Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Raffi Portakal Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

RAFFİ PORTAKAL TRT Haber Söyleşi
22.02.2011
Okunma Sayısı : 14360
Oy Sayısı : 5
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,49
Verdiğiniz Puan :
 

 

RAFFİ PORTAKAL TRT Haber Söyleşi

.
.

izlemek için

.
.

RAFFİ PORTAKAL TRT Haber Söyleşi

.
.


TRT Sohbeti Raffi Portakal
Deşifresi
 
Raffi Portakal (RP)
 
TRT: İstanbul bahardan kalma günler yaşıyor. Nişantaşında Mim Kemal Öke Caddesindeyiz. Burası, antika ve müzayede denildiğinde Türkiye'nin ilk akla gelen isimlerinden Raffi Portakal'ın Sanat Evi.

Kapıyı çalıyoruz, hemen akabinde bize hatırı sayılır sanat eserlerinin sergilendiği muhteşem bir dünyanın kapıları açılıyor. Osmanlı'da antikacılık işi ile uğraşan bir ailenin aynı iş yapan temsilcisi Raffi Portakl'ı beklerken birbirinden değerli eserlere bakma fırsatını da kaçırmıyoruz.

Biz henüz turumuzu tamamlamadan çıkageliyor Raffi Portakal. O kendinden emin duruşu ve sıcacık gülüşü ile karşılıyor bizi. Ekibimiz zaten hazır ve Gündeme Özel'in bu haftaki insanı anlama yolculuğu başlıyor.

TRT: Babanızımı daha net hatırlarsınız? Dedenizi mi?

RP: Dedemi hiç hatırlamıyorum. Babamı gayet iyi  hatırlıyorum.

TRT: Elinde ne var? Bir tokmak mı?

RP:Babamın elinde tokmakta vardı, yoktu da. Elinde bastonda vardı, yoktu da. Babam bir otorite merkeziydi. Sembol olarak sırasıyla tokmak olmuştur ama bastonu ben çok mecazi anlamda kullandım. Bastonu yaştan dolayı değil, hiç kullanmadı babam baston ama gözükmeyen bir bastonu vardı babamın.

1912 doğumluydu ve dolayısıyla tam bir Osmanlı terbiyesi büyümüş ve Osmanlı terbiyesinin bütün uygulamaları bizim evde olurdu.

TRT: Sizin kızınız ile ilişkiniz, sizin babanız ile ilişkiniz yada babanızla onun babasının ilişkisi çok farklı. Bazı insanlarla konuşuyorum diyorlar ki "Babamın benim başımı okşadığını hiç hatırlamıyorum." Böyle hatırlanan bir baba figürü.

RP: Benim öyle değildi. Doğrusunu isterseniz benim babam bir otorite sembolüydü belki ailede , bütün büyük ailede de öyleydi ama sevgisini hiç kendine tutmazdı , başkalarının yanında göstermekten de doğrusu hoşlanırdı. Başımızı da okşardı, gelip öperdi. Onun öpücüğü hafif suluydu, öptükten sonra elimle silerdim yanağımı "Ne siliyorsun? Benim tükürüğümde güzel" derdi o.

TRT: Siz babanızım mı tesirinde kaldınız daha çok annenizin mi?

RP: Pek ayırt etmem kolay değil Ben bir an geçmişe doğru gidiyorum, annemi görüyorum, babamı görüyorum, evin içindeki onların dağılımını görüyorum. Annemin egemen olduğu noktalar vardı. Mutfak, evin düzeni ve babama sürekli "Aret, çocuklara şöyle yapma, fazla otoriter olma" diye söylerdi. Çok despot bir aile anlayışı yoktu. Ben çok şanslı adlediyorum kendimi doğrusunu isterseniz.

TRT: Dedenizin de, babanızında mesleği aynı. Sizinki de aynı, kızınızın da aynı gözüküyor. Bu bir anlamda zoraki bir tercih midir? Babanız başka bir şey düşünmüş mü?

RP: Babam, kendisini dedemin kollarında bulmuş bu işle ilgili fakat, çok kısa zaman sonra kendi kanatlarıyla uçmak için kendi dükkanını ve galerisini açmış Beyoğlu'nda. Dedemin de o zamanlar galerisi Beyoğlu'nda.

