Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Figen Mete Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Atatürk sayfası...
03.10.2011
Figen METE
Okunma Sayısı : 6873
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

İşgal İstanbulu'ndaki Sıkı Yönetim Mahkemesinin Atatürk Hakkında Verdiği İdam Kararını, onaylayan Padişah Fermanının bugünkü Türk Abecesi ile yazılmış hali..

Dosya Tasnifi
Harbiye-Divan- Harp
DOSYA No: 70
Harbiye Nezareti
Adliye-i Askeriye Dairesi Şubesi
Nüsha: 705

PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin

"Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan,

Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi,

Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey,

Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile,

Eski Vashington (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile,

Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın,

ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası'nın kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca,

sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına,

halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır.

Bu Padişah Buyruğu'nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.

24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazır Vekili
DAMAT FERİT
'Büyüklük odur ki; kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, seni yoldan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen burada direneceksin. Önünde sonsuz engeller yığılacaktır. Kendini büyük değil, küçük, araçsız, hiç telakki edecek; kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacak, ondan
sonra sana büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin.'

Mustafa Kemal Atatürk 
--
-
-
-
-
-
-
-
--
TÜRK'LER İÇİN SÖYLENENLER

İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler"
Napoleon Bonaparte - Fransız İmparatoru

"Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur."
Tasso - İtalyan Şair

"Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz."
William Martin

"Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini,sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır."
Lamartine-Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.

"Poltava'da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar
bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı." Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)

"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar."
M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)

"Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır."
İbn-i Hassul

Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir.
Pierre Loti

Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır,uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa'nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
Çarnayev(Rus Komutan)

Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
Moltke

Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
La Martine

Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır.
Towsend (İngiliz Komutan)

Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor.
Auguste Comte

Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
Lady Mary Wortley Montagu

Türk'ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk'ün özünü göstermektir. Bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez.
Decamps (fransız ressam)

Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar.
Câhiz (Arap Bilgini)

Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.
Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)

Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç
getirirler.
Comenius (Çek Bilgini)

Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)

Türk, Heredot'tan, Tevrat'tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.
(Ünlü Tarihçi) Hammer

Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
Comenius (Çek Bilgini)

Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.
Kayzerling

Her Türk'ün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. O hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir.
Molkte

Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk'ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
Lord Byron

Türk korkmaz, korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe el atarsa başarır.
Semame İbn-i Eşreş

Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk'ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor.
Gelland (Fransız Bilgini)

Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse
çekinmeden canını feda eder.
Albert Einstein

Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar.
Andreas Phitiades

Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler.
Albert Sorel

Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez.
Baron Büsbek

On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk'e bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir.
Charles Mcfarlene

Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir.
Donaldson

Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler.
Donaldson

Türklerle dost ol ama düşman olma.
Gianni de Michelis

Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz.
Hamilton

Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker
yoktur.
Hamilton

Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır. Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.
Hammer

Çanakkale'de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim.
Sir Julien Corbet

Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
Mulman

Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. Vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir.
Monradgea D'ohsson

Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan Müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. Bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
Monradgea D'ohsson

Türk'ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk'ün vakur kalışı, kuşku yok ki körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
Pierre Loti

Türk'ün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.
Thomas Thorsten

"Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır."
Feldmareşal von Moltke -Alman Genelkurmay Başkanı

-
-
-
-
-
-
-
-
-
-

Tanıkların ağzından Atatürk'ün sofraları...

Yeni yayımlanan "Bu Sofrada Ben Varım" adlı kitap, 1899-1938 arasında Atatürk'ün ünlü sofra geleneğini ve bu sofrada yaşanan anıları kapsıyor. Alfa Yayınevi tarafından yayımlanan kitabı Oğuz Akay hazırladı.

İşte, tanıkların anlatımıyla, Atatürk'ün sofraları ve bu sofralardan anekdotlar...

ATATÜRK'ÜN İLK SOFRALARI (Dr. Tevfik Rüştü Aras) O uzun sofra sohbetlerinde ülkenin sorunları, geleceği hep tartışılır, çözüm biçimleri aranırdı. Sanırım Mustafa Kemal'in sofra geleneği bir asker olarak gündüzleri kışlalarda, karargâhlarda geçirmek zorunluluğu sonucu gece yaşamak arzusundan doğmuştur. Ve böylece de sürüp gitmiştir.

GECEYARISI KARNI ACIKINCA (Enver Kezer) Florya'daydık. Bir gece saat 3'e doğru Atatürk yeni yatmıştı. Ben de kapısında nöbetteydim. Yarım saat geçmemişti ki kalktı. Yan kapıdan çıkıp mutfağa girdi. Ben de arkasından gittim. Beni görünce: - Karnım acıktı Enver, dedi. Buzdolabını açtık. Ziyafet için hazırlanmış en nadide yemeklere elini bile sürmeden, pilav ve fasülye tabaklarını aldı. Elinden alıp ısıtmak istedim. - Bırak Enver, ben kendim ısıtıp yiyeyim. Öyle daha zevkli oluyor, dedi. Sonra, pilav ve fasülyeyi bir sahanda karıştırıp ısıttı. Yerdeki kavunları yoklayarak: - Şunlardan tatlı bir tanesini seç, dedi ve oturdu, yemeğini yedi.

LAROUSSE'DAKİ İFTİRAYA İTİRAZI (M. Kemal Öke) Eski maliye nazırlarından Raşit Erer bir gün bana Larousse'da "Türkler siyasi mücrimlerini kazıklar" diye bir ifadenin mevcut olduğunu göstermişti. Ben de bir akşam yemeğinde bunu Atatürk'e arz ettim. Gazi derhal kütüphanesinden Larousse'u getirterek adı geçen ifadeyi okuttu. Atatürk fena halde sinirlenmişti. Hemen Hakkı Tarık Us'a bunun tashihi için icap eden teşebbüslerde bulunulmasını emir buyurdular. Yeni Larousse'larda artık böyle bir ifadenin mevcut olmaması Atatürk'ün sayesindedir.

"ATATÜRK'ÜN SOFRASINI BEN DONATIRDIM" (İbrahim Ergüven) Atatürk'ün sofrası, sofradan çok okula benzerdi. Sofrayı hazırlarken nasıl çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem tabakların, bıçakların, bardakların yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de hiç unutmazdım

"VATAN İŞLERİNE İÇKİ KARIŞTIRMAM" (Ruşen Eşref Ünaydın) Mustafa Kemal, "İçkiyi severim, fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam. İçki ve vazife iki ayrı şeydir" derdi?

