Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Barış Bölükbaşı Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Tütün Kimyası
19.09.2007
Barış Bölükbaşı
Okunma Sayısı : 8393
Oy Sayısı : 8
Değerlendirme : 4
Popülarite : 3,61
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

TÜTÜN  KİMYASI
Ön söz
4
I. Bölüm   (Umumî Bilgiler)
5
     1)Tütünün kimyasal yapısı   
8
     2)       „         fiziksel          „
9
     3)Karakteristik yaprak müşekkilleri
10
     4)Kalite Problemi
11
     5)Tütünün kimyasal ve fiziksel yapısını tayin eden faktörler
12
     6)Tütünlerin kimyasal karakterlerine göre sınıflandırılması   
13
     7)Başlıca ticaret tütünlerinin iki ekstrem arasında dağılışları
15
II. Bölüm  (Tütün yaprağındaki maddeler)
17
     1)Su
17
     2)Mineral Maddeler
20
     3)Karbonhidratlar
24
     4)Organik Asitler
34
     5)Proteinler
36
     6)Alkoloidler
40
     7)Eterde çözünen maddeler
45
     8)Polifenoller-tanenler
50
     9)Boyar maddeler
52
III. Bölüm (Tütünün Endüstriyel Önemi Haiz fiziksel Vasıfları
58
     1)Yanma Kabiliyeti
58
     2)Hiğroskopisite
61
ÖN SÖZ
Tütünün Yeni Dünya'dan Avrupa’ya getirilmesiyle istihlakinin yayılması o kadar büyük bir hızla vuku bulmuştur ki, bir (tarihçinin kaydettiğine göre, Eski Dünya'ya onunla beraber getirilmiş olan patatessin istihlakinin aynı vüs'ate erişmesi ancak 200 yıl gecikme ile mümkün olmuştur. Sür'atle büyüyen talep hacmi, önceleri sadece bir kaç meraklı ilim adamının ilgisine mazhar olmakla kalmış olan bu meta üzerinde gittikçe şiddetlenen bir alâkanın teksif edilmesine sebep olmuştur. Önceleri empirik bir şekilde gelişen istihsal metodları, Bu metodların ihtiva ettiği işlemlerde cereyan eden olayların sebep - netice münasebetleri, kalite ile kimyasal bileşim arasındaki bağıntılar birer birer incelenmeğe başlandı. Diğer taraftan tütün kullanmanın hızla yayılması, insan sağlığı ile ilgilenen hekimlik çevrelerinin de dikkatini çekmeğe başladı. Nihayet tütün fabrikasyonu­nun makineleşmiş bir endüstri haline inkilabı ilmî ve teknik araştırmaları büsbütün tahrik eder oldu. Bu gün tütün, ekicisine, tüccarına, fabrikatörüne ve ondan şu veya bu şekilde vergi alan devlete sağladığı menfaatler bilançosu ile dünya ölçüsünde bir ekonomik meta haline gelmiş bulunuyor. Bu arada, çeşitli ilim kollan meyanında kimyaya da önemli bir vazife düşüyor. Halen (Tütün Kimyası) bir ihtisas bölümü manzarası göstermekdedir. Ziraatçı, biolog, kimyacı, bu metaın başka yönlerden incelenmesile meşguldürler. Bütün dünyada tütünle ilgili ilmî araştırma iş birliği merkezleri kurulmakta, sık sık symposiumlar tertip edilmektedir. Tütün Kimya'sı bir yandan (tütün istihsal ve fabrikasyon sistemine, diğer taraftan onun insan sağlığı üzerindeki etkilerile meşgul hekimlik çevre­lerine veriler yetiştirmektedir. Memleketimiz (büyük tütüncü) bir memlekettir. Tütün ilimlerine ne kadar önem versek yeridir. Bu kitap memleketimizde (Tütün Kimyası) ihtisas bölümünün öncüsü olmuş ve bu yolda 20 yıla yakın bir zamandan beri emek sarf etmiş bir arkadaşım tarafından yazılmıştır. Ve ben şahsen bu eserin memleket tütüncülüğü için değerli bir hizmet teşkil ettiğine kani bulunuyorum.
İnhisarlar Enstitüleri Müdürü
Fahri İPEKOĞLU

GİRİŞ
KONU VE TARİHÇE
Konumuzu izah etmeğe başlamadan önce tütünün kullanılma şekillerinden bahsetmek gerekmektedir. Keyif verici bir madde olarak büyük ölçüde istihsal ve sarfedilen tütünün sarfedilme şekillerini iki grupta toplamak mümkündür:
a)      Birinci gruptaki tütün kullanma şekillerinde, organizma doğrudan doğruya bu metam kendisi ile değil, dumanı ile temasa gelir. Bunlar sigara, puro, pipo ve nargile gibileridir.
