Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Belgin Alagöz Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Hiç Bir Yerde Olmayanı Arayan Bir Sanatçı ''Ütopya'' ve Ekrem Kahraman
19.06.2007
Belgin Alagöz
Okunma Sayısı : 8470
Oy Sayısı : 73
Değerlendirme : 4,95
Popülarite : 9,21
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

         HİÇ BİR YERDE OLMAYANI ARAYAN BİR SANATÇI
    

               ''ÜTOPYA''   VE  '' EKREMKAHRAMAN ''…
 
 Öncelikle, bir sanatçıyı anlayabilmemiz, bir sanat yapıtını kavrayabilmemiz yalnızca, sanatçı ve yapıtını algılamakla sınırlı tutulmamakta günümüz anlayışına göre. Sanatçı ve yapıtını çözebilmek sayısız etkenlerin bileşiminde olanaklı görülürken, yazılan/anlatılan her bir bulgu yine de yetersiz kalmakta kanımca. Tıpkı, bir sanatçının yapıtını ortaya koymak isterken  yapmak istediğini yeterli bulmayıp yeni bir tuvalde, ifadesine yeniden ve tekrar bıraktığı yerden başlayarak ötelere varmak istemi gibi bir durumdur bu inceleme / yazma / röportaj eylemi.

Böylesi bir durumda, bu her iki olgu ''sanatçı ve yapıtı'' , aldığımız duyum ve mesajların bizde yarattığı etki ile bağlantılı gelişir. Sanatçı ve sanat yapıtının kendine ait iç ve dış gerçekleri / görüntüleri, gerek biz yazar ve yorumculara, gerek biz sanat tüketicileri / alılmayıcılara ve hatta sanatçılara ulaşırken, kendimize ait kurduğumuz düşünce / bilgi / kültür dünyamızla birleşir. Bu demektir ki; var olan her sanatçı ve sanat yapıtı, karşılaştığı her bireyle birbirinden farklı anlam katmanlarına ulaşarak zenginleşir. Bu anlamda doğru ve gerçekler göreceli sayılsa da, değişmeyen bir şey vardır ki; sanat ve sanat yapıtı bu biçimdeki artımı ile, yaşamlarımızı zenginleştiren en önemli unsurdur.       

İşte, şimdi bir sanatçı ve yapıtı ile karşı karşıyayız, ve  zengin bir ifade üslubu ile yaptığı resimler, bizi sürekli yorumlamaya / sorgulatmaya  davet etmekte.


Ekrem Kahraman resimlerinde; kavramsal olguları kendi imgesinde zenginleştiren ve dünyasal olan biçimleri, kurguda anlamca değişime uğratan bir tavır gözlenebilir durumdadır. Sanatçı aynı zamanda, renk / çizgi elemanlarını da kavramsal değerleri irdelemek amacı ile kullanır. Evrene ve Evrensele ulaştırdığı sorunsalı, oluşturduğu platformlarda kendi varlığının dünya ile bütünleşmiş ruhsallığını özgün bir ifade ile  tuval düzlemine yayarken gerçekleşir


Şu anda bir röportaj okumaktasınız. Ancak açıklamam gerekirse, bu soru-cevabı röportaj modunda tutmakta oldukça zorlandım. Alışılmış biçimlerden hoşlanmayan ve konuşmayı-yazmayı çok seven bana karşılık, karşımda aynı- benzer yapıda bir sanatçı durmakta… Aynı zamanda; kişiliği, sanatı, hayattaki duruşu hakkında duymak istediğim çok şey var. Sıradan kalıplar kullanılmayacak kadar zengin bir anlağa sahip olması, ayrıca cevaplarını üstü örtülü cümleler seçmeden-konumuna zarar gelmesi yönünden kaygı duymadan cevaplama özgürlüğü içinde olması sorulara beklenen açıklığı sağlamakta. Buna bağlı olarak soracağım sorular kendi içinde doğurgan bir yapıda. Ve soruları dün-bugün-yarın'la genişletmek oluşum aşamasını bir hayli uzattı görüldüğü gibi!! Bundan ötürü her biri neredeyse on satırlık sorularımı, anlam-içerik kaybına uğratmadan kırparak (dergide kaplayacağı alan için) yazıya aktarıyorum.


Öncelikle, beni bu röportaja yönlendiren sanatçı hakkında bende biriken (yaklaşık yedi yıl) izlenimimi aktarmak istiyorum. Çünkü sorularımı bu birikim doğrultusunda oluşturdum.


Ekremkahraman'ın en önemli özelliği, kendi kişisel alanında özgürlüğünü / özgünlüğünü kazanmış olmasıdır. Sanatçıya, 'O' yada 'bu' etmenler kural olarak dayatılamaz. Kendi inandığı uygunlukları, diğer kişi haklarını baskılamadan kabule yönlendirir yada yapılandırır. Çevresinden ayrı, çevresiyle bütünlük içindedir. Yani dengeleri iyi kurduğunu göstermektedir bu tutumu.

Anlaşılan şudur ki; Kahraman, birey olma bilincinin başladığı günden bu güne değin, düşünsel ve eylemsel olarak olumlu ivmeler kazanan bir kimliktir. Kendini öteki kadar düşünen, ötekini kendi kadar seven ve buna bağlı olarak yararlandığı her olumlu şeyi çevresi ile paylaşabilen zenginlikte çoğul bir kişilik olur yaşamsal ve sanatsal alanında. Bir diğer özelliği; hangi oluşum içinde olursa olsun, dünyasal olgu ve durumlara, düşünsel ve duygu boyutunu birbiri içinde süzerek, rasyonel bakar. Yani, sanki hem dünyanın içinde yaşayan, hem dünyanın dışında dünyaya ta uzaktan bakan ve gerekli durumlarda yine bir ivmeyle ait olması gereken yere konuçlanan ve kendi alanını kurarak benimsenen bir kimliktir. Bu onun objektif görüşlü yapısı ile örtüştürülebilir kanımca.