Bana gelince üniversite yıllarımda "Ben bu işi yapmak istemiyorum" dedim. Psikolog olacaktım ben.

TRT: Son sınıfa  gelince bırakmışsınız.

RP: Aynen öyle. Talebe olayları vesaire bizi sarstı. Ama asıl sarsan babamın işlerinin o sırada pek iyi gitmemesi oldu. Babam bir kalp krizi geçirdi, ben kendimi işin içinde buldum. Ailenin sorumluluğunu almak lazımdı.

TRT: Babanız ile hatırladığınız size dönük bir projesi varmıy dı?

RP: Bana biçilen rol mühendis rolüydü. Bende o biçiline rol için matematiğim iyiydi ama ben sosyal bilgilere daha yakın bir yapıya sahiptim herhalde, oraya daha çok eğilim gösterdim.

TRT: Çocukluğunuz nerede geçti? Hangi mühitte?

RP: Nişantaşı ve Şişli'deydik kışları, yazlarıda Yeşilköy'deydik. Muhakkak bir yazlığa gitmek burjuva ailelerinde gelenekti.

TRT:Siz hayata başladığınızda burjuva olarak mı başladınız?

RP: Türkiye'de burjuva ne kadar varsa, bizde onun ufacık bir parçası olduğumuzu düşünün.

TRT:Çocukluğunuz mutlu geçmiş.

RP:Çocukluğum iyi geçti çok şükür.

TRT:Hangi okulda?

RP:İlkokul Ermeni Okulu'nda okudum .
Bana değer veriyorsunuz çok teşekkür edierim. Bana toplum bir değer veriyorsa, bence hemen şunu söyleyeyim; bu değere öğretmenlerimin katkısıyla geldiğim lafın gelişi değil, yüreğimden inanıyorum.

TRT:İlkokuldaki öğretmeler çok önemli değil mi?

RP: Çok ,çok. Biz yalan konuşmamayı şiar edindik. Ben yalan konuşmuyorum demiyorum ama her sabahleyin elinizi vicdanınıza koyun, yemin etmeyin, "Bugün en iyilik yaptınız?" Ekmeği yerden kaldırmak , bize öğretilen o günün sosyal koşulunda bir iyilikti. Karşıdan karşıya bir yaşlıyı geçirmek gibi yaptığımız işleri sayardık. Hiçbir cezası yoktu.

Bir çikolata getirir koyarlardı bazen önümüze, dokunamazdık. Nefsine hakim ol. Bazı günler sadece mercimek yerdik ve o parayı ailemiz ufak bir zarfa konulurdu, içinde de ne kadar konulduğu söylenmezdi, fakirlere verilirdi. Böylesine bir sistem ile büyüdük.

Örgü örmeyi öğrenirdik. Nefret ediyordum, bir erkek üçüncü sınıfta örgü örüyor kızlar gibi. Alaylık olurduk diye mahalledeki diğer çocuklardan gizlerdik. Kendimize yeterli olmayı, dikiş dikmeyi  öğredik.

Sonra Pangaltı Lisesine gittim. Orada da müthiş öğretmenlerimiz vardı.

TRT:Orada sizi etkileyen kimdir?

RP: Orada İsfendiyar bey vardı, müthiş bir hocaydı coğrafya hocası. Tarih hocamız Fiknet Hanım. Fiknet Hanım sınıfa  mukayeseli tarihi öğretti. Ben o günden beri herhangi bir meseleye mukayeseli bakmayı şiar edindim.

Şuda beni çok etkilemiş olabilir, coğrafya öğretmenimden bir telefon aldım, annemi çağırdı ve dediki "Bu adam benden sözlüde 10 aldı. Yazılıda almak mümkündür ama sözlüde değildir." Dedi. Niye o sırada çağırdı? O zaman derslerim iyi gitmiyordu. Ergenlik dönemi, başkaldırma dönemi, sahip çıkın gibilerinden. Ben de ondan sonra düzeldim ama hiçbir zaman mükemmel seviyeye gelemedim.

TRT: Vasat bir öğrencilik mi?

RP: Vasat'ın üstüydüm.

TRT: Bulunduğunuz ortamda dikkat çekme veya bir liderlik varmıydı?

