Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

İzzet Günay Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

YEŞİLÇAM’IN MAVİYE SEVDALI JÖNÜ İzzet Günay
11.10.2007
Okunma Sayısı : 17180
Oy Sayısı : 14
Değerlendirme : 4,93
Popülarite : 5,65
Verdiğiniz Puan :
 

 

YEŞİLÇAM’IN MAVİYE SEVDALI JÖNÜ
İzzet Günay
.
.
.
Sayın Ada Kerpiççiler'in benimle yaptığı bir söyleşiyi sizlere aktarıyorum.

.
.

YEŞİLÇAM’IN MAVİYE SEVDALI JÖNÜ
 

YEŞİLÇAM’IN MAVİYE SEVDALI  JÖNÜ: İZZET GÜNAY

Yağmurlu gri bir İstanbul öğleninde Türk Sineması’nın duayenlerinden İzzet Günay, Nişantaşı’ndaki evinde tüm zarifliği ile ağırlıyor bizleri. Bir zamanlar,  genç kızların duvarlarından eksiltmediği posterlerin sahibi de O, rüyaları süsleyen de yine O. Şarap gibi yıllandıkça kıymetlenen tiyatro sahnelerinin tozunu yutmuş, birbirinden farklı rollere hayat veren Altın Portakal’ın ilk sahibi İzzet Günay bilinenin aksine  aynı zamanda iyi bir koleksiyoner- antikacı olarak da tanınıyor. Ama biz onun tüm bu yönlerini bir kenara bırakıp “sahil çocuğu” olduğu günlere geri dönüp,  “deniz tutkusu” üzerine keyifli bir söyleşi yaptık.

Çocukluğu Salacak Sahillerinde şekillenmiş biri olarak, “Salacakta çocuk olmayı” anlatır mısınız ? 

DalisHaber.NETSahil çocuğunun bir avantajı  su ya da diğer bir deyişle deniz kültürü kazanmanızdır. Ben ondan nasibimi aldım. Sahilde büyüyünce deniz benim yaşamımda ayrılmaz bir parça oldu. Evvela tüm sahil çocukları gibi ben de yüzmeyi çok erken öğrendim. Her an boğulma tehlikesi olduğu için aileler çocuklarının yüzmeyi çabuk öğrenmesini isterlerdi. Böylece bir anlamda onların hayatını sağlama alırlardı.  Sanıyorum o zamanlarda herkes böyle öğrenmiştir ki, babam denizde adam olduğu zamanlarda bizi denize iterdi  bizde suyun içinde köpekleme yüzmeyi öğrenirdik. Sahil çocukları sürekli sandalın ya da kayığın içinde olurdu. Hünerlerin gösterildiği türlü numaraların yapıldığı yerdi sahil. Tabi o zamanlarda hüner gösterme ve övünme metotları bugünkünden çok farklıydı.

Neler yapardınız dikkatleri üzerinize çekmek için?

Vapur bekleyen ahaliye gösteri olsun diye azıcık suya atlayıp çıkmak en çok yapılan gösteriydi. Birde kayığı Karadeniz usulü çekmek vardı; yani önce ayağa kalkar gondol usulüyle bilek kuvvetine dayanarak kürekleri sudan çekmeden sahile giderdik. Eğer sandalı yan yan yanaştırırsanız o da tam gondol usulü olurdu. Bunların dışında,  vapurlar Kız Kulesi’ne yanaşırken çocuklar suya atlar ve vapurun en yüksek yerine çıkar oradan denize atlarlardı. İlk çıkanlar büyükler ile birlikte giderdi buna rağmen korkar atlayamazlardı.

Bunca gösteriye bakılırsa ufak tefek kazalarda kaçınılmaz olmuş olmalı

Tabi dudağınız patlar, göğsünüz çizilirdi normaldi bunlar. Ama birde telafisi mümkün olmayalar vardı. Mesela benim kulağımın ağır işitmesi denizdendir. 12-13 yaşındaydım. Kız Kulesi’nin sahil tarafı yani plaja  bakan kısmı 1.5 adam boyu falandır ve berraktır. Köprüye bakan yanı  ise uçurumdur. İşte o tarafta bir çapa takılmış. Karadenizli çocuklar daha iyi dalmalarına rağmen adımız iyi yüzücüye çıktığı için benden dalmamı istediler. Ben dalmayı kabul ettim ama hiç bu kadar derime inmemiştim. Çapaya değdiğim an kulak zarım patladı.Dediğim gibi  o kadarda derine dalmışım ki çapraz çıkmaya başlamışım o gün ışığını nasıl aradı gözlerim anlatamam  Eve tabi kulağımın kanadığını söylemedim ama hayatım boyunca hep sol kulağımla idare ettim.

