Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Hüsnü Özyeğin Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Benim Yolum HÜSNÜ ÖZYEĞİN
14.06.2013
Okunma Sayısı : 6968
Oy Sayısı : 9
Değerlendirme : 5
Popülarite : 4,77
Verdiğiniz Puan :
 

 

Benim Yolum HÜSNÜ ÖZYEĞİN


Harvard Business REview Türkiye Dergisinin benimle yaptığı söyleşiyi sizlere sunuyorum...

.



"Benim Yolum"
Hüsnü Özyeğin


HBR: Hüsnü Özyeğin denince akla girişimciden lidere, yatırımcıdan  patrona pek çok  sıfat geliyor. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Kendinize en çok hangi sıfatı yakıştırıyorsunuz?

HÖ: Bir kere patronu  hiç yakıştırmıyorum.

Çünkü benim şirketlerimde işin  patronu  yöneticilerdir.

Onlarla arkadaşız ve birtakım  oyunu  oynuyoruz.

Ben de profesyonel hayattan geldiğim için doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum. 13 yıl Pamukbank genel müdürlüğü, Yapı Kredi  genel müdürlüğü yaptığım dönemde

Mehmet Emin Karamehmet de bana neredeyse hiç karışmadı.

Yapı Kredi Bankası yönetim kurulunda hiç bulunmadı, kurula katılmadı bile.

Yani başka bir ifadeyle söylemek gerekirse orada da patron gibi tam yetkiyle çalıştım. Ve inanıyorum ki şirketin patronu gibi düşünmeyen bir yöneticinin başarılı olması mümkün değil.

Kendini dışarı çıkarken elektrikleri kapatacak kadar sorumlu hissetmekten, sahiplenmekten geçiyor başarının yolu.

Ben bunu yüreğiyle çalışmak şeklinde tarif ediyorum.

Bir yönetici  böyle düşünmezse, patron olarak  başarılı  olması mümkün olamaz.

Elbette burada tepe yöneticilerinden bahsediyorum.

"İşi  nasıl daha iyi yaparım" ya da "maliyetleri  nasıl düşünürüm" gibi soruların yalnızca icra komitelerinde sorulmaması, kurullarda konuşulan konular olarak kalmaması gerekiyor.

Yöneticilerin bunları  düşünüyor, yapıyor ve bilgi  veriyor olmaları gerekiyor.

HBR: Aslında biraz şanslı olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Çünkü patronun  profesyonel yöneticiye geniş alan bırakması ve profesyonel  yöneticinin  patron gibi hareket etmesi Türkiye'de çok sık rastlanan  bir durum değil.

HÖ:
Bu Türkiye'de çok sık rastlanmayan  bir durum.

Bizim şirketlerimizde sadece duygu olarak değil strateji olarak değil,  aynı zamanda ortaklık yapısında yer alıyor yöneticilerimiz.

Yöneticileri mümkün olduğunca şirketlere ortak ediyoruz.

Türkiye'de hisse opsiyonu  vermek ya da (yönetici açısından) almak,  bilhassa halka açık  şirketlerde mevzuat açısından  zor olduğu  için pek  mümkün olamıyor.

Ama biz yöneticilerimize hisse veremediğimiz şirketlerde şirketin  EBITDA'sından yüzde olarak  veriyoruz genelde.

HBR: O halde sizin için lider demek mi daha doğru?

HÖ:
Benim için herhalde en iyi tanım  girişimci olur. Tabii ki  girişimci, yatırımcı,  yönetici gibi  sıfatların  bütünleşmiş hali de diyebiliriz.

HBR:
Girişimciliği teşvik  eden bir yapı var mı kurum içerisinde?

HÖ:
Var evet,  ben bizden ayrılan her yöneticiye yük getirmeksizin  bir kredi açarım.

Aynı şeyi  Rusya'daki  bizden ayrılıp küçük bir banka alan  müdürümüze de yaptım.

Türkiye'de bizden ayrılarak  faktoring  şirketi kuran  yöneticimize de yaptım ilk  açıldığı zaman. Çünkü ilk destek  hiçbir zaman unutulmuyor.

Ben de Finansbank'ı ilk  kurduğumda aldığım  destekleri hiç unutmadım. 