RP: Ben çelimsizdim, 55 kiloydum ve uzun süre bu kiloda kaldım. Arkadaşlarım beni güreşte de yenebilirdi, kol güreşinde de , futbol'u iyi oynamazdım. Bir tek aklımı iyi kullanmak, dilimi iyi kullanmak kalmıştı bana ve böylesine kendimi ayakta tutup , diğerleri ile mücadele edeceğimi düşündüm.

Bir gün sınıfta genzim tıkandı yada ben öyle zannettim ve genzimi açarken ses çıkınca psikoloji hocam yanına çağırdı beni. İmtihan oluyorduk o sırada. Beni aldı, kendi makamına oturttu. Kulağıma eğilip" Neden böyle sesler çıkartıyorsun, herkesin dikkatinimi çekmek istiyorsun?"  dedi. Yıl, 1962 – 1963, ben hala bunu unutmadım. Yaptığım şeyin altında acaba toplumun dikkatini çekmek mi istiyorum? Dürtüsünün olup olmadığını halen araştırıyorum.

TRT: Liseyi bitirdik, üniversiteye gidelim mi?

RP: Gidelim.

TRT:Psikoloji okudunuz.
 
RP:  Psikoloji ikiye ayrılıyordu o sırada. Umumi psikoloji, sosyal psikoloji olarak. Ben sosyal psikoloji alanını, tecrübe psikoloji alanını  seçtim.

TRT: Bu arada babanızın mühendislik hayali ne oldu?

RP:Babamın mühendislik hayalini gerçekleştiremedik. Teknik Üniversite'ye girdim, kazanamadım. Ama kazansaydım da gidemeyecektim herhalde. Psikoloji daha çok sosyal bir şey. Yanında insanın kendisi var, insanın kendisinin olduğu yerde sanat var. O sırada benim ayrılmaz bir parçam da sinema tutukum vardı. Ben zannediyorum kurucuların dışında ben birinci üyeyim. Bir gazetede okumuştum, koşa koşa gittim, az bir paraydı üye olmak, vardı param üye oldum.

TRT: Psikoloji okudunuz, fakat son sınıfta bıraktınız.

RP:Üniversitedeki olaylar beni soğutmuştu, günde birkaç kişi ölmeye başlamıştı. Bir yandan da çalışma mecburiyeti hasıl oldu aile için. Babamın işine girdim.

TRT: O süreçte şöyle bir şey var; babanız size diyor ki "Her şey olabilirsin ama sakın kominist olma" bunu size söylerken o tarafa doğru gitmeyin diye mi söyledi? Yoksa, gidiyorsunuz aman dön diyemi söyledi? Hangisidir?

RP: Tedbir amaçlı değil , ama o günlerde arkadaşlarımız gelirdi evde konuşmalar yapardık sabahlara kadar, hem roman tartışmalarıydı bunlar hem Türkiye'nin durumuydu.Türkiye'yi nasıl kurtarırız? Hayatımız böyle düşünerek geçti diyelim.

Yanılmıyorsam uzaktan bir akrabamız askerdeyken kominist suçlamasıyla ağır bir makhumiyet almıştı. Onunda buna ekleme olduğunu zannediyorum. Babamın arkadaşıydı babası, onun babasının halini biliyor,.

TRT: Sizin tepkiniz ne oldu?

RP: "Nerden böyle bir şey çıkarıyorsun?" demişimdir. Niye diyemezsiniz çünkü o günün şartlarında kominist olmanın getirdiği sonuçları biliyoruz. Hapisti en azından, itilip kakılmaktı. Ben solcu bir yapıya sahiptim, hala çok özgür düşünceden çok yanayım. Eşit paylaşmacılıktan çok yanayım. Demokratik duruştan yanayım

TRT: Ürettiğinle var olmak.

RP:Evet

TRT: Aradan yıllar geçti, o dönemleri anlatırken "Kandırıldım" dediniz.

RP: Kandırılmıştık. Ben hatırlıyorum Çekoslovakya'ya Sovyet tankları girdiği zaman zamanında , bir kısım bizim dostlarımız, bunların bir propaganda olduğunu, çok doğru olmayacağını söylüyorlardı. Amerikan propagandası olduğunu. Düşünün böylesine defacto durum dahi bazı bağnaz kafaların kabul etmemesinden doğuyordu Başka bir dünya çiziliyordu. Takıldığım nokta o olmuştur. Solun müthiş disiplini ile benim özgürlükçü ruhum ve yapım hiçbir zaman barışmadı. Benim her zaman özgürlükten yanaydı .

