etmek aslında bu dünyada onu çözmeyip öteki dünyada çözüleceğine inanmak .

Allaha havale edelim mi bazı şeyleri?

AV:
Genelde baktığım şey şöyle, şuna inanıyorum ben; 

ben gerekli olan eforu sarf ederim, gerekli olan çabayı yaparım, ondan sonrasına, inancıma göre, dünya görüşüme göre,  Allaha havale edebilirim,

Evrene bırakabilirim.  

Sisteme teslim edebilirim, ama önce ben elimden geleni yapmış olmalıyım.

Bu birinci adım, kincisi ; kader kısmet de.

Kaderde bu varmış.

Kısmetmiş, böyle yazılmış.

Kader var ben inanıyorum ama akış planı gibi kadere ben inanmıyorum.

Benim seçimlerimle şekillenen bir kadere inanıyorum.

Tıpkı A'yı seçtiniz, abcd geliyor.

B'yi seçtiniz başka bir abcd geliyor.

Özgür irade mi deriz buna veya bireyin kendi gücü mü deriz ama topların büyük bir kısmı bizim elimizde aslında.

Ben her şeyi yaptıktan sonra bir şeylere havale edeyim.

Ama ben hiçbir şey yapmadan bekledikten sonra beyaz atlı prens gelecek, beklediğim iş gelecek, hiç gerek yok.

Bir de şu var; insanları affetmemek, öfkelenmek, intikam duyguları , v.s. şuna çok inanıyorum sistem veya yaratanın matematiği veya Allah'ın yolu neyse, hiçbir şey hiç kimsenin yanına kar kalmıyor.

O yüzden benim açıkçası birisinden intikam almak, birisine zarar vermek, bana zarar verecek birisi de olsa ona harcayacak enerjim yok.

Yürümeye devam edin çünkü iyi niyetle gittiğiniz sürece  her zaman kapılar açılıyor.

Kendi hayatımda da bunu yaşıyorum.

BŞ:
Bir de biz çok atasözleri kullanıyoruz ya, onlardan bir iki tanesi konuşalım istedim, bir tanesi şu;

"Üzüm üzüme baka baka kararır"

AV:
Doğrudur.

Sonuçta Orhan Pamuk'un beyaz kale kitabında da çok güzel ifade edilmiştir o.

Bir imam ile bir papaz aynı odada kaldığı sürede birbirlerine benzemeye çalışırlar.

Hep ben bunu söylüyorum; kendi frekansınızda olmayan insanlarla çok fazla zaman geçirmeyin diyorum.

Sizin hayalleriniz var bir yere gitmeye çalışıyorsunuz, inandığınız şeyler var, değerler var, yanınızdaki insan da batsın bu dünya deyip duruyor.

Bu sizi aşağıya çeker.

Ve buna çok inanıyorum benzer frekanslar, benzer frekansları bulur.

Hanımefendiler hep derler ya "Hayatıma hep aynı tip insanlar giriyor"

Hayır, siz hep aynı tip insanları buluyorsunuz. T

esadüf yok, hatta daha derine inersek program bitmez.

Herkesin bir şekilde hak ettiğini yaşadığına inanıyorum.

Bireysel olarak da, toplumsal olarak da.

Seçtiğimi görmem lazım. bu programda başıma bir şey gelirse bu programa gelmeyi ben seçtim.

Bunu görmem lazım.

O sorumluluğu biz hiç almıyoruz.

Üzüm üzüme baka baka kararır o yüzden üzümlerinizi iyi seçin.

BŞ:
"Armut dibine düşer"

AV:
Armut dibine düşer ama değişir.

Bazı atasözlerini tehlikeli buluyorum.

"Ekmek aslanın ağzında" gibi deyimleri de tehlikeli buluyorum.

Çünkü o şunu getiriyor bana derler ya; demek ki o zaman bir şey kazanmak çok çok zor.

O zaman hayatı zor algılıyorum, hayatı savaş alanı gibi görmeye başlıyorum.

Armut dibine düşer.

Ben doğduğum andan itibaren çocuk olarak zaten doğadaki en muhtaç varlığım yavru halim. 

Yıllarca birinin altımı değiştirmesine ihtiyacım var, birinin beni beslemesine ihtiyacım var.

Üzüm üzüme baka baka kararıyor aslında orada.

Anne karnında itibaren çekmeye başlıyorum.

Önemli olan şey o temel değerlerden sonrasında o armudun kendi yapısını bulabilmesi .
Onu bulamazsa kesinlikle anne babalar çocuklarını kendi kopyaları olarak yetiştirmeye alıştıkları sürece armudu diplerine düşürüyorlar.

Armudun suçu yok, o düşenin suçu var orada.

BŞ:
"Bal tutan parmağını yalar" derler. Yalamalı mı?

AV:
Yalamalı mı?

Yalar ama bence yalamamalı.

O balın normalde çok masum görünüyor, bu da bir tehlike. 

Ama siz bunu yönetici olarak aldığınızda ele, veya dünya ülke sisteminde önemli muslukların başında oturduğunuz zaman çok riskli bir sözcüktür.

Ama gerçek bir baldan bahsediyorsak yalasın da çok naif kalıyor bence o bal.

BŞ:
Kendi emeği ve parasıyla aldıysa, ona aitse tabii yalayabilir ama ona emanet edilmiş bir balsa yalamak iyi bir şey değil. Yalamayanlara da kızıyorlar.

AV:
Şimdi onu diyecektim.

Devletin malı deniz gibi yemeyen kereviz de var.

