Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Raffi Portakal Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Ben Antikacı Değilim!
28.05.2011
Okunma Sayısı : 9216
Oy Sayısı : 2
Değerlendirme : 5
Popülarite : 1,51
Verdiğiniz Puan :
 

 

"Ben Antikacı Değilim!"

Raffi Portakal

.
.


Chronicle'de yayınlanan bir söyleşimi aşağıda sizlerle paylaşıyorum...

.
.
.

"Ben Antikacı Değilim!"


Böyle söylüyor ama işi antikacılıktan resim eksperliğine uzanan bir ailenin üçüncü kuşak üyesi o.

Raffi Portakal, Türk resim ve antika piyasası sözkonusu olduğunda akla ilk gelen isimlerden.

Sabancı Müzesi'nin kuruluşunun fikir babalarından, 10 yıllık "P" dergisinin kurucusu… Bu çok boyutlu isimle konuşmak zor ama keyifliydi…


Hızla başlayan, süren ve sona eren bir söyleşi oldu bu. Başımız döndü, neye uğradığımızı pek anlayamadık. Ama daha en baştan, Raffi Portakal'ı sükûnetle tanıma şansımızın pek olmadığını, hep hızlı hareket etmemiz gerektiğini kabullendik. Onun ne kadar yerinde durmaz yaşadığına, bunca işi nasıl da akrobatik bir çeviklikle yürüttüğüne olabildiğince içeriden tanık olduk böylece.

Raffi Portakal, siyah perdelerle kaplanmış geniş galerisinde yer alan, itinayla toplanmış tablolar gibi bellekte iz bırakacak kişiliklerdendi, bunu anladık hemen (Bu ölçüde baskın bir kişilikseniz, sahteniz olamaz; sahtelik kuşkusu uyandıranları kendinize yansıtarak ölçersiniz. Böylece ölçünüz şaşmaz).


Oyuncu bir yanı yok Portakal'ın, ama sahnede yer almaya alışkın olduğu da belli. Işıkları üzerinde tutuyor. Hem yönetmen hem oyuncu kişiliklerin portreleri de ancak onların izni ve katkısı dahilinde ilerler. Bunu salona girdiği ilk andan itibaren duyurmayı başardı bize. Fotoğrafları çekmek, soruları gözden geçirmek, oturulacak koltukları saptamak ve tabii daha sonrası… Bütün bunları öylesine hızla geçirdi ki içinden, bizim tek tek okuyacak fırsatımız olmadı, pek direnç de gösteremedik. Ancak sonradan neye uğramış olduğumuzu anladık.

O zaman da doldurduğumuz kasedi kâr sayarak rahatladık. Yangından mal kaçırmış söyleşicinin rahatlığı…
Tabloları gözünden bile sakınıyor belli ki, onları yerinden oynatırken, bütün inceliğini son noktasına kadar kullanıyor.

Çevresine bu özenin bulutunu örmüş gibi. Bu örtünün altına biz de girdik kısa süreliğine. Ama sanki davetsiz gibi. Tabloyla dolu galeride kendimizi estetik bir yapbozun parçası gibi hissedip, bundan kısa bir an için haz duyduk.

Hemen solda duran Ruhi Arel'in olağanüstü çıplağı, Nuri İyem'in hiç de onun izlerini taşımayan bir portresi ve ressamını bilmediğimiz birkaç olağanüstü tabloya kısa süreliğine de olsa bakışımızı odaklayıp, onların içlerinden geçtikleri mekânların sarhoşluğunu alıp buraya getirdiklerini, o sarhoşluktan arta kalanı üzerimize bir dalgınlık gibi eklediklerini düşündük.


Bir insanın bir nesneye yönelttiği sevginin, onun değerini belirleyen etkenlerden biri olduğunu görüyoruz Raffi Portakal'ın ellerine bakarak. Gözleriyle elleri arasındaki yolda, sanat ile zanaatın, ölü ile canlının birlikteliği, birbirlerine duyduğu dinmek bilmez aşk okunuyor. Baskın ama kırılgan nesnelere karşı geliştirdiği duyarlılık ölçüsünde yumuşak olmalılar. Gündem belirleyen, mekânı düzenleyen, algınızı yönlendirmeyi kuran baskın kişiliği bu göz – el dengesiyle hem yolunu buluyor, hem de çözdüğü sırrı her alanda uygulayabileceğini duyuruyor.