b)      İkinci grupa giren şekillerde organizma doğrudan doğruya tütünle temasa gelir. Bunlar çiğneme tütünü kullanma ve enfiye çekme tarzlarıdır,
Bu gün bütün dünyada en yaygın tütün kullanma şekilleri birinci grupta olanlardır. Tütün çiğneme ve bilhassa enfiye çekme tarzları önemlerini kaybetmiş bulunmakdadırlar. 'O halde Tütün Kimyası'nın konusu da, dilimizde "Tütün içme” tâbirile ifade edilen birinci grup tarzda tütün kullanmanın problemleri etrafında toplanmış, çalışmaları­nın ağırlık merkezini bu tarafa yöneltmiş bulunuyor. Tütün Kimyası'nın problemlerini şu yolda sıralayabiliriz:
1   — İstihsal safhası
2   — Fabrikasyon safhası
3   — İstihlâk safhası
İstihsal safhası, tütünün ekiminden yaprakların içilebilir bir hale gelinceye kadar tatbik edilen ameliyeleri ihtiva eder. Bu safhanın ilk yarısı tamamen ziraî mahiyette olup ikinci yarısı (Kurutma) ve (Fermantasyon) gibi özel teknik ameliyelerle devam eder. İstihsâl safhasında tatbik edilen ameliyelerin metodu, elde edilecek ürünün istenen ve özel vasıflarını hedef olarak alır. Başka bir deyimle, istihsal usulleri, kısmen tecrübî kısmen de ilmî donelerile, ve maliyet faktörünün sınırladığı imkânlar nisbetinde, kalite'yi sağlayacak şartlara dayanırlar. Bu şartlar ile tütün yaprağının son kimyasal bileşimi ve fiziksel özellikleri arasın­daki münasebetler, bu safhanın ana konusunu teşkil eder. Bitki üzerindeki canlı yaprakda vuku bulan, biokimyasal olaylar, hasadı takiben tatbik edilen Kurutma ve Fermantasyon ameliyelerinde vuku bulan olaylar bu meyandadır.
Fabrikasyon safhası, içilebilir hale gelmiş tütün yapraklarının sigara, puro vs. mamuller haline getirilmesi ameliyelerini ihtiva eder. Muayyen bir mamulün: istenen özelliklerinin sağlanması, onun esas materyelini teşkil edecek olan harmanın terkip ve fiziksel vasıflarının rasyonel bir şekilde düzenlenmesile tamamlanabilir. Bunun için de harman müşekkillerinin kimyasal ve fiziksel karakterlerinin aydınlatılması gerekir. Fabrikasyon safhasının ikinci problemler serisini katkı maddelerinin seçilmeleri teşkil eder. Bu katkı maddeleri, bazı çeşit mamullerde kullanılanı, aroma veren, rutubet koruyucu, aroma koruyucu, çeşni sağlayan gibilerdir. Fabrikasyon safasın'da, işletmenin kontrolü, mamullerin normlar muvacehesinde kontrolları gibi işler de zikredilebilir.
istihlâk safasının problemlerini iki ayrı grupta toplıyabiliriz:
a)      Mamullerin kimyasal bileşimlerile, fiziksel vasıfları ile bunların verdikleri dumanın bileşimi ve fiziko - kimyasal durumu arasındaki bağıntıların incelenerek aydınlatılmaları. Bu bağıntılar,   mamulün ve onun verdiği dumanın özellikleri ile içim karakteri arasındaki münasebetlere taallûk eden problemleri teşkil ederler.
b)             Tütün kullanmanın insan sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek, bilhassa son zamanlarda çok alevlenmiş olan ilgi çekici, önemli bir konudur.  Bu konu prensip itibarile tıp koluna ait ise de,   münasebetleri hakikate en uygun şekille aydinlatabilmeleri, "Tütün İçme”  olayının incelenmesile Tütün Kimyasına önemli bir yardımcı vazifesi yüklemekdedir.
Burada konusunun ana çizgilerini umumî bir şekilde açıklamağa çalıştığımız Tütün Kimyası bu günkü durumuna nasıl ulaştı? Çok kısa bir tarihçeyi faydalı olur kanaatile sunuyorum:
Tütünün Avrupaya gelip yayılışından itibaren, onun keyif verici tesiri ve iddia edilen devaî hasseleri birçok meraklıların ilgisini çekegelmiştir. Bu suretle hekimler ve kimyacılar tütünle meşgul olmağa koyuldular. Bu çalışmaların ilmî mahiyet alarak ciddî bir safhaya intikali XIX. yüzyıl ile başlar. 1828 de Reimann ve Posselt nikotini tütünden saf olarak tecride muvaffak oldular (1). Kissling'in kaydettiğine göre, bundan biraz önce, Malsens adındaki araştırıcı nikotini ilk defa tütün dumanından tecrit etmiştir (2). XIX. asrın en ünlü kimyacıları, Pasteur tarafından o sıralarda ortaya atılmış olan mikrop nazariyesinin tesiri altında olarak, tütün fermantasyonu ile yakından ilgilenmişlerdir. Bu devirde tütünün başlıca puro şeklinde kullanılması yaygın olduğundan, fermantasyona yöneltilmiş çalışmalarda bilhassa puroluk tütünler üzerinde durulmuştur. Tütün ferlantasyonu hakkında ilk önemli tebliğ 1858 de Koller tarafından yayınlanmıştır (3). 10 yıl kadar sonra Almanyada Nessler (4), Fransada Schlösing (5) tütün fermantasyonu hakkındaki teorilerini ortaya koydular. 