Sahilde yapılan tüm bu yarışların gösterilerin dışında bir de doğası gereği oluşan balık kültüründen söz eder misiniz?

Sahil çocukları için balık tutmak vazgeçilmezdi. Evvela her saatin farklı bir balığı vardı. Hepsi başka yöntemler ile farklı yemler ile yakalanırdı. Bizler av için kullandığımız aletleri kendimiz yapar, kullandığımız yemleri kendimiz temin ederdik. Mesela kayaların içerlek yerlerinde balık kurdu dediğimiz solucanlar olurdu. Bunlar kanalizasyonun olduğu yerlerde daha iyi ve sert olur.  Zaten bunlar çok kuvvetlidir ve parmaklarınızı daha oynatabilir. Birde bu kurtların bir diğer özelliği iğneye geçirdiğinizde suda uzun süre kalma kabiliyetlerdir. Biz topladığımız 100 kadar balık kurdunun 50’sini 1 kuruştan, zengin çocuklarına satardık diğer kısmında öğleden sonra yapacağımız balık avına ayırırdık.

Sabah sahilde duru suda kayabalığı yakalardık, annemin işaretiyle sudan çıkar öğlen yemeğine giderdik ve öğleden sonra Kız Kulesi ile Şemsipaşa arasında demirleyip  zargana tutardık. Uzun mesafede tutulan bu balığın avlaması da çok zahmetliydi yani  sahilde tutacaksanız kamış kullanırdınız ki ipek kullanırsınız zargananın ince dişleri ipe gelince hemen çekmeniz gerekir, eğer  açıkta tutacaksanız uzun ağırlıksız bir oltası vardır.

Akşamüstü Ahırkapı  tarafına kayar yine kurtlarla elim kadar izmaritleri tutardık. Onları yakalaması da ayrı bir zevkti. Çitf iğneli telli oltaları kullanırdık Tabi tüm bu kullandığımız  aletler bizim keşiflerimizdi.  İzmarit avını Kolyoz ve Uskumru takip ederdi.
Kısacası akşam eve dönerken bir hayli balığınız olurdu. 

Sahilde bu denli balık ve deniz ile yaşamanın da kendi içinde bir kültürü oluşmuş olmalı...

Evvela, sahilde balık satmak ayıptı. Bu yüzden yakaladığımız balıkları karma şekilde 7 kapı dağıtırdık.Evlerde balık yemekleri hep pişer, çirozlar mutfak camlarında asılı durur, lakerdalar yapılırdı.  Mesela balıkçılar çingene palamudu avlanmak için denizi döverlerdi. Sesten ürken balıklar yarım ağ şeklinde kurulan ağlara doğru kaçar ve yakalanırlardı.  Sabah sahildeki evlere balıkçılar gelir “yenge gece gürültü yaptık kaptan yolladı ”diyerek balık ikram ederlerdi. Sahilde işte böylesi bir kültür vardı. 

Sizin döneminizde İstanbul’da gönül rahatlığı ile yüzülürdü. Plajlar ise en şaşalı günlerini yaşardı....  Altın kum, Küçük su plajı  kadar Salacak Plajı da çok popülerdi...

Ben Salacak Plajı’nın ve gazinosunun  en şaşalı döneminde yaşadım. Mevsim başında plajda çalışmak isteyenlere bir tırmık ve bir sandal verirlerdi. Kışın büyüyen yosunları toplar onları açığa bırakırdık. Daha sonrada gerekli görülüyorsa denize kum döker, yüzülecek yeri hazır hale getirirdik böylece plajda çalışabilme hakkımız olurdu. Tabi plajda kabineci olarak çalışmanın bir diğer şartı da  mahalleli olmaktı. Çünkü insanlar size güvenir anahtarlarını size verirlerdi.  Salacak Gazinosu’nda eğlenceler  pazar günü öğlen başlar,  pazartesi sabah ezanla biterdi.  Müzeyyen’i, Safiye’si, Hamiyet’i, Perihan’ı  dördü bir programda olurdu. Öyle bir ilgi olurdu ki bizim evin kapısına kadar kuyruk yürür, müşteriler vapura sığmaz, kalanları almak için  hemen yeni bir vapur daha gelirdi.  