TRT: İş hayatın atıldınız, bababnız ile çalışıyorsunuz.

RP:Kuşak çatışması.

TRT: Evet, ne kadar çatıştı?

RP: Çok.

TRT: Bizden öncekilerin tecrübelerini alalım fakat herkes kendi çağını, kendi dönemini yaşaın.

RP:Ben ona şöyle bir şey daha getirdim Mehmet Bey, usta çırak ilişkisiydi. Babamın bana yaptığı katkıları, tanımadığım dedemin bana yaptığı katkıları hissetmemek imkansız. Dedem, babamı damıtmış , babam da beni damıttı. Ustamdı hiç şüphesiz. Elbetteki kendi deyimi ile arkadaşımdı, hocamdı. Ben şimdi dönüp baktığımda ustamın ayak izlerinden gittiğim yerler var, gitmediğim yerler var.

TRT: Ben , benden önceki tecrübemi alırım, bu benim hakkım ama ben hiçbir şeyi kopyalayıp devam ettiremem. Bu da benim hakkım. Benim kendimi inşa etmek gibi, kendimi gerçekleştirmek gibi önümde yolculuk duruyor. Bir başkasının hayatını yaşayamam.

RP:Bende sizi sorgulayayım. Bu güzel düşüncelere kaç senedir kıfayetsiniz?

TRT: 20 senedir soruyorum ve 20 senedir cevap alıyorum.

RP:Mehmet Bey, ben hep okuyorum, halen okuyorum, kendi aileme ve takımıma karşı ve önce kendime karşı çok fazla gaddarım sözcüğü belki yanlış ama yanlışlarını ortaya koymak üzere kurulu bir makineyim. Benim bir görevimin de bu olduğunu zannediyorum.

Benim ekibim ne kadar az haya yaparsa, çünkü hatasız olmak mümkün değil, o kadar başarıyı ve mükemmeli yakalayacağını düşünüyorum.

Ülkem için de aynı eşyi düşünüyorum.Hep yi taraflarını görüp meselelerin  kötü taraflarını gözardı etme yerine , Neleri yanlış yapıyorum? Nelerde geçiktim? Neleri daha iyi yapmalıyım?

TRT: İnsan, idealinde planladığı , yürümek istediği bir kitap gibi onu bitirdiği fikrine varmıyor  ama o yolda devam ediyor hayat. Kaçımız kitabın başından bakınca, sonunu görebiliyoruz?

RP: Hayat sonsuz bir yol . Bir girdin mi yola bu yol nereye gider belli değil. Kkendimize göre belki gelecek adımlarımızı koyuyoruz. Kötü bir huyumuz var, ben Sakıp  Bey ile çok beraber oldum, onunda o kötü huyu vardı . diyelim ki bir iş tasarlıyorsunuz , bir dergi tasarlıyorsunuz, bitirdiğim dakika "Yeni ne yapabilirim? Ne hata yaptık?" diye bakıyorum. Oturda şundan bir tat al. Bu bende eksik. Bu anı yaşamak diye bi rşey. Dolayısıyla orada kişisel bir tatminsizliğim olduğunu söylemek hiç yanlış değil.

TRT: Raffi Bey'e bir sürpriz yapıyor, ailenin 4. kuşak temsilcisi kızı Maya'yı çıkartıyoruz karşısına. Biricik kızını karşısında görünce, önce şaşırsada , çok seviniyor. Mikrofonumuzu Maya'ya temsile diyoruz. Bu bölümde Raffi Portakal'a soruları o soracak.

MP: Babacığım, hep erkek çocuğun mu olsun isterdin?

RP: Erkek çocuğumun olacağını zannediyordum. İstemek değil.

MP: İçine böyle bir hismi doğmuştu?