1871 – 72 yıllarında Tierman'ın rutubet koruyucu madde olarak gliserinin tütüne katılmasını ileri sürmesi, Laporte ve Fontane adlarındaki araştırıcıların tütün içiminin düzeltilmesi için bir takım asidli mahlûllerle muameleye dair iddiaları, kimyanın teknik alana da sokulmağa başladığını gösteriyor. Bu sıralarda makineleşen endüstrinin tütün mamulleri fabrikasyonuna tatbikile, puronun yerini sigaranın almakda olduğunu görüyoruz. 1878 – 87 yıllarında Skalweit, Kissling, Dragendorf, Romains, Springer, Glaser, Vogel, Attfield, Ricciardi ve Negri gibi devrin tanınmış ilim adamlarının tütünün terkibi üzerinde çalıştıkları ve analiz metodları tesbit ettikleri yayınlardan anlaşılmakdadır. Keza yine bu sırada Bon ve Noel adlarındaki araştırıcıların tütün dumanı ile meşkul olduklarına şahit oluyoruz. 1888 – 90 yıllarında yayın­lanan çalışmalar, Löw, Suchsland, Popovici, Verdrödi, Hotz, Miciol, Davalos, Behnens, Koning, Vernhout ve Koning gibi tanınmış araştırıcılar tarafından yapılmıştır. Asrın sonuna doğru hızla gelişen organik kimya metodları sayesinde, 1893 de Pinner nikotin molekülünün konstitüsyonunu aydınlatmağa muvaffak oldu (6). XX. asrın başından itibaren tütünle meşgul olan şöhretli kimyacılar şunlardır: Jensen, Boekhout, Vries, Cohen, Kolenev, Neuberg, Kobel, Smirnov, Bodnar, Bartha, Piryki, Pfyl, ve Wenusch. Avusturya rejisinin ünlü araştırıcısı A. Wenusch, tütünlerin asidli ve alkalik olmak üzere iki ayrı grupta incelenmelerine yol açan görüşü ve tütün dumanı üzerindeki araştırmaları ile, bu ilim kolunda adeta yeni bir devir açmıştır. Halen tütün zıraatile ve endüstrisile ilgili her memlekette ilmî araştırmalara büyük bir önem verilmekde ve pek tabiî kimya da kendine düşen rolü oynamakdadır. 1947 !de Birleşik Amerika Devletleri'nde toplanan Tütün Kimyası Kongresine yalnız Amerikadan 60 dan fazla delege katılmıştır. Bunlar, üniversite­leri, araştırma istasyonlarını ve sigara ve puro endüstrisini ellerinde tutan özel sektör müesseselerini temsil eden ilim adamları idi. 1951 de American Chemical Society'nin 75. yıl dönümünde bir de Tütün Kimyası Symposium'n tertip edilmiş ve buraya çok sayıda önemli raporlar sunulmuştur.
1. BÖLÜM
UMUMİ BİLGİLER
1 — Tütünün Kimyasal Yapısı
Tütün yaprağını teşkil eden maddelerin ayrı ayrı mütalealarına başlamadan önce, kimyasal yapıya umumî bir bakış lüzumludur. Bunun içinde bu yaprak müşekkillerini bir sınıflandırmaya tabî tutmalıyız. Bu sınıflandırmaya esas olacak prensip, yaprak maddelerinin bütün istihsal safhası boyunca vuku bulan olaylarda, çok değişken veya az çok dayanıklı olmaları teşkil edecekdir. Bu suretle olaylar ve bunların neticeleri daha kolaylıkla incelenebilir. İstihsal safhası boyunca, gerek bitki üzerindeki canlı yaprakda cereyan eden metabolizma olaylarında, gerek hasadı takiben vuku bulan kurutma ve fermantasyon olaylarında derin değiş­melere yatkın maddelere (Dinamik Maddeler) az çok dayanıklı olanlara da (Statik Maddeler) diyoruz. Özellik ve önemlerinden ötürü, bütün azotlu bileşikleri de ayrı bir grupta topluyoruz. Şimdi tasnifimizi bu esasa göre yapabiliriz:
          1— Statik Grup:
a)      Kül (İnorganik anyon ve katyonlar)
b)     Yapı Maddeleri (Sellülos, ligninler, pentosanlar, pektinler)
c)      Eterde Çözünen Maddeler   (Reçineler,   uçucu yağlar,   vakslar, parafinler)
d)            Polifenoller (Tanenler, polifenoller, fenolik asidler)
e)             Oksalik Asid
          2— Dinamik Grup:
a)      Karbonhidratlar (Şekerler, nişasta, dekstrin)
b)     Eterde Çözünen Organik Asidler   (Sitrik,   malik asidler ve diğerleri)
c)      Tanınmamış maddeler
          3— Azot Grupu :
a)      Proteinler (Suda çözünmeyen azot bileşikleri)
b)      Suda Çözünen Bileşikler  (Alkaloidler, aminler,  amidler, amino asidler amonya, nitrat ve tanınmamış bileşikler)
Bütün bu maddeler yaprakda düzgün bir şekilde dağılmış değildir­ler. Doku strüktürüne göre, hücre içinde, hücre gışasında veya hücre dışında bulundukları gibi, yaprak yüzeyinde de değişik oranlarda dâğılmışdırlar. Yaprak müşekkilleri nisbetlerinin bilançosu, duman bileşimini ve fiziko - şimik durumunu, dolayısı ile içim karakterini tayin eden başlıca faktörlerden biridir,
2 —Tütünün Fiziksel Yapısı