ATATÜRK'ÜN SOFRADA CAN ARKADAŞLIĞI (Falih Rıfkı Atay) Eski köşkün yemek odasından bilardolu hole çıkan kapı yanında bir kanepe vardı. Bir gece yorulmuş, sofradan kalkarak kanepeye uzanmıştım. Bir aralık kapının açıldığını hissettim. Atatürk idi. Sıçrayıp, afedersiniz demeye bile fırsat kalmadığından uyumuşluğa vurdum. El yıkayacağı yer, tam karşısında merdivenin sahanlığında idi. Atatürk'ün beni uyandırmamak için ayak ucuna basar gibi, yavaşça merdivenleri çıktığını hâlâ gözüm yaşararak hatırlarım.

ATATÜRK UYUMAYAN ADAMDI (Cevat Abbas Gürer) Bir ders ve tedris yeri olan sofrasında sabahlayan Atatürk, ekseriya, "İnönü çalışıyor, ben rahat ediyorum" derdi... Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıkları müstesna; sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı... Daima dinç ve uyanık tutmaya çalıştığı asap ve enerjisi de uyutmazdı.

RAMAZAN'DA ATATÜRK'ÜN SOFRASI (Hafız Yaşar Okur) Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü'ne giremezdi. Kandil geceleri de saz çaldırmazlardı. Sadece beni huzurlarına çağırır, Kur'an-ı Kerim'den bazı sureler okuturlardı. Ayrıca Peygamber efendimizin dirayetli bir devlet adamı, iyi bir başkumandan olduğunu da sık sık tekrarlarlardı.

KİME 'ZAVALLI' DERDİ? (Hasan Reşit Tankut) Atatürk söylendiği gibi içki düşkünü değildi. Bu yolda ne kendini ne başkalarını zorlamış değildir. Ben böyle tutumunu ne gördüm ne işittim. Sofrada ölçüyü aşıran bazı kimselere acırdı. Onları usulca bir yere taşıtır ve arkalarından yalnız, "Zavallılar! " derdi. Dolayısıyla bize anlattığı gençlik hayatı, insanı hayretlere düşürecek kadar kendine özgü olağanüstülüklerle doludur.

"BUNLAR YAZILMAZSA BEN ANLAŞILMAM Kİ?" (Falih Rıfkı Atay) "Müsaade etmez misiniz? Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak?" diye sordum. Yüzüme baktı "Dün geceyi yazacak mısınız? " dedi. "Canım efendim, bu kadar hususiyetlere girmeye ne lüzum var? " diye cevapladım. Atatürk: "Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki?"

HERKESİ BİR AMAÇLA DAVET EDERDİ (Ali Kılıç) Atatürk'ün kendilerine mahsus telaffuz ettiği bazı kelimeler vardır. Mesela: Tabancaya "tapanca", kırbaca "kırpaç", henüze "henus", muhakkaka "muhakkaka" (bilhassa bu kelimeyi çok severler, yeni dil teorisinde muhakkak kelimesinin bu suretle değiştirilmesini çok arzu ederlerdi) , yoğurta "yuğurt", sarhoşa "sarfış" derlerdi... En ağır kelimesi "ebleh" yerine geçen "hebenneka" (ahmak) idi!

DİKTATÖRLÜK VE DEMOKRASİ (Celal Bayar) Mesele anayasaya ait bir mesele. O akşam itimat ettiği hukuk hocalarını yemeğe çağırmış. Onların gelmemiş olmalarına sinirleniyordu. Salih Bozok, Atatürk'e "Niye âlemi rahatsız edersiniz, düşünmüş, taşınmış, formüle etmişsiniz. İlan et, geç git" şeklinde konuştu. Hiç o kadar sinirli olduğunu, o hale geldiğini görmemiştim. Çok kızdı, öfkelendi, bağırdı.

ÜÇ AY İÇMEDİ (Cemal Çelebi Granda) Atatük için "içkiyi bırakamaz" diyenler, acaba bir gün gelip aldanacaklarını hiç düşünmüşler midir? .. Evet, bu kadar içki kullanan ve ondan ayrılamaz görünen adam, üç ay hiç rakı içmeden de durabiliyor...

ATATÜRK'ÜN SOFRADA İNSANLIĞI (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Atatürk, mesut bir adam değildi. Beşeriyetinin makûs mukadderatını değiştirmek, imkân dünyasının hudutlarını kendi hudutsuz hülyalarına göre genişletmek isteyen bütün ideal fedaileri, bütün gerçek kahramanlar ve gerçek evliyalar gibi bedbaht ve mustaripti. Zira "hakikat"le "hayal"in, "irade"yle "imkân"ın dinmek bilmeyen ezeli muharebesi bütün şiddetiyle onun ruhunda cereyan ediyor, onun ruhunu kasıp kavuruyordu.

KARA YAZI TAHTASI (Cevat Abbas Gürer) Mektep dersanelerinde olduğu gibi kara yazı tahtası daima karşısında duran feyizli sofrası; bazı geceler uzun sürerdi.... Arkadaşlarının tahammüllerinin tükendiğini gözlerinden anlayan Atatürk; tuzlu leblebisinden veya şamfıstığından birkaç tane verir, uykularını giderirdi. Daha laubalilerini yüzlerini yıkamaya sevk ederdi. Fakat o gecenin ilhamının ortaya koyduğu mevzuyu neticeye bağlamadan yemek gelmesini emretmezdi....Sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.

CUMHURİYET VE DEMOKRASİ (A. Afet İnan) Atatürk, devlet hayatında en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseler derken, devletin din işleri ile meşgul olmamasını ve dini hislerin siyasi maksatlar için istismar edilmemesini daima söylemiş ve bu prensibi yeni Türkiye Devleti'nin başlıca inkılâbı addetmiştir.

"İKİ MUSTAFA KEMAL VARDIR" (Hamdullah Suphi Tanrıöver) "İki Mustafa Kemal var. Biri karşınızda oturan ben, et ve kemik, fani Mustafa Kemal? İkinci bir Mustafa Kemal; onu 'ben ' kelimesiyle ifade edemem. O 'ben' değil 'biz'dir. "

HALİFELİK TEKLİFİ (Hamdi Ülkümen) Atatürk'ten duyduklarını şöyle aktarıyor: "Ahmet-i Sunusi bütün yaptıklarımda haklı olduğumu söyledi. 'Ama ne olur gel seni halife yapalım' demez mi? Tabi bu benim tuttuğum yola aykırı bir yol, gayet nazikane reddettim."

SOFRAYA KİMLER GELEBİLİRDİ? (Ali Kılıç) Sofranın bizim gibi bir daimi müdavimleri, bir de her tertipten ara sıra davet edilenleri vardı. Hiç kimse Atatürk'ün sofrasına izinsiz, davetsiz gelemezdi.

KADEH VE MEZE KALKAR? (Ruşen Eşref Ünaydın) Çankaya'da, çalışma çağı gelince sofradan kadeh ve meze kalkar, yerine kağıt ve kitap gelirdi.

