Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Figen Mete Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Atatürk sayfası...
05.11.2012
Figen METE
Okunma Sayısı : 14566
Oy Sayısı : 9
Değerlendirme : 5
Popülarite : 4,77
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▓ ▓ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▓ ▓ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▒ ▒ ▒ ▒ ▒ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓
▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓ ▓

ATATÜRK' ÜN KÜÇÜK ÜLKÜ' SÜ

Küçük Ülkü

Sabiha Gökçen?den bir anı:

Sisler arasında kalan bir günü anımsıyorum bu arada? Kucağında kırk günlük bir bebekle Çankaya?daki eski köşke gelen Vasfiye Hanım?ı? Vasfiye Hanım kim mi? Anlatayım: Mustafa Kemal Paşa?nın annesi Zübeyde Hanım çok iyiliksever bir insanmış. Elinden geldiğince herkesi yardımına koşar, dertli başları dertten kurtarmaya çalışır, kendi beceremezse oğlunu, biricik Mustafa?sını yardıma çağırırmış. Günü birinde cici bir kız getirmişler kendisine. Tatlı mı tatlı, yaşına rağmen olgun da. Pek beğenmiş bu kızı Zübeyde Hanım, adı Vasfiye imiş. Yanına almış, büyütmüş. Vefatına kadar da hiç yanından ayırmamış. Gün gelmiş kısmeti çıkmış Vasfiye Hanım?ın, hemen evlendirmiş. Ama nedense mutlu olamamış kızcağız. Birkaç kez evlilik geçtiği halde başından, hep dönüp dolaşıp yine Zübeyde Hanım?ın yanına gelmiş. Ve ölümüne kadar da yanından ayrılmamış. Ancak bu acıdan sonra ortada kalmış Vasfiye Hanım. Derken bu boşlukta yaşayamayacağını anlayarak çıkıp Paşa?nın yanına varmış. Ona halini anlatmış. Annesine çok düşkün olan Gazi, Vasfiye Hanımı da onun yadigârı olarak bağrına basıp, yanına almış. Böylece sıkıntılardan kurtulmuş kadıncağız.

Yazgısı buymuş ki yine bir kısmeti çıkmış. Ankara Orman Çiftliği İstasyon Şefi Tahsin Bey diye, namuslu bir kişi. (Sonradan soyadı yasası çıkınca Tahsin Çukurluoğlu olmuştu) Paşa?nın onayını alan Vasfiye Hanım, Tahsin Bey?le evlendikten sonra hamile kalmış. Günü gelince de nurtopu gibi bir kız çocuğu dünyaya getirmiş. Şöyle kırk günlük olunca yavruyu Paşa?ya göstermek istemişler. Paşa pek beğenmiş ve adını da kendisi koymuş: Ülkü.

Ülkü 1932 yılında Ankara?da doğmuştu. Ana yavrusu olarak bir yıl kadar kendi yuvasında kaldıktan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa onu da yanına aldırtmış ve ölümüne kadar da köşkten ayırmamıştı. Evet, bu sisler arasında kalan bir hikâyedir. Ülkü?nün doğuşu, köşke gelişi, yazgısının değişmesi böyle başlamıştır.

*
*
*
*
*
*
*
*
*
*

*

Atatürk Niye mi Büyük?

Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK?tür. Çünkü O, yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.
Bill Clinton

O?nu sizler layıkıyla takdir edemezsiniz. Büyüklüğünü gereği kadar ölçemezsiniz. O, yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar, bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için O?na uzaklardan bakmak gerekir.
Claude Farrere

ATATÜRK sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü bugünden çok başka olurdu. Keşke sağ olsaydı da, biz o büyük adamın izinden gidebilseydik.
Winston Chirchill

Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Franklin D.Roosevelt

Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal?de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.

Sir Charles Townshend

ATATÜRK?ün askerlik tarafına hayret etmiyorum. Her meslekte deha sahibi insanlar vardır, buna şaşılmaz. Fakat İsviçre Medeni Kanunu?nu kabul etmek ve Türkiye?de yürürlüğe koymak! Bu adeta dehanın da üstünde bir şey. İşte buna hayranım!

Edouard Herriot

Askerlik dehasıyla, insanlık idealini O?nun kadar nefsinde birleştirmiş bir adam tanımıyorum. Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal?i görmek için neler vermezdim.

General Douglas McArthur

Kahramanlıklarını göz önüne aldığımda, özetle diyebilirim ki, tarihte ülkesi için, Mustafa Kemal Atatürk?ten daha büyük işler başarmış hiç kimse yoktur.

Tarquin Olivier

Mustafa Kemal sosyalist değil, fakat görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, yüksek anlayışlı, ilerici ve iyi düşünceli, akıllı bir lider.

Lenin

Mustafa Kemal; bir millet, bütün vasıtalarından mahrum edilse dahi, kendini kurtaracak vasıtaları yaratabileceğini ispat eden adamdır.

Adolf Hitler

Atatürk, yalnızca tüm zamanların en iyi komutanlarından biri değil, aynı zamanda siyaset kuramının büyük filozoflarından biridir.

Jorge Blanco Villalta

Atatürk, tarihin Türk ulusuna ve insanlığa bir armağanıdır.

Klaus Liebe

Atatürk, bütün insanlık için gerçek bir onur simgesi.

UNESCO

Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır, fakat sen buna dayanıklı olacaksın. Önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır. Kendini büyük değil; küçük, zayıf, kimsesiz ve araçsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana ?Büyüksün? derlerse bunu söyleyenlere güleceksin.

Mustafa Kemal ATATÜRK

Seni hiç görmedik, ama çok özledik...

-
-
-
-
-
-
ATATÜRK'ÜN SİLAH ARKADAŞLARI

CEVAT ABBAS GÜRER (1887-1943)

1887 yılında halen Yugoslavya sınırları içinde bulunan Niş'te doğdu. Şerif Abbas Bey'in oğludur. 13 Aralık 1905'te Harp Okuluna girdi. 1 Eylül 1908'te Piyade Teğmen rütbesiyle mezun oldu. 3 ncü Ordu emrine verildi. Manastır Harp Okulunda öğrenci iken İttihat ve Terakki Cemiyetine girdi.

İtalya, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında bulundu. Üsteğmen rütbesiyle katıldığı Çanakkale Savaşında, Mustafa Kemal, Cevat Abbas'ı emir subayı olarak karargahına aldı. 1916'da yüzbaşılığa yükseldi. 16 Mayıs günü Samsun'a gitmek üzere Bandırma Vapuru'na binerken, merkezi Erzurum'da bulunan 9. Ordu Müfettişliği başyaveriydi. Cevat Abbas, Samsun'dan Erzurum'a varıncaya kadar Mustafa Kemal'in yazışma işlerini yönetti. Sivas Kongresinde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensuplarının Meclisi Mebusan seçimlerine girebilmeleri görüşü benimsenince Bolu'dan milletvekili seçildi ve İstanbul'a gitti. Meclisi Mebusan dağıtıldıktan sonra Ankara'ya döndü ve Birinci TBMM'ne Bolu milletvekili olarak katıldı. Erzurum'da istifa etmesiyle son bulan askerlik hayatı, 1920'de yeniden başladı ve yüzbaşı rütbesiyle Kurtuluş Savaşına katıldı. Yozgat Ayaklanmanın bastırılmasında gösterdiği çalışmalarından dolayı kendisine İstiklal Madalyası verildi. Rütbesi 1923'te binbaşılığa yükseltildi. 1924'te kurulan İş Bankasının kurucuları ve hisse sahipleri arasında Cevat Abbas da vardı.

Cevat Abbas Gürer 1941 yılına kadar milletvekilliği yaptı. Mustafa Kemal'le ilgili hatıralarını, Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk'ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak (1939) adlı kitapta topladı. 1943 yılında Yalova'da öldü.

FALİH RIFKI ATAY (1894-1971)

1894 yılında İstanbul'da doğdu. Rehberi Tahsil Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra Hüseyin Cahit'in Yalçın müdürlük yaptığı Mercan İdadisi'nde öğrenimini tamamladı. Darülfünunun Edebiyat bölümünü bitirdi. İdadide edebiyat öğretmeni olan Celal Sahir Erozan ile kendisinden bir ileri sınıfta okuyan Orhan Seyfi Orhon, Falih Rıfkı'nın edebiyat beğenisinin gelişmesine yardımcı oldular. İlk Yazıları, Serveti Fünun dergisinin genç yazarlara ayrılan ek sayfalarında yayımlanan Falih Rıfkı'nın Tecelli (1911) dergisi ile Süleyman Bahri'nin yönettiği Kadın (1912) dergisinde Cenap Şahabettin ile Ahmet Haşim'in eserlerini hatırlatan şiirleri çıktı.

1912'de Tanin gazetesinde düz yazıları yayımlanmağa başladı; İstanbul Mektupları, Edirne mektupları gibi yazıları çıktı. 1913-1914 yıllarında sadaret ve Dahiliye Nazırlığı kalemlerinde çalıştı. Dahiliye Vekili Talat Paşa ile birlikte gittiği Bükreş'ten Tanin gazetesine röportaj yazıları yolladı. Bu dönemdeki yazıları, Türkçülük ve Türkçecilik akımlarının etkisini taşıyordu. I. Dünya Savaşında yedek subay olarak Suriye'ye gitti; 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa'nın hususi katipliğini yaptı. Suriye ve Filistin'deki savaş anılarını 'Ateş ve Güneş' (1918) kitabında topladı. Cemal Paşa'nın Bahriye nazırı olması üzerine Kalemi Mahsusa müdür yardımcılığına getirildi (1917) . Kazım Şinasi Dersan, Necmettin Sadık Sadak, Ali Naci Karacan ile birlikte Akşam Gazetesini çıkarmağa başladı (1918) . Bu gazetede Günün Fıkraları başlığıyla sürekli yazılar yazdı. Kurtuluş Savaşını destekleyen etkili yazıları dolayısıyla idam istenerek Kürt Mustafa Divanı Harbi'ne verildi. Fakat İnönü Zaferinin kazanılması üzerine Divanı Harp tutumunu değiştirdiği için idamdan kurtuldu. Kurtuluş Savaşı sona erdiği sırada İzmir'de Atatürk ile görüşmeğe gelen gazeteciler arasındaydı. Atatürk'ün isteği üzerine İkinci Büyük Millet Meclisi'ne Bolu'dan milletvekili seçildi (1922) . Daha sonra uzun yıllar Ankara Milletvekili olarak T.B.M.M.'de bulundu. Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazarlığını yaptı.
Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında Dil Encümeninde görev aldı. Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın tutumuna şiddetle karşı çıktı. Ulus gazetesinin başyazarlığını yaptığı dönemde Ankara şehir planı jürisinde üyelik ve İmar Komisyonunda başkanlık yaptı. 1946'da çok partili döneme geçildikten sonra Ulus gazetesinde CHP'nin savunuculuğunu sürdürdü. Demokrat Parti'nin 1950'de iktidara geçmesinden sonra Dünya Gazetesini kurarak (1952) muhalefete geçti; yeni iktidara karşı Atatürk devrimlerini savundu. Falih Rıfkı Atay, sağlam, atak, çekici, anlatımı ve duru Türkçe'siyle Cumhuriyet basınının Encümeninde usta kalemlerinden biriydi. Günlük siyasi olayları ele alan başyazı ve fıkraları yanında Ulus ve Dünya gazetelerinde Pazar günleri yayımladığı haftalık yazılarında çok usta bir deneme ve söyleşi yazarı niteliği gösteriyordu.

Gezi ve anı türlerinde Cumhuriyet döneminin çok ilginç ürünlerini verdi. Eserleri: 'Eski Saat' (1933) , 'Niçin Kurtulmamak? ' (1953) , 'Çile' (1955) , 'İnanç' (1965) , 'Kurtuluş' (1966) , 'Pazar' 'Konuşmaları' (1966) , 'Bayrak' (1970) , 'Ateş ve Güneş' (1918) , 'Atatürk'ün Bana Anlattıkları' (1955) , 'Mustafa Kemal'in Mütareke defteri' (1955) , 'Çankaya' (1961) , 'Batış Yılları' (1963) , 'Atatürk'ün Hatıraları'; '1914-19' (1965) , 'Atatürk Ne idi? ' (1968) , 'Faşist Roma', 'Kemalist Tiran, Kaybolmuş Makedonya' (1930) , 'Deniz Aşırı' (1931) , 'Yeni Rusya' (1931) , 'Moskova-Roma' (1932) , 'Bizim Akdeniz' (1934) , 'Taymis Kıyıları' (1934) , 'Tuna Kıyıları' (1938) , 'Hind' (1944) , 'Yolcu Defteri' (1946) , 'Atatürkçülük Nedir? ' (1966) , 'Roman' (1932) .

-
-
-
-
-
-
Çanakkale zaferi böyle kazanıldı...

SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ?

Çanakkale Savaşı sonralarında Atatürk'ü Ziyarete gelen Amerikalı General belirli bir süre konuştuktan sonra Türk askerini görmek istediğini Atatürk'e belirtir ve Atatürk'te en yakın askeri kışlaya generali götürür. Askerler generali törenle karşılarlar (Bu günkü gibi değil tabi savaş koşullarında) General bakar ki askerler bitkin çoğunun üniformaları yırtık paramparça. Ayaklarında çoğuna yakınının botları yok, olanların ki ise ayak parmakları ve ayaklarının büyük bölümü yırtıklardan dışarı çıkmış, çoğu açlıktan bitkin halde gözüküyor. Daha sonra Amerikalı general sıradaki askerin birine yaklaşır ve omzuna eliyle biraz güç uygular ve Asker yere düşer;

General Atatürk' e dönerek şunu söyler: 'SİZ ÇANAKKALE ZAFERİNİ BU ASKERLERLE Mİ KAZANDINIZ? '

Atatürk - 'EVET Biz Çanakkale'yi bu askerlerle kazandık' dedikten sonra yere düşen askerin kulağına birşeyler fısıldadıktan sonra General'e askeri tekrar sarsmasını ister. General az önce bitkin bir biçimde yere düşen Askeri bütün gücüyle sarsmaya çalışır ama ASKER kımıldamaz sanki beton bir heykel gibi durur ve çok güçlü bir direnç gösterir. Bunu gören General büyük bir şaşkınlık içinde Atatürk'e sorar

-'AZ ÖNCE KULAĞINA NE SÖYLEDİNİZ? '

Atatürk şunları söyler:

- 'İLK BAŞTA OMUZUNA DOKUNDUĞUNUZDA YERE DÜŞTÜ ÇÜNKÜ SİZİ DOST OLARAK BİLİYORDU'

-'2.DE İSE KULAĞINA SİZİN BİZİM DÜŞMANIMIZ OLDUĞUNUZU SÖYLEDİM'

TÜRK ASKERİ DOSTLARINA SEVGİ İLE YAKLAŞIR AMA DÜŞMANININ ÖNÜNDE İSE ASLAN GİBİ DURUR..
ALINTI
-
-
-
-
-
-
AMERİKANIN VERGİ VERDİĞİ İLK VE TEK DEVLET

1783 yılında Amerika, Avrupa standartlarına göre mütevazi olan donanmasıyla Atlas Okyanusu ve Akdeniz?de bayrak göstermeye başlamıştır.

