Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Prof.Dr. Haluk Şahin Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

HALUK ŞAHİN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
13.11.2007
Okunma Sayısı : 7675
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

HALUK ŞAHİN Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.
Duayen bankacı Bülent Şenver ile yaptığımız güzel bir televizyon programını sizlerle paylaşmak istedim. 
.
.

izlemek için

.
.

    

.
.
.
HALUK ŞAHİN Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Deşifresi
.
.
Haluk Şahin (HŞ)
Bülent Şenver (BŞ)
.
.

BŞ: Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu sayın Haluk Şahin. Hoşgeldiniz Haluk Bey.

: Hoşbulduk. Sağolun.

BŞ:  Haluk Bey siz hem üniversite eğitim konusunda önemli vakitlerinizin bölümlerini ayırıyorsunuz. Hemde binlerce insana ulaşabilmek için köşe yazarlığı gibi güzel şeyler yapıyorsunuz. Daha  önce sizleri hem gençler tanıdı, hem bizler tanıdık. Topluma mal olmuş diyorum. Ben bu tip kişilere topluma mal olmuş diyorum. Topluma mal olmanın çeşitli şekilleri var biliyorsunuz.  Ama sizin topluma mal oluş şeklinizi de ben son derece takdir ediyorum. Saygın bir şekilde ve olması gereken bir şekilde ve eminimki bunun moral tatminini ve bunun zevkini yaşıyorsunuzdur. Ben istiyorum ki gençlerimizle sizin hayatınızdaki kilometre taşları diyebileceğimiz böyle çok önemli noktaları . Bunu da niye paylaşalım istiyorum? Gençlerimiz görsün ki bir insanın hayatta yükselmesi ve belirli yerlere gelmesi ile ilgili ne tür tecrübelerden geçiyor. Ve onlar sizi hem merak edip , geçmişinizle ilgili bilgileri edinsinler. Hem de bize önemli kilometre taşlarınızı söylemiş olun istiyorum.

HŞ: Memnuniyetle. Tabii ben artık hayatımın paylaşma dönemindeyim. Meyve verme dönemindeyim, eğer tabiri caizse. Bu nedenle bu türden deneyimlerimi gençlerle paylaşmak için her fırsatı değerlendirmeye çalışıyorum. Türkiye'nin çeşitli yerlerinden bana elektronik postayla mesajlar gelir, sorular sorulur. Arada Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki lise öğrencileri telefon edip  İstanbul'a geleceğiz sizi görmek, görüşmek istiyoruz  gibi isteklerde bulunuyorlar. Ben bunların hemen hemen hepsini kabul etmeye çalışıyorum. Bazen başarıyorum, bazen başaramıyorum. Ama orada ilkem şu; yaşanmışı paylaşmak lazım. Evet herhayat özgündür. Her hayat farklıdır. Ama her hayattan başka bir hayata aktarılabilecek bazı dersler vardır. Bunları aktarmaya çalışıyorum.

: Haluk Şahin olarak siz nasıl başladınız? Okulu bitirdiniz.

HŞ: İsterseniz biraz başından başlayayım. Ben bir subay, öğretmen ailesi çocuğuyum. Bir memur  ailesi çocuğuyum. Atatürk Türkiye'sinin  ilk jenarasyonunun Harbiye ve Bursa kız mahalli mektebi mezunu iki idealist insanın  dört çocuğundan biriyim. Bu tabiki hayatımda en önemli başlangıç noktası. Bu nedenle Anadolu'nun pek çok yerinde dolaştım. Bu nedenle özellikle babamın okumaya ve şiire çok meraklı  olması nedeni ile belirli okuma ve edebiyat kültürü aldım. Annemin Bursalı olması nedeniyle çocukluğumun önemli bir kısmı Bursada geçti. Bursa erkek lisesinde okurken AFS diye bir şey var. O sene onlar ilk defa Anadolu'ya açılmışlardı. Beni ve birkaç öğrenciyi seçtiler. Lise son sınıfı Amerika Birleşik Devletlerinde okudum. Hayatım birden bire planlananın tamamen dışında gelişmeye başladı. Türkiye'ye döndükten sonra İstanbul Hukuk Fakültesinde okudum ama hep aklımın arkalarında bir taraflarında hayatımı okuyarak, yazarak ve konuşarak geçirmek vardı. Gençlerimiz bazen kendilerini bir meslek seçmek zorunda hissediyorlar. Ben çok küçük yaşlarda tesadüfen de biraz aslında meslek değil uğraş alanı seçmenin daha önemli olduğunu . Nedir? En çok neyi seviyorum sorusuna cevaben , en çok okumayı seviyorum. En çok yazmayı seviyorum. En çok bu konularda okuduğum, yazdığım konularda diğer insanlarla konuşmayı paylaşmayı yazmayı seviyorum. O halde ne olabilirim? O halde Akademisyen olabilirim. Üniversite hocası olabilirim.O halde yazar olabilirim. O halde lisede edebiyat öğretmeni olabilirim. O halde belki şu anda aklıma bile gelmeyen başka birtakım yaşam biçimleri oluşturabilirim dedim. Bu temel uğraş alanımı seçmiş olduğum için benim hayatımda hiç şey olmadı şumu olacağım, bumu olacağım diye bir endişem olmadı. Ben acaba sevdiğim şeyleri nerede yapabilirim, nasıl yapabilirim diye yola koyuldum. Ve genç yaşlardan itibaren yazı yazmaya , şiir , öykü yazmaya yayınlamaya başladım. Bu arada üniversiteyi bitirdim. Zamanla  Amerika' da doktora yaptım. Orada akademisyenlik hayatıma başladım.

BŞ: Hangi üniversitede?

HŞ: Ben Indiana üniversitesinde önce gazetecilik üzerine master, daha sonra kitle iletişim üzerine  doktora yaptım.   Ondan sonra işte üniversitede asistan olarak kaldım. Orada evlendim ve hayatıma böylece bir başka kültürel boyut katılmış oldu. Sürekli olarak bir taraftan gazetecilik yaparken bir taraftan akademisyenliği sürdürdüm. Ben zannediyordum ki günün birinde hayatın koşulları beni bunlardan birini seçmeye zorlayacak, bir seçim yapmak zorunda kalacağım . Onu bekliyordum. Biliyordum ki ben tek başıma bu tercihi yapamam  çünkü ikisindende kopamıyorum.