Burada, endüstriyel ilk madde haline gelmiş tütün yapraklarının fiziksel yapısı bahis konusu edilecektir. Bu yapı bizi, daha sonra, tetkik edeceğimiz endüstriyel önemi haiz olan fiziksel özellikleri izah etmek için esas teşkil edeceği cihetle ilgilendirir. Tütünün fiziksel yapısı; (Doku strüktürü) ve (Biosentetik oran) terimleri ile ifade ettiğimiz iki unsu­run bileşkesidir (Brückner). Doku strüktürü, fabrikasyona hazır hale gelmiş yaprağı teşkil eden ölü hücreler şebekesinin karakterini ifade eder. Bu şebekeyi meydana getiren hücrelerin büyüklükleri, hücre zar­larının kalınlığı, hücreler arası boşlukların hacmine göre doku sıklığı veya gevşekliği gibi faktörler doku strüktürünün karakterini teşkil ederler. Yaprak maddelerinin hücre içi ile hücre zarı arasında dağılış­ları da biosentetik oran terimi ile ifade ettiğimiz kavramı ortaya koyar. Yani, hücre içi maddelerinin, mikdarca, hücre zarı maddelerine oranına (Biosentetik oran) diyoruz. Doku strüktürü ve biosentetik oran, istihsâl şartlarının tesiri ile beraberce ve birbirlerile sıkıca bağlı olarak taay­yün ederler. Bu suretle, istihsâl şartlarının zıt yönlerde etkisi ile, fizik yapı da iki zıt ekstrem tipe yönelir. Bu iki ekstrem tipi zayıf ve yağlı (şıralı) terimleri ifade ediyoruz. Şimdi bu ekstrem tiplerin karakter­lerini tarif edelim: Biosentetik oran ne kadar küçük ise ve hücrelerin büyüklüğü, hücre zarlarının kalınlığı, hücreler arası boşlukların hacmi (doku gevşekliği) ne kadar fazla ise o kadar zayıf ekstreme, aksine, biosentetik oran ne kadar büyük ise ve hücrelerin küçüklüğü, hücre zarlarının inceliği, hücreler arası boşlukların azlığı (sık doku) nisbetinde de yağlı ekstreme gidilir. Diğer fiziksel özellikleri de bu yapı ile ilgilidir. Zayıf ekstremden yağlı ekstreme gidildikçe, tütünün dansitesi yükselir, elestikiyeti azalır. Zayıf tipteki yapraklar büyük ve geniş yüzeyli olurlar, yağlı tiptekiler ise küçük ve dar yüzeylidirler. Sıcak, rutubetli ve az güneşli iklim şartları tütünleri zayıf tipin yapısına, mutedil, kurak ve bol güneşli şartlar ise, yağlı tipin yapısına götürür­ler. Bir ve aynı bitki üzerindeki yaprakların fiziksel yapısı, aşağıdan yukarıya gidildikçe zayıftan yağlı karaktere gider. Kurutma ve ferman­tasyon ameliyeleri, hücre içi maddelerin kaybı nisbetinde, yapraklan bir dereceye kadar zayıf yapıya götürürler.
3 — Karakteristik Yaprak Müşekkilleri
Tütün yaprağının bileşimini teşkil eden maddelerin sayısı oldukça yüksektir. Ancak bunlardan bazıları tütünün mahiyeti, cinsi ve kalitesi hakkında bir mânâ ifade eder. Bu itibarla bunlara karakteristik müşekkiler diyoruz. Tütünün cinsini, mahiyetini ve kalitesini aydınlatmak maksadile yapılan mutad analizlerde sadece bunların oranları tesbit edilir. Keza, aynı maksadla yapılan analizlerde substansiyel müşekkiller tayininden başka bazı analitik değerler de tesbit edilir. Bununla beraber tütün analizlerinde tesbit edilen değerlerin karakteristik olma dereceleri farklıdır, yani bunlardan bazılarının ifade ettikleri mânâ çok daha, şümullüdür. Diğerlerinin ki ise daha az önemlidir. Bundan dolayı da ana­lizlerde tesbit edilen faktörlerin sayısı yerine göre küçük olduğu gibi, icabında çok detaylı analizler de yapılır. Şimdi en ziyade karakteristik olan bir kaçını burada verelim:
a)      Nikotin (ve bu meyanda talî alkaloidler)
b)     Total Azot (Bütün azot bileşiklerine tekabül eden N)
c)             Protein Azotu (Suda çözünmeyen azot bileşiklerine tekabül eden N)
d)     İndirgen Maddeler (Total redüksiyon değeri)
e)             Şekerler
f)       Polifenoller
g)     Eterde Çözünen Maddeler (Başlıca reçineler)
h)     Kül
             Bunlardan bazıları birbirleriyle sıkıca ilgilidir. Meselâ, Şekerler ile Polifenoller toplamı Total Redüksiyon değerine eşittir. Total N (total azot), bütün azotlu bileşiklerin toplamı hakkında fikir verir. Keza, İndirgen Maddeler ile kül daima ters oranlı olarak bulunurlar. O halde yukarda saydığımız sekiz faktörün bir kısmını bu suretle bertaraf ederek, içlerinden en çok karakteristik olan nikotin, protein N ve indirgen mad­deleri alarak bir (kısa analiz) de yapabilir miyiz? Çok sayıda örneklerin analizlerini icabettiren çalışmalarda bu (kısa analiz) in de yeterlikle bir fikir verdiği, ilk defa Maltepe Enstitüsünde denenerek müşahede edilmiştir. Bunun aksine çok detaylı analizlerde tesbit edilen faktörleri de burada sunmayı faydalı buldum:
1) Total uçucu bazlar,
2) Amonyak,
3) total amid N,
4) alfa amino N,
5) pH,
6) Formik asid,
7) Sitrik asid,
8) Malik asid,
9) Oksalik asid,
10) Uçucu Yağlar,
11) Alkolde çözünen reçineler,
12) Pentosanlar,
13) Pektin asid,
14) Lignin metanolü,
15) Pektin metanolü,
16) Petrol eter ekstraktı,
17) Suda çözünen N,
18) Kül alkalinitesi ve inorganik müşekkillerden başlıcalarının ayrı ayrı oranları.
