Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Bülent Şenver'in Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

YELDA CUMALIOĞLU Bülent Şenver'in Odası TV Programı
22.01.2017
Okunma Sayısı : 17249
Oy Sayısı : 11
Değerlendirme : 5
Popülarite : 5,21
Verdiğiniz Puan :
 

 

YELDA CUMALIOĞLU Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.

 izlemek için    

.
.

 dinlemek için  

.
.


Yelda Cumalıoğlu, Bülent Şenver
.
.

YELDA CUMALIOĞLU Bülent Şenver'in Odası TV Programı

Deşifresi

Yelda Cumalıoğlu (YC)

Bülent Şenver (BŞ)

BŞ: Bülent Şenver'in Odasına hoşgeldiniz.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu.

Gençlerle tecrübelerini , birikimlerini ve zenginliklerini paylaşacak.

Hoşgeldiniz Yelda Hanim.

YC:
Hoşbulduk.

BŞ:
Nasılsınız?

YC:
Çok teşekkür ederim. Sizler?

BŞ:
Çok teşekkür ediyorum.

Siz o kadar iyi, o kadar faydalı şeyler yapıyorsunuz ki, Niye faydalı ve iyi şeyler dedim çünkü insanların kitap okumasını sağlayabilmek için uğraş veriyorsunuz.

Bu uğraşı sadece kitap basarak, yayınlayarak değil, sadece Destek Yayınlarının Kurucusu ve sahibi olarak değil, aynı zamanda kitap yazarak da yazar olarak da bunu gerçekleştiriyorsunuz.

Son eseriniz "Aşk Olsun." Biz Aşk olsun kelimesini ara sıra kullanıyoruz.

Birisi bize bir şey yapıyor , hiç beklemediğimiz bir şey yapıyor ,"Aşk olsun ben senin için böyle düşünür müyüm?

Niye bana bunu yaptın?" gibi aşk olsunu böyle kullanıyoruz. Hakiki anlamı nedir?

YC:
Aşk olsun derviş selamı.

Tekke de dervişler birbirlerini "Aşk Olsun" diye selamlar.

Diğer derviş de "Aşkın Nur Olsun" der.

BŞ:
O zaman ben size söylüyorum "Aşk Olsun"

YC:
Aşkın Nur Olsun.

BŞ:
Çok güzel bir şey aslında.

O manada algılandığı zaman insana huzur veriyor.

Sevgi olsun, aşk olsun, her şey de aşk olsun.

YC:
Zaten her şey de aşk olursa o zaman hiçbir kızgınlığımız , hiçbir öfkemiz, hiçbir kinimiz, üzüntümüz olmaz.

Her şey de aşk olsun.

BŞ:
Gayet güzel. Bu kitapta da siz istediniz ki, pozitif bir mesaj okuyucuya gitsin.

Motivasyon olsun ve insanlar daha farklı bir göz ile dünyaya baksın, birbirine baksın, ilişkilerine baksın ve aşk olsun.

YC:
Hayatta sadece tek bir bakış açısı yok.

Bir meseleye farklı açılardan bakarsanız, belki de o meselenin mesele olmadığını, sizin için faydalı bir şey olduğunu görürsünüz.

Bunun için yazdım aşk olsun'u.

Yoksa pozitif bir kitap yazayım amacı ile değil.

Çünkü Polyana değilim ben, Polyana felsefesini de sevmiyorum.

Çünkü Polyana felsefesi kinci dünya savaşı sırasında halkı biraz daha sakinleştirmek, hatta uyutmak, için olan bir felsefedir.

Bizler uyumayacağız, bizler uyanık olacağız ama her meseleye de birkaç açıdan bakarsak , çünkü sonsuz ihtimal olduğunu düşünüyorum dünyada

. O zaman hayata daha güzel bakarız.

Daha faydalı bakarız ve faydalı oluruz diye inanıyorum.

BŞ:
Hayata böyle bakan insanlar çoğaldıkça dünyanın sorunları azalır herhalde.

Niye bu kadar çok sorun var dünyada.

Niye insanlar birbirlerine kötü gözle bakıyorlar.

Sık sık birbirleri ile kavga ediyorlar.

Birbirleri ile anlaşamıyorlar.

Bu bakış açısı herhalde.

YC:
Ben şuan da şeytanın depresyonda olduğunu düşünüyorum.

Hatta yeni kitabımın da konusu bu olacak.

Şeytan gittikçe gücünü kaybetmektedir.

Der ki: "Dünyaya ineyim, bakayım neler oluyor?

Bir görür ki insanoğlu kendisinden daha kötüleşmiştir ve onun  gücünü tüketmektedir.

Ne yazık ki şuanda dünyadaki savaşlara, insanlardaki ihtiraslara, egolara, öfkeye, kine baktığınız zaman şeytandan daha kötü yaratıklar haline geldiğimizi görüyorum.

İnşallah düzeliriz.

İnşallah bu güzelim dünyayı, bir şey yapmamıza gerek yok, koruruz en azından.

BŞ:
Şeytan dünyaya inse, baksa "Bana gerek kalmamış. İnsanlar benden çok şeytanlaşmışlar." Diyecek.

YC:
Yeni kitabım da bu konuda.

BŞ:
Adını sonra koyacaksınız herhalde.

YC:
Şeytan bunalımda. Yeni yazmaya başladım, nasıl devam eder bilmiyorum.

BŞ:
Hayırlı olsun. Sizin bir de şöyle bir sözünüz var;

"Hiçbir yağmur bulutundan kaçmam. Payıma düşen kadar ıslanırım. Yoluma devam ederim."

Hiçbir yağmur bulutundan kaçmamak, çok cesurca bir söylem.

YC:
Ama güzel bir söylem değil mi?

BŞ:
Onun devamı da çok güzel

"Payıma düşen kadar ıslanırım" Islanmamak için bir şeyler yaparım dan ziyade "Islanacaksam, ıslanırım.

