Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Figen Mete Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Alıntı güzel yazılar :)
03.10.2011
Figen METE
Okunma Sayısı : 6114
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

______##########______________
_____#############____________
____##############____________
___#######______###___________
___######________##__##_______
___######____________###______
___#####_____________######___
___#####____________#######___
___#####___________#######____
___#####____________######____
___#####_____________######___
___######____________###_##___
____######_______#___##_______
____#######____###____________
_____############_____________
______##########______________
________######________________

155 polis imdata yapılan aramalar.

1--Benim dün annem öldü. Bizim karşımızdakiler çalgı çalıp bana hava atıyorlar. Gelin bunları susturun.

2--Mahallemizde bunamış bir horoz var. Saatli saatsiz durmadan ötüyor.Lütfen bu horozun sesini kesin.

3--(5-6 yaşlarındaki bir erkek çocuk) Abi bizim şu sokağın karşısındaki ablalar topumuzu aldı* vermiyor.

4--Halı aldım ama görevliler taksitlerini almaya gelmiyorlar.

5--Ankara Eczacılar Odası'nın telefonu sizde var mı?

6--Buradan her gün uçak geçiyor. Bunu bilerek yapıyorlar. Bu yüzden yağmur yağmıyor.

7--Üst kattaki komşumuzun tuvaleti üzerimize damlıyor. Bunu bizim mi yaptırmamız gerekiyor?

8--Ben doktorum. Arabamın zincirini takamıyorum. Bir polis ekibi gönderin de taksın.

9--Benim radyomda bir problem var. Parazit yapıyor. Gelin çözün.

10--Kahveci bana eski sandalye vermiş. Oturunca pantolonum yırtıldı. Gelin tutanak tutun.

11--Dudullu taksi durağında bir tabela var. Ben geçerken kafamı çarptım. Gelin tabelayı indirin.

12--Beni saat 07.00'de ... numaralı bu telefondan uyandırın.

13--Parkta iki kişi öpüşüyor. Bu edepsizlik!.. Polis gönderin ayırsın.

-
-
-
-
-
Bir bakalım Anne kimdir?

Şimdi sıralayacağım her şeyi yapabilen tek insandır.

Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE denir.

5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana, uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenemeyene, 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE denir.

Çocuğu için gecede beş kere kalktığı halde şikâyet etmeye hakkı olmayana, çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene, bakıma ve yardıma muhtaç hale geldiğinde kendisine sahip çıkmayan evlatlarına " Ne yapsınlar? Çalışıyorlar, kendi düzenleri var, bana vakit ayıramıyorlar." Diyene ANNE denir.

-
-
-
-
-

TEMBELLİK ANAYASASI

Madde 1 : İnsanlar yorgun doğar dinlenmek için yaşar.

Madde 2 : Çalışmak yorar.

Madde 3 : Gündüz dinlen ki gece rahat edesin.

Madde 4 : Yatağını kendini sevdiğin gibi sev, içinden

çıkamayacağın gibi yap.

Madde 5 : Yarın yapabileceğin işi bugün yapma.

Madde 6 : Bugünün işini yarına bırakma, erteleyebileceğin kadar ertele.

Madde 7 : Dinlenen birini görünce otur ona yardım et.

Madde 8 : Oturmak mümkünse ayakta durma, yatmak mümkünse oturma.

Madde 9 : Tembellikten kimse ölmemiş.

Madde 10 : Çalışma isteği duyunca biryere otur isteğin geçmesini bekle.

-
-
-
-
-
Kadın olmak masallarda bile zor:

Ya 7 tane minicik adamla yaşarsın, ya kurbağa öpersin, ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin, ya kuleye kapatılırsın, ya saçlarını elin adamı tırmansın diye uzatırsın, ya gece 12'de külkedisine dönersin elbiselerin yırtılır...
ve en kötüsü bazen seni sadece ayak numarandan tanıyan bi salağa aşık olursun." -
-
-
-
-

Kargalar Bize Ne Öğretir?
İnsanlar kargaları sevmemiştir.
İnsanlara dik dik bakan, siyah renkli türleriyle çevrede dolaşan kuşlar sevilmemiştir.
Hep büyücülere, falcılara, kuşku uyandıran kişilerin yanına yakıştırılmıştır.
Oysa insanlar kuşların çoğunu sever.
Küçük serçeler cıvıldaşırken ekmek kırıntıları verirler.
Güvercinler uğurlu sayılır.
Barışın simgesi de güvercindir.
Kumrular aşk konusunda örnek gösterilir.
Kartal gücün simgesi olmuştur.
Martılar deniz kıyılarının süsüdür.
Ama kargalar? Hayır. Bizden uzak olsunlar.
Ama kargalar da işte bu tutuma aldırmamışlardır.
Kentlerin her yanına yayılmışlardır.
Onları kimse beslemez, kimse yanına yaklaştırmaz.
Ama kargalar kendi başlarının çaresine bakarlar.
Bize verdikleri ilk ders de budur:
DAYANIKLILIK.
Hiç kimseden bir şey beklemeden hayatta kalma sanatı.
Kargalar bu sanatın ustalarıdır.
Sevilmedikleri halde, beslenmedikleri halde, korunmadıkları halde yaşamlarını sürdürürler.
İyi de bunu nasıl başarırlar?
Zekâları ile.
En zeki hayvanlardandır.
Aptal karga imgesi yanlıştır.
Kargalar dörde kadar saymayı öğrenen bir kuştur.
Zekâları ile bir, dikkatleri ile iki.
Yediklerini yerler, yemediklerini gömer, biriktirirler.
İkinci ders de budur:
YARININI DA DÜŞÜNECEKSİN.
Birbirleri ile güçlü bir dayanışmaları vardır.
Birisine bir şey olsa hepsi çevresine üşüşüp yardım etmeye çalışır:
TÜRDEŞLERİNE DESTEK OLACAKSIN.
Kendilerine yapılan kötülüğü de, iyiliği de unutmazlar.
Bir kargaya kötü davranan birisi bütün kargaların saldırısına uğrar.
Bu da onların çok yaşanan özelliğidir.
Bize de ondan bir ders çıkar:
SANA YAPILAN İYİLİĞİ DE, KÖTÜLÜĞÜ DE UNUTMAYACAKSIN.
Kargalar böyle diyor, ama biz de bu dersi daha insanca okuyalım:
İyiliği unutmayalım, kötülüğü - eğer kalıcı değilse - unutmayı yeğleyelim.
Ama KARGALAR bize neler öğretiyor?
Kulak verelim ve ÖĞRENELİM...
ERDAL ATABEK

-
-
-
-

 ------ KADINLARDAN DUYAMAYACAĞIMIZ SÖZLER..:)))))

. Peki aşkım, öyle olsun.

. Bugün anneler günü, annene gidelim.

. Sen maç izlerken ben ütü yaparım.

. Bugün Pazar, istediğin kadar çarşıda kalabilirsin.

. Yok hayatım istemem, herşeyim var çok şükür...

. Ben ek kart istemiyorum. Bir kart ikimize yeter.

. Çok eğlendiniz mi?

. Bebeğimiz olursa adını sen koy aşkım.

. Bu eşyaları mutfak parasından arta kalanı biriktirerek aldım

. Sana bir bira açmamı ister misin?

. Bu sene tatile gitmesek de olur.

. Bana bu kadar  vakit ayırma arkadaşlarını çok ihmal ediyorsun.

. Evin küçüğü büyüğü olmaz şekerim. Ev evdir.

. Bebeğin mamasını ben yaparım, sen git uyu.

. Annem ve babam bize geleceklermiş, haydi kaçalım.

. 100 YTL  fazla bana, 50 YTL  ver sen.

 -
-
-
-
-

Wikipedia:
-"Ben herşeyi bilirim"

Google:
-"Ben herşeye sahibim"

Facebook:
-"Ben herkesi tanırım"

İnternet:
- "Ben olmasam bir hiçsiniz"

Elektrik:
- "Hadi leyn!"

-
-
-
-
-
-
ON ŞEY İÇİN ZAMAN AYIR...

1-Çalışmak için zaman ayır. Bu başarının bedelidir.
2- Düşünmek için zaman ayır. Bu zihnin kudret ve kuvvet kaynağıdır.
3- Eğlenmek için zaman ayır. Bu dinlenmenin ve genç kalmanın sırrıdır.
4- Okumak için zaman ayır. Bu bilginin temelidir.
5- İbadet için zaman ayır. Bu yücelmenin yolu ve ruhun yıkanmasıdır.
6- Başkalarına yardım ve arkadaşlarınla sohbet için zaman ayır.Bu saadetin kaynağıdır.
7- Sevmek için zaman ayır. Bu hayatın neşesidir.
8- Hayal kurmak için zaman ayır.Bu ruhu yıldızlara eriştirir.
9- Gülmek için zaman ayır. Bu hayatın yükünü hafifletir.
10-Plan yapmak için zaman ayır. Bu, ilk dokuz şeyi yapabilmek için zamana sahip olmanın sırrıdır...

-
-
-
-
-
Sadece Türklerin Yaptığı Davranışlar

Yemek sonrası, ıslak mendille eli silip, boşa gitmesin diye aynı mendille masayı ve ardından ayakkabıları silmek.

Çorabının kirli olup olmadığını koklayarak anlamak..

Misafirliğe gelen çocuğa ''Sen burda kal da bizim oğlumuz ol'' demek.

Şampuan bittiği zaman çoğaltmak için içine su dökmek.

Kafasını kuş pislettiğinde , gidip şans oyunları oynamak.

Otobüste yaşlılara yer vermemek için uyuyor numarası yapmak.

Aynı denizin içinde hem yüzebilen, hem işeyebilen, hem sevişebilen, hem de balık tutup yiyebilen tek canlı olmak.

Evde ailece izlenen film de öpüşme sahnesi çıktığında sessizlik hakim olması.

Dürümün son lokmasıyla ayranın son yudumunu denk getirmek.

6 aydır fırçalanmayan diş dişçiye giderken ayıp olmasın diye mutlaka fırçalamak.

