Tüm Yazıları
ShareThis
|
Sanat ve Yaşam
15.06.2007
Belgin Alagöz |
|
Okunma Sayısı : |
9068 |
|
|
Oy Sayısı : |
100 |
|
|
Değerlendirme : |
4,96 |
|
|
Popülarite : |
9,92 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
Bu ropörtajı, yaşamımda sanatın yeri ve önemini vurgulamak, sanatla içiçe yaşamanın bana verdiği olumlu enerjiyi paylaşmak için bu kez de burada kendi odamda yayınlamak istedim.. röpörtaj tarihi-2004 SANATI DÖRT DÖRTLÜK YAŞAYAN BİR SANATÇI BELGİN BALANOĞLU ALAGÖZ SÖYLEŞİ: MUSTAFA EMRE Resim, şiir, seramik, eleştiri dallarında ürünler veren sanatçı Belgin Balanoğlu Alagöz, son yıllarda seramik sanatında yoğunlaştı ve bu dalda yüksek öğrenim yaptı. Çocukluğundan bu yana yaşamı sanatla algılayarak dile getiren sanatçı, yaşam artı sanat formülünü uyguluyor. Gerçek anlamda bir sanat tutkunu olarak değerlendirilebilecek Alagöz, sanatı bir ulu ağaç diye nitelendiriyor ve yaprakları, çiçekleri, meyveleri ürün sayıyor. Bu bağlamda sanatın aynı kökten geldiğini imliyor. Benzetmeye örnek ise kendi yaşamı ve uğraş verdiği sanat dalları. O , kendini bildiğinden beri sanatın içinde yoğrulduğunu, müzikle başlayan, şiir, resim, yazı ve seramikle süren yoğunluğunu dolu dolu yaşıyor. Çünkü, O sürekli kendini geliştiren, yetinme nedir bilmeyen bir sanatçı. 'Sanat disiplinlerine duyarlı ve üretken', 'bir tutkun' ve bu uğraşın ' Evrenin keşfine ütopik bir yolculuk' olduğunu biliyor. Alagöz, İstanbullu olmasına karşın yaşamını Adana'da sürdürüyor, Taşranın sorunlarını aşarak ilerliyor. Gösterdiği özen ve çabayı destekleyen eşi Prof. Dr. Taner Alagöz ve çocuklarına sevgiyi artıran bir yaşam yoğunluğu sürdürüyor.. Sanatçı ile uğraş verdiği dallar, ürünler ve sanat üstüne söyleştik.
--Sayın Alagöz, resim sanatına nasıl başladınız, sizi resme yönelten etkenler nelerdir?
*Sanırım bu soruya çocukluğumdan başlayarak cevap vermem daha doğru olacak.
Çünkü, sanata duyduğum ilginin birikimi ve süzülen şeylerin yaşantımda yığılması kanımca
o yaşlara dayanmakta. Anımsayabildiğim en küçük yaşımda (4-5), müzik dinler ve ilk dinlediğim eseri hemen ezberler nota hatası yapmadan söylermişim. İlk ve ortaokul yıllarımda, evde-okulda, ''kim şarkı söyleyecek'' konusu olduğunda ''haydi Belgin '' denirdi. İlkokulu bitirdiğim zaman konservatuar eğitimi alma özlemimi gerçekleştiremedim. Yine ilkokul yıllarımda öğretmenim, rahmetli Cemaliye Akçığ Hanımefendinin ''10 Kasım ve Atatürk'ün ölümü ile hissettiklerinizi şiir ve kompozisyon halinde yazın'' diye verdiği ödevle şiir yazma-yazabilme gibi bir olguyla tanıştım.
Aynı nesilden gelenler bilir ki bizim eğitimimiz düşünce üretmeye yönelik bir eğitimdi, her ders ve konu soru çıkartma, ana fikir, özet ve kompozisyonla araştırılan-sonuçlandırılan yapıdaydı.
Çok istekle çalışan öğrenci değildim, ama sevdiğim dersleri hep fazladan araştırarak yapardım ve kompozisyon yazmaya bayılırdım. Ayrıca, evin en küçüğü olmam da avantaj oldu sanatsal duygularımın gelişiminde. Ergin çağdaki kardeşlerimin şiir, roman, tiyatro, sinema, yerli-yabancı müzikle ilgileri benim bu disiplinlerle erken tanışmama, içinde yaşamama, doğal olarak içime sindirilmiş bir yapıda benimsememe neden oldu sanırım. Bu çeşitliliğin ise görsel ve duyusal olarak zengin bir ruhsallık, merak, sevgi duygusu, ilgi gibi sanat duygusuna zemin hazırlayan etmenleri oluşturduğunu düşünüyorum. Çünkü bu anlayış benim hala devam eden olmazsa-olmazlarımdır. Resim, evet resmim de çok iyiyiydi. Orta öğrenime yine büyük bir şansla mükemmel bir Türkçe hocası, (Sema Hanım) muhteşem bir resim hocasının (Belceste Hanım) olumlu eğitimleri ile başladım. Resmim de çok iyiydi ama, benim ruhum, eylemim müzikteydi, müzik kolu başkanıydım. Önceliğim müzikti …Biraz uzun cevapladım ama, şimdi arkama dönüp baktığımda resim sanatına başlamamı sağlayan etkenlerin bunlar olduğunu görüyorum.