Öncelikle Finansbank'ı kurduğum zamanlar, henüz kapıları  açılmadan bana ortak  olan 21 iş adamı . İkincisi  bana ilk kredi  açan bankalar. 

İlki UBS'di ve 8 milyon  dolar sermayeli bir bankaya 5 milyon dolar kredi  açmıştı.

Bunu unutmak  mümkün  değil. Son  olarak bankanın  sermayesini ilk bir araya getirdiğim  dönemde bana borç veren  üç değerli iş adamı var tabii.

Yaklaşık ,5 milyon dolar  kadar. .Bunlar çok değerli.

HBR:
İş dünyası belirli bir girişim  yapıp  başarı elde etmiş ama orada kalmış, ileriye taşıyamamış örneklerle dolu ama sizin hikayeniz farklı. Mucizevi bir satıcı gibisiniz; aldığınız her şeyi  değerlendiriyorsunuz ve doğru  zamanda doğru  şekilde elinizden  çıkarıyorsunuz. Bu  modelin  sürdürülebilirliğini nasıl  sağlayabiliyorsunuz?

HÖ: Türk kamuoyu benim yaptığım iyi işleri görüyor. Ama başarısızlıklarımız da var elbette.

Özellikle de girişimci  olduğunuz zaman başarısızlıklarınız olmaması mümkün  değil.

Bugün Amerika'da Silikon  Vadisi'nde  girişim sermayeleri ya da girişimcilerin yaptığı 10  işten biri ya da ikisi başarılı oluyor.

Sadece ikisi bile başarılı  olduğu zaman çok büyük değer yaratıyorlar ama geri kalan  sekizi batıyor,  sürdürülemiyor. Bunlar özellikle yeni  kurulan şirketlerde çok önemli.

Türkiye'de de beni diğer değerli iş  adamlarımızdan ayıran, yeni şirket  kuruyor olmam. İnternet  konusunda değil belki ama sigorta şirketi kurmak, banka kurmak,  leasing şirketi kurmak ve farklı  sektörlerde bir takım  işler yapmak  beni farklılaştırıyor.

Ben daha çok yeni girişimler konusunda başarılı oldum.

Biz çok az satın  alma yaptık,  İstanbul'da Kumport Limanı'nı aldık ve gerçekten  çok iyi oldu. Swissotel'i aldık ve çok memnunuz.

Ama örneğin Gima da satın  aldıklarımızdan  biridir ve benim başarısızlık örneğimdir.

Türkiye'de başarılar çok konuşuluyor.

Ama bence başarısızlık  öykülerinden çıkarılacak  çok ders var.

Biz ilk defa bu  ay Özyeğin  Üniversitesi'nde bir başarısızlık zirvesi düzenleyeceğiz.

Orada ben  de bir takım  başarısızlıklarımı anlatacağım.

Benim çok sevdiğim, takdir ettiğim bir girişimci olan Ali Sabancı ve başkaları  da gelecek.

Başarısızlık  örnekleri çok önemli.

Çünkü başarıya ulaşmak için sadece çalışma ve IQ yeterli olmuyor.

Başarıda şans da önemli bir faktör. Ayrıca konjonktür çok önemli.

Ve elbette zamanlama. İşi nerede, ne zaman kuracaksınız?

Dört yıl  önce Yunanistan'da ekonomi ters gitmeye başlayınca bazı basın  mensupları  benim Yunanistan'da bir banka alıp almayacağımı sormaya başladı. 

Benim için  en yapılmayacak  iş Yunanistan'da banka almak.

Çünkü dört yıldır küçülen  ve bundan sonra da birkaç yıl  küçülmesi söz konusu olan bir ekonomide konjonktürel  olarak bir finansal  kuruluş almak ya da yeni şirket kurmak bana göre çok verimli  bir yatırım olmayacak.

HBR: Sizin  başarısızlık hikayenizi sorduğumuzda bizimle paylaşacağınız öykü Gima'nınki midir? Gima'da nerede hata yaptınız?

HÖ: Evet ama Gima'nın  yanı sıra başkaları da var.