Olmayan bir şeyin yokluğunu sorgulamak -ekmek var mı? -yok - hiç mi yok ?

Misafirliğe gittiği evde havlu bulamayınca elini yüzünü kapının arkasında asılı bornozlara silmek.

-
-
-
-
-

0KUY38İLDİY53NİZ 5İZ D3 PA4YL4ŞIN
Dikkatim dağılıyor, hafızam zayıfladı diye üzülen arkadaşlar.
Biraz sonra bu yazıyı kendiliğinden okumaya başlayacak.
Beynimizin NE kadar harika olduğunu anlayıp moral bulacaksınız.
İlginç bir durum, nasıl okuyabildiğimizi bilmiyorum.
Siz de deneyin...sonuç sizi de şaşırtacak

8U M354J 21HN1M121N N3 K4D4R
H4R1KUL4D3 3TK1L3Y1C1 53YL3R
Y4PT1Ğ1N1N K4N1T1D1R.
845L4NG1ÇT4 0KUM4K 20RDU, F4K4T 51MD1 8U 54T1R1 Z1HN1N12
K4F4 Y0RM4D4N 0T0M4T1K 0L4R4K
0KUY481L1Y0R D3Ğ1L M1?
GURUR DUY4B1L1R51N1Z !
S1RT1N121N S1V42L4NM451N1
H4K3D1Y0R5UNUZ !
83Ğ3ND1YS3N1Z V3 0KUY38İLDİY53NİZ
5İZ D3 P4YL4ŞIN

 -
-
-
-
-

‎3 İnsana asla İnanma : Koç , Yay , Balık : Onlar Bencildirler..
3 İnsanı asla Kırma : Boğa , Yengeç , Oğlak : Onlar dürüst ve gerçek aşkı arayanlardır..
3 İnsanın asla gitmesıne izin verme : Başak , Terazi , Akrep : Sır saklayabilirler ve gözyaşlarını görürler..
3 İnsanı asla Kaybetme : Aslan , İkizler , Kova : Onlar gerçek Dosttur...

diyor Astrologlarımız ne kadar doğru acaba ?

-
-
-

aaahhh çocukluk :)))

 

-Çocukluk sıcaktan bunaldığında nerede olursan ol üstünü başını çıkarıp, kenara bir yere atmaktır. Ayakkabılarını fırlatıp bir kenara, çıplak ayak taşlara basmaktır. Hiçbir şeyi kafaya takmadan içinden geldiği gibi davranmak, büyüklerin sana güldüğünde utanıp ağlamaktır. Restoranda tabağındakii yemekleri mıncıklamak, masalara çıkmak ya da masa altına girip, sandalyelerin arasında konuşlanıp, büyüklerin ayağını gıdıklamaktır.

-Çocukluk büyükannenin evindeki koltuk minderlerinden çadır yapmak ve içine girip o küçücük alandayken büyük bir müteahhit edasıyla mağrur, evindeymişsin gibi hissetmek ve mutlu olmaktır.

-Çocukluk en sevdiğin arkadaşının evine ziyarete gittiğinde saatlerce oyuncaklarla oyunlar oynamak, bazen onunla saç saça, baş başa girmek; sonra ağlayıp, birbirine sarılıp barışmak ve gitme vakti geldiğinde seslenen annene cevap vermeden arkadaşınla birlikte saklanıp, hiç sesini çıkarmadan babanın seni bulamayacağını sanmaktır.

-Çocukluk evde oynanan saklambaçta ablanı ebe yapıp, kıkır kıkır gülerek saklanırken perdenin arkasında ayaklarının göründüğünü bilmemek, koltuğun arkasında çöktüğünde poponun havada kaldığını düşünememektir.

-Çocukluk ağabeyinin arkadaşlarıyla takılmanın gururunu okşamasıdır. Onlar önden koşarken arkadan 'Beni bekleyin! ' diye bağırıp, seni takmadıkları halde kendini göstermeye çalışmaktır. Ama sonunda kendini kabul ettirmektir de...

-Çocukluk baban traş olurken 'Ben de olucaaam! ' diye banyoya koşup, jiletin ters tarafıyla olmayan sakallarını traş etmektir.

-Çocukluk komşu teyzenin evindeki çiçekleri koparıp, kötü bir şey yaptığını onun tepkisinden anlamaktır. O mekanı bir an önce terk etmenin yolunu anında bulup, kaçmaktır.

-Çocukluk yuva öğretmeninin göğsüne yapıştırdığı yemek tablosunda işaretlediği yemediğin yemeğin '-' işaretini, kurşun kaleminle '+' ya çevirerek anneni kandırdığını sanmaktır.

-Bütün çikolata ve şekerlemelerden önünde dağ yapıp, o dağı yerle bir etmek istemektir...

-Bir şeyi yapmak isteyip başaramadığında sinirlenip, hırslanıp; baban yardım ettiğinde de 'Ben yapacaktım, neden sen yaptın? ' diye hıçkırıklara boğulmaktır.

-Çocukluk hiç durmadan konuşmak, hiç durmadan soru sormaktır. Kelimeleri yarım yamalak söylerken büyüklerin içinin eridiğini, keyfinin yerine geldiğini, ruhunun beslendiğini, dertlerinden uzaklaştığını bilmemektir.

-Çocukluk geceleri karanlıktan korkmaktır. Gölgelere anlam yüklemek, 'Cadı'dan korkmaktır, o her neyse...

-Çocukluk bitmeyen bir enerjidir. Adamı yorar, ama yokluğu hissedilir.

-Çocukluk biraz da bencilliktir, kendi keyfini düşünmek, sadece kendi çıkarlarını önemsemektir. Ancak, ömrünün en naif döneminde olunmasına rağmen 'gerçek sevgi'yi kimin verdiğini bilmektir. En pahalı, en popüler oyuncakları kim verirse versin; onu taşıyan, iliğiyle, kanıyla, sütüyle besleyen; uykusuzluğa ve yorgunluğa alışmış annesine bağlı ve bağımlı olmaktır.

-Onun kollarında huzurla uyumaktır...Başı sıkıştığında 'Anneeee! ' diye mızmızlanmaktır.

-Çocuklarını canı gibi sevip sakınan, onları büyük emeklerle büyüten, özveri ve fedakarlık gösteren ebeveynlerin çocuklardan tek beklediği şey sevgidir. Bir gülücük, bir kucak tüm yorgunluğunu unutturur insana; bir öpücüğü ömre bedeldir...

Tüm yavrularımızı Allah melekleriyle korusun... -
-
-
-
-

Einstein ile Sohbet...seveceğiniz bir yazı.. Einstein'la ölümüne yakın yapılan, kütüphanelerin tozlu raflarından çıkarılıp günümüzde tekrar hatırlanması gereken bir sohbet.

Dünya neden kaoslar silsilesi yaşıyor?

- Dünya kaosları kötü kişiler ve kararlardan dolayı değil olanları durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden yaşıyor.

Dünya nereye gidiyor?

- 3. Dünya Savaşı doğal kaynak eksikliğinden çıkacaktır. O savaşta hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı'nda taş ve sopalar olacağını biliyorum.

Siz atomu keşfettiniz, Hiroşima ve Nagazaki'nin tepesinde atom bombası patlattılar. Ne düşünüyorsunuz?

- Her savaş insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirine bir halka ekler. Ben atomu insanlığın yararı için keşfettim. Ama insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar. Böyle olacağını bilseydim, bir ayakkabı tamircisi olurdum.

Başarının formülü nedir?

- A=X+Y+Z (A: Başarı, X: Çalışmak, Y: Çalıştığı konuyu oyun gibi görmek, Z: Konuşmak yerine üretmek.
- Bilimin en son ulaşabileceği nokta ne olmalı?

Dünyada tek bir çocuk dahi mutsuz olduğu sürece, büyük icatlar ve ilerlemeler yoktur.

- Ne zaman dünyanın sırrına ereceğiz?

- Bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başarsaydık, bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.

- Bir ülkenin geleceği neye bağlıdır?

- O ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır. Eğitimse insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.

Dünya aptallarla dolu diyorsunuz. Aptalın tanımı nedir?

- Aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı uman kişi. Aptallarla dolu bir dünya çekilmezdir; çünkü dâhiliğin mutlak bir sınırı vardır, aptallığın asla.

Sizin zarif bir insan olmadığınızdan bahsediyorlar...

- Yüksek ruhlar, her zaman sıradan akılların şiddetli muhalefetleriyle karşılaşırla r. Eğer bilimadamı olarak gerçeği açıklamak istiyors an, zarafeti terziye bırakmalısın. Diğer yandan şunu da söylemeliyim ki bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı.

Tüm dünyaya tek bir mesaj vermek isteseniz o mesaj ne olurdu?

- Yeryüzünde ki şartların düzelmesi, sadece bilimsel buluşlara değil çok ahlaklı bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.
-
-
-
-

siz kalem kağıt bulunca neler karalarsınız?
 ben şahsen karmakarışık karalarım.. :)

Karalamalar sizi ele veriyor
İngiliz Grafoloji Enstitüsü yaptığı araştırmalarda, bir şey dinlerken veya düşünürken yapılan karalamaların karakter hakkında ipuçları taşıdığını ortaya koydu
Uzmanlara göre dünyanın her yerinde insanların yaptıkları karalamalarda benzer figürlerin kullanılıyor olması tesadüf değil ve farklı anlamlar taşıyor.
Portre:
Karışık çizilmiş bir surat diğerlerine karşı güvensiz duygulara, komik ifadeli bir surat çizimi dikkat çekme isteğine işaret eder.

Çiçek:
Birçok çiçeği bir arada karalamak bireyin sosyalliğini, sapı eğri çiçek ise endişeyi resmediyor.

Kelebek:
 Hiçbir şeye bağlanmak istemeyen veya ruh halini temsil eder.

Kalp:
Özel birine karşı duyulan duygusal yakınlığı simgeler.

