Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Figen Mete Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
NOSTALJİ SAYFASI
10.05.2013
Figen METE
Okunma Sayısı : 8722
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

KUŞAK FARKI KAVRAMI


Baby Boomer Kuşağı (1946-1964 Arası Doğanlar)
En yaşlısı 66, en genci 48 yaş civarında. Bunlara "Sandviç Kuşağı" da

deniyor, çünkü aynı evde önce çocuklarına, sonra yaşlanan

ana-babalarına baktılar.

Dünyanın insan hakları hareketlerini, radyonun altın çağını,

Türkiye'nin ise ihtilali ve çok partili döneme geçiş sancılarını

yaşadığı yıllar.

Sadakat duyguları yüksekti, kanaatkarlardı; aynı yerde uzun süre

çalıştılar. Teknoloji kimine yakın kimine uzak oldu, çok

benimse(ye)mediler.

Aslında babaları gibi otoriteye saygılılardı.

İçlerinden en idealistleri toplumsal haksızlıklara isyan edip 68

gençlik hareketlerinin kahramanı olurken, büyük çoğunluk hayattan

beklediklerini elde ettiğini düşünerek tatmin ve mutlu oldu.

İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki "nüfus patlaması" yıllarında

doğan bu 1 milyar bebeğe "Baby Boomers" deniyor.

Bu kalabalık bebek nüfusu büyüdükçe, ihtiyaçlarına göre çeşitli

sektörler de her on yılda bir müthiş büyüme gösterdi.

1960'lı yıllar televizyon yılları; 70'ler fast food; 80'ler - bebekler

evlenme çağına geldiği için - gayrimenkul yılları;

90'lar, artık sıra yaşam kalitesini yükseltmeye geldiği için,

mikrodalga gibi elektronik ev aletleri ve ardından, iletişim

patlamasıyla internet ve cep telefonu yılları oldu.

2000'lerde artık yaşları 50'yi geçmişti, ceplerinde paraları vardı,

ömrün uzadığını biliyorlardı, "iyi yaşlanmak" hatta mümkünse

yaşlanmamak için sağlık ve güzellik-bakım sektörlerini de patlattılar.

Savaş sonrasının yokluklarını, sıkıntılarını unutmadılar,

zenginleşmenin tadını aldılar.



X Kuşağı (1965-1979 Arası Doğanlar)

Dünyanın petrol krizini, Türkiye'nin ise sağ-sol çatışmalarını yaşadığı yıllar.

En yaşlısı 47, en genci 33 yaşında. Dünyaya gözlerini, merdaneli

çamaşır makinesi, transistorlu radyo, bantlı teyp ve pikapla açtılar.

Sadakat duyguları duruma göre değişir, daha iyi kariyer imkanları

ararlar, çoğu (teknolojik devrime denk geldiklerinden) teknolojiyi

kerhen, zorunluluktan kullanmaya başladılar.

(Abilerinin ablalarının aksine a-politik hale getirildiler ama yine

de) Toplumsal sorunlara duyarlılar, iş motivasyonları yüksek,

otoriteye saygılı ve kanaatkarlar.

Kadınlar iş gücüne katılmaya başladı. Daha (iyi yaşamak için, daha) az

çocuk sahibi oldular.

(Özellikle gözlerini Özal'lı yıllarda açanlar) Paraya daha fazla

odaklandılar ve bireycilik önem kazandı. Boşanma, HIV, uyuşturucu gibi

kavramlarla tanıştılar.



Y Kuşağı (1980-1999 Arası Doğanlar)

En yaşlısı 32, en genci 13 yaşında. Sadakat duyguları az. Teknoloji

hayatlarında pek çok şeyin simgesi.

Narsist, bireyci ve girişimciler. Çalışmaktan hoşlanmıyor, eğlenceyi,

kazanmayı çok seviyorlar.

Beklentileri yüksek ama bedelini ödemek istemiyorlar. Hızlı tüketiyorlar.

Türkiye'de yağ kuyruklarını, benzin sıkıntısını yaşamadıkları için

"her şey her zaman böyleydi ve böyle olacak" sanıyorlar.

Eş zamanlı olarak birkaç işi birden yapabilirler. Kitlesel olanı

değil, kişiye özel olanı seviyorlar.

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 25'i bu kuşaktan.

Çok önemli bir diğer faktör ise "akran onayı".