Bir sektöre girerken, özellikle de şu anda grubunuzun stratejik  sektörleri  içerisinde yer almayan  bir sektörse bu, mutlaka en iyi oyuncuları  bulmanız lazım.

Yani bir yatırımcının o sektörse en başarılı  yöneticiyi  bulmadan  yatırım yapması  yapılacak en  büyük yanlışlardan biri.

Ben Gima'yı  o  oyuncuları bulmadan  satın aldım. 

Bunun tam tersi  bir örnek isterseniz BİM'e bakabilirsiniz. BİM'in başarılı olmasının  arkasında yatan nedenler arasında bence en önemlisi Alman Aldi'nin  üst düzey  yöneticisiyle yola çıkmış olmasıdır.

Aldi Almanya'da çok doğru  başlanmış  bir model , gıda perakendeciliği konusunda doğru  seçilmiş  bir konsept. Bugün  5-5,5 milyar  dolar  gibi bir değere ulaşmak kolay değil.

Tabii 1996'dan Gima'yı satın aldığım  yıldan  söz edecek olursak; o dönem Türkiye'de gıda perakendeciliği zaten çok  gelişmemişti.

Ben de gıda perakendeciliği sektörünü pek bilmiyorum.

Gima eskiden  Doğu Bloku  ülkelerinde veya Rusya'dakilere benzeyen  mağazalara sahip bir gıda perakende zinciriydi.

Hatta Kartal'da bir mağazada içeride gıda satılıyordu ama vitrinde mankenler vardı ve elbise sergileniyordu.

HBR: İyice odaktan kaymıştı yani.

HÖ:
Tabii. 1993'e kadar  bir kamu  şirketiydi, daha sonra özel sektör satın aldı  ve biz de onlardan  satın aldık.

Dolayısıyla Gima 'nın  her şeyi yanlıştı. Biz aşağı  yukarı  sıfırdan  yapılandırdık.

O tip  mağazaları kapattık. Yeni  mağazalarda yepyeni  bir format  oluşturduk.
Ama sonuçta benim şansım  o arada sektörün  yıldızının parlaması  oldu.

Sektör değerlendi,  Gima'ya iyi talipler çıktı ve bu işi bilenlere, Carrefour'a çok  iyi  fiyata sattık.

Biz aslında 27 milyon dolarlık  bir şirketi  260 milyon  dolara sattık ama emin  olun o aradaki fark kadar  yatırım  yapmıştık  zaten Gima'ya.

Yani çok önemli bir karı  olmadı. Gima'nın  en büyük faydası  parasal  değerlerle ölçülemeyen  tarafta oldu. Biz Gima'dan  çok şey öğrendik.

Bir de tabii Finansbank'a çok faydası oldu. Cardfinans'ı  Gima'da yarattık.

Finansbank olarak  1999 yılında kart işine girdiğimiz zaman 239  bin adet  Visa ve Mastercard müşterimiz vardı.

Diğer bankaların müşteri sayısı yüz binleri hatta 1 milyonu  aşıyordu.

Diğer bankalar kartlarını  şubeleri  aracılığıyla pazarlıyorlardı ama bizim şube sayımız azdı ve kartları pazarlayacak  mekanlara ihtiyacımız vardı.

Gima ve Marks&Spencer mağazaları  bunu  sağladı.

Biz aniden  Finansbank'ta kart işinde dört büyük  bankanın  hemen  arkasına yerleştik. 

O noktada yenilikçi bir adım daha attık  ve kredi  kartıyla taksit kartı  birleştirdik.

Diğer bankalar da aynı  şeyi yaptı ama onlar yine 500-600 şubeyle pazarladılar.

Biz Gima ve Marks& Spencer mağazalarında pazarladık.

Gima'nın  ve Marks&Spencer'ın  bir faydası  da bize bireylerle iş yapmayı  öğretmesi oldu. Finansbank'ı  kurumsal  bir banka olarak kurmuştuk.

Türkiye'de yeni yeni  tanımlamaya başlayan  segmentasyonun veritabanı ve çapraz satışlar açısından  bankaya çok faydası oldu. 

Gima'da müşterilere Cardfinans vermeye başladık ama bu kez kart ödemesi yapmaya gelen müşteriler Finansbank vezneleri önünde yığılmaya başladılar.