Gözlerimizi, kendi kullandığı bir kameraymış gibi tablolardan çekip alarak, sabit durmayan bedenine, daha çok da her an yeni bir düşünceyle gölgesi değişen gözlerine sabitliyor. O andan sonra tablolarla diyalog ustaca, sezdirmeden engellenmiş oluyor.

32 SARAY MÜZAYEDESİ


- Antikaya ilgi büyükbabanız Yervant Bey'den başlıyor, siz üçüncü kuşaksınız… Portakal müessesesi ne zaman kurulmuş?


Evet, dedem 1881 doğumlu. Osmanlı İmparatorluğu dönemi şartlarında, dedemin mesleğe 21 – 22 yaşlarında başlamış olması lazım. Böyle baktığımız zaman, dedemin mesleğe başlaması 1902 – 1903′lere rastgelmekte. Ama biz ilk belgeyi 1914′te bulduğumuz için, kuruluşumuzu 1914 diye benimsedik. Dedemin ilk işi antikacılıkmış, demek ki 1914′te işe başlamış olması olanaksız. Böyle baktığımız zaman, yüz yıllık bir kuruluş olduğumuz ortaya çıkıyor. Dedem, babam ve ben…

- Babanız dedenizden ne zaman devralmış bayrağı?


Babam bayrağı tam olarak 1947′de alıyor dedemden. Onun vefatından sonra. Dedem müthiş bir Osmanlı beyefendisi, sözü tek kez söyleyen, doğru konuşan, müthiş dürüst bir adam. 32 tane saray müzayedesi yapmış dedem.

Saray derken, aklınıza sadece Dolmabahçe Sarayı, Topkapı Sarayı gelmesin; o gün hanım sultanların oturduğu evlere de saray denirdi. Bunların içinde yanılmıyorsam Ayşe Sultan'ların, Mine Sultan'ların da müzayedeleri var, daha nicelerinin… 32 saray müzayedesi yapmış, sultan hanımların Türkiye'yi terk etmesinden sonra, paraları toplayıp dışarı göndermişler. Bu denli güvenilir biri…

O zamanlar büyükannem dedemden bir çarşaf istiyor, "Olmaz bizde öyle şey!" diye karşı çıkıyor başta ama sonradan, "İyi, tamam, alacağım sana bu çarşafı" diyor. Müzayede başlıyor ve dedem sesleniyor: "Ey ahali, bu çarşafı benim eşim istiyor, kaç para bu? Başlayalım… 100 kuruş… Tamam, ben 150 kuruş veriyorum, var mı artıran?"

İşte böyle alıyor o çarşafı. Osmanlı beyefendisi dedim, bunun yanında çelebiliği de var. İyi yaşıyor, yazları Büyükdere'ye gidiyor. Oraya giderken genellikle iki atlı arabayla gidiyor. Bir tanesinde kendisi ve arkadaşları oturuyor… Ötekinde de Udi Murat'lar falan… Rakı içerek gidiyorlar. Dedem vefat ettiğinde, hiç unutmam, babam, "Oğlum, iki bin beş yüz lira borç aldım dedenin mezarını yaptırmak için" dedi, "Aldım, hemen yaptırdım ki, unutulur soğursa…"

- Babanız ve dedeniz hep birlikte mi çalışmış?


Babamın ayrı dükkânı da olmuş, müzayedeleri birlikte yapmışlar. 1947′den sonra babam tek başına müzayede yapmaya başlıyor. 1947′den, 1972 – 73′e kadar bu işi tek başına yürütüyor. Rakipsiz üstelik. Müzayede yaparken müthiş bir ustaydı babam, dedem de öyleymiş.