KUR'AN VE MEVLİT OKUTURDU (Hafız Yaşar Okur) Gerek Kur'an, gerek mevlit okunurken çok mütehassis olduğu görünürdü. Hatta Muzıka heyetinde bulunan hafızlardan Ramazanlarda camilerde mukabele okuyanlara bir ay müddetle izin verirdi.

UYKUSUZLUK REKORU (Cemal Çelebi Granda) Büyük Nutuk'unu yazarken (1927) ben tanığı oldum. Akşamları yine sofra kuruluyor, herkes karşısında yiyor, içiyor; fakat o, ağzına bir damla bile içki koymuyordu. Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyle seyredişi hâlâ gözümün önündedir....Büyük Nutuk'unu hazırlarken, hiç içki içmediği gibi, kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirişini hatırlarım. Öyle ki, yazı yazmaktan yorulan değişiyor, fakat o, binlerce belge arasından ayırdığı notlarıyla büyük eserini tamamlamak için uykusunu bile vermekten çekinmiyordu.

ATATÜRK AĞLIYORDU (Sabiha Gökçen) Bir taraftan radyoda güzel bir müzik çalıyor ve şarkı okunuyordu. "Gel gitme kadın?" Bir ara Atatürk'ün gözleri birdenbire buğulandı ve sonra yaşlar akmaya başladı. Atatürk ağlıyordu. Bu hal benim merakımı artırdı. Acaba Atatürk neden ağlıyordu? ..

"BENİ MİLLETE UNUTTURMASINLAR" (İsmail Habib Sevük) "Arkadaşlarımdan tek bir dileğim var: Ben öldükten sonra beni millete unutturmasınlar. O kadar sevdiğim milletin beni unutması ruhum için en acı azap olur."

ÇANKAYA'DA SON SOFRASI (Falih Rıfkı Atay) Akşam sessiz ve neşesiz, o ve herkes kendi içine bükülmüş ve büyük bir sırrın karanlığına gömülmüş olarak geçti. Şevk, onun bahçesine son yaprakları dökmüştü. O akşam Çankaya'da dostları ile son sofrası idi?

Habertürk 
-
-
-
-
-

: atatürk anıları
-----------------------------------------------------------------------------------

demokrasi anlayışı üzerine bir anı...

Soramazdın
Bir halk toplantısında, bir genç O'na şu soruyu sordu:
- Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?
- Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın?

Hadi BESLEYİCİ, Atatürk'ü Anlamak, s.129
-
-
Büyük Adam Ölünce

sene 1938, 10 kasım...
İstanbul Üniversite'sinde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir Alman Profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. kalkar, yanına gider. aralarında şu konuşma geçer:
- Efendim, mütereddidim. acaba ne yapsam?
- Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.
işte o zaman alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
- Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki... der.

(Yücebaş Hilmi, Atatürk'ün nükteleri, fıkraları,
hatıraları, İstanbul, Kültür kitabevi, 1963, sh. 39)
-
-
Halk İradesine Saygısı

1935 senesinde idi. Atatürk'ün Çanakkale'ye geleceği rivayetleri dolaşıyordu. O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve ayaklanma başgöstermişti. Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını, mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet olduğuna göre Filistin'e gitmek istiyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet olunduğuna göre Filistin'e gitmek istiyorlardı. İşte bu sıralarda 'Atatürk Çanakkale'ye geliyor! ' dediler. Çok sevindim. Çünkü Atatürk'ü daha önce hiç görmemiştim. Heyecanla Atatürk'ün geleceği Balıkesir Caddesi'ne koşarak gittim. Bütün Çanakkale halkı orada toplanmıştı. Ben de bir kenara dikildim. Bu esnada yanımda tesadüfen bulunan birkaç Yahudi'nin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm. Alakadar olmaya vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü. 'Atatürk geliyor! ' sözü yeniden ağızdan ağıza dolaştı.
Halkın 'Yaşa, varol! ' nidaları arasında Atatürk otomobilinden indi. Alkışlar devam ediyor, o da halkın ortasında ilerliyordu. Garip bir tesadüf ve talih eseri olarak Atatürk bizim önümüze gelince hafif bir duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu esnada yanımad bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hararetli konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Atanın önüne atıldı. Muhafızlar mani olmak istediler. Atatürk:
- Bırakın, gelsin! dedi.
Bu Musevi vatandaş, Atatürk'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:
- Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? dedi.
Atatürk, bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu::
- Sen kimsin?
- Ben Paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.
- Sizi kim kovuyor? Hükümet mi Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? dedi.
Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:
- Hayır Paşam, halk kovuyor.
Atatürk, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:
- Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü.

C. YALÇIN
Hilmi Yücebaş, Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, s.68

-
-
Atatürk Sevgisi.

Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
- Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
- Peki her dediğimi de yapar mısınız?
- Derhal
Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.
- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...
- "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Ruhu şad olsun.

Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 17
-
-
YANINA ALDIĞI İLK ER

O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:
- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.
- Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:
- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

Burhan Cahit MORKAYA
-
-
Atatürk'ün Yargıç Kararına Saygısı
Ölümünden iki yıl önce Atatürk'ün canına kıymak için kurulan bir düzen meydana çıkarılmıştı. Hem bu düzeni kurmakla suçlanan kimse 'Milli Mücadele'den beri Ata'nın yolunda çalışmış; sevgi ve güvenini kazanmış, birçok iyiliklerini de görmüş biriydi. Haber, yurtta şaşkınlık ve tiksinme yaratmıştı. Herkes bunu konuşuyor, 'Nasıl olur, Nasıl olur! ' diyor, bir türlü herhangi bir nedene bağlayamıyordu. Sanık tutuldu. Adalete teslim edildi. Fakat Atatürk, olaydan haberi yokmuş gibi, bu konuda ne düşündüğünü açıklamak için ağzını açmadı. Adalet son sözünü söyleyinceye dek sustu. Atatürk'ün bu suskunluğu, çeşitli yorumlara uğramıştı. Kimi 'Bu üzüntülü olayı anmak istemiyor' dedi. Kimi de 'Bunun doğru olduğuna inanmıyor' diye düşündü. Sanığa yükletilen suç, yargı yerinde ispat edilemediği için adam aklandı. İşte, yargıç kararını bu yolda verdikten sonradır ki Atatürk bu konuda ağzını ilk ve son kez olarak açtı ve yalnız şunu dedi: 'Suça yeltenilmiştir; ancak yargıç buna kanacak ölçüde kanıt bulmuş değildir. (Mehmet Ali Ağakay)
-
-
MUTSUZ LİDER

Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, kişisel özgürlüğünün birçok bölümlerinden yoksun bırakılması acısını hüzün dolu sözlerle şöyle anlattı:

- 'Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız. Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz. Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım. Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır. Haydi şimdi buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, arzu ettiğiniz gibi eğlenin. Ben de bunun hayaliyle avunurum.' dedi.

O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık.