Dolayısıyla bankada hizmet kalitemiz düştü.

Bir çözüm yolu olarak aylık  taksit ödemelerini ayın  farklı günlerine yaydık  ama buna rağmen  her ay  1 milyon kart sahibi  şubelerimize yığılıyordu.

Derken  önce Oyakbank'la daha sonra başka bankalarla bizim kart ödemelerimizi yapmaları  konusunda anlaştık ve onlara komisyonlar ödemeye başladık.

Sonra BT bölümü yöneticimiz güzel bir fikirle ortaya çıktı.


HBR:
Tahsilatı da Gima mağazalarında gerçekleştirmek gibi mi?


HÖ:
Evet,  Cardfinans ödemelerini Gima mağazalarında kasiyerler de kabul etmeye başladı.

Bu zincirleme bir etki  yarattı  ve Gima mağazalarına kartını  ödemeye gelenler alışveriş  de yapmaya başladı.

Çok da yararlı  oldu çünkü banka şubelerimizde en fazla üç vezneden  ödeme yapabiliyorken  herhangi bir Gima mağazasında ödemelerinizi  yapabileceğiniz en az 10  kasiyer vardı. 

Kart ödemelerinde önemli bir darboğazı  gidermiş  olduk böylece.

Elbette daha sonra otomatik ödeme,  internetten ödeme gibi başka ödeme yöntemleri geliştirildi ancak o dönemde Gima bizim için  son derece önemli bir operasyonel  yükü  Finansbank şubelerinin  üzerinden almış oldu.

HBR: Siz kendinizi daha çok  yeni  şirket kuran  bir girişimci  olarak tanımlıyorsunuz ama herkes şirket satmak  konusundaki  başarınızı konuşuyor. Finansbank satışı  en bilinen  örneği. Şimdi  de faktoring şirketlerini satacağınız konuşuluyor. Bir şirketin  artık satılması  gerektiğine ne zaman ve nasıl karar veriyorsunuz?

HÖ:
Öncelikle buradan  şunu açıklamalıyım; faktoring şirketlerimi satmıyorum . Şirket satışına gelince; bu elbette o kadar  kolay bir karar değil.  Finansbank'ın  borsa değeri  3,6 milyar  dolara geldiği zaman "artık  bankayı  satma zamanı geldi" diye konuşmaya başladık.

.



.

HBR:Maksimum  değerine ulaştı  diye mi düşündünüz?

HÖ: Türkiye'deki ve dünyadaki  diğer bankalara baktık.

Gerek  defter değeri  çarpanı  gerek  kar bakımından  çarpanı  hızla büyüyen  bir bankaydı.

Olağanüstü bir değere doğru  gittiğini gördük. Çünkü  sonunda 5,5 milyar  dolara sattık.

Oraya doğru  gittiğini gördük.

Dünyanın  herhangi bir yerinde bir şirket  rekabetçi ortamda satıldığı zaman, yani bir yatırım  bankacısına verdiğiniz ve sizi  temsil ettiği zaman rekabet doğuyor alıcılar arasında ve şirketin  borsadaki hisse değeri de yükselmeye başlıyor.

Finansbank'ı  3,6  defter değeri  çarpanıyla sattık. 

Bugün satılan bankalar bence çok düşük  değerlere gidiyor.

Amerika'da dünyanın  en büyük  dört global bankası bile bugün borsa  değerlerinin  0,55- 0,85 defter değeri çarpanıyla satılıyor.

Elbette biz bankaların  değerinin bu noktalara kadar  düşeceğini  tahmin  etmedik tabii ama bankanın  değerinin  çok yüksek bir yere geldiğini  gördük ve satmaya karar verdik.

HBR: Girişimcilerin en büyük sıkıntılarından biri çok  iyi bildikleri bir işten  aynı derecede başarılı  çıkamayabiliyorlar. Yani çıkış  stratejileri  her zaman  giriş stratejisi kadar iyi planlanmıyor. Başarılı bir çıkış  stratejisinin unsurları  nedir sizce?

HÖ: Bu sorunun yanıtını  örneklerle vermek gerekir belki  de. 