Müşterilerin deyimiyle size söyleyeyim; kargayı bülbül diye satarmış. Çok yetenekli, çok ilginç bir şahsiyetti babam. Okul yıllarımda işe de giderdim, pek isteyerek değil doğrusu. Yazları özellikle…

- O yıllarda dükkânda toz almak sizin görevinizmiş.

Objeleri tutmayı, toz almayı öğrenmenin bu meslekte çok önemli olduğunu söylüyorsunuz…
Tabii, bunun çok basit bir şey olduğunu zannetmeyin. Bir eseri elde tutmak, ona saygı duymak, onu kırmadan muhafaza etmek ve bu sorumluluğu almak çok önemli.

Maddi bir sorumluluk var, onun yanında ölçemeyeceğiniz, ödeyemeyeceğiniz bir manevi sorumluluk. Çünkü bir porseleni kırarsanız, ne kadar tamir etseniz, yapıştırsanız da geriye dönüş olmaz kolay kolay.

- Babanızın dükkânı neredeydi?


Muhtelif yerlerde dükkânları oldu. Beyoğlu'nda Küçükparmakkapı Sokağı'nda da olduğunu söylerdi ama benim hatırladığım en eski dükkânı, Tepebaşı'nda, bugün Sosyal Sigortalar Kurumu'nun bulunduğu handı.

Bugünkü Rejans'ın bulunduğu Olivo Geçidi'nde, daha sonra Notre-Dame de Sion'un yanına geldi. Babam bir atılım yaptı, müthiş yenilikçiydi.

O zamanlar, 1950′lerde 60′larda sergi yapmak meselesi Türkiye için ne kadar uzaktı. Ama o yaptı. Tünel'de deposu vardı, her hafta Tünel'de bir sergi düzenler, afişlerini duvarlara asar, davetiyelerini müşterilerine gönderirdi.

Her seferinde tablosuyla, salon takımıyla, yemek odasıyla yepyeni bir dekor sunardı. O da yemeyi, içmeyi seven biriydi. Annem kızardı onun harcama biçimine. Burada büyük paralardan söz etmiyorum, harcama yemeğe yapılırdı. Bizim işte çok zengin olunmaz.

Böyle bir hayale ne babam kapıldı, ne de onu gören ben kapıldım.

İyi bir hayat ne zaman gelir?

İyi yaşamayı bilirseniz, bilgi ve kültürünüz gelişir, çok insanla birlikte olduğunuz için görüş zaviyeniz, görüş açılarınız farklı noktalardan geçer. Meraklıysanız kültürünüzü işinize yansıtırsınız.

Benim inancım şudur; sanat ve kültürle uğraşan insanların bu işlerden haberdar olması lazım. Bu yalnızca ucuz, pahalı, hakiki, sahte gibi herkesin kullanabileceği deyimlerin ötesinde.

Türkiye'de yaratılan ya da yaratılamayan bir sanat eseri var. Bunu fark etmek, sınıflandırmak çok ciddi bir iş. Ben işimi çok ciddiye alıyorum doğrusunu isterseniz. Ben de herkes gibi klasik evreleri geçirdim bu meslekte.

HAYAT ŞARTLARI ZORLADI


- O dönemi nasıl anımsıyorsunuz? Çıraklıktan ustalığa geçişin sancılarını… Severek mi çalıştınız babanızla, yoksa kendiliğinden gelişen bir süreç mi oldu?


Tabii sadece eserlerin tozunu almakla sınırlı değildi işler. Şimdi gayet iyi hatırlıyorum, bir yaz babamın yanında çalışan kişi hastalanmıştı, benim yerleri süpürmem gerekiyordu. O da yapardı böyle işleri, ben de yaptım.