Evet Ekrem Kahraman farklı bir insan. Farklı ve değerleri kendine özgü sentezlemiş bir insan. Düşünce, söylem, eylemde sınırsız enerji sergilemekte. Her kişide olduğu kadar karşı duruşları olan ve kanımca, haksızlığa uğramadığı sürece kişisel savunulara girişmeyen, yine tanıdığım kadarı ile insanı seven ve bu sevgiyi kendine yakıştıran bir kimlik. İyi bir dost, güvenli bir arkadaş,çağına uygun entelektüel bir sanatçı…

- Peki,  başka neler vardır bilinmeyen. Soralım..!
 
   -Ekrem Kahraman'ı Bir Kristalden Aksettirmek-
 
B.B.A- 1980'li yıllardan bu yana gelişen çizginizdeki kararlılıktan anlaşılan o ki; kendinizle hem peşinen hesaplaşan hem de yöneltilen eleştirilere entelektüel bir kişilikle cevap verme cesareti içinde oldunuz ve bu çizgide direndiniz. Daha başından beri doğduğunuz, çocukluğunuzun ve gençliğinizin Çukurovasına bağlı bir coğrafyadan yola çıkan kompozisyonlar oluşturdunuz. Hatta bu tutumunuz son sergilerinizle birlikte ''Ülkemi Geri İstiyorum'' konseptine gelip dayanmış görünüyor. Peki, geçmiş / bugün / gelecek bağlamında; önceleri yerel-ulusal, sonraları evrensel bir ifadeye yönelen resimleriniz şu an nerede duruyor, bu dönüşümü nasıl tanımlayabilirsiniz?
 
E.K- Ben, sanatın dünyaya ve hayata karşı kişisel-toplumsal bir tutumun ifadesi olduğunu düşünüyorum. Bu yönüyle de sanat her zaman, her konumda siyasi bir tutumun belirtisi durumunda. Bazıları sanatla siyaseti özenle ayrı tutmaya çalışsa da böyle bu. Böyleleri her sıkıştıklarında ''ekonomik kriz,, den söz ederler ama aslında siyasetten ''öcü görmüş'' gibi de ürkerler. Siyaset demek politika ile uğraşmak demek değildir. Nerede durduğunu bilerek davranmak da bir siyasi tutumdur.

Benim resmimin çocukluğumun Çukurovasına dayanması doğaldı, giderek evrensel bir dil ve tutuma girmesi de olağandı, olması gerekendi. Ekrem Kahraman 68 kuşağından gelmekteydi ve kuşağının devrimci enerjisi ile yurtseverlik ateşini taşıyordu çünkü. O nedenle Çukurova'dan ülkeye gelmesi zaten beklenmesi gereken bir sonuçtu. Söz konusu sanat ve kültür olduğunda, ulusal olan evrensele, evrensel olan da geri dönüp yeniden ulusal olana dönüşmeliydi. Yoksa evrensel olan plastik dilin bir başına hiçbir anlamı olmazdı. Öte yandan, ulusal ve yerel olan da şüphesiz evrensel olana açılmalıydı. Kaldı ki, özünde tüm bu durumlar birbirini tetikleyen bir yapıdadır zaten.

O yüzden, Ekrem Kahraman resminin başlangıçta Çukurova imgeleriyle yüklü edası, tümüyle bu imgeleri daha da pekiştirerek, giderek daha evrensel bir coğrafya ve dile doğru ilerledi. Biraz önce de belirttiğim gibi bu hem entelleküel bir tutumun gereğiydi, hem de çalışmanın kendi iç gerekliliğinin bir sonucuydu. Herkes bilir: çalıştıkça, yoğunlaştıkça ilerlersiniz. Nereye ulaşacağınızı biraz da  bu çalışmanın, yoğunlaşmanın iç enerjileri ve niyetleri belirler. Yani, salt bir hesapla bir yere varılamaz. Ama salt bir iç enerjiyle de olmaz bu.
 
|**|2-_Şu andaki resimlerinizi ilk kompoze ettiğiniz döneme dönecek olursak; Çukurova resimlerinden (öyle gitmek varken ) yani, yerelden, ulusala, evrensele geçerken, insanın toplumsal/tarihsel değerlerinin değişim ve dönüşümlerindeki hangi kavramsal oluşumlar sizi tetikledi? Burada, kurgudaki nesnellik boyutu; anlamca ve biçimsel boyut olarak evrendeki anlamına koşut mu tutulmakta yoksa akademik bir kaygı mı? Bunu da öğrenebilir miyim?