Bu globalleşme evet destekliyoruz ,   ama bir o kadar da yok eden, tarımdan kültüre kadar yok eden.

Özellikle ben 78 doğumluyum , 80 de marketlerde o ışıltılı markaları görmek çok hızlı bir değişim yaşadık biz.

O zaman benim memurum yolunu bilirden yola çıkarak , benim jenerasyonum çok yaşadı. "kısa yol var, kopyayı çek, geç.

Niye uğraşıyorsun o kadar.

"Kısa yoldan zengin ol."

"Köşeyi dönmek."

Hep bunlar girdi hayatımıza.

Maalesef ben yeni nesilde de kolaydan ve hazırdan bir şeyle uğraşmak.

Benim gençliğimde çok uzun süre la fotokopi çektim iş yerimde gençliğimde.

Stajyer dönemlerinde.

Üniversiteyi bitiren birisi şimdi gelip şoförünü sorabiliyor.

Jenerasyonlar da değişebiliyor.

Bal tutan parmağını yalamaz.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi üç keşke.

Birinci keşkemiz dünya ile ilgili olsun istiyorum.

Dünyada keşke, dünya keşke diye ne diyebilirsin?

AV:
Dünya keşke insanlığını unutmasaydı derim.

Fakat  çok net bir şey söyleyeyim, keşke sözünü hiç sevmiyorum.

Şimdi bana deseniz ki  , belki soracaksınız hayatınız da keşke  var mı?

Yok.

Çok net olarak yok.

Ve ben insanlara şunu söylemeye çalışıyorum, bütün dostlarıma, okurlarıma, danışan herkese keşkeniz olmasın hayatınızda .

Çünkü her ne yaptıysak ve yaşadıysak iyi ki yaşadık ve yaptık.

Çünkü bugünkü beni onların toplamı yarattı zaten.

Bir şeye keşke demek çok anlamsız.

Keşke üç sene önce İstanbul'a gelseydim.

Keşke bu adamla hiç tanışmasaydım gibi duyuyoruz bunları .

Ama üç sene önce ben bilmiyordum ki neyin ne olduğunu.

Ben şimdiki halimle ahkam kesiyorum .

Onun için keşkelerim yok.

Dünya için keşke , bugün ben o keşke için ne yapıyorum?

O zaman bir şey yapmaya çalışıyorum.

Dünya için keşke diyeceksek sınırları ve silahları hala tutmuyor olsaydık.

BŞ:
Türkiye için keşke .

AV:
Keşke bu kadar hızlı değişmeseydik.

BŞ:
Olumsuz yönde değiştik diyorsun.

AV:
Keşke öz değerlerimizden bu kadar çok uzaklaşmasaydık.

Keşke mozaik olmayı mermer olmaya tercih edebilecek halde olsaydık.

O kadar çok keşke sayabilirim ki gündemden dolayı ama çok keşke size keşke dedirtebilir sonra.

BŞ:
Zaten kendiniz ile ilgiliydi üçüncü . Yok ediniz.

AV:
Gerçekten yok. Hata yapmadım mı?

Dolu dolu yaptım.

Hiçbirine keşke demiyorum.

Çünkü biliyorum her zaman her şeyin bir nedeni var ve her birimiz seçimlerimizi yaşıyoruz.

Hepsini sahipleniyorum, hepsi benim.

Hatalarım da benim, yanlışlarım da benim, günahlarım da benim, sevaplarım da benim.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi üç yap, üç yapma.

Gençler için üç tane yapın diye neler söyleyebilirsiniz?

AV:
Direkt olun.

Hissettiğinizi, düşüncenizi doğrudan söyleyin.

Ne ifade etmek istiyorsanız?

Karnınız açsa, açım deyin.

Birinden hoşlanıyorsanız söyleyin.

Bu bence doğru, bu bence yanlıştır.

BŞ:
Müdürünüze seni sevmiyorum.

AV:
Seni sevmiyorum değil ama bu yaptıklarınız beni incitiyor.

Özellikle bizde iş dünyasında çok iyi biliyorsunuz, ben de global markalar ile çalıştığımda, kurumsal hayatta, şu  anda günlük hayatta sözleşmeler yaptığımda, yurtdışından gelen işadamları ile bir araya geldiğimde şunu görüyorum toplantılarda; çok kısa çok net.

Bizde bayağı bir söz dolanıyor, oradan giriyor, bir şey söyleyeceğiz söyleyemiyoruz.

Dolandırıyoruz, imalar imalar ve çok fazla yorumlar.

O yüzden de direkt olmalı.

İki, yorum yapmayın.

Ne anlamda yorum yapmayın.

Biz sürekli karşımızdakilerin düşünceleri için yorum yapıyoruz.

Elini oraya koydu acaba sıkıldı mı?

Onu söyledi  demek ki bu niyeti var.

Olanı görmeye çalışın.

Çok önemli olanı görün.

Üçüncüsü vazgeçmeyin.

En temelde de yüreğinizden vazgeçmeyin, hayallerinizden kesinlikle vazgeçmeyin.

Çünkü herkes etrafınızda  itfaiyeci diyorum ben onlara , bizim hayallerimizden vazgeçirmeye çalışır.

10 bin üniversite öğrencisi ile birlikte bire bir çalışıyoruz.

Çoğu felsefe  okumaya çalışıyor.

Herkes ona  aç kalacaksın diyor.

Felsefe okuduğunda gerçek olan değerlerini yaratacak.

Dolayısıyla o yüzden hayallerinizden vazgeçmeyin.

Koşullar el vermiyor gözükse de her şey değişebilir.

Lütfen vazgeçmeyin diyorum o yüzden.

