Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Can Ataklı Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

AKP döneminde gazetecilik bitirildi
11.03.2012
Okunma Sayısı : 2205
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 2
Popülarite : 1,2
Verdiğiniz Puan :
 

 



İş kolundan sektöre, basından medyaya, işte hikâyemiz
AKP döneminde gazetecilik bitirildi

Can Ataklı -


 

 Medya ve medyanın siyaset üzerindeki rolü üzerinde o kadar çok şey söylendi ki, sanıyorum kamuoyunun da kafası iyice karıştı.

İş kolundan sektöre


Konuyu anlatmak için bir özet yapmak istiyorum. Medya 80'li yılların başına kadar ekonomi, siyaset, sosyal yaşam, sanat üzerinde etkin ancak maddi olarak çok güçlü olmayan bir iş koluydu. 12 Eylül darbesinden sonra ise bir sektör oldu.

Gazeteci patronlar


O tarihlere kadar sadece basın olarak anılan medyada sahiplik gazetecilik kökünden geliyordu. Gazete sahiplerinin neredeyse tamamı adeta doğduklarından beri gazeteciydiler. Gazeteci kökü olmayan gazete patronu neredeyse hiç yoktu.

Patron karışırdı


Son yıllarda sıkça duyduğunuz "Patronlar yayına karışır mı?" tartışmaları o yıllarda hiç yoktu. Çünkü gazete sahibi aynı zamanda gazetelerin genel yayın müdürleriydiler. Gazetelerinin başında oturur, yayını bizzat yönetirdi. Yani patron işe karışırdı.

Milliyet'in el değiştirmesi


O yıllarda medya dışı patronla ilk tanışmamız Aydın Doğan'ın Milliyet'i almasıyla oldu. Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden çok etkilenen Ercüment Karacan gazetesini Aydın Doğan'a sattı. Bu o dönemde çalışan herkes için şaşırtıcı olmuştu.

Sermayenin girişi


12 Eylül'den sonra ise gazete sahipliğini kimi büyük sermaye patronları da yapmaya başladı. Çarpıcı ilk örnek Güneş Gazetesi'dir. Çavuşoğlu- Kozanoğlu grubu Güneş Gazetesi'ni çıkardılar. Bu, gazete çalışanları için de bir devrim niteliğindeydi.

Gelirimiz arttı


Büyük sermaye gazete patronluğuna soyunana kadar daha mütevazı maaşlar alan biz gazetecilerin maaşları bir anda inanılmaz oranda arttı. Güneş Gazetesi piyasaya "futbolcu transferi yapar gibi gazeteci transferi yaparak" girdi. Hiçbirimiz inanamadık.

Maaşım üçe katlandı


1981 yılında çalıştığım Günaydın Gazetesi'nde o günün koşullarına göre 4 bin lira maaş alıyordum. Güneş transferler yapınca patronumuz Haldun Simavi bizlere de zam yaptı, üstelik 12 maaş da ikramiye vermeye başladı. Maaşım 12 bin lira oldu.

Gazeteler gelişiyor


80'li yıllar aynı zamanda Özallı yıllardı. Özal'ın serbest piyasa ekonomisi uygulaması, gazetelere gelişmeleri için olanak tanıması yolumuz açtı. Gazeteci patronlar, Dinç Bilgin, Erol Simavi, Kemal Ilıcak ciddi yatırımlara girdiler. İktidar teşvikler verdi.

Asil Nadir olayı


Ancak Özal gazetelerin büyük muhalefeti ile karşı karşıyaydı. Gazetelerin temel görevinin eleştirmek olduğunu kabul etmeyen Özal kendine göre bir medya yaratmaya soyundu. Dünyanın en zenginlerinden Asil Nadir'i medya kurmaya davet etti.

Basında ikinci şok


Güneş Gazetesi'nin yarattığı şoktan sonraki ikinci büyük şok Asil Nadir'in piyasaya "şirket satın alarak" girmesidir. Nadir Güneş ve Günaydın gazetelerini, Gelişim Yayınlarını satın aldı. Büyük transferler yaptı. Paralar havada uçuşuyordu.