Damar ARIKOĞLU
Kaynak: Damar Arıkoğlu - Hatıralar, 1961
-
-
SOKAK ÇOCUĞU

Atatürk'e, düşmanlarından bir bayan, bir yabancı gazetede (sokak çocuğu ve zalim) diye yazılar yazmak küçüklüğünü göstermişti.
Bir gün Yat Kulüp'te Atatürk, arkadaşlarına bu yazıdan söz ederek demiştir ki:

- Bana sokak çocuğu diye yazmış... Ben pek küçük yaşta yatılı bir öğrenci olarak okullara girmedim. İdadi'den Harp Okulu'na, oradan da orduya hizmete gittim. Sorarım sizlere, benim sokakta oynamaya vaktim mi vardı? Bana (zalim) diyormuş... Ben eğer bu vatana ihanet eden birkaç adamı mahkemeye vererek, kanun çerçevesinde bu adamlar cezalarını buldularsa, benim onlara karşı sevgimden ziyade, Türk milletine sevgim daha büyüktür... Bu nedenle Türk milletine onların zararlı vücutlarını feda ettim...' demişlerdir.

Enver Behnan ŞAPOLYO

Kaynak: Enver Behnan Şapolyo - Milli Mücadele Tarihi, 1944
-
-
7 MART 1923 TARSUS

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.
Millî Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
- 'Bastığın toprağa kurban olayım Paşam! '
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.
Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
- 'Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.'

Taha TOROS

Kaynak: Taha Toros - Atatürk'ün Adana Seyahatleri, 1981
-
-
Kurtuluş savaşından bir anı

Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler. Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk.

Yaveri 'ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz' der.
'Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim' der.

Yaveri; 'aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik' der.
Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap der ki 'Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim.
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi'.
-
-

GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ

1924 yılının ilkbaharıydı. Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı:
- Depremden çok zarar gördün mü, baba? diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, tekrar sordu:
- Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? İhtiyar, Kürt şivesiyle:
- Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle:
- Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
İhtiyar tekrar etti:
- Padişah bilir!...

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:
- Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!..."

Ahmet Hidayet Reel
---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.

Ord. Prof. Sadi IRMAK

Kaynak: Sadi Irmak, Ord Prof. - Atatürk'ten Anılar, 1978

---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------
İZMİR SUİKASTI

İzmir'de hazırlanan o alçakça suikastın sonuçsuz kalmasından sonra bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
- "Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı. Sorguları yapıldıktan sonra bunların birisini yanıma çağırdım. Odada kimse yoktu. Kendisine sordum:
- Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, öyle mi?
- Evet, dedi. Ben yine sordum:
- Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
- Fena bir adammış o. Memlekete çok fenalık yapmış. Sonra bize onu öldürmek için para da vereceklerdi.
- Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
- Hayır.
- O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
- Geçerken işaret edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi. Biz de öldürecektik.
O zaman cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
- Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim.

Herif benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu. Bir süre şaşkın şaşkın yüzüme baktıktan sonra diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Yahya Galip KARGI

Kaynak: Yücel Dergisi, 1948

---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------

Atatürk'ün anlattığı ve En Sevdiğim Anılardan Biri...

Harpteyiz, Yıldırım Orduları Komutanlık görevindeyim.
Liman Von Sanders'in bizim orduyu da teftişe geleceği haberi geldi.
Gerekli hazırlıkları yaptık. Komutan birkaç gün sonra geldi. Teftiş sırasında, askerler arasında çok zayıf, naif bir askeri görünce yanına gitti ve
-böyle hastalıklı kişileri neden askere alırsınız, dal gibi adam dedi
ve askeri itiverdi, bu ani darbeyle askercik de boş bulununca yere düşüverdi.
Von Sanders, asker yere düşünce,
- 'İşte görüyorsunuz, ayakta duracak hali dahi yok, bunlardan asker olmaz'
deyince, benim de o anda bu sözler kanıma çok dokundu.
O uzaklaşınca hemen askerin yanına gittim ve ona
-'Neden yere yıkılıverdin, görmüyor musun yabancı bir komutan o, korkma ondan, tekrar yanına gelirse, hiç çekinme, çak kafayı indir yere, tamam mı?' dedim.
 Teftiş bitmiş komutan tam giderken, yanına doğru giderek,
-'Sizin hasta dediğiniz er, size saygısızlık etmemek ve de boş bulunduğu için yere öylesine düşüvermiş, yoksa o adam beni asla yere yıkamaz diye bana dert yandı'
deyince komutanın hoşuna gitti ve tekrar askerin yanına geldi, şöylesine omuzuna dokunarak şakalaşmak isteyince bizim o cılız nefer, Von Sanders'e bir kafa! Adam yerde.
O düşer düşmez öyle bir kahkaha attım ki komutan aceleyle yerden kalkarak, askere hitaben
- 'Bu Türk askerini kızdırmaya gelmiyormuş' diyerek, ona elini uzatıp, tokalaştı.
Ben geri döndüm ve askeri alnından öperek
-'Aferin asker, işte böyle, Türk askeri olarak, her yerde siperde de, istirahatte de, teftişte de gücünüzü gösterecek ve de ispat edeceksiniz' diyerek kutladım.

Kaynak: Atatürk'ün Yanı Başında, Nuri Ulusu.

---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------

Zeybek

13 ekim 1925 günü İzmir Kız Öğretmen Okulu'nda Selim Sırrı Tarcan Bey'in öğrencisi Mualla Hanım ile oynarken Zeybek havasını seyretmekten büyük zevk almış ve sonrasında şunları söylemiştir:

''Hanımefendiler,beyler!
Selim Sırrı Bey, zeybek havasını ihya ederken ona bir şekli-i medeni vermiştir. Bu sanatkar üstadın eseri hepimiz tarafından kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekemmül etmiş-belli bir şekil almıştır.Artık;Avrupalılara ''Bizim de mükemmel bir dansımız var'' diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır...''

Atatürk, zeybek oyununu milli bir dans yapmayı çok istemiştir. Bu erkek oyununu cengaverane bir eda ve hareketlerle oynardı...

Zeybek için ''Bu oyun milletimizin erkek oyunu, kahraman oyunudur, bilmek lazımdır.'' demiştir.

Son zeybek oyunun 2 Şubat 1938 akşamı Bursa Belediyesi'nin verdiği suarede oynamıştır. Orkestradan Sarı Zeybek'in çalınmasını istemiş, dizlerini vura vura, adeta ölüme meydan okur gibi oynamıştır. Oyun bittiğinde:
''Zeybek'de insanın yorgunluğunu durduran bir kudret var.'' demiştir.

Kaynak: MUSTAFA KEMAL OLMAK, Dr.Eren Akçiçek s.42-43

---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------

YENİ KELİMELER

Atatürk, yeni kelimeler için şöyle derdi:

"Onları ortaya atmak gerekir. Millî duygumuz hangisinden hoşlanır ve onu kullanırsa, o zaman sözlüğümüze koyalım."