BŞ:
Şimdi de üç tane yapmayın.

AV:
Dedikodu yapayın.

Kimse hakkında, o ortamda olmayan insanlar hakkında konuşmayın.

Bu gerçekten negatif enerji o kadar hızlı üretiyor ki ve enerjinizi çaldırtıyor.

Nefret etmeyin.

Hiçbir şeyden nefret etmeyin.

Her şeyin nedenini görmeye çalışın.

Aslında çok kızdığınız zaman birisine belki de o insana hak vermeye başlıyoruz.

Yaramıza basıyor, inciten bir yere basıyor.

İçime alacağım her negatif beni geriye atacak.

Üçüncüsü de aşkı oyun sanmayın.

Şimdi çok görüyorum herkes evlenmek  zorunda değil, herkes hemen bir sevgili olmak zorunda değil.

Gençlerde çok önemli yer tutuyor.

Çok yakından nabız tutuyoruz.

Kariyerin bile önüne geçiyor.

Bırakın sizi seven insanlar bu ailenizden arkadaşlarınıza kadar olduğunuz gibi sevsinler.

Aşkım aşkım, cicim, aşkım, şöyle oldu, böyle oldu, tüketmeyin kendinizi.

Aşka zaman gelecek ama kendimiz olduktan sonra gelecek.

Aşkı oyun sanmayın diyorum.

Bir tane şey  söyleyin derseniz bana, ben demiyorum aslında insanlık tarihi birçok düşünür, bir çok filozof söyledi;

"Ya göründüğün gibi ol, ya  olduğun gibi görün."

Mevlana'dan.

"Bir ben var benden içeri"

Yunus Emre'den.

"Öce kendini tanı"

Konfüçyüs 'dan. 

Ne olursa olun kendiniz olun.

Bir her şey olmaya çalışıyoruz ama  kendimiz olmaktan kaçıyoruz.

Kendiniz olmadığı sürece dışarıda bulacağımız her şey beyhude.

BŞ:
Kendin olmama davranışı genelde kendini vasıflarını beğenmekten kaynaklanan bir davranış türü  olabilir.

O zaman kendinde beğenmediğin şeyleri düzelt yine de kendin gibi ol.

AV:
Beğenmediğim yerleri de önce bir kabul edeyim onları.

Bence temel sorun, benim bütün çalışmalarım bunun üzerine dayanıyor; doğduğumuz andan itibaren kendimizi değersiz hissetmeye , olduğumuz gibi sevilmeyeceğimize inandırılıyoruz.

Ailede, çevrede, okulda, toplumda.

Aslında farklı davranmak, başka birini oynamak, bir şeylere sahip olduğum zaman değerli olacağıma inanmak.

"Müdür olayım çok değerli olacağım"

Şu arabayı kullanayım çok değerli olacağım"

"Bu marka kol saatim olsun çok değerli olacağım"

Saygıyı satın almaya çalışıyoruz.

BŞ:
İnsanlar hayatta neye değer veriyorlar. Maalesef saatine değer veriyor. Arabasına veriyor.

AV:
Ben servet düşmanı veya lüks karşıtı değilim.

Ama şunun karşısındayım; bir insan lüks otomobili, konforu, lüksü, hızı için kullanıyorsa hiç sorun yok.

En pahalı arabaya binsin gücü yetiyorsa.

Ama o arabayı birilerine bir şey ispat etmek için göstermek için veya bak ben alabildim, gördün mü? Diyebilmek için kullanıyorsa gerçekten zavallı.

O olmazsa ben değerli değil miyim?

O olmazsa ben sevilemeyecek miyim?

Şuanda o kadar çok mala mülke, ünvana tutunuyor olmamızın sebebi  popüler kültürün Hollywood dan başlayarak global olarak 80'den sonra bizde dayatılan şey; al, al, al, tüket, tüket ,tüket o kadar değerlisin.

Şuanda ne yapıyoruz?

İnsanların oturduğu semte, bitirdiği okula, kol saatinin markasına göre etiketler yapıştırıyoruz.

Sorduğumuz da nerede oturuyorsun sen?

O semte göre muamele görüyor.

O zaman ne oluyor?

Ben daha lüks semtte oturmalıyım, onu söyleyebilmeliyim.

Her birimiz çok değerliyiz, her birimiz sevilmeyi çok hak ediyoruz.

BŞ:
Herkes öncelikle ben çok değerliyim desin.

AV:
Gerçek bu.  Hepimiz çok değerliyiz.

Ne anlamı var çok param olmuş, ünvanım olmuş ama mutsuzum.

Gece yatağa yattığımda kendime ait olmayan bir hayat görüyorum.

Gece huzurlu uyuyamıyorsam birine sarılamıyorsam, yaşadığımı hissetmiyorsam hiçbir şeyin değeri yok ki.

Çok klişe bir örnek veriyorum.

Ben söyleye söyleye klişeleştirdim onu. 

35 odalı bir evde otursan ne olacak içinde sarılabileceğin, paylaşabileceğin birisi yoksa.
En lüks otomobilin olsa ne olacak huzurun yoksa.

Hayatta neyle neyi satın alıyoruz?

BŞ:
İyi şeyler söylüyorsunuz.

Ondan kızlar sizi görünce sarılmak istiyorlar.

Onlara hitap ediyorsunuz.

AV:
Aileler çocuklarına sarılmaktan itina gösteriyorlar. Sarıl, hisset.

Çocuğun özel okuldan, pahalı oyuncaklardan, ondan, bundan  çok  ihtiyaç duyduğu şey ailesinin sevgisi ve güveni.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum.

Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi soru yağmuru.

Niçin soru yağmuru diyorum?

Çünkü yağmur damlaları gibi size sorular hazırladım.

Bunları size damla damla soracağım.

Yağmur damlalarına hazır mısınız?

AV:
Hazırım.

BŞ:
Türkiye'de yazar olmanın zorluğu.

AV:
Türkiye'de yazar olarak yaşama şansınız yok maddi olarak her şeyden önce.

Türkiye de satış dağıtım anından üretimine kadar yazar en küçük emeği alandır .

Yurtdışında yazar olarak çok rahat yaşayabilirsiniz.

Sadece yazarak.

Bence yazar olmanın birinci zorluğu o.

Maddiyat tarafı.

Bir meslek olarak sürdürmeniz çok zor o anlamda.

İkinci zorluk; düşüncelerinizi o kadar rahat ifade edemezsiniz.

Ama ben ediyorum.

Onun bedellerini ödemeyi göze alarak da ediyorum.

Hiçbir zaman okuyanı düşünerek yazmadım.

Birçok yazar arkadaşıma, dostuma baktığım zaman hep okuru düşünerek yazdığı için de çok sınırlı kılıfların içinde kalarak yazmaya zorunda kalıyor.  

BŞ:
Bir liderde olması gereken iki özellik nedir?

AV:
 Dürüstlük ve şeffaflık.

Çünkü şunun önemi yok, ben de sonuçta kendi iş hayatımda insanlarla bir şeyleri paylaşıyorum.

Hiç kimsenin çıkarı için yanımda olmasına ihtiyacım yok.

O anlamda da gerçek anlamda empatinin , sevginin, saygının bir liderin temel taşları olduğuna inanıyorum.

Vizyonerlik, adalet bunlar devam ediyor, bir özellik söylemek çok zor o yüzden ama birinci özellik derseniz dürüstlük.

Çünkü o başka birini oynayan bir liderse orada bir sıkıntı var.

Kütleler peşinizden geliyor.

Bu bir şirkette olabilir, bir ülkede olabilir.

Ama sizin arkanızdan gelmiyor, yarattığınız karakterin araksından geliyor.

Çok tehlikeli.

BŞ:
Bir insan gerçekten yaşıyorum diyebilmesi için ne yapması lazım. Veya nasıl anlıyor olması lazım.

AV:
Bu kitabı ben yazdım ve ben söylüyorum; ben gerçekten yaşıyor muyum?

Ben de o soruyu kendime sık sık soruyorum.

Kendini tanımak diyoruz.

Kendini tanımak son nefese kadar sürecek.

Sihirli formüller, değnekler yok. Sürekli mutlu olma arayışımda yok benim.

Benim önerdiğim şey şu; gerçekten yaşıyorum diyebilmek için, gerçekten içinden gelenleri hayatımda yaşabiliyor muyum?

Bu da şundan başlıyor hayata baktığınız zaman, işinizden başlıyor.

İnsanların sevmedikleri, kendini ifade edemedikleri, kendini yansıtamadıkları meslekte bulunuyor olması ı gerçekten hayatı tüketiyor.

İlişkilerde de aynı şeyi yaşadığımız zaman hayatı yok ediyoruz zaten.

Ben insanlara dediğim zaman gerçekten seni görmek istiyorum , kastettiğim şey şu; işinden kıyafetine, dinlediğin müzikten yediğin içtiğine kadar seni yansıtman.

Aynı temele geliyoruz, gerçekten yaşıyorum diyebilmem için kendimi ortaya koymam lazım.

Çok sık sorulan sorulardan bir tanesi ; güçlü insan kimdir?

Benim için güçlü  insan eksisini, artısını, doğrusunu, yanlışını ortaya koyan  insandır.

Bir şeyi örtmeye, kapatmaya çalıştığımız sürece maskeler eninde sonunda düşer.

Bugünün iş dünyasında da siyasetinde de şunu görüyoruz artık; sahte ile gerçek çok net ayırt edilebiliniyor.

Eskiden bir sanatçı çıkardı sahneye,

"Hepinizi çok seviyorum" derdi.

Öpücükler verirdi herkese.

Birçoğu için yapmacıktı.

Arkaya  geçip fotoğraf çektirmezdi.

Çekin şunları başımdan derdi.

Şimdi internet, sanal dünyanın bu kadar güçlenmesi gizlimiz saklımızın olmasına pek izin vermiyor.

O yüzden de benim için şeffaflık çok önemli.

Yaşıyorum diyebilmek için şeffaf olması lazım.

BŞ:
Bir insan cinselliği nasıl yaşamalı?

AV:
Çok güzel.

Çünkü cinsellik bir tarafta tabulaştırılarak yok ediliyor.

Bir tarafta dejenere edilerek yok ediliyor.

Cinsiyet bir skor yarışı değildir.

İki bedenin birbirine teması değildir.

Ruhun, bedenin, zihnin birleşimidir.

Dişi enerji ile eril enerjinin birleşimidir.

Toprak ana diyoruz çünkü üretken doğurgan olan, ana, üreten, doğanın kendisi bu.

O yüzden de cinselliği de utanmadan, sıkılmadan, ifade edebilerek küçük yaştan çocukları  bu konuda cesaretlendirerek.

Bizim jenerasyon utanarak büyüdü, sizin jenerasyon daha da utanarak büyüdü belki.

O yüzden bugün toplumsal yapıda ne kadar bastırılıyor ve ne kadar az konuşuluyorsa o kadar o sapkın ilişkiler, ensest başlıyor.