Delikanlılık dönemimde, hiç unutmuyorum, bir gün babam bana, "Oğlum şu sandalyeyi şuraya koy" dedi ve ben bunu yapıp yapmamakta tereddüt ettim. Babam bana fena halde kızdı, "Bana bak!" dedi, "Ben ki kocaman Portakal'ım, o iskemleyi aldığım gibi İstiklâl Caddesi'nde yürürüm! Sen kimsin, şunu şurdan alıp da şuraya koyamıyorsun!" Ve öyle bir hırsla o sandalyeyi aldı ki elimden, ve öyle bir yerine koydu ki… Geçen gün kızım Maya (21 yaşında ve babasının işini yürütmeye aday -P.Ö.) ve yaşı ona yakın olan gençlerle oturuyorduk, ondan bir ricada bulundum. Baktım, hiç benim gibi yüksünmedi.

Demek kızım benden daha olgun yetişiyor.

- Siz İstanbul Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi aldınız. Hiç o alanda çalışmayı düşündünüz mü?


Hayat şartları böyle getirdi. Babam rahatsızlandı, ailede birinin çalışması ve eve bakması gerekti. Ben de daha sonra yaptığım işi iyi yapmaya çalıştım.

Üniversite öğrenimimin araştırmacı yapıma çok uyduğunu ve bana yol gösterdiğini söylemek isterim. Arkasından 1973 yılında karar verdim ve dükkânı açtım. Kanuni işlemlerin sonuçlanması 1974′ü buldu. Yani ben 32 yıldır Mim Kemal Öke Caddesi, 19 numaradayım. Hep aynı mekândayım. Burayı da 1984 – 85′te aldım, 20 yıldır da buradayım. Hem orada, hem burada.

- Üç aylık antika ve sanat dergisi "P"nin geçmişi de on yılı buldu neredeyse. Hemen iki apartman ötede de derginin ofisi var…


1996′da dergiyi kurduk. Konumla ilgili, sanat ve kültürle ilgili bir dergi yapmak büyük hayalimdi.

Hem içsel olarak çok hazırlandım hem de Türkiye'nin ekonomik şartlarının el verdiği bir döneme denk getirmeye çalıştım.

Tabii dergicilik hiç kolay bir şey değil. İlk beş yılın ne kadar zor olduğunu biliyoruz.

Büyük destekleri olduğu halde bazı dergilerin kapandığını görüyoruz. Üzülüyorum bunlara ama biz götürmeye çalışıyoruz.

- "P" dergisinin 39. sayısı çıktı, üç aylık periyodu hep korudunuz.

Derginin en önemli farklarından biri de yılda üç sayı İngilizce yayımlanıyor olması…


Dergi her sayısını bir temaya ayırıyor. İngilizcesi de Türk entelektüelinin birikimini yansıtıyor.

Başta Ferit Edgü, Celal Üster, Ahsen Erdoğan olmak üzere, ben de bir ucundan tutarak, Türk entelektüelinin ürettiği bir dergiyi Batı'da da önemli yerlerde satarak ayakta tutmayı amaçladık. Paris'te, Amerika'da satılıyor dergi.

Sanat fuarlarına katıldık, Louvre Sarayı'nda, Metropolitan Müzesi'nde, Barnes and Nobles gibi önemli merkezlerde satılıyor. Bende bunu destekleyecek enerji tükeniyor artık. Bir kültür elçiliği yaptığıma inanıyorum, yoksa benden kimse böyle bir şey istemedi.

- Böylece aile geleneğine dergiciliği de eklemiş oldunuz… Birkaç kitap da yayımladınız. Bu yayıncılık faaliyeti sürecek mi?


Sürmesi için elimden gelen her şeyi yapıyorum.

- Müzayedelerden söz edelim biraz da. Bu konudaki ustalığınız dillere destan.



Müzayedeleri çok önemsemeyin. Aile de öyleydi. Ben müzayedeci değilim, müzayedecilik sadece yaptığım işlerden bir tanesi. Ben esas olarak dükkâncıyım, bunun bugünkü açılımı olarak galericiyim.

Önce galericiyim, daha sonra, elimden geldiğince danışmanlık yapmaya çalışıyorum ve danışmanlığın kurumsallaşması için 30 yıllık bir çabam var.