O ıslaklığa da göğüs gerebilirim.

O ıslaklığa da dayanabilirim"

YC:
Hayat bir yol hikayesi.

Bu yol da güneşli günler var, yağmurlu günler var, sisli günler var.

Siz her şeyi kontrol edemezsiniz.

Siz her şeyi kontrol etmek durumunda kalırsanız o zaman obsesif kompülsif  bozukluk olur, o da akıl hastanesine kadar gidebilir.

Dolayısıyla rahat olacaksınız, yolunuza devam edeceksiniz.

Bu yolda önünüze problemler çıktığı zaman acı çekmeyi göze alacaksınız.

Acının içinden de geçmeyi bileceksiniz.

Nasibinize ne kadar yağmur düşüyorsa, o kadar ıslanmayı da göze alacaksınız.

Yoksa dediğim gibi her şeyi kontrol edemezsiniz.

BŞ:
Bir de şöyle demişsiniz. "Benim lugatım da zorluk kelimesi yoktur.

Onun yerine fırsatlar vardır. "

YC:
Çünkü zor olandan herkes kaçıyor zor diye.

Halbuki zor olan bir fırsattır.

Yeni bir kapıdır.

Herkes o kapıdan geçmemiştir.

Eğer siz o zorluğa göğüs gererseniz, ve o yola çıkarsanız o zorluklar çözülür.

Kitabımda da yazdığım gibi her şeyin bakış açısı.

Real değil ki. Kime göre zor?

Hiçbir problemin tek bir çözümü yok.

Sonsuz olasılıklar var.

BŞ:
Zorluk dediğiniz zaman eğer o zorluktan siz kaçıyorsanız, o zorluğun sonunda gelebilecek menfaatleri de bir şekilde elinizin tersi ile itiyorsunuz.

YC:
Aynen öyle.

BŞ:
İş hayatında da öyle.

Zor bir iş olduğu zaman bir çalışan, bir yönetici ondan kaçarsa, bir başkası ben bu zorluğa göğüs gereceğim derse ve o zorluğu yenerse o terfi ediyor , o zorluğu yenenler yukarı doğru çıkıyor.

YC:
Benim yanımda çalışan elamanlarım da çok iyi bilirler, ben her zaman onlara derim ki:

"Bana problem ile gelmeyin, çözüm ile gelin.

Muhakkak bir çözümü vardır her zorluğunda."

BŞ:
Çok doğru. Bir de onu fırsata çeviriyorsunuz.

YC:
Tabii.

BŞ:
O zorluk nasıl bir fırsat haline dönüştürülebilir.

Herhalde bir bakış açısı ve zihniyet.

Siz bunu her olaya, her zorluğa bir fırsat gözü ile baktığınız zaman muhakkak o fırsatı görebiliyorsunuz.

Zorluğa zorluk gözü ile baktığınız zaman fırsatları göremiyorsunuz.

YC:
Biraz da organizasyon  iletisi ile alakalı diye düşünüyorum.

Çocukken ben iplikleri düğümlermişim, oyuncağım oymuş, sonra onu tek tek açmaya çalışırmışım.

Bunu buradan yaparsam daha kolay açılır, o düğüm.

Ve bir süre sonra oyun haline geliyor.

Çok keyifli hale geliyor.

Siz zorluklardan başınıza gelen olaylardan kurtuluyorsunuz hem de dediğimiz gibi daha büyük fırsatlar haline geliyor.

BŞ:
Bu zorlukları fırsat diye görmeyi küçük yaşarda çocuklarımıza aşılayabiliriz.

Bu söylediğiniz de belki iyi bir oyun olabilir.

Benim aklımda olsun. Torunlarıma ben böyle düğüm attırayım, sonra çözdüreyim.

Hakikaten güzel bir şey.

YC:
Balığa çıktığımız zaman kimin oltası karışsa "Yelda al bunu çöz" diyorlar.

Hepsini çözüyorum.

BŞ:
Sizin bu Aşk Olsun kitabında daha ilk sayfasında şöyle demişsiniz:

"Hayatıma dokunanlara.

Benimle birlikte özümlenip birlikte gülenlere .

Dualarında olduklarıma.

Dua ettiklerime.

Yoluma yol olanlara.

Yolunda yok olduklarıma. Kısaca ben de aşk olanlara yürekten  teşekkür ediyorum. 

Aşkın kendisine ise şükrediyorum"

demişsiniz.

Aşkın kendisine şükretmek ne demek?

YC:
Ben aşkı ALLAH olarak görüyorum.

Bana dokunanlara, yolum hayatta kiminle kesiştiyse, uçakta yanımda oturan insan da dahildir buna.

Ben düşünürüm, havaalanında, metroda, trende, benim bu insanla yolum burada kesişti.

Hayatımızın ortak bir noktası şu anda ve neden diye düşünürüm.

Muhakkak bir anlamı vardır derim.

Yaşadığım her şey için şükrediyorum.

BŞ:
Şükretmek doğru bir şey. İnsanı rahatlatıyor.

Bir de elde ettiğiniz şeyin kıymetini bildiğinizi kendinize tekrar edip ispatlıyorsunuz.

Allah'a şükrediyorsunuz.

Elinizdeki olan şeyler her zaman sizinle birlikte olamayabilir. Biz nefes aldığımıza bile şükretmiyoruz.

Nefes alamayan insanlar var.

Görüyoruz bir şeyler.

Sanki hep görecekmişiz gibi  bunun farkına varmıyoruz.

YC:
Şükretmek aslında farkındalık ile ilgili.

Bir şeyin farkındaysanız şükredersiniz.

Tasavvufta'da az yemek yersiniz, yavaş yemek yersiniz.

Sessiz yemek yersiniz.

Düşünsenize bir elma geliyor, elma yiyorsunuz.

Biri bunu ekiyor, ağaç büyüyor, yağmur yağıyor, ağaç sulanıyor, işçiler onu topluyor, pazara sunuyor, birileri onu alıyor markete getiriyor, masanıza kadar geliyor.

