|
Tüm Yazıları
ShareThis
|
Oh be özgürüm
14.11.2008 |
|
Okunma Sayısı : |
12827 |
|
|
Oy Sayısı : |
2 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
1,51 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
Oh be özgürüm Can Kıraç . .
Yaşa Dergisi'nden Umut Bavlı Bey'in yapmış olduğu söyleşiıi sizlerle paylaşıyorum.
. .
"Oh be özgürüm"
Telefonda "Ben Can Kıraç'ım" diye uyarıyorsunuz. Kardeşiniz İnan Kıraç'la çok mu karıştırıyorlar?
CK: Evet çok karıştırılıyor. Geçen gün önemli bir basın mensubu e-posta attı. "Sizi çok takdir ediyoruz ve izliyoruz.
Pera Müzesi'yle ilgili sizinle bir ropörtaj istiyoruz" diyor. Pera Müzesi için her yerde Suna- İnan Kıraç diye yazdığı halde böyle bir şey olabiliyor.
Bu yaz Ilıca'daydım. Alaçatı'da arkadaşlarla beraber yemek yedikten sonra kalktık, gazeteciler tanımış beni, fotoğraf eçktiler.
Fotoğrafımı koyup İzmir gazetesinde Suna ve Can Kıraç Alaçatı'da felekten bir gece çalıyor yazdılar. Eşimin adı İnci, Suna ise Vehbi Koç'un kızı ve hasta yatıyor.
O resmi çeken insan bunu bilmiyorsa diyebilecek söz yok. Hatta Milliyet gazetesinde hala Can ve İnan Kıraç arasında karışıklık olur.
Bundan yaklaşık iki yıl önce Aydın Doğan bir yer açıyordu. İnan'ın resminin altında "Can Kıraç toplantıya katıldı" yazıyordu.
Milliyet'te böyle bir hata yapıyorsa ne denebilir ki!
Bunun redaksiyonunu yapan kimse yok mu?
Ben bundan gocunmuyorum. Hoşuma da gidiyor. İnan daha popüler.
Sonuç itibariyle karıştırılıyor ve bu yüzden hep uyarıyorum. "Doğru mu, hata yaparsan vaktini boşa çıkarma" diyorum. . .
. .
Şimdi dönüp baktığınızda zamanı iyi yönetemediğinizi ve istediğiniz kadar kitap okumaya vaktinizin kalmadığını söylüyorsunuz. Dönüp baktığınızda gördüğünüz diğer hatalar neler?
CK: İş hayatımla ilgili düşündüğümde bir ayrtıntı bulamıyorum. Bunun nedenide çok açık.
Benim çalıştığım dönemde Türkiye'de rekabet azlığı, işlerin günlük alanlara yayılma kabiliyeti ve enflasyon yapılan hataları örtmüştür.
İdare Komitesi Başkanı olduğum 1987-1991 arasında toplulukta uygulanacak ücret ve pirim politikalarında sıkıştığım zamanlar olmuştur.
Önemli hatalar yaptığımızı görmeye başlamıştım.
Vehbi Koç patron olarak ücret ve pirim zamlarıyla ilgili geniş davrandığımızı söylüyordu ve haklıydı. Ama o yüksek enflasyon hataları bir yıl sonra telafi etti.
Başarılı sonuçlar için ücretlere yüzde 50 zam yapmışsanız, bu inanılmaz bir artıştır.
Bir yıl sonra yüksek enflasyon nedeniyle bu hata kapanıyordu.
Benim bu anlamda ders çıkarttığım olaylar yok.
Kendimi suçlu gördüğüm ya da "Ah şunu yapsaydım" dediğim, pişmanlık duyduğum bir olay hatırlamıyorum.
Yönetici, yazar ya da kolej resimler… Hangisi sizi daha çok ifade ediyor? En baştan başlasanız hangisini yapardınız?
CK: Bilgisayar beni çok etkiliyor, gelişmelere çok açığım. Benim yaşımdakiler bilgisayarla haşır neşir olmuyor.