BŞ. Ya gazetecilik diyordunuz ya da

HŞ: Ya gazetecilik ya akademisyenlik. Sonra bir gün bir baktım yaşım 50 yi geçmiş ben hala bunu yapmaya devam ediyorum. O zaman dedim ki demekki benim kariyerim benim yazgım böyleymiş. Bende böyle bir adammışım. Sonradan aklıma geldi bu aslında o kadar da anormal değil. Toplum böyle bir talepte bulunuyor ama mesela üniversitelerde hem ders veren hemde ameliyat yapan hocalar var. Tıp profesörleri var. Niye benim meslek alanımda olmasın. Çünkü benim meslek alanım aynı zamanda uygulamalı bir alan. Ve üstelik okuttuğum şeyle yaptığım şey aynı . Ben diş hekimi olabilirim ve öbür taraftan yazar olarak hayatımı sürdürmeye çalışabilirim. Orada bir çelişki ve zorluk olabilir. Ama ben gündüz çocuklara ne anlatıyorsam üniversitede akşam yazımı yazarken de zaten aşağı yukarı onları düşünüyorum. Böyle gelişti. Bu şekilde Türkiye ile Amerika arasında biraz hayatım bölündü. Hayatımın 15 yılı Amerika Birleşik Devletlerinde geçti. Akademisyenlik ile gazetecilik pratiği arasında hayatım biraz bölünmüş oldu ama hayatımda hiç vazgeçmediğim büyük tutku olarak Türkiye kaldı. Zannediyorum bunu anneme ve babama borçluyum. İçimdeki Türkiye sevgisi, Türkiye tutkusu hiçbir zaman sönmedi. Ben dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde kendi alanımda Universeal Maryland  Washington' tadır. Amerikan'nın başkentindedir. Dünyanın en iyi gazetecilik okullarından biridir. Dört senede orada, Amerikan üniversiteleri kürsü garantisi aldım. Ömür boyu orada kalabilirdim. Fakat o sene Türkiye'ye dönüş hazırlıklarına başladım.  Çünkü içimdeki bir şey

BŞ: Sizi buraya çağırdı.

HŞ: Beni buraya çağırıyordu ve ben kendimi buraya borçlu hissediyordum. Annemin babamın bana verdiği yönelim beni böyle hissetmeye zorluyordu. Bunu dönmeyenleri suçlamak için söylemiyorum. Herkes tabii kendi hayatını kendi özel koşulları içinde  yaşar. Ama benim kuşağım böyle bir sorumluluk duygusuyla büyüdü. Bizim bu ülkeye bir borcumuz olduğu, bizim bu ülkeye bir şeyler vermemiz gerektiği  duygusu çok kuvvetliydi. Ayrıca ülkeyi gezerken, görürken, keşfederken buranın aynı zamanda dünyanın en güzel ülkelerinden biri olduğunu ve burada edindiğim tatmini başka hiçbir yerde edinemeyeceğimi edindim. Hayatımın temel faktörleri bunlar.

BŞ: Sizi ben birde şöyle hatırlıyorum. Bir önemli program vardı televizyonumuzda adı Arena'ydı. Arenada da çok önemli görevlerle zaman zaman biz sizi görüyorduk. Bir takım çekimler, araştırmacı olarak bazı şeyleri buluyordunuz. Kamuoyu önüne getiriyordunuz. Herhalde değişik bir yaşantı ve değişik bir  heyecan ve getirdiğiniz konularda program Arena olduğu için hani toplumu ilgilendiren, topluma doğru yolu gösteren , yanlış yapılan şeylerin yanlışlığının ne olduğunu  toplum önünde göstererek başkalarına örnek olup benzer yanlışlıkların ortadan kaldırılmasını sağlamak. İnsanları bu konuda bilinçlendirmek gibi önemli sorumluluklar olan  program çeşidiydi, türüydü. Bunları televizyona taşıyacak kadar cesaretli bir insan, nasıl taşıyor? Acaba bir korku oluyor mu bunları söyledikleri zaman . Biliyorsunuz Türkiye'de bu tür programları yaptığınız zaman, bu tür bilgileri toplumla paylaştığınız zaman bazı riskler söz konusu olabilir. O dönemi birazcık anlatırmısınız? Arenaya siz nasıl girdiniz?

HŞ: Uğur Dündar benim asker arkadaşımdır. 1965 yılında Piyade Okuluna İstanbul'da gittiğimde uzun boylu sarışın bir gencin bizim bölüğün kıdemlisi olarak görevlendirildiğini gördüm. Boyundan dolayı, seside çok gürdü. Biz üçüncü bölükte altı ay birlikte eğitim yaptık. Arkadaş olduk. O da gazetecilik enstütüsü mezunuydu ve gazeteciliğe meraklıydı. Sonra ben Amerikay'ya gittim. Uzun dönem Amerika'da kaldıktan sonra İsmail Cem'in genel müdür olduğu dönemde Türkiye'ye döndüm. Akademisyen olmak üzereyken tesadüfen , hayatta tesadüflerin rolü çok büyük. Kendimi İsmail Cem 'in program danışmanı olarak buldum. Ve TRT de çalışmaya başladım. TRT de çalışmaya başladığım zaman orada uzun boylu sarışın ve yakışıklı biri  var. Kim dedim. Uğru Dündar dediler. Dedim bizim Uğur mu?

BŞ: Askerlik arkadaşınız.

HŞ: Askerlik arkadaşım Uğur Dündar. Uğur Dündar ile orada buluştuk ve İsmail Cem döneminde beraber ile çalıştık. Sonra İsmail Cem dönemi Milliyetçi çephe dolayısıyla belkeneden daha önce sona erince ki hala TRT'nin  altın dönemi ve en parlak dönemi diye anılıyor. Biz ekip olarak birlikte Ankara'dan kalktık İstanbul'a geldik.  Politika diye bir gazete çıkardık Rahmetli Ercan Arıklı ile birlikte. İsmail Cem genel yönetmenimizdi. Bende genel yönetmen yardımcısıydım. Yani ben babaliye paraşütle yukardan indin. Muhabirlikten gelmedim. Uğur'da bizimle beraberi. Uğurlada birlikte çalıştık. Sonra tekrar ben Amerika Birleşik Devletlerine gittim orada hocalık yaptım. Türkiye'ye geldim. Türkiye'ye geldikten sonra Nokta dergisini çıkarttım. Nokta dergisininde ilk yayın yönetmeniydim. Uğur'la ahbaplığımız devam etti. Sonra Hürriyet Gazetesine geçtim. Uğur  Hürriyette çalışıyordu. Beraber çalışıyorduk. Babalide hep konağın odalarını dolaşırız. Sizin odalar gibi.  Çetin Altan'ın meşhur lafı vardır ya "Babali kocaman bir konak gibidir. Odalardan odalara dolaşırız. Bazen aynı insanlara odalarda rastlarız". Babalide 3,4,5 defa beraber çalıştığım pek çok arkadaşım vardı. Uğur Dündar'la altı defa aynı  kurumda çalıştık. Ben son olarak Cumhuriyet Gazetesinde çalışırken oradaki darbelerin yanlış tarafında kendimi buldum ben kendimi Hasan Cemal ile beraber oraya gitmiştim. Öbür arkadaşlar galip geldiler ve Hasan Cemal ile oraya beraber gelenleri tasfiye ettiler. Bu tasfiye edilenler arasında bende vardım. Tam o sırada Uğur Dündar bana dediki Haluk Show TV  benden bir program istedi adını Arena koyduk. Haberde  yapacağız içinde , bu programı beraber yapalım dedi. Ben tamamdedim. Sonra düşündük sana ne diyelim dedi bana . Hem arkadaşız hem yakınız. İşte genel yönetmen yardımcısı gibi bir şey . Dediki sana editör diyelim. O zaman editör lafı yoktu Türkiye'de şimdi çok yaygın. Sonra ben editör Haluk Şahin bey oldum. Hatta bana sorarlardı etraftan editör ne demek? Derdim ki müdür gibi bir şey. Ben her programda bir insanlık olayı diyebileceğimiz daha hafif daha mizahi yönleri olan konuları almaya başladım. Bunun adı editörün köşesi oldu. Bir taraftan işte her türlü hırsızlık, yolsuzluk namussuzluk haberleri verilirken genellikle  programın sonunda işte editörümüz Akdeniz bölgesinde köyümüze güneş gelmediği için tepeyi traş eden bir muhtarla beraber