O elmayı yerken, o ısırığında o tadı alıp, bütün bu hikayeyi de birazcık farkında olduğunuz zaman şükretmemek mümkün değil ki.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi 3  yap , 3 yapma. Yelda Hanım, gençlere üç tane yap, 3 tane yapma birlikte söyleyelim.

Gençlere 3 yap ne tavsiye ediyorsunuz?

YC:
Kitap okusunlar. Sevgi ile okuyun. Hayal kurun. Risk alın.

BŞ:
Kitap okumak onlara ne sağlayacak?

YC:
Müthiş bir hayal gücü sağlayacak. Müthiş bir yetenek sağlayacak.

O hayal gücü yeteneklerine dönüşecek.

Hayal gücü insana ne sağlar?

Asıl soru o?

Hayal gücü dünyayı yerinden oynatır.

Hayal gücü olmasa elektrik olur muydu?

Elektriği düşünmeselerdi elektriği bulabilirler miydi?

Her şey hayal ile başlıyor.

BŞ:
Bir de yapmaları sayalım.

YC:
Yalan söylemesinler. Neden yalan söylemesinler?

Kendilerine yalanı yakıştırmasınlar.

Bir şey yapıyorlarsa arkasında dursunlar.

Yalan söylenebilecek bir şey yapmasınlar.

Pembe yalanlar oluyor başkasını kırmamak için.

Bunlardan bile uzak dursunlar.

Bir insan yalan söylemezse kendine güvenli daha doğru bir yolda gidiyor diye düşünüyorum.

BŞ:
Başkaları ile paylaşamayacakları bir şey varsa yapmasınlar o zaman.

YC:
Bir Çin Atasözü var: "Bir şeyin duyulmasını istemiyorsan yapmayacaksın."

BŞ:
Bir şey duyulmayacak diye de bir garantisi yok.

Kimse görmedi, kimse bilmedi diye bir şey yok.

Gün gelir karşına çıkıyor.

O yaptığın yanlış hayatının bir noktasında karşına çıkıyor.

YC:
Yalan söylemek başkasına dürüst olmamak değil.

Kendine dürüst olmamak. Sen bir şey yapıyorsun ve onu çarpıtıyorsun.

Hayır.

Çık, ben bunu yapıyorum, mutlulukla yapmak istiyorum desin.

İkinci egolarını kontrol altına alsınlar.

BŞ:
Ego nedir?

YC:
Yüksek egodan bahsediyorum.

Ego aslında özü ile buluşan bir insanın yüksek egosu olamaz.

Ancak maddi dünyada yüksek ego bulunabilir.

Eğer bir genç, bir insan sahip olduklarıyla kendini kabul ettiriyorlarsa "Şöyle bir arabaya biniyorum, evim var, param var, arabasının anahtarını masaya koyuyor" bunlar hepsi yüksek egoya giriyor.

Halbuki sen  kimsin?

Kendilerini tanısınlar.

Herkes çok güzel özünde.

Herkesin  zengini olması , kültürlü olması,  güzel olmasına gerek yok.

Olduğu gibi çok güzel. Büyüklerine saygısızlık yapmasınlar.

BŞ:
Ne yapıyorlar mesela saygısızlık olarak?

YC:
O kadar çok şey yapıyorlar ki.

Bizim bayramlarımız tatil zamanına dönüştü.

Büyüklerine mesaj çekiyorlar.

Gitsinler ziyaret etsinler, 10 günlük tatilin bir gününü ayırsınlar.

Telefon ile arasınlar, ilgilensinler.

Saygı çok önemli. Kimseye saygısızlık etmesinler.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor. Şimdi 3 keşke. 3 keşke diyorum, bir tanesi yaşadığımız dünya ile ilgili keşke diyebileceğiniz ne var?

YC:
Keşke dünya daha yeşil kalabilseydi.

Keşke yediğimiz gıdalar gerçek tadında kalabilseydi.

BŞ:
Türkiye ile ilgili keşke.

YC:
Keşke Türkiye bu durumlara düşmeseydi.

BŞ:
Kendiniz ile ilgili keşke ne diyebilir siniz?

YC:
Çok zor bir soru.

BŞ:
Keşke daha çok okuyabilseydim. Keşke daha çok yazabilseydim.

YC:
Kesinlikle . D

aha çok okuyabilseydim. 

Şöyle bir şey var, çok okumayı seviyorum.

Daha okuma yazma öğrenmeden okumaya başladım ben. Resimlerle hayal kuruyordum. Sonra ilkokulda bütün harçlığımı kitaplara yatırıyordum.

Mavi ciltli Milliyet'in serisi vardı , çocuk kitapları , onların hepsini bitirmiştim.

Hem meslek icabı hem de sevdiğim için devamlı kitap okumak istiyorum.

Bir kitabı alıyorum, okumaya başlıyorum, fakat aklım öbür kitaplarda.

Sonra kendime dedim ki  bir saatini ayır bu kitaba diğer kitapları düşünmeden.

Kendi kendime bir program yapıyorum.

Keşke daha çok okuyabilsem.

BŞ:
Can Kıraç Bey bana bir sohbetimizde "Ben Koç Holding Grubunda çalışırken nereye gitsem kitap alıyorum, ama o kadar çok alıyorum ki , fark ettim ki her aldığımı da okuyamamaya başladım.

Eşi bir ara demiş ki' Ne yapacaksın bu kadar kitabı ?

Okumadan koyuyorsun kütüphanemize?'

'Emekli olunca okurum' demiş.

Aldım, aldım yıllar geçti, emeklilik yılı geldi, emekli oldum.

Şimdi kitap okuyacağım dedim, kitapların olduğu odaya gittim, bir baktım, bir kitabı ne kadar sürede okuyorum, burada ne kadar kitap var, birden şok oldum, başımdan kaynar sular döküldü, ben odamdaki kitapların hepsini okuyamadan bu dünyadan ayrılacağım."