Sıra arkadaşının, mesai arkadaşının, internetteki oyun arkadaşının

önermediği ve onaylamadığı bir ürün ile Y'nin buluşması çok zor.

Standart olanı sevmez, kendine özel olanı ve üstelik "hemen-şimdi"

ister, öyle -cek, -cak'larla işi olmaz.

Y'nin dikkatini çekmek istiyorsanız, mesajınızı, markanızı,

iletişiminizi sadeleştirmeniz gerekir.

Girişimcilik en önemli özelliklerindendir, özgüvenleri biraz abartılıdır.



Z Kuşağı (2000-2012 Arası Doğanlar)



"İnternet kuşağı" da denen bu ufaklıkların en büyüğü henüz 12 yaşında. Bunlar tam teknoloji çağı çocukları.

Taşınabilen, hep yanlarında olan küçük aygıtları, bilgisayar, MP3

çalar, i-Pod'ları, cep telefonları, DVD oynatıcıları ayrılmaz

parçaları.

Onlar, ev ödevi yapamadıklarında "elektrikler kesildi, ondan

yapamadım" değil; "internet bağlantım kopuktu" diyen kuşak.

Yeni teknolojik olanaklarla iletişim ve ulaşım kolaylıkları ile hep

bir aradalar.

Uzakta olsalar bile ufak cihazlarıyla her an sözel, hatta görsel

iletişim kurarak, birbirlerine bağlanabiliyorlar.

Onlar, önceki kuşaklardan farklı olarak, 'network' gençleri; çeşitli

ağların üyeleri oluyorlar.

Uzaktan da ilişki kurabildikleri için, fiziksel olarak tek başlarına,

yalnız yaşıyorlar ve yaşayacaklar.

Aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilme becerileri gelişiyor.

İnsanlık tarihinin, el, göz, kulak vb gibi motor beceri

senkronizasyonu en yüksek nesli.

Ancak bu avantajlar, dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja

da dönüşebiliyor.

Sorgusuz yaşayacaklar çünkü, iş yaşamına atıldıklarında karar

vermelerini gerektiren her şey sistemler tarafından yapılıyor, yapay

zeka tarafında karar veriliyor olacak.

Çok diplomalı, uzman ve buluşçu olacaklar.

Yaşamlarında otorite kavramının önemi kalmayacak. Tatminsiz, kararsız

ve doğuştan tüketiciler.

ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Zamanla kaybolan markalar


Radyolin krem ve diş macunları

Ses dergisi

Anadol arabaları

Puro traş ve tuvalet sabunu

İstanbul Bankası

Hayat dergisi

Elvan gazoz

Zaza traş bıçakları

Vita margarin yağları

Vezüv sobaları

Aga radyosu

İxir bilişim

Aria telefon operatörü

Ericsson

Aycell telefon operatörü

Toros arabaları

Emlak Bankası

Akif çamaşır suyu

Gırgır süpürgeleri

Pinokyo bisikletleri

Sümerbank

Halls şekerleri

Lee coppers kot pantolonları

Escort bilgisayar

-
-
-
-
-
-
-
-
-
-

80'li yıllarda biz öğrenciydik ve nasıldık bir bakın:

Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez,
spor ayakkabıyla okula girilemezdi.

Erkekler kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilemezdi.

Sabahları bahçede sıra olunur, pazartesi sabah Cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla durulur, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, saygı duyulurdu.

Öğretmenlerle dalga geçilemez, veli toplantıları aileye korkarak bildirilir, okulda "konuştuğun" (sevgilin) varsa sadece bahçede yan yana yürünürdü.

Forma ile okula gidilir, eve gelene kadar forma çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek yürek isterdi.

Küpe, kolye, yüzük, bilezik hafta sonları takılır, saçlar erkeklerde tıraşsız, kızlarda 3 boğum örgüsüz ise disipline gidilirdi.

Cep telefonu yoktu, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile haberleşirdi.

Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken utanılır, aruz ölçüsü ezberlerken delirilir, milli güvenlik hocaları askeri disipline sokmaya çalışırdı.

Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimlerini olduğu klasörlerde taşınır, ders yılı başında mutlaka kap kâğıdıyla kaplanır, etiketler yapıştırılır, etikete adı-soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu yazılır, o derse ait defterler de kolaylık olsun diye aynı desen kap kâğıdıyla kaplanır, ders sırasında yanında kitabı olmayan azarlanırdı.