Mesela İngiliz Commercial Union'la bizim  bir sigorta ortaklığımız vardı. (Şirket  daha sonra birkaç kez isim  değiştirerek  son birleşme ve satın almalardan sonra bugün Aviva adını aldı.) 1988'de hayat  sigortası için yüzde 45'i Fiba Grup, yüzde 55'i Commercial Union'a ait olmak üzere ortak  bir girişim olarak Commercial Union  Sigorta'yı üç dört yıl sonrada Commercial Union Hayat  şirketini kurduk.

Bunlara aktardığımız toplam sermaye 10-15 milyon  dolardı.

Bu pek  de büyük  bir sermaye sayılmazdı.  2001 yılında buradaki  payımı da sattım. 

Onu satmamın sebebi  de Commercial Union'un  bütün  dünyada ortak girişim  partnerlerini satın almak üzere bir strateji oluşturmuş  olmasıydı ve bize de iyi bir fiyat verdiler. 

Ancak onu satmamın  sebebi çok  farklıydı. 

Bankacılık  krizinin  ortasındaydık  ve bu  satış  Finansbank'ın  sermayesini takviye etmek açısından  çok önemli bir sermaye enjeksiyonu olmuştu.

Dolayısıyla bir şirketin satılmasının farklı sebepleri olabilir.

Eğer Commercial Union  o şirketi  satın almasaydı, o dönemde onu ne Türkiye'de ne de yurtdışında satabilirdim. 

Düşünsenize 2001 Nisan'ından bahsediyoruz. Türkiye'de adeta yangın  vardı.

Dolar 660 liradan 1,5 milyon liraya, bono faizleri yüzde 28'den  yüzde 150'ye çıkmış,  22 Şubat'ta gecelik  faizler yüzde 4000'lere tırmanmışken , müzakereler sonucu gayet  sakin bir şekilde o şirketi sattık.

Fiba Sigorta'nın  satışına gelelim. 

Onun satış  sebebi  Finansbank'ınkinden  çok farklıydı.

Biz Finansbank'ı satarken  bile bankanın  daha da büyüyeceğini , daha çok kar edeceğini  biliyorduk. 

Ama sadece  Finansbank değil, bütün bankacılık  sektörü  değerlendiği için satma zamanının  geldiğini düşündük.

Çünkü biliyorsunuz borsada hisseler sektör standartları  ve sektör parametreleriyle satılıyor. 

Fakat Fiba Sigorta hayat dışı  sigorta yapan sigorta şirketleri arasında, kısacası  kötü bir sektörde çok başarılı  olan  üç ya da dört şirketten  biriydi.

Aynı zamanda Fiba Sigorta sektörde para kazanan neredeyse tek şirketti o zaman. 

Orada sektörün fiyat rekabetiyle artık bizi  aşağı çekeceğini  düşündük.

Çünkü bu  geçici bir süreç değildi.

Bilhassa yabancı  şirketler pazardan pay kazanma stratejisi belli bir süre sürdürülebilir ama sırf Pazar payı için  birkaç  sene sermayeden harcayarak devam etmek  akıllıca değil. 

Bu nedenle satmak istedik Fiba Sigorta'yı. Yüzde 10 ortağımız olan  yöneticilerimizle beraber karar verdik.

Yönetici ortaklarımız da bu karardan  çok memnun oldu.

HBR: Dolayısıyla konjonktürün ve sektörün  şirketi  taşıdığı  noktanın  da çıkış stratejisinin önemli  unsurları  olduğunu  söylüyorsunuz…

HÖ: Tabii ki. Finansbank satışının  benim hem kariyerim  hem de bankacılık sektöründeki varlığım açısından  çok önemli bir yönü daha var:

Finansbank'ı sattım ama bankacılıktan çekilmedim, bu da çok  önemliydi benim için. Yurtdışı bankaları satın aldım.

Fiba Holding'in  National Bank of Greece'den  aldığı  meblağdan  600 milyon  doları Fiba Holding Finansbank'a ödedi ve Hollanda, Rusya, Romanya ve İsviçre'deki  bankaları satın aldı.