Basamak veya merdiven:
Bir amaca yönelik hırs ve iradeyi gösterir. Ayrıca, daha mutlu ve rahat olma isteğini belirtir.

Karışık desenler:
Karışık ve detaylı karalamalar, takıntıları simgeler. Bu kişiler, duygularını belli etmekten hoşlanmaz.

Ok:
Dik ve düzgün bir ok hedefe gösterilen önemi, desenli bir ok ise arzuları belirtir.

Gemi ve uçak:
İçinde bulunulan durum ve ortamdan kaçma isteğini gösterir.

Ev:
Güvenlik ihtiyacında olunduğunu simgeler. Eğri büğrü ev ise yaşanılan evdeki mutsuzluğu temsil eder.

İsim:
Kendi ismini yazmak, dikkat çekmekten hoşlanmayı; başkasının adı ise o aklın o kişiyle dolu olduğunu gösterir.

Küp veya kutu:
İçinde bulunulan durumu kontrol altına alma isteğini gösterir.

Zikzak:
Yuvarlak zikzaklar romantizm duygusunun baskınlığını, dik ve keskin zikzaklar ise sinirli karakteri simgeler.

Çöp adam:
Duygularını kontrol altına almayı başarmış olma duygusunu belirtir. 
-
-
-
-
-
-

İNEK

 İki ineğiniz vardır.
Birini satıp bir öküz alırsınız.
Sürünüz çoğalır, işler artar, ekonominiz büyür...

AMA ÖRNEĞİN,

 ** ÇİNLİYSENİZ...
**Bir ineğiniz ve bir öküzünüz vardır.
Buzağıları satıp zengin olmak istersiniz.

**HİNTLİYSENİZ...
**Bir ineğiniz ve bir öküzünüz vardır.
Ama onlara taparsınız...Açsınızdır ama Nirvana'ya ulaşırsınız.

**PAKISTANLIYSANIZ...
**Hiç ineğiniz yoktur.
Hindistan'daki tüm ineklerin size ait olduğunu iddia edersiniz.
Bütün paranızla nükleer başlık alırsınız...

**ORTA ASYALIYSANIZ
…**İki ineğiniz vardır.Bir buçuk tanesinin sütünü Rusya'ya vermeyi taahhüt etmişsinizdir.

**AMERİKALIYSANIZ...
**İki ineğiniz vardır.
Altı inek kadar süt almak için 24 saat 3 vardiya zorlarsınız.
İnekler telef olunca, suçlayarak işgal edecek bir ülke ararsınız...

**ALMANSANIZ...
**İki ineğiniz vardır.
İkisi de programlı çalışma harikasıdır...
Her saat başı süt verimi sağlarlar.

**FRANSIZSANIZ...
**İki ineğiniz vardır.
Birinden peynir, diğerinden şarap sağarsınız...

**BELÇİKALIYSANIZ...
**Bir Fransız, bir Hollanda ineğiniz vardır.
Hükümet üçüncüyü vermiyor diye her yıl greve gidersiniz...

**AFRİKALIYSANIZ…
**İki ineğiniz vardır.Birileri gelip "gözlerinizi kapayın" demiştir.Gözlerinizi açtığınızda elinize Kutsal Kitap gelmiş, inekler gitmiştir.

**İNGİLİZSENİZ...
**İki dananız doğmuştur.
İkisi de deli-dana'dır.

**YUNANLIYSANIZ...
**AB damgalı iki ineğiniz vardır.
Ama süt sağmayı bilmezsiniz.

**İSVİÇRELİYSENİZ...
**Beş yüz ineğiniz vardır.
Hiç biri sizin değildir.
Yine de hepsinden kira alırsınız.

**JAPONSANIZ...
**İki ineğiniz vardır.
İkisi de bilim harikasıdır.
Tavşan kadar küçüktürler, iki kat fazla süt verirler.

**İRANLIYSANIZ…
**İki ineğiniz vardır.İnekleri yabana kaptırmamak içinBeş misli masrafa girer onları korumaya alırsınız.

**ARAPSANIZ…
**İki ineğiniz vardır.Niye bunlar petrol veriyor diye şaşarsınız.  Petrol de içilemeyeceğine göre onu yabancılar içer.

**GÜNEY AMERİKALIYSANIZ…
**Bir ineğiniz, bir öküzünüz vardır.Büyük abi her yıl bir inek ister.Bu durumda karnaval yaparsınız.

**RUSSANIZ...
**İki ineğiniz vardır.
Fakat dört tane var sanırsınız.
Çünkü votkayla çift görünürler...

**TÜRKSENİZ...
**İki ineğiniz vardır. Et fiyatları yükseliyor diyeİkisini de kesime gönderir, kısa zamanda köşeyi dönersiniz.

-
-
-
-

anne olmak bir kadina neler ögretir

Gece ne kadar geç yatacağım ya da sabah ne kadar geç kalkacağımı
düşünmezdim.

Dişlerimi fırçalar, saçlarımı uzun uzun tarayabilirdim...

kesintisiz, düşüncesiz uyuyabilmenin kıymetini
bilmezdim.

Evimi her gün temizlerdim. Hatta süsler, püsler, küçük dekorasyon
oyunları yapardım.

Evimi dağıtacak şeylerin küçük oyuncaklar, yırtık kağıtlar olacağı
aklıma bile gelmezdi...

Saksılarımın zehirli olup olmadığını düşünmemiştim bile. Ya da banyoda
duran el sabununun bir içecek gözüyle görülebileceğini...

Anne olmadan önce...

Üzerime bu kadar işeneceğini, kusulacağını ve daha da ilginci bundan
rahatsız olmayacağımı bilemezdim. Gaz çıkartmanın eğlenceli tarafını
göremezdim.

Anne olmadan önce...

Ağlayan bir bebeği aşısı yapılsın ya da test için kan alınacak diye
böğüre böğüre kucağımda sıkabileceğimi bilmezdim. Ağlamaklı gözlere bakıp
ağlayabileceğimi, minik bir tebessümden büyük mutluluklar
yaşayabileceğimi düşünemezdim.

Saatlerce uyuyan bir bebeği seyretmek için uyanık kalabileceğimi...

Anne olmadan önce...

Kalbimin vücudumun dışında bir yerlerde olabileceğini...

Aç bir bebeği doyurmanın insanın ruhunu nasıl doyurabildiğini..

Bir anne ile çocuğunun arasındaki bağın göbek bağından çok daha sağlam
olduğunu...

Bu kadar küçük bir bedenin bu kadar büyük bir huzur verebileceğini...
Düşünemezdim.

Anne olmadan önce...

Bütün bir gece boyunca, hatta geceler boyunca her şeyin yolunda gidip
gitmediğini kontrol etmek için 10 dakikada bir uyanacağıma...

Kapılardan nefes sesi dinleyeceğime...

Başkasının öksürüklerinin ciğerimi parçalayabileceğine...

Bir insan öpücüğünün kesilen parmağımın acısını dindirebileceğine...
İnanamazdım...

-
-
-
-
-
-
-
-

BİR HAFTALIK EVLİYA? ? :)

 
Televizyonda dini bir program seyrediyorum. Ekrandaki kişi, ilahiyat fakültelerinin birinde dekan olmalı. Eski asırlardaki maneviyat büyüklerinden bahsederken:

- Onlar, göz ucuyla da olsa nisa taifesine(kadınlara) bakmazlarmış, diyor. Nerde şimdi o büyük evliyalar?

Duyduğum sözler, damarıma dokunuyor. Ve her müslümanın yapması gereken bir şeyin hiç yapılmıyormuş gibi gösterilmesi, beni ta can evimden vuruyor. Biraz düşündükten sonra müthiş bir karar alıyor ve kendi kendime söz veriyorum: Hocanın "nisa taifesi" dediği hanımlara, konuşmak için bile olsa bir hafta boyunca bakmayacak ve zamanımızda da büyük evliyalar olduğunu ispatlayacağım.

Program bittikten sonra ekmek almak üzere dışarı çıkıyorum. Daha merdivenlerden inerken, alt kata yeni taşındığı söylenen kiracılarla karsılaşıyorum. Evde ne kadar kadın, kız, çoluk, çocuk varsa hepsi kapıda. Hanımlardan biri, benim Türkiye sınırlarını asan şöhretimi duymuş olmalı. Daha görür görmez:

- Vayyyy! … Cüneyd bey, diyor. Kızlarımın tarifinden tanıdım. Çay içmeye geleceğiz inşallah.

Ben aldığım karar gereği hemen basımı eğerken:
- Hoş geldiniz efendim, diyorum. İnşallah memnun kalırsınız komşuluğumuzdan.

Duyduğum seslerden, kalabalığın içinde bir de erkek çocuk olduğu anlaşılıyor. Ona bakayım derken
kazayla hanımları görürüm diye gözlerimi kaldıramıyorum yerden. Çocuk, ablası olacak kızlardan birine fısıldayıp:

- Ben sana, bu adamın kendini beğenmiş bir züppe olduğunu söylemiştim, diyor. Yüzümüze bile bakmıyor KASINTI.

Hemen arkasından yaslı bir kadın sesi:
- Vah evladım vah, diyor. Ne kadar da mahcupmuş zavallıcık. Anlaşılan küçükken çok dövmüşler.

Her evliyanın başına gelen sıkıntılar benim de basıma geliyor tabi ki. Aceleyle merdivenlerden iniyor ve sokağa atıyorum kendimi. Metodum gayet basit: Yürürken sadece yere bakacak ve bana doğru yaklaşan kişilerin ayakkabılarından erkek olduğunu anladığımda, basımı kaldırıp rahatça yürüyeceğim.

Bu büyük buluşumu uygulamak üzere daha birkaç adim attığımda, neye uğradığımı şaşırıyorum. Moda mıdır nedir bilmiyorum ama hanımların çoğunda pantolon var. Altlarında da aynen benimkiler gibi ucu küt, tabanı geniş erkek ayakkabısı veya koca koca asker postalları. Anlaşılan dikkatli olmalıyım. Başımı hiç kaldırmadan giderken, yanımdan geçen kadınların seslerini duyuyorum.