Sınıflar kalabalık olsa da çıt çıkmadan ders dinlenir, boş derslerde sınıftan çıkılmaz, ders saatlerinde okul sınırlarını ihlal etmek isteyenlere acınmazdı.

Ödevler mutlaka yapılır, dönem ödevleri için kütüphaneler, meydanloueres, ana ya da temel britanikalar taranır, ödevler elle ve mutlaka dolmakalemle yazılırdı.

Yat denince yatılır, sabah okula servis yerine otobüsle gidilir, bazen çanta yoklaması yapılır, okula yasak bir şey getirilemezdi.-okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yenemez, su içmeye gitmek için izin istenirdi.

Birine uyuz olduysak öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, çeteleşmez, okul dışında bile kavga etmezdik. Bilirdik ki kavga edersek evde ya da okulda bi posta daha dayak var.

Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı.

Yerli malı haftası sınıf pikniğine döner, her tür yiyecek bulunur ve biz bu yemekleri paylaşırdık.

Kitap okurduk örneğin, ödev bile olsa okurduk. Değiştirip kitapları öyle okur, kütüphaneden kimlik çıkartır kütüphanede okurduk.

Biz öğrenci gibi öğrenciydik. Saygılıydık, tertipliydik, edepliydik...

Biz çok güzel öğrencilerdik. Çok zor da olsa o dönemlerde hayat, şimdikiler gibi kayıp kuşak değildik. Hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile hissederdik...

I
I
I
I
I
I
I
I
I
I

SOBALI EVDE BÜYÜYEN ÇOCUK

Sobanın borusunda bulunan çamaşır kurutma tellerine asılı olan okul önlüğünün kurumasını beklemiş çocuktur...

Sobalı Evde Büyüyen Çocuk

Kış sabahları bazen üşümekten yataktan çıkmayı istemeyen soba kokusunu seven üstünde kaynayan çaydanlığın sesini seven üstündeki kestanenin mandalina elma kabuklarının kokusunu tanıyan seven bahçede karda oynadıktan sonra üstüne ellerini tutup ısıtmayı seven sobalı odadan öteki odaların soğukluğu nedeniyle çıkmak istemeyen kömür kokusu odun kokusu çalı çırpı çıtırtısı ateş gürlemesi nedir bilen çocuktur...

Yıllar sonra büyüdükten sonra kaloriferli veya kombili bir evde bilehalen "oturma odası"nın kapısını kapayan rahatsız bir insandır...

İlerleyen yıllarda kestaneye bayılan ama çocukluğundan hatırladığı tadı bulamayan bir büyük insan olacaktır...

Sobanın üzerine kolonya dökerek alev denemesi yapmış çocuktur...

Elbiselerinin bir köşesi kurutulurken yanmıştır...

Büyüdüğünde yazın bile yorgan kullanmadan uyuyamama alışkanlığına veher mevsim açık kapıları kapama hastalığına sahip olacak çocuk...

Gizli gizli sobanın arkasına pastel boya değdirip boyanın eriyerek soyut sanat eserlerine dönüşmesini izleyen koku farkedilip kendisine müdahale edilene kadar bunu değişik renklerle yapmaya devam eden çocuktur...

Nohutun leblebiye dönüşünü soba üstünde görmüş cocuktur...

Yün coraplarini sobaya dayayarak ayaklarini isitmistir bu cocuk....

Geceleyin atesin kırmızı ve sarı renklerinin dansını evin tavanında seyreden çocuktur...

Elinin kolunun bir kenarında muhtemelen nasıl olduğunu hatırlayamadığı yanık izleri olan çocuktur...

Sobanın kenarına pısıp dakikalarca ısınan sonra kosarak aynaya bakan ve kıpkırmızı yanakları görünce kendini begenen bundan zevk alan cocuktur...

Annesi evde yokken soba sönmesin diye sobaya tahta kömür taşımayı görev bilmiş çocuktur...

Gece lambasinin isigi yerine sobanin alevlerine bakarak uyuyan cocuktur...

Soba tütünce tırsmış çocuktur...

Sobanın üstüne mantar koyup tuzlayıp sonra afiyetle yiyen çocuktur...

Sobanin onunde mavi legen icinde banyo yapmis cocuktur...

Muhakkak bir kere evi havaya ucurma macerasini yasamis cocuktur...