 E.K- Elbette ki, bu dünya da  yaşıyoruz ve bu dünyanın dünden olduğu gibi yarından da koparılması olanaklı görülmüyor. Çağdaş sanatın dili de yarına işaret etmesinin yanı sıra geçmiş bir birikimin ürünü, yani dünün üzerine kurulu.
Bana göre 20.Yüzyılı belirleyen ve tanımlayan temel kavram, sanayi devrimiyle oluşmuş burjuva demokratik devriminin temel ideolojik içeriklerini barındıran ''modernizm'' kavramıdır. Modern sanatın bütün akımları, sanat davranışları, dilsel ve kavramsal içerikler tümü ile bu ideolojik düzlemin üzerinde geliştiler. Birçok sanatçı gibi bu içerik/ kavramlar elbette Ekrem Kahraman'ı da tetikledi, tetiklemeye de devam ediyor. Fakat beni dönemimin sanatçılarından kılan bir Marksist olmama karşın modernizme sahip çıkarak küreselleşme ideolojisi olarak beliren Post-modern ideolojiye duyduğum tepki ve- bir muhaliflik oluşturmak anlamında- bir karşı tetikleme biçiminde yönlendirmesidir. Post-modern iddiaların esas olarak yapay, zorlama ve sanat dışı bir zeminde durduğunu düşünüyorum. Bir sanatçı-düşünür olarak beni tetikleyen başka kavramlar ise; diyalektik materyalizm ve Marksizm' dir. Sanat akımlarının birbirine yol açmaları ya da birbirini reddederek süreçlerini tamamlamaları bana, diyalektik materyalizmin bir gereği olarak gelmiştir daima.


Benim resimlerimde başlangıç da dahil her dönemde bir kurgusallık var oldu. Ne var ki, bunun nesnel olmaktan çok öznel olduğu kanısındayım. Evet resimlerim oldukça tanıdık ve nesnel formlar barındırırlar fakat bunların kurguları-düzenlenişleri aynı nesnelliği taşımazlar. En azından bu resimlerin sanatçısı olarak ben öyle davranmadığımı belirtmeliyim.

 
|**|3- Resimlerinizde, çağdaş sanatın gerektirdiği teknik dil, felsefe, kitle kültürlerini yansıtan  sosyolojik ipuçları içeren verilerden oluşan bir kompozisyon/ konstürüksiyon görüyorum. Biçimsel olarak; nesnel gerçeklikten esinlenme itkiniz gerçeküstü ifade de, renksel olarak da böyle diyebiliriz.  Bir de, hem somut-soyut kavramlara yüklediğiniz farklı anlamlar, hem derinleşmiş düşünsel boyutunuzla karşıt gelişen ve açıkça tanımlanabilen ögeleri de olduğu gibi görselleştirmektesiniz. Buradaki çelişkili ifade dilinizin ve teknik dilinizin kurgusuna, toplum yapılarındaki süreklilik, değişim, dönüşüm ilkesini de sorunsal olarak katınca, sizin tuvalleriniz sağa-sola savrulan ekspresif fırça izleri ile karmaşanın yaşandığı bir düzlem olmalı gibi! Bu dingin yapı içinde gezinen gizli bir dinamizme karşın, izsiz, fırtınalı düşünce ve duygu  yapısını böylesi bir sükunete nasıl  dönüştürüyorsunuz? Bir de size bir  psikolog (Prof.Dr.Neriman SAMURÇAY) tarafından; 'kişiliğinde saldırgan bir yapıya sahip' saptaması var...!! 

E.K- Sanatı hayattan kopararak ele aldığımızda kuşkusuz ki o sonuca ulaşırız. Çünkü, alışılmış, basmakalıp etki-tepki ilişkisi bağlamının sanattaki karşılığı olarak elbette dışavurumun savrukluğunu hatırlamadan edemeyiz. Ama, her tepkinin yegane formu ''kavga'' olmadığı gibi, artık çağımızda sanatsal tepki ifadesinin formlarında farklı  bilinçler  ve çoğulluklar söz konusudur.   ''Ekspresif'' tutum tarihsel sürecin belli bir döneminde "batı" da ortaya çıkmış, sanatsal dilin zorunlu bir aşamasıydı. Kanımca dilin gelip dayandığı bir tepki formuydu. Sanat önceleri de tepki göstermişti, fakat ilk kez bu tepki belirgin bir forma kavuşmuştu. Oysa doğu sanatında daha farklı tepki formları da oluşmuştur.

Günümüz sanatının bu formlar da dahil, daha çok tepki formları kurguladığını kabul etmeliyiz. Marcel Duchamp'ın ''ready made''leri, Beauys'un ''performans''ları , kavramsal ve avangard sanatın vb. tepkileri de birer tepki formu olarak tarihteki yerlerini aldılar.  Bugünün sanatlarının önünde çok daha birbirinden farklı tepki dilleri oluşmuş durumda. Doğrusu ya, benim resimlerimde bütün bu tutumların etkisi olduğunu belirtmeliyim. Resimlerim gerçekten de söylediğiniz gibi bir ''sükunet'' içinde midir, bilmiyorum. Ne var ki, her 'sükunet' in arkasındaki fırtınaya da bakmak gerekmez mi? Sizin de belirttiğiniz gibi, ''dingin yapı'' da görünsem de, ben her zaman ''fırtınalı bir düşünce ve duygu yapısı'' içerisinde oldum daima. Ama aynı zamanda dingin ve akıllı usluydum da.  Hele yılların birikimi, yaşam koşulları, köy hayatından gelmişlik,siyasi ve teorik bilinç, gerçeklik ile hayal, ütopya vb. bir arada aynı kimlikte toplandığında söylediğiniz zaten beklenmesi gereken değil midir? Hele bir de mücadeleyi savaşarak, uğraş vererek kazanmak, insan bilincini ve duyarlığını ikna etmek gibi bir niyetiniz var sa bunu başarmak zorundasınızdır. Benim yaptığım da budur...