Bu soruyu resme başladığım ilk yıllarda sorsaydınız bu kadar geçmişe yönelik bir c evap vermezdim.
Yine bu süreç içinde gördüm ki sanat, bilimsel bilgi dahil olmak üzere birçok oluşumu bünyesine alan bir yapı. Yaşama ve insana ait her olgudan beslenmiş olmanız gerekiyor, bilgi ve duyguyla sarmal bir gelişim içinde olmalısınız. On beş yıl resim yapınca, bu sanatın içinde yaşayınca beni resme yönelten duygu ve tavrın rastlantı sonucu değil de 'resme başlamam, daha ziyade sanatsal yığılmanın patlama noktasıdır, diye düşünüyorum. Ve bu noktayı suya düşen bir damlanın, H2 O, H2 O' nun (suyun moleküler yapısı) birbirini reddetmeden birbiri içinde hızla kaynaşması olarak görüyorum. --Resim sanatını nasıl değerlendiriyorsunuz, resim sizin için neyin anlatımıdır?
*Resim sanatı, insanın evrimleşme süreci sonunda kendi duygularını ilk ifade ettiği araç olmuş ve korkularını, inançlarını onunla imlemiştir. İşte böyle insanlığın geçmişine uzanan bir sanat dalı resim. İnsanlığın uygarlaşma yolu ile koşut gelişen bir olgu. Bundan ötürü Sanat Tarihindeki rolü çok fazla ve değerli…
Sanat disiplinleri özünde aynı sorunsallığı taşır. Aynı kökten varolurlar. Bu olgu, özünde yansıtma, benzetme, tepkileme, duygu-düşünce aktarımı, farklılık, öznelleştirme, kavramlardan yola çıkarak sorun edinme, yeniden yaratma istemleri ile vb.. varlık gösterir. Sanat aynı bünyeden ayrı kollara ayrılır bana göre. Sanatı ulu bir ağaç olarak düşünsem ; disiplinler, konstrüksiyonu oluşturan dallar olur.
Sürekli gelişen dallar, sanatçılar olur. Yaprak-çiçek-meyveler sanatçıların yarattıkları eserler olur,
diyerek kendimce bir benzetme yapabilirim. Ve bu yaprak-çiçek-meyveler, insanların
yaşamlarına, bünyelerine nitelik verecek, yaşam kalitesini artıracak bir dolu yararlı etkiyi
sağlayan gereksinimleri barındırırlar bünyelerinde.
Resim yapmayı anlatım olarak değil de bir ifade aracı olarak düşünebiliriz belki. Duygu-düşünce
birlikteliğinin harekete geçmesi ve dışavurum olarak değerlendirmek olabilir bu. Resim yaparken genel olarak sanatı algılamak tüketmek ve yorumlamaktaki tavrımı belirlerken sanat tarihi, sanat ilgisi, estetik, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi birçok alanı içinde barındıran etkileri referans alarak, oluşturacağım kompozisyonu düşünürüm. Düne, bugüne, yarına yapacağım göndermeler içininsani olan oluşumları ifade eden imgesellikten yola çıkmak, simgelerle gönderme yapmak, yüzeyi mekan oluşumundan çıkarıp, soyut bir alan oluşturmak benim resimlerimde yapmaya çalıştığım unsurlardır. Daha açıkçası, sorunsallarım bunlardır.
Böylesi bir yapıda irdelenen dünyasal-insansal yaşamın sorgulanması, cevaplanmasıdır,
öykülendirilmesi, düşlendirilmesidir. Gerçeğin kendisi, gerçeğin gerçeküstü, gerçeğin imgesel halidir.
. Objenin stilize edilmesi, geçmişin dillendirilmesi, evrenin keşfine ütopik bir yolculuktur. Bugünün sorunlarına us-duygu ikilisi ile yaklaşımdır. Sanatsal dışavurumdaki i fadelendirilmeler; cıvıldayan kuşların sesi, sonsuz bir acının yası, büyük-küçük sorunların çatışması, aşkın-aşksızlıkla, sevginin-sevgisizlikle, mutluluğun-mutsuzlukla, doğrunun-eğriyle, güzelin-çirkinle savaşıdır.
Çok renkle, tek renkle, çizgiyle, dokuyla, malzemeyle, insanın bakıp gördüğüyle, görüp anladığıyla, anlayıp düşündüğüyle, düşünüp eyleme geçmesiyle yaratılan bir olgudur sanatsal eylemimdeki anlayış ve tabii ki resim sanatı.