Sobanın sıcaklığını ne kaloriferle ne de doğalgazla ısınan evde bulabilmiş çocuktur...

Önlük yakalığını kumaş mendilini bilumum ufak tefek malzemeyi soba borusuna yapıştırmak suretiyle ütülemiş olan çocuktur...

Sıcacık odada radyo dinlemeyi...

Sevdikleriyle zaman geçirmeyi...

Annesinin ördüğü kazağı o sıcaklıkta yinede giymeyi...

Özellikle de hasta olmayı çok iyi bilen çocuktur...

Alıntı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı....

Benim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı.
Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım.
Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi,hep evdeydi.
...
Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki
En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani.
Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık.
Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik.
Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi.
Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık.
Annelerimiz bu durumu bildiklerinden,
kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi.
Bu bazen bir kurabiye bazen bir meyve olurdu.

...
Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık.
Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştılırdık. Polisler gelmezdi
kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz,
onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi,
en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.
Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık.
Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik.
Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.
...
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.
Komşumu tanımıyorum ama evinin camında temizliğe gelen kadını haftada bir görür kolay gelsin der konuşurum.
Onun dışında orada kim oturur hiç bilmem.
Evimizi kendimiz temizlerdik, kapı silmece; bilmem kaç kuruş
hepimizin elinde bezler güle oynaya bitirirdik işleri.
Evlerimiz var içinde yaşayan yok.
Parklarımız var içinde oynayan çocuk yok.
Ama her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar?
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz..
Tahta iskemlelerimiz de oturan yaşlılarımız, onlara dede, nene diye hatırını soran çocuklarımız yok oldu.
Ben kapılarında ? vale ? lerin, ? bady ? lerin beklediği yerlerden hep korkmuş çekinmişimdir.
Kapısını çarparak örtüyor diye çocuğuna kızıp, taksidini bitiremediği arabanın anahtarını, hiç tanımadığı birine vermek ters gelir bana.
Benim değildir bu kültür.
Ne ruhuma, ne kültürüme ne de cüzdanıma hitap eder.
Nedir bunlar?
Reklamlarla desteklenen beyni, ruhu ele geçirilmiş insanlar olduk.
Birbirimize yabancı, yalnızlıklarımızla yaşar olduk.
İyi de neden böyle olduk ?
Biz mi istemiştik?
Yoksa hak mı ettik?
ya sizce ?....
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı

1980'LERDE ÇOCUK YA DA GENÇ OLMAK

Eğer şu sıralar 30'lu yaşlarınızın sonu ya da 40'lı yaşlarınızın başındaysanız çocukluğunuzu ve ilkgençliğinizi 1980'li yıllarda yaşadınız demektir. Zaman zaman düşündüğünüz olur mu hiç o yıllarda neler izler, neler giyer, neler dinler ya da nelerle uğraşırdık. 1980'li yılların çocukları ve gençleri o zamanlar neler yaparmış bir hatırlayalım istedik.

80'lerin ilk yarısında henüz tek kanal olan TRT yayınlarının gözdelerinden biri Şeker Kız Candy adlı çizgi filmdi. Kimbilir kaç genç kız Candy'nin tutkunu olduğu Anthony'nin ölümüne günlerce yas tuttu. Hatta bu çizgi film karakterine aşık bile oldu.

O yıllarda sayıları çok fazla olmayan TV dizilerinin en sevileni Dallas'tı.

Köle Isaura, milyonlarca kişinin soluğunu tutup izlediği dizilerden biriydi. Kadınların çay günlerinde bile ana konulardan biriydi Köle Isaura'nın kaderi.

Don Johnson o dönemin en yakışıklı polislerinden biriydi. Miami Vice da en çok izlenen dizilerinden.

Mavi Ay....Bu diziyi izlemiş olup da Bruce Willis'i hep oradaki haliyle hatırlamamak mümkün mü.

Konuşan araba Kid ve sahibi Michael Knight, kaç kişiye soluk soluğa dakikalar yaşattı.

Kimbilir kaç çocuk He Man'in kılıcının etkisinde kaldı...

Yeri geldiğinde arkadaşlarıyla birlikte Voltron'ı oluşturdu.

Tolga Han Dans Grubu, TV şov programlarının vazgeçilmez konuklarından biriydi.

Tıpkı Komedi Dans Üçlüsü gibi.