Prof Dr. Afet İNAN
Kaynak: Afet İnan - Atatürk'ten Hatıralar

---------------------------------------------
---------------------------------------------
---------------------------------------------

Yıl 1923...  
"Paşam vekil maaşlarını düzenleyeceğiz, ne kadar verelim?"  
M.Kemal ATATÜRK:  "Öğretmen maaşlarını geçmesin."

--------------------------------------------------
--------------------------------------------------
--------------------------------------------------

ATATÜRK'ÜN MÜZİKLE İLGİLİ ANILARI
ATATÜRK'ÜN KURDUĞU ORKESTRANIN ŞEFİ
ENVER KAPELMAN ANLATIYOR

Ankara'da şimdiki Çankaya Köşkü'nün bulunduğu yerde küçük bir bağ evi vardı. Ata, her gece, sabahlara kadar pencerelerinden ışık sızan bu evin salonundaki uzun masanın çevresine yakınlarını toplar, müzik dinlerdi. Bu salonda kah fasıl, kah küçük bir orkestra...
O küçük salon orkestrasını kendi kurmuştu. Onu nereye gitse beraberinde götürürdü. Yıllarca Atatürk'ün yanında çalan bu orkestranın Şefliğini yapan Enver Kapelman, O'nun müzik sevgisini şöyle dile getiriyor:
- Ankara'da bulunan küçük bir bağevi (sonraki yıllarda yıkıldı yerine yeni köşk yapıldı) Ama Mustafa Kemal gereksalon orkestrasını gerek saz heyetini yanından ayırmazdı. Bunlar, Kılıç Ali, Salih Bozok, Yaver Rusihi Bey, Başyazman Tevfik Bey ve Nuri Conker'di.
Enver Kapelman, Atatürk'ün güzel bir sesi olduğunu belirterek, bununla ilgili hoş bir anısını anlatıyor:
Bir gece Atatürk neşelenmişti. Nuri Conker'le bir şarkı tutturdular: Sarı köyün kazları, kırmızı topuklu kızları... diye. Şarkı bittiği zaman, Atatürk bana dönerek sordu:
- Söyle bakalım bizim seslerimiz nedir?
- Paşam siniki tenor, Nuri Conker'in ise bas.
- Canım, tenoru biliyorum. Bu bas ne oluyor?
- Yani Paşam, seslerin en pesi.
Atatürk Nuri Conker'e dönerek şöyle cevap verdi:
- Anladım, anladım seslerin en berbatı...
Kapelman başından geçen bir olayı da şöyle yanıtladı:
- Bir yaz gecesi, Yalova Köşkü'nde saz heyeti taksim geçiyordu. Bitince bana döndü:
- Sen de bunun aynını çal dedi.
Kulak dolgunluğu ile parçayı çaldım. Parça bitince Atatürk saz heyetindeki Mehmet Rıza'ya sordu:
- Nasıl çaldı?
- İyi Paşam ama "si bemolü" unuttu.
Atatürk hiç sesini çıkarmadı bana döndü:
- Bir parça da sen çal, dedi.
Ben de "Zigeuner Walzer" isimli parçayı kemanlımla çaldım.
Bu sefer Atatürk, Mehmet Rıza'ya:
- Haydi bakalım çal, diyince Rıza:
- Aman Paşam bunu ben çalamam, diye yanıt verip kemanı elinden bıraktı.
Atatürk müthiş kızmıştı. Derhal saz heyetinin gitmesini istedi. Ve o geceden sonra bir daha da fasıl dinlemedi. Meğer, iki şeye çok kızmış. Biri "çok iyi bilirim", ikincisi "bilmiyorum" yanıtına...
Enver Kapelman, Atatürk'ün en çok halk müziğinden, oyun havaları ve operetlerden hoşlandığını belirterek, sözlerine şöyle son veriyor:
Atatürk'ün en çok sevdiği parçaların başında "Tosca" gelirdi. Mustafa Kemal, genç bir ateşe olarak bulunduğu Bulgaristan'da devamlı olarak operaya giderdi. O sırada "Tosca" da oynayan sopranoya hayrandı. Aradan geçen yıllar, bu sevgiyi unutturmamıştı. Akşamları O'na defalarca "Tosca"dan parçalar çalardım...

ATATÜRK VE TOSCA'NIN BÜYÜK ARYASI
VELİ LAİK ANLATIYOR

Viyana'da kurduğumuz bir hafif müzik orketrasıyla bir süre Avusturya'da çalıştıktan sonra aldığımız bir teklif üzerine İstanbul'a gelmiştik. Beş kişi idik. Rosenbaum (keman), Masarik (viyolonsel ve saksofon), Marcel Bi (piyano), Poldi (bateri) ve ben. Orkestramız 1933 ? 1937 yıllarında Atatürk'ün emrinde idi. Sürekli olarak Park Otel'de çalışırdık; ama, Atatürk hemen her gittiği yere bizi de götürürdü.
1935 yılında, Sıraselviler'deki Ateş Klübünde bir düğün töreni düzenlenmişti. Atatürk'ün yakını olan bir Paşanın kızı evleniyordu. Akşam geç saatlere doğru düğüne Atatürk de onur vermişti. Düğün töreni açılış dansını gelinle kendisi yapmak istemişti. Ama, klübüm orkestrasını beğenmedi. Bizi istedi. Park Otel'deki işimizi bitirmiş, Büyükdere'de Beyaz Parkta oturuyorduk. O zamanın Emniyet Müdürü Salih Kılıç bizi aradı, buldu. Acele olarak Ateş Klübüne gittik. Atatürk'ün çok sevdiği S.O.E. (Ich suche dringend liebe) fokstrotunu çaldık ve açılış dansı yapıldı.
Bir ara Atatürk, bazı yakınlarıyla berabe ayrı bir odaya çekildi. Orada da müzik çalınsın istedi. Oda küçüktü, Masarik'le ben gittik. Kısa süre çaldıktan sonra Atatürk arkadaşlarına:
- Size müzisyenlerin güçlülüğünü göstermek istiyorum, dedi. Nota kağıdı getirtti. Masarik'e uzattı. Söyleyeceğim şarkıyı yaz, dedi. Tosca'nın büyük aryasını söylemeye başladı. Masarik nota yazmaktan güçlük çekerdi. Bana baktı, ona Almanca olarak - birşeyler yaz, dedim. Atatürk aryayı söylüyor, Masarik yazıyordu. Arya bitti ama, masarik tarafından yazılan notanın bu arya ile hiçbir ilgisi yoktu. Atatrük notayı aldı, arkadaşlarına gösterdi. Bize olan hayranlığını söyledi. Sonra notayı Masarik'e uzattı ve ? şimdi bunu çalın, dedi. Biz aryayı, notaya bakar gibi yaparak ezbere çaldık.
Uzunca bir süre sonra, Atatrük büyük salona çıktı. Biraz oturduktan sonra Masarik'in yazdığı notayı istedi. Kendisine verdiler. Yaverine, - bunu klübüm orkestrasına ver çalsın, dedi. Masarik'le ben O'nun masasında oturuyorduk. Ne yapacağımız şaşırdık. Yavaşça ayağa kalktım. Orkestranın kemancısına yaklaştım ve meseleyi söyledim. Orkestra müzisyenleri nota kağıdına baktılar, etüd eder gibi yaptılar ve ezbere bildikleri aryayı çalmaya başladılar. Ben sevinçten yerimde duramıyordum. Çok güç bir durumdan kurtulmuştuk. Yavaş adımlarla yerimi almak üzere Atatrük'ün masasına doğru yürüdüm. Masaya yaklaştım. Tam oturacağım sırada Atatürk bana döndü ve ?olduğun yerde biraz dur, dedi. Sonra yaverini çağırdı. Kulağına birşeyler söyledi. Yaveri büfeye doğru gitti ve elinde bir bardakla döndü. Bardağı bana doğru uzattı. Bir viski bardağına yukarıya kadar altınbaş rakısı doldurmuşlardı. Atatürk ? bir yudumda iç, dedi.
Yapılan sahtekarlığı başından beri anlamıştı. Beni cezalandırmıştı. İçkiye hiç dayanıklı değildim. Rakıyı bir yudumda içtim. Yan odalardan birine koştum, kanepeye uzandım. Bayılmıştım...