Şimdi biz mutad analiz raporlarında görülen değerlerin tariflerine gelelim: Önce şunu belirtmek icab eder ki, tütün analizlerinde müte­şekkillerin saf olarak ayrı ayrı tayininden ziyade bir dereceye kadar konvansiyonel metodlar kullanılır. Meselâ nikotin tayin edilirken, vasıfları ve yapısı itibarile buna çok yakın olan ve nikotin yanında küçük mikdarlarda bulunan bir takım tâli alkaloidier de beraber neticeye girer. Yani analiz neticesinde nikotin için elde edilen değer içinde meselâ nornikotin de dahildir. Keza protein N diye ifade edilen analiz neticesi rakamda, proteinler yanında az mikdarda suda çözünmeyen başka azotlu bileşiklerin de hissesi vardır. İşte bunlara konvansiyonel metodlar diyo­ruz. Konvansiyonel metodların mahzurları önemsizdir. Zira hata nisbeti küçük olduğu gibi, hataya sebep olan kısma tekabül eden müşekkil, tesir itibarile ekseriya esas müşekkile ya çok yakın veya hemen aynıdır. Bunu da bir misalle açıklıyalım: Nikotinle beraber küçük nisbette nornikotinin analiz neticesi olan rakama dahil olduğunu söylemiştim. Nornikotinin içim karakterindeki rolü ve fizyolojik etkisi hemen nikotininkinin aynıdır. Konvansiyonel metodların büyük bir mahzurları olmamasına mukabil büyük bir avantajları vardır: Yaprak müşekkillerinden yapı ve vasıfları itibarile birbirlerinne çok benziyenlerin analitik olarak ayrılmaları büyük bir iş hacmini ve o nisbette zaman kaybını icabettirir. Kısaca diyebiliriz ki konvansiyonel metodlar maksada elverişli ve nisbeten pratikdirler.
4 — Kalite Problemi
Umumî anlamda kaliteyi şöyle tarif edebiliriz: Bir metaın istenen ve istenmeyen vasıflarının bileşkesi olarak değerlendirilen bir keyfiyet­tir. Tütün konusunda çeşitli kalitelerden bahsedebiliriz. Bunlardan biri "Görünüş kalitesi”dir. İçilebilir hale gelmiş tütün yaprağının cinsine, tipine göre istenen bir rengi, renk tecanüsü ve parmaklar arasında yoklama suretile tesbit edilen "Nesiç”’i özelliği vardır. "Nesiç” terimi tütüncülükte, aşağı yukarı yaprakların inceliğini veya kalınlığını ifade etmektedir. İkincisi "İçim Kalitesi”dir. Yine her bir cins veya tip tütünün kendinden beklenen bir içim çeşnisi vardır. Tütün yaprağının içim kalitesi bir dereceye kadar mücerret bir anlam ifade eder, zira bunu tecrübî olarak değerlendirmek, tütünü bir mamul haline getirip içim ekpertizi yapmakla mümkündür. Bu takdirde ise içim karakteri üzerine tesir eden başka faktörler ortaya çıkar. Bu talî faktörler mamu­lün uzunluğu, kalibresi, şekli (yuvarlak, yassı), kıyım kalınlığı, rutubet nisbeti gibi fiziksel vasıflarıdır. O halde tütün yaprağının içim kalitesi ancak standard şartlarda tecrübî olarak değerlendirilebilir. Tütün mamullerinin içim kalitesi,   yukarıdaki açıklamadan anlaşılacağı gibi, birinci derecede dolguluğu teşkil eden harmanın içim kalitesine, ikinci derecede de mamulün fiziksel vasıflarına bağlıdır. Bundan başka mamul­lerin, sıkılık derecesi, dolgu tecanüsü, zarf görünüşü (sigaralarda kâğıt, purolarda dış sargılık) gibi bir "Fabrikasyon Kalitesi” ve bunlardan başka bir de "Yanma Kalite” vardır.