Keşke insanın  vakti çok olsa çok okusa. Ben de ona dedim ki:

"İleride belki öyle aletler gelişecek ki, kitap okumak için gözlerimizle okumaya gerek  kalmadan ya parmağını koyacaksın, ya beynine bir şey bağlayacaklar, bir yere basacaksın aşk olsun kitabı  beynine girecek, okumuş gibi olacaksın.

O zaman dünya nasıl olur bilmiyorum.

Okumanın zevkine biz varabilir miyiz?

Sadece bir bilginin beynin içerisine girmesi yeterli midir? 

Değil midir?

Ama kitap okumak güzel bir şey.

Ben de sizinle aynı fikirdeyim.

YC:
Aslında tüm kitap severlerin başına gelen olay anı.

Benim kendi evimdeki kütüphanemde de, o kadar çok kitap alıyorum ki, tabii ki okuyamıyorum , okumak istediğim kitabı da kütüphanemde bulamıyorum.

Bir daha alıyorum.

BŞ:
Şöyle şeyler de duydum ben, çok kitap severler aynı kitaptan 2 – 3 tane alıp bende varmış diyorlar. 3 tane 4 tane de olsa, hepsini okuyamasa da kitabı sevmek güzel bir şey.

Okuyabildiğiniz kadar okuyun.

Okumak için vaktim yok diyenler var.

Ben onlara diyorum ki, vaktin olmayabilir ama günde 1  sayfaya da mı vaktin yok?

Yok diyene şöyle diyorum:

"Bir satıra bile mi yok?"

Ona da yok diyene "Bir kelimeye de mi yok?"

Bir kelime oku o zaman.

Bu bir alışkanlık.

Yanı başında bir kitabın olacak taşıdığın ve her gün kitap okudum diyebileceğin bir iş yapacaksın.

Bir cümle kimin zamanı olmaz ki.

Her gün bir cümle oku ve bu alışkanlığı kaybetme.

Çünkü bir bahane haline geliyor.

"Vaktim yok okuyamıyorum."

Ve Türkiye 'de ortalama bir kişi televizyon seyretmek için  günde 5 saat ayırıyor.

Kitap okumaya ise istatistik bölündüğü zaman sadece ve sadece 59 saniye.

YC:
O bile olmuyor.

BŞ:
Olmayanlar var, yarım saatini ayıranlar var. İstatistik olarak bölününce  59 çıkıyor.
Çok fazla okumuyoruz.

YC:
Biz Türk milleti enteresan bir milletiz.

Çok acelemiz var.

Her şeye çok çok acelemiz var.

Trafiğe bakın, herkes birbirinin önünü keser, sağdan gidilir, baktığınız zaman da vaktini iyi kullanamayan bir milletiz.

Herkesin 24 saati var ve sorduğunuz zaman kimse hiçbir şeye yetişemiyor.

Fakat baktığınız zaman herkes boş yere o kadar zaman geçiriyor ki.

Acelemiz var ama neye acelemiz var bilmiyorum.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi Siz Olsaydınız Ne Yapardınız?

Yelda Hanım, ben  size hayali bir etik vaka hazırladım.

Müsaade ederseniz hayali etik vakayı size okuyayım.

Sonra sorayım "Bu durumsa siz olsaydınız siz ne yapardınız?" diye.

Benim etik vakam şöyle:

Orhan Bey bir Türkçe öğretmenidir.

Orhan öğretmen ilk defa bir roman yazar.

İlk  yazarlık deneyimidir. 

Romanını yayınlatmak üzere bir yayın evine gönderir.

Cevap olumsuz gelir. 2., 3., 4. Yayınevi denemesi de başarısız olur.

Hepsi hocam bu roman satmaz der.

Orhan öğretmen son olarak yeni kurulmuş bir yayın evine romanını gönderir.

Yeni kurulmuş yayınevi  romanı beğenir.

Yayınlamayı kabul eder.

Roman üçüncü ay beşinci baskıyı yapar, dördüncü ay on,  beşinci ay yirmi baskıya ulaşınca tüm kitapçılarda en çok okunanlarda birinci sırada yer alır.

İşler çok iyi giderken Orhan Bey'in telefonu çalar,  arayan bir zamanlar onun kitabını basmayı red eden  yayınevinin patronudur.

Orhan Bey'e bir telif yapar:

"Orhan Bey kusura bakma. Bizim arkadaşlar senin romanını anlayamamışlar.

Onlar adına özür dilerim. Senin bu romanını ve bundan sonraki romanlarını ben basmak istiyorum, ben yayınlamak istiyorum.

Eğer kabul edersen sana emekli olunca oturabileceğin  bir ev satın almak istiyorum.

Ayrıca telif ücreti olarak da sana yüzde 20 vermeyi öneriyorum.

Ne dersin? Diye sorar.

Orhan Bey çok şaşırmıştır.

Herkesin  gönlü satın alınabilinir mi?

Gönüller satın alınmaz ancak ömür boyu kiralık evde oturduğu için ev alacak bir birikimi olmadığı ve olmayacağı için, cevap vermeden önce bu teklifi düşünür.

Telefonda uzunca bir süre sessizlik olur.

Sayın Yelda Cumalıoğlu Orhan Bey'in yerinde siz olsaydınız, bu durumda siz ne yapardınız?

YC:
Çok kolay. Birincisi yola başladığım yayıncıyı asla terk etmezdim.

İkincisi beni eskiden red eden yayınevi bana teklif ediyorsa benim kitaplarım zaten çok satıyordur.

Zaten çok satıyorsa kitaplarım o parayla ben evimi alabilirim.

Böyle yapardım. Kendi yayıcıma giderdim, "Ben sizden ayrılmak istemiyorum.

Fakat benim böyle bir ihtiyacım var. Bunu bana siz karşılayabilir misiniz?

Önce kendi yayıncıma sorardım.