Özal'ın rüyası: 2.5 gazete


O günlerde rivayet edilir ki, Özal'ın hayali iki büyük gazete ile soldaki Cumhuriyet Gazetesi'nin piyasaya hâkim olacağı "2.5 gazete" planıydı. Cumhuriyet tamamdı, Asil Nadir de tamamdı. Peki ikinci büyük grup hangisi olacaktı.

Sabah - Hürriyet


O dönem gittikçe büyüyen iki gazete vardı. Hürriyet ve Sabah. Asil Nadir gazeteleriyle bir taraf olacaksa, Hürriyet'le Sabah'tan biri ayakta kalacaktı. Bu iki gazete önce mücadele eder gibi yaptı ama sonra birlikte Asil Nadir'in üzerine yürüdü.

Asil Nadir batıyor


Tabii konu sadece Sabah - Hürriyet'in ortak eylem yapmasından ibaret değildi. Bir dünya devi olan Asil Nadir'in İngiltere borsasında başı derde girmişti. Sabah ve Hürriyet bu durumu çok iyi kullandı. Türkiye'de çok garip bir "ilk" yaşandı.

Nadir'in kellesi gitti


İlk kez Türk basını dünya çapında bir Türk'ü dünya kamuoyu önünde alaşağı etmek için müthiş bir kampanya başlattı. Sonunda İngiltere Asil Nadir'e tutuklama kararı çıkarttı. Asil Nadir'in kellesi doğal olarak Türkiye'de de koptu.

Özal bırakmadı


Asil Nadir satın aldığı bütün yayın organlarını kaybetti. Ama Özal durmadı, medyayı istediği gibi düzenlemek için bu kez bambaşka bir planı devreye soktu. Türkiye'de artık özel televizyon da kurulmalıydı. Ama "telsiz kanunu" bunun önünde engeldi.

Korsan yayıncılık


Çare "korsan" yayıncılıkla aşıldı. Özal'ın oğlu dönemin yükselen genç zenginleri Uzan'larla özel bir televizyon kanalı kurdu. Bu kanal yayınlarını yurt dışından yapıyordu. Ama Türkiye'nin her yerinden izlenebiliyordu. Teknoloji yasaları alt etmişti.

Büyük sermaye giriyor


Kısa sürede TRT'nin yayın tekelinin artık süremeyeceği anlaşıldı ve özel televizyonların önü yasal olarak da açıldı. Ancak mevcut basın sermayesi bu yeni teknolojiye girmeye maddi olarak hazır değildi. Bu nedenle büyük sermaye kolları sıvadı.

Artık medya olduk


İşte bugün dilimizden düşmeyen "medya" kavramının başladığı dönem budur. Medya gazete ve televizyon için kullanılan ortak kavram. Yeni dönem her gazetenin bir TV'sinin olmasına da yol açtı. Ama her patronun büyük sermayeden de bir ortağı oldu.

Siyasete bulaşma


90'lı yıllar Türkiye'nin en karışık dönemidir. Irak savaşı, Kürt terör hareketinin tırmanması, Özal'ın ölümüyle siyasette oynayan taşlar, medya sermayesinin büyümesi, siyaset-ekonomi-medya ilişkilerini de farklı bir boyuta taşıdı. Bozulma başladı.

Holdingleşen medya


1995'e geldiğimizde medyada "babadan" gelme tek medya patronu olarak Dinç Bilgin kalmıştı. Haldun Simavi, Erol Simavi gibi devler yarıştan çekilmiş, Kemal Ilıcak vefat etmişti. Artık yeni patronlar milyar dolarlık holdinglerin sahipleriydi.



Holdingleşen medya


1995'e geldiğimizde medyada "babadan" gelme tek medya patronu olarak Dinç Bilgin kalmıştı. Haldun Simavi, Erol Simavi gibi devler yarıştan çekilmiş, Kemal Ilıcak vefat etmişti. Artık yeni patronlar milyar dolarlık holdinglerin sahipleriydi.