Evet, ''saldırgan'' olduğum doğrudur. Daha doğrusu saldırganlıktan çok saldırganlık enerjisini seviyorum. Bunun gelişi güzel harcanmayacak kadar da değerli olduğuna inanıyorum. Onun için de akıllı olmak gerekiyor. Eğer iyi bir şeye sahipseniz  akıllı olmak zorundasınız, öyle değil mi ?

 
|**|4-  Emek verilerek kazanılmak istenen her savaşın ayrı bir stratejisi oluyor tabii ki, ama bu akılla yönetildiği sürece kanımca, ilkel bir saldırganlıktan söz etmek olanaklı değil bu duruma göre... Soruma geçeyim Yapıtlarınızda bana göre en önemli olgu 'insan' ve  düzlemdeki her gerçeklik insan olgusunun yapıntıları olarak türemekte. Buna karşın insan, var ama yok ..! Böyle yoğun düşünce iletisindeki ifade dilini, anlatımdan uzaklaşmak, öznel bir yapı kurmak, alımlayıcının izleğine / düşünselliğine bir gönderme veya az/öz konuşmak gibi algılasam da, beni çelişkiye uğratabilecek başka soruları da düşündürüyor bu ileti . Merak ediyorum , genel olan bu temalarınıza neden girmez insan olgusu nesnel gerçekliği ile?
 
E.K- Benim resimlerimde insan figürü fiziki bir gerçeklik olarak tuval yüzeyinde belirmez. İzleyiciye onu özellikle göstermem. Çünkü bu durumda onun bir izleyen olarak kendisini dışlayan bir göz olma tehlikesi vardır her zaman.  İsterim ki; izleyici kişisel olarak kendisi tuval dışında bir yerde soyunsun o figürlüğe... Bunu önemserim...

Başlangıçtaki resimlerimde, figür vardı anımsanacağı gibi. Ne var ki; bu resimlerdeki figürler bütün çabama karşın, izleyicinin gözünde asıl olmaya çalışarak, mekan-dünya duyumunun önüne geçtiler gibi sanki. Öte yanda, insan için dünya;  'baktığı' , 'izlediği' bir şeydir zaten. Yaşanan bir gerçeklik ile hem 'bakılan', hem 'yaşanan' gerçeklik arasındaki eşleşmeyi önemsiyorum açıkçası. Yaşananla yetinmemek, bakıp-izleyerek düşünüp, duyumsayarak kavramak, etkileyip-biçimlendirmek yanlısıyım.
 
|**|5-   Resimlerinizde, geçmiş ve geleceğe ait bilinmeyen yaşantının bu günle özdeş görüntüleri algılanmakta . Bu kurguda elbette ki, edinilmiş bilgilerle (deneyler, toplanan bilgisel birikimler) birlikte ütopya sınırlarında gezinen yapı da söz konusu. Düzlemin konstürüksiyon dengesini renk ve biçimle dengelerken, öte yanda; düşselliğin ve gerçekliğin de soyut / ruhsal / ussal dengesini de kuruyorsunuz. Bana göre; resminizi çözüme ulaştırırken bu çoklukla boğuşmak oldukça zor ve yorucu. Öte yandan, resimlerinizi yaparken oldukça sakin ama tuvalle kucak kucağa, iç içe yaşanan eylemsel tavrınızı da  görmezlikten gelemiyorum. Sizi izlerken düşündüğüm soruyu şimdi sormak istiyorum. Bu tavırda,  imgeleminizi eyleme dönüştürürken tuvalinize neler akmakta?
 
E.K-_Aslında her şey hayata göre,tıpkı hayatta olduğu gibi oluşuyor. Bir işçi, çiftçi, ev kadını vb. olağan bir biçimde çalışırken, aynı zamanda çevresini de dönüştürür. Biz dönüştürülebilene bakarız ve onu yaşamımıza katarız. Bir sanatçının yaptığı da budur aslında. Oradan almak ve oraya kurmak.
''Yorucu'' olma konusuna gelince, bu bakışa bağlıdır.  Böyle bakıldığında bırakalım her 'güç' harcanarak yapılan işin 'yorucu' luğunu , yemek yeme, sevişme vb. zevkli insani enerji harcamalar bile  ''yorucu'' gelebilir, değil mi ?
 
|**|6-_Elbette, bu  düşüncenize katılabilecek zaman dilimleri vardır elbette ki..! Nesnellik ve bağıntılı olarak olguların biçimsel kodlarını; mit, geçmiş dönem sanatlarına ait ojeler, çağları yansıtan mimari yapılarla güncelleştirilmektesiniz. Bu yapıdaki resimlerinizin (her örgenliğin sarmal gelişimini düşünerek soruyorum), geçmişi bünyesine dahil etmesi, bugüne ya da  geleceğe ait endişeler taşıyan bir görüş olarak düşünülebilir mi? Gelecek diyince: Bilinmeyen yaşantıya ait; düşüncenizle pekişen düş dünyanızda yeni anlam arayışları ve diyelim ki, akla dayalı ama duyarlı yeni yaşam düzeneği keşfinin olanaklarını da sorguluyor mu bu tavır?
 
E.K-_İnsan her zaman, her eyleminde farkında olsun-olmasın üç zaman sürecini birlikte yaşar-yaşatır: Geçmiş-bugün-gelecek. Bir sanatçı için neredeyse bir zorunluluk, irade dışı bir bilinçtir bu. Çünkü, o bunu en çok ya da bilinçli olarak yaşıyor olduğu için yapıyordur yaptıklarını. Bu yüzden de ''endişe''leri elbette vardır, hatta belirleyicidir. Sanatçı düne endişeyle bakabilir. Olanlar ona ürküntü de verebilir, hüzün de, öfkede... Burada sanatçıya gerekli olmayan tehlikeli duyumun ''hayranlık'' olduğunu düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, bu evcil duyum sanatçıyı sıradanlaştırabilir.