Dediğim gibi büyük bir yayıncı teklif ediyorsa onun kitabı zaten çok satıyordur ve o evini alabilir.

Benim başıma böyle çok olay geldi.

Yayıncı olduğum için, daha yayınevim küçükken ve birlikte yola başladığımız yol arkadaşlarımız, yazarlarımız da , şuanda Türkiye'nin en çok satan, en çok okunan yazarlarından biri , yedinci kitabıydı , ben ona teklif ettim.

"Hissettim senin kitabını , senin sözcüklerini hissettim, birlikte çalışalım mı?" dedim.

Bana dedi ki "Eda Hanım kitaplarım satmıyor? Neden basmak istiyorsunuz? Dedi.

"Ben inanıyorum sana" dedim ve onun sekizinci kitabını bastım.

Diğer yayınevinden de diğer yedi kitabının haklarını satın aldım.

Depolarından 30 bin adet kitabını satın aldım.

Bana herkes aptal sarışın gözü ile baktı. 6 ay içinde Türkiye'nin en çok okunan yazarı oldu.

Dokuzuncu kitabı da öyle patladı. 750 bin sattı.

Başka bir yazarım 400 bin sattı.

Ne oluyor?

O yazarlar ile birlikte siz yayın evi olarak da büyüyorsunuz.

Hem yayıncı büyüyor, hem yazar büyüyor. Başka bir yayıncının ona vereceği eve, arabaya gerek kalmıyor.

BŞ:
Bu verdiğiniz cevap içerisinde o yazar  aynı kitabını sadece yayın evi değişti diye ne yapıyor da patlıyor.

İçindeki paragraflar değişmiyor, kapağı değişmiyor.

Bunu böyle patlatan gazete reklamımıdır, kulaktan kulağa fısıltımıdır?

Yoksa kapağını çok iyi hale getirmek midir?

Siz sihirli lambadan çıkan dev gibi ne dokunuşu o kitaba yaptınız ki satmazken satar hale geldi?

YC:
Siz yazarınıza inanıyorsanız orada enerjiler büyüyor.

Ben öyle bakıyorum.

Birinin yazdığını ben gönlümde hissediyorsam başkaları da hisseder diye düşünüyorum.

Onu, o kitaba öyle bir sahipleniyorum ki, o yazara, o kitaba, onun reklamına da yansıyor bu, o kitap hakkında konuşmalarıma da yansıyor, ekibin o kitap ile yaptığı kapağa da yansıyor.

Yayınevlerine gidip "Biz bu kitabın arkasındayız, bu kitap çok satacak, çok okunacak" buna da yansıyor.

Yayıncının kitaba olan inancı çok önemli.

Şu var; yayıncılık hayatımda ben onu gördüm, evet siz inanabilirsiniz, kitap çok güzeldir, kapağı çok güzeldir, her şey güzeldir, kitap tam çok satacak kitaptır.

Ama olmaz.

Yüzde 1 'lik bir kısmet var.

O kısmet olmadı mı olmuyor.

BŞ:
Kısmete inanmak lazım.

YC:
Kesinlikle.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi soru yağmuru bölümüne geldik.

Soru yağmuru diyorum çünkü size kısa kısa sorular soracağım, yağmur damlaları gibi, damlalarımı burada hazırladım, sizlerden de bu  damlalara kısa kısa cevaplar rica ediyorum.

Soru yağmurunda ıslanmaya hazır mısınız?

YC:
Hazırım.

BŞ:
Destek yayınevini kurdunuz.

Türkiye'de bir yayınevinin başarılı olabilmesi ve yaşayabilmesi için neleri yapması gerekir?

Ve neleri yapmaması gerekir.

Önce yapması gerekenleri söyleyelim.

YC:
En önemli yapması gereken şey, yayıncılığı sevecek, kitabı sevecek ve yüz de yüz aşk ile yapacak bu işi. Aşksız olmuyor.

BŞ:
Kitabı öpecek mi?

YC:
24 saat kitap ile yaşayacak. Piyasayı takip edecek. İnsanları takip edecek.

Dünyayı takip edecek.

Nereye gidiyor?

Toplum nereye gidiyor?

İnsanlar ne okuyor?

Devamlı düşünecek. 24 saat aklı fikri yayıncılıkta olacak.

Bir insan ile tanışıyorum hemen kitap gözü ile bakıyorum o insana.

Bundan ne çıkar?

Bunu yazabilir mi?

Yok kitap yazamaz?

Hayata kitap olarak bakıyorum.

Yüz de yüz kendini buna adayacak.

Türkiye'de 3 bin den fazla yayınevi var.

Bir yayıncının tutulması, kendini göstermesi, piyasaya girmesi, dağıtımını yapması, yazarını bulması o kadar zor ki.

Mesela her sektörde bir şirkette çalışanlar ve başarılı olanlar aynı şirketin medical malzeme şirketinde çalışan birisi medical malzeme şirketi kurabilir.

Bu kolaydır.

Yayıncılık öyle değil.

Yayıncılığın içinde bir nevi kumarda var içinde.

Bir şeyi yapıyorsunuz ama onun tutup tutmayacağını bilmiyorsunuz.

Hissetmek lazım.

Yayıncılığa harcadığım emeği kamyon lastiği satmaya harcasaydım milti milyarder olurdum. 

Fıstık yeşiline boyardım lastikleri, kırmızıya boyardım, ayda kaç lastik satacağımı bilirdim. Kitap öyle değil.

Okunacak mı?

Okunmayacak mı?

İnsanların eğilimleri ne?

Trend ne?

İnsanlar nereye gidiyor?

O kadar zor ki, ancak yaşanır.

BŞ:
Bir de kesinlikle yapmamsı gereken.

YC:
Gaza gelmeyecek.

BŞ:
Ne demek gaza gelmek?

YC:
  Benim kapımdan giren kitap yazmış her yazarın söylediği şu:

"Bir kitap yazdım 50 binden az satmaz."