Önce M.C Hammer, You Can't Touch This dedi...

Sonra da Grup Vitamin , Taş Dizebilirsiniz... Bu arada genç yaşında bir trafik kazasında yaşamını yitiren Gökhan Semiz'i de analım.

Şöhret (Fame) dönemin en gözde TV dizilerinden biriydi.

Flash Dance'ı kim unutabilir ki,

Alf kadar sevimli bir dizi kahramanı bu dünyaya çok az gelir.

"Adam Olacak Çocuk"ları hep Barış Manço bulup çıkarırdı.

Adile Naşit, Uykudan Önce, ekranlarda belirir o güler yüzüyle masallar anlatır, nasihatler verir sonra da 'kuzucuklarına' iyi geceler dilerdi.

Uzay Yolu'nu önce izleyip sonra mahallede yeniden canlandırırdı çocuklar. Herkes en çok Mister Spock olmak isterdi ya da Kaptan Kirk.

Michael Jackson fırtına gibi eserdi.

İşte o mahallede yaşardı Perihan Abla... Galiba hala orada yaşamaya devam ediyor bir çok insan için.

Bizimkiler çok sevildi ve ekran konukluğu çok uzun sürdü.

O zamanlar mis kokulu Tipitip sakızı çiğneyip içinden çıkan karikatürleri biriktirmek de modaydı.

Şalvar tipli kot pantolonların altına espadril giymek sükseliydi.

O zamanlar teknoloji henüz yaşamın bu kadar içinde değildi. Commodore 64 bilgisayarı olan arkadaşlarına 'hava atardı.'

Filmler şimdiki gibi DVD'den değil Beta ya da VHS kasetlerde ve videodan izlenirdi.

MP3 player ve Ipod o zaman adı bile bilinmeyen gereçlerdi. Müzik ya kasetçalarda ya da walkman'de dinlenirdi.

O zamanlar çocuklar bilgisayar başında oturmaz, anneleri tehdit yoluyla eve çağırana kadar sokaklarda oynardı. Rengarenk misketlerle oynamak özellikle erkek çocukların en gözde eğlencesiydi.

Ya da saklambaç, yakar top gibi oyunlar oynarlardı çocuklar.

Kadınlar ve genç kızlar saç modellerini Serpil Çakmaklı'ya benzetmek için kocaman ve rengarenk kelebek tokalar takarlardı.

Kadınlar hatta kimi zaman erkekler saçlarını tıpkı Kim Wilde'ınki gibi 'aslanbaş' modeli kestirirlerdi.

Vatkalı ceketler giyilirdi. Tıpkı Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay'ınki gibi..

Haftalar süren birbirinin aynı diyalogları olsa da Yalan Rüzgarı herkesi ekran başına kilitlerdi.

TV yayınları İstiklal Marşı eşliğinde biterdi.

Jane Fonda aerobik yapardı, tabii bütün kadınlar da. Tozluklar sırf aerobik salonunda kalmadı kot pantolonların üstüne de takıldı sonraları.

Delikanlılar John Travolta'nın Staying Alive filmindeki figürleriyle dans etmeye çalışırdı.

1980'li yıllarda gençler ya okul çaylarına giderdi ya da diskolara.

1980'ler Eurovision Şarkı Yarışması demekti. Türkiye'nin süper starı Ajda Pekkan bile bu konudaki bitmeyen hayal kırıklığının acısını dindirememişti.

1980'lerin sonlarında breakdance çıktı.

1980'li yılların başı o dönemin çocuklarını belki de hiç duymadıkları bir kelime ile tanıştırdı: "ihtilal". Kim bilir kaç çocuk dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren'in 12 Eylül darbesi sırasında yaptığı konuşmayı hiçbir şey anlamadan dinledi. Sonra da ebeveynine sordu: "ihtilal ne demek" diye....

80'li yıllar Türkiye için biraz da Turgut Özal demekti...

Berlin Duvarı'nın yıkılması dünyanın yaklaşan değişime hazırlanması demekti.

1980'li yıllarda çocuk ya da genç olmak Elvan gazozu içip tadını hiç unutamamak belki de aynı lezzeti bir daha hiç bulamamak demekti.

Alf filmini bayılarak izlemek demek...


He-man, She-ra, Transformer, Clementina, Heidi demek...


"Herıld yani..." demek...


"Hey Corç versene borç... Olmaz Maykıl bende de yok..." demek...