Kaynak:Marşlarda-Türkülerde Atatürk ANGI YAYINLARI (Hacı Angı)

---------------------------------------------------
---------------------------------------------------
---------------------------------------------------

 ATATÜRK HAKKINDA SÖYLENENLER

Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemal'in dehasına karşı elden ne gelirdi?
Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922

**

Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli değişiklik pek seyrek gerçekleşir? Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmıştır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir.
Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933

**

Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.
Athinaik, Atina, 12 Kasım 1938

**

Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, onunla tanışmak konusundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Franklin Roosevelt, A.B.D. Başkanı.

**

Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwell,ne de Washington?
Tipos Gazetesi

**

İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik.
Yorgi Pesmazoğlu, Yunan Ekonomi Başkanı, 1938

**

Pek çok devrimciler görüldü . Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.
Messager D'Athenes, Yunanistan gazetesi, 11 Kasım 1938

**

Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, Yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemez miyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?
Habib Burgiba, Tunus Devlet Başkanı, 1965

**

Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için büyük kayıptır.
Eleyyam Gazetesi, Şam 1938

**

Vatanını muhakkak bir parçalanmadan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir askerve siyaset adamı idi. Hayatını milletinin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşta hayata gözlerini kapadı.
Elifba Gazetesi, Şam 1938

**

Adı Türk milletinin milli kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerek bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır. Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler zamanımızın bu örneksiz devlet adamının ölümünden dolayı derin bir acı içindedir.
İzvestia Gazetesi, Moskova 1938

**

Atatürk dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum.
Prenses Aleksandrina, Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi

**

Atatürk başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır.
Arriba Gazetesi, Portekiz 1938

**

O, Türkiye'yi kurtarmakla bütün dünya uluslarına müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu kanıtladı. Kemal Atatürk'ün ölümüyle müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hint müslümanları bugünkü durumlarına hala razı olacaklar mı?
Muhammed Ali Cinnah Pakistan Cumhurbaşkanı 1954

**

Bizim aslımız rengi solmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.
İkbal, Pakistan Milli Şairi

**

Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılapçı olmuştur.
Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963

**

Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir.
An Nahar, Beyrut

**

Yüz yıldan beri Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider.
The Japan Chronicle

**

Hayatının sonuna kadar milletinin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.
Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı

**

Üstün iradesi, üstün cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri değil, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.
Perrone Di San Martino, İtalyan yazar.

**

Modern Türkye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkalede ileri hamlelerini hayranlıkla izledik. Atatürk'ün tüm alanlarda getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp güçlü ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir.
Erlander, İsveç Başbakanı

**

Osmanlı imparatorluğu'nun yarı dünyaya sahip olduğu devirlerde bile böyle bir ihtirama (saygıya) sahip olabilmiş hükümdar yoktur.
Necip Fazıl Kısakürek (Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazısından)

**

Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı.
Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin 1958

**

Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.
National Tidence Gazetesi, Danimarka

(*) Atatürk ile ilgili bu söylem ve yazılar Bütün Dünya Dergisi'nden alınmıştır.

---------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------------------------------

'Diktatörlük' konusunda Atatürk de fikrini söylemişti!
1928 yılıydı.
Afet Hanım, Fransız Kız Lisesi (Notre Dame de Sion) da öğrenciydi. Fransız öğretmeni; "Fransa demokrasisi ile Türk demokrasisini kıyasladığımda Mustafa Kemal'in diktatörü çağrıştıran bir tutum içinde olduğunu görüyorum" dedi.
Afet Hanım; "Fransızca öğretmeninin bu görüşünü" Mustafa Kemal'e aktardı.
Mustafa Kemal anlattı:

"?...Diktatörlük başka, bambaşka bir şeydir. Batı, Türkiye'yi de, Türkiye'de olup bitenleri de daha kavrayamadı.
Türkiye'nin özelliklerini bilmiyorlar.
Bilselerdi.
Fransızlar Çukurova'ya girmez, Yunanlıları İzmir'e çıkarmaz, Ankara'ya kadar yollamazlardı.

Xxx

Milletimiz beni bir hizmetim geçtiği için bir aile büyüğü olarak görüyor ve sayıyor.
Bilirsin.
Bizde aile büyüğü çok önemlidir.
Benim gücüm işte budur.
Gördüğüm sevgiyi, saygıyı, bazı şaşkınlar diktatörlük olarak yorumluyor. Buna canımın sıkıldığını itiraf etmeliyim.
Düşündüğüm yenilikler var.
Bunları birçok insanla paylaşıyorum.
Uzlaşırsak uygulamaya geçiriyoruz.
Bütün devrimler kanunla, yani hükümetin rızası ve Meclisin onayı ile yapılıyor. Birdenbire de yapmıyoruz.
Usul usul ilerliyoruz.
Arada zaman bırakıyoruz.

Xxx

Diktatör olsam Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kurulabilir miydi? Meclis, Anayasa için yararlı gördüğüm iki maddeyi reddedebilir miydi? Alfabe devrimi için İsmet Paşa'yı ikna etmek, Meclis çoğunluğunu kazanmak için üç yıldır bekliyorum.
Diktatör olsam "bu olacak" derdim.
Olurdu.
Bizdeki tek parti "faşist ya da komünist partilere" benzemez.
Onlar gibi seçmeci, birörnekçi, tektipçi değiliz.
Herkes üye olabilir.
Bu yüzden partide "saltanatçılık dışında her türlü düşüncenin temsilcileri" var. Bir diktatörün partisi böyle olur mu?
Anayasamız birden çok parti kurulmasına elverişli. Mussolini gibi demokrasi aleyhinde hiç konuşmadım.