BŞ: Anladım. Siz işin riskli tarafını Uğur Dündar'a . Öyle değil mi?

HŞ: Elbette Paratoner Uğur Dündar. Ama ben aynı zamanda editördür. Şöyle bir iş birliği vardı aramızda; o gazdı ben frendim. Bende bütün haberleri okuyordum. Ve şunu kullanalım, bunu kullanmayalım diyordum. Şu cümleyi çıkaralım, bu cümleyi çıkaralım diyordum. Askerlik gibi bir mizaç vardır son sözü birinin söylemesi lazımdır. Bizim Uğurla arkadaşlık çok yakın olduğu için Uğur'un benim dediğimin tersini yaptığı hemen hemen hiç olmamıştır. Aramızda herhangi bir rekabet sözkonusu değildi.

BŞ: Şöyle derlermiydi izleyenler. Yolsuzluk haberlerini Uğur Dündar yapar. Diğer haberleri editör halleder.

HŞ: Görünür. Uğur tabii gider, mikrofonu uzatır. Ön planda odur. Asıl cesur olan odur. Dört korumayla gezen oydu.

BŞ: Sizde yokmuydu.

HŞ: Bende yoktu. Teklif edildi ama ben bunu kabul etmedim. Benimde odam dinleniyordu . Benimde peşimden dolaştılar.

BŞ: Ama tehtit almamışsınızdır.

HŞ: Tehtit aldım. O türden tehditleride pek fazla ciddiye almamak gerekiyor. Böyle bir iş yapıyorsunuz. Zaten bilebilirsiniz. Ciddi tehditle ciddi olmayan tehditi biribirinden ayırabilirsiniz. O konuda da ustalaşıyorsunuz. Ben 9 sene bu iş yaptım. Mesela Uğur Dündar'a yönelik çok ciddi bir tehditi birlikte değerlendirdik bu susurluk çetesinden gelen bir tehditti. Ve ona göre önlem alındı. Ama ben mizaç itibariylede yaptığım haberler itibariylede çok fazla gözönünde değildim. Uğur'la aramızda böyle bir iş bölümü vardı. Çok iyi bir dokuz yıl geçirdik birlikte. Danışman kullanmamak bir marifettir sizde çok iyi bilirsiniz bunu. Liderler kendilerine hayır öyle olmasından böyle olsun dendiğinde bu adam benden daha fazla biliyor gibi davranıyor diye alınırlar.

BŞ: Mesela ben kendimi bir yerde sizin  yerinize koymaya çalışıyorum. Mesela o anlattığınız Susurluk olaylarıyla birlikte insan hakikaten doğru bildiğini yapmak istiyor bir taraftan fakat bir taraftan da kendi hayatıyla ilgili .

HŞ: Bu işe girdinmi uzun yol şöförlüğü gibi bir şey.

BŞ: Ben yapacağım diye  insanda hırsmı oluyor o zaman. Ne derlerse desinler ben bu işi yapacağım.

HŞ. Bir inanç oluyor. Hırs oluyor. Her şeyden önce yanlış bir şey yapmadığının bilmenin getirdiği bir güven oluyor.

BŞ: Hiç geri adım atma olmuyormu hiç.

HŞ: Çok ender. Bunun ötesinde halktan gelen çok müthiş bir destek var. Ve sizde kendi imajınıza bir müddet sonra inanmaya ve onu canlı tutmak için çaba göstermeye çalışıyorsunuz ama Uğur'la benim aramda hiçbir zaman şöyle bir yarışma olmadı. Ben bir entelektüeldim. O bir televizyoncuydu. Ve ikisi bir araya gelince ortaya  iyi bir bileşim çıktı. Ve Arena hakikaten o dönemde Türk televizyonlarının en parlak programı halindeydi. Bizim programlarımızı bazen milli maçlar kadar çok seyrediyorlardı. 26, 28 . Şimdi bugün gençlere onu söylediğim zaman milli maç kadar. O dönemi biliyorsunuz. Önemli bir şey yaptık. Soruşturma gazetecilik, araştırma gazetecilik benim çok önem verdiğim bir gazetecilik habercilik dalıdır. Çünkü ben onu demokratik toplumların filitrelerinden biri olarak görürüm. Akvaryumdaki eğer filitreler bozulursa , tıkanırsa akvaryumların başına neler geldiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.

BŞ: Şimdi ben size gençler için 3 yap 3 yapma diye soru soracağım. Sevgili  gençler 3 yap 3 yapma bölümündeyiz. Haluk bey 3 tane gençler için,  gençler hayatta muhakkak yapın diyeceğiniz neler olabilir?

HŞ: Her gün en az bir gazete okuyun. Mümkün olduğu kadar çok seyahat edin. İngilizceyi mutlaka çok iyi öğrenin.

BŞ: Peki tam tersi desekki gençler hayatta sakın yapmayın.

HŞ: O anda çok cazip görünen fakat ileride size problemler çıkartacağına dair içinizdeki küçük sezinirlerin size uyarıda bulunduğu şeyleri katiyen yapmayın.

BŞ: İki sakın yapmayın. 