Bir tanesi arkadaşına hitaben:
- Bu adamda bir tuhaflık var ayol, diyor. Boşuna dememişler 'dost basa, düşman ayağa bakar' diye.

Diğer kadın, daha farklı görüşte. Benden uzaklaşıp duvar dibine kaçarken:
- Benim de gözüm tutmadı kardeş, diyor. Belli ki çapkının teki. Yere bakan, yürek yakan cinsindendir mutlaka.

Ben, yine evliya sabrıyla ve ayni şekilde yürürken, birden ne olduğumu anlayamadan kendimden geçiyor ve ilaç kokulu bir yerde gözlerimi acıyorum.

Yattığım yerin etrafında, beyaz elbiseli genç kızlar dolanıyor. Verdiğim söz gereği hemen gözlerimi kapatarak nerede olduğumu kestirmeye çalışırken, hastanede bulunduğumu anlıyor ve başucumdaki hemşirelerin konuşmalarına kulak veriyorum. Kızlardan biri, gözlerimin kapandığını fark edince:

- Yine kendinden geçti zavallı, diyor. Bu üçüncü BAYILIŞI. Önündeki elektrik direğini görmemiş.

Hemşirelerin yanında bir de erkek hasta bakici olmalı. Sinir sinir gülüp:

- Biraz önceki elektrik kesintisi, demek ki bu yüzdenmiş, diyor. Adamın kafasındaki şişliğe bakılırsa, Allah bilir devirmiştir direği.

Ayağa bir kalkabilsem, ben neyi devireceğimi çok iyi biliyorum ama ne mümkün. Basım dönme dolap gibi donuyor, beynim feci zonkluyor.

Biraz sonra erkek doktor geliyor yanıma. Ve beni görür görmez:
- Geçmiş olsun Cüneyt abi, diyor. Çok fena çarptığın için sağ gözünü bandajladık. Bir müddet tek gözle idare et.

Neyse, zor da olsa biraz sonra çıkıyorum oradan. Ama artik akıllandığım için yere falan bakmak yok. Yeni metoduma göre sağlam kalan gözümle yol kenarındaki apartmanların üst katlarına bakacak ve karsımdan gelen insanları siluet olarak fark edip yolumu bulacağım.

Planımın oldukça başarılı olduğunu düşünürken, seslerinden anladığım kadarıyla manavdan alışveriş yapan bir kadın, yanındaki arkadaşına beni gösterip:

- Su terbiyesize bak, diyor. Tek gözlü olduğuna aldırmadan balkondaki kızları seyrediyor. Öbür gözün de kor olsun inşallah.

Can sıkıntısından sıcak sular boşalıyor tepemden. Ne kadar masum olduğumu nerden bilsin zavallı. Ben, söylenenlere sabretmeye çalışarak yine üst katlara bakarken, sanki o yükseklerden düşüyormuş gibi bir halle tekrar geçiyorum kendimden.

Anlaşılan yine hastanedeyim. Biraz önceki hemşirelerden biri:
- Hayret ya! diyor. Bu yine ayni adam. Kanalizasyon çukuruna duşmuş bu sefer.

Bir anda anlıyorum basıma gelen felaketi. Ustum başım çöplüklerden beter kokuyor. Bütün kemiklerimle birlikte sağlam zannettiğim gözüm de sızlıyor. Hastaneden bir an önce kaçabilmek ve eve dönüp temizlenebilmek için sağa sola bakınırken, bir turlu göremiyorum etrafımı. Yine ayni doktor:

- Boşuna uğraşma abi, diyor. Morardığı için öbür gözünü de bandajladık. Bir haftacık sabretmen gerekiyor.

Ben, bu süre içinde ne yapacağımı düşünürken, daha önceki hasta bakici, hemşirelere laf atarak:

- Cüneyd abi size fena tutuldu, diyor. Baksanıza saatte bir uğruyor.

Bu adama sinirimden ateşler basıyor yüzümü. İyileşir iyileşmez hastaneye uçuncu kez uğrayıp onun gözlerini de benimkine benzeteceğim kesin. Her neyse, beni bir ambulansa bindirip eve gönderdiklerinde alt kattaki komsularımıza rastlıyorum yine. Sanki beni bekliyorlar kapıda. Hanım ve kızları, "Geçmiş olsun" dileklerini ayrı ayrı iletirken, çocukları olacak o haylaz velet, yine haince fısıldıyor ablasının kulağına: "Bizim züppe cezasını bulmuş" diyerek.

Komşularımızın yardımıyla merdiveni çıkıp içeri girerken, kendi kendime verdiğim sözü bir hafta boyunca ek****iz olarak tutacağım için yine de seviniyor ve "Evliya sözü, iste böyle olur" diye kasılıyorum.

Gözlerim açıldığında, ne yapacağımı şimdilik bilmiyorum. Ama bir haftalık da olsa evliyalık güzel bir şey değil mi?

Cüneyd SUAVİ nin kaleminden...

-
-
-
-
-

Kadın - Erkek Farkı

-kadın kavga çıkmasın istediği vakit konuşmak ister
-erkek ise kavga etmek istediğinde konuşmaya başlar

-kadın mutlaka duygularının alaşılmasını ister
-erkek ise duygularının anlaşılmasından nefret eder

-kadın "git" dediğinde erkeğin kalmasını istiyordur
-erkek "git" dediğinde ise sahiden kadının gitmesini

-kadın gelecek kaygısı duymamak için evlenir
-erkek evlendiğinde gelecek kaygısı duymaya başlar

-kadın cevap beklemeden de soru sorar
-erkek kesinlikle cevap beklediğinde soru sorar

-kadın "neyin var" dediğinde "hiç birşey" cevabına inanmaz
-erkek "neyin var" dediğinde "hiç birşey" cevabına inanır

-kadın için "evet" ya da "hayır" gibi kısa cevaplar yetersizdir
-erkek içinse, evet ya da hayır cevapları "lüzumundan fazla" yeterlidir

-kadın istemediği bir cevap duyunca yeni sorular üretir
-erkek istemediği bir cevap duyunca daha evvelki sorularını bile unutur

-
-
-

Sen Mükemmelsin

  Iyi bilinen bir konusmaci, seminerine 20 dolarlik bir banknotu göstererek basladi. 200 kisinin bulundugu odaya, "Bu parayi kim ister?" diye sordu ve eller kalkmaya basladi ve konusmaci "Bu parayi sizlerden birine verecegim fakat öncelikle bazi seyler yapacagim" dedi. Parayi önce burusturdu, ve dinleyicilere "Hala bu parayi isteyen var mi?" diye sordu, eller yine havadaydi.

  Bu sefer, konusmacu "Peki bunu yaparsam?" dedi ve $ 20 i yere atti onun üstüne basti, ezdi, pisletti ve para simdi pis ve burusuktu, fakat eller yine havadaydi ve o parayi herkes istiyordu. Ve konusmaci söyle dedi "Arkadaslarim burada çok önemli bir sey ögrendiniz. Burada paraya ne yaptiysam hiç önemli degil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptigim seyler onun degerini düsürmedi, o hala 20 dolar!"

  Hayatimizda çogu kez verdigimiz kararlar veya hayat sartlari nedeniyle hirpalanir, canimiz acitilir, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötu hissederiz, fakat ne oldugu yada ne olacagi önemli degil, hiçbir zaman degerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hirpalanmis yada kirilmis, bunlarin hiçbiri önemli degildir.

  Seni sevenler senin ne kadar degerli oldugunu her zaman bileceklerdir, hayatimizin degeri ne yaptigimiz, veya kimi tanidigimizla degil kim oldugumuzla alakalidir.

  Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanlari düsün olmayanlari degil...

-
-
-

Anladım - Can Yücel

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım.

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil,
Bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım.

Sevmek ile sevilmenin yolu önce kendini sevmekten geçermiş,
Neden kendine aşık olduğunu anladım.

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım.

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.

Ve sevilenle ağlayamıyor, kaçıyorsan ondan, çaresizliktenmiş,
Senin acın için odamda tek başıma hıçkırıklarla ağladığımda anladım.

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım.

Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her bir damla gözyaşına,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğin de anladım.

Ìyi niyet tokmakmış sevilenin başına bazen,
Başımda şişlikler oluşunca anladım.

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım.

Tek başına ayakta durabilecek kadar güçlüysen, yanında tutanlar varmış,
Neden hiç yalnız kalmadığını anladım.

Ve Sana ihtiyacım var, gel diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana git dediğimde anladım.

Biri sana git dediğinde, kalmak istiyorum diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım.

Dostun seni bir kez terk edermiş, bin kez değil,
Aslında hep yanımda olduğunu anladım.

Ve bir kez terk etti mi seni, affetmek çok zormuş,
Ben de affedemediğin şeyin ne olduğunu anladım.

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.

Özür dilemek değil, affet beni diye haykırmak istemekmiş, pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım.

Affedemem, çok geç demek kaltak bir gururdan başka bir şey değilmiş,
hala sevgi varsa içinde eğer,
Tutsak kalbimin kapılarını kırıp, içine baktığımda anladım.

Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış, yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.

Sevgi emekmiş
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş.

Daha bir çok şey anladım. Ama en önemlisi
Daha yolun çooook başında olduğumu anladım.

 Can YÜCEL

-
-
-

-

İki Derviş

İbretlik Hikayelerİki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar. Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde ağlamaktaymış. Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış. Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak sesini de çıkarmamış. Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında; diğer derviş daha fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:

- Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır! Hatta seni baştan çıkarabilirdi.

Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:

- Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun.

-
-
-
Karga ve Leylek

 İbretlik HikayelerBir bilim adamı kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı tür kuşa rastlar bir araştırmasında... Merakını cezp eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yasamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.

Bir yanda karga, bir yanda leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar; ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır; leylek dediğinse leyleklerle…

Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki; birlikte kaçar, birlikte uçar bu beraber yasamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar… O vakit anlar; sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır canlıları birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin "arıza"larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine...