Babanız Necati Bey  Şehir Hatları Vapurlarında İskele Memuruydu. O günlerden size kalan anıları paylaşır mısınız?

Düşünüyorum da ben babama benziyorum. O pırıl pırıl giyinirdi. Kolalı yakalar, ütülü takımlar ile işine giderdi. Okuma zevkim koleksiyonculuğum ise sanırım ondan bana geçenler. Erken kaybettim onu... (İzzet Günay babasından bahsederken gözleri buğulanıyor ne televizyonu, ne köprüyü görebildi hatırladıkça burnumun direği sızlıyor diyor ve devam ediyor anlatmaya) Hatırlarımda lodoslu günlerde babam camdan bakar vapurun gelemeyeceği kanaatine vardığında evden çıkmazdı bile, çoğu zamanda lodosun iskeleyi yıkacağını düşündüğünden orada biriken paraları ve biletleri toplar eve getirirdi. 25’likleri masaya koyar itinayla dizerdi. Bende okula giderken oradan bir 25’lik alır okula giderdim. Bir yapıyorum iki yapıyorum babam paraların eksik çıktığını fark ediyor. Babam beni sorguya çeker gibi oldu bende başımı öne eğince anladı. Gelip gişede bilet satacaksın dedi. Akşamda kasadan 25 kuruş alabilirsin dedi. O zaman azimet-avdet denirdi gidiş dönüşe. Bir karton parçasıydı makineyle tarih basardınız ve 32 kuruştu. Genelde 35 kuruş verirlerdi üstü de bana bırakırlardı yani akşamdan önce 25 kuruşu kazanırdım bile. Zaten bizimde tüccar olmamızı isterdi ama olmadı. 

Ben çok zaman babama da yardımcı oldum. Vapur yanaşınca hemen birlikte biletleri toplar  brandadan yapılmış üstü numaralı torbalara onları doldurur ağzını bağlardık. Sonra kaptanın adını geminin adını numarasını yazar vapurun pupasındaki biletçiye teslim edilirdi.  Bu anlattığım çok acelesi olan bir işti anlayacağınız.

Birde o zamanlar vapurların yolcuları ve oturacakları yer belliydi. Mesela kimi zaman vapur düdüğünü çalmayan babama nedenini sorduğumda bana mesela Ahmet Bey henüz gelmedi onu bekliyorum derdi. Bakardık ki söylediği kişi alelacele koşarak geliyor, ondan sonra düdüğü çalar ve vapur kalkardı.

Biraz da öğrencilik yılları diyelim çünkü siz ayrıca  bir bahriyelisiniz de...

Babam çok genç yaşta vefat etti benim, Ağabeyim ben okuyayım diye okulunu bıraktı, annem iki  çocukla sıkıntı içinde kaldı. Bahriye Albayı amcamın da vasıtasıyla  o zaman ki deniz kolejine girdim ki biz 49 girişliler çok meşhur bir sınıfız. Okula başladım ama  iki sene sonra askerliğin bana uygun olmadığını anlayınca ayrıldım ve Haydarpaşa Lisesi’ne devam ettim. 

Lise yıllarınızla birlikte sizin tiyatro günlerinizde başlıyor... Derken bir ilanla hayatınız değişiyor...