Bize, "Oğlum şuna bir ekspertiz yap" derlerdi, yapardık. Bugün yine yaparız ama bunun karşılığında bir ücret alınması gerekir.

SAKIP BEY BENDEN GİZLERDİ


- Bu alandaki en yaygın hizmeti Sakıp Sabancı aldı sizden…


Sakıp Sabancı Müzesi'nin kurulmasında bir rolüm oldu. Hiç böyle bir fikri olmayan, eser almayı hiç düşünmeyen bir insanı eser almaya ikna ettik.

Eser aldıktan sonra kendiliğinden bir koleksiyon oluştu.

Kendi de zaten hiç danışmadan bir şeyler almayı seven birisiydi.

Bizden gizlerdi.

Benim beğenmeyeceğimi düşündüğü, ucuz, kelepir bulduğu bazı eserleri alırdı.

Sakıp Bey'e hiç bilmediği hat sevgisini aşıladım.

Hat biriktirmeye resimden daha sonra başladı.

- Kaç yıl sürdü Sakıp Bey'le profesyonel ilişkiniz?



1975′te birlikte çalışmaya başladık. 30 yıla yaklaşan bir dostluğumuz oldu. Tanışıp çalışmaya başlamamızdan birkaç yıl sonra da hat işine girdik. Çok kolay olmadı aslında.

- O günlerde, 1999′da New York Metropolitan Müzesi'nde açacağınız dev sergi gözünüzün önünde canlanıyor muydu?



Hayır, asla.

Sergiyi düşlemiyordum ama o günlerde hat eserleri neredeyse bedavaydı.

Bugün de çok pahalı değil.

Osmanlı sanatı dediğiniz zaman, onu en takdim eden şeylerden birinin hat olduğuna inanıyorum.

Tıpkı halı gibi. Ama sanat eseri dediğinizde, halıyı sanat eserinden ayırmak lazım.

Sakıp Bey'e hat dediğim zaman bir direnç gösterdi. Bana bu konuda çok yardımcı olan Prof. Memduh Yaşa'dır. O zaman Memduh Bey hem Akbank'ta çalışıyordu, İdare Meclisi'ndeydi, hem de hattan mükemmel anlayan, okuyabilen, Arapça ve Osmanlıca'nın ilmine vakıf, dini bilgisi yüksek bir hocaydı. İktisat profesörüdür.

Daha sonra Emin Barın, Şevket Rado, Uğur Derman'la tanıştırdım Sakıp Bey'i. Onlar da çok desteklediler bu konuda onu.

Böylece biz eser satın almaya başladık. Ciddi bir koleksiyon durumuna gelirken, ben çok uğraş verip Şevket Rado'nun koleksiyonunu aldım Sakıp Bey'e. Bunun gibi pek çok koleksiyon aldım. Rahmetli Ali Koçman'ın, Halil Bezmen'in koleksiyonlarını almıştım. O sırada, "Sakıp Sabancı'nın koleksiyonunu Amerika'da sergileyebilir miyiz?" diye bir öneri geldi. "Bir şartla bunu size açarım" dedim onlara, "Ancak Metropolitan'dan bana bir onay getirirseniz…" "Ancak o zaman hem Sakıp Bey'i ikna ederim hem de koleksiyonu açarım."

Çok kısa zamanda Metropolitan'dan böyle bir yazı geldi bana. Sakıp Bey'in hiçbir şeyden haberi yok, ben bir randevu aldım ve gittim yanına. "Siz birçok konuda imparatorsunuz, gelin bir taç giyme töreni yapalım" dedim. "Nerede?" diye sordu, "Metropolitan Müzesi" dedim. Ve müthiş bir sergi yaptık orada, inanılmazdı.

Yeri biz seçtik, onlar bize başka yerler gösterdiler, biz direttik.

İlk kez Türk resmini Metropolitan Müzesi'nden içeri soktuk.

İnanılmaz etkileyici bir sergi oldu.

Üç ay boyunca 450 bin kişinin gezdiği bir sergi.