Gazeteci-satış müdürü


Bu durum gazetecilik tanımını da değiştirdi. Holding patronları için artık önemli olan "iyi gazeteci" değil gazeteyi ve televizyonu en iyi satan CEO'lardı. Kurumların başına holding temsilcileri, hukukçular, işletmeciler geçirilmeye başlandı.

Holdinglerin çıkarı


Gazete ve televizyonların asil kadroları elbette gazetecilerin elindeydi ama, sahiplerin medya dışı işlerinin de korunup kollanması gerekiyordu. Zaten CEO'ların gazeteci olmayanlardan seçilmesinin sebebi de buydu. Medya kabuk değiştirmişti.

Bir banka, bir TV


Durum öyle bir hale geldi ki, neredeyse bütün banka sahiplerinin bir televizyon kanalı oldu. Bankacılık sır saklama mesleğidir. Gazetecilik ise tam tersi. Garip bir durum ortaya çıktı. Haber öncelikle gazete-TV için mi kullanılacaktı yoksa banka için mi?

Serbest piyasa ama...


Şurası gerçek ki, ne kadar serbest piyasa ekonomisi uygulanırsa uygulansın, büyük sermaye her dönem iktidarla iyi geçinmek zorunda kalmıştır, çünkü ekonominin ipleri hep iktidarın elindedir. Peki büyük sermaye medyanın da patronu olursa?

Siyasetle içli dışlılık


İşte işler o zaman değişiyor. Medya gücü olan büyük sermaye medya dışı işlerini korumak için siyasetçiyle iyi geçinmek zorunda. Buna karşı gazetecilik bu ilişkileri bozan bir unsur. O halde siyasetçiyle içli dışlı olmak çare olarak göründü.

Alan razı veren razı


90'lı yıllar koalisyonlar dönemiydi. Bu, sermaye için bulunmaz bir dönemdi. Hem gazetecilik yapacak hem de koalisyonun bir tarafı ile iyi geçinerek medya dışı işlerinizi koruyabilecektiniz. Kısa sürede siyasetçi de bundan hoşlandı ve oyuna katıldı..

Medya savaşları


Böylelikle her medya grubu, koalisyonların bir tarafını kolladı diğer tarafını eleştirdi. Bu aynı zamanda medya savaşlarını da körükledi. Hükümet bir yanda dururken, medya kendi içinde vuruşarak siyasi partilerin mücadelesini kendi cephesine taşıdı.

Nedeni başkaydı


Kamuoyu medya savaşıyor sanıyordu ama aslında savaş sermaye grupları arasındaydı. Sabah-Hürriyet veya Show-Uzan savaşları, Sabah-Uzan ya da Hürriyet Show savaşları günün koşullarındaki ekonomik savaşlardı. Olan bize oluyordu.

Başımdan geçenler


Gazetecilikten başka gayesi olmayan bizler savaşların "kahramanı" mı yoksa "piyonları" mıydık? Örneğin 90'lı yılların ortasında patlak veren Sabah Hürriyet savaşının önemli aktörlerinden biriydim. Tam 63 gün aralıksız Doğan Grubu aleyhine yazdım.

Dinç Bilgin'in gücü


Gücümü Dinç Bilgin'den alıyordum. Sabah sadece bir medya grubuydu, başka işi yoktu. Oysa Doğan Grubu'nda banka, petrol şirketi, turizm ve sigorta kuruluşları vardı. Asıl para oradan geliyordu. Biz ise sadece gazetecilikten para kazanıyorduk.

Bir gün bitiverdi


Bu bir gazeteci için önemli güçtü. Ama 63. günün sonunda Genel Yayın Müdürüm "Artık barıştık, kampanya bitti" dedi. Sonra ortak bazı reklam ve dağıtım şirketleri kuruldu, adam alıp vermeme anlaşmaları bile imzalandı. Şoke olmuştum. Ne çare.