Fakat 25 Temmuz 1785' te Cadiz açıklarında Osmanlı Donanma
sı tarafından bir gemilerine elkonulur.

Takip eden sene içinde 12 Amerikan gemisi daha aynı sonu paylaşır.

Bunun üzerine George Washington ve Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı arasında 22 Maddelik bir antlaşma imzalanır. Antlaşmanın genel içeriği ise şöyledir;

Osmanlı devletine yılda 642.000 altın ve 12.000 Osmanlı altını ödenecek vergi karşılığında Amerikan Donanmasına ait gemiler Atlas Okyanusu ve Akdenizde serbest dolaşım hakkı elde edecektir.

Bu antlaşmanın metni Türkçe olarak hazırlanmıştır ve Amerikan tarihinde de örneği ilk ve sondur.

-
-
-
-
-
-
1923-1950 TAM LİSTE -

OSMANLI'NIN TÜM BORÇLARINI ÖDEYEN VE TEK KURUŞ BORÇLANMADAN TÜM BUNLARI YAPAN, TÜRK PARASININ EN DEĞERLİ PARA HALİNE GETİREN CUMHURİYET'E SATAŞACAK OLANLAR BİLSİN ÖYLE KONUŞSUN BARİ.

1923
-Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu kuruldu.

1924
-Gölcük'te ilk tersane ünitesi kuruldu.
-Devlet Demiryolları kuruldu.
-İstanbul - Ankara arasında ilk yolcu uçağı seferi yapıldı.
- Türkiye İş Bankası kuruldu. (İş Bankası özel bir bankadır, devlet bankası değildir.)
- ilk planlı şehir olarak tanzim edildi.
- Türkiye Tütüncüler Bankası kuruldu.
- İlk milli sigorta Anadolu Sigorta faaliyete geçti.
- Bursa'da Karacabey Harası kuruldu.
- İstanbul'da Liman İşleri inhisarı kuruldu.
- 1920'de Atatürk tarafından kurulan Anadolu Ajansı, Anonim Şirkete dönüştürüldü.
- Gazi Orman Çiftliği kurulmaya başlandı.

1925

- Eskişehir Cer Atölyelerinde demiryolu malzemesi üretecek birimler hizmete girdi.
- Adana Mensucat Fabrikası üretime başladı.
- Türkiye'nin ilk betonarme köprüsü Menderes Nehri üzerine yapıldı.
- İlk Cumhuriyet altını basıldı.
- Tayyare Cemiyeti'nin katkılarıyla Ankara'da Türk yapımı ilk planör uçuruldu.
- Şeker Fabrikaları kurulmasına ilişkin kanun kabul edildi.

1926

- Demir Çelik Sanayii?nin kurulmasına ilişkin kanun yayımlandı.
- Türk Telsiz Telefon Şirketi kuruldu.
- Eskişehir Uçak Bakım İşletmesi açıldı.
- Yabancı gemilere tanınan ayrıcalıkları kaldıran Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi.
- İlk şeker fabrikası Alpullu Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.,
- Ankara otomatik telefonu işletmeye açıldı.
- İstanbul'da inşaat demiri üreten ilk haddehane açıldı.
- Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri kuruldu.
- Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı. (1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar bu fabrikada toplam 112 savaş uçağı üretildi.)
- Bakırköy Çimento Fabrikası kuruldu.
- Uşak Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.

1927

- Teşviki Sanayi Kanunu kabul edildi.
- Bünyan Dokuma Fabrikası hizmete girdi.
- Ankara - Kayseri demiryolu açıldı.
- Samsun - Havza - Amasya demiryolları açıldı.
- Bursa Dokumacılık Fabrikası açıldı.
- İlk basketbol ligi düzenlendi.

1928

- Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.
- Haydarpaşa-Eskişehir-Konya ve Yenice-Mersin Demiryolları yabancılardan satın alındı.
- Ankara Çimento Fabrikası açıldı.
- Ankara Numune Hastanesi açıldı.
- Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü kuruldu.
- İstanbul Bomonti'de Türk Mensucat Fabrikası hizmete girdi.
- Amasya - Zile demiryolu açıldı.
- Malatya Elektrik Santralı açıldı.
- Kütahya - Tavşanlı demiryolu açıldı.
- İstanbul'da Üsküdar, Bağlarbaşı ve Kısıklı'da tramvay hatları açıldı.

1929
- Gaziantep'te Mensucat Fabrikası işletmeye açıldı.
- Mersin- Adana demiryolu yabancılardan satın alındı.
- Ayancık Kereste Fabrikası açıldı.
- Trabzon Vizera Hidroelektrik Santralı hizmete girdi.
- İstanbul'da Fatih-Edirnekapı tramvay hattı hizmete girdi.
- Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.
- Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın alındı.
- Kütahya- Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolları açıldı.
- Paşabahçe Rakı ve İspirto Fabrikası hizmete girdi.

1930
- Ankara - Sivas Demiryolu Hattı ulaşıma açıldı.
- Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası açıldı.
- Kayseri - Şarkışla demiryolu açıldı.
- İstanbul Galata Köprüsü'nden 70 yıldan beri alınan köprü geçiş ücreti kaldırıldı.

1931
- Bursa- Mudanya demiryolu yabancılardan satın alındı.
- Gölbaşı - Malatya demiryolu açıldı.
- Tekel Genel Müdürlüğü kuruldu.
- Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu.

1932
- Devlet Sanayi Ofisi (DSO) kuruldu.
- Samsun- Sivas demiryolu açıldı.
- Diyarbakır Tekel Rakı Fabrikası işletmeye açıldı.
- Sanayi Teşvik Kanunu ile toplam 1473 işletme teşvikten yararlandırıldı.
- İzmir Rıhtım İşletmesi yabancılardan satın alındı.
- Türkiye Sanayi Kredi Bankası kuruldu.
- Kütahya - Balıkesir demiryolu açıldı.
- Ulukışla - Niğde demiryolu açıldı.

1933
- Eskişehir Şeker Fabrikası açıldı.
- Sümerbank resmen faaliyete geçti.
- İstanbul - Ankara arasında düzenli uçak seferleri başladı.
- Adana-Fevzipaşa demiryolu açıldı.
- Ulukışla - Kayseri demiryolu açıldı.
- Yerel Yönetimlere finansal yardım için İller Bankası kuruldu.
- Zonguldak Yatırım Bankası ve Kayseri Milli İktisat Bankası kuruldu.
- Havayolları Devlet İşletmesi kuruldu.
- Samsun- Çarşamba demiryolu hattı yabancılardan satın alındı.
- Halk Bankası kuruldu.
- Ankara'da Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.

1934
- Bandırma- Menemen- Manisa demiryolu yabancılardan satın alındı.
- İzmir -Kasaba demiryolu yabancılardan alınarak devletleştirildi.
- Keçiborlu Kükürt Fabrikası üretime başladı.
- Turhal Şeker Fabrikası açıldı.
- Isparta Gülyağı Fabrikası üretime başladı.
- Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan ilk uçağın deneme uçuşu yapıldı.
- Basmane (İzmir) - Afyon demiryolu yabancılardan satın alındı.
- Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikasının açılışı yapıldı.
- İlk Süttozu Fabrikası Bursa'da açıldı.
- Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası işletmeye açıldı.
- Demiryolu Elazığ'a ulaştı.

1935
- Aydın Demiryolları yabancılardan satın alındı.
- Amortisman Sandığı kuruldu.
- MTA Enstitüsü kuruldu.
- ETİBANK kuruldu.
- Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruldu.
- Türkkuşu kuruldu.
- İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alındı.
- Ankara'da troleybüs hattı işletmeye açıldı.
- Fevzipaşa - Ergani - Diyarbakır demiryolları açıldı.
- Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası üretime başladı.
- Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası işletmeye açıldı.
- Afyon - Isparta demiryolu açıldı.
- Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası'nın açılışı yapıldı.
- Ankara Mamak'ta Gaz Maskesi Fabrikası açıldı.

1936
- Kabotajın Deniz Yolları İdaresi'ne geçmesi sağlandı.
- Ankara Çubuk Barajı açıldı.
- Edirne-Sirkeci Şark Demiryolları yabancılardan satın alındı.
- Haydarpaşa Numune Hastanesi hizmete girdi.
- Sümerbank Malatya İplik ve Bez Fabrikası kuruldu.
- İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası hizmete girdi.
- Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.
- İzmir Havagazı Şirketi yabancılardan satın alındı.
- İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
- SEKA'nın İzmit'teki fabrikasında ilk kağıt üretildi.

1937
- Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası üretime başladı.
- Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı.
- Çatalağzı - Zonguldak demiryolu açıldı.
- Ankara'da ilk Bira Fabrikası kuruldu.
- Toprakkale - İskenderun demiryolu yabancılardan satın alındı.
- Ankara'da Motorlu Tayyarecilik Okulu açıldı.
- Urfa'da Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği açıldı.
- Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası açıldı.
- Denizbank kuruldu.
- İstanbul ve Trakya Demiryolları yabancılardan satın alındı.
- Diyarbakır - Cizre Demiryolu açıldı.
- Yozgat Termo-Elektrik Santralı hizmete verildi

1938
- Gemlik Suni İpek Fabrikası açıldı.
- İzmir Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
- Ankara Radyoevi hizmete girdi.
- Divriği Demir Madenleri üretime başladı.
- Bursa Merinos Fabrikası faaliyete geçti.,
- Murgul Bakır İşletmeleri satın alındı.
- Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü kuruldu.
- Eskişehir İspirto Fabrikası açıldı.
- İstanbul Elektrik Şirketi yabancılardan satın alındı.
- Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kuruldu.
- Sivas - Erzincan demiryolu açıldı.
- Giresun'da Fiskobirlik kuruldu.

1939
- Ergani Bakır İşletmesi hizmete girdi.
- Karabük Demir Çelik Kok Fabrikası üretime başladı.
- İstanbul'da yabancıların işlettiği Tramvay Şirketi tesislerini hükümete devretti.
- İstanbul'daki Tünel İşletmesi tüm tesislerini hükümete devretti.
- Bursa ve Mersin elektrik tesisleri devletleştirildi.
- Adana Elektrik Şirketi devletleştirildi.
- Sivas Demiryolu Makinaları Fabrikası kuruldu.
- Aydın'da 4000 köylüye toprak dağıtıldı.
- İstanbul'da İETT kuruldu.
- Karabük Demir Çelik Fabrikası Yüksek Fırınları hizmete girdi.
- Ankara Havagazı Şirketi devletleştirildi.
- Karabük Demir Çelik Boru Fabrikaları hizmete girdi.
- İlk Türk denizaltısı Haliç'te denize indirildi.
- Sivas - Erzurum demiryolu açıldı. (Cumhuriyetin ilk 15 yılında yapılan demiryolu 3.000 km.ye ulaştı.)
- Tekirdağ Şarap Fabrikası hizmete açıldı.

1940
- Kozabirlik kuruldu.
- Türk Petrol Şirketi kuruldu.
- Ereğli Kömür İşletmesi kuruldu.
- Haliç?te yapılan ikinci Türk denizaltısı donanmaya katıldı.
- Garp Linyitleri İşletmesi kuruldu.

1941
- Gebere Barajı açıldı.
- Petrol Ofisi kuruldu.
- Türk Hava Kurumu Ankara'da uçak fabrikası kurdu.
- THY Yurtiçi uçuş merkezlerini 11'e çıkardı.
- Elazığ'da Cüzzam Hastanesi açıldı.

1942
- Ankara Etimesgut'ta üretilen ilk Türk uçağı deneme uçuşları yaptı.
- Dalaman ve Hatay Devlet Üretme Çiftlikleri kuruldu.
- Bursa, Denizli, Mersin, Çorum ve Urfa'da Kız Sanat Enstitüleri açıldı.
- İlk büyük Türk ilaç fabrikası Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Levent'te açıldı.

1943
- Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Borsası Kanunu kabul edildi.
- Zonguldak - Kozlu demiryolu açıldı.
?- İstanbul'da Atatürk Bulvarı açıldı.
- Ankara'da Gençlik Parkı açıldı.
- Diyarbakır - Batman Demiryolu açıldı.
- Seyhan Regülatörü açıldı.
- Sivas Çimento Fabrikası açıldı.
- Ankara Fen Fakültesi açıldı.

1944
- Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) kuruldu.
- İzmit Klor Alkali Fabrikası hizmete girdi.
- İzmit Selüloz Fabrikaları işletmeye alındı.
- Türk Hava Kurumu'nun Ankara'daki uçak fabrikasında 140 eğitim uçağı, ambulans uçakları ve çok sayıda planör üretildi. (Ankara, Kayseri ve Eskişehir'deki Uçak ve Uçak Motoru Fabrikalarının tamamı 1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümeti tarafından kapatılmıştır.)
- İzmit'te Gazete ve Sigara Kağıdı Fabrikası açıldı.
- Yeşilköy'de yerli sermaye ile üretilen ilk Türk özel yolcu uçağının denemesi yapıldı.
- Mersin Limanı hizmete açıldı.
- Gaziantep Havaalanı açıldı.
- Fevzipaşa - Malatya, Diyarbakır - Kurtalan demiryolu hizmete girdi.
- Sakarya'da Ziraat Alet ve Makinaları Fabrikası üretime başladı
- İzmir'de Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu açıldı.