HŞ: Yalan söylemeyin. Çünkü yalanları korumak fevkalade zordur. Eksik söyleyebilirsiniz. Ama her söylenen yalan diyelim sahte çek gibidir. Günün birinde döner dolaşır yine size gelir.

BŞ: Üçüncü sakın yapmayın gençler.

HŞ: Sigara içmeyin.

BŞ: Sağlık değil mi?

HŞ: Spesifik olarak sigaradan bahsetmek istiyorum. Sigaraya çok düşmanım. Benim çok yakın dostlarımı aldı götürdü. Bir İsmail Cem kolay mı yetişiyor?  İsmail Cem sigara yüzünden öldü. Turhan  Yavuz daha acısı içimde yanıyor. Turhan  Yavuz  tamamen sigaradan öldü 51 yaşında. Bazen diyoruz ya kendi kendini zehirliyor. Hayır kendi kendini zehirlemiyor toplumu müthiş bir potansiyalden eksik bırakıyor. Turhan Yavuz 51 yaşında 80'ne kadar en verimli çağı. Dört tane çok güzel araştırmacı gazeteci kitabı var. 80'nine kadar yaşasaydı belki 15 tane olacaktı yazık değil mi bu toplumu ondan eksik bırakmaya ne hakkımız  var. Aman çocuk sakın sigara içmeyin.

BŞ: Sizin ben hep hatırlıyorum Bezmen2lerle ilgili bir hem kitabınız hem Arena programından galiba başlayan bir Bezmen , onunla ilgili bir yayın vardı. Daha sonra bu kitaplaştı. Bize Haluk Şahin,  Bezmen olayını bir özetleyebilir misiniz?

HŞ: Şimdi Bezmen olayı Arena programlarının izlediği olaylardı. Bize ihbarlar gelirdi. İhbar masamız vardı. Sabahtan akşama kadar  bunun telefonları hiç susmazdı çünkü o dönemde yargıya yeterli güven duyulmadığı için, polise yeterli güven duyulmadığı için,  aslında oralara gitmesi gereken pek çok ihbar bize gelirdi. Bu yüzden de tabii iyi saatte olsunlar herhalde bu ihbar masasına gelen telefonları dikkatle izlerdi herhalde. Bu arada Halil Bezmen'in tarihi değer taşıyan eşyalarını Türkiye'den yurt dışına kaçırmak üzere Haydarpaşa gümrüğünde hazırlıklar olduğuna dair bir ihbar geldi. Arkadaşlarımız çıktılar, izlediler ve bunu ortaya çıkardılar. Sonra Uğur Dündar ,  gayet doğal bir gazetecilik refleksi ile   bütün bu işlerin kahramanı olan  Halil Bezmen'e  Amerika'ya gitti. Belki biracıkta Uğur'un Amerikan kültürünü bilmemesi birazcıkta özel mülkiyete duyulan aşırı titizliği ,  onlar çok  ciddilerdir. Buradan geçilmez. Geçenler tevkif olunur der, siz gülersiniz. Türkiye'den geldiğiniz için . Nede olsa toprak mülkiyetini 1856'da  geldiği bir toplum. Orası kovboyların yeri.  

BŞ: Uğur bey girmiş mi oraya?

HŞ: Bahçesine girmiş. Röportaj yapmak için ısrar etmiş. Doğaldır. Soruşturmacı gazeteci.

BŞ: Sonra ne olmuş?

HŞ: Ailenin hizmetkarlarından birtanesi gelip Uğur Dündar'a ve yanındaki kameraman arkadaşımıza saldırmış. Orada bir itiş kakış olmuş. Bu gelen kişi yere düşmüş. Biraz yaralanmış, berelenmiş. O sırada polise haber verilmiş. Polis Uğur Dündar'ı tutuklamış. Bütün ekibi tutuklamış. O sırada bana haber geldi. Ben Türkiyedeydim. Ve Uğur kefaletle tahliye edildikten sonra bana dediki Haluk hemen atla gel buraya dedi. Çünkü ben Amerikayı iyi biliyorum . Oranın usulunü kıvamını iyi biliyorum ve oraya gittim. Ondan sonra uzun yıllara yayılan bir yargı süreci başladı. İlk önce cezai yargı süreci yaşandı . Bir hukuki tazminat davaşı yaşandı.  Böyle bir dönem. Derken araya yıllar geçtikten sonra   Halil Bezmen Türkiye'ye döndü. Türkiye'de sadece 13 gün ceza evinde kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Ve her zamanki hayatını yaşamaya devam etti.  Ben hiç görmedim Halil Bezmeni hayatımda.  Uğur Dündar'ında Halil Bezmeni gördüğünü, karşılıklı oturup konuştuğunu zannetmiyorum. Kişisel bir husumet asla söz konusu değil. Bu bir haberdir. Nasıl kullanıldığını göstermek. Kötüye kullanıldığı takdirde bunu  teşhir etmek. Bizim paramız, sizin paranız, hepimizin parası. Sonra Halil Bezmenin bir kitabı çıktı. Bu kitabında neden Halil Bezmen diye. Ve o kitabında bizim şimdiye kadar yaptığımız haberlerin hepsinin yalan olduğunu, bizim ileri sürdüğümüz iddiaların geçersiz olduğunu, aslında devlete bir kuruş bile vergi borcu olmadığını, tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili davadan beraat ettiğini orada yazmış. Şimdi bize soruşturmacı gazeteci , şimdi beraat etmedin mahkum oldun. Ayrıca şu kadar borcun var. Tarihte son söz ona kalmasın diye "Haramzadenin Dönüşü" diye bir kitap yazdık. Kitapta bizim Halil Bezmen'le kişisel bir takıntımız yok.  Belki burada tanışsam  belki çok iyi ahbaplık ederiz. Ortak ilgi alanlarımız olabilir.

BŞ: Siz doğru bildiklerinizi yazdınız o kitaba.

HŞ: Tarih önünde diyor ki; Uğur Dündar ile Haluk Şahin'in ve Arena ekibinin yaptığı haberler söylediklerinin hepsi yanlıştır. Son söz ona kalacaktı. Son söz ona kalmasın diye biz kitabıda yazdık. Ve Halil Bezmen'e hadi mahkemeyede ver dedik.

BŞ: Ben şimdi size bir kelime bir cümle için hazırlık yapmanızı istiyorum. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Haluk Şahin ile bir kelime bir cümle. Ben size Haluk Bey bir kelime söyleyeceğim , kısa bir o kelimeye sizin aklınıza hemen gelen cümleyi baan ifade etmenizi isteyeceğim. Kelime sebat cümle

HŞ: Başarının sırrı.

BŞ: Kelime azim cümle

HŞ: Başarının başlangıcı

BŞ: Kelime Bozcaada cümle.