RP: Senin cinsiyetini öğrenebilirdik ama annenin doktoru Saadet Hanım "Henüz çok yeni sonografi yaptığımız zaman çocuğun sağlığına bu nasıl bir yansıma yapacağını bilmiyoruz. Dilerseniz yaparım, bir dakika sonra öğrenirsiniz ama bunu öğrenmeyelim doğal akışı içerine bırakalım" dedi. Benim de anneninde aklına yattı. Biz dolayısıyla seni 9 ay cinsiyetini hiç düşünmedim. Ama kafamın bir tarafında erkek çocuğum olacağını düşünüyordum.

MP: İşin devam etsin anlamını taşıyor mu hiç?

RP: Bizim işimizde kurumsallaşma henüz çok şekillenmiş , kimsenin aklına gelmiş meseleler değil. Babadan oğula geçen bir iş gibi bakılıyordu , ben  daha kalıcı bir kurum olmasını istiyordum . Sen doğuncada , bu erkekte olabilirdi aynı iş iyapacak diye düşünmedim.

Ama ben elbetteki benim dedemin, senin büyük dedenin kurduğu bir işin devam etmesini istedim. Bu kaçınılmaz bir şey. Şunu düşünmek doğru değil mi? Türkiye Cumuriyeti'nin kuruluşu 1923 , bizim kuruluşumuz 1910 ve daha öncesi . Genelde 1. nesil yapar, 2. nesil  korur, 3. nesil  kaybederi benimle beraber bozduk biz. Sende ümit ediyorum buna sahip çıkacaksın, çıktında.

MP:Bu bir aile işi olmasaydı , sen bu işi yapmıyor olsaydın, ben yine senin kızın olarak böyle bir işe soyunmak istiyorum deseydim ne olurdu tepkin? İstermiydin?

RP:Babam çok zor günler geçirdi., sende biliyorsun sana ne desem az,  herşeyin farkındasın. Bizim işimiz çok güzel kültürel bir tarafı var, estetik ve sanatla iç içeyiz. Bunu getirdiği müthiş bir zenginlik var. Bu zenginlikten nasiplenip başkalarına köprü kurma görevimizde var. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Bir tarafıda bunun insan faktörü var. Alan ve satan faktörü. Biz ortada bir yerdeyiz ve orada adil durmak, bu köprü görevini çok iyi yapmak, yorucu bir şey. Ben güzel kızıma bunu tavsiye edermiydim? Bilmiyorum ama müthiş bir sorumluluk olduğunu biliyorum.

TRT: Şimdide uzaklara hem de çok uzaklara gidiyoruz.  Burası saraf evine 100 metre uzaklıkta olsada , aslında yürüdüğümüz yol Raffi Bey'in çocukluğuna gidiyor. Çocukluğundan hasretle ve özlemle bahsediyor Raffi Portakal. Küçükken annesi getirirmiş onu bu parka. Şimdi hayvanseverlerin beslediği kedi ve köpeklerle dolu bu park, her ne kadar yıllar öncesinden farklı da olsa anılar değişmiyor.

Konuştukça anlıyoruz ki Raffi Bey'in anıları hiç tozlanmamış.

TRT: Çocukluğunuza gider misiniz arada bir?

RP: Çocukluğama gidiyorum

TRT: Geriye doğru giderken baktığınızda neler biriktirmişsiniz?  

RP: Herhalde bende daha çok köşeli duranlar, acılar, kesintilere uğrayanlar veya yanlışlarım  benliğimde daha büyük bir yer almış. Zaman zaman onlarla hesaplaşıyorum hala.

 TRT: Neler sizi mutsuz etmiş?

RP:Yalan konuşma meselesi beni mutsuz etmiştir. Oyun oynarken bilerek karşımdakini haksızlığa uğratmışım, o da beni rahatsız ediyor.

Bir de delikanlılık dönemimde babamın işleri çok iyi değildi, bana bir para vermişti ayakkabı almam için , ben o parayı ayakkabı almak için değil de gezmeye eğlenmeye kullandım. Bir başka para daha aldım ayakkabı almak için, ufak bir cebim vardı onu oraya koydum, üniversiteden çıktık üç arkadaş Yurdal, ben Hamet Atilla Üzümcü , üçümüz Yenikapı'da geziyoruz herkes zannediyor ki yanındakinde para var. Onların tahmini doğru, benim cebimde para var . Hesap istedik, hesap geldi , Atilla'da 3 lira var, Yurdal'da az bir şey, benimde harcayabileceğim para az. Ahmet Atilla garsonu  büyük bir jest ile çağırdı "Al bu saati , parayı getirince verirsin "dedi. O babamın verdiği 50 lira ateş parçası oldu, yakıyor beni. Yıllar sonra bunu Yurdal'a da anlattım, Ahmet Atilla'ya da anlattım.