1945
- Şirketi Hayriye devlet tarafından satın alındı.
- İskenderun Limanı hizmete girdi.
- Türkiye ilk defa yerli ampul üretimine başladı.
- Çiftçiyi ve Köylüyü Topraklandırma Kanunu kabul edildi.
- Ormanlar koruma amacıyla devletin mülkiyetine geçti.
- İstanbul -Londra, İstanbul - Paris uçak seferleri başladı.

1946
- İşçi Sigortaları Kurumu yürürlüğe girdi.
- İstanbul - Ankara arasında yataklı tren seferleri başladı.
- Elazığ Tekel Şarap Fabrikası açıldı.

1947
- Heybeliada Senatoryumu hizmete girdi.
- Açıkhava Tiyatrosu açıldı.
- Palu - Genç demiryolu açıldı.
- Rize Çay Fabrikası hizmete girdi.
- Eskişehir Demiryolu Takım Fabrikası hizmete girdi.

1948
?- Köprüağzı - Maraş demiryolu açıldı. (Açılan son demiryolu hattı oldu, 1950 DP-Adnan Menderes hükümetinden itibaren demiryolu yapımları durduruldu.)
- Çatalağzı Termik Santralı hizmete girdi.
- Ankara Etimesgut'ta kurulan Uçak Motor Fabrikası hizmete girdi.

1949
- Porsuk Barajı açıldı.
- Emekli Sandığı kuruldu.
- İstanbul'da Kartal- Yalova araba vapuru hattı açıldı.
- Sümerbank Ateş Tuğla Fabrikası Filyos'ta açıldı.
- Muş'ta Alparslan Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.
- Murgul Bakır İşletmeleri üretime başladı.

Devlet kuruluyor, Osmanlı?dan kalan borçlar ödeniyor, borç ödenirken dış borç alınmıyor, dünya büyük ekonomik krizini yaşıyor, II. Dünya Savaşı patlak veriyor. Ve siz yapılanlara bakın. Bir de bu dönemi eleştirenlere bakın; biraz utanma duygunuz olsun yahu, biraz edep be kardeşim.
***

Mustafa Kemal?in ışığı yolumuzu aydınlatsın?
-
-
-
-
-
-
ilkler..

nder Güney, Türkiye'nin hemen hemen her konudaki 'ilk'lerini bu kitapta topladı.

-Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi olmayan ilk soyadı, 'Öz'müş.
1934 yılında çıkartılan 2525 sayılı kanunla Atatürk soyadını alan Mustafa Kemal'in ilk soyadının 'Öz' olduğu Güney'in kitabında yer alıyor.

İşte Mustafa Mutlu'nun yazısında yer alan 'ilk'ler:

-Türkiye Cumhuriyeti'ni ilk tanıyan devlet, (3 Aralık 1920'de imzalanan antlaşmayla) Ermenistan olmuş...

- Bir cumhurbaşkanımızın ilk veto ettiği kanun, milletvekillerinin Ziraat Bankası'na olan borçlarının affedilmesini öngören kanunmuş. 1963'te Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından veto edilmiş.

-İş adamları ilk kez 18 Haziran 1974'te İzmir'de gösteri yürüyüşü yapmış.

- İlk 'pop star'ımız 30 Kasım 1930'da ilk kez Cumhuriyet Gazetesi tarafından düzenlenen ses yarışmasını kazanan Hududat Şakir Hanım'mış.

-Cumhuriyet kurulduğunda illerimizin sayısı 71'miş. 1926'da çıkarılan bir yasayla Üsküdar, Beyoğlu, Çatalca, Gelibolu, Ardahan, Muş, Dersim, Genç, Siverek, Ergani ve Kozan ilçeye dönüştürülmüş. Bazı ilçeler il yapılmış.
-
-
-
-
-
-
Hacer Nine

Hacer Nine yine bunalmıştı. İçi içine sığmıyordu. Beş gözlü evinin içi yine birkaç gündür zindan kesilmişti. Düşündükçe yüreği yerinden kopuyordu. Yetmiş yaşındaki bu kimsesizlik ona büsbütün koymuştu.
Kocasını Yemen'de kaybetmişti. Bir oğlu balkanlarda, ikisi de çöllerde kalmıştı. Bir gelini ile üç torunu vardı. Gelini hastalıktan öldü, torunlarının biri de büyük muharebede şehit düştü. Birisi İkinci İnönü'den dönmedi.
En son torununu da Sakarya'ya gönderdi. Bir gün haber aldık ki en son delikanlısı da Duatepe Muharebesi?nde öteki ağalarının yanına göçüp gitmişti.
Çok ağladı. Fakat 'Sakarya kazanıldı' haberi gelince ağlaması durdu, gülmeye başladı.
Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı. Ve her bunalışında çarıklarını çeker, değneğini alır, Ankara'nın yolunu tutardı. Bu sefer de öyle yaptı. Saatlerce yürüdükten sonra ikindide Ankara'ya geldi, doğruca gitti, Büyük Millet Meclisi'nin kapısı önünde durup çömeldi.
Aradan biraz vakit geçti, sordular:'
- Nine ne istiyorsun?
- Hiç, hiç bir şey. '
- Ya neden burada duruyorsun?
- Onun gözlerini görmek için çıkmasını bekliyorum.
- O dediğin kim?
- Gazi Paşa.
Sonunda hikayesini anlattı, sonunda dedi ki;
- İşte böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim. O Millet Meclisi'nden çıkarken gözlerine bakarım. Mavi bebeklerinde bütün ölenlerimin gözlerini görür gibi olurum. Sonra içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim.
İşte siperlerde evlat, torun gömmüş Türk Ninesi buna derler.
(Atatürk'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları)
-
-
-
-
-
-
Atatürk ve İnönü

Atatürk Ve İnönü
İsmet İnönü, Başbakanlık'tan ayrıldıktan sonra bir akşam Atatürk'ün sofrasında bulunur.
Atatürk, onu sofrada kendi yanına oturtur.
İsmet İnönü bir kağıt parçası üzerine şöyle bir soru yazar: 'Bana hâlâ dargın mısınız? ' Kâğıdı Atatürk'e uzatır.
Atatürk cevap verir: 'Neden dargın olayım? '
İnönü: 'Altına imzanızı atar mısınız? ' der.
Atatürk imzasını atar ve İnönü'ye uzatır.
İnönü: 'Saklayabilir miyim? '
Atatürk: 'Nasıl istersen...'
Az sonra İnönü cebinden ikinci bir kağıt parçası çıkarır ve yazar: 'Beni yetiştirdiğinize pişman mısınız? ' yazar ve Atatürk'e uzatır.
Atatürk okuduktan sonra İsmet İnönü'ye döner:
'Sen de bunu imza et.' İnönü imzalar.
Atatürk kağıdı cebine koyar. (İsmet Bozdağ)
-
-
-
-
-
-
Amerikalı Kadın Gazeteci

Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e:
'İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz? ' diye sormuş ve şu cevabı almıştı:
'Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş kendi kendine yürür.
(Niyazi Ahmet Banoğlu)
-
-
-
-
-
-
Mustafa Kemalce Bir Yanıt

İstanbul'un işgal günleri; başta General Harrington olmak üzere bir kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu?nun bir köşesinde otururlar. Mustafa Kemal nedense dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruşturdular. Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı?nın en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale Harpleri?nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen kitaplar, yazılar, o zaman bile bir kitaplığı doldururdu.
Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler. Ama Mustafa Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir:
- Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu masaya gelmeleri gerekir.

(Olaylar ve Atatürk)
-
-
-
-
-
-
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ!

# Hitler dönemi Almanya ve Avusturya'sını terkeden 142 bilim adamının Batı'nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken, Türkiye'ye gelmeyi tercih ettiklerini...

# Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra - resmi ya da özel - hiçbir dış geziye çıkmadığı halde, dünyanın birçok önde gelen devlet adamının, yoksul ve geri kalmış bir ülkenin devlet başkanını ziyaret etmek için adeta sıraya girdiklerini...

# 1920'lerde 'eski dünya'da Avrupalı olmayan ve bağımsız kalabilmiş sadece dört ülke bulunduğunu. Ama Türkiye dışında kalan Çin, Habeşistan (Etiyopya) ve İran'ın zamanla istilaya uğradığını. Mussolini'nin bir demeci, bu ortamda Türkiye'de tedirginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Mussolini'nin, Türk Büyükelçisi'ne hemen şu mesajı vermek gereğini duyduğunu: Türkiye bu kapsamın dışındadır. Çünkü bir Avrupa ülkesidir.' dediğini....(60 yıl öncesinin faşist İtalyan diktatörünün bile bu düzeltmeyi yapmak gereğini duyduğu koşullarda, acaba niçin bugünkünden daha Avrupalı sayılıyordu? ..Çok ilginç değil mi?)

# Atatürk'ün doğumunun 100. yılında, UNESCO'nun 156 ülkenin ortak imzasıyla aldığı kararda O'nun için: 'Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı' dediğini...

# Cumhurbaşkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal'in, milletvekili adayı olarak seçime katılabilmek için, 'mareşal' sıfatıyla ordudan emekliliğini istediğini, fakat emekli olabilmesi için 'Türkiye Cumhurbaşkanı' sıfatıyla, kendi emeklilik kararnamesini imzaladığını...

İlk Büyük Millet Meclisi açıldığında, Meclis'te yer alan meslek gruplarının dağılımının; Tüccar (40) , Çiftçi (32) , Gazeteci (11) , Memur (44) , Müftü (14) , Müderris (13) , Şeyh (10) , Aşiret Reisi (5) ve İşçi (1) Milletvekili olduğunu...
(Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 15 Kasım 1970)

# Avrupa'da ilk defa bir caddeye 'Atatürk' adı verildiğini... ve bu caddenin de Belçika'nın Vise kentine bağlı - Türklerin yoğun şekilde bulunduğu - Cheratte(?) kasabasının en büyük caddelerinden birinin adını 'Atatürk Caddesi (Avenue Atatürk) ' olarak değiştirdiğini...
(19.05.2002 tarihli Posta Gazetesi)

# Rockefeller'ın Eisenhower'a yazdığı bir mektupta, 'Türkiye'nin gelişmesi, onun bağımsızlık eğilimini artırır.' dediğini..
(Oltadaki Balık Türkiye, M. Emin Değer, S. 100, 3.Basım)

--
-
-
-
-
ASKERLE GÜREŞ

Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- 'Atam,' dedi. 'Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır? '

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.

Tahsin UZER

Kaynak: Millet Dergisi, 1946
-
-
-
-
-
-
"Mustafa Kemal Atatürk, doktorlarının bütün uyarılarına rağmen ve sırf Fransızlara boyun eğmemek uğruna hasta haliyle Adana'ya gelmiştir.
Hatay için o önemli anlaşmayı yapmıştır.
Hatta tören kıtası geçerken marş marş diyerek biraz hızlı olmalarını istemiş ve o an bile rahatsızlığını dışa vurmamıştır.
Adana'dan ayrıldıktan bir süre sonra Dolmabahçe Sarayı'nda yaşamını kaybetmiştir.
Yani Atatürk Hatay'ın Türkiye'ye katılması uğruna şehit olmuştur."
*
*
*
*
HASTALIĞI
Doktor Asım:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğa nü sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi.
Dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim.
Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu.
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızda
endişe ediyorum.. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
- Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazım dır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi.
İsmet BOZDAĞ

*
*
*
*
KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI
Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:
"Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim. Hizmetçilere Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum.
- İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo
yaptı ve şezlongda istirahat etti, dediler. Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana,
- Hoş geldin, dedikten sonra, elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum, diye ilave etti.
- Yorulmadınız mı, Paşam? diye sordum.
- Hayır, dedi, yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."

Niyazi Ahmet BANOĞLU
*
*
*
*
KENDİNE GÜVENME
Çanakkale'de, Arıburnu'nda harp ederken, Liman von Sanders Paşa, vaziyetteki zorluğu görerek, bir Alman miralayı göndermişti. Miralay geldi. Kaymakam Mustafa Kemal Bey'den kumandayı almak istedi. Mustafa Kemal Bey kumandayı bırakamayacağını söyledi. O vakit bu büyük hadise olmuştu. Alman miralayı, Liman von Sanders Paşa'ya şikâyet etmişti. Liman Paşa meseleyi halledebilmek için daha büyük rütbede olan Kolordu Kumandanı Eşref Paşa'yı göndermişti. Fakat bu defa Mustafa Kemal Bey şöyle dedi:
- Ben bir şart ile kumandayı bırakabilirim. Miralay cenaplarının kumandayı aldıkları vakit ne yapacaklarını öğrenmeliyim.
Alman miralayı vaziyeti tetkik etmiş:
- Ben ricat emrini veririm, demiştir. Mustafa Kemal Bey ise:
- İşte ben bunu bildiğim için kumandayı bırakamıyorum. Ben bu vaziyette taarruz ederim. Arkada nihayet bir, iki kilometrelik bir
mesafe vardır. Böyle bir vaziyette ricat etmek, mahvolmak, denize dökülmek demektir. Binaenaleyh taarruzdan başka yapacak bir şey yoktur, cevabını vermiştir.
Bunun üzerine Esat Paşa, Mustafa Kemal'in omzunu
okşayarak:
- Allah muvaffakiyet versin, demekle yetinmiş ve karargâhına dönmüştür.
Mustafa Kemal Bey taarruz kararını tatbik etmiş, o günün gecesi içinde tehlikeli vaziyet değişmiş, muvaffakiyet başlamıştır. Bu neticeyi gören Alman Miralayı askeri bir tavır ile selam vererek Kaymakam Mustafa Kemal Bey'e yaklaşmış:
- Ben bir miralayım. Rütbece sizden büyüğüm. Fakat sizin emriniz altında çalışmayı kendime şeref bilirim. Bunu Liman von Sanders Paşa'ya da böylece bildirdim! demiştir.