İşte benim tuval karşısında duruşum da budur. Resim benim ruhsal ve düşünsel yapıma tuttuğum
aynadır adeta. Onayladığım ve tepkilediğim ''şeylerin'' alanıdır. Yaşamımın us-duygu ikilisi ile
benliğimde oluşturduğu ''yaşantı'' ve bu yaşantıyı özümsemek, tez-antitez-sentez sürecinden
geçirdikten sonra, imgelemimde yeni bir biçim-renk-dokuyla tuvale aktarıp bu serüveni
ruhsallığımla bengileştirmek çabasıdır belki de…
Ben de varım, ''geçmişin geleceğe taşınırken değişim-dönüşüme uğramasında, insanın uzun
süreçte var edip, peşine düştüğü ve sonra değiştirmek için uğraş verdiği olguları bu tepki
dili ile ifade ediyorum, böyle ses veriyorum'' ''Yaşamı-evreni duyarak-görerek varoluşumu,
dünyada yaşanmışlığımı belgelemek istiyorum'' demektir belki de… Belki bunların bütünü için
sanatın tüm disiplinlerine karşı duyarlı ve üretken olmak istiyorum ve resim yapıyorum. --Resimlerinize içsel bir yaklaşımla mı girersiniz, yoksa dış etkiler mi ağır basar, öne çıkar?
*Aslında bu sorunuzun yanıtları ilk iki cevabımın içinde var. Ama toparlamam gerekirse bazen
içselliğim dış etkilere duyarlı olur bazen de dış dünyadan aldığım uyarılganlıkla duygu-düşünce
tepkimesi yaşarım. Normal gibi kabul edilen şeyleri herkesten farklı görmeye çalışırım, ''Sorun
var mı acaba'' gözüyle bakar, irdeler çözüm üretmeye çalışırım. Bazen de aksine dış
etkenlerin beni tetiklemesi ile düşünce ve duygularım eyleme dönüşür. Tabii bir de toplumsal
itkiler var. Yaptığınız resim yada hangi disipline ait iş üretiyorsanız gerek teknik olarak gerekse
ifade olarak ona kendi ruhunuzu katmalısınız. Aslında tüm sanatçıların tavrı da budur. Aksi takdirde yapılan sanat olmaz, ama hiçbir zaman salt duygu-ruhsallıkla resim yapmadım. Yani çılgın bir romantik değilim anlayacağınız.. --İleriye dönük resim tasarımlarınız neler olacak, nasıl bir çizgi izlemeği amaçlıyorsunuz *Şu sıralar seramikle yoğunlaşmış durumdayım. Seramik de, tarihsel süreç içinde, insanın
gereksinimlerini karşılamak üzere düşünselliğini harekete geçirmesinde önemli rolü olan bir
malzeme. Bu sanat dalını ve malzemeyi tanımak, öğrenmekle geçirdiğim bir zaman dilimindeyim.
Dolayısı ile resim çalışmalarıma ait yavaşlattığım, ertelediğim bir dolu enerjimi de saklı tutuyorum.
Diyebilirim ki yakın bir zamanda ''Zaman-Boşluk-Değerler'' konulu bir konsept oluşturacağım ve
tabii ki sergi açacağım. --Bölgemizde ve ülkemizde resmin durumu, düzeyi, niteliği üstüne neler düşünüyorsunuz?
*Ülkemizde resmin durumu zaman zaman gündeme gelip tartışılmakta. Her şeyden önce ulusal
çatımıza bakacak olursak; bugün artık gerçekten Batı modellemesinden söz etmek mümkün değil.
Geçmiş zamanlara ait bir kabullenmeyle, İslam dininin insan tasvirini yasaklamasından
kaynaklı bir gecikmeydi bu. Genel olarak resmin ülke sınırlarındaki gelişiminde bir
gecikmişlik söz konusuydu. Ancak, Mustafa Kemal' in Kurduğu '' Türkiye Cumhuriyeti '' batlılaşma, daha doğrusu uygar bir ülkenin temellerini oluşturmada, sanatın kaçınılmaz gerekliliği bilinci ile yola çıkmış, özgür ve demokratik bir düzende sanat eğitiminin varlığını mutlak şart koşmuştur.
Buna bağlı olarak geçmişte Batı'ya gidip eğitim alınmıştır, böyle bir eğitim gerekmiştir,
Batı' dan eğitim aldıkları için sanatçılar bu eğitimden etkilenmiştir. Olabilir, yeni bir oluşumdu
resim Türkler' de. Minyatür ve Çini sanatı ilerlemişti. Geçmişe bakacak olursak sanat ve
bünyesindeki resim sanatı, Türkiye' nin değişim ve dönüşümüne çok hızlı ayak uydurmuş
ve belki de bu gelişimin sunduğu olanaklardan daha da hızlı gelişmiştir.
Bir ülkenin toplumsal yapısını değiştiren; sosyo-kültürel, siyasal, ekonomik oluşumları, hele hele
eğitim-öğretimin yeni bir anlayışla uygulanmaya başlamasının Türk insanına yüklediği
sorumluluk duygusunu düşünebiliyor musunuz? Ülkemizin çağdaş bir yapıda gelişmesinde;
içinde en çok hümanizm, düşünsellik, birlik-bütünlüğün temeli olan ve ancak kendine
aitlikle gerçekleştirilebilecek kültürel yapının oluşma göstergesi sanatın gelişim süreci ile
ilgilidir. Ulus-devlet yapısının varlığını onaylayan kültürel yapının; uluslararası platformda
tanınma-tanıtma, ülkenin zengin-köklü geçmişini kabul ettirme gibi bir rolü vardır. Bu ise
çok yönlü işlevselliği ile sanatsal edimin varlığı ile oluşur. Ülkemizde açılan bu pencerede
'Sanat, insanımızın, toplumsal yapısındaki değişim-dönüşümüne farklı ufuklar açmış ve hızlı
bir gelişim sağlamıştır' görüşündeyim.