Mamullerin içim kalitelerinin başlıca âmili olduğunu söylediğimiz (Harman) muayyen bir içici kitlesinin zevkine hitap etmek üzere tertip edilmiş bir kompozisyondur. O halde, bilhassa içim kalitesi, mutlak ölçüsü olan bir keyfiyet değil, aksine, içicinin zevkine göre değerlene-bilen bir keyfiyettir. İçim zevki o kadar izafî bir şeydir ki, hatta bazı sosyal ve ekonomik faktörlerin zoru ile, muayyen bir içici kitlesinin zamanla başka bir çeşniye alıştığı ve artık onu aradığı görülmüştür. Şimdi tekrar Tütün yaprağının içim kalitesine dönelim: Bu da bütün tütünlere şâmil, umumî bir karaktere bağlı olmayan bir keyfiyettir. Tütünün cinsine, tipine göre esaslı değişiklikler gösterir. Durum böyle olunca kimyasal bileşimle kalite arasında umumî bir formül kurmanın imkânsızlığı aşikâr olarak ortaya çıkar. Hatta bazı cins tütünler için pozitif bir faktör olan bazı yaprak müşekkilleri, başka bir cins için tamamen negatif bir faktör etkisi gösterirler. Meselâ umumiyetle siga­ralık tütünler için Şekerler pozitif faktör, puroluklar için negatif faktördürler. Netice olarak şunu söyliyebiliriz ki, ancak muayyen bir tütün için, kalite ile kimyasal bileşim arasında kurulacak münasebet elverişli bir mukayese sistemi teşkil edebilir.
5 — Tütünün Kimyasal ve Fiziksel Yapısını Tayin Eden Faktörler
Bütün istihsâl safhası boyunca, tütün yaprağının içilebilir bir hale gelinceye kadar geçirdiği ameliyelerde, onun kimyasal ve fiziksel yapısı üzerinde tesir gösteren bir takım faktörler vardır. Bu faktörlerin tesir­lerinin neticeleri ve her birinin etkin, derecesi, ilerde, yaprak müşekkillerînin ayrı ayrı mütalealarinda tafsilatla görülecekdir. Biz burada, bunları saymakla ve bazı küçük açıklamalarla yetineceğiz. Bu etkin faktörler şunlardır:
                a)   Herediter vasıflar
b)  Ekolojik şartlar
c)             Ziraat usulleri
d)     Hasa'd şekli ve şartları
e)      Yaprağın irtikâz durumu
f)       Kurutma ameliyesinin şartları
g)     Fermantasyon ameliyesinin şartları
Şuraya dikkati önemle çekmek gerekdir ki, bunlardan her birinin tesir neticesini doğru olarak müşahede etmek, diğerlerini sabit tutmakla mümkündür. Esasen bu dediğimiz bir matematik ve fizik kaidesidir. Bu faktörlerden diğerlerinin bir ve aynı yönde etkileri herediter vasıfların tesirini hemen hemen önemsiz bir derecede bırakır. Meselâ bunlardan b, c, d, ve f faktörlerinin zıt yönde tesir ettirilmesile yapılan bir tetkikde, sigaralık bir tohumdan puroluk karakterde, puroluk bir tohumdan da sigaralık karekterde ürünler elde edilmiştir (7). Bu faktörlerden bazı­ları muayyen bazı müşekkiller için daha çok, diğerleri için daha az etkin olabilir. Meselâ alkaloid seviyesi için daha ziyade b) ve c) faktörleri daha ziyade etkindirler. Keza Şekerler seviyesi için başlıca etkin olan f) faktörüdür, vs. Fiziksel yapı üzerinde daha ziyade etkin olanlar, bilhassa ekolojik şartlar, ve irtîkâz durumudur.
6 — Tütünlerin Kimyasal Karakterlerime Göre Sınıflandırılmaları
Ticaret tütünlerinin kimyasal karakter bakımından iki büyük grupa ayrıldıklarını ilk ortaya koyan A. Wenusch olmuştur (8). Bu ayrılma, tütün İçme'nin ötedenberi yerleşmiş iki ayrı şeklinden ileri gelmiştir. Filhakika sigara ve puro, tütünlerinin zıt mahiyetleri, fabrikasyonları, içilme tarzları bakımından birbirinden çok farklı iki mamul tipidirler. Sigaralık ve puroluk tütünlerin istihsallerinde tatbik edilen usuller, yukardaki paragrafda bahsettiğimiz etkin faktörlerin tamamen zıt yön­lerde çalışmalarını icabettiriyorlar. Bunun bir sonucu olarak ürünler, umumî vasıfları itibarile birbirine zıt mahiyette elde ediliyorlar.
Wenusch, tütünleri, istihsâl safhası boyunca tesir eden faktörlerin aksi yönde çalışmaları neticesi olarak teşekkül eden iki zıt ekstreme ayırmıştır:
1—Asidli Grup tütünler: Bunların aslî dumanları (yani içilirken çekilen duman) asidli reaksiyon gösterir.
2 — Alkalik Grup tütünler: Aslî duman reaksiyonu bazik olanlar.