Her dört kadından bir tanesinin tacize uğradığı ,  her yedi kadından bir tanesinin aile içi tacize uğradığı bir toplumda yaşıyoruz.

O yüzden cinsellik ile ilgili yapmamız gereken ilk şey konuşmaktan korkmamız. 

20-30 yıllık çiftler, aynı yastığı paylaşanlar, onlarla bile konuşamıyoruz. 

Konuşun.

Ben diyorum ki, beslenmek, nefes almak ve cinsellik.

Üç temel taşınız var.

Bu bacaklardan biri kırık olduğunda pozitif düşünmekmiş, gerçek
yaşamakmış mümkün değil.

Bu üç bacak çok önemli.

BŞ:
Cinsellik dediğiniz ömür boyu sürer mi?

AV:
Ben diyorum ki cinsellik yoksa bir ilişki olamaz.

Diyorlar ki :

"Ne olacak o zaman , sağlık sorunları olabilir veya 80 yaşımıza geldiğimiz zaman ne olacak?"

Ben diyorum ki:

Cinsellik bir yatak sporu değil.

Takma dişlerimi koyarım bir kenara , boynuna sarılırım.

90 yaşımda da olsam koklarım onu.

Bu da bir cinselliktir.

Dokunmak , hissetmek.

Dokunmamıza bile gerek yok.

Dokunmadan bile onu hissedebilirsiniz.

İki ruhun, iki enerjinin birleşmesinden bahsediyoruz.

Biraz uzağız.

Çok metalaştırark kullanıldığı için , benim temel konularımdan birisi cinsellik olduğu için , dünyada en çok ciro yapan bu takviye ilaçlar.

Onlarında sahteleri, v.s.

Çünkü bir skor yarışı olarak görüyoruz olayı.

Sarılmakta cinselliktir.  

BŞ:
Bir insan kendisi ile nasıl yüzleşmeli?

AV:
Çok güzel sorular bunlar.

Ben bir şey düşünüyorum, pozitif düşünmek , anı yaşamak, pozitif olmak diyelim.

Sonra insanlar şunu düşünüyor; ben bir Aret'e gideyim, biraz konuşayım ve kendimi bulayım.

Yok böyle bir şey.

Bunlar bir süreç. Bir ömür boyu sürecek bir süreç.

Adım adım , yavaş yavaş oturuyor bir şeyler.

Kendimi tanımayı hayatımın odağı yapıp , kendimi keşfetmeyi , onun üzerinde yürümeye devam etmek.

İlk adım ne ? derseniz, aynanın karşısına geçip görebileceğim şey değil ama gerçekten "Şuanda benim hayatımda neler var?

Ben neler yapıyorum? Gerçekten yapmak istediklerim  bunlar mı benim? 

Gerçekten ben bu evin içinde olmak istiyor muyum?

Gerçekten ben yalnız devam etmek istiyor muyum?

Elimde bir sihirli değnek olsa ben ne yapardım?

Alaaddin çıksa ben ne yapardım? " İlk adım burada.

Bir çok insan vazgeçmiş hayallerinde.

Ana okul çağında çocukların hayal gücü kapasitesi yüzde 98 civarında.

Üniversite çağına geldiği zaman yüzde 2 'lere düşüyor.

Hayalsiz yaşayamayız.

Ama o kadar çok "Böyle gelmiş, böyle gider" " Bu saten sonra neyi değiştireceğim?" Hayır, her saat değişiyor.

Ben İngiltere'de okurken sıra arkadaşım doktoraya hazırlanıyordu ve 91 yaşındaydı.

Bugün üniversiteyi yeni bitirmiş 25 yaşındaki birisi şunu söyleyebiliyor:

"Ben dört sene okudum bunu yapmak zorundayım" değilsin.

O dört sene yüzünden otuz yıl belki sevmediğin mesleği yapacaksın.

Tekrar dene. Yeniden başla.

BŞ:
En son kime seni seviyorum dediniz.

AV:
Bu sabah sevgilime.

Ben bu sevme meselesinin, seminerde şunu yapıyorum; hepinizi çok seviyorum diyorum, sonrada kimler inandı buna diye soruyorum, çoğu samimi bulmamış oluyor.

Niye? Diyorum.

Olduğunuz gibi sevilmeyi hak etmiyor musunuz?

Şöyle mi seveceğiz birbirimizi, tanışacağız, birbirimizi göreceğiz, test edeceğiz, şimdi sevebilirim.

Bu koşullu sevgi.

Hani biz  her insanı her canlıyı yaradandan ötürü sevmeyecek miydik.

Hoşnut olmayabiliriz, sizinle kahve içmeyebiliriz, veya günlük hayatta çok zaman geçirmekten hoşnut olmayabiliriz ama sizi sevmiyorum diyemem.

BŞ:
En son ne zaman ağlamıştınız?

AV:
Dün gece. Ben odaya girdiğimde , müziğimi açtığımda, yazmaya başladığımda sık sık ağlarım.

BŞ:
Duygulanır mısınız?

Aklınıza ne gelir de ağlarsınız?

AV:
Yazmaya başladığım an itibari ile zaten bir yerlere dokunmaya başlıyorum.

Bir kere hiç birimiz hayatı çözmedik veya ben bitirdim artık bitti diyemeyiz.

Ben tüm duyguların yaşanmasından yanayım.

Mutluluk , acı hüzün üçgenine baktığımız zaman.

Çünkü hayatımda acı olmasın hep mutlu olayım diye bir şey yok.

Hep tepede olacağım diye de bir şey yok.