HBR: Kamuoyu sizin başarılarınızı bu kadar yakından takip  ediyorken, Fibabanka'yla ilgili  beklentilerin de yükseldiğini düşünüyor musunuz? Üzerinizde böyle bir baskı hissediyor musunuz?

HÖ: Aslında baskı hissetmiyorum ama beklentileri üçüncü  şahıslardan  duyuyorum.

"Fibabanka'yı  20 ay önce satın aldılar ama sadece 12 şube açıldı" gibi.

Ama şunu söylemem gerekiyor., Finansbank'ı  1987 Ekim'inde kurduk  ve 1995 ilkbaharına kadar  sadece beş şubesi olan bir bankaydı.

Bireysel bankacılığa girdiği 1998-99'dan itibaren  şubeler açarak  kademeli  olarak büyümeye ve gelişmeye başladı.  2001'den  sonra enflasyonun düşmesiyle ve Türkiye'nin yurtdışındaki  bankalardan  fon sağlamasıyla bireysel  bankacılık  gelişmeye başladı. 

Bir bankayı  geliştirmek  için şubeler önemli ama aynı zamanda BT yapısı  da çok önemli. 

Biz 14 ay da Fibabanka'nın  BT altyapısını kurduk.

Şimdiye kadarki bankacılık  stratejimiz KOBİ ve ticari  kredilere odaklanmak.

Bu,  bankanın  boyutlarına da uygun bir strateji ve aslında çok küçük  bir bazda başlamamıza rağmen 20 ayda bankayı  üç kat büyüttük.

HBR: Yine yaptık yapacağımızı diyorsunuz…

HÖ: Yaptık ama daha yapacağımız çok şey var.

Bugün  büyük bankalar 50 milyar , 80 milyar dolar bilançolara sahip. 

Onlarla zaten  her konuda rekabet  edemeyiz ama bizim yaptığımız iş, bankanın  bugünkü stratejisine uygun olarak  gelişmesini sağlamak.

Bu doğrultuda attığımız ilk adımlardan  biri Antalya'ya üç şube açmak oldu. 

Çünkü bizim çok  önemli bir Rusya bağlantımız var. 

Dolayısıyla kapsama alanımızı geliştirdik ve Antalya hızlı verim  alabileceğimiz bir alan oldu.

Ayrıca şehir içinde olan  eski Millenium  Bank şubelerini KOBİ'lerin  bulunduğu  alanlara taşıdık. 

İstanbul'da Kartal, Güneşli, Ankara'da OSTİM gibi yerlerde şubeler açtık.

Yavaş yavaş Anadolu'ya açılıyoruz, Adana ve Gaziantep'ten  sonra Kayseri ve Konya şubeleriyle piyasaya giriyoruz.

HBR: Anlattıklarımızdan  operasyonların  bütün detaylarına hakim olmak isteyen bir girişimci  olduğunuz anlaşılıyor. Halbuki  işi profesyonel  yöneticilere bırakıp  sadece en kritik  sorunlarda devreye girmek  de bir yöntem olabilir. Çeşitli  toplantılarda Sinatra'nın My  Way şarkısını  söylerken, "benim  yolum" derken  kendi  çalışma yönteminizi mi kast ediyorsunuz?

HÖ: My way şarkısını  aslında yaptığım  işlerin hiçbirinden  üzüntü duymadığımı anlatmak  için  söylüyorum.  Doğru şeyler yaptığım  gibi yanlış  işler de yaptım. 

Tabii ki  doğru yaptığım işlerden  dolayı  çok  mutluyum, yanlışlarımdan dolayı da en başta ben sorumluyum ama bunlar o konjonktürde alınan kararlardı  ve dönüp  yanlışlarımın  moralimi  bozmasına izin  vermiyorum.

Hep ileriye bakıyorum. Ama şunu  söylemeliyim  ki  grubumuzun stratejilerini de giderek  daha sofistike hale getiriyoruz. 

Grubumuz bu girişimcilik  heyecanıyla kendi stratejik  alanlarının  dışına da çıkmıyor.

Bizim ana sektörümüz her alanıyla finans sektörü. Leasing, faktoring, sigorta ve varlık  yönetim şirketleri de bu kapsamda. Yurtdışındaki  ilk Türk  sigorta şirketini  de kuran biziz.