Saat sorulunca "eti kemik geçiyor demek...


Ne sorusuna "zonk" cevap vermekten zevk almak demek...


TRT'nin yayın akışı bitişinde istiklal marşını dinlemek... Hatta tiz "biiiiiiip" sesi çıkana kadar TV'yi kapatmamak demek...


Elm Sokağı'ndaki kabus yüzünden yaşanılan korkular demek...


Edi Büdü demek...


Çikolata ya da sakız kağıdından çıkan kırışmış folyo kağıdını tırnağınla ya da parayla düzleştirmek demek...


Oyunun en güzel yerinde annenizin sizi bağırarak eve çağırması demek...


İstop oyunun adının stop'tan geldiğini bilmeden oynamak demek...


"On yüz bin milyon baloncuk yuttum..." demek...

HEY GİDİ GÜNLER....

ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı

Yaşlandığınızı gösteren 50 belirti

İngiltere?de 50 yaşın üzerindeki kişilere sigorta hizmeti sunan bir şirketin 2 bin kişi üzerinde yaptırdığı araştırma bir kişinin artık yaşlanmaya başladığını gösteren 50 belirtiyi ortaya çıkarttı.
Araştırmaya katılanların 10?da 8?i "Herkes hissettiği yaştadır" dediyse de, uzmanlar verilen cevaplardan yaşlanmaya başlayanların gösterdiği birçok ortak özelliği belirledi. İşte o 50 özellik:

Sürekli bir yerlerinizin tutulması

Eğilirken inlemek

"Ben gençken bu işler böyle değildi" demek

Benim zamanımda diyerek bir cümleye başlamak

Saç dökülmesi

İlk ondaki hiç bir şarkıyı bilmemek

Kulaklarınızın, burnunuzun kıllanmaya başlaması

Gürültülü barlara tahammül edememek

Ağrıyan eklemlerden bahsetmek

İnsanların adını unutmak

Polisin, doktorların, öğretmenlerin "çocuk gibi göründüğünü" iddia etmek

TV karşısında uyuyakalmak

Öğle uykusuna ihtiyaç duymak

Gençlerin ne konuştuğunu anlamamak

Teknolojik aletleri kullanmakta zorlanmak

Tablet bilgisayarlar ve akıllı telefonları bir türlü çözememek

Daha fazla şikayet etmek

Gözlüklerinizi boynunuza asmak

Yeni müzik gruplarının adını bilmemek

Belime dokunur diye birşey kaldırmaya yanaşmamak

Televizyon programlarının kalitesizliğinden şikayet etmek

Sürekli birşeyler kaybetmek

Gençlere yönelik kanallardan daha ciddi kanallara yönelmek

Çok yavaş araba kullanmak

Gece dışarı çıkmak yerine evde kalıp bir masa oyunu oynamayı tercih etmek

Antikaya ilgi duymak

İş arkadaşlarınızın sizin eskiden sevdiğiniz şekerlemeleri hayatlarında görmemiş olduklarını fark etmek

Birinin evine misafirliğe giderken terlik götürmek

Kültürel radyo programları dinlemek

Bir kadeh şaraptan sonra uyuyakalmak

Asla bir mont almadan dışarı çıkmamak

Biri çorap hediye edince mutlu olmak

Hızlı kilo verememek

Bazen bir bardak çay içme ihtiyacını hissetmek

Dışarda geçirilecek bir günde yanınıza bir termosta çay ya da kahve almak

Bir kulübe üye olmak

Bahçe ile uğraşmaya merak sarmak

Yaşlanma karşıtı ürünlere para harcamaya başlamak

Gezmek yerine mobilyaya para harcamak

Hava durumuna uygun giyinmeye aşırı önem vermek

Sürekli evdeki eşyaları yanlış yerlere koymak

Kuş beslemek

Bulmaca çözmekten zevk almak

Sürekli sağ şeritte kalmak

Çocukların kabul edilmediği tatil turlarını tercih etmek

Kulakların büyümesi

Tarihi eserlerin korunmasına önem vermek

Likör içmek

Kibar olmasa da herkese aklına geleni söyleyebilmeyi bir hak olarak görmek

ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
Türkiye tarihinin ilkleri

Türkiyenin ilk metrosu İstanbul?da, 1874 yılında kuruldu. 1867 yılında İstanbula gezmeye gelen Henri Gavan adlı bir Fransız mühendis, Karaköyle Beyoğlunu birleştiren ilk metro hattını yani Tüneli yaptı. O zamanki parayla 170 bin İngiliz lirasına çıkan Tünel, daha sonra İstanbul Belediyesi tarafından satın alındı.