Türkiye'de yaşayan sanatçılarımız da, ülke dışında yaşayan Türk sanatçıları da kendilerine ait
özgün bir yapı oluşturmuş durumda artık. Geçmişteki söylemler gibi taklit ten söz etmek yanlış olur bence. Evrenselleşmeden söz ediyorsak kültürlerin yada her türlü yapılanmanın birbirinden
etkilenmesi çok doğal. Bir şeyleri referans alabilirsiniz ancak onu ne kadar kendinize
aitleştirdiğiniz önemlidir. Batı yada Amerika sanatçıları yıllarca Doğu, İnka, Afrika
, Aborjinlerin sanatlarından etkilenmedi mi, onlar neden bu kadar mükemmel anılıyorlar yada
masum? Neden onların sanatları oldu esinlendikleri her şey diye düşünmek gerek bence…! Bugünü irdelemeye çalışırsak sanatta gelişmiş olmak ülke yönetimi ve ekonomik yapıyla iç içe.
En önemlisi eğitim elbette, ama kültürel yapı, geleneksellikten kopamamak sanata bakışı elbette etkiliyor. Tabii, bunlar birbirine bağlı ve içinde çok sorunlar taşıyan konular. Ülkeler ne kadar
gelişmiş ve refaha ulaşmışsa ne kadar demokrasi varsa sanat o denli gelişmiştir. Unutmamak
gerekir ki sanat, insanın kendini var etme, geçmişe-bugüne-geleceğe bakış açısıdır.
En önemlisi insanın özgürleşme alanıdır… Bölgemizde ve Adana'da sanat gerçekten çok yoğun ilgi ve sevgiyle yaşatılıyor. Bana öyle geliyor ki her beş evden bir tanesinde mutlaka resim yapan ya da sanat eğitimi alan bir fert var. Adana zaten sanatın ocağı bence, bu tartışılmaz, ama burada doğup-büyüyen, yetişen sanatçılar Adana'da kalıp sanatsal eylemlerini sürdürebiliyorlar mı? Hayır. Neden? Öncelikle buna çözüm bulunmalı bana göre.
Her şeyde olduğu gibi sanat ille metropollerde yapılınca değer gören bir olgu mu olmalı?
Anadolu'nun birçok kentinde sanat ruhu buram buram tütmekte, ancak bir zamandan sonra
heyecanlar tükenmekte. Çünkü, bu kentlerde sanat yapmak için uğraş veren sanatçılar, bir
şekilde özellikle İstanbul veya Ankara ile diyalog kuramamışsa yok sayılıyor. Yaptığı hiçbir
çalışma değerlendirilmeye alınmıyor, ne kadar çaba gösterse de emeğinin karşılığını göremiyor.
Olumsuz etkileniyor sanatçı bu ilgisizlikten. Sanatçı çok kırılgandır bu düşünceyle değerlendirmek gerekiyor. Demek ki yine ekonomik-kültürel-sosyolojik unsurların yeterliliği bu sorunu oluşturan.
Ülkemizde birçok sanat kurumu var; yapılan birçok idealist çalışmalar da var, ancak değişime,
sanatı görsel olarak yoğun izlemeye de ihtiyacı var İstanbul dışında yaşayan sanatçıların.
Bu ise tüm sanatçıların ve sanat kurumlarının belli merkezde toplanarak Anadolu kentlerine
kabuk tutmalarından kaynaklanıyor. Hani hep şikayet ettiğimiz bir durum vardır: Anadolu' dan
İstanbul'a göç… İşte sanatçılar da göç ediyor açıkçası, kendi çalışmalarını geliştirmek, üretme
ruhunu yakalayabilmek için.. Haksızlar mı? Hayır, ancak biliyorum ki böyle konuşmak kolay.
Özel kuruluşlar, özel galeriler, bankalar yada holdinglerin kurduğu sanatsal mekanlar,
ülkedeki sanat sorununu çözemez. Ciddi bir devlet politikası izlemek gerekiyor ama sanat devletin idaresinde bir yapı kazansın demek istemiyorum. Sanat kurumsallaşmalı ve kişisellikten
uzaklaştırılmalı bir de yine uygar yapılanmış ülkelerde olduğu gibi sanat eleştirilerini yapan
kurumlara gereksinim var sanırım ama deforme edilmeden yapılmalı tüm bunlar. Özel kuruluşlara
da karşı değilim. Sanatın bu ülkede gerektiği yeri alabilmesi için ciddi-özverili-sürekliliği olan uğraşlar verilmeli ama tekelci bir yaklaşımla değil tabii. Sanatçıların, eleştirmenlerin bu konuda tepkileri oluyor sanatın kurumsallaşamamasıyla ilgili. Ama bu sorun, devletin sanata ayırtacağı payla doğru orantılı olarak çözülebilir ancak.
Adana'ya yüzümüzü çevirecek olursak çok sık olmasa da metropollerden gelen usta
sanatçılarımızın sergilerini izleme olanağı buluyor Adana halkı ve sanatla uğraşan kesim.