Ama Türkiye'de 50 bin satan kaç kitap var?

Biz biraz romantik bir toplumuz.

Herkes kendi hayatını roman olabileceğini zannediyor ama ne yazık ki insanların hayatı 7 sayfada bitiyor kitap olduğu zaman.

Tabii ki yazarların romanları çocukları gibi, bebekleri gibi, her yazarın romanı kendileri için çok değerli.

Öyle hissettikleri için size de onu çok değerliymiş gibi sunuyorlar.

Değersiz olan yok, herkesin hayatı değerli ama okunacak var okunmayacak var.

Sizi yazarın yönlendirmesine izin vermeyeceksiniz.

BŞ:
İkinci yağmur damlamız; Sizce iyi bir iş kadınında bulunması gereken belli başlı özellikler?

YC:
Hedef odaklı olacak. Önce hedef olacak.

BŞ:
Bu hedef nasıl bir şey olsun?

Belirli bir ciro hedefi mi yoksa ben şunu yapmak istiyorum diye "Ben Türkiye'nin en iyi lastik üreticisi olmak istiyorum" Nasıl tanımlasın o hedefi?

YC:
Ben yayıncılığa başladığım zaman ikinci kitabımı yayınlamıştım.

Rahmetli Aytunç ALtındal'ın kitabıydı.

Ulusoy'ların düğününde Aydın Doğan ile karşılaştım.

Aydın Bey'in yanına gittim, bende kırmızı bir elbise var,

"Aydın Bey merhaba ben Yelda Cumalıoğlu" dedim.

"Merhaba" dedi elini uzattı,

"Ben sizin rakibinizim" dedim.

"Nasıl yani?" dedi.

"Benim de yayınevim var" dedim.

Güldü ve bana sempatik sarışın muamelesi yaptılar.

Hoşuna da gitti Aydın Bey'in.

2014'de Destek Yayınları olarak biz bir numaralı yayıncı olduk o yıl satışlar bazında. Ama ben hep bir numara olacağım diyordum.

BŞ:
Hedef bir numara olmak. Konunuzu seçtiniz bu konuda bir numara olacağım. Beş numaraysa o da bir hedeftir.

YC:
Tabii ki illa bir numara olmanıza gerek yok.

BŞ:
Bir hedefiniz olsun. "En iyi 10 arasına gireceğim." Bu da bir hedeftir.

YC:
Forbes Dergisi de kapaktan verdi bizim başarımızı o zaman.

BŞ:
Hedef önemli iş kadınında.

YC:
Ciro bazında da olabilir ayıp değil. Benim bu seneki cirom şu kadar olacak. Ben hiç para odaklı olmadım.

Zaten başarının parayı beraberinde getireceğini biliyorum.

BŞ:
Hedeften başka iş kadınında ne olması lazım?

YC:
Bir kere zorluklardan korkmayacak. Risk alabilecek.

Her şeyi kendi kontrol etmeyecek, elemanlarına güvenecek.

Elemanlarınıza siz güvendiğiniz zaman onlarda elinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Bunun bir takım oyunu olduğunu elemanlarına hissettirecek.

BŞ:
Bir başka damla. "Benim kaderim böyleymiş. Yapacak bir şey yok. Kader utansın" diyen bir genç kıza ne söyler siniz?

YC:
Aşk olsun'u al oku derim.

Çünkü orada yazdım, ah ah larla, vah vah larla ömür geçmez.

Hayatta en sevmediğim cümledir kaderim böyleymiş.

Zaten kitabımın sloganı da "Acı eylemsizlikten meydana gelir.

Hüzün tercihtir.

Mutluluksa devrim" Lütfen kaderim böyleymiş, diye hüzünlenen insanlar harekete geçsinler ve kendi hayatlarının devrimini gerçekleştirsinler.

Çünkü emek harcamadığınız zaman hiçbir şey olmaz.

Bizim ne güzel bir sözümüz var. "Harekette bereket vardır" diye.

Bir çok ev kadını var, kocası onu aldatır gider veya araları bozulur,

"Ben sana saçımı süpürge ettim" der.

Etmeseydin süpürge.

Süpürgeyi kim sever?

Süpürgeyle kim evli olmak ister?

İş hayatında değil bu, evlilik hayatında da devamlı hareket edeceksin, devamlı kendini yenileceksin.

En büyük rakibin kendin olacaksın.

Daha fazla, daha fazla, kendin ile rekabet edeceksin.

BŞ:
Hayatta en çok yapmak istediğiniz şey neydi?

YC:
En çok istediğim şey yayınevini Türkiye'de başarılı yapmaktı. Onu çok şükür gerçekleştirdim.

Şimdiki hayalim ise bunu burada tutmak.

Zirveye çıkmak kolay ama onu orada tutmak zor.

Şimdi daha uluslararası çapta hedeflerim var.

Zaten dört yayınevi olduk.

Şu anda çizgi roman edebiyatı getirdik. Süper kahramanların değil ama iyi edebiyat romanlarının  olduğu çizgi olanları büyükler için yayınlıyoruz ve yeni  yol açtık.

Dergimiz çıkıyor.

Mizah, edebiyat ve kültür dergisi.

Devamlı hareket halindeyiz.

BŞ:
Bir insan bu dünyadan ayrılmadan önce o insana yapması gereken üç şey söyleseniz.

YC:
Yağmurun altında belki hiçbir şeyi düşünmeden umarsızca yürüyebilmek.

Çok güzel. Neyse hayali onunla ilgili bir adım atması. S

evdiği bir insan varsa ve ona söyleyemediyse arayıp seni seviyorum demesi.

BŞ:
En son en zaman gülmüştünüz?

YC:
İki saniye önce.

BŞ:
En son en zaman ağlamıştınız?

YC:
Geçen hafta metroda.

Niye bilmiyorum , çok duygulandım. Müzisyenler geldi metroya ve ben o müzisyenlere çok değer veriyorum.

Sokak müzisyenlerine çok değer veriyorum.