HŞ: Kaçtığım alternatif mekan.

BŞ: Kelime kader cümle.

: Tesadüf anlamındaysa ise hayatın en önemli süprizlerinden biri.

: Kelime dürüstlük cümle.

HŞ: Sonsuzluk.

BŞ: Kelime aşk cümle.

HŞ: Onsuz hayatın tadı yok.

BŞ: Kelime dostluk cümle

HŞ: Akdenizin güneşi sayesinde  buralarda daha iyi yetişen hoş bir meyve.

BŞ: Kelime şiir cümle

HŞ: İçimde bir köşeye saklanıp beni asla terketmeyen ve son zamanlarda kıpkırmızı güzel bir çiçek olarak  karşıma çıkan vazgeçilmez bir tutku.

BŞ: Kelime ölüm cümle.

HŞ: Hayatın bir parçası,  hayatı anlamlı kılan son.

BŞ: Kelime Haluk Şahin cümle.

HŞ: Türkiye'li.

BŞ: Çok teşekkür ediyorum. Biz kısa bir aradan sonra hoş sohbetimize tekrar devam edeceğiz.

BŞ: Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu sayın Haluk Şahin ile birlikteyiz. Haluk Bey ben sizin için hayali bir vaka hazırladım. Gerçekle ilgisi yok bunun ama istedimki bu hayali vakanın sonunda size sorayım. Siz olsaydınız bu durumda ne yapardınız diye. Bunada ben bir etik vaka diyorum. Gençlerimiz bu tür vakalarla etik konusunda birazcık zihinlerini çalıştırsınlar istiyorum . Müsaade ederseniz vakanızı size okuyayım. Faruk Bey tanınmış bir gazetede bilinen bir köşe yazarıdır. Haksızlıkları ve yolsuzlukları korkmadan köşesine yazabilen, dürüstlüğe önem veren bir gazetecidir. Bir gün bir işadamı siyasetçiyle ilgili  siyasi gücünü kullanarak şirketlerine şahsi menfaat sağladı diye bunu haber yapar. Önce araştırır doğruluğunu anladıktan sonra bunu haber yapar. Gazetede odasında çalışırken Faruk Bey'in bir gün telefonu çalar. Telefondaki kişi der ki Faruk Bey köşenizde yolsuzluğunu yazdığınız iş adamı varya ben onunla ilgili size bazı belgeler getirmek istiyorum der. Faruk Bey peki buyur getir der. Ertesi gün Faruk Bey 'in odasına gelir o kişi ve bir zarf uzatır kendisine. Faruk Bey zarfı açar, bir bakar içinden fotoğraflar çıkar. Fotoğrafları görünce miğdesi bulanır. Kötü fotoğraflardır. Çünkü hakkında yolsuzluk iddiası bulunan ve yazdığı o kişinin, o kişi bir erkektir  ve o erkek kişinin başka erkekle olan çarpık ilişkilerinin  çok iğrenç fotoğraflarıdır. Çok kızar adama resimleri fırlatır çık git der bunlarla benim ilgim yok. Benim seninlede artık konuşacak bir şeyim yok. Ve aynı gün öğle yemeği için yemek yemek üzere bulundukları ofiste masaya oturur, yemek yerken bir bakar yanına genel yayın yönetmenide gelir. Birlikte yemek yerler hemde sohbet ederler. Sohbet sırasında Faruk Bey genel yayın yönetmenine sabah olan biten bu olayı ona anlatır. Belkediği şudur; aferin iyi yapmışsın. Fakat onu duyacağına genel yayın yönetmeninden şu sözleri duyar. Ne yaptın sen kardeşim , niçin fotoğrafları almadın. Alıp bana getirseydin ya. Benim odamdaki kasamda bu tür işlerle ilgili bir kasam var oraya saklıyoruz bunları. Bir daha sakın böyle bir şey yapma. Fotoğraflar gelirse al. Hatta lütfen geri ara bu adamı o fotoğraflarıda geri almanın yöntemini bul. Faruk bey odasına çıktıktan sonra düşünmeye başlar. Hiç beklemediği bir sözdür acaba ne yapsan diye düşünür. Haluk Şahin bey buradaki  Faruk Bey'in yerinde siz olsaydınız siz ne yapardınız?

HŞ:  Çok güzel bir vaka yazmışsınız. Ben medya etiği derside veriyorum. O yüzden sınavımda böyle bir vaka kullanmak isterim. Ben kendi hayatımda bu gibi durumlarda kaldığım zaman gazetecinin pisliğe asla bulaşmaması gerketiği ilkesinden hareket etmişimdir. Çünkü pisliğe bulaştığınız takdirde o pislik bir gün size geri döner. Eğer istifa etmem gerekirse istifa ederim. Tabii o gazete içindeki diğer ilişkilerede bakmak lazım. O genel yönetmenin üzerinde de bir patron var. Söz gelimi. Ama doğruyu yaptığım konusunda en ufak bir şüphe duymaz ve bu konuda profesyonel bir sıkıştırmayla karşı karşıya aldığım takdirde işi bırakırdım.

BŞ: Teşekkür ediyorum. Bu gençlerimizin kulağına küpe olsun diyorum. Şimdide bir soru yağmuru bölümümüz var. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Haluk Şahin ile birlikteyiz. Şimdi soru yağmurunu oynayacağız. Ben size kısa kısa sorular soracağım, yağmur damlaları gibi, o sorularada sizin kısa cevaplarınızı vermenizi istiyorum. Türkiye'de gelir dağılımı adaletsizliğini bozmak değilde yeniden yapabilmek , bunun için aklınıza ilk gelen ne olabilir?

HŞ: Vergi sistemini düzeltmek.

BŞ: Çok parası olan bir insan parasını hangi konularda kullanırken cömert davranmalıdır.

HŞ: Kültür, eğitim.

BŞ: İnsan davranışlarından hoşunuza gitmeyen en önemli davranış nedir?

HŞ: Ben yapmacıktan ve sahtekarlıktan hiç hoşlanmam. Çünkü birisinin yapmacık davranışlarını gördüğüm zaman,  çorbanın içinde  sinek görmüş gibi rahatsız olurum.

BŞ: İyi biri gazeteciyle, kötü bir gazeteciyi ayırt eden en önemli özellik  nedir?

: Şimdi derlerki ; gazetecilik öyle bir meslektir ki iyi yapanları asil, kötü yapanları rezil eder. Orada temel ayrım gazeteciliğin asal işlevini hiçbir zaman akıldan çıkarmamaktır. Şöyle özetliyorum doğruyu doğru biçimde söylemek.

BŞ: Bu iyi gazetecilik. Doğruyu doğru biçimde  söylemek.