Bu, yeterli ve doyurucu boyutta değil. Adana'da resim yapan ressam arkadaşlar üniversite
eğitimi almasalar da (ki, ben de kurs eğitimi ile yetişmiş bir alaylıyım) kendilerini geliştirmek için
büyük çaba sarf ediyorlar ve çoğu bunu başarmış durumda. Bence sorun eğitim almış olanlarda.
Onlar daha az aktivite gösteriyorlar. Nedeni bir genelleme yapmak gerekirse zamansızlık
ve ekonomik. Hemen hemen hepsi resim öğretmeni. Şu anlarda kurumların yapacağı büyük
özveriler yoksa bile gönüllü-idealist ruhla davranan, sanata kendini adamış insanlarımız
ilgilenmeli diye düşünüyorum bu sorunlarla. Adana ve Anadolu kentlerinde yaşayan
sanatsal yeterlilik kazanmış olan kişilerin gözlem altına alınarak, sanat platformlarına
kazandırılmasını öneriyorum. Yeni keşifler yapmak isteyenler ilgilenmeli ve bu yetenekler
kazandırılmalı sanat dünyamıza.
Adana'da resim sanatının böylesine yoğun yaşanmasının ve 1970'li yıllardan bu yana
sürekliliğini korumasının nedenlerini sıralayacak olursak her şeyden önce, Adana'da resim sanatını öğreten, yayan ve sevdiren Hocamız Mustafa Dulda'dır. Resim yapanların çoğu Mustafa Dulda öğrencisidir. Ciddi bir eğitim alırlar, her kişi kendi yeterlilikleri doğrultusunda yetişir. Ayrıca, Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Resim Eğitimi Bölümü Öğr.Gör. Yar. Doç. Muzaffer Tire, öğrencilerini çok iyi yetiştiren, mezun olduktan sonra da resim sanatının zor yolunda onlara destek veren ve motive eden bir hocamızdır. Ve sanırım Adana' da resmin ''Sanatsal bir platforma'' oturmasında, resmin ''sanat'' işlevini kazanmasında etken olmuştur.
Çünkü, tüm mezunları ve eğitim içindeki öğrencilerini sergi açmaları için destekler, yol açar.
Dolayısı ile eğitimli resim anlayışının göstergesi olmaktadırlar bu gençler. Böylece görsel bir
eğitime de olanak sağlanmış olur resim yapan ve resim alımlayan-tüketen kişilere. Şimdilerde
Çukurova Üniversitesi ve Mersin Üniversitesi kadrosundaki hocalarımızın resim-heykel sergileri de
sanatsal bir zenginlik sunmakta Adana'ya. Bu hocalarımızı saygı ile selamlıyorum. Ayrıca, Adana Çimento Sanayisinin, Adana Güzel Sanatlar Derneği Kurulmasında-yaşatılmasında büyük destek olması ve bu desteği hala devam ettirmesi şükranla anılması gereken bir durum. Ve Rahmetli Ethem Aydın'ın, Ahmet Akata'nın, Adnan Ateşok'un Adana' ya kattıkları sanat ruhu ve verdikleri emekleri yad etmeden geçemiyorum. Evet, işte sizin de yakın izlediğiniz gibi Adana'nın kendi içindeki sanat dönüşümü bu merkezde, yenilik ve farklılıklara açık bir kent.. --Ressamlığınızın yanı sıra plastik sanatlarla ilgili eleştiri yazıları da yazmaktasınız. Eleştiri yazıları hangi gereksinimden doğdu, nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Bugüne değin yazdığınız eleştiriler için okurlarımıza bilgi verirmisiniz.
*Elbette, çok severek yaptığım diğer bir alan yazarlık ve eleştirmenlik. Benim sanatla ilgili
yazılar oluşturabilmem için sanıyorum ki iyi bir okur ve gözlemci olmam, resim eğitimim süresince sanat kitaplarını hatmetmiş olmam ve resim sanatına çok değer vermem sayılabilir.
Kendimle hesaplaşmam gerekirse resim sanatını çok iyi öğrenmem, eğitimim süresince sanat
tarihinde adı geçen tüm akımlara yönelik resim çalışmaları yapmış olmam sanat eleştirisi
yapabilmem için açılım sağladı. Bu ilk bakışta önemsenmeyecek bir durum gibi görünse de
resim tekniğini çok iyi kavramamı sağlayan etkenlerden biri oldu. Düşünün ki resme baktığınızda
ilk çözmeniz gereken teknik dildir. Bu bilgi, benim resim okumama çok yardımcı olmakta. İlgileri
daha hızlı kuruyorsunuz. Tabii, bunun yanında en önemli unsurlar diyebileceğim öğrenme, araştırma, merak duygularımın çok yoğun olması ve siyasal tarihi inceleme, kültürlerin sanat üzerindeki etkisini araştırma, sosyolojik-felsefi-psikolojik ilişki kurma gibi etkenleri içine alan bir yapılanmayı oluşturmuş olmak gerekiyor
Bu bilgiler ister istemez sergilerimizde yaptığım konuşmalarla dikkat çekici oldu ki siz bana sanat sayfanızda sergilerle ilgili görüşlerimi yazma teklifinde bulundunuz. Adana yerel basınının, sizin, hocalarımın yazmış olduğum yazılara olumlu tepkiler vermesi bu konuda kararlı bir şekilde ilerlememe neden oldu. Belki İstanbul'da başlasaydım yazmaya bu kadar motive olamayacaktım.