Sanatçı, bugüne, ya da yarına da ''endişe ile bakabilir. Sanki bütün gerçek insanlarda öyle bakmıyorlar mı !!? Benim yaptığım da budur: şikayetiniz varsa çözüm önerirsiniz.  Bir sanatçı için, bu bir fiziki yaşam formu ya da içeriği önermek değildir. Sanatçı bir anlam önerir ancak ve benim önerdiğim de budur.
 
|**|7- Bir de, sizinle ilgili eleştirilere değinmek istiyorum :
Kompozisyonlarınızdaki, atmosferin (espas) ve elemanların kurgusunda devamlılık sağladığınız öne sürülerek  eleştirildiniz. Buna karşılık siz; belli dönemler yapısal kurgularınızı yine aynı yeterliliklerle, figür, assemblage, kolaj , bitmiş pentür üstüne dijital baskı (dünya da  ilk kez olduğu söylenmekte), soyut düzenlemeler gibi bir çok tekniği, konsepti ve ifade zenginliğini sanat yaşantınıza katmış oldunuz, eşdeyişle; bunlar benim bilmediğim, yapamadığım ''şey'' ler değil dediniz ve haklıydınız da. Size eleştiri yöneltenler  '' Balthus'' un (Baltarar Klossowski ) resmini savunurken ''Gerçeklik modalar üstüdür'' tanımlamasını ya da , Frederick Hammersly' ın kırk yıldan fazla Modernizm ve post modernizm akımlarındaki değişimlere aldırmaksızın yaptığı resimleri bilmezler mi..! Ne dersiniz bazı sanatçıların çağdaşlık/ sanat üretimi/ yer saptaması gibi kaygıları mı var ? Ya da nedir sizce bu tavır, sanatın özgür alanına bir saldırı ya da çağdaş sanata salt batıyı izleyerek ulaşma çabası mı?    

 
E.K-_Aslında siz durumu yeterince tanımladınız. Ben şuna inanıyorum: Hangi alanda, hangi konumda olursanız olun, önünüzde her zaman esas olarak iki yol vardır. Yapılanlara bakarsınız ve onu izlersiniz. Ya da  yine yapılanlara bakarsınız ve  kendinize yeni bir yol bulursunuz. Ben ikincisinden yanayımdır; yaşamımda da, sanatımda da...

Modernist süreçte beliren sanat akımları  "grup akıl" dan başka bir şey değildi sonuçta. Yani grup akıl, grup sonuç.  Fakat bunların hepsinin niyeti de gerçek olana varmaktı. Bugün olan da bu, ama, artık gruptan çok "tekil" söz konusu. Fakat tek bir yol yok. Sadece sahicilik ve özgünlük var. Kim ne diyebilir ki..?


Bazı sanatçıların bu yöndeki eleştirilerini, ben bir rekabet oyunu olarak algılıyorum. Kapalı kapılar arkasında söylenenler ve sızlanışlar, o kadar.! Yoksa yazılı hale gelmiş görüşler yok. Olsa da fark etmez. Ben Ekrem Kahraman'ım, öteki de öteki.... Öyle olması gerekiyor, bunun batıyı izleyip, izlememekle ilgisini de kuramıyorum doğrusu. İlgi  kurulacak olsa, çağdaşlığın da, batının da doğru algılanmadığı, algılama adına bunların dondurulduğundan sanal varsayımlar ileri sürüldüğünden söz edilebilir ancak...

 
|**|8-_Resimlerinizdeki çok zamanlı uzamda, çağların iç içe geçişi evrendeki hız olgusunu aklıma getiriyor. Ben bunun ipuçlarını ışık unsuruna bağlıyorum. Bu enerji yayılımı, bilinmeyen bir kaynaktan ateş topu gibi ait olması gereken elemanlara adeta 'ışık hızıyla' yerleşmiş izlenimini vermekte. Denilebilir ki bu ışıltıları sağlayan enerji, gözü değişik merkezlerde dolaştırarak resmin içinde var olan gizli devinimle uyum kurmakta. Sizin resimlerinizde ışık , bir çok anlamla örtüştürüldü , bu diğer elemanlar için de yapılmakta , ama size sorsam nasıl yanıtlarsınız? Işığın yaşamınızdaki yerini?
 
E.K-_Bunun, resimdeki didaktik (eğitici-öğretici) anlamdaki fiziksel ışıkla bir ilgisi kurulmamalı kanısındayım. Sözünü etmiş olduğunuz ışıklar, bir yaşam enerjisi aslında.  İster dünya da ki fiziksel doğanın, ister bendeki içsel doğanın olsun fark etmez, aslolan enerji... Zaten fiziksel anlamdaki ışık da, dünyaya ait bir enerjiden başka nedir ki sonuçta...
 
 |**|9-_''Türk Resmi, Tanzimat döneminden bu yana kimlik arayışı içinde'' ve ''batıyı izleyen bir tutum içinde'' !! Genel olarak Türkiye'de yapılanmakta olan sanatsal gelişim için bu türden eleştirilere  rastlamak olanaklı. Ülke bütününü ele alırsak ekonomik, sosyokültürel ve sosyalizasyonun az geliştiği  toplumsal yapı bağlamında genel görüşünüzü öğrenmek istiyorum? Burada ek bir soru daha yöneltmek gereksinimi duyuyorum. Siz resimlerinizi yaşadığınız toprağın coğrafyası ile özelleştirmiş bir sanatçı olarak, evrenselliği kendi kültürünüze taşıdınız , yani tersine bir tutum içinde tavır aldınız. Her iki durumun kesiştiği bu sorunu nasıl açıklarsınız? 
 