Katalogları Türkiye'de bastırdık. Amerikalılar burun kıvırıyorlardı buradaki matbaalara ama onlara Türk matbaa ustalarının ve ekibinin ne kadar usta olduğunu gösterdik.

Ondan sonra aynı sergi Los Angeles'a, Harvard'a gitti.

Üç ay süresince de bir sömestr boyunca ders konusu oldu.

O burnundan kıl aldırmayan Fransızlar'ın Louvre Müzesi'ne de gitti, üç ay boyunca sergilendi. Ve sergilenen ilk özel hat koleksiyonuydu.

Aynı zamanda Akbank Oda Orkestrası da açılışa katıldı.

Metropolitan Müzesi açılışına da Mevlevileri konuk etmiştik. Hem özel bir yemek yenmişti hem de böyle bir gösteri gerçekleştirilmişti. Daha sonra Frankfurt ve Berlin'e gitti.

- Sakıp Sabancı Müzesi'nin açılışında bu başarıların da itici gücü olmuştu herhalde…



Müze yapma fikri vardı, bu başarı müzenin açılabileceğini ispat etti.

Bu eserlerin benim daha önce ona söylediğim gibi dünya çapında olduğuna inandı böylece. Çünkü biliyor ki o müzeler kimsenin kaşı, gözü, parası, pulu, adı için alıp onları sergilemez.

Bu durum ona müthiş bir cesaret verdi ve bu kuvvetle güzel bir müze yapıldı. Kendi koleksiyonunu sergiledi, dışarıdan sergiler getirdi. Sağlığında müzecilik tarihinin en büyük ustalarından Nazan Ölçer'i alabildik, daha sonra Filiz Çağman ona eşlik etti. Sakıp Bey'in dileği müzenin büyümesiydi, Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a da bu dileğini söylemişti, onlar da anlayışla karşıladılar büyük müzenin yapılmasını.

Ek inşaatımızı yaptık, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da eşlik etti bize. Dünyada çok önemli bir müze oldu. Çünkü bir büyük ustanın, devrim yapan sanat adamı Picasso'nun eserlerini getirdik Picasso Vakfı'ndan. İnanılmaz testlere tabi tuttular ve dediler ki, "Biz çok adı sanı büyük olan müzelerde dahi böylesine klima, güvenlik, yangın tertibatı vb. daha görmedik." Bunları kulaklarımla duyduğum için rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Sabancılar bir şeyi kökten yapmak isterler. Tam olsun, yarım yamalak olmasın derler. Picasso sergisi olmasını çok istiyordu Sakıp Sabancı ama göremedi. Gerçekleşeceğini biliyordu ama. İşte böyle bir hayat!
- Sizin eğitimci kimliğinizi de göz ardı etmemeliyiz. Uzun süre mesleği anlatan seminerler verdiniz…
Bu sergilere kadar 13 yıl boyunca seminerler verdim. Ben ve konusunda bilgili, anlatım kabiliyetine güvendiğim arkadaşlarla beraber… Bilgilendirme amaçlı seminerlerdi bunlar.

EVE İŞ GÖTÜRMEK YOK


- Alıcı ve satıcının bilinçlendirilmesi açısından da faydalı olmuştur mutlaka…



En azından biz örnek olduk. Başka kurumlar da böyle seminerler düzenlemeye başladı.

Ben bin küsur seminer öğrencisiyle birlikte oldum. Yalnızca öğretmedim, onlardan öğrendim de.

Her sual insana yeni bir ufuk açıyor. Konuk hocalardan çok şey öğrendim.

Öğrenmenin sonu yok.

- Akademik hayata girmeyi düşünüyor musunuz?


Teklifler geliyordur mutlaka…
Biraz daha zaman geçsin, belki. Teklifler var, onları değerlendireceğim.

- Sizin prensiplerinizden birisi de "Evini dükkân haline getirmeyeceksin." İşle ilgili olarak evinize gelen telefon sayısının otuzu geçmediğini söylemişsiniz bir yerde.


Babam böyle değildi. O benim hem ustam, hem babam, hem hocam, hem arkadaşım, hem rakibimdi.