Öyle güzel bir şey çaldılar ki, ne kadar güzeller, benim şuan ki handelerimi güzelleştirdi bu insanlar, gözlerimden yaş aktı.

BŞ:
Hayatınızda en sık karşılaştığınız etik dışı davranış? İş hayatında da olabilir bu.

YC:
İnsanlar birbirlerini kazıklamayı çok seviyorlar.

BŞ:
Ne demek kazıklamak?

YC:
Bir şeyi farklı şekilde göstermek.

Yalan söylemek.

Devamlı bankalar arıyor telefonumu "Size çok iyi şartlarda kredi vereceğiz"

Ben istemiyorum, "Sizi düşünüyoruz" diyorlar.

Hayır sen beni düşünmüyorsun, sen kendini düşünüyorsun.

Bir mağaza tüm ürünlerde yüzde 75 indirim diyor, giriyorsunuz bunda yüzde 10 indirim.

Dışarıda yüzde 75 indirim yazıyor.

O sadece bu reyondaki ürünler için geçerli.

Herkes birbirini aldatma peşinde şuanda ve beni en çok üzen bu.

Bu insanlarda güven eksikliği yaratıyor.

Artık kimse birbirine güvenemiyor.

Bu ülkede güzel şeyler de oluyor.

Ama inanın ben bile güzel bir kampanya gördüğümde, LIV Hospital 10 kitap getirene kalp analizi yapıyor.

Bir kuşku ile yaklaşıyorsunuz doğru mu diye.

Kötü bir şey bu.

BŞ:
Bu dönemde kimseye güvenemiyorsunuz.

Maalesef bugünkü ortam bunu yarattı.

İnsanlar sadece kendini düşünen ve kendi menfaati için başkalarına yapılmaması gereken davranışları yapan ve bir şekilde sorumluluğu almadan bizim etik ve ahlak dediğimiz bazı değerler var, değerleri hiçe sayarak, yokmuş gibi davranarak, uygulamalar yapıyorlar, kararlar alıyorlar.

Bu iyi bir şey değil.

YC:
Geçen gün çorap alıyorum.

Bir tane çorap aldım.

Beş tane daha alırsanız bir tane bedava vereceğim dedi.

İki tane demiyorsun, beş tane daha alırsan.

Beni ne kadar düşünüyorsun sen.

Komik olaylar da var tabii.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi çubuk oyunu.

Niye çubuk oyunu diyorum?

Çünkü kulağınıza küpe olsun kutumun içinde çubuklar var.

Bu çubukların üzerinde güzel sözler yazıyor.

Bu çubuklardan bir tane seçelim.

Üzerinde ne yazıyor okuyabilirsek.

YC:
"Akıl sonradan ah çekmek için değil.

Düşünüp tedbir almak içindir." Einstein da der ya "Delilik aynı hatayı defalarca tekrarlamaktır."

BŞ:
Akıl sonradan ah çekmek için değil.

Düşünüp tedbir almak içindir." Güzel bir söz. Kendi kendini ifade eden bir söz.

Çok açıklamaya gerek kalmadı.

Bir  tane de ben sizin şansınıza bir tane çekeyim.

"Aşağıda oturmazsan, yukarı da yerin yoktur." Ne denek?

YC:
Bence alçak gönüllü olmaktan  bahsediliyor.

Eğer sen alçak gönüllü olmazsan öldüğün zaman yukarıda yerin yok anlamında.

BŞ:
İş hayatında da öyle, aşağıdan başlamazsan.

İş hayatında gençler hemen genel müdür yardımcısı olayım.

Genel müdür olmak istiyor.

Ama aşağıdan bir şeyler öğrenemezsen, tecrübe sahibi olmazsan yukarılarda senin yerin yok.

Paraşüt ile kimse seni indirmez.

YC:
İki anlamada geliyor.

Hem ruhani anlamda, hem de iş hayatında.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi bir göster, bin işit oyunu.

Nasıl size oyunlar oynatıyorum değil mi?

YC:
Çok güzel.

BŞ:
Bir göster, bin işit oyunu için ben kulağınıza küpe olsun kutumuzun içine bir obje koydum.

Önce onu size göstereceğim ve sonra diyeceğim ki bununla ilgili gençlerimizin kulaklarına küpe olabilecek neler söyleyebilirsiniz acaba diye?

Hazır mısınız?

Sizin için getirdiğim obje düdük.

Bu düdüğe bakıp  gençlerin kulaklarına küpe olacak ne mesaj verelim onlara?

YC:
Gördüğünüz bir şeyi görmezden gelirseniz suç ortağı olursunuz.

Eğer bir haksızlık, bir kötülük görürseniz düdüğünüzü olabildiğince güçlü bir nefes ile çalın derim.

BŞ:
Haksızlığı görünce çalın.

Ben de sizin düşündüğünüz tarzda düşünerek aklıma bir kavram geldi.

Etik düdüğü diye bir kavram var.

Etik dışı yani ahlak dışı yapılan etik dışı bir olay söz konusu olduğunda buna şahit oluyorsanız, bunu  görüyorsanız, bunun giderilebileceğine de inanıyorsanız, ve de bunun hakikaten etik dışı davranış olduğundan eminseniz, bu konuda da  fikir sahibiyseniz, tecrübe sahibiyseniz, o zaman tereddüt etmeden etik düdüğünüzü alıp, burada bir etiksizlik var deyip çalın.

YC:
Yoksa suç ortağı olursunuz.

BŞ:
Evet. Bunu gençlere söylediğimiz zaman gençlerimiz bize bir atasözü hatırlatacaklar.

Benim hiç beğenmediğim atasözü.

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diye de bir sözümüz var.

İnsanlar korkmaya başladı, etik dışı, yasa dışı bir şey gördüğü zaman müdahale etmek, durdurmaya çalışmak, onu şikayet etmeye çalışmak.

Aman ben dokumayım bana ters bir etkisi olur diye korkmaya başladı insanlarımız.