En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran.

-
-
-

-
-
-
-

LEYLÂ ile MECNÛN

Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur.
Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır.
Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen
bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.
Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez.
Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner,
başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.

Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun
(deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur.
Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve
mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz.
Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür.
Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn,
kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:

"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.
Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir.

Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir.
Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de
mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür.
Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir.
Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır.
Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner.
Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar.
Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın
maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz.
Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer.
Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir.
Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez."

Der, kabri kucaklayarak ölür.

Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında,
Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür.
Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki:
"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri,
aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

LEYLA ve MECNUN

Ey Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır
Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma!

Detlilerden yardımını uzak tutma.
Yani beni daha çok belalara müptela eyle!

Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma!
Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.

Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme!
Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler!

Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır,
Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et.

Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede?
Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver

Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki,
Bahar yeli beni sana kavuştursun.

Fuzûlî' nin nasibi gibi beni gururlandırıp,
Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma!

Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve
Bugün hüzünler evimize ayak bastı.

Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki,
Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü.

Ah ateşinin bizi yaktığı,
Ayrılık gecesini aydınlatan meş' aleden bellidir.

Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı,
Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu.

Gördüğümüz bir hayal mi?
Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi.

Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu!
Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim.

Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış.
Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim.

**
Fuzûli' nin 1535' te yazdığı
Leylâ ve Mecnûn adlı mesnevîsi.
-
-
-
-
-

Osmanlı padişahları nasıl öldü?

 FATİH SULTAN MEHMET
Osmanlı tarihinin en gizemli ölümü Fatih Sultan Mehmed'inkidir. Fatih Sultan Mehmed, Mayıs 1481'de Mısır Memlük devleti üzerine sefere çıktı. Gebze yakınlarında hastalanınca başhekimi Lari müdahale etti, ancak sultanı tedavi edemeyince eski başhekim Yakup Paşa, sultanı iyileştirmekle görevlendirildi. Yakup Paşa, bazı ilaçlar vererek padişahın sancısını azaltmak istedi fakat ilaçların bir faydası olmadı. Fatih kısa bir komadan sonra 31 Mayıs 1481'de Gebze'de Hünkâr Çayırı (Tekfur Çayırı)'nda öldü. Fatih dönemi uzmanı Franz Babinger, sultanın zehirlenerek öldürüldüğünü iddia etti. Bu görüş ilim çevrelerinde günümüze kadar süren tartışmalara sebep oldu.  Şehabedin Tekindağ ve başka bilim adamları da sultanın ölümünün eceliyle olduğu, zehirlenmediğini savundular.  Bütün araştırmalara rağmen Fatih'in ölümündeki çözülemedi.

SULTAN ABDÜLAZİZ
1861 ile 1876 yılları arasında Osmanlı tahtında bulunan Sultan Abdülaziz de Fatih'ten sonra ölümü en fazla tartışılan padişahtır. Tahttan indirildikten birkaç gün sonra 4 Haziran 1876'da Feriye Sarayı'nda bilekleri kesilmiş bir halde bulunan padişahın tahtan indirilmenin üzüntüsü ile intihar ettiği söylenir.  Ancak öldürülmüş olma ihtimali daha kuvvetlidir.

YILDIRIM BEYAZID
En büyük Osmanlı komutanlarından olan Yıldırım Bayezid 1402'de Ankara Muharebesi'nde Timur'a esir düşmüştü. İçine düştüğü durumu hazmedemeyen padişah, yüzüğündeki zehiri içerek 8 Mart 1403'te Akşehir'de intihar etti. Zehirle ölen bir diğer Osmanlı padişahı da aynı ismi taşır. Fatih'in oğlu İkinci Bayezid, Nisan 1512'de askerin isyanı sonucunda oğlu Yavuz Sultan Selim lehine tahttan çekildikten sonra ömrünün kalanının geçireceği Dimetoka'ya doğru yola çıktı, ancak buraya varamadan 21 Mayıs 1512'de yolda öldü. Muhtemelen Yavuz, ileride bir taht kavgasını çıkmasını önlemek için babasını zehirletmişti.

I.MURAT
Birinci Murad harp sahrasında şehit olan tek Osmanlı padişahıdır. 15 Haziran 1389'da Sırplar'ın büyük bir bozguna uğradığı Birinci Kosova Savaşı'nın sonunda, Sırp Kralı Lazar'ın damadı Miloş Obroneviç padişahın huzuruna çıktığı sırada, göğsünde sakladığı hançeri Birinci Murad'a saplayarak sultanı şehid etti.

II.OSMAN
Osmanlı tarihinde bir isyan sonucu öldürülen ilk padişah İkinci Osman'dır. İkinci Osman, çevresindekilerin yanlış yönlendirmesi ve kendisinin de gençliğinin verdiği tecrübesizlikle askerin isyanına sebep oldu. Sadrazam Davud Paşa ve yanındakiler Yedikule'de genç padişahı bir kementle yakalayıp, boğdular. Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah idare ettiği insanlar tarafından öldürülüyordu.

SULTAN İBRAHİM
Öldürülen bir diğer Osmanlı padişahı Sultan İbrahim'dir. Sultan İbrahim, 7 Ağustos 1648'de tahttan indirilip, yerine küçük yaştaki oğlu Mehmed geçirilmişti. Ancak tahttan indirilen padişah kapatıldığı yerde on gün kalabildi. Feryatları bütün saray halkını etkiliyordu. Sultan İbrahim'i yeniden tahtta çıkarmak isteyenlerin sayısı artınca, Kösem Sultan ve devlet ileri gelenleri sultanı 18 Ağustos 1648'de boğdurttular.

 III.SELİM
Osmanlı tarihinde adı yeniliklerle anılan Sultan Üçüncü Selim, Kabakçı İsyanı'yla Mayıs 1807'de tahttan indirilip, yerine Dördüncü Mustafa geçirilmişti. Sarayda hapsedilen padişahı tekrar tahta çıkarmak için Nizâm-ı Cedit taraftarları Rusçuk'ta örgütlendiler. Alemdâr Mustafa Paşa, bir orduyla İstanbul'a gelerek, Sultan Selim'i tekrar tahta çıkarmaya teşebbüs etti. Ancak tedbirli davranmadığı için Dördüncü Mustafa taraftarları 28 Temmuz 1808'de Üçüncü Selim'i öldürdüler.

 IV.MUSTAFA
Üçüncü Selim'i öldürten Dördüncü Mustafa da aynı akıbete uğradı. Askerlerin Dördüncü Mustafa'yı tekrar tahta çıkarmaya teşebbüs etmesi üzerine tahtını emniyete almak isteyen İkinci Mahmud onu 17 Kasım 1808'de boğdurttu .

OSMAN GAZİ
Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olan Osman Gazi 1326'da kalp yetmezliğinden öldü.

ORHAN GAZİ
82 yaşındayken felç yüzünden 1362'de öldü.

ÇELEBİ MEHMED
1421'de yüksek tansiyon yüzünden beyin kanaması geçirdi ve kısa bir süre sonra öldü.

İKİNCİ MURAD
Şiddetli bir baş ağrısı sebebiyle yatağa düştü ve üç gün sonra 3 Şubat 1451'de öldü. Ölüm sebebi beyin kanaması veya beyindeki bir timördür.

 YAVUZ SULTAN SELİM
21 Eylül'ü 1520'yi 22 Eylül'e bağlayan gece kanserden vefat etti.

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN
1566'da Sigetvar kuşatmasının son günü 6/7 Eylül gecesi beyin kanamasından öldü.

İKİNCİ SELİM
Bir hamam alemi sırasında cariyeleri kovalarken düşüp yaralandı. 1574'te göğüs boşluğunda meydana gelen kanama yüzünden öldü.

ÜÇÜNCÜ MURAD
17 Ocak 1595'te prostat kanserinden öldü.

 ÜÇÜNCÜ MEHMED
Bir gün saraya dönerken yolda karşılaştığı bir meczub, "56 gün sonra gelecek kazadan kurtulamazsın Gafil olma padişahım" demişti. Bu olay Üçüncü Mehmed'i derinden etkiledi Padişah yemeden, içmeden kesildi ve 22 Aralık 1603'te kalp krizi geçirerek öldü.

 BİRİNCİ AHMED
Çok gençken, 22 Kasım 1617'de 28 yaşında mide kanserinden öldü.

BİRİNCİ MUSTAFA
Osmanlı tarihinde tek "Deli" padişahı olan Sultan Mustafa 1623'te tahttan indirildikten sonra 20 Ocak 1639'da bir sara nöbeti sırasında öldü.

 DÖRDÜNCÜ MURAD
Osmanlı İmparatorluğu'nu eski parlak günlerine döndüren Dördüncü Murad, gençlik döneminde çektiği sıkıntılar ve çevresinin de etkisiyle aşırı derece de içkiye düşkündü. 8 Şubat 1640 gecesi sirozdan öldü.

DÖRDÜNCÜ MEHMED
1687'de tahttan indirildikten sonra dört yıl sonra 4 yıl hapis hayata yaşadı. Yakalandığı zatürrenin ilerlemesi sonucu 6 Ocak 1693'te öldü.

İKİNCİ SÜLEYMAN
40 yıl sarayda hapis hayatı yaşadıktan sonra 1691'de tahta çıktı. Viyana bozgun yıllarında sıkıntılı geçen dört yıllık bir padişahlığın ardından 6 Şubat 1695'te böbrek yetmezliğinden öldü.

İKİNCİ AHMED
6 Şubat 1695 yılında kalp yetmezliğinden veya ödemden öldü.

İKİNCİ MUSTAFA
1703'te bir isyan sonucu tahttan indirildi. Bu olayın üzüntüsünü üzerinden atamadan 29 Aralık 1703'te prostat kanserinden öldü.