Bir bilgisayarkolik değilim. Ama bilgisayarı hem bir arşiv gibi kullanıyorum hem de bir sitem var ve sitemde görüşlerimi zaman zaman dile getiriyorum.
Kim okuyor, kim okumuyor ona önem vermiyorum. Bunun yan ürünü olan kolaj işini yaparken de büyük zevk alıyorum. Bunu kanıtlamak için de bir kitap yayınladım. Eskiden her gün birkaç tane yapardım.
Şimdi olaylar öyle keyifsiz hale geldi ki yapamıyorum. Çünkü kolajı esasında keyif için yapıyorum. Olaylara mizahi gözle bakıyorum. Bazı gelişmelere mizahi gözle bakmak mümkün değil. Derin bir üzüntü duyuyorum. O yüzden tempom azaldı. Haftada bir iki tane yapıyor ya da hiç yapmıyorum. Daha genç olsaydım muhakkak politikaya atılırdım. . .
. .
. .
Bu ukde mi içinizde?
CK: Politikaya atılmayı içimde hep taşımışımdır. Eşim de hep "Sen hala adam olmamışsın. Bugünkü politik ortamdan şikayet ediyor hem de politikaya atılmayı bu yaşına karşın düşünüyorsun. Sen garip bir adamsın" der. O garipliğim devam ediyor. Fakat şurası bir gerçek ki insanlar yeteneklerini zamanında kullanmalılar. Zaman çok önemli.
Belli ki sizi en çok kolaj heyecanlandırıyor…
CK: Ama bugün için böyle. Çalıştığım dönemde disiplinli bir yapı içindeyim. İzmir'de 12 yıl kaldım. İstanbul'a gelirken, İzmir'de rotaryen ve masondum. İstanbul'a gelince hem roteryenliği hem de masonluğu bıraktım. Amacım İstanbul gibi bir iş dünyası içinde zamanımın tamamını işime ayırmaktı. Öyle başarılı olunabileceğini kabul etmiştim.
Nitekim öyle bir çalışma temposuna girdim ki ailemle ilgili sorunları karımla beraber bir iş toplantısına, akşam yemeğine filan giderken asansörde ya da otomobilde konuşacak vaktimiz vardı.
O kadar fedakarlıkla çalıştım. O zaman ki hobim ve her şeyim işti.
Ancak son yıllarda çalışırken bir yandan da boncuk merakım başladı. Tasarım filan yapıyorum.
Vehbi Koç bunu duymuş.
Kalktı , eve geldi. "Sen bunları ne zaman yapıyorsun? dedi.
"Merak etmeyin sizin zamanınızdan çalmıyorum. Bunları hafta sonları tatilde yapıyorum" dedim.
Vehbi Koç bana gözlerini dikti, "Sen ne diyorsun, senin hafta sonların da bana ait" dedi.
Patron acımasızdı. "Siz beni hafta sonunda ne kadar meşgul ediyorsanız, yine o kadar çalışıyorum. Bunları da aradan çıkarıyorum"dedim.
Vehbi Bey'in eve gelip bakması ilginç.
CK: Vehbi Bey'in başarısı biraz da yanında çalışanların ne yaptığını, hangi imkanlarda yaşadığını takip etmekte saklı.
41 yılınızı Koç grubu'nda geçirdiniz. Şimdiki gençlerin aynı şirkette 41 yıl çalışmayı hayal bile edememelerini nasıl yorumluyorsunuz?
CK: Gençlerin hayattan beklentileri hızlı iletişim dünyasında her şeye sahip olmak gibi özetleniyor. O yüzden daldan dala atlamayı, bu yolda gerekli görüyorlar. Bunu Koç Topluluğu'nda çalışırken genç elemanların işe alımında çok yaşadım.
Genç elemanlar henüz başta, başka bir yere hazırlanmak için Koç'a girdiklerini itiraf ediyorlardı. Böyle bir anlayış son dönemdeki eğitim sistemimizin bir sonucu mu, dünyadaki trendlerden mi kaynaklanıyor bilemiyorum.