Rusya'da ve Romanya'da sigorta şirketi açan  bir Türk  şirketi yok ama biz beş yıldır bunu  yapıyoruz.

Rusya'da, Romanya'da Ukrayna'da leasing şirketlerimiz var.

Şimdilik portföy yönetimi ve aracı  kurumumuz yok ama onların  dışında  finansın  bütün  alanlarında varız. Portföy yönetim  şirketi  ve aracı  kurum  için ise doğru  zamanı bekliyoruz.

HBR: Finansın dışında üniversite yatırımımızın  da sizin için özel bir değeri olduğunu biliyoruz.

HÖ: Dikkatinizi çektiyse kurulduğu zaman adını  açıklamak  üzere yaptığımız basın  toplantısını  saymazsak, bugüne kadar Türkiye'de reklam yapmayan  tek banka Fibabanka'dır.

Bugüne kadar yatırımlarımızla ilgili  yaptığımız tek reklam  sponsorluğumuz oldu. O da yaklaşık 15 bin  lira tutarındaydı.

Evet Finansbank'ı yüksek  bir fiyata satmak, sigorta şirketini doğru zamanda makul bir fiyata satmak,  Swissotel'i , Kumport Limanı'nı almak , enerji  yatırımları  yapmak…

Bunların  hepsinden  çok mutluyuz elbette ama bugüne dek yaptığım en değerli  ve anlamlı yatırım üniversite oldu.

Özyeğin Üniversitesi şu anda beynimin önemli  bir kısmını kapsıyor.

Üniversiteyi çok düşünüyorum çünkü  oradaki sorumluluk çok büyük. 

Gençleri  üniversiteye alıyorsunuz sonra üniversitede geçirdikleri dört ya da beş  yıldan sonra onların  iyi bir iş  bulmalarını  sağlamanız lazım.

Biz mezun olduktan  sonra öğrencilerimizin çok iyi yerlerde çalışmalarını  istiyoruz.

HBR: Bir konuşmamızda isminizi verdiğiniz bir tek  yatırımınızın üniversite olduğunu  söylüyordunuz.

HÖ: Doğru hatırlıyorsunuz.

Yakın zamanda 2012-2013 akademik  yılı başlayan  öğrencilerimize bir konuşma yaptım ve onlara şunu söyledim:

"Siz mezun  olduğunuz zaman özgeçmişlerimiz sadece sizin adınızı  soyadınızı değil aynı zamanda benim  soyadımı da taşıyacak. 

Dolayısıyla siz saygın bir iş bulamazsanız benim itibarım  azalmış  oluyor.

" Hakikaten buna inanıyorum. Eğer Özyeğin  Üniversitesi mezuniyeti ilerleyen  yıllarda Türkiye'nin en iyi eğitim  veren  üniversitelerinin diplomaları kadar  değer görmezse siz başarılı  olamadınız demektir ki o zaman  ben de başarılı  olmadığımı  düşünürüm.

Ama ben,  rektörümüz ve öğretim üyelerimizle birlikte öğrencilerin  başarılı olması için gereken  her şeyi  yapacağız.

Kaldı ki  bugün mezun  olanlar iş bulmazsa, bundan birkaç yıl  sonra mezun olacak  olan öğrencilerin  de şansı  azalmış olacak. 

Bu yıl  beşinci yılımızdayız, henüz kuruluş aşamasındayız ama geldiğimiz noktadan  çok  memnunuz.

Bu yıl 200 öğrenci Özyeğin  Üniversitesi'nde eğitime başlıyor. Toplamda 3 bin öğrencimiz oldu.

HBR: Konu  gençlerden açılmışken; siz çocuklarınızı gelecekte nasıl konumlandırıyorsunuz? Onlar Fiba Holding'in  15 yıl  sonraki sahipleri mi yoksa profesyonel yöneticiniz gibi konumlanacak?

HÖ: Çocuklarım da benim takımımın içinde. Tıpkı profesyonel yöneticilerim gibi. Biz Murat ve Ayşecan'la işleri paylaştık.