Kahramanlığın sonu


Yine de her şeye rağmen umutlu ve gururluyduk. Doğan Grubu'yla anlaşmıştık ama biz yine gazeteciydik. "Ne yapalım, şartlar bu" diyorduk. Bir sabah Dinç Bilgin'in Etibank'ı satın aldığı duyuruldu. İşte o an benim "kahramanlığım" da sona ermişti.

Nasıl bitmesin ki...


Bir medya grubu adına başka bir büyük medya grubuna açılan savaşta adeta kahraman gibi yazıyordum. Korkmuyordum. Biz gazeteciydik, başka işimiz yoktu, bankalarla da işimiz olmazdı. O Dinç Bilgin değil miydi, daha önce aldığı bankayı geri veren.

Çok güveniyorduk


Dinç Bilgin bir ara küçük bir bankayı satın almıştı. Aydın Doğan'ın, Mehmet Emin Karamehmet'in, Uzanlar'ınki gibi büyük banka değildi. Yine de hepimiz rahatsız olmuştuk. Necati Doğru, "Ne yaptın patron" diye yazdı. Biz de mi diğerleri gibi olacaktık?

Dinç Bilgin cayıyor


Bu rahatsızlıklar üzerine Dinç Bilgin babadan gelme gazeteciliğine bir leke sürülemeyeceğini söyleyerek bankayı geri verdi. Havalara uçtuk. Taa ki Etibank alınıncaya kadar. "Etibank alınmazsa Sabah Grubu batar" dediler. Kahramanlık bitti, ötekiler gibi olduk.

Büyük zenginleşme


Doğal olarak bu savaşlardan her medya grubu kendi adına zaferle çıkmış oldu. Medya sermayesi giderek büyüdü. Tepe noktalarda çalışan gazeteciler büyük paralar kazandılar, milyonlarca dolarlık transferler havalarda uçuşmaya başladı. Gazeteci sınıf atladı.

Güç zehirlenmesi


Hem büyük paralar kazanılması, hem siyaset üzerinde kurulan büyük hâkimiyet medya patronlarını ve üst düzey çalışanlarını çok güçlendirmişti. Ama bu güçlenme kendi kendini zehirledi ister istemez. 28 Şubat dönemine işte bu koşullarda gelindi.

28 Şubat dönemi


28 Şubat'ta "hep korkulan" dinci bir parti ile merkez sağın en büyük temsilcisi ortak oldular. Ama bu ortaklık, dönemin çok güçlenen ve o kadar da zehirlenen medyası için tehlikeydi. Hepsi bir araya gelerek bu ortak tehlikeyi bertaraf etmeye karar verdi.

Darbe değil, hükümeti yıkmak


Hep yazdığım gibi 28 Şubat dönemi bir darbe girişimi değil, büyük sermayenin, sivil bürokrasi ve askerle işbirliği yaparak mevcut iktidarı yıkma girişimidir. Bu operasyon sonunda başarıya ulaştı ama demokrasi, hukuk ve ahlâk da büyük yara aldı.

Kendini vurmak


Aslına bakarsanız, 28 Şubat büyük medya sermayesinin kendi kendisini de vurmasıdır. İktidar yıkılırken yapılan yolsuzluklar, ekonomik kriz elbette halkın dikkatinden kaçmadı. Sonuçta halk sorumlu gördüğü herkesin üzerine bir çizik attı.

AKP iktidarı doğuyor


İşte AKP iktidarı bu yapı üzerine bina edildi. Büyük medya sermayesi şaşkındı. Beklenmeyen olmuştu. Ülke tam hâkimiyet altına alınacakken, hiç istenmeyen bir siyasi akım tek başına iktidar olmuştu. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Her şey değişti.



AKP döneminde gazetecilik bitirildi

 
 Son 10 yıldır ise bambaşka bir gerçekle, AKP iktidarı ve medyasıyla karşı karşıyayız.

Medyayı kimse sevmez

Siyasetçiler, hükümetler, bürokrasi, askerler, iş dünyası, sanat çevreleri ve toplumun tümü medyasız yapamaz ama, hiçbiri de medyayı sevmez. Daha doğrusu herkes medya yanındaysa hoşnuttur, eleştiri geldiği an en büyük düşman medyadır.