Xxx

Tam tersine idealimizin demokrasi olduğunu her fırsatta hepimiz söylüyoruz. Üniformalı, silahlı, sopalı gençlik kollarımız yok; geniş bir polis örgütümüz de yok. Düşünsene, İzmir suikastını motorcu Şevki'nin ihbarı ile öğrendik; ikincisi, rastlantı eseri ortaya çıktı.
Milli Mücadele başladığından beri seçimsiz, kurulsuz, bir başıma hiç bir iş yapmadım. Hep seçilerek, seçilmiş kurullar ve Meclisle çalıştım. Milli Mücadeleyi Meclis'le, sıkıyönetimsiz ve sansürsüz yürüttüm.

Xxx

Diktatörlerin kendilerine göre orduları olur. Bizim Ordumuz Halkın, Cumhuriyetin Ordusudur.  Şimdi Cumhuriyeti ve Çağdaşlığı korumak için dinin sömürülmesine fırsat ve izin vermiyoruz. Bu dikta mıdır?
Dinin sömürülmesine fırsat verdiğin anda, ortalık tarikatlar, cemaatler, gizli medreseler, cinci hocalar ile doluverir. Hurafelere yeni hurafeler eklenir. Türbeler dolup taşar. Ümmetçilik hortlar. Dinciler toplumu baskı altına alırlar. Milli devleti örselerler. Zorlukla sağlamaya çalıştığımız birlik bölünür. Biz toplumu, dayanışma, bütünlük ve barış içinde tutmaya çalışıyoruz. Arzumuz, uygarlığa ve demokratik Cumhuriyete yürümektir"

Xxx

Ey okur!
Anlıyorsun değil mi?
Bugün köşeyi bütünüyle ayırıp yayınladığım bu belge şu açıdan kıymetlidir: Atatürk'e  saldıranların asıl niyeti; "73 yıl önce vücudu toprak olmuş Mustafa Kemal"e vurmak değil asıl amaçları Mustafa Kemal üzerinden Cumhuriyetin; "1- laiklik(en hakki mürşit ilimdir) ve 2-milli birlik (ne mutlu Türküm diyene)"  2 ayağını birlikte çökertmektir.
Mustafa Kemal'e saldırıyorlar.
Bölücü batıdan alkış alıyorlar.
İktidardan da yemleniyorlar.

Necati Doğru/SÖZCÜ

---------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------
---------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK ANILARI

-----------------

İnsan Sevgisi

Devlet Bürokrasisi Cumhuriyet'in ilanından sonra idi. Karadeniz'de bir gezintiye çıkmıştı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize'ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti.
Vali'ye :
-"Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz?" diye sordu.
Vali de anlattı; yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış.
Ata'nın kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille :
-"Vali Bey" dedi. " 'Corvee' nedir bilir misin? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir. Ve şu anda bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet'te angarya diye bir şey yoktur."

----------------

Halka Değer Verme

Acı işgal günlerinde, önemli devlet adamlarının da hazır bulundukları toplantıda herkes, Türkiye'nin düştüğü acıklı duruma bir çare arıyor. Amerikan, İngiliz koruyuculuğundan söz ediliyor.
Bir ara Mustafa Kemal Paşa'ya da ne düşündüğünü sordular. Atatürk, şu kısa cevabı verdi:
-"Efendiler, hepiniz konuştunuz, isteklerinizi beyan ettiniz ve birbirinize sordunuz, hepinizi dinledik. Fakat... Anadolu'ya bir şey sordunuz mu, Anadolu'yu dinlediniz mi?

---------------

Atatürk'ün Bir Hediyesi

Bir gün Konya'da Behiç Bey'in evinde Mustafa Kemal General Tawsend şerefine büyük bir ziyafet verdi.
Ziyafette Behiç Bey, Muhtar Bey, Salih Bozok bulunuyorlardı. Yemek çok güzel bir hava içinde geçti. Yemeğin sonunda Mustafa Kemal misafirine dedi ki:
-"Biz Türklerde bir adet vardır. Misafirimize mutlaka bir hediye veririz. Ben asil bir milletin mütevazi bir başkumandanıyım. Size ancak bu tesbihi verebiliyorum" diyerek elindeki kırmızı mercan tesbihi hediye etti ve sofradan kalkılacağı sırada kolundaki saati çıkararak General'e dedi ki;
-"Bu saati bana Anafartalar'da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz zabitinin kolundan çıkardığını söyleyerek verdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere'ye döndüğünüzde, ailesini bulur ve saati verirseniz çok memnun olurum" diyerek General'e teslim etti.
Ona da soralım, bir de onu dinleyelim efendiler!"

----------------

-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-

Mustafa Kemal 'camiden ahır yaptı' öyle mi?

İnanmayan, zahmet edip Düzce Köyü'ne gitsin namaz kılsın, öyküsünü ahaliye sorsun.

1936 tarihli küpürde İzmir Seferihisar'da tarihi bir caminin ahır yapıldığı bilgisini milletvekilleri ile paylaşan Erdoğan için Özdil 'iktidarlar, Menderes'ten Demirel'den beri "İzmir'de tarihi camiyi ahır yaptılar" sakızını çiğniyor ama İzmir Seferihisar'daki o tarihi caminin tarihi medresesini yeniden açmak da CHP'ye nasip oluyor! ' yazdı.

Özdil ardından ekledi: 'İnanmayan, zahmet edip Düzce Köyü'ne gitsin namaz kılsın, öyküsünü ahaliye sorsun.'

MUSTAFA KEMAL CAMİYİ AHIR YAPTI...

İşte Özdil'in 'Mustafa Kemal camiyi ahır yaptı, öyle mi? ' başlıklı yazısından çok çarpıcı bir bölüm:

Başbakan açıkladı: "Camiyi ahır yaptılar."

Nerede?
İzmir Seferihisar'da.
Ne zaman?
1936'da.
Atatürk zamanında mı?
Atatürk zamanında.
Kanıt?
Belge gösterdi.
20 Nisan 1936 tarihli Cumhuriyet gazetesi.
"Bu ne insafsızlık, Seferihisar'da tarihi cami ahır yapılmış" başlıklı haberin kupürü.

(...) Şimdiiii... Gelelim belgeye.
20 Nisan 1936 tarihli, Cumhuriyet gazetesinde "Bu ne insafsızlık, Seferihisar'da tarihi cami ahır yapılmış" başlıklı haber var mı?
Var.
Peki haberin içinde ne yazıyor?
Şu yazıyor...