Ağlamaya da ihtiyacımız var, kendimizi güçsüz bırakmaya da ihtiyacımız var.

Hep güçlü olacaksın ama içerisi kanamaya başlıyor.

O yüzden ben ne hissediyorsam onu paylaşmayı seviyorum.

Ağlamak için bir şey hissetmem gerekmiyor.

O an yazdığım bir kahraman için de ağlayabilirim.

O an okuduğum bir haber için de ağlayabilirim.

Sadece gökyüzüne bakıp aynı gökyüzü altında farklı paylaşımlar için de ağlayabilirim.

BŞ:
En son en zaman  güldünüz sorum vardı, sormayacağım, şimdi gülüyorsunuz. 

Bu dünyadaki en zor zanaat nedir?

AV:
Dürüst olabilmek .

Eğer meslek olarak olursa , geçen Gaziantep'deydim oymacılık çok zor geldi gözüme.

Bakırı oymak.

Ustanın küçücük bir vidayla oyması çok zor bir işmiş.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi, siz olsaydınız ne yapardınız?

Siz olsaydınız ne yapardınız bir etik vaka ama hayali, gerçek değil.

Ben hazırladım, düşünüp.

Bunu size ben müsaade edersen okuyayım, sonra size soracağım siz olsaydınız, ne yapardınız? Diye.

Benim hayali etik vakam şöyle:

Arda Bey işe yeni başlamış genç bir doktordur.

Tanınmış özel bir hastanede göreve başlar.

Canla başla çalışır, amacı hastalarını iyileştirmektir.

Hastalara gereksiz ilaç yazmaz, gereksiz tahliller yaptırmaz.

Üç ay sonra başhekim Arda'yı odasına davet eder ve Arda'ya şöyle der:

"Ardacığım, sen güzel bir doktorsun. İyi çalışıyorsun . Biz seni seviyoruz fakat son üç ayda bakıyorum hastanede performansın pek yüksek değil."

Arda biraz şaşırır. Yüz ifadesi öyledir ama başhekim devam eder.

"Hastanemize yeterli gelir sağlayamıyorsun. Yazdığın tahliller fazla sayıda değil.

Reçetelerin çok az ilaçla dolu. Biz istiyoruz ki hastanemizin gelirlerini artıralım.

Biliyorsun hastanemizin masrafları çok.

Önümüzdeki üç ay inşallah daha fazla hastalarından tahlil iste, daha fazla reçetelerine ilaç yaz ki, bu hastanede yaşasın.

Daha fazla anjio, daha fazla emar , daha fazla endoskopi. Yaparsın bu değil mi Ardacığım?" der.

Arda'nın başından kaynar sular dökülür, yüzü kızarır ve ne söylesem? Ne yapsam? Diye düşünür.

Sayın Aret Vartanyan bu doktorcuğumuzun yerinde siz olsaydınız, siz ne yapardınız?

AV:
Çok çok net, istifa ederim.

Siz bunu hayali bir hikaye gibi anlatıyorsunuz ama bu benim mücadele ettiğim şeylerden bir tanesi aslında günlük hayatta.

Çok fazla etrafta dostum var, hatta işe girerken sözleşme imzalayan şu kadar sürede bu kadar emar yapılacak , bu kadar ameliyat baştan alıyor ve bu performans değerlendirmesi tutturulmadıysa eğer işten çıkarılmaya kadar gidiyor.

Bunlar tamamen çok açık ve net söyleyeyim; ben bunu cinayet gibi görüyorum.

Dünyada silah endüstrisinden sonra ilaç endüstrisi geliyor.

Bu noktada çok netim. İnsanların sağlığının tüccar zihniyeti ile gündeme getirilmesi etikten konuşuyorsak büyük vicdansızlık. İnsan sağlığı bu şekilde bir gelir kapısı olmaz.

İstifa ederdim diyorum, şunu da sorabilirsiniz kolay mı?   ailen var, çocukların var, ödemelerin var, ben bir şekilde inandığınız gibi yaşayabildiğinize inanıyorum.

Arda Bey şunu yapabilir, iki üç doktor arkadaşı muayene açmıştır, orada  daha az kazanarak ama inanarak  çalışabilir.

Çünkü Arda bey orada para kazanmak için inanmadığı şeyi yapmaya başlarsa her emarı yazdığında kendine kızacak ve kendinden nefret etmeye başlayacak.

Belki çok iyi para kazanıp, iyi bir araba aldığında çocuğunu arkaya aldığında o arabadan tat almayacak, çünkü aklına gelecek o.

Ve yine bir şeye inanıyorum hiçbir şey kimsenin yanında kalmıyor.

Karmaya çok inanırım.

Geçmişte yaptığımız hataları mutlaka öderiz.

Ben o yüzden bir şey başıma geldiği zaman bu neden benim başıma geldi hiç demiyorum.

Bir sebebi vardır.

Mesela diyorlar ki: "Ben çok iyi bir insanım.

Bu neden benim başıma geldi?"

Otomobil kullanırken soda şişesi dışarıya atılmaz.

Görüyorum yolda.

Attınız onu , arkadan dört kişilik bir aile geliyor arabasıyla , o şişe lastiği yırttı , araba takla attı ve dört insan öldü belki de.

Sen farkında değilsin.

Yapmaman gereken bir şey yaptın.

Bu da öyle.

Gereksiz yere radyasyon verecek insanlar, gereksiz yere operasyona tabii tuttuğu insanların farkında olmasa bile o insanlar  sistem görüyor deyin, ister Allah görüyor deyin ama o bedeli ödemek istemezdim.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi, çubuk oyunu.