Asım US
*
*
*
*
JAPON VELİAHTI
Japon Veliahtı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon Veliahtı hayret etmişti.
Atatürk tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitoloji
sinden konuştu.
Veliahtın ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti. Atatürk:
- Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri
vardır... diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar
okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti.

Niyazi Ahmet BANOĞLU
*
*
*
*
LOZAN HEYETİ
Hariciye Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk anlatıyor:
"Lozan Konferansı'na gidecek heyetimize kim başkanlık edecek? Bir türlü kararlaştırılamıyor. Gazi yazıhanesinin başında, kahvesini yudumlaya yudumlaya, etrafına toplanmış milletvekilleriyle konuşuyor, diyor ki:
- Arkadaşlar... Şu Baştemsilci'yi hâlâ seçmediniz. Vakit geçiyor. Seçildikten sonra da hazırlanıp yola çıkması için zamana ihtiyaç var. Rica ederim bu işi bir an önce kararlaştırın, bitirin artık!
Cevap veriyorlar:
- Eee... Doğru Paşam ama, siz de İsmet Paşa'yı istiyorsunuz. Nasıl yapalım? Olacak iş mi bu? İsmet Paşa Baştemsilci olabilir mi?
Gazi gülümsüyor:
- Hakkınız var, arkadaşlar... Siz İsmet Paşa'yı tanımıyorsunuz, onun yalnız askerlik tarafını biliyorsunuz, çünkü ömrü cephede geçti. Ankara'da pek az süre kaldı. Tanımaya vakit ve
imkân bulamadınız. Bu adam zekidir, tedbirlidir. Bilhassa ileriyi görüş ve tetkik özelliği güçlüdür. Örneğin, içinizden birini şu masayı devirmeye! memur etsem, iki, üç, nihayet dört şekilde devirebilir... Oysa ki İsmet Paşa, bunu sekiz on şekilde devirmek gücüne sahiptir.
Bu söz, İsmet Paşa üstünde oybirliğiyle durulmasına kafi geldi. Gazi, küçücük bir örnekle, düşüncesini kabul ettirmesini bilmişti."

Niyazi Ahmet BANOĞLU
*
*
*
*
İŞ BANKASI'NIN KURULMASI
Atatürk'e bir gün yabancı sermayeli bankaların milli konularda kredi verme zorlukları naklediliyor. O da bir milli banka kurulmasına karar veriyor. Bu iş için bir adam düşünüyor, yakınlarından birisini çağırıyor:
- Ben bu kuracağım bankanın başına getirmek için İktisat Vekili Celal Bey'i düşünüyorum. Acaba kendisi ne der? diyor. Muhatabı:
- Efendim, Celal Bey siz ne emrederseniz gözünü kırpmadan yapacak kadar size bağlıdır, cevabını veriyor. Atatürk:
- Benim onun ahlakına çok itimadım vardır. Fakat sen hiç benden bahsetmeden bir nabız yokla diyor. Bu zat Celal Bey'i buluyor. O vakit İktisat Vekilliği gibi bir vazifeyi bırakıp yeni kurulacak ve üç beş odalı bir binada işe başlayacak bir bankaya müdür olmak biraz tuhaf görünse bile, Celal Bey muhatabına:
- Ben onun emrinde bir neferim, nerede emrederse orada vazife görürüm, cevabını veriyor.
Aradan bir zaman geçiyor. Atatürk, Celal Bey'i çağırıyor ve bu sefer ona doğrudan doğruya konuyu açıyor. Celal Bey yine her ne emrederse yapacağını tekrarlıyor. Bu sefer Atatürk:
- Ama Vekilliği terk etmek lazım gelecek, diyor. Atatürk bu sefer daha ileri gidiyor:
- Mebusluğu da bırakman lazım gelecek.
- Bırakırım, Paşam...
O vakit Atatürk, Celal Bey'in omzunu tutuyor:
- Haydi işe başla, göreceksin muvaffak olacaksın,- diyor ve şu sözleri ilave ediyor:
- Bu iş için lazım gelen bütün kaliteler sende vardır. Ben senin namusuna ve ahlakına kayıtsız itimat ederim."

Münir Hayri EGELİ
*
*
*
*
MUSSOLINI
İnönü İtalya'ya resmi bir ziyaret yapacağı vakit, Atatürk,
- Sen Türkiye'nin Başvekili'sin. Mussolini de resmen İtalya'nın Başvekili'dir. Arada hiçbir fark tanımayacaksınız, demişti.
Yolda idik. İlk verilen programda Mussolini istasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşince karşılıklı ziyaretler yapılacaktı. Türk Heyeti eğer program değişmezse yarı yoldan memlekete dönüleceğini İtalyan protokolcularına haber verdi. Trende bir telaştır gitti. Roma'ya vardığımız zaman İtalyan Başvekili Mussolini, sırtında jaketayı ve başında silindir şapkası ile Türkiye Başvekili'ni bekliyordu.

Falih Rıfkı ATAY
*
*
*
*
BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ
Henüz ilk seçimde bir vatandaş Eskişehir'de tek parti listesine isyan etti, Bağımsız Milletvekili çıktı. Bu vatandaşın adı Emin Sazak'tır. Tedhişçiler bu isyanı cezalandırmak için olanca tahriklerde bulundular, fakat muvaffak olamadılar. Atatürk'ün tek parti listesine ikinci isyan Trakya'nın bir çevresinde olmuştu: Bir Halk Partili, Bağımsız Milletvekili olarak Meclis'e geldi.
Tedhiş meraklıları yeniden harekete geçtiler. Onu herkese ibret verecek gibi cezalandırılmalı idi. Bu sırada şöyle bir konuşma olmuştu: Milletvekili'ni tanıyanlardan biri Atatürk'e:
- Bu zat için iyi bir adamdır, derler. Ben de öyle tanıyorum dedi. Atatürk şu cevabı verdi:
- İyi adam olmasa halk bize karşı tutar mıydı? Onu kaybetmeye değil, kazanmaya bakınız.

Falih Rıfkı ATAY
*
*
*
*
HATAY
Hatay için Fransızlarla yapılan görüşmelerin bir bölümünde Atatürk, apansız bir kararla Güneye doğru epeyce gösterişli bir geziye çıkmıştı. Bundan bazı kişiler kuşkuya düşmüş, Türkiye'nin Fransa ile silahlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi olabilirliğinden söz etmeye başlamışlardı. Kendisine kuşkuları ve söylenenleri arzettim; gülümsedi:
- Ne ilgisi var efendim, dedi. Bu benim şahsi meselemdir. Durumu Büyükelçiye ta başlangıçtan beri açıkça anlattım. Dünyanın bu durumunda, böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında bir anlaşmazlığa varacağı kesin olarak söz konusu değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum.
Eğer ufukta, bu yolda binde bir olasılık belirirse, Türkiye Cumhurbaşkanlığından ve hatta Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekilecegim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay'a girecegim.
Oradakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim.

Hasan Rıza SOYAK
*
*
*
*
ÇOK GELMEZ Mİ?
Mustafa Kemal, Arıburnu Kumandanı'dır. İngilizler Anafartalar'a çıkmışlardı. Durum buhranlı ve çok tehlikeliydi. Mustafa Kemal, Başkumandan Yardımcısı Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur kalıyor. Kendisini tatmin eden bir cevap alamıyor. O sırada karargâhı Yalova'da bulunan Liman von Sanders Paşa, telefonla Mustafa Kemal'i arıyor. Konuşmaya yardımcı olan Genelkurmay Başkanı Kâzım Bey'dir. Liman von ders'in sorduğu soru şudur:
- Durumu nasıl görüyorsunuz, nasıl bir çare tasarlıyorsunuz?
- Durumu nasıl gördüğümüzü çoktan size iletmiştim. Çareye gelince: Bu dakikaya kadar çok müsait çareler vardı. Fakat bu dakikada bir tek çare kalmıştır...
Liman von Sanders soruyor:
- O çare nedir? Cevap kesindir:
- Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime verin Çare budur!...
Cevap alaylıdır:
- Çok gelmez mi?
- Az gelir!...
Ve telefon kapanıyor.
Pek kısa bir süre sonra olaylar, Liman von Sanders Paşa'yı, kumanda ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altına vermeye mecbur etmiştir.

Niyazi Ahmet BANOĞLU
*
*
*
*
FRANSA DOSTLUĞU
1933 yılında Ankara Erkek Lisesi'nde sınava giren çocuklardan biri sorulan bir soruya şöyle karşılık vermişti:
- Fransa ile olan geleneksel dostluğumuz...
Atatürk, derhal sözü keserek sormuştu:
- Hangi geleneksel dostluk, bu da nereden çıktı, kim söyledi bunu?
O zaman coğrafya öğretmeni ayağa kalkarak 'Ben söyledim Paşam' diye onun hiddetini azaltmaya çalışmıştı. Bana dönüp 'Sen söyle tarih hocası' deyince, hemen ayağa kalkarak cevap vermiştim.
- Paşam, ortada bir geleneksel dostluk yoktur. Yalnız ortak hareketlere Fransız yazarları geleneksel dostluk niteliğini vermişlerdir. Örneğin Kırım Savaşı'nda olduğu gibi...
- Aferin, bu gerçekten böyledir. Acınarak söylüyorum Türk'ün geleneksel dostu yoktur. Çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna hemen 'geleneksel dostluk' ismini vermişlerdir, demişti.

Kemal ARIBURNU
*
*
*
*
FEDAKARLIK
Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerim sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer.
Mustafa Kemal:
- Savaş bitsin, o zaman iyileşirim, diye yanıt verdi.
Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir
masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.

Lord KINROSS
*
*
*
*
ENVER PAŞA
Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra, Enver Paşa Milli Savunma Bakanı olmuştu. Kendisi, İttihat ve Terakki Umumi Merkezi'nden de ayrılıyordu. Bu esnada Doktor Nazım, Enver Paşa'ya:
- Bu vaziyet böyle devam ederse sizi de belki vururlar. Bari şimdiden bir halef tayin et, dedi.
Enver Paşa cevap verdi:
- Mustafa Kemal.
Halbuki Enver Paşa ile Mustafa Kemal'in arası açıktı.

Niyazi Ahmet BANOĞLU
*
*
*
*
DÜŞMANDAN KAÇILMAZ
Düşman 18 Mart Donanma Saldırısı'nda başarısızlığa uğraması üzerine, karadan zorlama yapmak üzere Boğaz dışındaki adalarda yığınak yapmaya koyulmuştu. 25 Nisan 1915'te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu'na çıkan kuvvet, gözetleme taburunu püskürterek sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi.
Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen Tepesi'ne vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, atla gidilemediği için, yanındakilerle yaya olarak Conkbayırı'na geldi. Orada cephaneleri bittiği için çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı. Devamını Mustafa Kemal anlatıyor:
- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
- Efendim düşman...
- Nerede düşman?
- İşte diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu.
Düşman bana askerlerimden daha yakın. Düşman bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek kötü duruma düşecek. O zaman, bir mantıkla mıdır, yoksa bir içgüdü ile mi, bilmiyorum, kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz dedim.
- Cephanemiz-kalmadı, dediler.
- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedim. Ve bağırarak,
- Süngü tak, dedim. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel Bataryası'nın erlerini marş marşla benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir subayını geriye saldım. Erler yatınca, düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır.

Falih Rıfkı ATAY
*
*
*
*
KÜFÜR
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında takibat yapılıyordu. Durumu Atatürk'e arz ettiler,
- Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş. Atatürk sordu:
- Ben ne yapmışım ona? Evrakı tetkik edenler açıkladılar:
- Gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş ta ondan.
Atatürk'e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk sormuş,
- Siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?
- Hayır...
- Ben Trablus'tayken içmiştim, bilirim. Pek berbat şey. Köylü bana az küfretmiş. Siz bunun için onu mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!.

Hilmi YÜCEBAŞ
*
*
*
*
HARBİYE NEZARETİ
Mağlubiyet tahakkuk etmişti. Harbi yapan kabine mevkiini terk ediyordu. Zihinlerde ve ruhlarda endişe ve ıstırap vardı. Enver Paşa'nın sesi hâlâ kulaklarımdadır; Padişah'a istifasını götürecek Talat Paşa'ya:
- Harbiye Nezareti için Mustafa Kemal'i tavsiye et, Harbiye'ye o gelmelidir... Ondan başka orduyu toplayacak kimse yoktur, diyordu.
Padişah, Harbiye Nezareti'ne Mustafa Kemal'i getirmedi, fakat o, kendisini daha yüksek bir makama kendisi getirdi.

Hasan Rıza SOYAK
*
*
*
*
YUGOSLAVYA KRALI
Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral:
- Ekselans, dedi. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Birinci Cihan Harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.
Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verdi:
- Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra, büyük geçmiş olsun...

Seyit Kemal KARAALİOĞLU
*
*
*
*
İŞİNE KARIŞMAYACAĞIM
Eski Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa beni Meclis'teki odasına davet etti:
- Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?
- Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Halbuki, benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem.
Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
-Kardeşim, ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim. -Ben böyle bir şey söylemedim.
-O halde, sana namusumla söz veriyorum.
Heyeti Vekile Reisliği'ni kabul et, hükümeti kur, senin hiçbir işine karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini yaptı, Allah rahmet eylesin."

Rauf ORBAY
*
*
*
*
ZÜLÜFLÜ İSMAİL PAŞA
Biz Harbiye'de okurken bir kış gene böyle çok şiddetli geçiyordu. Mektebin sobaları yanmıyordu. Derdimizi idareye anlatamadık. Arkadaşlar Müdür'e çıkmak için beni seçtiler. Müdür Zülüflü İsmail Paşa... Kendisini görmek için izinler aldım. Huzura çıktık. Evvela Padişah'a, sonra Müdür Paşa'ya dualar ettik. Nihayet soba meselesine geldik. Paşa birdenbire gürledi:
- Soğuk mu? Ne soğuğu? Padişah Efendimizin nimetleri gözünüze dizinize dursun... Görmüyor musunuz sobalar cayır cayır yanıyor... Çıkın nankörler!. Baktık sahiden de müdürün sobası güldür güldür yanıyor. Paşa da buram buram terliyordu. Sıcaktan yakasını açmıştı. Ve sanıyordu ki mektebin tüm sobaları böyle yanmakta... Çocuklar biz Çankaya Köşkü'nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi sakın aldatıyor olmayalım!..