Kendim için köşe oluşturduğumda yazılarımın yarım sayfa-bir sayfa olabiliyordu çoğu kez .
İstanbul'da hangi yayın organı bana verirdi yeni yazmaya başlayan bir kişi olarak bu sayfaları.
Çok anlayışlı, sanata değer veren bir yerel basını var Adana'nın. Bu durum ve çalışma sürecim;
hem gazeteci ruhunu kavramam, hem yayıncılık ilke ve sorunlarını öğrenmem,
yazıyı benimsemem, geliştirmem için önemli bir etken oldu. Çıraklık dönemimi,
yazarlık eğitimimi çeşitli gazetelerde yazarken kazandım, kendimi geliştirdiğime kanaat
getirdiğim zaman ise ulusal gazetelere ve dergilere yazmaya başladım. Şimdi yerel ve
ulusal basında yazmaya devam ediyorum.
Ben sanat yazılarını oluştururken çok idealist davrandım ve çok severek yazdım. Sanatın, resmin
bir süs-dekoratif nesne değil, kendi başına bir olgu olduğunu, neler ifade ettiğini, sanat-sanatçı,
yaratıcılık-ürün ilişkisi nedir, bunlarla ilgili açılımlarda bulundum. Yazabildiğimce yazdım sürekli.
Elbette bunları yazarken sanat tarihi, estetik, sanat sosyolojisi, sanat psikolojisi, sanat felsefesi,
resim tekniklerini içeren bilgilerden yola çıkıyordum. Sanat tarihi ve mitoloji yazıları da yazıyorum
eleştirinin yanı sıra.
Size bir anımı anlatayım; bir gazetede her hafta yazıyorum, annem hastalandı ve onun tedavisine
yardımcı olmak için İstanbul'a gittim, iki ay kaldım. Döndüğümde patronum bana şöyle dedi;
''Belgin Hanım, ne kadar okurunuz varmış. Sürekli telefon açıyorlar 'Belgin hanım hangi
gazeteye geçti, söyleyin' diyorlar, inandıramadım kimseyi izinli olduğunuza, vallahi hiç
böyle tahmin etmiyordum'' diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Ben bu konuşmada çok mutlu oldum tabii, insanın emek verdiği şeylerde karşılığını alması çok hoş doğrusu.
İşte, Adana'da böyle bir gereksinim vardı. Resim yapan çok, bu sergileri yazacak bir kişi gerekiyor ama bu konuda ayrıntılı bilgi vermek için hem yazabilecek hem de sanat bilgisine sahip bir kişiye gereksinim vardı. Ben de biçilmiş kaftan oldum sizin keşfetmenizle.
Yöntemlerim var tabii. Sanatçıyı izlerim, resimlerini, sergilerini izlerim. Bugüne kadar yapmış olduğu resimleri incelerim, sohbet ederim, sorular sorarım, resim yapmasını, tuval karşısındaki duruşunu gözlemlerim. Yani yazacağım sanatçıyı mercek altına alırım. Hepsini birleştirir, sanatsal olarak hangi anlayışla hareket ediyor, sosyal-felsefi-psikolojik-siyasi görüşleri nedir, tüm bunlardan
yola çıkarak sanat bilgisinin, sanat tarihinin ve diğer tüm disiplinlerin referanslarını gözden geçirerek sanatçının eserlerini okumaya çalışırım. Bu süreç benim en sancılı dönemimdir. Ama
yazı için gerekli doneleri oluşturduğumda, geriye bir bütünlük oluşturma aşaması kaldığında keyfime diyecek yoktur. Çünkü başlarım yazıyı bir şiir gibi yazmaya, çok keyifliyimdir o anlarda..
Bugüne kadar sayısını şimdi anımsayamadığım kadar eleştiri yazısı yazdım çeşitli yayın
organlarında. Hatta bu yazıları toparlayıp kitap haline getirmek istiyorum. Sponsor arıyorum. --Bu arada şiir çalışmalarınızı da yürütüyorsunuz. Şiirden amacınız nedir? Şiirle resim
arasında bir ilişki varmıdır? Renkle söz nerede birleşiyor nerede ayrılıyor?
*Evet, şiir yazmak her halde benim en sürekli yaptığım sanatsal eylem. Şiir yazmak, hissetmek
sanırım en sınırsız durum. Çünkü, zaman ve mekanı gerekli kılmayan tek sanat aktivitesi.
Size sormadan gelir, eğer böyle bir yönünüz varsa siz hep hazırlıklısınızdır. Yani kaleminiz ve
yazacak kağıdınız yanınızdadır hep. Yaklaşık dört yüzün üzerinde şiir birikimim var. Ancak çok
azını gün yüzüne çıkardım, yayınlanan şiirlerim fazla değil. Nedense bu alanı kendimde saklı
tutuyorum. Belki ileride şiir kitapları çıkarmak için harekete geçerim.