"Seferihisar'ın Hereke Köyü'nde bir cami tahrip edilmiş ve ahır haline getirilmiştir. Müze müdürü, tahkikat yapmıştır. Verdiği malumata göre, kütüphane ve medresesi vardır. Kütüphanesinden eser kalmamıştır. Evren oğullarından Kasım tarafından inşa ettirilmiştir. Üstündeki Arapça yazıya göre, 641 yıllık olduğu anlaşılmıştır. Osmanlı-Türk stilindedir. Tahribata rağmen, geriye kalan kısmı muhafaza edilirse, kıymettir."

O CAMİYİ CHP HİZMETE AÇTI

Yani?
Camiyi ahır haline getiren, CHP değil, işgal sırasındaki vandallıktı. Türk nüfusun seneler süren yokluğunda, caminin insafsızca ahır haline getirildiğini tespit eden ve bu bilgiyi Cumhuriyet gazetesine veren, bizzat, CHP'nin İzmir Müze Müdürü'ydü.

(Antik bölge olduğu için, Müze Müdürü tarafından tespit edildi... Cami ibadete açık olsaydı, 1936'da ahır yapılsaydı, teee 1924'te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tespit edilirdi. Diyanet'in haberi bile yoktu, çünkü, senelerdir cami olarak kullanılmıyordu, ibadete kapalıydı. O nedenle, arkeolojik sayım yapan Müze Müdürü tarafından bulundu.)

(...) Bu sonuca nereden varıyorsun derseniz... 1936'da CHP tarafından ahır haline getirildiği iddia edilen o köydeki camiyi, 1936'da, bizzat CHP cami yaptı da, oradan varıyorum!
Kasım Çelebi Camii...

Metruk halde bulundu. Sadece antik ören yerlerinden araklanarak monte edilen sütun duvarı ayaktaydı. Revakları temizlendi. Minaresi onarıldı. İbadete açıldı. İnanmayan, zahmet edip Düzce Köyü'ne gitsin namaz kılsın, öyküsünü ahaliye sorsun.

BAŞLIĞINI GÖSTERİP İÇİNDE YAZANI ANLATMAYAN İKTİDAR

Üstelik. Kupürün başlığını gösterip, içinde ne yazdığını anlatmayan iktidarlar, Menderes'ten Demirel'den beri "İzmir'de tarihi camiyi ahır yaptılar" sakızını çiğniyor ama...
İzmir Seferihisar'daki o tarihi caminin tarihi medresesini yeniden açmak da CHP'ye nasip oluyor!

Seçimi ezici üstünlükle kazanan CHP'li Belediye Başkanı Tunç Soyer, CHP tarafından ibadete açılmasına rağmen, CHP tarafından ahır yaptırıldı denilen Kasım Çelebi Camii'nin medresesini restore ettiriyor. Proje hazırlandı, Anıtlar Kurulu'na sunuldu, kabul edildi, kaynak tahsis edilmesi için İl Özel İdaresi'ne başvuruldu, bugün yarın inşaatına başlanacak.

HAKİKATTEN İNSAFSIZLIK

Dolayısıyla... Söz konusu kupürün sadece "bu ne insafsızlık" tarafı doğrudur.

Mustafa Kemal Atatürk'ü camiyi ahır yaptıran kişi olarak göstermek.. Hakikatten insafsızlık...

-
-
-
-
-
-
-
-
-

"Parayı bulduk.."

Muhlis Sabahattin İstanbul'da Opera ve
Operetler oynayan bir kumpanya kurmuş,

1930'lar.. Carmen'i oynuyorlar.. Turneye çıkmışlar.. Trenle.. İzmit..
Ful çekmişler.. Oradan Adapazarı.. Havalar bozunca temsil iyi gitmemiş..

Eskişehir tam felaket.. Kar diz boyu, temsil bile yapamamışlar..

Yapamayınca da otelde rehin kalmışlar iyi mi?. Beş lira lazım..

Beş lira da önemli para ha.. Babam anlatırdı..

Bebek Belediye'de 125 kuruşa faça masa donatılıp Müzeyyen dinlendiği günler..
Kumpanya karalar bağlamış otelde mucize beklerken, haber duyuluyor..
Atatürk Ankara'dan trene binmiş Eskişehir'e geliyor..

Şapka devrimi, o yıl çıkan ve kadınlarda peçeyi kaldıran kanunla tamamlanmış..

Ata, tanıtmak ve anlatmak için dolaşıyor..
Muhlis Bey lobide haykırıyor..
"Atatürk arkadaşım.. Parayı bulduk.."
Kostüm sandıklarını açıyor.. İçinden bir frak çıkarıyor. Giyiyor..
Doğru Eskişehir garına..

Orada görevliler penguen kılıklı adama bakıyorlar.. Biri "Amerikan
Sefiri olmalı" diyor..

Yol açıyorlar.. Muhlis Bey en öne geliyor.. Tren gara giriyor..
Vagonun camı iniyor..

Atatürk'ün şapkalı eli gardakileri selamlıyor..
Sonra, iniyor aşağı, karşılayıcılara teşekkür etmek için..
Bir bakıyor, karşısında yakın dostu Muhlis Sabahattin..
Kollarını açıyor..

"Muhlis!.."
"Kemal!.."
Sarmaş dolaş oluyorlar..
Muhlis Bey iki cümleyle özetliyor.. "Otelde rehin kaldık, Kemal. Beş
lira lazım!.."
Atatürk ceplerini karıştırıyor, cüzdanı açıyor..Üç tek lira çıkıyor üzerinden..
"Üç liram var, Muhlis!.."
"Beş lira lazım, Kemal.."
Atatürk yanındaki dört yıldızlı generale dönüyor..
"İki liran var mı?..
Paşa ceplerini karıştırıyor ve 1 lira uzatıyor..
"Bu kadar var paşam.."
Atatürk "Dört lirayla idare et Muhlis" diyor..
"Beş lira, Kemal" diyor, Muhlis Bey..
Atatürk özel kalem müdürüne dönüyor bu defa.. Hasan Rıza Soyak
olmalı.. "Bir lira bul" diyor.. Özel Kalem Müdürü ceplerini
karıştırıp, beş kuruşlar, on kuruşlarla bir lirayı denkleştiriyor..
Atatürk sonunda "Beş Lira"yı Muhlis Sabahattin'e uzatıyor..

Ali Poyrazoğlu "Ben bu hikayeyi birinci elden dinledim" dedi..
"O kumpanyanın Carmen temsilinde Don Jose'yi canlandıran
tenor Celal Sururi'den.."
Devrin güzelliğine bakar mısınız?..
Hani sövdükleri devrin..
İnanmadınız değil mi?.
İnanılacak gibi değil çünkü..
Ama Atatürk'ün hangi yaptığı inanılacak gibiydi ki?.
Onun için "Ata" Türk'tü o!..
Teşekkürler Atam..
Sana minnet!..
Sana şükran!.

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org