Tütünlerin asidli veya alkalik ekstremlere kaymaları üzerinde belli başlı müessir olan kimyasal faktör, İndirgen Maddeler'in Proteinler'e oranıdır. Bu oran büyüdükçe ürün asidli ekstreme, küçüldükçe alkalik ekstreme kayar. Azotça fakir, orta kuvvette veya zayıf topraklarda, kurak veya orta yağışlı iklimde yetişerek yaprakları olgun veya hafif geçkinliğe yüz tutmuş halde hasad edilen, Flue curing veya Güneşte Kurutma gibi ameliyelerle orta veya yüksek sühunetlerde kısa zamanda kurutulan, fermantasyonları belli belirsiz (aging gibi) veya hafif şekil­de cereyan eden tütünler, bu şartların şiddeti nisbetinde asidli ekstreme yaklaşan ürünleri verirler. Azotça zengin, kuvvetli topraklarda tropikal yağışlı iklimde yetişerek yaprakları yeşil (vitalitelerinin en yüksek devresinde) hasad edilen, Air curing ameliyesile mutedil ve az ışıklı şartlarda uzun süren bir kurutmaya tâbi tutulan, fermantasyonları şiddetli cereyan eden tütünler de aksine, yine bu şartların şiddeti nisbetinde, alkalik ekstreme yaklaşan ürünler verirler. Dış faktörlerin İndir­gen maddeler/Proteinler oranına nasıl tesir ettikleri ileriki paragraflarda tafsil edilecektir. Yalnız burada şunu da kaydedelim ki, bu oranı yükseltici faktörler yaprak rengini açık sarı ekstreme, ve küçültücü faktörlerin etkisi de rengi koyuya götürürler.
Asidli grup tütünlerden umumiyetle sigaralar, alkalik tütünlerden de puro ve benzerleri imâl edilir. Yani ticaret tütünlerinin Asidli - Alkalik tasnifleri, sigaralık - puroluk tasnif ile aşağı yukarı uygunluk halindedir.
Sigaralık ve puroluk tütünlerin kimsayal karakterleri bakımdan farklarını daha geniş bir çerçeve içinde göstermek istersek Frankenburg'un birçok araştırıcıların neticelerinden derlediği bir cetvelin özetini vermeliyiz (9).

Statik grup
Sigaralıklar
Puroluklar
Statik grup
 42,5
45,0
Azot grupu
15,5
24,0
Dinamik grup
Toplam
42,0
31,0
Toplam
100,0
100,0

Bu cetvel yeni hasad edilmiş yaprakların mukayesesini gösteriyor. Son ürün için Kurutma ve Fermantasyon ameliyelerinin şartlarının da tesiri görüleceği pek tabiîdir. Madde gruplarına tekabül eden rakamlar, çeşitli memleketlerde ve çeşitli cins tütünlerle muhtelif araştırıcılar tarafından yapılmış tetkiklerin, neticelerinden derlenmiş ve tertip edil­miş olduklarından, tamamen ortalama değerleri ifade ediyorlar. Burada bizim için dikkati çeken nokta, Statik Grup maddelerine tekabül eden yüzdelerin birbirlerine çok yakın olmalarına mukabil, Dinamik ve Azot grupların zıddiyetidir. Sigaralık tütünlerde yüksek olan Dinamik Grup'un en önemli kısmının Şekerler (İndirgen Maddelerin'in başlıca kısmı (*), Azot  Grupunun da en önemli kısmının  proteinler  olduğu göz  önünde tutulursa, Asidli - Alkalik tasnifinin, puroluk - sigaralık tasnifine uygun­luğu izah edilir. Esasen, Dinamik ve Azot gruplarının sigaralık ve puroluklardaki zıt dağılışlarının, hemen hemen başlıca Şekerler ve Proteinler’in, zıt dağılışlarımdan ileri geldiği analiz neticelerinin detay­larının incelenmesinde belirli şekilde görülür. Bütün bu açıklamaları, bütün tütün cinsleri ve tipleri için aşağı yukarı doğru olan şu kaideyle ifade edebiliriz: Tütünlerde, Dinamik ve Azot Grupları toplamı yaklaşık olarak sabittir.
Bu sabit sayı 54 ile 60 arasında değişen bir değer taşır (10). Bu münasebeti başka bir şekilde şöyle de ifade edebiliriz: Her bir tütünde Dinamik ve Azot grupları mikdarları ters oranlıdır.
Yukarda puroluk - sigaralık tasnifinin aşağı yukarı, alkalik - asidli gruplar tasnifine uyduğunu söylemiştik. Filhakika, bizde Canikler, Trabzonlar, Amerikada Burley, Maryland tipleri gibi bazı çeşitler mahiyetleri itibarile Alkalik grupa az çok yaklaşmış oldukları halde sigara harman­larına girdiklerinden  (Sigaralık) tip olarak sayılıyorlar.

7 — Başlıca Ticaret Tütünlerinin İki Ekstrem Arasında Dağılışları
Biz burada belli başlı ticaret tütünlerinin alkalik ve asidli ekstrem­ler arasında dağılışlarını ve bazı karakteristik müşekkiler bakımından özelliklerini açıklayacağız. Alkalik ekstremin en tipik örneklerini puro dolgulukları teşkil eder. Puro iç ve dış sargılıkları, bazı bakımlardan ufak tefek kaymalar göstermekle beraber, her üç çeşitin umumi olarak bileşimlerini şöyle tarif edebiliriz: Nikotin seviyesi puroluklar için karakteristik değildir, yani düşük, orta ve yüksek olabilir. Nikotin seviyesinin % 0,6–4,0 arasında değiştiği örnekler vardır (11). Puroluklarda protein seviyesinin ekstrem yüksekliği karakteristik özellikler­den biridir. Bunlarda protein azotu yüzdesi 2,5 – 3,0 arasında değişir. Buna mukabil indirgen maddeler (karbonhidrotlar + polifenoller) ortalama % 1 civarındadır. Kül yüzdesi de en yüksek seviyesini puroluklarda gösterir, % 17 – 20 kadar olur, Eterde Çözünen Maddeler bakımından da puroluklar en fakir örnekleri teşkil ederler. Meselâ reçineler yüzdesinin eser mikdarla 3 arasında değiştiğini söyleyebiliriz.