Şiir yazmakta bir amaç gütmüyorum doğrusu, kendiliğinden yaşamımın bir parçası olmuş durumda. Şiir, çeşitli yaşanmışlıklar içinde anında yada zaman geçtikten sonra yüreğimde dolup beni dürtükleyen duygularımın, daha doğrusu duygusallığımın benimle dalga geçercesine dizelere dönüştüğü ''Gönül Gözüm''. Ve benim gibi mantık ağırlıklı yaşam düzeneği kurmak için uğraşan beni sürekli yenilgiye uğratan yönüm. Açıkçası ben de varolan zıt kutuplardan biri demek daha doğru. Çok duyarlı, duygulu yapımı mantıkla dengelememe izin verecek kadar da anlayışlı,.
Seven, özleyen, anlayan, hisseden, paylaşan, üzülen, hüzünlenen, ağlayan tarafım, insan olmamı sağlayan yönüm. Çok başka şiire karşı hissettiğim duygular. İyi bir şiir okuyucusuyum aynı zamanda…
Şiirlerimle resimlerim arasında elbette ki ilişki vardır, ama kendiliğinden oluşan bir yapıdadır
sanırım. Örneğin; dış dünyaya gösterdiğim duyarlılık da vardır, İnsana ait gelişen iyi ve kötü
oluşumların bana ulaştığında yarattığı etki de vardır. Bilirsiniz siz de şairsiniz, daha duyarlı ve ifade edebilen bir zenginlik vardır şiir yazan insanlarda. Bakışları, görüşleri derindir, daha hızlı
hissederler, yüreklerine daha çok çarpar olaylar… Resim yaparken beni nasıl etkiliyor açıkçası
ben de pek bilmiyorum. Belki çok duygulu anlarımda daha pastel tonlar kullanırım, ama duygulu
anların da heyecanı-hüznü var. Lirik bir anlatımım var mı bilmiyorum. Şimdi ben de merak ettim,
insan kendi resminin kritiğini yapamıyor. Şiirsellik daha çok benim yazılarımda belirgin,
ama resimde bilemiyorum. Siz söyleyin, --Öte yandan seramik sanatı eğitimi aldınız. Seramik dünyanızı biraz açar mısınız?
Bütün bu çalışmaları bir arada nasıl yürütüyorsunuz? Bu sanatlar birbirini hangi
yönden etkiliyor, olumlu-olumsuz yönleri nelerdir?
*Her şeyden önce bu disiplinlerin birbirini olumlu-olumsuz etkilemesi şöyle oluyor bana göre.
Hepsi birbirini hem destekliyor hem de kıskanıyor. Neden kıskanır derseniz, ''zaman'' derim.
Seramik, evet onunla farklı ruhsallık yaşıyorum. Düşünün ki, elinizdeki çamuru
tasarladığınız biçime dönüştürürken, çamurun size yüklediği pozitif enerjiyi aynı anda
hissediyorsunuz. Toprakla suyu birleştirip çamura plastiklik kazandırdıktan sonra suyu
uçurtuyorsunuz. Bakın her şeye hayat veren su seramik bünyeyi oluştururken gerekli,
sonra onun yok olmasını sağlıyorsunuz. Nemini atıyor fırınlanana kadar ve fırın ısısında
gereken sıcaklıkta zinterleşiyor. Su seramikte bir ara eleman rolünde, ateş ve toprak baş rolde
bir de tasarım ve emek.
Çok önemli ve yaşamın tüm alanına yayılmış bir malzeme ile iç içesiniz, sanki hayatın
gereksinimlerini karşılama yeterliliğine kavuşuyorsunuz seramiği öğrenince. Endüstriyel tasarım,
torna, plastik şekillendirme gibi yöntemlerden yararlanarak kendinize ait bir sofra takımı tasarlama şansınız var. Kendim yapmak istiyorum derseniz, banyo ve mutfağınızın duvar ve yer karolarını istediğiniz dayanımda-renk-tasarımda üretebiliyorsunuz. Evinizin iç ve dış duvarlarına Mimari seramik anlayışı ile estetik-sanatsal tasarımlar oluşturabiliyorsunuz hatta şöminenizi bile kendiniz tasarlayabilirsiniz. Günlük kullanıma ait tüm çamur ve cam malzemeyle yapılmış ürünleri kendiniz yapabilme yeterliliğine sahip olma ve malzemeyi tanıyıp oluşturabilme gibi bir ayrıcalık kazanıyorsunuz. Yaratıcılığınızı kullanarak ürettiğiniz sanat formlarını da bu eğitimle oluşturunca ortaya gerçekten çok zengin bir alan çıkıyor. Tabii bu arada işin en hoş yanı, yalnızca size ait bir tasarım kullanabilmek için çok yüksek meblağlar ödemek zorunda kalmıyorsunuz.:J) Ayrıca en önemlisi, tarihsel süreç içinde alışılagelmiş anlayışı, yeni bir anlayışa dönüştürüyorsunuz. Seramiği ve cam malzemeyi yalnızca bir kullanım aracı
olmaktan kurtarıp sanatsal bir ürün oluşturuyorsunuz. Tarihsel bir anlayış ve kabul
edilmişliğe karşı çıkıyorsunuz yani. Bu karşı çıkış beni seramik eğitimi almaya yönlendiren etkendir.