Hikmet BİL
*
*
*
*

Günü Geçmiş Gazeteler

Bugün, Atatürk?ün hizmetine ölümünden 13 yıl evvel girmiş bulunan en sadık hizmetkârlarından birinin ağzından Atatürk?ün ölümü ve son günlerden bahsetmek istiyorum. İbrahim Ergüven, Atatürk?ün hizmetinde bulunan ve O?nu her bakımdan yakından bilen nadir ve bahtiyar insanlardan biri. Soyadını Atatürk ona kendisi vermiştir.

İbrahim Ergüven şimdi emekli bir memur. Atatürk?ün yalnız ölüm günlerinde değil, hemen Allahın her günü, O?na minnetle bağlı olduğunu ifade etmekte ve adını saygı ile anmaktadır.

Şu aşağıda nakledeceğim satırları bana anlatırken, ak saçlı Atatürkçü?nün hıçkırarak ağladığını söylemeden geçemeyeceğim.

?Son günlerinde idi (O?na hiç kimse öldü diyemiyor). Başucunda kardeşi Makbule Atadan, Kuran okudu. Ben de bu sırada, ?Şu Kuranın yüzü suyu hürmetine Atamıza iyilik ver? diye Allah?a yakarıyordum. O sırada odanın havalandırılması için, açık bırakılan büyük pencerelerden biri müthiş bir gürültü ile kapandı. Atatürk günlerden beri komada idi? Gürültü Atatürk?ü derin uykusundan uyandırdı? Ve:

-?İbrahim sen burada mısın? Bu yatağı ne zaman değiştirdiniz?? Diye sordu.

Bazı sebeplerle yatağını sık sık değiştirmek mecburiyetinde kalırdık. O gün de, 4 kişi yatağın üzerine çıkarak bir battaniye içinde Atatürk?ü başka bir yatağa naklettik. Bu sırada karyola kırıldı. Ve değiştirdik. İşte Atam, bunu fark etmişti. Ayrıca:

-?Ben kaç saat uyudum. Saat kaç? Gazeteler geldi mi?? Buyurdular.

O her zaman derin uykudan uyanınca hemen saatin kaç olduğunu ve gazetelerin gelip gelmediğini sorardı.

Biz de kendisine iyi ve rahat bir uyku uyuduğunu söyler, uzun uyuduğunu fark etmemesi için günü geçmiş gazeteleri kendisine vermek zorunda kalırdık.

O gün çok ağır durumda idi. Kapıda nöbet beklemekte olan doktorlardan Mim Kemal ile Neş?et Ömer İrdelp?e Atatürk?ün kendine geldiğini sevinçle bildirdik. O gün bir süre böyle gitti.

Son nefesini verirken berberi Mehmet, berber yardımcısı Rıdvan yanında idiler. Bana haber verdikleri anı hatırlamak dahi istemiyorum.

Ölüm raporunun tanziminden sonra Selimiye Askeri Hastanesi?nden gelen tabiplerin yardımıyla yıkanıp tahnit edilerek ilaçlandı, kefenlendi ve hazırlanan bir tabuta konularak bizzat düzenlenen yatak odasına nakledildi. (Balkonlu oda?) Burada elips şeklinde yaldızlı ve üzeri somaki mermer bir orta masası vardı. Onun üzerine yerleştirildi. Ben de Sabuncakisten getirdiğim bir araba dolusu çiçekle etrafını O?na layık olduğu şekilde donattım.

Ve ilk ihtiram nöbetine genç teğmenlerle birlikte girdim. Bilahare, Büyük Millet Meclisi?nden verilen bir emirle yeniden bir tabut yaptırıldı. Bu meşe ağacındandı. İçi kurşun kaplı idi. Ve çok ağırdı. Sonradan buna üzeri asma yaprağı ve sarmaşık motifleriyle süslü bronz kollar döktürüldü.

Atatürk bizim tek dayanağımızdı. O?nun vakitsiz ölümü ile her şeyimizi kaybetmiş olduk.?1

1 Sait Arif Terzioğlu, İnsancıl Atatürk, İstanbul 1964, s. 84?86.

Kaynak: Atatürk?ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
-
-
-

Atatürk'ün Hastalığı ve Bir Anısı; "Gönlü Kalmasın" 27 Ekim 1938


Gönlü Kalmasın,

Selim Aru* anlatıyor:

27 Ekim. Nöbetçiyim. Saraya öğleden sonra Hasan Rıza Bey geldi,

-"Hatay'dan bir haber var mı soruver" dedi. Biliyorsunuz Hatay'ı gayet yakından takip ediyor, o haliyle.

-"Hayır, bir şey yok henüz efendim" dedi...

Akşam Atatürk'ün odasının kapısı açık. Celal Bey ayakta, Atatürk şezlonga uzanmış, yanındaki koltukta Salih Bozok oturuyor. Ben içeriye girdim, denizin üstünde bir vaveyla (çığlık) koptu. Atatürk birden irkildi ve pencereye doğru gitmek istedi. Salih Bey ve Celal Bey koluna girdiler, pencereye götürdüler. Kuleli talebeleri, bütün mektep, bir vapur tutmuşlar, Atatürk'ün Cumhuriyet Bayramını kutlamaya gelmişler. Atatürk eliyle camı sildi, sonra yaklaşarak ince sesi ile,

-"Sen ne büyük milletsin" dedi.

Tekrar şezlonga getirdiler, oturdular... Celal Bey'le çıkıyoruz, seslendi.

-"Celal Bey, geçen defa Mim Kemal Bey suyu alırken benim canım yandı, ne yapsak acaba?" dedi. Celal Bey de,

-"İzin verirseniz bu defa Mehmet Kamil Bey alsın " dedi.

-"Ya, öylemi yapalım, iyi olur" dedi. Çıkıyoruz, kapıdan yine seslendi:

-"Vazgeç, yine Mim Kemal Bey alsın, gönlü kalmasın."

Kendi canının acıması pahasına başkasının kalbini acıtmamak endişesi.



* Selim Aru 1936-38 yıllarında köşkte ikinci katip olarak çalışmış, 1986 'da vefat etmiştir.

Kaynak: Atatürk'le Yaşadıklarını Anlattılar, Nazmi Kal, Bilgi Yayınevi, Kasım 2001. ISBN: 975-494-949-2, Sayfa: 21-22



Atatürk'ün Karın Boşluğunda Sıvı Birikmesi Ve Ponksiyonlar:

Atatürk, karın delme suretiyle sıvı alınmasını vahim ve tehlikeli bir ameliye olarak düşünüyordu. Daha önceleri Dr. Şakir Ahmet Ediz'e sorduğu suali bir başka gün tekrar doktorlarına:

-"Su alma ameliyesi tehlikeli midir, acı verir mi?" diye sorar.

Doktorlar onu kaygılandırmamak için çok basit olduğunu, hatta bu işi kendileri değil, asistanlarına yaptırdıklarını söylüyorlardı. Atatürk bu müdahale sırasında bağırsakların delinmesinden korkuyordu, bu endişe ile uzun zamandan beri düşündüğü vasiyetini geciktirmeden bitirmek istediğinden, 5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe Saray'ında vasiyetini yazdırır.

Dr. Fiessinger'in üçüncü defa İstanbul'a gelişinde onun onayı ile 7 Eylül 1938 günü Op.Dr. Mim Kemal Öke tarafından ilk karın ponksiyonu (karından sıvı alma işlemi) yapılır.

Dr. Neşet Ömer İrdelp karaciğer yetmezliğinden dolayı ponksiyonun lokal anestezi tetkik edilmeden yapılmasını ve az miktarda sıvı boşaltılmasını istiyordu.

Dr. Mim Kemal Öke Atatürk'e daha önceleri cerrahi müdahalede bulunduğu için onun ağrıya duyarlılığını bildiğinden cilt altına lokal anestezi yaptıktan sonra ponksiyonu yapar.

Atatürk'ün karın boşluğundan 10,5 kilo sıvı boşaltılır. Asım Arar ve Bedi Şehsuvaroğlu'na göre 12 kilo, Hasan Rıza Soyak'a göre ise 12 kilodan fazla sıvı boşaltılmıştır.

Sıvı boşaltıldıktan sonra, Atatürk adeta birden bire zayıflamıştı. Karnına büyük bir sargı sarılır, rahatladıktan sonra sigara ve kahve içer. Kendisine ponksiyon yapılan iğneyi görmek ister. Dr. Mim Kemal Öke kendisine daha ince bir iğne gösterir. Atatürk bunu görünce:

-"Aman bu kazma anestezisiz mi batırıldı. Bir kaç defa anestezi yapılmadan bu yapılamazdı. Fakat bir diğeri icap ederse rica ederim daha incesini intihap (seçim) edelim" der.

Kendisine geçmiş olsun diyen Kılıç Ali'ye Atatürk;

-"Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnı üzerine konsa nasıl tahamül eder? Bak ben ne haldeyim nasıl tahamül etmişim" der.

19 Eylül 1938 günüde Dr. Nihat Reşat Belger ve Dr. Neşat Ömer İrdelp'in müşterek raporlarında Atatürk'ün çok yorgun ve halsiz olduğu ve karında assitin toplanmasının devam ettiği ve ilk ponksiyondan önceki seviyeye geldiği belirtilmişti.

22 Eylül 1938 günü Atatürk'ten ikinci defa ponksiyonla sıvı boşaltılır. Ponksiyon yine Dr. Mim Kemal Öke tarafından lokal anestezi ile yapılır. 10 litre sıvı boşaltılır.

7 Kasım 1938 Salı sabahı, doktorlardan daha fazla dayanamayacağından sıvını derhal alınmasını kati bir lisanla ister.

Dr. Nihat Reşad Belger'e

-"Doktor karnımdan bu suyu çekmek zamanı geldi; çünkü bu mayi benim nefesime dokunuyor. Soluk almamı güçleştiriyor. Bunu çekip alın" der.

Doktorlar hiç değilse 24 saat geçiktirmek için Dr. Mim Kemal Öke'nin sarayda olmadığını, o saatte Gülhane'de talebelerine ders vermekte olduğunu, bu işlemin ertesi güne ertelenmesini rica ederler. Fakat Atatürk;

-"İşte doktor Mehmet Kamil Bey var zaten bu işi en iyi beceren de o imiş, o yapsın" diye diretir. Doktorlar hazırlık yapmak için odadan çıktıktan sonra kaşlarını çatar, hiddetli bir sesle;

-"Niçin tereddüt ediyorlar... olacak olur!"

Karnını işaret ederek;

-"Bu insuportable'dır" der.

Üçüncü karın ponksiyonu aynı gün saat 12:20'de Dr. Mehmet Kamil Berk tarafından yapılır. Atatürk karında biriken sıvının hepsinin çekilmesini ısrarla emretmektedir.

Doktorlara;

-"Kaç litre var? Sayın!" diyordu.

Dr. Nihat Reşat Belger her yarım litreyi bir sayarak "on iki litre" der. Hakikatte 6 litre sıvı boşaltılmıştı.



Kaynak: Atatürk'ün Sağlığı Hastalıkları Ve Ölümü, Dr. Eren Akçiçek, İzmir Güven Kitabevi, 2005, ISBN: 975-6240-05-9. Sayfa:212-221

-
-
-
-

Ölüm Döşeğinde Bile Azalmayan İlim Sevgisi

Sene 1938? Atatürk hasta yatağındaydı. Buna rağmen kazılarla ve Türk Tarih Kurumu?nun çalışmalarından zevk alıyordu. Bir gün, Trakya höyüklerinden çıkan son eserlerden bahsetmiştim. O kadar ilgilendi ki:

-?O, çıkan eserleri bana getir göreyim? diye arzusunu bildirdi. Fethi Okyar Bey?le görüşüyorlardı. Eserleri istedi; hepsini birer birer gördü:

-?Devam ediniz, memleketimizin kültür tarihi zenginliğini daha çok bulacaksınız? diyordu.

O?nun son gördüğü kitap da ?Belleten? oldu. 15 Ekim 1938 Cumartesi akşamıydı. Saat 7 ila 8 arası beni çağırdı.

-?Bu akşam kendimi daha iyi hissediyorum? diyordu. Çok sevinmiştim. Yine Tarih Kurumu?nun çalışmalarından bilgi istedi, doktorların tavsiyelerine göre kendisini çok yormamak istiyordum. Kısaca istediği bilgiyi verdim. Bu arada Belleten?in yeni çıkan sayısından söz etmiştim.

-?Onu getir, görmek isterim? dediler.

?Belleten?in 56. sayısını eline alarak yazılarına göz gezdirdi ve memnuniyetini bildirdi. Dinlenmesi için kendisini yalnız bıraktım.

Böylece Atatürk?ün son gördüğü kitap ?Belleten? oldu. (Afet İnan)1

1 Hilmi Yücebaş, Atatürk?ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, İstanbul 1973, s. 160.

Kaynak: Atatürk?ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009

*
*
*
*

On Dakikada Siler

?Bir gün Kılıç Ali?nin evinde, Refik Koraltan,

-?Paşam, dedi, itimat buyurun, Anadolu?nun en ücra köşesinde bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazar. Bu böyledir, Paşam.? Atatürk şu cevabı verdi:

-?Beyefendi, Anadolu?nun ücra köşesinde bir köylünün, bir çobanın kalbini açtığınız zaman orada Mustafa Kemal yazdığını ben de zatı âliniz kadar biliyorum. Amma benim kadar sizin de bilmenizi istediğim bir şey vardır ve o da şudur: Orada bir çobanın bulunduğu yerin on dakika ilerisindeki bir köy imamı gelip o ismi oradan on dakikada siler. İsterse istediği bir başka ismi yazar. Bunu da sizin benim kadar bilmenizi isterim.?1

1 Mahmut Baler, Atatürk?ten Anılar, Milliyet Gazetesi, 9 Kasım 1970.

Kaynak: Atatürk?ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
*
*
*
*
*

Bir Daha Soframda Kuş Yemeği İstemiyorum

Florya Deniz Köşkü?nde, sofra kurulmuş, konuklar yerlerini almışlardı. O akşamın başyemeği bıldırcın kızartmasıydı. Çok da güzel kızartılmış ve servis yapılmıştı. Bunlar o gün köşke getirilen ve kesilen bıldırcınlardı. O gün Salih Bozok?un da neşesi yerindeydi, kesilmelerinden önce bıldırcınlardan bir tanesi alıkoyup saklamıştı. Akşam yemekte, cebinde sakladığı bu hayvanı çıkarıp salarak Atatürk?ü neşelendirmeyi düşünmüştü. Öyle de yaptı. Işıklar altında kalabalıktan ürken hayvancağızın uçacak hali yoktu, sofradaki tabakların üzerinden seke seke birkaç adım atabilecek hali de. Şimdi de bıldırcın, Atatürk?ün tabağının yanında kalmıştı.