Hep baskı gördü


Medya, bizde ve dünyada en çok da iktidarlar tarafından sevilmez. Çünkü medyanın temel görevi iktidarları eleştirmek, kamuoyu adına iktidarları denetlemek ve yanlışları ortaya koymaktır. Bu nedenle iktidarlar medyayı hep baskı altında tutmak ister.

Önceki dönemler


AKP'ye kadar iktidarlar başları sıkıştıkça medyaya baskı yapmanın türlü çeşitli yollarını denediler. Örneğin Özal medyayı ekonomik olarak sıkıştırmak isterdi. Bir sabah kalkardık, kâğıdın KDV'si olmuş yüzde 18. Gazeteler ne yapacağını şaşırırdı.

Hınç yasaları


Ekonomik sıkıştırmanın ötesinde iktidarlar "yasama gücünü" kullanmayı da pek çok kere denediler. Siyasetçi öfkelendiğinde adeta "hınç yasası" çıkarır gibi basın veya RTÜK yasaları yaptı. Yasalar öfkeyle çıkarıldığı için hep eksikti, hep yanlıştı, çoğu tutmadı.

Akla gelmeyen


AKP iktidarı akla gelmeyeni yaptı. Eski iktidarlar bazen medya sahip ya da yöneticileriyle iyi ilişkiler kurarak eleştirilerden uzak kalmaya çalışırken, AKP iktidarı medyanın sahibi olma yolunu seçti. Belirlenen AKP'li iş adamlarına gazete ve TV'ler aldırıldı.

Yöntemler değişti


Medyanın da sahibi olan iktidar, artık yasal yollarla tüm medyayı sıkıntıya sokmak yerine patronların medya dışı işlerine el atmaya ve onları buradan sıkıştırmaya başladı. Görünürde hiçbir baskı yok gibiydi, ama patronlar giderek zorlanıyordu.

Etraftan dolaşma


Diyelim ki bir gazeteci veya televizyoncu iktidar aleyhine yazıyor, konuşuyor. İktidar açıktan o gazeteciye tepki göstermek yerine, bağlı olduğu grubun medya dışı işlerinden birine saldırıyor. Patron zora giriyor. Ama bunu kamuoyuna nasıl açıklayacak ki?

"Bir de bize sor"


Geçen yıl bir haber kanalının yayınına gitmiştim. Gruba medya dışından getirilen bir yönetici "Sizler konuşuyorsunuz ama arkasını biz topluyoruz" demişti. Çünkü o kanalda söylenen bazı sözler nedeniyle patronuna bir maden işi için ruhsat verilmemiş.

Kimsenin ruhu duymaz


Bu örnekler neredeyse açıkça yandaş olmayan bütün medya patronlarının başında. İktidar patrona haber gönderiyor "Şu adamı niye tutuyorsun?" diye. Yaptırımı ise medya dışı bir işin bozulması. Kamuoyunun ruhu bile duymuyor yapılan baskıyı.

10 milyon eder miyiz?


Büyük cirolu dev şirketlerde küçük gibi görünen bir işin engellenmesinin maliyeti milyonlarca dolar tutuyor. Patronu düşünün, yanında çalışan çok değerli bir yazar yüzünden 10 milyon dolar zarar ediyorsa ne yapar? Düşünmeden işten atar...

Yandaş medya oluşumu


Her gazeteci, her medya kuruluşu bir siyasi görüşü savunabilir, destekler. Buna yandaşlık diyemeyiz. Benim yandaşlık tanımım şu: Eğer bir gazeteci ya da medya grubu iktidarla işbirliği yaparak operasyonlara soyunuyorsa, bunun adı yandaşlıktır.

İktidarın başarısı


İşte AKP iktidarı bu yönde çok başarılı oldu. Bizzat sahibi olduğu gazetelere "yandaş" isimler devşirdi. Bu gazeteciler gazetecilik yapmak yerine iktidarı korumak için komplo ve operasyonlara giriştiler. Gazetecilik intikam alma, can yakma yöntemine dönüştü.