 ÜÇÜNCÜ AHMED
Eğlenceleriyle meşhur Lale Dönemi'nin padişahı olan Üçüncü Ahmed, 1730'da Patrona isyanı sonucu tahttan indirildi. Yıllarca Topkapı Sarayı'nda hapis hayatı yaşadıktan sonra, şeker hastalığının vücudunda meydana getirdiği tahribatın sonucunda 24 Haziran 1736'da öldü.

BİRİNCİ MAHMUD
21 yıl padişahlık yaptıktan sonra, 13 Aralık 1754'te bir Cuma namazı dönüşünde saraya dönerken attan düşüp, beyin kanaması geçirip öldü.

ÜÇÜNCÜ OSMAN
Üç yıllık hükümdarlığını sonunda 1757'de veremden veya mide kanserinden 30 Ekim 1757'de öldü.

 ÜÇÜNCÜ MUSTAFA
Yüksek tansiyon hastası olan padişah 21 Ocak 1774'te beyin kanamasından öldü.

 BİRİNCİ ABDÜLHAMİD
1787-1791 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Anapa Kalesi'nin Rusların eline geçtiği haberi üzerine beyin kanaması geçirdi ve bir süre sonra 7 Nisan 1789'da öldü.

İKİNCİ MAHMUD
Osmanlı modernleşmesinin başlatıcısı olan İkinci Mahmud aşırı derecede içki içerdi 28 Haziran 1839'da veremden öldü.

ABDÜLMECİD
Tanzimat dönemini başlatan sultan 25 Haziran 1861'de babası İkinci Mahmud gibi veremden öldü.

 BEŞİNCİ MURAD
Tahtta en kısa süre duran Osmanlı padişahıdır Müzmin şeker hastası idi. Bu hastalığın vücudunda meydana getirdiği tahribatın neticesinde 29 Ağustos 1904'de öldü.

 İKİNCİ ABDÜLHAMİD
"Kızıl Sultan mı, Ulu Hakan mı" diye Osmanlı tarihinin en çok tartışılan padişahı olan İkinci Abdülhamid, 10 Şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda 76 yaşındayken yakalandığı zatürrenin ilerlemesi sonucu veremden öldü.

BEŞİNCİ MEHMED REŞAD
Müzmin şeker hastası idi Şekerin vücudunda yaptığı tahribat sonucunda 3 temmuz 1918'de öldü.

 ALTINCI MEHMED VAHİDEDDİN
Son Osmanlı padişahı olan Vahdettin San- Remo'da 16 MAYIS 1926'da kalp krizinden öldü.

-
-
-
-
-

İKİ KİŞİLİK OSMANLI ORDUSU

 
İki Osmanlı Askerinin İbret verici hikayesi,
2 kişilik Osmanlı ordusu Kendi ülkemizde, onların cesaretlerinin sadece onda birine
sahip olsaydık, ülkemiz şimdi bu durumda olur muydu?

İki Osmanlı Askeri

Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder, Raca Osmanlıdan yardım ister Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte sadece 350 kişilik bir askeri birliği gemiyle Hindistan'a gönderir 350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri Hindistan'da karaya çıkarlar ve İngilizlerle savaşmaya başlarlar
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı askerleri birkaç günlük mücadeleden sonra teknolojik donanıma sahiıp İngiliz askerleri karşısında yenik düşerler ve 40 kadarı esir alınır diğerleri de savaşta şehit olurlar Savaş bittikten sonra bu 40 osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar Esir tutuldukları İngiliz gemisi Avustralya'ya geldiğinde, iki Osmanlı Askeri bir yolunu bulup gemiden kaçarlar
Bir süre sonra, adı Karadeniz Diyarından Menteşoğlu Abdullah olan, baba mesleği dondurmacılığa başlar Karahisar Diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba mesleği kasaplığa başlar
1918'de Avustralya Çanakkale'ye asker çıkarır ve bizim iki Osmanlı Askeri olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum değerlendirmesi yaparlar Biz Osmanlı Askeriyiz ve Avustralya'da yaşıyoruz Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler Alırlar kağıdı kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Başkanı Ekselans Hazretlerı,
Biz iki Osmanlı Askeri, ülkenizde bulunuyoruz, duyduk ki devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale'ye asker göndermişsiniz Bundan dolayı iki Osmanlı Askerı olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız Bu bir Osmanlı savaş fermanıdır Ekselansların bilgilerine duyurulur
Karahisar diyarından Karadeniz diyarından
Tarakçıoğlu Mehmet Mentesoglu Abdullah

İki Osmanlı Askeri, Sidney'in 250 km uzağında karlıdağlar denilen bölgede once virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler ve üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar Aynı bölgede 8 karakol basarlar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar
Ne oldugunu bir türlü çözemeyen Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı Askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve mektubun atıldığı bölgeye 250 kadar asker gönderirler ve iki Osmanlı Askeri araştırılmaya başlanır Birkaç günlük araştırmadan sonra sıcak çatışma olur ve iki Osmanlı Askeri bu dağlarda şehit edilir
İki askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km uzakta karlıdağlar'da ve mezarlarında fotoğraf çekmek yasak Avustralyalılar iki Osmanlı Askeriyle savaştık demek zorlarına gittiği için bu askerlerimize (Hindistan asıllı) diyorlar Oysa Hindistan'da ne Karahisar Diyarı, ne de Karadeniz Diyarı diye bir bölge yok

(Bu bilgi Hindistan büyükelçiliği'nin açıklamasından çıkarılmıstır)

-
-
-
-

BEKARLARA NASİHAT :)

 
Eğer,İlerde bir gün arkanı dönüp KEŞKE demek istemiyorsan,

' Eşini doğru seç…! ! '

Doğru eş her zaman uzun zaman flört ettiğin kişi değildir.
Önemli olan kısa zamanda da olsa fikirlerinin uyuştuğu,
Yaşam tarzlarının benzediği,
Espri anlayışının yakın olduğu,
Zor zamanlarında hep yanında olacağını bildiğin,
Dertlerini, sevinçlerini paylaşabileceğin,
Fikirlerine, olaylara bakış açısına güvendiğin,
Senin fikirlerine saygı duyan,
Konuşmaktan sıkılmayacağın,
Hayata küstüğün zaman seni kabuğundan çıkarıp eğlendirebilen,
Gözlerine baktığında ne söylemek istediğini anladığın,
Aynı zamanda iyi bir arkadaş,
Fiziksel görünüşün dışında da seni sen olduğun için sevebilecek ve
bunu kaldırabilecek birini eş olarak seçmelisin...! ! ! —

-
-
-
-
-

Gani Müjde tam oturtmuş vallahi...

TESETTÜRE UYGUN TIP FAKÜLTESİ

- Sevgili yavrularım. Cezm-i Âlem Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne hoş geldiniz. Burada size ilm-i tababetin ve kâinatın sırlarını öğreteceğiz. Özellikle kızlarımız için söylüyorum; tıbbiyede çekinmek olmaz. Dileyen başına hiç çekinmeden türban takabilir. Şimdi, bu bir erkek kadavrası oluyor. Paltonun üzerinden kolayca görülebileceği gibi, akciğerler şu bölgede bulunuyor.

Mide ise nah şu düğmenin altında.

Bu yamanın olduğu yerin tam altında ise karaciğer bulunuyor. Fakat bizim konumuz bu değil; bugün idrar yolları ile ilgili bir çalışma yapacağız.

- Avvvv, avvvv ...

- Hemen celallenmeyin. İdrar yolları ile ilgili çalışma yapacağız dediysek, adamı soyup şeyi üzerinde çalışacağız demedik.

Şimdi nazarî olarak meseleyi ele alırsak, şu burunu "şey" farz edelim ...

- Pipisi.

- Sana sormadık fahişe kılıklı şey! Erkeklerin yanında müsaade almadan konuşmayı sana kim öğretti?

- Ama hocam ...

- Sus, sus! Hocalar götürsün seni. Madem konuşacaktın, niye geldin bizim okula? ODTÜ'ye git, İTÜ'ye git.

Ne diyorduk? Burnu pipisi farz ediyorduk, değil mi? Şu burun deliklerinin yer aldığı şişlik kısımları da ne oluyor o hâlde?

- Taşşş*k ...

- Kahpe! Sana soran oldu mu? Git şu köşede elli kere gül suyu diye bağır.

Şimdi ameliyata geçebiliriz. Hastanın başı kesinlikle kıbleye dönük olmalı.

- Ama oksijen maskesi ve yaşam destek cihazı diğer tarafta kalıyor.

- Sen gülsuyu demeye devam et.

Şimdi burnu hastanın dolmakalemi farz ediyorduk, burun deliklerini de hastanın şeyleri, değil mi?

- Benim kafam iyice karıştı hocam.

- O zaman benden günah gitti. Kızlar arkanızı dönün. Hastanın şeyini şey edecez.

- Biz de bakalım hocam. Bir şey öğrenemiyicez yoksa.

- Öğrenip de naapacaksınız karılar? Sizi fahri doktor yapıcaz zaten. Doktor olup da hastanın orasına burasına bakmak bir ehli namus kadınına yakışır mı? Zinaya girer vallah. Ölü de olsa göz zinasına girer. Doktor falan dinlemem. Mesela ben karıma erkek şeyi seyrettirmem kardeşim. Ya adamın ki, af buyuuurun, eşek şeyi kadarsa? Sonra mukayese ... Filan ... Günah işte ulan! ...

- Kadınlar kime gösterecek peki hocam?

- Kadınlar kadın doktora gösterebilir ancak.

- Ya doktor lezbiyense?

- Sen sus zilli! Ne dedi bu?

- Yani sevicilik hocam. Yani kadın kadına ... Duymadınız mı hiç?

- Bunları öğrenmek iş değil. Bizim işimiz millî şeylerin ışığında vatanına, dinine, imanına faydalı tabip yetiştirmek.

- Ama hocam, Hipokrat yemini edicez sonuçta. Bakmazsak olmaz.

- Kim demiş? Hipokrat kim oluyor yahu? Allah'ın yemini dururken Hipokrat'ın yemini kaç para eder? Bak, ben size bir yemin metni hazırladım bile. Bundan kelli böyle yemin edeceksiniz.