TRT: İlk ne zaman kendi müzayedenizi yaptınız? Ne zaman ilk satış gerçekleşti?

RP: Birinci başlangıç 1971 senesi Cuma günü babam , bizim Metin Kaşo , oyun oynuyoruz babam bir kalp spazmı geçirdi, pPazar günkü müzayedeyi yapması mümkün değil. O zaman evlerde oluyor müzayede , eve gidiyorum, Allah bana yardım ediyor başarılı bir müzayede , muhtemelen çok acemice bir müzayede çünkü o gün ilk kez baştan sonuna kadar ben yaptım müzayedeyi.

İkinci başlangıç , kendi adıma ilk müzayedeyi 1974'de   Ben artık babamdan  dükkanı ayırmıştım, ilk adımla müzayedeyi yaptık. Ama yine yöneten bütün işin idaresi  babamdı.

Uzun bir ara ,  benim galeri ile ilgili fikirlerim, Türkiye'nin değişen koşullarında müzayedeyi geride bırakma isteğim vardı . 1987'de üçüncü kez bir başlangıç yaptım. Bu sefer tamamen başında ve çok Avrupai biçimde otellerde veya benzer büyük salonlarda yaptık.

Bunun başlıca özellikleri, biz o güne kadar ailelerin müzayedelerini yapardık. Dışardan eser getirmek, mal koymak ayıptı. İlk kez böylesi , umuma açık, tamamen bir Avrupai müzayedeyi katoloğu yaptım.

TRT: Babanız ile ne zaman aranızdaki çatılma bitti ve sizin gittiğiniz yolun daha  iyi  yol olduğunu size ifade etti?

RP: 1978'de rüştümü  ispat etmiştim babama karşı. Onlardan başlıcası ve özellikle şu vardı; o güne kadar babam çok cepheleri olan bir insandı, hem doğu sanatını hem batı sanatını iyi bilirdi. Ama o günün toplumsal koşulları daha fazla prestijli eserleri batıya yönelik eserlerdı. Bunlar İran Halılarıydı, Mazara tabuları salonlara , bunlarda çerçeve çok özellikli bir şeydi , ebat önemli bir faktördü.

TRT: Babanız ile hiç rekabet oldu mu?

RP:Bu rekabet değil tamamen toplumsal bir olgu zannediyorum. Ben 1974'den itibaren Türk Sanat Eserleri'nin çok önemli olduğunu ve toplumsal gelişme, okuma, nefes alıp verme onu hissettim, bildim.

TRT: Hat sanatına yatırım yapın diyorsunuz, Osmanlı eserleri çok kıymetli diyorsunuz,
 fakat o günkü çevre reddediyor. Size ilk inanan kim oldu?

RP: Acar Tunçbilek oldu. Onunla birlikte hem Osmanlı Gümüş'ü topladık hem müthiş güzel tablolar topladık zamanında. Daha sonra 1975, 1976 'da Sakıp Bey geldi. Sakıp Sabancı'ya ben bu fikirlerimi anlattım . Beni çağırdı köşküne, babamdan , dedemden  aldığı eserleri gösterdi bana . Bunların fiyatlandırmasını, değerlendirilmesini sordu bana , onları yaptım. "Burada bir çok şey var, bunların bir kısmını bizim aileden aldınız ama bunların doğrusunu isterseniz çok sanatsal büyük önemi yok." Dedim.

TRT: Bu bir yıkım olmuyormu insanlarda?

RP: Sakıp Bey'de pek olmadı. Çünkü kendi biriktirmemişti bunları.

TRT: Ama aynı şeyi başkalarına da söylemişsinizdir.

RP: Söylerim. Halen de bugün doğru inandığım şeyi söylerim.

TRT: Adam yıllardır onu muhafaza ediyor, dünyanın parasını vermiş, pat diye bunu ona söylediğinizde ne yapıyor?