Koç topluluğu'nda çalışırken belirli bir süre sonra tabii ki aranan kişi oluyorsunuz.
Aranan kiş olunca "Benimle çalış!" teklifleri gelmeye başlıyor.
Tam burada insan karekteri ortaya çıkıyor. O karakteri aile görgüsü, eğitim ve bilgiye bağlıyorum. Şimdiki gençleri de bu tutumları nedeniyle eleştirmiyorum. Demek ki şu an dünya görüşü böyle. Tabii bizde işe bağlılık, işe sadakatle yönelmek sektördeki iniş çıkışlar nedeniyle de zor oluyor.
Her ekonomik krizin sonunda eğitimini tamamlamış elamanlar işsiz kalabiliyor. Bu riski aşmak için gençler 3-4 değişik alanda kendilerini garanti altına almak istiyorlar, sanırım.
Gençlerin yerinde olsanız bugün 41 yılınızı bir gruba adar mıydınız?
CK: Yaptığınız işten zevk alıyorsanız, kazancınız sizi mutlu ediyorsa neden olmasın? Şimdi Türkiye'deki gençlerin hayattaki esas dramları eğitim branşlarını seçerken başlıyor. İstediği branşta kendisini yetiştirecek alana yönelemiyor.
Testler, sınavlarla düşündüğü alandan bambaşka bir yerde buluyor kendini. İş hayatında başlangıçta sabırlı ve özverili olmak lazım. İş hayatında bir kadro içinde atıldığınız zaman , sizi daima frenleyecek , hatta küçümseyecek kişiler olacaktır. Bunları aşmak için özveriyle çalışmak lazım.
Aziz Nesin'in katıldığım bir görüşü var. "Hayata bir daha gelsem yine gazeteci olurdum" derler.
"Hayattan deneyimler kazanmışsam, o deneyimleri dikkate alarak yeniden hayata gelişimde o mesleği yaparım ya da yapmam."
Kendi kazandığım deneyimler beni mutlu etti. Başlangıçta azla kanaat ettim, ama sorumluluk aldıkça yükseldim. Kendi işimi idare ediyormuşum gibi bir duyguyla çalıştım.
Bana "Neden kendi işini kurmadın?" diye sorarlar.
Bunlar güzel ffikirler ama onun oluşması içiz sizi topluluğun dışına itecek olaylar yaşamanız lazım. Öyle bir olay yaşamadım. Sürekli teşvik gördüm. O teşviğin maddi menfaatlerini elde ettim.
Ziraat mühendisi olarak girdiğim topluluktan ayrılırken, yeni tabirle topluluğun CEO'suydum. Bütün kadameleri zaman içinde aşarak belli bir mertebeye geldim. Dolayısıyla bir daha gelsem Koç Grubu devam ediyorsa yine oraya girerim.
Bugünkü CEO'ları nasıl buluyorsunuz, neler tavsiye ediyorsunuz?
CK: İyi bir yönetici olmanın, yönetim politikalarında başarılı sonuçlara ulaşmanın bulunduğunuz ortamdaki şartları değişik oluyor. Üst düzey yöneticilik yaptığım 1975-1991 yılları arasında Türk iş dünyasının içinde bulunduğu şartlar bugünkü gibi değildi. Hatta bugünkü yöneticilerin daha zor koşullarda çalıştıklarını görüyorum.
Rekabet daha gelişmiş durumda. Yalnızca iş piyasada değil dış dünyayla da rekabet etmek gerekiyor. Bugünkü ortamın istediği yönetici tipiyle bundan 30-40 yıl önceki yöneticilerin tipi farklı. Vehbi Koç'un bir çeşit sloganıydı; "Çok çalışmak lazım" derdi.
Tamam, çok çalışmak lazım ama, gecesini gündüzünü yalnızca çalışmaya ayıran insanlar tanıdım; başarıları limitli kalmıştır. Başarıyı iyi tarif etmek gerekir.