Ustalıkta ilerlerseniz, ustanın iyi yaptıklarını yapar, kötü yaptıklarını yapmazsınız.

Annem üzülürdü evde; bir telefon gelirdi, babamın rengi değişirdi, ya keyfi kaçardı ya da sevinirdi.

O nedenle ben buna özen gösterdim, bu deneyimden ders çıkarmaya çalıştım.

Dükkânı eve getirmemenin bir bu boyutu var, bir de ayaklarını yorganına göre uzat boyutu var.

Buradan ben bir şey alıp eve götürürüm ama yarın paraya ihtiyacım olur da onu satarsam ev dükkâna dönmüş olur. Bundan da kaçınmaya çalıştım.

- Evinizde antika, sanat eseri olarak nelere yer veriyorsunuz?


Ben çağdaş resimler topluyorum beğenilerim ölçüsünde. 19. yüzyıla ait resimlerim de var. Çok az Osmanlı eseri var. Rus mineli ve Rus gümüş eserleri var. Gerisi moderndir; koltuklar, kanepeler vb.

- Çağdaş Türk sanatında özellikle değer verdiğiniz sanatçılar kimler? Bir antikacı olarak çağdaş eğilimlere nasıl bakıyorsunuz?


Ben antikacı değilim! Bu biraz yanlış anlaşılıyor.

Ben sanat ve kültür dünyasının insanıyım.

Günümüzün sanatıyla uğraşmak da bizim görevimiz.

Ben bugünün giysilerini giyiyorum, 19. yüzyıl arabasına da binmiyorum! Ben de çağımı izliyorum.

Sevdiğim sanatçılar: Selma Gürbüz, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz, Komet… Daha yeniler de var.

- Sosyal sorumluluk konusunda da çalışmalarınız oldu.


Sosyal sorumluluk meselesinde öncelikle benden yardım isteyen kurumun ciddiyetine, paranın ve amacın ne olduğuna bakarım. Paranın doğru yere gidip gidemeyeceğine…

Ondan sonra kendi kurumuma halel getirmeyecek, topluma da yenilik aşısı sunabilecek bir şey olmasına gayret ederim.

Önünde sonunda, benden istenen bir ürünü satmam, daha pahalıya satabilmem.

Onun için de doğru yol, doğru ürün, doğru zaman lazım.

- Geleceğe yönelik planlarınız nedir? Çalışmalarınızı nerede yoğunlaştırıyorsunuz?


Unutmayın ki ben Sakıp Sabancı Müzesi'nin yönetim kurulundayım ve fiilen orada çalışıyorum.

Fikren, zikren… Her ne kadar büyük uzman, güvenilir müdürümüz ve yardımcıları varsa da Sakıp Bey'le birlikte bu müzenin fikir babalarından, kurucularından biriyim. O müze benim çocuğum. Onun gelişmesi, daha iyi olması yalnız benim için değil bütün Türkiye için önemli.

Önce kendin için, ailen için, sonra ülken için bir şeyler yap.

- İstanbul Modern, Pera Müzesi… Epey hareket var müzecilik alanında. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu bereketli durumu?


Gayet iyi buluyorum, fevkalâde. Dün de Rosa Martinez'le beraberdik. Böylesine önemli insanlar Türkiye'ye geliyor.

Dün akşam Pera Müzesi'nde Dubuffet sergisinin açılışı vardı, orada küratörleri takdim ettiler.

Çok hoş bir alışveriş oluyor.

Bizim de başka bir kimliğimiz var. Onlar bize saygı gösteriyorlar artık, bunu hep birlikte yaptık, 25 sene evvel böyle değildi. Bir yandan bizim sergilerimiz oralarda açıldı, bir yandan dergilerimiz, bakanlığımızın işleri, kitaplar, bienal…

Hepsi mozaiğin parçası. Ama çok rötarlıyız, arayı kapamak için çok çalışmalıyız.

En önemlisi kalite!

.
.
.


Raffi Portakal Müzatedede

.
.
.
 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org