Bu iyi bir şey değil.

YC:
Bence "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" atalarımızın şöyle söylediği bir söz olabilir, demeyin.

Atasözlerimizden bir sözü de hiç sevmem.

"Üzümünü ye, bağını sorma"

BŞ:
"Bal tutan parmağını yalar"

YC:
Bu "Bal tutan parmağını yalar" güzel işler yaparsanız , güzel sonuçlar doğurabilir anlamına da gelebilir.

BŞ:
Önce tuttuğunuz balın kime ait olduğuna, o balın elinize nasıl geldiğine sorgulayıp düşünmeniz lazım.

Eğer o sizin kendi helal maaşınız ile alınmış bal değilse, kamunun balıysa, başkaları ile paylaşılacak bal ise, elinizde tutuyorsunuz diye, sırf bu koltuğa ben oturdum, bu yetki benimdir, bu mevkide ben varım, madem ki bu bal benim elimde, o zaman benim hakkımdır deyip, bu baldan ben bir parmak almamam gerekiyor.

Herhalde o manada da düşünürsek önce sorgula.

Bu bal kimin? Benim elime nasıl geldi?

O zaman dersin ki bu bala elimi sürebilirim veya bu bala kesinlikle dokunamam.

Bazen insanlar da diyor ki:

"Bal tutuyorsun, niye yalamıyorsun?"

Yalamayana kızıyorlar.

Benim balım değil bu. Ben buraya genel müdür olmuşum.

Ben buraya bir kamunun  başına daire başkanı olmuşum.

Tamam elimde yetki var, ihale veriyorum, satın almaları ben veriyorum ama bunlar benim değil ki.

Bu koltukta oturuyorum.

Bu kararların hepsini ben devlet lehine vermem lazım.

Kamu lehine vermem lazım.

Kendi şahsıma veya çevreme buradan hiçbir menfaat sağlamamam gerekir demem lazım.

YC:
Çok enteresan dürüstlük insanda bir meziyet değildir.

Olması gereken bir şeydir.

Ama ne yazık ki şu anda dürüst insan diye gösteriliyor.

Çok yazık.

Bu aynen sizin söylediğiniz örnekteki gibi bala parmak batırmıyorsun deniliyor ama tekrar düdüğe dönecek olursak görüyorsak sorumluluktan kaçmayacağız.

BŞ:
Gördük, duyduk, sorumluyuz.

Görmedim, duymadım, o maymun gibi yapmamak lazım.

YC:
Asla. Çünkü sana dokunmayan yılan bir gün gelir seni arkadan sokar.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi torba oyunu.

Oyunlar bitmiyor.

YC:
Ne güzel oyunlar var.

BŞ:
Bunun içine ben bir torba koydum.

Torbanın içine de harfler  koydum.

Şansınıza bir harf çekin, hangi harfi çekeceksiniz.

YC:
"D"

BŞ:
Başı D ile başlayan doğru davranış, iyi bir davranış söyleyebilir misiniz?

YC:
Dürüstlük.

BŞ:
Bir tane de yanlış  bir davranış, kötü bir davranış için seçelim.

YC: "
E" Egoistlik.

BŞ:
Ne demek egoistlik?

YC:
Her şeyi kendine mal etmek. Senin hakkını yeme. Her şeyi bana bana demek.

BŞ:
İyi bir davranış değil. Başkasını da düşünmek lazım.

Empati yapıyor olmak lazım. Şunu yapmak istiyorum programın sonuna doğru yaklaşırken size küçük bir oyun oynatmak istiyorum.

Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteyiz.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaşıyor.

Şimdi bir kelime bir cümle oyunu.

Ben size bir kelime söyleyeceğim, siz cümle kuracaksınız.

O kelimenin size hatırlattığı ilk cümle ne olur diye düşünürseniz.

Sayın Yelda Cumalıoğlu, benimle bir kelime bir cümle oyununu oynamaya hazır mısınız?

YC:
Hazırım.

BŞ:
Kelime "hoşgörü" cümle?

YC:
Sen ne yaparsan yap oğlum ben senin yanındayım.

BŞ:
Kelime "zorluk" cümle?

YC:
Hiçbir zorluk beni yıldırmaz.

BŞ:
Kelime "etik" cümle?

YC:
Etik olmayan insanların yarını olamaz.

BŞ:
Kelime "aşk" cümle?

YC:
Aşk varsa her şey var.

BŞ:
Kelime "zenginlik" cümle?

YC:
En büyük zenginlik benim düşüncelerim.

BŞ:
Kelime "mutluluk" cümle?

YC:
Mutluluk için kimseye ihtiyacın yok.

BŞ:
Kelime "itibar" cümle?

YC:
Dürüst olmazsan asla itibar sahibi olamazsın.

BŞ:
Kelime "para" cümle?

YC:
Para elinin kiri değildir onu güzel kazanırsan.

BŞ:
Kelime "fotoğraf" cümle?

YC:
Çok güzel bir sanattır fotoğrafçılık.

BŞ:
Kelime "korsan kitap" cümle?

YC:
Kul hakkı yemeyin.

BŞ:
Kelime "Destek Yayınları" cümle?

YC:
Benim üçüncü çocuğum.

BŞ:
Kelime "Yelda Cumalıoğlu" cümle?

YC:
Ben ben ile iyiyim.

BŞ:
Çok teşekkür ediyorum.

Ağzınıza sağlık diyorum.

Geldiniz tecrübelerinizi paylaştınız, vaktinizi ayırdınız.

Aşk olsun.

YC:
Aşkınız Nur Olsun.

BŞ:
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Yelda Cumalıoğlu ile birlikteydik.

Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini, ve zenginliklerini paylaştı.

Unutmayın, gençler bizim her şeyimiz, en değerli hazinemiz.

Gençlerimize sahip çıkalım.

Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle.

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın.

Hoşçakalın.

YELDA CUMALIOĞLU Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.



.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org