Ben bu kutunun içine çubuklar koydum, üzerine güzel sözler yazdım.

Bu kutunun içinden bir çubuk  çekelim bakalım şansınıza ne çıkacak?

AV:
"Söz gümüşse, sukut altındır" Çok benimle uyuşmayan bir sözcük. Ama ketumluk. Öyle şeyler vardır ki paylaşılmaması gerekir. Bu sizinle paylaştığım bir şey olabilir.

Bilgi insana hazır olduğunda verilmelidir. Siz eğer her bilgiyi daha hazır olmayana verirseniz yıkıma sebep olursunuz. O anlamda katılırım. Ama gereksiz paylaşmamaya, gereksiz suskunluğa katılmıyorum.

BŞ:
Bir den ben çekeyim. "Bir mıh bir nal kurtarır. Bir nal bir at kurtarır." İşte budur.

En ufak bir dokunuş, sizin giderken o soda şişesini kenara almanız gelecekte ülkeyi  değiştirecek vizyoner bir öğretmenin  hayatını kurtarmış olabilir.

BŞ:
Hiçbir şeyi küçümsememek lazım.

AV:
Hep büyük büyük şeyler yapmak istiyoruz.

Herkes müdür olmak istiyor.

Herkes başkakan olmak istiyor. Herkes başkehim olmak istiyor.

Ben de şunu söylüyorum; ne yaparsak yapalım her yaptığımız şey çok değerli.

Şuanda biz bu programda ekranda görünüyoruz ama arkada ses ile ilgilenen arkadaşımız ses teknisyeni eğer işini yapmazsa hiçbir anlamı yok bu programında.

Işık patlarsa, sönerse yine hiçbir anlamı kalmaz.

Bir bütün bu.

O yüzden her bir insan hayatta büyük fark yaratıyor.

İnsanları mutlu etmek için büyük şeyler yapmanıza gerek yok.

Küçük bir pastanede  bir pasta yaparsınız ve o pasta oraya gelen çocukları  gülümsetiyordur.

Ya da bir insanın motivasyonunu değiştiriyordur.

Bu da çok güzel bir şey. Dünyayı değiştiriyorsunuz demektir.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi de torba oyunu.

Bu kutuyu elime aldım, bir torba çıkarıyorum içinden.

Bunun içine harfler koydum. Bir harf çekelim.

Hangi harf?

AV:
"K" harfi.

BŞ:
"K" ile başlayan bir iyi , bir doğru davranış.

AV:
Kabullenmek.

Ne demek kabullenmek?

Bardağı devirirsem şu anda onun devrildiğini ve kırıldığını kabul etmem lazım.

Sonuç değişmez.

Etkilerini değiştirebilirim.

O yüzden kabullenmek.

BŞ:
Bazı şeyleri kabullenelim.

AV:
Sonuçları kabullenelim.

BŞ:
Bir tane de kötü bir şey olsun veya yanlış bir şey.

AV:
"U" Umursamazlık.

Bana dokunmayan yılan bin yaşasına getiri bizi.

Sokağınızda olabilir, ülkenizde olabilir, yanı başınızda olabilir, bir muz kabuğu burada durabilir, birisi ona basıp düşebilir, onu umursamamak olumsuz bir davranış benim için.

Muz kabuğunu alıp çöpe atabilirsin. Bu da seni enayi veya boşa çalışmış insan yapmaz.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Oyunlarımız devam ediyor.

Şimdi de bir kelime bir cümle oyunu.

Her kelime için sadece bir cümle istiyorum.

Bakalım neler söyleyeceksiniz.

Benimle bir kelime bir cümle oyununu oynamaya hazır mısınız?

AV:
Keyifle.

BŞ:
Kelime hoşgörü cümle.

AV:
Bir insanın hoşgörüye ihtiyacı yok.

Benim hiç sevmediğim bir laftır hoşgörü.

Zaman zaman siyasilerden duyarsınız, bir ortamda duyarsınız  

"O vatandaşımıza hoşgörü ile yaklaşmalıyız"

Benim veya sizin onun hoşgörüsüne ihtiyacım yoktur.

Hoşgörü benim için küçümsemedir.

Onun yerine şunu tercih ederim; zaten hoş görecek bir şey yoktur orada. İnsanları farklılıkları ile kabul edebilmektir.

O yüzden hoş görmeyin, gerçekten kabul edin.

BŞ:
Kelime kısır döngü cümle.

AV:
Kısır döngüyü kırmak için büyük bir patlama gerekir.

BŞ:
Kısır döngü ne demek?

AV:
Aynı şeylerin tekrarlanmasıdır benim için.

Aynı sonuçlarla gittiğiniz sürece, aynı eylemleri yaptığınız sürece aynı sonuçlar gelecektir.

Eylemi değiştirdiğinizde kısır döngünün dışına çıkarsınız.

BŞ:
Kelime merhamet cümle.

AV:
İnsan olmanın kaynağı merhamet.

BŞ:
Kelime etik cümle.

AV: Etik olmazsa etik olmaz.

Duruşum ile ilgili söylemek istediğim bir şey var.

Etiğin kaynağı da benim için çok önemli.

Ahlak dediğimiz şey çoğunluğun koyduğu kurallardır.

Çoğunluk hakim olduğunda kendi kurallarını ahlak kuralı  olarak dayatabilir.

O yüzden benim için kaynak önemlidir.

Neye göre?

Kimin tarafından?

Nasıl?

Konulmuştur. Birisi der ki ekranda su içmek etik dışı bir davranış olarak gözükebilir.