İş dünyasında başarının yanı sıra kişisel başarı da olursa mutlu sonuç ortaya çıkıyor. Yalnızca çalışarak işi başarıya götürüyorsanız, mutlu olmanız mümkün değil. Türkiye'de özel sektörün önemli hamleler yaptığını gördüğümüze göre o alandaki yöneticilerin başarılı olduğunu kabul etmeliyiz.
Belirli bir hedefe ulaşmış durumdalar ve sonuçlarını alıyorlar. O yüzden "Şöyle ya da böyle yapmak lazım" gibi bir fetva vermek istemiyorum.
Koç'ta şu an yönetimde olan üçüncü kuşakla ilişkileriniz sürüyor mu?
CK: İş anlamında bir ilişkim yok. 1991'de ayrılırken kendime toplulukla herhangi bir iş ilişkisi devam ettirmeme şartını koydum. Çünkü Koç Topluluğu'nda çalıştığım yıllarda, topluluktan daha önce ayrılmış ya da emekli olmuş kişilerin toplantılara gelmelerini yadırgıyordum. İş dünyasında etkili görüş verebilmek için günlük olayları yaşamamız gerekir. Dışarıda kalıp, kararı etkileyecek görüşleri belirtmenin yanlış olduğu kanısındayım.
Patron fiili olayları izlemiyorsa, onun için de geçerli. Vehbi Koç'un başarılı olmasının önemli nedenlerinden biri ölünceye kadar işleri ayrıntısına kadar takip etmesiydi.
Emekliliğimin ardından Koç Ailesi, Koç Holding Yönetim Kurulu'nda başkan vekilliği görevimi devam ettirdi. İdare meclisi toplantılarına girdiğimde ayrıntıları takip etmediğim için herhangi bir katkıda bulunamadığımı gördüm. "Eskiden biz böyle yapardık" demek, fiilen işin içinde olanları rahatsız eden bir şey. 10 yıl önceki deneyimin sonucu söylemek katkı sağlamaz.
Bu anlayış sonucunda topluluktan ilgimi kestim. Bu nedenle bir yerde karşılaşırsak merhabalaşmaktan başka üçüncü kuşakla bir temasım yok. Rahmi Bey'le de yine bir yerde karşılaşırsak merhabalaşırız o kadar. Bu benim tercihim.
İş hayatında başarının formülü nedir? Yüzde olarak yetenek şans, çalışma, azim , bilgi oranı nedir?
CK: Şansa kesinlikle inanıyorum. Ama şans tek başına bir şey ifade etmiyor. İnsanın kendini iyi donatması lazım. Bu sonucu kendimden çıkarıyorum. Koç Topluluğu'na Ziraat Yüksek Mühendisi olarak girdim. O tarihte ABD'den Marshall planıyla tarım traktörleri getiriliyordu. Görevim onların çiftçiye tanıtılmasıydı. 41 yıllık çalışma sürecinde o noktadan şirket yöneticiliğine geldim.
Ziraat eğitimiyle şirket yöneticiliği arasında bir ilişki yok. Fakat kendinizi donatabiliyorsanız. Okuyarak, başkalarının tecrübelerinden yararlanarak ve kendi özel davranışlarınızı o işin gereklerine göre şekillendirerek başarıya ulaşıyorsunuz.
Başarı için birinci şart insanın kendini donatması olarak görüyorum.
Yöneticilik bir meslekmidir tatışılabilir. Ancak her yöneticinin bir mesleği olması lazım. Ayrıca işe karşı dürüst olacaksınız.
İşe karşı dürüst olmak, hem insanın kendine karşı hem de işine karşı dürüst olmasıdır.
O işten şahsi menfaat elde edecek gizli politikalar üretmemeli. Tabii bu arada şansta önemli.
Ben o şansı yaşamış biriyim.
Koç Topluluğu'nda ilk atılımım bir sabah Bernar Nahum'un Vehbi Koç'la yaptıkları bir toplantının ardından bana "İzmir'e gider misin?" diye sormasıyla gerçekleşti.