RP:Bunu benim 1974'de söylemem başka bir şeydi,. "Bu genç adam ne söylüyor" diye bilir insan. Ama bugün söylemem farklı bir şey. Bir devrim oldu Türkiye için. Sakıp Bey'in toplaması şöyle hızlandırdı meseleyi; Sakıp Bey'in aklı , becerisi ve prestiji toplumda çok ileri bir yerdeydi 1975 – 1976 da bile .

TRT: Sonra kimler ilgilendi?

RP:Halil Bezmen, Hüsnü Özyeğin, Erol Aksoy ilgilendi. Çok güzel eserler satın  aldılar. Bugün başka bir çevre var. Erdoğan Demirören ilgilendi büyük bir çaba vererek çok önemli bir koleksiyona sahip oldu. Günümüzde başka toplayanlar var.

TRT: Benim bildiğim yanlış değilse siz evinizde antika biriktirmiyor sunuz?

RP: Birkaç faktör var; 1- seveceğim, 2- keseme uygun olacak , 3- satmak zorunda klamayayı insallah. Çünkü ben onu çok gördüm. Babamda da gördüm, dedemde de görmüşler,

TRT: Önce sahipleniyo, sonra satmak zorunda kalıyorsun.

RP:Zorunda kalabilirsin ama evi dükkan gibi kullanmayacaksın.

TRT: Babanızı ne zaman kaybettiniz?

RP: 1990

TRT: Alıştınız mı?

RP:Hayır. Annemin de yokluğuna alışamadım, babamında alışamadım. Zaman zaman kendileri ile konuşuyorum. Rüyalarıma yeni yeni girmeye başladılar, son 3-5 yıldır.

TRT: Anneniz ne zaman vefat etti?

RP:Annem 13 yıl oldu. Babamdan 7 yıl sonra annemi kaybettik. Şöyle bir mutluluğum var; bütün iş yoğunluğum ne olursa olsun, sabahleyin geldiğimde ilk işin anne ve babamı arardım ondan sonra işe başlardım. Haftada birkaç yemek yerdik birlikte. Babam bizim galeriye gelirdi, ziyaret ederdi.

TRT: Kardeşiniz neden Amerika'da siz burdasınız? Birlikte bir şey yapamazmıydınız?

RP:  Birçok sebebi var, bir tanesi zannediyorum, doğuşundan itibaren bir gözü görmemeye  yakın doğdu. En basitinden ülkemizde karşıdan karşıya geçme şartlarını bugün düşünün hiç bunu yüzleşmedik onunla. Bir önemli faktörü bu oldu kardeşimin gitmesi ile ilgili.

TRT: Baba mesleğine ilgi duymadı mı?

RP: Duydu . O da günümüz sanatını  Amerika'da sergilemeye başlayacak çok kısa süre sonra . Türk sanatçıları ile başayacak Miami'de. Hayatını kendi idam ettiriyor. Çon onurlu, çok müthiş biridir. Sağlam karakterli biridir.

TRT: Yaptığınız iş çok zor bir iş. Şöyle zor:

İnsanların büyük paraları var. Bir yere harcayacaklar ve siz onlara danışmanlık yapıyorsunuz. Danışmanlığın ötesinde diyorsunuz ki "Şu çok kıymetli , onu alın." Adam dünyanın parasını veriyor ve alıyor. Size güveniyor. Zor değil mi bu?

RP:Güzeli şaheserden ayırmak, şaheseri kötüden ayırmak bir sanat adamının görevi.Yanında bunun az bulunabilirliğini bilmek lazım. Günündeki durumunu, geleceği hesap etmek lazım. Bütün bunlara karar verirken başkası adına veyahut başkasına önerirken biraz tayin edici oluyor.

TRT: Riskide var bunun.

RP:Hayat  böyle. Sanat dediniz mi, riskide taşır. Risksiz  sanat olmaz.

TRT: Hiç kandırıldınız mı?

RP:Doğrusunu isterseniz, evet. Hala yukarıda duruyor, yıllar evvel bir tabloyu bir abimiz , babamın dostuydu, o da muhtemelen bilmeyerek almıştır. Bir baskı tablonun üzerine yağlı boya yapılmış, onu ben hakiki diye almıştım 1971'in başında.

TRT: Tek örnek mi?

RP:Muhtemelen vardır. Allahtan pilot gibi değilsiniz. Pilot bir hata yapınca düşüyor, insanlar ölüyor. Ama burada geri toparlaması mümkün.