E.K-_Söylediğiniz doğrudur ve bu genel bir saptamadır. Gerçekten de Türk resmi, Tanzimat döneminden bu yana bir dönüşüm-oluşum içinde ve esas olarak, modernist sürecin ana zemini olarak duran ''batı''yı izler durumda. Kanımca burada, bu izlemede bir sorun yok. Sorun; bütün izlemelerde, özenmelerde, örnek almalarda olduğu gibi, içselleştirmeden ya da  sahip olduğumuz kendi sahici, öz içlerimizi göz ardı etmemizdedir.

Tanzimat'tan bu yana olageleni modernleşme ve bireyleşme olarak ele alırsak, doğru zemini yakalayabiliriz gibi geliyor bana. Yoksa, yapılanları tekrarlamanın ne gibi bir değeri olabilir ki..?

Kaldı ki, Türk modernleşmesi,   tam da ''batı''da modernliğin artık ömrünü doldurduğu-tıkandığı-devrimci enerjisini kaybederek neredeyse pörsüyüp, gericileştiği bir döneme denk geldi. Sonuç olarak, Tanzimat yıllarının hemen arkasından  ''batı''  diye adlandırılan ülkelerin birer Emperyal (siyasi ve ekonomik egemenlik kurma) ülke olarak topraklarımızı ele geçirme girişimleri hatırlandığında durum daha da net kavranabilir. Öyle ya, sözünü ettiğiniz ''kimlik arayışı''nı  hangisi temsil etmektedir !!? Emperyal, gerici batıya karşı bağımsızlık savaşı tutkusu mu  yoksa ona kör bir gözle bakıp durmak mı?  Benim bir sanatçı ve entelektüel olarak tutumum daha başından beri net oldu diyebilirim. Bana göre ''batı'' hem sanayi devrimini gerçekleştirerek bir demokratik devrime yol açmış ve evrensel-insani değerler oluşturmuş, hem de gerçekleştirdiği sanayi devriminin birikimleriyle giderek emperyalist-gerici bir karaktere bürünmüştür. Bunun ikisinin birbirinden ayrılarak ele alınmasından, devrimci modernist mirasa sahip çıkılmasından yanayım. Eğer oraya sahip çıkar ve referans olarak benimsersek, zaten ''batı''- nın gelmiş olduğu bugünkü gerici-tutucu yanlarıyla da karşı karşıya gelmekte gecikmeyiz. Benim yaptığım da budur.

 
|**|10- Uzun bir zamana yayılan politik görüşleriniz var.  Ve tabii ki , sizi siz yapan unsurlardan biri olan politik tavrınız, sanatınızın ifadesinde nerede duruyor?
 
E.K-_Tam da burada duruyor. Yani, ''batı'' ya karşı, ''batı'' noktasında. Post modernist gerici-tutucu, bir bakıma kozmopolit-eklektik, sanat içerik ve formlarına karşı duruşum da bu yüzden. Bizim gibi ülke sanatçılarının –eğer pazara mal üretmiyorlar ise – şuna özenle dikkat etmeleri gerekiyor: Farklı kültür, sanat davranışı, ve sanatçı tutumlarından referans alan, oradan sentezlere girişen olağan sanatçı davranışı ile, dışsal empozelerle, küratör ile, bir pasif işçi pozisyonuna indirgemek farklı farklı şeylerdir. Kaldı ki, ikincisinde sanatçıya yüklenen rol ile sanatçının, dolayısıyla da sanat yapıtının tarihsel misyonundan bile kuşkuya düşülmelidir kanısındayım. Benim sanatımın bağımsız ve özgün bir yol izlediğini, kendi içsel dinamikleriyle ifade bulduğunu biliyor ve düşünüyorum. Bunun , ulusal / evrensel / sahici / özgün bir karakter taşımasını önemli buluyorum. Çünkü, aksi durumda sanatın bile tartışmalı hale geleceği endişesi taşıdığını belirtmeliyim..
 
|**|11-_Bir de, bu görüşler doğrultusunda düşüncelerinizi aktardığınız okul döneminize ait resimleriniz  var. Gelişim sürecinizde ise, geçmiş dönem başkaldırı biçiminizdeki eylemsel tavrınızla çok da örtüşmeyen farklı bir ifade dili oluşturdunuz, Bugün resminizde oluşan ağır başlılık, sakinlik, kesin olarak kabule yönlendirilmiş psişik etkide bir başkaldırıyı da bir kefeye koyalım. Acaba, bugün, benzer bir siyasi ortamda sanatınızı nasıl dürtülerdiniz ve şunu da sormak istiyorum, hangi sanat diliniz sizi yaptığınıza (tepki oluşturmak) inandırırdı tam olarak?
 