Atatürk?ün yüz çizgileri derinleşerek, kaşları çatıldı ve yüzünü kara bir hüzün bulutu kapladı. Bıldırcını eline alarak, tüylerini okşadı ve sert bir sesle:

-?Kaldırın bu servisleri. Bir daha da soframda kuş yemeği istemiyorum!?

Hizmetkârlar koşarak tabakları kaldırdılar. Doğrusu, Salih Bozok, Atatürk?ün bu şakadan hiç ama hiç hoşlanmayacağını bilmeliydi. Gerçekten de, hayvanları o denli seven, Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında bile Çankaya?da kaz ve tavuk besleyen, atlarının ölümüne gözyaşı döken, kurban kesilmesine dayanamayan Atatürk?ün, o bıldırcın, tabağının ucunda öylesine çaresiz durup dururken bıldırcın eti yiyemeyeceğini düşünmeliydi.

Bozok, üstelik kim bilir kaç kez tanık olmuştu, her salı günü öğleden sonraları Ankara?da Marmara Köşkü?nde çaylı konserler düzenlendiğinde Atatürk?ün beyaz kanaryalarını kafesinden çıkartıp salonda uçuşlarını zevkle izlediğini! (Akagündüz, Radyo Dergisi, 1939)1

1 Hilmi Yücebaş, Atatürk?ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi, İstanbul 1973, s. 158-159

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009
*
*
*
*
*
Bıldırcın

Atatürk?e bir gezisinde, Şile?de bıldırcın hediye ettiler. Pencereleri kapattıktan sonra bıldırcını salmalarını söyledi. Kuş dönüp dolaştıktan sonra O?nun önüne kondu, okşamasına da ses çıkarmadı. Atatürk, bıldırcını kafes konularak sarayda beslenmesini istedi. Üç gün sonra bıldırcın bir kediye yem oldu. Atatürk?e bu olayı O?nu üzmemek için, bıldırcın açık kafesten kaçtığı şekilde anlattılar. Atatürk bu küçük dostu unutmadı. Ömrünün sonuna kadar bıldırcın eti yemedi.1

1 Hilmi Yücebaş, Atatürk?ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi, İstanbul 1973, s. 60

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009
*
*
*
*
*
General ile Asker Birdir!

Atatürk, Sümerbank Dokuma Fabrikasının açılış töreninde hazır bulunduktan sonra harp oyunları sahasına hareket etmişti. Yolda bir sel yatağına saplanmış olan top arabasının tekerleklerini bataklıktan çıkarmaya uğraşanlar arasında bir generalin bulunduğunu görünce, kendisine sonsuz takdirlerini bildirdiler. Ve övgüde bulundular.

Daha sonra, maviler tarafına ait bir tank birliğinin yaptığı hücum sırasında pembeler den bir askerin ansızın siperinden fırlayarak tanklardan birinin üstüne sıçradığını ve şoförüyle mücadeleye başladığına tanık oldular. O zaman yakında bulunanlara, evvelce gördüğü generalin fedakarlığı ile bu askerin gösterdiği cesaretin birbirine denk olduğunu beyan ederek, şöyle dedi:

-Biz, Milli Mücadelede bütün Türk milleti, bu şekilde çalıştık. Böyle kahraman generaller, subaylar ve askerlere dayanarak savaşı kazandık. Onlar var oldukça kimse vatanımıza göz dikemez.1

1 Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Cilt II, İstanbul 1967, s. 148.

Kaynak: Atatürk?ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
*
*
*
*
*
Türk, Kendi Düşer, Kendi Kalkar!

Fransızlarla Hatay konusunda anlaşma yapıldığı günlerden biriydi. Atatürk, Hatay?dan dönüşünde Eskişehir?de kaldı. Şereflerine Orduevinde bir şölen verildi. Şölende Eskişehirli bir genç aradı ve buldu. Ona Fransa hakkında bir şeyler yazdırdı ve okuttu. Bunda Fransızların savaşacak durumda olmadıklarından bahsediliyordu. Son derece neşeli ve heyecanlıydı. Yenildi, içildi. Milli oyunlara başlandı. Atatürk bir aralık büsbütün coştu. Zeybek havasına kendisini kaptırdı. Ayağa kalkarak oynamaya başladı. Coşkunluğu o dereceyi bulmuştu ki dizini yere vururken bir aralık sendeledi. Halk, onu kucaklayıp kaldırmak istedi. İşaretle onları durdurdu. Ve:

-?Türk, kendi düşer, kendi kalkar...? diyerek, zemberek gibi yerinden fırladı.1

1 BANOĞLU, Niyazi Ahmet, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, İstanbul 1967., s. 448-449.

Kaynak: Atatürk?ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009
*
*
*
*
*

Bir Mutlu Rastlantı

Atatürk, sık sık Bursa?yı ziyaret eder, orada dinlenmeyi severdi. Merinos fabrikasından çıkarken, dışarıda kalabalık vardı. Mustafa Kemalpaşa?nın Güllüce köyü Muhtarı Pepe Ali de onların arasındaydı. Ali kalabalığı yarmış ve Atatürk?ün yanına yaklaşmıştı:

-?Atam, beni tanıdın mı? Ben senin beş yıl emir erliğini yapan Ali?yim.? Atatürk kendini toparlamış, gözleri parlamıştı:

-"Ali sen misin?" diyebildi.

-"O gençsin ha, dinçsin Ali"

-"Sağ ol Atatürk?üm, Anafartalar?da üç bölükle üç tümene ateş ettiğimiz, üç gün üç gece uykusuz beklediğimiz günleri hatırladın mı?? Bu sözler Atatürkü duygulandırmıştı, gözlerinden yaş gelmişti. Atatürk emir eri Alinin arkasını okşadı:

-Ali, bana eski günleri hatırlattın, sağ ol, dinç kal Ali.

-Sen de sağ ol Paşam, sen Cumhurbaşkanı olduysan, ben de Güllüce Köyü muhtarı oldum. İki ay sonra Atatürkten Güllüce'li Pepe Aliye bir mektup geldi:

-Beni hatırladığına memnun oldum, özellikle sana şunu anlatmak istiyorum. Şimdiye kadar gezdiğim yerlerde benimle çalışmış kime rastladımsa hepsi benden çıkar beklemişlerdir. Yalnız sen bir şey istemedin ve ansızın kendini bana tanıttın. Köyünde çalış, 15 Mart?ta seni Ankara?ya bekliyorum. Gözlerinden öperim.1

1 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal?den Atatürke, Hür Yayınları, İstanbul 1981.s. 152-153

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009
*
*
*
*
*
Atatürk düşmanları..Onlar hep vardı.. Şimdi de varlar..! Kimdir peki ATATÜRK düşmanları..? Tanımlamak gerekirse;

- Ulu Önder'e ve Türk askerlerine silah çekenlerdir,

- Kubilay'ı şehit edenlerdir,

- Mavri Mira'dır, Pontus Rum Cemiyeti'dir,

- Milli mücadelede İtilaf devletleriyle bir olup vatanı satanlardır,

- Gericidir,

- Bölücüdür,

- Düşmanlık yaptıkları ATATÜRK sayesinde bu ortamı bulduklarının bilincinde olmayan gafillerdir,

- ''Ne Mutlu Türk'üm Diyene'' sözünü içine sindiremeyenlerdir,

- Dağda kahraman Mehmetçiği şehit edenlerdir,

- Bu kutsal topraklarda yaşamayı haketmeyenlerdir.. ATATÜRK düşmanları; vatan hainidir..! !

Bunlar şartlar sonsuza dek kalkmadıkça Atatürk'ü koruma yasaları devam etmelidir.Atatürk'ün korunmaya da ihtiyacı yoktur, onu sevmek yürek ister.Atatürk benim naciz vucüdum elbet toprak olacaktır ama T.C devleti sonsuza kadar yaşayacaktır demiştir.Bizlerde Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti, eserlerini, ilkelerini yaşatmak için yemin ettik.Allah devletimize, milletimize zeval vermesin.Bu devlet, bu millet çağdaş ülkeler arasındaki yerini mutlak bir gün alacaktır o günlerde çok uzakta değildir, buna hiç bir ulus ve kişininin gücü yetmez...
ALINTIDIR

*
*
*
*
*
*
*
ATATÜRK, DİNLE DÜNYA İŞİNİ NİÇİN AYIRMIŞTIR

1964 yılında, bir vesile ile İzmir?in Torbalı ilçesinde Birinci Millet Meclisinin ateşin hatibi Esat Hoca (Esat İleri) ile görüşme fırsatım bulmuştum. Kurtuluş savaşının bütün safahatında Atatürk?ün yanında bulunmak şeref ve saadetini de kazanmış olan Esat Hoca, konuşmalarımız sırasında aynen şunları demişti:

-Size devrimimizin önemli bir olayından bugüne kadar neşredilmemiş, belki de unutulmuş bir parçasını açıklayacağım.
Bunu açıklamış olmak, o devrimim bütün parçalarını adım adım takip etmiş bir vatandaş sıfatıyla benim hem vatani hem de vicdani bir borcumdur?
Mesele şudur:
Henüz büyük taarruz olmamıştı. Bir gün Gazi, bütün kumandanlar ve hocalar toplansın, buyurmuşlar. Çadırında
Toplandık. Hepimize ayrı ayrı iltifat ettikten sonra şu suali sordu:
-Din için yol bir midir, yoksa başka başkamıdır?
Sustuk ve bakıştık. Gazi, hepimizden birer birer cevap istedi ve hepimiz:
-Elbet birdir, dedik.
Gülümsediler:
-Öyle olması lazımdır, fakat öyle değildir. Bakınız, İstanbul hükümeti, beni idama mahkûm etti ve orada bulunan dinin
en büyük mümessili de bunu onayladı. Burada da dinimizin en büyük mümessili İstanbul hükümetinin verdiği ve Şeyhülislamın tasvip ettiği fetvayı tasvip etmiyor.
O halde, din için bu yol bir değildir, demek oluyor.
Hepimiz susmuştuk. Gazi, bir daha bizi süzdü, sordu:
-Din ile dünya işlerini birbirinden ayırmak lazımdır! ... Buyurdu. Toplantı bitmişti. Hepimiz dağıldık.
İşte, Atatürk?ün, bu toplantıda çok sonra verdiği, din ile dünya işlerini birbirinden ayırma kararı, ceffelkalem vermiş olmuyordu.
-Hadiseyi tekrarlamanın lüzumu olmamakla beraber, iki satırla kaydedelim: İstanbul hükümetinin Şeyhülislamı
Dürrüzade Abdullah Efendi, Milli Mücadeleyi huruc-u Alessultan olarak telakki etmiş, milli mücadele hükümetin dini reisi ise, bu fetvanın halifenin esareti ve düşman tazyiki neticesi verilmiş olduğunu ve esir halifenin emirlerinin şer?an makbul olmadığına dair, gene şer?i bir fetva ile İstanbul hükümetinin kararının iptal etmişti

*
*
*
*
*
*
*
*

Genelkurmay'ın Bahçesindeki Heykelin Hikâyesini Bilmeyenlere
Dr.A.Nazmi ÇORA
toplumsalhaber.com

Biraz uzun ama bilgilenmekte yarar var, çünkü bana göre bugün benzeri yaşanıyor.
Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı kıymeti bilinmeyen, sırf görevini yaptığı için cezalandırılan insanların başında Mustafa Muğlalı Paşa gelir.
O'na millet olarak özür borçluyuz.
Vefatının üzerinden 62 yıl geçmesine rağmen Mustafa Muğlalı Paşa Türk
Milleti ile sorunu olan malum çevrelerin hala bir numaralı boy
hedeflerinden birisidir.
Mustafa Muğlalı ne yapmıştır da, yarım asırdır Türkiye'nin ve Türklüğün düşmanlarının hedefi olmaya devam etmektedir?

1882 yılında Muğla'da dünyaya gelen Mustafa Muğlalı, 1901 yılında Harp
Okulunu, 1904 yılında Harp Akademisini bitirdi.
Balkan savaşına katıldı.
1. dünya savaşı sırasında Adana Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yaptı.
Bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı'nın nüvesi olan Teşkilatı Mahsusa'da çalıştı, onun devamı niteliğindeki Zabitan Grubu'nun kurucuları arasında yer aldı.
Zabitan Grubu'nun bir müddet sonra adını değiştirdiği ve yine Muğlalı
Mustafa Bey başkanlığında Yavuz Grubu olarak faaliyetini devam
ettirdiği anlaşılmaktadır.
Kurtuluş savaşına Tümen komutanı olarak katılan Muğlalı Mustafa,
1922'de Albay 1927'de Tümgeneral oldu.
Soyadı Kanunu çıkınca, Muğlalı soyadını aldı.
23 Aralık.1930' da Menemen'de Devlete Karşı ayaklanıp Genç Asteğmen
Kubilay'ı şehit eden yobazları yargılayan Harp Divanının başkanlığını
yaptı.
Bir kısım Medyanın Mustafa Muğlalı düşmanlığının temelinde, bu
mahkemenin reisliğini yapması yatmaktadır.
1931-1939 yıllarında 1. ordu komutanlığı, iki kez yüksek askeri Şura üyeliği ve 1943-1945 yılları arasında da 3. Ordu Komutanlığı yaptı.
Mustafa Muğlalı'nın haksızlığa uğramasına, 20 yıl hapse mahkum edilmesine yol açan olaylar bu görevi sırasında cereyan etmişti.
1940'lı yıllar...
İkinci Dünya Savaşı yılları, ülkede yokluk yaşanıyor. İngiliz, Fransız, Alman, Rus ve İran casusları ülkede cirit atıyor. Doğu Anadolu ülkenin diğer kesimlerine nazaran daha karışıktır.
Yabancı ülkeler lehine casusluk iddiaları her gün ilgili makamlara ulaşıyor.
Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı halde hırsızlık, kaçakçılık, eşkıyalık, soygunculuk, ırza tecavüz eylemleri engellenemiyor.