"Karşı cinsten olan hastalarıma el sürersem;
"Yanında eri olmayan hastalarıma derece sokarsam;
"Allah beni çarpsın, ağzımı burnumu ters döndürsün, zürriyetimi kurutsun."

- Peki, ya kaba etine iğne yapmak lazım gelirse?

- İğne olmaz. Hastayı uyutmak istiyorsanız benim çoraplarımı koklatın.

- Peki, açık kalp ameliyatında ne yapacağız?

- Haa, şimdi bakınız, kalp ameliyatları uzun sürer. Sabah namazı ile öğle namazı arasında bismillah denilip hastanın içine girilir. Sonra ne yapılır?

- Kalbe inilir.

- Hayır, kâfir! Öğle namazına gidilir. İkindiden sonra ameliyata girilir. Yatsıya kadar hasta iyileşmezse "Allah verdi, Allah aldı," denilir.

Eveeet, şimdi gelelim bu kadavra üzerindeki tetkiklerimize. Kadavranın donu var, değil mi?

- Evet hocam.

- Bakalım ... Aman yarabbi, bu don da ne böyle? Üzerinde dil resmi var. Kenarında da çıngırak.

- Bu donlar yeni moda hocam.

- Çabuk çıkartın şu donu. Kızlar türbanlarınızı ters çevirin. Rezalet bu, rezalet! Ahhh ... Ahhh kalbim ...

- Hocam! Hocam kendinize geliniz. Hoca hastalandı, çabuk tedavi edelim.

- Çekilin yanımdan! Dokunmayın bana! Ben canımı sokakta bulmadım.  Elini süreni yakarım. Houston'a gidip ameliyat olmam lazım. Beni De Bakey'e emanet ediniz

Yazan:Gani Müjde

-
-
-
-
-
-

Yaşamak Direnmektir..

Dealer, Cleveland, Ohio'lu 90 yaşındaki Regina Brett'in kaleminden:
1.Hayat haksızlıklarla dolu ama yine de güzel! ! !
2.Şüphede kalma, ikinci bir adım daha at!
3 Hayat, nefrete harcayacak kadar uzun değil!
4.Hastalandığında sana işin değil, ailen, arkadaşların bakacak. Onlarla ilişkini koparma!
5.Her ay kredi kartlarını ödemeyi unutma.
6.Her tartışmayı kazanacaksın diye bir şey yok! . Fikir farklılıklarını kabul et! ! !
7.Ağlayacaksan, bir başkası ile birlikte ağla! Tek başına ağlamaktan evladır…
8.Tanrıya kızmanda bir mahzur yok! O bunu kaldırabilir! ! !
9.İlk maaşından başlamak üzere, emekliliğine para ayır…
10 Söz konusu çukulataysa, direnmenin anlamı kalmıyor…
11 Geçmişinle barış ki, bugününün içine etmesin!
12 Çocukların seni ağlarken görsün! Bundan kaçınma…
13 Hayatını başkaları ile mukayese etme, ötekilerin neler çektiğini bilmiyorsun!
14.Bir ilişki gizli olacaksa, sen içinde olmamalısın!
15.Göz kırpacak kadar bir zamanda herşey değişebilir. Ama merak etme, Tanrı asla göz kırpmaz! ! !
16.Derin bir nefes al, kafanı sakinleştirir.
17.Güzel ve yararlı olmayan, seni mutlu etmeyen her şeyi çöpe at! Düşünce kalıpların da dahil!
18 Her ne yaşıyorsan, seni öldürmediği müddetçe, güçlü kılar.
19.Mutlu bir çocukluk geçirmek için geç kalmış değilsin de, bu sadece ve sadece sana bağlı!
20.Hayatta sevdiğin her ne ise, peşinden giderken asla 'hayır' sözcüğünü cevap kabul etme.
21.Mumları yak, değerli yatak takımlarında uyu, kendine pahalı iç çamaşırları satın al. Bunlar için özel fırsatlar bekleme, bugün zaten özeldir! 22.Önce hazırlan, sonra da kendini akıntıya bırak.
23.Şimdiden egzantrik ol! Kırmızı giymek için yaşlanmayı bekleme.
24.En önemli sensin ve çok özelsin...
25.Mutluluğun için senden başka sorumlu yoktur! .
26.Her yaşadığın felaketin ardından kendine şu soruyu sor: 'Beş yıl sonra bunun benim için ne önemi olacak?
27.Daima yaşamı seç.
28.Herkesi, herşeyi affet.
29.Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez! .
30.Zaman her imkana sahip... Zaman tanı!
31.Durum ne kadar iyi veya kötü olursa olsun, değişecektir…
32.Kendini fazla ciddiye alma, kimse almıyor ki zaten!
33.Mucizelere inan! ! !
34.Tanrı, Tanrı olduğu için seni seviyor. Yoksa yaptıkların ya da yapmadıkların için değil! ! !
35.Hayatı denetlemeyi bırak! Öne çık, kendi hayatını kendin yarat.
36.İki seçeneğin var 'Erken ölmek' ya da 'yaşlanmak'…
37.Çocuklarınızın, yaşayacak başka çocukluk dönemi yok!
38.Sonuçta gerçekten önemli olan sevmiş olmandır! ! !
39.Her gün dışarı çık... Mucizeler her yerde seni bekler!
40.Dertlerimizi bir torbaya doldurup, milletinkilerle birarada görsek, bizimkileri geri toplardık...
41.Kıskançlık zaman kaybıdır. Zaten ihtiyacınız olan herşeye sahipsiniz! ! !
42.Her şeyin en iyisini daha yaşamadın! ! !
43.Kendini nasıl hissedersen et, kalk, giyin ve dışarı çık!
44.Yol ver!
45.Hediye paketinde olmasa bile, hayat yine de bir hediyedir! ! ! '

BU MAİL'İ ALANLARIN % 93'ÜNÜN,
KİMSEYE GÖNDERMEYECEĞİ HESAPLANMIŞTIR.
GÖNDERECEK OLAN % 7 İÇİNDEYSEN,
' Ben, %7 grubuna dahilim..' başlığını koyup, arkadaşlarına gönder.
Yaşamak direnmektir…..!

-
-
-
-
-
-
-
-

--------KIZ ARKADAŞLARIM...---------

 Annem
- 'Kız arkadaşlarını unutma' diye tavsiyede bulunmuştu..
'Yaşın ilerledikçe senin için daha önemli olacaklar, kocanı-çocuklarını ne kadar çok seversen sev, yine de kız arkadaşlarına ihtiyaç duyacaksın..
Onlarla bir yerlere gitmeyi ihmal etme..
Onlara vakit ayır ve kız arkadaşlarını daima hatırla.. Onlar sadece arkadaşların değil.. Senin kardeşlerin, kızların...' demişti..
-'Ne kadar komik bir öğüt. Daha yeni evlenmedim mi ? Artik ben evli bir kadınım. Kız arkadaşlarına ihtiyaç duyan bir genç kız değilim ki. Bundan sonra kocama hayatimi adamak, yapacağım tek şey olacak'
diye düşünmüştüm..
Ama yıllar geçtikçe, çocuk olsa da ya da olmadıkça, kocalardan boşandıkça , sevgililerin biri gidip diğeri geldikçe ,annemin dediklerinin ne anlama geldiğini çok iyi anladım..
Zaman geçiyor..
Hayat akıyor..
Mesafe ayırıyor..
Ask büyüyor.. Sonra azalıyor..
Kalpler kırılıyor..
kocalar evde bir yerde duruyor..
Veya evlilikler mahkemede son buluyor..
sevgililer değişip duruyor..
Erkekler arayacaklarını söyleyip, aramıyor..
İsler geliyor ve gidiyor..
Ebeveynler ölüp gidiyor..
Komsular değişiyor..
Ama kız arkadaşlar hep oradalar...
Siz onları bırakmadığınız sürece..
Geçen yıllar ve arada kaç km. mesafe olduğu hiç önemli değil.. Bir kız arkadaş, hiçbir zaman ona ihtiyaç duyduğumuzdan daha uzak değil..
Hayatiniz içinde, öyle ya da böyle, yakin ya da uzak..
Arkadasınız olan kadınlara bunu yollayın..
Ben simdi yaptım bile...
Tüm Kız Arkadaşlarıma Sevgiler...
   
                 SİZİ  SEVİYORUM...

-
-
-
-
-
-

ders Meşhur piyanist Arthur Rubisnstein konserlerinden birinde küçük bir kızın hatıra defterini imzalamakta tereddüt ediyormuş. Ellerinin çok yorulmuş
olduğunu ileri sürerek, küçük kızı başından savmaya çalışmış.Kız, tereddüt etmeden şöyle demiş;
'Ellerinizin ne kadar yorgun olduğunu biliyorum ama inanın benim ellerimde,sizinkiler kadar yorgun.'
Arthur Rubinstein anlayamamış ve nedenini sormuş küçük kıza;

'Alkışlamaktan..' demiş küçük kız..

Karşınızdaki size değer veriyorsa eğer, siz de ona değer vermekten hiç korkmayın.Ama onun için değeriniz yoksa ya da onun değer listesindeki yeriniz listenin sonlarına doğruysa korkun ona değer verirken... 

-
-
-
-
-
-

28 Harfte Egitim

Çocuğunuza;

A- Akıl Vermeyin
B- Başkalarına Benzemesini Beklemeyin
C- Ciddiye Alın
Ç- Çimlere Basmasını Sağlayın
D- Denemesine İzin Verin
E- Empati Kurun
F- Fikrini Sorun
G- Gurur Duyduğunuzu Söyleyin
H- Hayallerini Sorun
I- Israrcı Olmayın
İ- İnatlaşmayın
J- Jest Yapın
K- Kucaklayın
L- 'Lütfen' li Konuşun
M- Model Olun
N- Ne İstediğini Sorun
O- Oyun Oynayın
Ö- Özür Dileyin
P- Paylaşın
R- Rica Edin
S- Sorumluluk Verin
Ş- Şans Verin
T- Tutarlı Olun
U- Utandırmayın
Ü- Üzüntülerini Paylaşın
V- Vakit Ayırın
Y- Yüreklendirin
Z- Zevklerini Öğrenin –

Bunlardan birkaç tanesini değil, hepsini yapın ama…(Yok yaa.. deyisinizi duyar gibiyim)

-
-
-
-
-

İstanbul'un Tezatları...