E.K-_Okul dönemi yıllarım  (70'li yıllar), siyasi mücadelenin yükseldiği yıllardı. Öte yandan o yıllar, kuşağımın özelliklerine uygun olarak siyasete sanattan daha çok inanıyordum. Daha açık söylemek gerekirse, ''ülkeyi kurtarmak varken sanat da neyin nesi..? ''  diye düşünüyordum. Yani, Ekrem Kahraman o dönemde, bir sanatçıdan çok siyasi bir kimliğe sahipti, ama şimdi bir sanatçı kimlik olarak var ve bu yüzden onunla konuşuyorsunuz. Şunu da unutmamak gerekiyor: O yıllar genç bir öğrenciydim şimdi ise 50'li yaşların ortasında duran bir sanatçı. Herkes bilir ki; öğrenci öğrencidir sonuçta. Miting, grev, yürüyüş vb. konularda resimler yapmam siyasi bir tutumun uzantısıydı. Ama hatırlatmak isterim ki; o dönem natürmortlar, düğün, gelin, peyzaj vb. konularda da çalışmalar gerçekleştirmiş idim.

Ek sorunuza geçeyim: Acaba bugün aynı koşullar olsaydı, sanatımı nasıl oluştururdum?


Şuna inanıyorum: sanatta var sayım olmaz ama, yine de her durum ve dönemde sanatçının içsel enerjileri ile hareket etmesinden yanayım. Yani ne gerekiyorsa onu yapardım. 70'li yıllarda içsel enerjim oraya yönelikti, şimdi ise şu an yapıyor olduklarıma yönelik..."Şu dili kullanmam gerekiyor, öyleyse eskisini bırakayım o zaman" der miydim, belki ..!! Kaldı ki, öylesi dönemlerde yani sıcak çatışmalar içerisinde yaşam nasıl başka bir form' a  (ister istemez) girerse, sanatta da bir takım değişiklikler zorunlu hale gelecektir. Dahası böylesi anlarda sanat yapıp yapmamak bile gündeme gelip yerleşecektir,öyle değil mi ?

  
|**|12-_ Ben de bunu kendimde şu an düşündüm!! Sizin gibi aktif siyaset gibi durumlar yaşamadım ama, şimdi kendi görüşlerimi savunmak için , plastik sanatlarda  renk ve biçimi şiddetlendirir, yazınsal olarak da lirizmi elden bırakmadan sivrilmiş bir dille savunduğum değerleri aktarır dururdum herhalde.. Ancak anlaşılan o ki, sizin ateşli ruhunuz hala sürmekte.! Sanırım artık kimlikli ve özgürleşmiş sanat dünyamızda, her sanatçımız görüşlerini kendi ifade dili ile tepkiselleştirip dışa vurma yönünde davranış gösterir ve göstermekte kanımca. Genelleme yapmak doğru olmasa da, bazı sanatçılar böylesi bir durum karşısında belki de birbirlerinde buldukları gereksiz ayrıntılarla ilgilenmeyeceklerdir... Toplumsal bir yapının en önemli olgularından biri olan sanat, çağının sorunlarını da kendi doğasallığı  ve kendi dili ile aktarır. Yine toplumun biçimlenişinde önemli olan diğer bir unsur da siyasi yapılanma. Bu bağlamda, sanatla siyaset – sanatçıyla siyaset nerede uzlaşır, nerede ayrılır? Yada, uzlaşma ve ayrılması olanaksız, uzlaşmalı – ayrılmamalı mıdır? Bu soruyu tarihsel gelişimden çok bugünle ilişkilendirmenizi rica ediyorum.
 
E.K-_Sanat–siyaset ilişkileri çok tartışılan bir konudur. Kanımca tartışılmalıdır da. Eğer sanat ile toplum arasında bir ilişki varsa siyaset ile de vardır, önlenemez. Burada asıl olan bunun dışarıdan zorlanmaması, dahası bunun  bir zorunluluk olarak kılınmaması; sanatçı tarafından özgür bir seçimle gerçekleşmesidir. Öyle ya, sanatçı bir görevli-memur değil ki.  Sanatını toplumla ilişkilendirmek zorunda olmadığı gibi sanat da yapmak zorunda bırakılamaz. Sanat ile toplum arasındaki ilişki, karşılıklı gönüllülük ilişkisi üzerine kuruludur, birincisi bu. İkincisi ise, sanatın toplumsal bir işlevi olduğudur. Dolayısıyla, sanat, siyasetle ideolojik olarak iç içedir. Neredeyse varlığı bile ideolojiye bağlıdır.  Tabii ki, bir dekoratif nesne değilse...
 
 |**|13-_Çağlardan beri toplum yapılarında, süreklilik ilkesi ile değişim ilkesi birbiriyle hem kesişir hem çatışır. Bu çatışıklık, toplumsal sancıları fazla olan bir sosyal yapıda, sanatsal dürtülerin gelişimini olumsuz mu etkiler, yoksa bu iki ilke çatıştıkça mı sanatsal tepkiler, sanat dillerinin sesliliği, sanat akımları oluşur.  Sizce bu sarmal ilişkide , sanatın devamlılığından söz etmek olanaklı ya da  yeterli mi? Bir de  şu var, ''Sanat toplumun bir ürünü oldukça tarihsel belge niteliğini taşır'' Bundan hareketle, iki ilkenin sentezleşmiş biçimi sanatı doğurur  mu? Sanat toplumlar üstü kurmaca bir dil-midir ?
 