Ben ilk tiyatro çalışmalarıma Haydarpaşa Lisesi’nde başladım. Daha sonra mimar olmak  ve okumak istiyordum ama durumumuz müsait değildi ve o dönemde mimarlık eğitimi pahalıydı. Derken askere gidip terhis oldum. Geldiğimde iş bulup hayatıma yön vermek istiyordum. Bir gün gazete ilanında Haldun Dormen’in tiyatro okuluna talebe aradığını gördüm.  Form doldurup, fotoğraf bıraktım ve görevliye Salacak’ta oturduğumu söyledim.O zamanlar tabi telefonda çok yaygın değil. Bana olumlu ya da olumsuz bana geri dönüleceklerini söylediler ve ben eve döndüm  Aradan bir süre geçti ses seda çıkmayınca ben gitmeye karar verdim, hiç değilse resmi kurtarayım diye düşündüm kendi kendime çünkü o fotoğrafı da önemli bir paraya çektirmiştim. O sırada Haldun Dormen ile karşılaşıyoruz, bana siz İzzet Günay değil misiniz? diyor ben evet deyince şimdi size daktiloda kabul edildiğinize dair bir mektup yazılıyor diyip ekliyor çok ufak bir piyeste bir de rolünüz var. Böylece benim hayatınım yolu değişiyor. Benim gelişmemi sağlayan en büyük olaylardan biride Haldun gibi bir adamın eline düşmektir. Bu çok büyük bir şans çünkü sadece mesleği değil her şeyi öğreniyorsunuz.

1958’de deniz kokan baba evinden ayrıldınız ve Nevizade’ye yerleştiniz yani bir anlamda karaya çıktınız...

1958’de Salacaktan ayrıldıktan sonra sahil çocukluğundan koptuk tabi ama deniz ile ilişkim hep devam etti. 1959 yılında Kırık Plak filminde küçük bir rolde; şoför olarak beyaz perdede göründüm. Hem Zeki Müren’i kızdırmayacak birini hem de bir tiyatrocuyu arıyorlardı. Tarık Kakınç, Osman Seden’e beni tavsiye etmiş. Ben günde 150 lira yevmiye ile 9 gün çalıştım. Tiyatroda maaşların 300 lira olduğu o dönemde çok iyi bir paraydı bu. Tiyatroda çok mutluyduk. Varsa yoksa tiyatroydu öyle büyük ütopik hayallerimiz yoktu. 

DalisHaber.NETBiz her geçen gün yetişen büyük  bir aileydik. Atlas’ın girişimdeki Kulis çok ayrıcalıklı bir yerdi. Akşam üstü barında 25 kuruşa suare oynanırdı. Barın başında 6-7 kişi olur, oyunu oynayanlar buna iştirak edebilirdi. İçkiler söylenir komiser seçilen kişi başlayın der ve sorular sorulmaya başlanır. Ama sorular  çok şık ve münasebetsiz olmamalıdır. Ağzınızı açarsanız para işliyor. İşte orada sorular sorulurken kafanıza balyozu yiyorsunuz, benim biraz müzik ya da film çalışmam gerekire diye düşünüyorsunuz. İşte insan böyle açıklarını görerek kendini  yetiştirebiliyor.  1962 yılında Amerika’da ses getiren  South Pasific’i  biz “Pasifik Şarkısı” olarak oynuyoruz.  Atlas Sinemasının dolu oynadığı oyunda bizde bahriyeliyiz. Bir gün, Hulki Saner’in asistanı Orhan Aksoy geldi. “İzzet Bey sizi yarın saat 8’de Nişantaşı’nda  Kodaman Sokak’ta Turgut Demirağ’ın platosunda Hulki Saner sizi bekliyor gelir misiniz? ” dedi. Tabi gelirim dedim. Bende o zamanlar Nevizade’de oturuyorum atladım bir taksiye adrese gittim. Bir büro sahnesi kurulmuş. 2 bayan daktiloların başına oturmuş,  Ayhan Işık sinirli bir şekilde dolanıyor. Rahmetli  çok titiz, dakik bir adamdı. Hulki Saner geldi.“Bu iki jönlü bir film ikinize de bir kız düşüyor Ayhan Işık ciddi sen komik jönü oynayacaksın” dedi. 1500 lira verdi iki kalem elbise al gel başlıyoruz dedi. Çifte Nikah adlı bir filmdi ardından Hop Dedik adlı film benim sinemadaki çıkışımdı. 1963’de ben artık başrol oyuncusuydum. Bu arada benim tiyatroyu bırakmak gerekti. Tabi Haldun Dormen ile konuştum bu şans her zaman gelmez tabi dedi bir de şart sürdü tekrar tiyatro yaparsam kendisinin sahnesinde başlamam şartıyla tabi bu hiçbir zaman olmadı.  Bugüne kadar 120 filmde rol aldım. “Ayaklar Ağaçta Ölür” filmiyle Antalya Altın Portakal En İyi Erkek Oyuncu ödülü başta olmak üzere birçok ödül kazandım.
.
.
  . 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org