Kişisel saldırılar


Çok uzun yıllar önce bile gazeteciler arasında "polemik" denilen tartışmalar yaşanırdı. Bunların çoğunda bir "lezzet" de vardı. Ancak AKP iktidarıyla birlikte polemiklerin yerini, yıpratma, aşağılama, karalama, itibarsızlaştırma yöntemi aldı.

Kimden intikam alacaksa


İktidarın medya dışı işlerinden dolanarak gazete patronlarını sıkıştırmasının yanı sıra yandaş gazeteciler de kimden intikam almak istiyorlarsa onlara saldırdılar. İntikam davalarında taraf oldular, gazetecileri tutuklatmak şehvetli bir duyguya dönüştü.

Suç önemli değil


Geçmişin intikamını almak için darbe davaları oluşturan iktidara destek veren yandaş gazeteciler isnat edilen suçların üzerine değil de kişilikler üzerine gittiler. Tutuklanan gazetecilerin kendileri için yazdığı yazılar sanki suç kanıtıymış gibi sunuldu.

Odatv örneği


Daha açık olsun diye küçük bir örnek vermek istiyorum. Odatv olayında pek çok gazeteci Soner Yalçın aleyhine yazıyor. Darbeci olduğu için değil sitesinde o gazeteciler için yazdıklarından dolayı. Kişisel intikam duyguları öne geçti.

Gazetecilik bitti


Sonuç olarak AKP iktidarı döneminde gazetecilik fiilen bitti. Kimse kendisini kandırmasın, iktidarın yanında durmak, iyileri göstermek, iktidarın rakiplerini bel altı taktiklerle vurmak gazetecilik değildir. Gazeteci soru sorar, günümüzde soru sormak yok artık.

Cevabı yayınlanamaz


Yandaş olmayan medya da bu açmaz içinde. Çünkü soru sormak kadar sorunun cevabını yayınlamak da önemli. Sorunun cevabını yayınlayamayacaksanız neden soru sorasınız? Ki zaten bu iktidar soru sordurtmuyor. Sorular önceden belirleniyor.

Yine küçük bir örnek


Gazetecilik refleksleri bitti. Geçen hafta 28 Şubat'la ilgili bir tartışma yaşandı. Birkaç isim söylendiği için medya sadece onları konuşuyor. Nedense hiçbir gazetecinin aklına 28 Şubat'ta istifa eden 50 DYP'li milletvekilinin arkasına düşmek gelmiyor.

En önemlisi ahlak


AKP döneminde medyanın geldiği noktayı tek cümle ile özetlemem gerekirse şöyle derim; "Ahlaki olarak büyük çöküntüye uğradık." Herkes olaya kendi penceresinden bakıyor, intikam duyguları çok yoğun, ahlaki değerlere kimse uymuyor.

Bunları neden yazdım?


Sevgili okurlar; bu konuda yüzlerce örnek verebilirim. Ancak işin özünü yansıttığımı sanıyorum. Peki bunları neden yazdım? Medyanın en dürüst, en namuslu, en ilkeli, en ahlaklı gazetecisi miyim? Hayır, ben de bir dönemin oyuncularındanım.

Hepimiz kirlendik


Bu yazıları örneğini çok gördüğünüz gibi kendini olayların içinden çeken, namus abidesiymiş gibi davranan bir gazeteci olarak yazmadım. Olaylardan etkilenen, kirlenmeden payını almış bir gazeteci olarak yazdım. İtirafta ya da ifşaatta bulunmuyorum.

Hepimiz gerçeği biliyoruz


Bu yazdıklarımı bütün gazeteciler de biliyor elbette. Konu kendimizi korumak, aklamak değil, bundan sonrasını daha dürüstçe, namusluca vicdanlı olarak kurabilmek için ilkeler etrafında birleşebilmektir. Yoksa intikamcı duygular hiç bimeyecek, bundan sonraki iktidarlar döneminde de aynı yöntemler uygulanacaktır.

Hepinize iyilikler dilerim...


.
.

 Can Ataklı

 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org