Casus mu, hain mi, eşkıya mı olduğu belli olmayan bazı gruplar, bölgede güvenlik sağlamak için canla başla çalışan askerleri de pusuya düşürerek şehit ediyorlar ve kendilerine kucak açan Irak ile İran'a kaçıp bir süre saklandıktan sonra tekrar bölgeye dönüp eylemlerine devam ediyorlardı.
Bu çeteler, Türkiye'den büyük ve küçükbaş hayvanları çalıyor, o sıralarda fiilen Rusların kontrolünde olan İran'a götürüp satıyorlardı. Bu eşkıyalar Rus ve İran makamlarınca da korunuyordu.

Bu eşkıya genelde iki nüfus kâğıdı taşıyordu. İran'da İran, Türkiye'de Türk vatandaşı gözüküyorlardı. Bölge halkı bu eylemlerden dolayı canlarından bezmişlerdi. İnsanlar kendilerini nasıl koruyacaklarını bilemedikleri için orduya ve askere sığınıyorlardı...

Bölgedeki karışıklıklar artınca Orgeneral Mustafa Muğlalı, çok deneyimli ve disiplinli bir asker olduğu için Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirilir. Hayatı savaşlarda geçmiş olan Muğlalı Paşa işi çok sıkı tutar,
canilere karşı amansız bir mücadele başlatır ve bir takım tedbirler
alır.
Bu tedirlerler arasında; Siirt'teki gezici Jandarma Taburu'nun bu
bölgeye kaydırılması, çobanların silahlandırılması, gezici ekipler
kurulması da vardı.
Ayrıca, Paşa, eşkıyanın sınır ötesine kaçmasını önlemek için de
emrindeki birliklere Irak ve İran'a kaçan eşkıyayı takip ve 'gerekirse
vur' emri verir.

1943 yılında Van'ın Özalp İlçesi'nin sınır bölgesinde İran'a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılır..
Çatışma çıkar ve dur emrine uymayan kürt eşkıyalardan 33 tanesi öldürülür..
Bu olaydan sonra bölgede az da olsa sükûn sağlanır. Bölge halkı Paşa'ya minnettar. Bölge huzur ve sükun içinde...
İçişleri Bakanlığınca, bölgede sükûn sağlandığı için, Valiliğe, Jandarma komutanlığına teşekkür yazıları yazılır.

20.Aralık.1943 tarihinde Van Cezaevinde yatan İsmail Özay isimli bir mahkûm, TBMM'ne yazdığı dilekçesinde; bu 33 kişinin kaçmalarının
söz konusu olmadığını, bilerek katledildiklerini iddia eder, olaydan
yaralı olarak kurtulup İran'da yaşayan kardeşinin affedilmesini ve
olayın tahkikini talep eder.

Adalet Bakanlığının Genelkurmay Başkanlığından kanunun adli takibinin
yapılmasını ilişkin talebine karşı, Mareşal Fevzi Çakmak'ın verdiği yanıt yiğitçedir, Türk'çedir: 'Ordu komutanı o günkü şartların gereğini yapmıştır. Memleketin yüksek menfaati için gerekli tedbirleri almıştır. Görevini yerine getiren bir komutanı mahkemeye veremem. 'Böyle Şey olamaz.'
Fevzi Çakmak'tan sonra Genel Kurmay Başkanı olan Kazım Orbay'da aynı
tavrı sürdürür.

1945 yılında 2. dünya savaşı sona erer. Her şey normale dönüşür. 1946 seçimleri sırasında bu olayı kendi lehlerine oya tahvil etmek isteyen siyasetçiler bu olayı saptırırlar. Bir taşla birkaç kuş vurulacaktır.
İkinci dünya savaşı sırasında yabancı ajanların kaşıdıkları Kürtçülük çıbanı yeniden kaşınarak olay oya tahvil edilecek, Atatürk'ün yakın bir silah arkadaşı zor durumda bırakılarak, şuur altlarındaki Atatürk düşmanlığına dayanan aşağılık duygusu tatmin edilecek, Menemen olaylarında yargılamayı yapan kahraman bir asker yargılanarak gerici çevrelere Menemenin rövanşının alındığının mesajı verilecektir.

1946 seçimlerinden sonra Meclis'e giren Demokrat Parti milletvekilleri bu olayı yeniden Meclis gündemine getirirler. Öne sürülen iddia şudur: 'Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler.'
Kıyamet kopar...

Muhalefet milletvekilleri bu olaydan Cumhurbaşkanı İnönü ile Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal, İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ı sorumlu tutarlar.
İktidar ise Demokrat Parti'nin derdinin 33 masum vatandaşın öldürülmesi değil, İnönü iktidarını yıpratmak ve oy toplamak olduğunu söyler.
Aylarca süren tartışmalardan sonra bu olay hakkında Mecliste araştırma
komisyonu kurulur.
Araştırma komisyonu o yılların olağanüstü şartlarını, o olay sayesinde sağlanan huzur ortamını, 33 eşkıyanın ülkeye zararlarını, Mustafa Muğlalı'nın ülke sevgisini, hiç dikkate almaz. Kin ve intikam duyguları içerisinde hareket eder. Araştırma komisyonu hiçbir siyasiye, hiçbir bürokrata suç yüklemez.
Tek suçlu Orgeneral Mustafa Muğlalı ile Necdet Bilgez ve Bilal Bali
isimli yedek subaylardır.

Meclis Araştırma komisyonu kararından sonra dava açılır ve 1947 yılında emekli olan kahraman Mustafa Muğlalı Paşa yargı önüne çıkarılır.

Mahkeme, 1943 yılının şartlarına, o tarihte bölgede cereyan eden olayların vahametine, o ortamın düşünce ve gereklerine göre değil 1948 yılının normal şartlarının havasına göre yürür.
Muğlalı Paşa, yargılama boyunca bir Türk komutanına yaraşır şekilde bütün sorumluluğu üzerine alır ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamaz. 'Bu subaylara emri ben verdim, onların suçu yoktur. Yaptıklarım suç ise tek suçlu benim' der. Hakimin 'Ya emrinizi yerine getirmeseydiler' sorusuna; 'O zaman şakileri kendim vururdum.' yanıtını verir.

33 şakinin yok edilmesi sırasında oh diyenler, Muğlalı Paşa'yı takdir edenler, alkışlayanlar, başka bir havanın, başka hesapların insanı olmuşlardır.
Oy kaygısı her şeyin önüne geçmiştir. Mustafa Muğlalı Paşa Atatürk'ün silah arkadaşı olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu olay karşısında parmağını bile kıpırdatmaz.
Ve mahkeme sonucu gerçekten çok hazindir: Hayatını Türk Ordusuna ve Türkiye Cumhuriyetine adamış olan Mustafa Muğlalı Paşa '33 masum(!) insanı öldürmek suçundan' idam cezasına çarptırılır...

İŞTE REZALETİN PERDESİ
Daha sonra cezası 20 yıl hapse çevrilir. 33 tane eşkıyaya hak ettiği cezayı verdiği için ödüllendirmesi gereken Mustafa Muğlalı Paşa, politik yalakalığın, siyaset oyunlarının kurbanı olur.
Türk yargısının siyasi kararlarından birisi olan bu yargılama sonucunda, tek mahkumiyet Mustafa Muğlalı içindir. Başka hiçbir kimse ceza almaz...
Mahkeme, eşkıya artıklarının ifadelerini Türk Askerinin ifadesine tercih etmiştir.

Mahkeme sonrası Askeri Yargıtay bu kararı bozar. İkinci bir mahkeme dönemi başlar ama bu sırada kahraman Türk Ordusu'nun bir neferi olan, bütün ömrünü Türk Yurdu'nun bağımsızlığına adayan Mustafa Muğlalı Paşa bu durumu hazmedemez; bulunduğu cezaevinde kahrından 11 Aralık 1951 tarihinde, 70 yaşında vefat eder.

Türk gibi düşünen tek kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Mustafa Muğlalı Paşa'nın naaşını Devlet Mezarlığına naklettirdi ve kahraman Türk komutanlarının heykellerinin yer aldığı Genelkurmay bahçesindeki Ölmezler Yolu'na O'nun heykelini diktirdi.

58 yıldan sonra 'garp cephesinde yeni bir şey yok'. ne dersiniz, şimdi de 'PKK artıkları'nın, 'çakma haham'ların iftiraları şerefli komutanların sözlerinden daha değerli mi bulunuyor, ne dersiniz?

*
*
*
*
*
*
Atatürk'e

Atatürk'e dil uzatan şerrefsiz
O olmasa anan hangi haldeydi
Sana şimdi sayın mayın diyenler
Bilki sana o çocugu derlerdi

Bu vatanda böyle rahat gezmezdin
Adam olsan Ataları ezmezdin
Ananı yakından tanırdı yunan
Fıkra gibi anlatarak gülmezdin

Haram olsun yediğiniz her lokma
Haddini bil Atam'a dil uzatma
Sana daha neler söylerdim amma
Arımdan susarım,korkarım sanma

Sizin Atatürk'le nedir derdiniz
Hep soysuz çıktınız yokmu merdiniz
Çaldınız çırptınız sattınız ulan
Vatana millete zarar verdiniz

Biz ölmedik daha kale gibiyiz
Çoğalır büyürüz veririz filiz
Laikiz çağdaşız Atatürkçüyüz
Bu ülkenin sadık neferleriyiz

Bilmiyorum sen nasıl bir insansın
Dost değil belliki bize düşmansın
Son bir sözüm kaldı kulak ver dinle
Seni yetiştiren anan utansın

Seval Hislisoy
*
*
*
*
*
*
BABA OĞUL DESTANI

Çetmilli Ali Çavuş yüz binlerce vatan evladı gibi cepheye giden askerlerden biriydi. Aradan 11 yıl geçmiş Çetmilli Ali Çavuş cepheden cepheye koşmuş her mevzide her siperde bağımsızlık günlerinin hayalini kurarken cepheye giderken 8 yaşında olan oğlu Mehmet ile karısına kavuşacağı günleri beklemekteydi.

Çetmilli Ali Çavuşun hayalleri Dumlupınar mevzilerinde gerçek oldu. 8 yaşındayken bırakıp gittiği Mehmet dağ gibi bir delikanlı olmuş kader ikisinin yollarını aynı cephede birleştirmişti. Alay sancaktarı Mehmet Onbaşı ile Çetmilli Ali Çavuş?un cephede karşılaşmaları ve hasret gidermeleri herkesin gözlerini yaşartmış ve bir o kadar da mutlu etmişti. Artık baba ile oğul bu vatan için bir sancağın peşinde omuz omuza çarpışacaklar ve Çetmilli Ali Çavuş?un hayallerini birlikte gerçekleştireceklerdi.

Gün bugündü ve baba oğul sıkıca sarıldılar birbirleriyle helalleştiler. ?Hücum? sesiyle yağmur gibi gelen mermilerin önüne atıldılar. Ali Çavuş bir kurşunla yığıldı yere ne acı ne de hüzün vardı gözlerinde 11 yılın evlat özlemi mermi sesleri arasında son bulmuştu. Dudaklarından iki kelime döküldü şahadete ererken; ?Vatan sağ olsun.?

Çetmilli Ali Çavuş 31 Ağustos 1922 günü şehit düştü hem de oğlu Mehmet?in kollarında. Gözyaşını içine attı Mehmet. Gün ağıt yakacak gün değildi. Kaptı alay sancağını yürüdü izmir?e doğru. En önde o koşuyor kanlı siperlere ilk o dalıyordu. 9 Eylülde İzmir önlerinde bir kurşun da onu buldu.

Kader bu dünyada beraber olmayı nasip etmedi Ali Çavuş ile oğlu Mehmet Onbaşı?ya ama onların ve onlar gibi on binlerce Mehmetçiğin bu kahramanlıkları ile kurtuldu vatan.
*
*
*
*
*
*
''YENMEYEN TAVUK''

O gün Duatepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşları ile kutluyorduk. Mürettep Kolordumuzun Kurmay Başkanı Hayrullah (Fişek) , bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile, dört/beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu.
Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, Ben, Kazım Bey, sofraya bağdaş kurduk. Hayrullah Bey (Fişek) , Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) , Salih Bey (Bozok) biraz uzaktaydılar. Atatürk, Kolordu Komutanı Kazım Bey'e dönerek:
- Erlere yiyecek ne verebildiniz? dedi.
- Kazım (Özalp) Bey şaşırdı, durakladı, Kurmay Başkanı'na dönerek:
- Hayrullah Bey,erlere ne verebildik? diye sordu.
- Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık...
Mustafa Kemal Paşa, biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü... Biz de onu takip ettik. Diğer arkadaşlar da ne tavuk, ne de bir dilim ekmeğe el sürebilmişti. O akşam hepimiz aç yattık...
Kaynak: Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz'ün Hatıraları
*
*
*
*
*
*
TÜRK DİLİ

Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay alabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir.'

'Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.'