E.K-_Sondan cevaplayayım: Sanat kesinlikle toplumlar üstü-dışı, bağımsız ve kurmaca bir dil değildir, olamaz. Sanatı yapan birey nasıl ki toplumlar üstü- dışı kalamaz ise yaptıkları da kalamaz. Kuşkusuz ki toplumsal sürecin farklı güçleri, çoğu kez eşit olmayan bir gelişme gösterirler. Sanat , bunların içinde en çapraşık enerjileri barındırması yönüyle farklı bir konuma sahiptir. Yani, toplumsal / ekonomik bir durağanlık sürecinde sanat farklı bir gelişme gösterebilir. Bağlayıcı bir formül belirlemek bizleri yanlış sonuçlara götürebilir. Yalnız şu söylenebilir: Toplumsal gelişme-devrim, öncesinden başlayarak sanatsal dilde köklü değişikliklere yol açar. Sanat tarihi bunun örnekleri ile doludur. Ortaçağ, Rönesans , Modernizm, Post-modernizm, akımlar vb. tümü ile bu değişikliklerden başka nedir ki..?
 
 |**|14- Evet ben de sanatın toplumsal gelişim üzerindeki etkisine inanan biriyim, şu veya bu şekilde en büyük rolün sanat' la gerçekleştiğine   inanıyorum. Şunu da sormak istiyorum. Sizce 20. yy' ın sonunda bu çağa damgasını vuran bir sanat akımı oluştu mu, yada  yeni bir anlayış yerleşti mi? Sanat da, tüm olgular gibi, değişken ve dönüşken yapısı ile kendini var ederken, iç içe bir geçiş yaratmakta. Burada şundan söz etmek istiyorum; ''Sanat Evrenseldir'' ; Ama nereye kadar olmalı? Globalleşme sürecinin  başladığı çağımızda, Ülke toplumlarının kültürleri açısından; birbiri ile kaynaşması da (her ne kadar uzun bir süreci kapsayacaksa da) olanaklı durumda. Buna göre, bu birbirini gözleyerek gelişen sanat kurumuna dahil olan sanatçının, kendi sosyal kültüründe, kendi felsefesinde, kendi ruhsallığında yaşamasının olanakları var-mı-dır ? Sanatçı, nereye kadar evrenselliği taşıyabilir? Taşısa bile, bir karmaşadan söz edilemez mi?  Sonraki çağlara, Ülkelerin kendilerine ait kültürlerinden oluşan yapıda ayrıştırılma olanağı varmıdır ?  Mısır / İnka sanatı derken örneğin. Görüşünüz nedir? 

E.K-_Uzun vadede bakıldığında  evrensel karakteri nihai bir sonuç, eninde sonunda bir olgunlaşma olarak bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Çünkü evrensel kavramı, insanoğlunun, bilimsel ve kültürel alanda ulaştığı ortak birikimin, olgunluğun adı olarak algılanmalı. Günümüzde sıkça kullanılan küreselleşme ile karıştırılmamalı. Elbette, gidiş-gelişler olacak ama nihai varış evrensel oluşumdur. Sanatçı yerel-ulusal, karmaşık referans kaynaklarından, kendi bireysel enerjilerinden elbette yararlanacaktır ama sonuç değişmez. Öte yandan evrensel oluş, ulusal ya da  bireysel oluşa da asla engel değildir. Diye düşünüyorum.

 
 |**|15-_Bana göre, sanki insanlar duyumları ve görüşleri ile bir benzeşme içine girerler gibi geliyor. Kavramları-dildeki vurgulu tümceleri-modayı düşünecek olursak insanların aynı şeyler peşinde koştuklarını görüyoruz. Düşünen insan tipini azaltan bir yol izlenmekte tüm dünyada.. Bundan dolayı sanatsal dürtüler de aynılaşır gibi…! Elbette, hız çağını yakalamış insanoğlunun bu süreci binyıllar'ca sürmeyeceğini düşünerek ve küreselleşme olgusunun devamlılığı bağlamında bir soru idi bu, yani oldukça ütopik…  İzninizle son bir soru daha sormak istiyorum. Bu, herhangi bir eğitim kurumunda görevli olmadığınız halde çok değer verdiğiniz gençlerle / eğitimle ilgili. Gencin yada eğitime gelen kişinin alt yapısı nasıl olmalıdır. Var olan eğitimi daha yararlı duruma dönüştürmenin olanakları nelerdir.Genç sanatçı adaylarının ve eğitime başlayan kişilerin niteliksel olarak eğitim-öğretimini yeterli kriterlere ulaştırmak için neler yapılabilir?
 
E.K-_ Kanımca sanat eğitimi alması gereken gencin, en önemli "varlar"ı onun istek ve arzusu ile önceden yapmış olduğu çalışmaların yoğunluğudur diye düşünüyorum. Yoksa kurslarla, zorda kalınarak ezberlenmiş çizimlerle gönülsüz oluşturulmuş, yapay alt yapılar sanat eğitimi için sahte, içtenliksiz, sonuçsuz bir handikaptır. Varolan eğitimin yeterli olmadığı, olamayacağı, zaten sanat eğitimcileri tarafından da bir şikayet konusudur. Arzu ve istek yoksa, gönüllülüğe dayalı bir enerji yoksa bunlara hizmet eden bir sanat eğitimi yoksa sonucun böyle olacağı daha baştan bellidir. Öncelikle bu eğitim kurumlarının temel bakış açılarının sahicileştirilmesi gerekiyor. Uzun söze gerek yok: özentiyle, modayla, sanatın tarihsel süreç içerisinde oluştuğu, başvurduğu referans kaynaklarından yoksun bir eğitimle hiçbir yere varılamaz.
 
İçtenlikle verdiğiniz cevaplarınız için teşekkür ederim
EKREM KAHRAMAN .


Ben de teşekkür ederim. 

 
                                          BELGİN BALANOĞLU ALAGÖZ
 

.
.

Tüm Yazıları

.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org