İstanbul'umuzun ;

Olimpiyatı yok./Olimpiyat Stadı var.

*****

3 kilometreyi 3 saatte gidersin./Formula pisti var.

*****

Baraja ev yapıyorlar./Çeşmelerden deniz suyu akıyor.

*****

Mısır Çarsısı'nda Mısır bulamazsin.

*****

Manifaturacilar Çarşısında/Plak satiliyor.

*****

Sahaflarda,/Halı var.

*****
Kapalicarsi;Turistlerin carsiya ciktigi gun, kapali.

*****
Akmerkez,mavi.

*****
Sehirlerarasi yolcu otobuslerinin yuzde 99.9'u Anadolu'ya gider
Otogari Avrupa'da.

******
Bakirkoy,Hem bakir, hem köy

*****
Altinsehir,Hem altin hem sehir, gecekondu!

*****
AtaŞEHİR? KadıKÖY'e bagli.

*****
Ahirkapi'ya Gemi baglaniyor!

*****
Bayrampasa'nin,Adi bayram, kendi cezaevi.

*****
Yedikule zindanlarinda Konser veriliyor.

*****
Sultanahmet Cezaevi desen,5 yildizli otel

*****
Topkapi Sarayi.
Ciragan Sarayi.
Dolmabahce Sarayi.
Garibanin uc kurusa karnini doyurdugu yerlerin adi da,"simit sarayi"

*****
Belediye baskani, muhallebici

*****
Bostanci'da ;Bostan yok

*****
Tahtakale'de ;Kale yok.

*****
Tarlabasi'nda ;Tarla yok.

*****

Etrafta ev mev yokken
Bakkal dukkáni acan adama şaşkin demisler
Saskinbakkal'da ev almak ;New York'tan pahali!

*****

Besiktas'tan Uskudar'a gec,2 kilometre; Parayla.

*****
Besiktas'tan Florya'ya git,22 kilometre;Bedava

*****

"Ortasindan bogaz gecen,Hem Asya'ya hem Avrupa'ya,
iki kitaya basan dunyadaki tek sehir" derler
Peki Canakkale ne?

*****

"Zeynep Kámil Hanimefendi'nin hatirasi önunde saygiyla egiliyoruz"falan da derler
Halbuki, Zeynep hanimefendi,Kamil kocasi.

*****

Tarihi hipodromda;Ramazan senligi yapiyorlar

*****
Turkiye'nin en buyuk kumarinin oynandigi ;Veliefendi, seyhulislam!

*****
Soyun burali mi
Baska yerden mi
Kiz sen Istanbul'un
Neresindensin?
Polonezkoy Muhtari Daniel Ohotski,5'inci gobek, dogma buyume Istanbullu

*****
Istanbul Belediye Baskani,Artvinli.

*****

Sisli Belediye Baskani Erzincanli

*****

Eminonu Belediye Baskani,Malatyali,

*****

Pendik Belediye Baskani,Sakaryali,

*****

Umraniye Belediye Baskani,Balikesirli,

*****

Uskudar Belediye Baskani,Trabzonlu,

*****

Kadikoy Belediye Baskani,Muslu,

*****

Gaziosmanpasa Belediye Baskani,Kastamonulu

*****
Gazi Osman Pasa da,Tokatli'ydi zaten.

*****

En ünlü Restorani,Konyali!

*****
Malum,Galata Koprusu'nun Adi Galata
Kendi Balat'tadir

-
-
-
-
-
-
-

Bir Zamanlar .. 
 * Gazocağı ve tel dolabımız vardı. Annem, tıkanan gazocağını, ucunda
tel olan bir aletle açmaya çalışırken habire söylenirdi.
* Banyoda tuhaf bir soba vardı ve tuhaf bir yakacakla ısıtılırdı.
* Banyolar kurnalıydı, hamam tasımız vardı.
* Plastikleri çıkmadan önce tuvalette takunya bulunur, ve herkesin
ayağına olması için en büyük numara seçilirdi.
* Okul kapısında ayva, şam tatlısı, macun şeker, susamlı şeker , pamuk
helva,kestane satılırdı. 5 kuruşa bir dilim şam tatlısı, alırdık.
*. İlkokulda ABD yardımı süt tozu ve balıkyağı hapları dağıtılırdı.
* Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarımız vardı. Artık
yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamız için muska
takarlardı!!
* Okul açılacağı zaman Sümerbank ayakkabıları alınır, çok sevdiğim
modeller için de bayramı beklememiz söylenirdi.
* Bayramlarda, kıyafetlerimiz ve yeni ayakkabılarımız başucumuzda
dururdu.Bazılarımız koynuna alır, yatardı.
* Uyduruk oyuncaklarımız vardı. Hatırlı bir kişiden çok güzel bir
oyuncak araba veya bebek geldiği zaman, bozulmaması için kaldırırlır,
bize verilemezdi!! Biz ona o bize bakardık.
* Babalarımızın gömlek yakaları, bizim okul yakalarımız pazar
akşamları kolalanırdı.
* Genellikle herkes pazar günleri yıkanırdı!! banyo merasimle yanar,
çamaşır değişilirdi!!
* Agustos ayinda denize girilirken ,samyeli carpmasin ve vucutta leke
birakmasin diye mayoya demir civi takilirdi.
* Ecnebi filmlere aydın aileler , Türk filmlerine de fakirler
veeğitimsizler giderdi.
* Akşam 18.00 seansı tercih edilirdi.
* Filmler, sokak sokak dolaşan arabalardan bağırarak duyurulur,
reklamı yapılırdı.
* Sokaklardan, yoğurtçu, yorgancı, kalaycı, dondurmacı, eskici,
bileyci ,sülükçü(!!) geçerdi.
* 25 kuruşa Bisiklet kiralar, ''şans kader kısmet talih niyet 5
kuruuş''diye bağıran ve yuvarlak delikleri kazıtarak ilkel piyango
çektiren çocukların peşine Fareli Köyün Kavalcısı gibi takılırdık
* Herkesin en güzel ve en büyük odası misafir odası olarak ayrılır,
kapısı kapatılırdı. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tıkılınır, hayat
geçirilirdi.
* Radyo en kıymetli eğlencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçırılmazdı
.Uğurlugil ailesindeki Arap Bacı'ya herkes hayrandı.
* Radyo tiyatrosu sayesinde tüm klasikler ezberimize girmişti. Haluk
Kurdoğlu, Semih Sergen ve Işık Yenersu'nun sesine aşıktım. Genellikle
Kerim Afşar, Tomris Oğuzalp esas oğlan ve esas kız olurdu.
*Turk Sanat Müziğini kentliler, Turk Halk Müziğini de köylüler dinlerdi.
* İlkokulda okuma bayramı, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de
bayram etmezdi.
* Aşı oluncağı zaman tek iğne ile neredeyse koca sınıf bitirilirdi.
Aids henüz çıkmamıştı, eşcinsellik duyulmamıştı.
* İsveçli sarışın güzeller güzeli May Britt ile çirkinler kralı zenci
Sammy Davis Jr evlendiğinde yer yerinden oynamıştı.
* Okulda, Kürt ,Rum, Ermeni, Yahudi, köylü, şehirli bilmezdik. Kimse
kimseye böyle garip soru sormaz, merak dahi edilmezdi. Sadece Alevi
kelimesi fısıldanarak öylenirdi.
*Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak ,
geleneklerimize aykırıydı , ayıptı. Misafir gidince ilk iş onu açmak
olurdu.
* Misafirlikte ne kadar aç olursanız olun, ikram tabağındakileri
bitirmekde ayıptı. Görgülüler bir lokma mutlaka bırakır, görgüsüzler
hepsini yerdi.
*Dondurma mayıs sonunda çıkar, annem temmuza kadar izin vermezdi.
* Sokakta oynarken en sevdiğimiz yiyecek, bir dilim taze ekmek üzerine
sanayağı ve toz şekerdi.
* Kaçık çoraplar, çektirilmek için tuhafiyeciye götürülür, ertesi günü alınırdı.
*. Külotlu çoraptan önce tüm kadınlar jartiyer kullanır, yaşlılar,
baldırlarına lastik takardı.
* 60 lı yıllarda evlenen her genç kızın çeyizinde mutlaka 1 adet baby
doll bulunurdu..
* Fotoğraflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kişinin düğün resimleri
cenaze törenlerini andırırdı. Ağır, vakur ve ciddi olmak önemliydi.
* Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlıkla bebek emzirirlerdi.
* Yazlık Sinemalara battaniye ve minderlerle gidilir, çekirdek
çitlenirdi. Arada frigo buz satılırdı. Pahalı olduğu için babam
almazdı.
* Çarşıda, pazarda anne ve babamızdan bir şey istemek ayıptı. Ancak
sorulursa yanıtlardık. Canımız istediği halde çoğunlukla da red
ederdik.
*Her gencin en kıymetli eşyası Dual pikaptı. Plak almak için harçlık
biriktirirdik.
* Defter-kitap kaplama kağıtları ya kırmızı ya da mavi olurdu.
* Gazete kağıtlarından kese kağıdı yapar, undan yapılmış tutkalla yapıştırırdık.
* 'Bir maniniz yoksa annemler bu akşam size gelecek ' bir teklif
değil, bir kararın iletilmesi gibiydi. Bu soruya 'hayır' demek mümkün
değildi, adetlerimize göre ayıptı. Önemli bir program varsa (sinemaya
bilet, başka ziyaret vs) derhal iptal edilir, aile telaş yumağına
dönerdi.

Ne kadar çabuk değişti değil mi ?

-
-
-
-
-
-

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org