Mustafa Kemal ATATÜRK
*
*
*
*
*

KADINLAR LOKANTADA

zaman o zamandı: başta Atatürk vardı. Büyük uyanma dönemi yaşanıyordu milletçe.
O zamanlar Ulus'ta bir İstanbul Lokantası varmış. Müşteriler kalpaklı, pos bıyıklı, kavi adamlar.
Yemeğe iki hanım geliyor her gün: Biri Süreyya Ağaoğlu, biri de Hukuk'u onunla bitiren iki hanımdan biri... Lokantaya her girişlerinde bütün başlar kalkıyor.
Bir gün zamanın Başbakanı Rauf Orbay'dan bir haber geliyor:
"İki genç kızın İstanbul Lokantasında yemek yemeleri uygun değil."
Hatta galiba haberi kızına ileten, Ağaoğlu Ahmet. Genç kız küplere biniyor. Tam o akşam, gene avcı kıyafetiyle, gene traktör sürmekten yorgun, Paşa evlerine geliyor. Gene coşkular içinde. Gene Türk kadını, şu olabiliyor, bu olabiliyor diye iftiharlar içinde...
Süreyya dudak büküyor. Atatürk, kendisine "İşini sevmiyor musun?" diye sorduğunda:
"Evet ama Başbakan, öğleleri lokantaya gitmeme kızıyormuş." diye yanıtlıyor.
- Hakkı var. Orada ne işin var?
Ertesi gün dairede bir koşuşma, "Paşa sizi istiyor" diye geliyorlar.
- Hangi Paşa?
- Kemal Paşa Hazretleri. Paşa, açık gri bir otomobilde beni bekliyordu.
İstanbul Lokantasının önünden geçerken şoföre "Dur" emrini verdi. Lokantadakiler dışarı fırlamışlardı. Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle:
- Bugün Süreyya Hanım Çankaya'da benim davetlim, yarın her zamanki gibi lokantaya gelecek, dedi.
Çankaya'da Latife (Gazi Mustafa Kemal) beni gülerek karşıladı. Aslında. Atatürk çok kızmış Başbakan'a...
... Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Herkes ertesi gün, İstanbul Lokantasına eşleriyle geldi.
Zaman işte o zamandı.

Nimet ARZIK

Kaynak: Nimet Arzık - Uç Beyleri
ı
ı
ı
ı
ı
ı
KIN AŞINSIN, KILICA BİR ŞEY OLMASIN

Hastalığa ilk teşhis konulduğu sıralarda Profesör Pittard. eşi ve Bayan Afet İnan'la birlikte Atatürk'ün huzurundaydık. Atatürk'ün yüzündeki renksizliği sezen Pittard:
- Efendim, bu kadar işleriniz arasında dil ve tarih üzerindeki çalışmalarınıza biraz ara verseniz olmaz mı? dedikten sonra ilave etti.
- Sonra kın aşınır, örselenir Paşam!

Atatürk kılıcın millet kının da devlet başkanı olduğunu demeye getirerek:
- Kın aşınsın, örselensin ziyanı yok. Yeter ki. kılıca bir şey olmasın! Bunun üzerine Profesör:
- Ekselans, ben sizin fikrinizde değilim. Kın da bulmak güçtür, dedi.

Fethi İSFENDİYAROĞLU
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ORDUYU AYIKLAMA

Yıl 1918, Selanik'te bir konferanstan sonra arkadaşlarıyla konuşması:
- Devrimi tamamlamak lazımdır. Biz bunu yapabiliriz. Ben, bunu yapacağım. O zaman için düşündüklerimi size kısaca anlatayım: Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'nun yüksek sayılan komutanları, benim için yoktur. Ordu kumanda sicilleri için ben, son limit olarak, binbaşıyı kabul ediyorum. Geleceğin büyük komutanları bunlar olması gerekir. Sicil defterlerinin binbaşıya kadar olanlarını saklayacağım, üst tarafını yaktıracağım.
Arkadaşlardan biri, bu söz üzerine buna karşı duruyor ve bu büyük ayıklama işinin nasıl yapılabileceğini anlamak istiyor. Mustafa Kemal'in cevabı şudur:
- Evet, binbaşından yüksek olanlar ay başında, benim kuracağım bürolara gelip maaşlarını istedikleri zaman, büro şefleri defterleri dikkatle inceledikten sonra: "Efendim, defterde sizin adınız yoktur, sizi tanımıyorum" diyeceklerdir.

Prof. Dr. Afet İNAN
ı
ı
ı
ı
ı
ı
EMİN OLUN BUNLARIN HEPSİ OLACAK

Bulgar Türkoloğu İvan Manolof, Meşrutiyetten (1908) bir iki yıl önce Selanik'te Atatürk'ten O'nun Türk devrimine ait düşüncelerini dinlemişti. Yarınki Türkiye'yi heyecanla anlatan Atatürk, Manolof a demişti ki:
- "Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün bu devrimleri başaracağım. Bağlı olduğum millet, bana inanacaktır. Düşündüklerim hiçbir demagoji ürünü değildir. Bu millet, gerçeği görünce, arkasından duraksamaksızın yürür. Dava uğrunda ölmesini bilir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, doğu uygarlığından benliğimizi sıyırarak batı uygarlığına aktarılmalıyız. Kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına girebilmemize engel olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar, her şeyimizde batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır."

Arif Necip KASKATI
ı
ı
ı
ı
ı
ı

EMİRLERİ ÜNİFORMA VERMİYOR

1923'te Konya'da verdikleri demeci, ayrılacakları gece, basına verilmek üzere tekrar okutturuyorlar.
Muhtar Bey (Şakacı bir adam olan İngiliz Muhtar) kadehini kaldırıyor:
- Yaşasın Başkomutan!
- Niye Mustafa Kemal demiyorsun da Başkomutan diyorsun? Muhtar Bey üstü kapalı bir davranışla:
- Hele, diyor ne olur ne olmaz, daha uzun süre şu Başkomutanlık üzerinizde kalsın!
Şakalaşıp duran Gazi kartallaşıveriyor:
- Vay, sen beni Başkomutanlıktan mı kuvvet alır zannediyorsun? (Sesini tabiîleştirerek) Dinle bak öyle ise, sana bir hatıra anlatayım: Hani ben Erzurum'da ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan atarak, "ferdî millet" kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen komutan (ismini söyleyecekti, söylemedi) ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı? Makamına gittim:
- Paşa, paşa dedim, size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor, Mustafa Kemal veriyordu, o yine karşınızdadır, yazınız!
Yazdı, emir gideceği yere gitti. Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya komutan düğmeye basıp da, "Posta, bunu dışarı çıkarınız!" deseydi. Sesi yine heybetleşerek:
- Fakat diyemezdi, Muhtar, karşısında Mustafa Kemal var, diyemezdi! Muhtar Bey kadehini kaldırarak yürekten bağırıyor:
- Yaşasın Mustafa Kemal!

İsmail Habip SEVÜK
ı
ı
ı
ı
ı
ı
SOYADI'NIN BELİRLENMESİ

Demin bir sözü yanlış söyledim, Gazi'yi Büyük Millet Meclisi, kanunla "Atatürk" yaptı, dedim. Bu söz eksiktir. O, kendini "Atatürk" yaptı. Kanun, olayı kabul etti. O günlerde soyadı kanunu çıkacaktı. Bir akşam yemeğinde, Gazi "Atatürk" adını alacağım, dedi. Karşı geldiler:
- Memleket, dünya, tarih "Gazi Mustafa Kemal"i tanıyor. Ona nasıl dokunulur.
Atatürk karşılık verdi:
- En tanınmış Türkler, yabancı isimler taşıyorlar. İbn-i Sina gibi, El-birûni gibi... Bu yabancı isimlerin karşısında, bunların Türk olduklarını kanıtlamamız gerekiyor ve kanıtlamak için de uğraşıp duruyoruz. Buna son vereceğim ve kendi adımla başlıyorum!
Ve Gazi Mustafa Kemal o gece Atatürk'tü. Ertesi gün kanun bu olayı onayladı. O'nun kanuna bu kadar nazı geçerdi.

Mithat Cemal KUNTAY
ı
ı
ı
ı
ı
ı
HASTALIĞI
Doktor Asım:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğa nü sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi.
Dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim.
Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu.
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızda
endişe ediyorum.. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
- Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazım dır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, dedi.
İsmet BOZDAĞ
ı
ı
ı
ı
ı
ı
JAPON VELİAHTI
Japon Veliahtı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar. Atatürk bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini anlattı.
Japon Veliahtı hayret etmişti.
Atatürk tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitoloji
sinden konuştu.
Veliahtın ağzı açık kalmıştı.
Söz edebiyata intikal etti. Atatürk:
- Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük etkileri
vardır... diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar
okudu.
Veliaht, bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştı.
Atatürk hep böyleydi. Her şeyi planlıydı. O, bütün bunları, Veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmişti.

Niyazi Ahmet BANOĞLU
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ATEŞ HATTINDA
Mustafa Kemal her zaman ateş altında dolaşıyordu. Askerlerin maruz kaldığı her türlü tehlikeyi paylaştığı, etrafında yüzlerce insan öldüğü halde ona bir şey olmuyordu. Bir seferinde yeni kazılan bir siperin önünde otururken, bir İngiliz bataryası üstlerine ateş açtı. Top menzilini bulmaya çalışırken, gülleler de gittikçe yaklaşıyordu. Vurulması, matematiksel bir kesinlik arz ediyordu. Yanındakiler sipere girmesi için yalvarmaya başlamışlardı. O,
- Hayır, diye itiraz ediyordu. Sipere gizlenecek olursam, askerlerime kötü bir misal olurum. Geride siperde bulunanlar korku ve hayretle kendisini seyrederken, o sigarasını yakmış, hiçbir şey yokmuşçasına gayet sakin konuşuyordu. Düşman topçusu menzili biraz daha yaklaştırdı. Patlayan şarapnel yağmuru altında üstü başı toz içinde kaldığı halde, Mustafa Kemal'e bir şey olmamıştı.

Peyami SAFA
ı
ı
ı
ı
ı
ı
FEDAKARLIK
Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye hareket etti. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istedi. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerim sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel oldu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer.

Mustafa Kemal:
- Savaş bitsin, o zaman iyileşirim, diye yanıt verdi.
Tedavi için Ankara'ya döndü. Fakat yirmi dört saat sonra yine cephedeydi. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir
masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.

Lord KINROSS
ı
ı
ı
ı
ı
ı
TÜRKÇE EZAN

Hindistan'da iken Türkiye'de Türkçe ezan okunmasından yakman bir Hint Müslümanları grubuna:
- Siz, Allahın yalnız Arapça anladığını sanmak gibi bir günaha giriyorsunuz.

Atatürk, dine değil, yobazlığa ve körü körüne inanışa karşıdır. Bundan otuz yıl sonra İslâm dinini boş inançlardan kurtaran, asıl yüksek ruhunu yaşatmaya çalışan bir öncü olarak bütün Müslümanlardan saygı ve anlayış görecektir.

Rauf ORBAY
ı
ı
ı
ı
ı
ı
BÖYLE BİR AĞAÇ YETİŞTİRDİN Mİ?
Bahçe mimarı Mevlut Baysal anlatıyor:
"Çankaya Köşkü'nde, bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:
- Emrederseniz derhal keselim Paşam. Bir an yüzüme baktı, sonra:
- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin."

Niyazi Ahmet BANOĞLU
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ACI DUYUYORUM

Bize savaşlardan birini anlatıyordu:
- "Görüyorsunuz ya, dedi, birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek derin bir acı duyuyorum."

George BENNEB
ı
ı
ı
ı
ı
ı
YERİNİZ MAKAMINIZDIR

Atatürk, Cumhurbaşkanı iken bir ilçede Kaymakamın odasına girmişti. Kaymakam kalktı, köşede bir iskemleye büzüldü. Atatürk:
- Siz burada devleti temsil ediyorsunuz. Yeriniz makamınızdır, benim ziyaretçi olarak yerim de sizin karşınızdır, demişti.

Falih Rıfkı ATAY
ı
ı
ı
ı
ı
ı
EN GÜÇ DEVRİM MÜZİK DEVRİMİDİR

Bir gece toplantısında:
"Biraz sonra Atatürk'ün yepyeni bir konu ortaya attığını gördüm.
- En güç devrim nedir?

Sıra ile hepimizin yanıtını bekliyordu. Bazı arkadaşlar, bütün devrimler birbirinden güçtür, dediler. Sıra bana gelince en güç devrim laikliktir, dedim. Nitekim bugün de hâlâ o kanıdayım. Ama Atatürk yanıtlarımızın hiçbirisini beğenmedi. Bizi bir süre duraksamada bıraktıktan sonra:
- En güç devrim, dedi, müzik devrimidir. Şaşkınlığımızı yüzümüzde okumuşçasına devam etti:
- Çünkü müzik devrimi kişiye kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir aleme yönelmeyi gerektirir. Onun için çok zordur.

Kısa bir susma oldu. Işıklar saçan gözünü üzerlerimizde gezdirerek ekledi:
- Çok zordur ama, yapılacaktır, dedi.

Ord. Prof. Sadi IRMAK
ı
ı
ı
ı
ı
ı

SİYASET ENTRİKASI

Anadolu hareketinin ilk günlerinde siyasi hırslarıyla tanınmış olan bir bayanla konuştuğu sıralarda, ona şu sözleri söylemiş:
- Hanımefendi, sizin çok güzel gözleriniz var; ben de güzel gözleri çok severim. Buna rağmen, söyleyeyim: Eğer siz, gözlerinizin kuvvetine güvenerek siyasal bir rol oynamak isterseniz haber vereyim ki başarılı olamazsınız. Çünkü ben siyaseti güzel gözlü hanımefendilerden çok fazla severim!"
Bu sözleri, o zamana ait bir siyaset entrikasının öyküsü esnasında O'nun ağzından bizzat dinledim ve hemen hemen kelime kelime saklayıp şimdi aktarıyorum.

Muhiddin BİRGEN
ı
ı
ı
ı
ı
ı
PORTRE

İstanbul'un kurtuluşundan yirmi üç gün sonra Cumhuriyet ilan olunur ve Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilir. 1924'ün 2 Ocak tarihinden 22 Şubat'ına kadar İzmir'de bulunur. İzmir'e giden bir Kurul arasında Çallı İbrahim de vardır.

Çallı, Atatürk'le karşılaşır ve kendisine:

- Türk milletinin gönlündeki Mustafa Kemal'in portresini yapmama izin verir misiniz Paşam? der. Atatürk de:

- Mademki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal'i çizmek istiyorsun, benim modelliğime gerek yok, yanıtını verir.

Daha sonra Çallı, bazı araştırmalarına dayanarak Atatürk'ün koltukta oturur, sivil giysili/fraklı tablosunu oluşturur.

Oğuz ÖZDEŞ


Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org