Oğlum Murat, Kumport Limanı  ve enerji  grubunun başkanlığını  yapıyor.

Kızım  Swissotel ve perakende mağazacılığından  sorumlu.

Ama hem Murat hem Ayşecan üniversite de dahil  tüm grup  toplantılarına katılıp  görüşlerini  belirtiyor.

Ben oğlumun ve kızımın başkanlığını  yaptığı  hiçbir şirketin  yönetim  kurulunda bile değilim. Örneğin Kumport Limanı'nı  5,5 yıl önce aldık ama ben limana sadece üç kez gittim.

Ama üç  ayda bir yaptığımız yönetim kurulu  toplantılarına katılıp  şirketlerin  performansları, planları ve benzeri  konuları  konuşuyoruz.

Benim çocuklarım  artık birçok  işi benden  daha iyi yapıyor.

Yani ben onlardan  bilgi alıyorum. Ama yine de şunu söyleyeyim aile olarak hiçbir işi bire bir yönetmiyoruz. Bizim grupta her sektörden  sorumlu  birer CEO'muz var.

HBR: Bütün  şirketlerinizde yöneticileriniz aynı zamanda hisse sahibi mi?

HÖ: Belli şirketlerde hisse veriyorum.

Sigorta şirketinin  daha kuruluş aşamasında yüzde 10'u  yöneticilerindi.

Başka şirketlerde ve yurtdışındaki bankalarda da hisseler, opsiyonlar verildi.

Fibabanka'da aynı şeyi  yapmayı düşünüyorum.

HBR: Bu sizin yönetim  anlayışınızın  bir parçası mı?

HÖ: Bütün  dünyada yapılan  bir uygulama bu. 

Ben Amerikan  ekolünden  geliyorum  ve özellikle  Amerika'da birkaç milyon dolar yatırdığınız bir işin  başındaki  genel müdür ve genel müdür yardımcılarının  biraz da kendi paralarını koyarak , şirkette hissedar olmasının  elzem olduğunu  düşünüyorum.

Aksini düşünmek istemiyorum. Bunun yapılmaması çok yanlış.

HBR: Yeni nesil yöneticilere ya da liderlere verebileceğiniz tavsiyeler neler?

HÖ: Bir kere liderlerin mütevazı olması  lazım, ikincisi az konuşması, ekibini dinlemesi  lazım.

Bana kalırsa ben hala çok  fazla konuşuyorum.

Bu,  lider için çok  önemli  bir vasıf bence. 

Üçüncüsü mümkün  olduğunca ilk sözü  değil,  son sözü  söyleyen  olması lazım.

Dördüncüsü liderin gayet sakin olması,  panik olmaması lazım. 

Panik olsa da bunu çevresine göstermemesi gerekir. 

Ben bunu  1994 ve 2001 krizlerinde çok iyi  yaptığıma inanıyorum.

Aksi durumda o fırtınaları zor geçerdik.

1994'te üç,  1999-2001'de yaklaşık 24 banka geçemedi.

HBR: O zaman panik  olmadınız mı?

HÖ: Doğrusunu  isterseniz o dönemde panik olmayan  bir bankacının zekasından şüphe ederim.

Eğer o dönemde panik olmadıysa hiçbir zaman olmaz. 

Bir de tabii liderin çok çalışması gerekiyor. Lider çalışmazsa ekip de çalışmaz.

Çalışkan kelimesi  bize çok basit bir kelime gibi geliyor ama değil. 

Liderin çok çalışkan  ve özverili  olması,  ekibinin  her türlü sorunuyla ilgilenmesi gerekiyor.

Üstelik sadece işteki sorunlarıyla değil, sağlığıyla , çocuklarıyla ilgili ve hatta ailevi  sorunlarıyla da ilgilenmesi gerekiyor.

Grubumuzda gençler ve üst düzey  yöneticilerimiz birbirine "ağabey-abla" der.

Bu benim çok hoşuma gidiyor.

Unutmayın ki siz ne yaparsanız ekibiniz de onu öğretip  onu yapar ve bu dalga organizasyonun en alt kademesine kadar gider.

Ben bunu  kurumsal  kültür açısından  en önemli  vasıflardan biri olarak  görüyorum.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org