HŞ. Tanımı budur. Sadece doğruyu söylemeniz yetmez. Doğruyu öyle bir biçimde söylersiniz ki , kaş yapayım derken göz çıkarırsınız. Ama sadece doğru biçimde anlatmak yetmez. Doğrunun özüne inmek zorundasınız. Temel unsur budur. Doğruyu doğru biçimde söylemek.  Doğruyumu söylüyorum bir, acaba en doğru biçimdemi söylüyorum iki.

BŞ: Ülkemizi yönetenlerin yerinde ben olsaydım bu olayı yapmazdım diyebileceğiniz aklınıza gelen bir olay var mı?

HŞ: Pek çok olaydan söz edebilirim.  Örneğin yakın tarihlerde bu olayı ele alabilecek olsaydık 301. maddenin Türkiye'nin başına böyle bir bela hale gelmesini müsaade etmez. Oradaki  potansiyel tehlikeyi  görüp oradaki problemi daha minicikken  hallederdim. Onun Türkiye'ye maliyeti 10 milyarlarca dolar olmuştur ve hala devam ediyor.

BŞ: Basın hayatında en sık gördüğünüz etik olmayan davranış nedir?

HŞ: Haberlerin yeterince incelenmeden, araştırılmadan doğrulanmadan yayınlanması. Biraz evvel sözünü ettiğimiz doğruyu doğru biçimde söyleme ilkesini yerine getirmek için, haberin bütün unsurlarının orada  olması lazım. Bazen günün akışının içerisinde olması veya başka nedenlerle henüz ham haberler servis yapılıyor. Ve ham gerçek pişkin olgun gerçeğe zarar veriyor.

BŞ: Biz adam olmayız cümlesinde adam olmayız diyebileceğimiz aklınıza gelen bir şey varmı? Biz adam olmayız hangi konuda.

HŞ: Biz adam oluruz. Biz kadında oluruz ayrıca . O atasözünün kişisel ayrımcı tarfınıda bu arada çağdaş duyarlılık açısından protesto etmek te gerekir. Biz adam oluruz. Biz adam olmayız lafından vazgeçtiğimiz zaman oluruz.

BŞ: Böyle gelmiş böyle gider. Sizce Türkiye'de böyle gelmiş ama böyle gitmemesi gereken ne  var?

HŞ: Zannediyorum en temel konu yapılan işleri yeterince ciddiye almamak. Belki bizim şartlı  tarafımızdan,  belki Akdeniz tarafımızdan gelen adam sendeci ve herşeyi başkasından bekleyen bir tarafımız var. Bunun değişmesi lazım. Çünkü modern demokrasilerde her yurttaşın  kendisini sorumlu bir birey olarak görmesi gerekiyor. Buda olacaktır zamanla. Ve inşallah bu olurken biz Almanlar gibi de olmayız. Hani yandaki komşunun, çöplerini tenekeye koyarken tenekenin kapağını açık bıraktığını polise ihbar eden bir türden sorumluluğunda aşırılığa gidilmiş bir yerede gelmeyiz. Belirli şeyleri muhafaza etmemiz lazım. Biz dünyanın en güzel bölgesinde yaşıyoruz. İnsani ilişkiler açısından bütün dünyaya örnek olabilecek çok hoş taraflarımız var. Bunları muhafaza etmek aynı zamanda da çağdaş dünyada ayakta kalabilmek için belirli bir üretkenlik düzeyine ulaşmamız gerekiyor.

BŞ: Devletin mali deniz yemeyen domuz diye bir söz var. İyi bir söz değil ama. Böyle bir zihniyeti Türkiye'den söküp atmak için ne yapmak gerekir?

HŞ: Soruşturmacı gazetecileri desteklemek, ve devletin diğer filitrelerinin iyi çalışır hale gelmesini sağlamak. Filitrelerin hiç birisi iyi çalışmıyor. Zaman zaman soruşturmacı gazetecileri işte yargısız infaz yapmakla suçluyorlar ama, yargısı iyi çalışmıyor. Meclisin içindeki filitreler iyi çalışmıyor. Diğer filitreler, sivil topluma ait olsun , başka kesimlere ait olsun iyi çalışmıyor. Burada soruşturmacı gazetecilerin üzerine çok ağır yükler kalıyor. Onlarda zaman zaman bunun  altında kalıyorlar.

BŞ: Türkiye'deki bu eğitim sistemimize bir şekilde adam etmek için aklınıza gelen ilk bir iki şey ne olabilir? Nasıl adam edebiliriz bu sistemi?

HŞ: 21. yüzyılda eğitimin en önemli yatırım alanı olduğunu sadece sözde değil aynı zamanda özde uygulamaya sokmak. Çünkü bilgi toplumunda en önemli yatırım, insanın bilgilenmesi için yapılan yatırım. Buna öncelik ilan eder ve şimdi harcananın üç misli para harcarım, eğitim alanında . Ve mutlaka bunun karşılığını bir kuşak sonra alırım.

BŞ: Türkiye için endişe duyuyorum dediğiniz şu anda Türkiye için endişe duyduğunuz ne var?

HŞ: Türkiye çok zor bir şeyi yapmaya çalışıyor. Türkiye aslında Herkül gibi bir ülke. Türkiye bir islam ülkesi. Halkının çoğunun müslüman olan bir ülke. Ama seksen yıla yakın bir zamandır laik yaşam düzenini ayakta tutabilmiş. Bunu başka kimse yapamamış. İkincisi Türkiye dışardan batıdan aldığı kurumları kendi halkının yaşam dokularına nüfus ettirmeye çalışıyor. Bu zaman alan bir şey. Türkiye'de sosyolojiyle siyaset arasında müthiş bir yarışma var. Acaba sosyolojimi Türkiye yi yeterince hızla değiştirerek demokrasiye hazırlayacak, yoksa siyaset yaptığı falsolarla henüz sosyoloji o noktaya gelmeden bir noktada çökecek mi? Benim endişeyle kaygıyla izlediğim, ama aynı zamanda halkımıza, ülkemize güvenerek inanarak izlediğim süreç bu. Yüreğim hopluyor. Yüreğim hoplamıyor değil. Türkiye fırtınalı havalarda uçan bir ülke. Bizde beş şiddetinde fırtına var. Bizde üç şiddetine indiği zaman biz şey zannederiz her şey güllük gülistanlık zannederiz. Ama bu yolda devam etmekten başka çaremiz yok.

BŞ: Soru yağmurunun son yağmur damlası diyeyim. En son ne zaman ağlamıştınız?

HŞ: Bu sabah ağlamış olabilirim. Sabah haberlerini seyrederken şehit cenazeleri sahnelerini gördüğüm zaman gözümden yaşlar süzüldü.