Seramik, gerçekten çok sevdiğim ve zor bir malzeme. Problemleri farklı resme göre, en azından
malzeme olarak. İnsanın fizyolojisine yakın bir malzeme seramik, doğal olarak da sorunları
farklı ve onu anlayabilmek için çok iyi tanımanız gerekiyor. İnsan gibi birbirinden farklı oluyor
minerallerin bileşimlerindeki farklılıkla çamur. Ben bu birleşimleri, insanların doğduğu andan
başlayarak edindikleri her eğitimin kazandırdığı karakterle özdeş görüyorum. Seramikte
çok çeşitli karakterlere sahip çamurlar oluşturabiliyorsunuz, formülünde bir virgül oynatsanız
çamurun yada sırın, pigmentin yapısı değişiyor. Çamuru hazırlamaktan, biçime dönüştürmekten,
kurumasını beklemekten, fırınlamaktan, boyayıp-sırlamaktan oluşan uzun bir süreci var
seramiğin. Aynı zamanda hep başarılı olacaksınız diye bir şey yok, ancak endüstriyel alanda
(fabrika üretimi) yapılan çalışmalar; çamurundan pişirim sıcaklığına, boyasından sırlamasına kadar çeşitli alanlardaki mühendisler tarafından büyük olanaklar içinde yapılan deneylerle elde edilen sonuçlardır ve hata riski hiç yoktur diyebilirim. Bu durum tabii ki küçük atölyelerde böyle değil.
Bir malzeme oluşturuyorsunuz; çamurun, boyanın, sırın birbirine uyumunu formüllerle
belirliyorsunuz, fırın derecelerine göre etkilerini saptıyorsunuz, buna yönelik deney tabletleri
hazırlıyorsunuz her şey güzel buraya kadar, ama yeni aldığınız malzemenin (aynı yerden alsanız bile) aynı etkileri verme garantisi yok buna fırın atmosferini de eklemek gerekir tabii. Fabrikalar tabii ki çok büyük miktarlarda alıyorlar malzemelerini. Yani görüyorsunuz ''seramik'' oldukça nazlı bir malzeme, onu sevmeniz ve sürekli ilgilenmeniz gerekiyor. Dolayısı ile sanatsal bir üretime tasarım yapma işini de kattığınızda tüm zamanlarınız ona ait oluyor. Bir de ağır ve yorucu bir malzeme, maliyeti yüksek.
Çok emek isteyen bir sanat dalı, ama ben de seramiğe gönül verenlerdenim.
Tüm bu çalışmaları bir arada yürütebilmek için tam da benim gibi biri olmak gerekiyor herhalde.
Muzaffer Tire'nin atölyesinde çalışırken bir gün bana şöyle dedi; ''Belgin Hanım ne kadar şanslı
olduğunuzun farkında mısınız?'' nedenini sordum. ''Çok az sanatçıda vardır sanatın bütün disiplinlerine cevap verebilen yetenek, siz de hepsi var''. Tiyatro ile de ilgilenmemi söyler hep. O güne kadar hiç böyle bir şey düşünmemiştim, ne kadar mutlu oldum anlatamam. Dünyaları verseler bu kadar sevinmezdim. Daha bir dört elle sarıldım sanata, yaşama sarıldığım gibi. O günden sonra ilkem: YAŞAM+SANAT oldu… Ve tabii şunu eklemeliyim ki tüm bu sanatsal çalışmalarımı gerçekleştirebilmemin en büyük nedeni mükemmel bir eş ve çocuklara sahip olmamdır. Beni her zaman desteklediler, tabii arkadaşlarım da öyle. Ben şanslı ve mutlu bir insanım.
Tüm bu sanatlar birbirini sanırım önce sanat bilgisinin ortak noktasında etkiliyor. Öncelikle
renk-kompozisyon-desen-estetik gibi unsurlar sanatın temel kuralları, seramik ve resim yüzey
oluşturmada ortak sorunları içeriyor. Ancak, seramik yüzey panolarında negatif-pozitif etkileri de
tasarım içinde düşünmeniz gerekiyor tasarımınızı oluştururken. Seramiğin üç boyutlu-heykel
tasarımında da yine aynı problemleri düşünerek konstürüksiyon kuruyorsunuz. Birbirini
destekleyen iki disiplin. Resimde kendimi daha özgür hissediyorum. Çünkü malzemenin
bağlayıcılığı yok. Seramik yapmaya başladığım zaman, resimlerimle paralel gelişen bir yapı
oluşturmayı hedefledim. Yaptığım resimleri seramik pano olarak çalıştım inanılmaz farklı
oldu, bitirme projemdeki çalışmalarda uyguladım. Şiir yazıyor olmam yazılarımı etkiliyor.
Daha lirik bir yazı tarzım var. Seramik objelerim-panolarım, resimlerim, yazılarım, şiirlerim
birbirinden nasıl etkileniyor açıkçası bunu sanat eleştirmenlerinden duymak gerek..
İnsanın kendiyle ilgili söylemler yapması çok da kolay değil..
Ne dersiniz kendimle ilgili çok mu konuştum? -- Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. *Ben de teşekkür ederim ve size de sanat çalışmalarınızda başarılar dilerim Mustafa Emre.
. .
Tüm Yazıları
. .
|
|
|
|
|
|
|
|
|