TRT: Bu işin yorucu tarafı nedir?

RP: Sahte meselesinden öteye değer meselesi çok önemlidir. Nereden çıktığı önemli eserin. 1987 'de ilk kez Türkiye'de birçok eksper'in görüşünü yan yana almadan hiçbir şey satmamaya başladık. Bizim kalitemize uygun olmayanı da galerimize veyahut müzayedemize koymadık, koymuyoruz da.

Bana bir şey geldiği zaman, ben onun geçmişini öğrenmeliyim. Düşünün ki , bir eserin dolaşımını bilmek  kadar hakkım olan bir şey olduğunu zannetmiyorum.

TRT: Sizi en çok heyecanlandıran eser hangisidir?

RP: Bir akşam hiç umudum olmadığı bir sırada, yorgun argın  1988 yılları , iki hanım geldi, o arada bende ekspertizde bulunuyordum silahanenin bir yerinde müzayede için, bir tabak çıkartı, tabak ortadan ikiye ayrılmıştı, mavi beyazdı ve İznik Tabak çıktı karşıma ve gözlerime inanamadım.

Bu çok önemli bir şeydi. Bir buluştu Türkiye için. O zamana kadar hiç İznik tabak müzayedede satılmamıştı. Yalnız parasal diye bakmamak lazım. Toplumsal bilincin uyanması, müzelerin ilgilenmesi, kültür bakanlığının ilgilenmesi, gazetelerin yazması, televizyonların çekmesi, bir tortu bırakıyor insanda.  Kültür de böyle bir şey değil mi?

TRT: İki tane dramatik taraf var burada

Sanatçılar kendi sanatını yaptığı ve yaşadığı dönemde maalesef  değer görmemiş. Özellikle geriye doğru bakın. Sonra o birilerine kalıyor ve birilerinin hayatı kurtuluyor.

RP:Hepsinin ayrı bir öyküsü olabilir. Acaba üreten tek başınamı üretiyor? Birisi için mi üretiyor? Birisinin yol göstermesiylemi şekillendiriyor? Gibi sualler de buna ekleyebiliriz.

Üretmenin kıymeti son derece önemlidir. Üretim çağından beslenmek demektir. Üretim zeka ve akıl demektir. Beynimiz üretir, uzuvlarımız onu uygular.

TRT: Parası olan adam her şeyi alır mı? İzin verir misiniz elinizde imkan olsa.

RP: Bazı şeyleri herkese göstermiyorum. En azından buna şöyle de bakmak doğru, göstereceğim  beğenilmeyecekse o gönlümdeki kırgınlığa da yol açabilir. Moralimide halen bozabilir. Çünkü bütün profesyonelliğime rağmen bilinki amatör tarafım var.

TRT: En çok sevdiğiniz kelime sattım mı?

RP: En çok sevdiğim kelime "Şaheser" ve gönlümü okşayan bir şey olduğunda ona karşı duyduğum sevinç ve o sırada söylediklerimdir.

TRT: Peki müzayededeki tokmak sesi

RP: Müzayedeki tokmak sesi ve saaaaaaaaattım da müzayedenin ya sonunu belirler  veyahutta çok iyi bir yarışın son noktasına doğru  gidiştir.

TRT: Bu tokmağı kızınıza ne zaman bırakacasınız?

RP:Tokmağı kızım alır, bırakılmaz. Bunu zaman belirler doğrusu. Ben hemen  vermekten yanayım. Ben hep kendime tuttuğum ,kıskantığuım,  vermekten imtina ettiğim bir şey asla değil. İyi yapıldığı zaman o alır.

TRT: Bu hafta Raffi Portakal ile bereberdik. Hem ona misafir olduk, hem misafir ettik onu. Tarif edecek olsak; profesyonellere özgü disiplin ve mükemmelliyetçi yaklaşım derdik. Neyseki o kendini ifade etmiş olmaktan çok mutluydu. Babasının dedesinden, kendisinin de babasından devraldığı bayrağı kızına devredecek olmanın mutluluğu okunuyordu gözlerinde.

Antikacı, müzayedecei değil, insan yolunu konuştuk kendisiyle.

.


Raffi Portakal

.
.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org