BŞ: Yine ben sizi başka oyunumuza yönlendireceğim. Masamızın üzerinde bir tane kutu var görüyorsunuz. Üzerinde de Kulağınıza Küpe Olsun yazıyor. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Haluk Şahin ile birlikteyiz. Şimdi kulağınıza küpe olsun. Bu kutunun içerisinde çubuklarımız var. Bu çubuklardan bir tane çekmenizi istiyorum. Bakalım şansınıza hangi çubuk çıkacak. Bir tane çekelim. Onun üzerinde bir tane güzel söz veya atasözü olmalı.

HŞ: "Mazeret değil,  maharet iltifata tabidir."

BŞ: Bunu biraz açalım.

HŞ: Genç gazeteci arkadaşlarımada onu  söylerim. Önemli olan gazeteye çıkandır . Televizyoncu arkadaşlarımada şunu söylerim. Önemli olan ekrana çıkandır. Sizin bir gece önce eşinizin sancılanmış olması , ayrıca ayağınızdaki çıbanın zonkluyor olması gibi mazeretler seyirci için okuyucu için hiçbir değer taşımaz. Siz en iyisini yapmakla yükümlüsünüz. Ve en iyisini yaparsanız büyük bir ihtimalle günün birinde bunun övgüsünü alırsınız. Yani mazeret değil maharet iltifata  tabidir. Türk toplumunda daha yaygınlaştır mamız gereken bir alışkanlık. Biz mesela biraz evvel sözünü ettiğiniz sorularlada bağlantılı olarak biz yağlamayı severiz. Zaman zaman şartlı tarafımızla ama gerçek övgüleri dile getirmekten o kadarda hoşlanmayız. Ancak öldükten sonra o gerçek övgüleri dile getiririz. Bunun değişmesi lazım. Maharetin layık olduğu iltifatın  insanlar henüz oradayken, etrafımızdayken onlara yöneltilmesi çok çok önemli değerdir.

BŞ: Mahareti biraz açıklarmısınız? Maharet dediğimiz şey nedir?

HŞ: Her alan için en iyisini yapma çabasına ben  maharet diyorum.

BŞ: Bir becerimidir maharet?

HŞ: Benim hayatımda hayat çabalarının bir hiyerarjisi yok. Bir bankada teftiş işini yapan, sizin alanınıza gireyim, insanın mahareti çok büyük iltifata  tabidir de döner kesen bir adamın o kadar bir iltifata tabi değildir şeklinde bir sıralamaya hiçbir zaman inanmadım.

BŞ: Her iş önemli olması lazım.

HŞ: Her iş önemlidir. Her iş iyi yapılabilir. Ve daha iyi yapılan işlerin övgüyle ödüllendirilmesi gerekmektedir. Toplumlarda, toplumları yönlendirmek için ödül ve ceza sistemleri devreye girer. Bizde eskiden daha çok ceza sistemleri devredeydi. Övgü  ve iltifat sistemlerinin daha çok devreye girmesi lazım.

BŞ: Söylediğiniz çok doğru. Bizim Türk toplumu olarak biz başarılı olan insanları alkışlamak yerine ayağından çekmeyi tercih ediyoruz. Niye öyleyiz ?

BŞ: Bundan vazgeçmemiz lazım. Bu biraz şeyle ilgili.

BŞ: Kışkançlık mı bu?

HŞ: Kıskançlık ama Çetin Altanın sözünü ettiği mesleksiz bir toplum olmanın hikayesi varya. Toplumlar farklılaştıkça kendine özgü iş alanları yarattıkça , maharetin değerini daha fazla anlamaya başlayacak. Ve bir insanı övmenin kendisini yermek anlamına gelmediğini daha iyi anlayacaktır. Ben birisini övdüğüm zaman.

BŞ: Başarısız oldum diye düşünüyordu.

HŞ: Hayır. Kendim ile ilgili bir şey söylüyormuyum orada. Ben bir kişiyi övecek kadar olgun bir insanım. Halbuki birini  övdüğünüz zaman kendinizi yeriyormuş gibi gelir. Bence bundan mutlaka vazgeçmemiz lazım. Ben çok öven bir adamım. Kendimle ilgili bir şey söylemiş olmak istemiyorum ama . Mesela Pazar günü yazdığım yazıların büyük bir çoğunluğu birilerine övgü yazısıdır. Bravo ne kadar güzel kitap yazmış . Bravo harika bir konser verdi. Bravo ne kadar güzel çiçek dikmişler gibi. Bunu bence daha sık yapmalıyız.

BŞ: Müsaade ederseniz sizin şansınıza bir tane de ben çekmek istiyorum. Sizin şansınıza benim çektiğimde şöyle bir cümle var. "Demir gibi cahili altın gibi bilgeden daha kıymetli yapan ahlaktır." Demir altından kıymetli hale geliyor.

HŞ: Ahlaksız bir bilgeyi ben biraz çelişkili bir deyim olarak görüyorum.

BŞ: Altın gibi bir bilge ama ahlaklı değilse ne olur bu bilge?

HŞ: Ahlaksız bilge olmaz.

BŞ: Olmaz mı?

HŞ: Olmaz.

BŞ: Kendine bilge diyen olur ancak.

HŞ: Kendine bilge diyen olur. Oda sahtekardır, bilge değildir çünkü. Bilge nedir?  hikmet  dediğimiz olay.

BŞ: Bilgeler ahlaksız olmaz. Olmamalıdır.

HŞ: Olmaz çünkü insanın hayatı sırasında öğrendiği ve onu bilgeleştiren temel konulardan bir tanesi yalan ve ahlaksızlıktan uzak durmaktır. Bunu ister bir dinsel çerçevede yapabilirsiniz. İster sequrel  çerçevede yapabilirsiniz. Ama hepsinin vardığı nokta odur. Sokrates bilge insandır. Ve sokrates fikirlerinden dolayı özür dilemektense baldıran zehirini içip ölmeyi tercih eder.

BŞ: O yüzden düşünce insanı ahlaklı olmalıdır diyorsunuz.