Çoğunluk öyle düşünüyorsa eğer ben çoğunluğun değil, insan vicdanının ve insanın varoluşunun kaynak olduğu etik değerleri kabul ederim.

BŞ:
Kelime aşk cümle

AV:
Her şey. Y

a her şey aşktır ya da aşk  hiçbir şeydir  diyorum ben.

O nedenle insandan insana aşkı aşk görmüyorum sadece.

O yüzden ilahi aşkta benim için önemli.

Sadece bir insana aşık olmak bencillik .

O başka bir şey.

O ilişki ama aşk her şey.

BŞ:
Kelime zenginlik cümle.

AV:
Yüreği zenginse bir insanın gerçekten çok zenginidir.

Diğer para, mal, mülk sadece yoksul olduğuna inan insanın avuntusudur diye düşünüyorum.

BŞ:
Kelime mutluluk cümle.

AV:
Mutluluğu dışarıda bir şeye bağladığınız sürece hiçbir şekilde mutlu olamayacaksınız.

Mutluluğu siz götürebilirsiniz.

BŞ:
Kelime itibar cümle.

AV:
Oluşması bir ömür, yıkılması bir saniye.

BŞ:
Kelime para cümle.

AV:
Çok klişe bir araçtır ama bir banknottan fazlası enerjidir.

Paranın peşinden koştukça hep parasız kalacaksınız.

Bunu da çok net söyleyeyim.

BŞ:
Kelime kitap cümle.

AV: Öldürmeyeceğimiz, ölmemesi gereken  tek şey.

Hayatın, günlük hayatın, ötesinin gerçek kaynağı  kitap.

Kitap hiçbir zaman yok olmayacak.

Baskılı kitap yok olacak ama kitap yok olmayacak.

BŞ:
Kelime Atatürk cümle.

AV:
Güleryüz ve mavi göz görüyorum ben.

Çok isterdim karşılıklı oturup iki tek koyup beyaz leblebi ile sohbet etmek çok isterdim.

BŞ:
Kelime Türkiye cümle

AV:
Değerini bilmeyen, kendi kendinin ayağına kurşun sıkan ülke diyorum ben.

Baktığınız zaman dokusuyla, farklılığı farklılıklar bu sınırlar, Türkiye benim için bunu ifade ediyor.

Umarım bunları hatırlar, sahip çıkar, bundan elli yıl sonra da konuşabiliyor  oluruz.

BŞ:
Kelime Aret Vartanyan cümle.

AV:
Yaşamaya çalışan, kendini bulmaya çalışan bir adam işte.

İlk başta çok sorgulamıştım bunu , ben bunu kendi egomdan dolayı mı istiyorum, insanlar beni sevsin, insanlar beni beğensin, çok git geller yaşadım.

Ama şuna çok inanıyorum; bir insanın hayatında fark yarattığımız sürece gerçek mutluluğu yakalıyoruz. Bu yüzden de  bugün çok mutlu olan bir adamım ben.

BŞ:
Ne mutlu size diyorum. Bülent Şenver'in odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteyiz.

Şimdi bir göster , bin işit oyunu.

Bu kutunun içine bir obje koydum ben, ona bakıp , gençlerine kulağına küpe olacak bir şeyler söyleminizi isteyeceğim.

O kadar çok şey program içinde söyledin ki.

Birazcık daha programımızın sonuna yaklaşırken söylemiş olalım. Sizin için bir obje getirdim.

Hemen bileceksiniz sizin objenizi.

Bununla ilgili gençlerin kulağına küpe olacak ne söyler siniz?

AV:
Benim ilk kitabım.

BŞ:
İlk göz ağrınız.

AV:
Şöyle bir özelliği var onun; içindeki bazı cümleler benim 17-18 yaşımdaki cümlelerden geliyor.

Bugün buradaki konuştuklarımızın tacı olur bu obje.

Dedik ya olduğun gibi olmak v.s. şunu söylüyorum; kendi yolunda sen gibi yürüdüğün sürece , önüne ne çıkarsa çıksın, hangi engellerle karşılaşırsan karşılaş, insanlar seni anlamasalar da, dinlemeseler de, küçümsemeseler de eğer inandığın bir şey varsa ve sen ona inanarak gidiyorsan çok güçlüsün.

Eğer inandığın bir şey yoksa çelme takılıp düşebilirim veya insanların sözcüklerinden bunalabilirim ama son nefeste, o kitabın özelliğidir bu; gökyüzüne bakıp yolda bir battaniye ile de ölsen  , iyi ki yaşamışım.

Bunu diyemiyorsan sarayda da ölsen  hiçbir anlamı yok gerçekten.

İyi ki yaşamışım diyebileceğin bir  hayatın olsun.

BŞ:
Çok teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık.

Gençlerle tecrübelerinizi paylaştınız.

AV:
O kadar çok programa katılıyorum ama bu kadar çok programını seven, sahiplenen ve emek gösteren birisisiniz.

BŞ:
Sağol eksik olma.

Çok teşekkür ediyorum.

Umarım bütün gençler programı seyredecekler ve muhakkak faydalanacaklar.

Bir kelime bile fayda sağlasak ne mutlu bize diyorum.  

Bülent Şenver'in  Odasında konuğum Sayın Aret Vartanyan ile birlikteydik.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaştı. 

Unutmayın gençler bizim her şeyimiz, en değerli hazinemiz.

Gençlerimize sahip çıkalım.

Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle.

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın. Hoşçakalın.

.
.



.


Aret Vartanyan, Bülent Şenver
.



.



.



.



.



.


.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.


Aret Vartanyan, Bülent Şenver

.
.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org