Türkiyede ilk otomobil yapımı 1959 yılında gerçekleşti ve Anadol markasıyla 1966 yılında satılıp kullanılmaya başlandı. Bundan önce ise Devrim adlı bir otomobil, Eskişehirde üretildi ancak denendikten sonra seri üretiminden vazgeçildi.

Gecekondular, Türkiyede ilk kez 1945 yılında görüldü.

İlk şeker fabrikasında 1926 yılında ilk kez şeker üretildi. O zamana kadar şeker pancarının ne olduğu dahi bilinmiyordu.

İlk renkli filmi 1953te Halıcı Kız adıyla Muhsin Ertuğrul çekti.

Türkiyede ilk nüfus cüzdanı 1863-64te yapılan sayımdan sonra verildi.

13 Mayıs 1971 de Trtde ilk kez uzun bir yayın yapıldı. Bu programı Halit Kıvanç ve Fecri Ebcioğlu sundu.

İlk yerli filmimiz 1914te Fuat Uzkınay tarafından çekilen Ayestefenostaki Rus Abidesinin Yıkılışıydı.

Türkiyede ilk çamaşır makinesi 1960 yılında üretildi.

Yıl 1992. Türkiyedeki ilk cep telefonu görüşmesi bir cep telefonu operatörünün açılışında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile Başbakanı Tansu Çiller arasında yapıldı.

Ülkemizde ilk çikolata fabrikası 1924 yılında İstanbulda çalışmaya başladı. Avrupaya ilk kez İspanyollar aracılığıyla giren çikolata, fabrika kurulmadan önce Türkiyeye dışarıdan gelirdi.

Türkiyede kredi kartı kullanımına Aralık 1991 de başlandı.

Türkiyede dolmuşçuluk ilk kez İstanbulda 1940 ta başladı. II. Dünya Savaşı sırasında dışarıdan taşıt alınamayınca İstanbul şoförleri dolmuş yoluyla yolcu taşıyordu.

Türkiyedeki ilk web sitesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi tarafından 1992 yılında oluşturulmuştur.

Türkiyede havayolu ulaşımı 1933 yılında başladı.

lk Türk demiri 10 Eylül 1939 da Kardemir Karabük Demir Çelik İşletmesi tarafından üretildi. Dökülen ilk demir 10 kilogramlık bir hatıra paketiydi.

1868den beri çevre temizlik vergisi veriyoruz.

Türkiyede ilk devalüasyon (paranın değer kaybı) olayı, 7 Eylül 1946 yılında yaşandı.
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı
ı

BIR ZAMANLAR...

Çocuklar dogdugunda telefon basvurusu yapilirdi. ( Telefon sirasi 8-10 yilda gelirdi)- 1960-80

Telefonun ve radyonun üzerine dantel örtü konurdu. - 1960

Gazocagi ve tel dolabimiz vardi. Annem, tikanan gazocagini, ucunda tel olan bir aletle açmaya çalisirken habire söylenirdi.- 1955

Banyoda tuhaf bir soba vardi ve tuhaf bir yakacakla isitilirdi. 1950- 60

Banyomuz kurnaliydi, hamam tasimiz vardi. - 1950

Plastikleri çikmadan önce tuvalette takunya bulunur ve herkesin ayagina olmasi için en büyük numara seçilirdi. -1950- 70

Okul kapisinda ayva, sam tatlisi macun seker, susamli seker, pamuk helva, kestane satilirdi. 5 kurusa ince bir dilim sam tatlisi alirdik. - 1950-55

Renkli patiskadan dikilme beli lastikli külotlarimiz vardi. Artik yünlerden örülen fanilalara, nazardan korunmamiz için muska takarlardi! - 1945- 50-55

Okul açilacagi zaman Sümerbank ayakkabilari alinir, çok sevdigim modeller için de bayram beklemem söylenirdi. - 1950- 60

Bayramlarda kiyafetlerimiz ve yeni ayakkabilarimiz basucumuzda dururdu. Bazilarimiz koynuna alir, yatardi. - 1955

Uyduruk oyuncaklarimiz vardi. Hatirli bir kisiden çok güzel bir oyuncak araba veya bebek geldigi zaman, bozulmamasi için kaldirilir, bize verilmezdi! Biz ona, o bize bakardi. - 1950- 60

Ilkokulda sepet kadar kurdele takardik. Ne kadar kabarik ve büyük olursa o kadar makbuldü. 2 kafa gezerdik. - 1945-50-55 (Tafta kurdela; jan janliydi...)