HŞ: Bilgeleşmiş ise. Düşünce ille insanı bilgeleştirecek diye bir şey yok. Biliyorsunuz bilgiyi şöyle bir hiyerarşiye  koyuyoruz. Veri dediğimiz bir düzey var, onun üzerinde enformasyon dediğimiz bir düzey var. Onun üzerinde bilgi dediğimiz bir düzey var. Onun da üzerinde hikmet dediğimiz, bilgelik dediğimiz bir düzey  var. En yukarıya çıktığımız zaman onlar hiç değişmeyen şeyler. Ötekiler değişiyor. Veriler her saniye değişir. Ona göre enformasyon ve bilgi de değişir ama bilgelik, insanlara kötülük yapmayacaksın. Gözlerini açacaksın hayatı anlamaya çalışacaksın. Sokratas'te de var Homeros'ta  da var . Şimdiki bilgelerde de var. Bunlar değişmiyor. Yalan söylemeyeceksin. Bunlar olmadan ben insanın bilgeleşebileceğine inanmıyorum ama bilgeleşmek insanların hedefi olmalı. İnsallah bizimde başımıza gelir . Ben gençlere onu söylüyorum. Bizim oynayacağımız roller fevkalade sınırlandı. Biz oynasak oynasak bilgelik rolünü oynayabiliriz diye. Çocuklar anlamıyorlar benim ne demek istediğimi.

BŞ: Zamanla anlayacaklar.

HŞ:  Günün birinde anlayacaklar. Ben yinede söylüyorum onlara.

: Bencede hep söylemeye devam edin. Çünkü o gencimizin ne  zaman,  neyi okuyarak,  neyi algılayacağını bilemediğimiz için. Ama günün birinde muhakkak algılayacaktır.

HŞ: Benim bir edebiyat hocam vardı,  Bursa Erkek lisesinde Muzaffer Gürses, onun söylediği şeylerin ne  kadar doğru ve anlamlı olduğunu aradan 50 sene geçtikten sonra şimdi anlıyorum.

BŞ: Allah rahmet eylesin. Bir torba oyunumuz var şimdi. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Haluk Şahin ile birlikteyiz. Şimdi torba oyunumuz. Torbamızın içinde bakın tombalayada benziyor, harfler var. Bir harf çekermisiniz içinden bakalım şansınıza hangi harf çıkacak.  Harfiniz?

HŞ: "A" ve A çıkacağını tahmin etim. Yoksa hep A mı var içinde.?

. Bütün harfler var.

HŞ: Emin olun A çekeceğimi biliyordum.

BŞ: Benim sorum şu olacak size A harfi ile başlayan bir iyi davranış bir doğru davranış aklınıza ne gelebilir .

HŞ: Hep yanlış davranışlar geliyor.

BŞ: Yanlış davranış içinde çektirecektim .

HŞ: Yanlış için o zaman alınganlık.

BŞ: Niye yanlış alınganlık?

HŞ: Çünkü olayları iyi değerlendirmenize engel  oluyor. Ve sizi gereksiz yerlerde aşırı tepki göstermeye itiyor ve sosyal hayatınızı etkiliyor. Alınganlık ve olgunluk arasında bir bağlantı var.  İnsan olgunlaştıkça daha az alıngan hale geliyor.

BŞ: Alıngan olmamaya dikkat etmek mi gerekiyor.

HŞ: Olgunlaşarak alıngan olmamaya dikkat etmek lazım. Ve insanların alındıkları zaman , acaba ben haklımıyım? Bu insan gerçekten beni iğdelemek için mi söyledi? Sorusunu sormasında yarar var. Sorduğu zaman bakıyorsunuz hiç alakası yok. Adam onun için söylememiş.

BŞ: Bu da iyi bir davranış, doğru bir davranışa çekmiş olduk. Harfimiz "E"

HŞ: Tabii bizim geçmişimizden de söyleyerek Emek. Emek vererek bir yerlere gelmek. Emek ve üretmek arasındaki o sıkı bağlantı. Ben yine genç arkadaşlarıma şunu söylüyorum; Çocuklar tek başına mutlu olmak mümkün değil. İnsanlar bazen 'ay sorumluluklarım çok fazla, o yüzden mutlu olamıyorum' hayır. Bence mutluluk insanın sorumluluklarını sevmesidir.

BŞ: Sorumluuklarını sevmek.

HŞ: Sorumluluklarını seven insanlar mutlu insanlardır. Bazıları zanneder hiç sorumsuz oldukları zaman fevkalade mutlu olacaklar. Hayatımda gördüğüm en mutsuz insanlar  hiçbir sorumlulukları olmayan insanlardır. Çünkü tutunacakları hiç bir şey yoktur.  O yüzden emek.

BŞ: Programımızın sonunda o kadar güzel sohbetler, o kadar güzel şeyler söylüyorsunuz ki, ama zamanda öyle süratli geçiyor ki .

HŞ: O da hayatımızda öğrendiğimiz şeylerden bir tanesi.

BŞ: Çok doğru. Onun için programımızın sonunda bir göster bin işitle ilgili bir kutu getirdim. O kutunun içine bir obje koydum. Objeyi içinden çıkaracağım ve onunla ilgili , programımızın son sözlerini öyle  bitirmek istiyorum. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Haluk Şahin ile birlikteyiz. Şimdi bir göster, bin işit. Bakalım bu kutumuzun içinde sizin için ne var? Kutunuzun içinden şiir kitabınız çıktı. Ben size oradan bir şiir okutmak istiyorum. Programımızı öyle bitirmek istiyorum.

HŞ: Şiir, müzik çok önemli şeyler. Hayatı anlamlandıran, derinleştiren , damıtan şeyler. Hayatı ıskalayarak yaşıyoruz genelde. Oysa bazı şeyleri yakalamak lazım. Şiir ve müzik yakalama yollarından birtanesi. Size kısaca bir şiir okumak istiyorum. Kısaca bu mesajımı veriyor. Gençlere bu şiiri o gözle dinlemelerini istiyorum.

BŞ: Şiirin ismi?

HŞ: Bugün o gün.

Bir
dağ keçisi
şafak,
hoplaya, zıplaya
inmiş yamaçtan

bir açtımki gözlerimi
başucumda
beni gözlüyor

hadi kalk
kaybedecek vakit yok
diyor sanki,
kalk
bugün o gün

BŞ: Ne kadar hoş değil mi? Ben de size çok teşekkür ediyorum.

HŞ: Benim için büyük bir zevk oldu. Sağolun.

BŞ: Zenginliklerinizi, bizlerle gençlerle paylaştınız. Sağolun. Ağzınıza sağlık. Bugün o gündür diyelim. Herkes zenginliklerini gençlerimizle paylaşsınlar. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Haluk Şahin ile birlikteydik. Bizlerle zenginliklerini, tecrübelerini paylaştı. Unutmayalım, gençler bizim herşeyimiz, en değerli hazinemiz. Gençlerimize sahip çıkalım. Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın. Hoşçakalın.

.


.
.
.

Prof.Dr. Haluk Şahin Gözüyle Kimdir Başarıları Linkler Kendi Sesiyle Fotograf Albüm Kitap Tavsiyeleri TV Tüm Yazıları Prof.Dr. Haluk Şahin Odası Lider Arama

.
.
 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org