O sırada Ankara'da çalışıyordum. "Giderim " dedim.
"Seyahat önermiyorum, orada yaşayacaksın. Eşinle konuşmayacak mısın?" dedi.
"Hayır, bu benim için önemli bir fırsat, değerlendirmeliyim" dedim.
Kariyerimi İzmir'deki şirketin müdürü olarak geliştirdim.
Ondan sonra Koç ve Nahum 1968'de "Artık İstanbul'a gelip burada çalışmalısın" dediler.
Bu görevi daha önce Vehbi Bey'in asistanı Faruk Bey'e önermişler. Faruk Bey çocuklarının eğitim sorunları nedeniyle "Ankara'dan ayrılamam" demiş. Bunu bana teklif etmeleri bir şans. Bu anlamda şansa inanıyorum.
Profesyonel çalışma hayatınız ve bu yeni hayatınızı kıyasladığınızda hangisini tercih ediyorsunuz?
CK: İkisi de gözümde eşdeğer. Çünkü 41 yılı büyük bir heyecan duyarak yaşadım. Çalışma hayatımda her kademede heyecan duydum. Her sabah uyandığımda işime o heyecanla gittim.
41 yılın ardından uyandığım ilk gün, "Oh be özgürüm" dedim. Nedir o özgürlük? O günün programını kendim yapacağım, patron yapmayacak. O özgürlüğü de bugüne kadar yaşıyorum. Tabii mutlak özgürlük diye bir şey yok.
Profesyonel hayatı özlediğiniz anlar oldu mu?
CK: Hayır, hiçbir zaman. Çünkü gemileri yaktım. Ayrılırken bu şartla ayrıldığım için hiç arkama dönüp bakmadım. Bazı arkadaşlarım ve başta Vehbi Koç olmak üzere Koç Ailesi inanmadılar. "Sen nasıl olsa bizim ocağımıza düşeceksin" dediler. Ancak Koç hissedarı olduğum halde ayrıldıktan sonra hiçbir şekilde Koç Genel Kurulu Raporu'nu okumadım. Beni ilgilendirmiyor artık.
Türkiye ve AB ilişkileri hakkında görüşleriniz nelerdir?
CK: AB'nin bugünkü noktaya gelmesinden büyük üzüntü duyuyorum. Tabii ki Türkiye AB'ye üye olmalıdır. Ama böyle rezillikle olmamalı. Bugünkü durumu rezillik olarak görüyorum.
Ne açıdan?
Her iki taraf açısından. AB'nin davranışlarınıda öyle görüyorum. 3 Ekim'de müzakere başlayacaktır. Çünkü bu müzakere süreci Avrupa Topluluğu'nun Türkiye'yi kıskaca aldığı bir dönemin yeni başlangıcı olacak. O dönemde bizi eze eze kenara bırakacak ve aralarına almayacaklar.
AB hedefindeki beklentim: "Biz gerekeni yapacağız, ondan sonra bizi alırsınız, almazsınız" şeklindeydi. Öyle ikide bir kapıyı "Alacaksınız" diye çalmayı son derece yanlış buldum. Eğitimini tamamlamamış bir ülkenin AB'ye ne katkısı olabilir ki! Ben hiçbir şey görmüyorum .
Diyorlar ki "Türk toplumu çok genç, önemli bir dinanizm" Genç ama toplumunun mesleği, işi yok.
Mesleği olmayan bir toplum nasıl yararlı olabilir?
Baştan sona karamsarım. Bizi almayacaklarına kendim kadar inanıyorum. Adam ne diyor; "Demir atmış olarak Türkiye'yle beraberliğimizi sürdürmeliyiz" Ne demek bu?
Adam beni sömürge gibi görüyor.
Beni sömürecek, benim pazarımdan yararlanacak.
Kopmamı istemiyor, ama beni ezmeye devam edecek. Benim görüşüm bu.
. .
. .
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm yazıları |
ShareThis
|
|
|
|
|
|
Türk Liderler:
Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem
|
|
|