Babalarimizin gömlek yakalari, bizim okul yakalarimiz, Pazar aksamlari kolalanirdi. Balina korduk dik durmasi için. - 1950-60

Genellikle herkes Pazar günleri yikanirdi! Banyo merasimle yanar, çamasir degistirilirdi! - 1955

Ecnebi filmlere aydin aileler, Türk filmlerine de fakirler ve egitimsizler giderdi. - 1950-60

Aksam 18.00 seansi tercih edilirdi. - 1955- 65

Filmler, sokak sokak dolasan arabalardan bagirarak duyurulur, reklami yapilirdi. - 1955

Sokaklardan, yogurtçu, yorganci, kalayci, dondurmaci, eskici, bileyci, sülükçü(!) geçerdi. - 1940-50-60

Bozaci, lehimci, baltaci

Bekçimiz, postacimiz, ayvaz, vs

25 kurusa bisiklet kiralar "Sans, kader, kismet, talih, niyet 5 kurus" diye bagiran ve yuvarlak delikleri kazitarak ilkel piyango çektiren çocuklarin pesine Fareli Köyün Kavalcisi gibi takilirdik. - 1955

Her evin en güzel ve en büyük odasi misafir odasi olarak ayrilir, kapisi kapatilirdi. Sonra da tüm aile küçük bir odaya tikilir, hayat geçirilirdi. - 1950-60

Radyo en kiymetli eglencemizdi. Orhan Boran ve Yuki kaçirilmazdi. Ugurlugil ailesindeki Arap Baci'ya herkes hayrandi. - 1960-65

Türk Sanat Müzigini kentliler, Türk Halk Müzigini de köylüler dinlerdi. - 1950-75

Ilkokulda okuma bayrami, kurdele bilmezdik. Herkes okurdu, kimse de bayram etmezdi. - 1950-70

Asi olunacagi zaman tek igne ile neredeyse koca sinif bitirilirdi. Aids henüz çikmamisti, escinsellik duyulmamisti. - 1950-60-65-70

Isveçli sarisin güzeller güzeli May Britt ile çirkinler krali zenci Sammy Davis Jr evlendiginde yer yerinden oynamisti.

Herhangi bir sebeple götürülen hediye paketini açmak, geleneklerimize aykiriydi, ayipti. Misafir gidince ilk is onu açmak olurdu. - Yarim yüzyil

Misafirlikte ne kadar aç olursaniz olun, ikram tabagindakileri bitirmek de ayipti. Görgülüler bir lokma mutlaka birakir, görgüsüzler hepsini yerdi. - 1950-60

Dondurma mayis sonunda çikar annem temmuza kadar izin vermezdi. - 1945-55-65

Kaçik çoraplar, çektirilmek için tuhafiyeciye götürülür, ertesi günü alinirdi. - 1955-60-65

Külotlu çoraptan önce tüm kadinlar jartiyer kullanir, yaslilar baldirlarina lastik takardi. - 1950

60'li yillarda evlenen her genç kizin çeyizinde mutlaka 1 adet baby doll bulunurdu.

Fotograflarda gülmek laubalilikti. Pek çok kisinin dügün resimleri cenaze törenlerini andirirdi. Agir, vakur ve ciddi olmak önemliydi.

Anneler, vapurda, trende, otobüste rahatlikla bebek emzirirlerdi.

Yazlik sinemalara battaniye ve minderlerle gidilir, çekirdek çitlenirdi. Arada frigo buz satilirdi.

Her gencin en kiymetli esyasi Dual pikapti. Plak almak için harçlik biriktirirdik. Bazisi...

Defter kitap kaplama kâgitlari ya kirmizi ya da mavi olurdu.

Tabiat Bilgisi dersi ödevi olarak cam kase içindeki pamukta fasulye yetiŞtirilirdi.

Gazete kâĞitlarindan kese kâgidi yapar, undan yapilmis tutkalla yapistirirdik.


Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org