Asidli grupun tipik ekstremi olarak Virginia Bright (Açık Virginia)lar, zikre değer önemde ticaret tütünlerindendir. Bunlar için nikotin seviyesi, daima yüksek olmakla, karakteristiktir. Ortalama olarak nikotin yüzdesinin 1,80 – 3,50 arasında olduğu görülür. Başlıca ticaret tütünleri içinde en az protein Maddeleri ihtiva edenler bu Açık Virginia’iardır. Bunlarda protein N' in 0,5 -1,2 arasımda olduğunu söyliyebiliriz. Tipik bir örnekde   İndirgen Maddeler yüzdesi   20 - 25   olmalıdır. Görülüyor ki bu bakımdan zengin tip Açık Viginialardır. Bununla ilgili olmak üzere, en düşük kül muhtevalı tütünler de bunlardır. Kül yüzdesi 3,5 ile 9,0 arasındadır. Eterde Çözünen Maddeler seviyesi, % 6 – 7 civarında ortalama değerini bulur.
Belli başlı sigaralık tütün tipleri bu iki ekstrem arasında yer alır­lar. Bunlardan asidli ekstreme (Açık Virginia) en yakın bir örnek olarak Ege tütünlerimizi zikredebiliriz. Bunlar üzerinde yapılan bir incelemede, kendi aralarında mukayeseye elverecek bir terkip - kalite münasebeti tesbit edilmiştir (12). Ege tipi tütünlerin, asidli ekstreme en yakın örnekler olmalarının sebebi olarak, İndirgen. Maddeler seviyesi yüksek, protein N düşüktür. Ayrıca, bunların düşük nikotin seviyesi gösterme­leri da özelliklerinden biridir. İşte bu bakımlardan izahı yapılan kalite formülü şudur :

             İndirgen Maddeler % si
E =
        Nikotin % si + Protein N % si

E sayısının tipik bir Ege örneğinde en az 10 a eşit olması gerekiyor. E 10 dan aşağıya düşdükçe kalite de düşüyor. Eğelerden maadaki tipleri­miz az çok asidli ekstremden uzaklaşma gösterirlerse 'de yine (Asidli Grup) a dahildirler. Bunlardan alkalik ekstreme en çok yaklaşan iki menşe Canikler ve Trabzonlardır (13). Sigaralık sayılan fakat mahiyet­leri itibarile (Alkalik Grup) a girmiş olan bazı tiplerden Burley ve Marylandleri zikredebiliriz.

II. BÖLÜM
TÜTÜN YAPRAĞINDAKİ MADDELER
1—Su
Tütün Kimyası konusunun takip ettiği safalara göre suyun oynadığı rolleri şu suretle sıralayabiliriz:
a) İstihsâl Safasında su, canlı yaprağın kimyasal ve enzimik reak­siyonlarında, hasad anındaki vitalite durumunda ve dolayısile Kurutma ameliyesinde, işleme ve bakımda, nihayet fermantasyonda çok önemli bir unsurdur.
Su bitkinin toprakdan aldığı inorganik maddelerin, bitkide imâl edilen organik maddelerden bir çoğunun, mükemmel bir çözücüsü (muhallil) olduğu gibi, bunların hücreden hücreye, dokudan dokuya iletilmelerini de sağlıyan bir vasıtadır. Önemli fizyolojik rolleri olan iyonlar, tuzların suda çözülmesile ayrılırlar. Keza assimilasyon olayında fotosentezin ilk maddelerinden biri olan hidrogen sudan sağlanır, Protoplazma çeşitli kolloidal protein maddelerinin bir karışımıdır. Bu kolloidierin şişkinlikleri su alıp veya kaybetmekle değişir. Kolloid tanecikler tarafından bağlanan (alman) suya (şişme suyu) veya (bağlı su) denir. Taneciğin etrafındaki su da (serbest su) dur. Kolloid tanecik­lerin şişkinliklerinin azalıp çoğalmasında iyonların etkisi vardır. Potas­yum, nitrat gibi bir değerli iyonlar şişkinliği arttırıcı, kalsyum, mag­nezyum gibi iki değerliler ise azaltıcı bir etki gösterirler. Kolloidlerin şişkinliklerinin değişmesi sayesinde, suyun gerek hücre içinde, gerek hücreden hücreye iletilmesi sağlanır. Kolloid taneciğe bağlı şişme suyu ile, etrafındaki serbest su arasında bir denge vardır. Yaprak bir susuz­luğa duçar olunca, önce serbest suyun bir kısmı sarfedilir. Bu suretle iyonlar konsantrasyonu yükselerek bağlı suyun bir kısmı alınır ve denge yeniden kurulmuş olur. Ancak susuzluk devam ettiği takdirde, proteinleri parçalayan proteas'lar faaliyete geçerek kolloid taneciklerin bir kısmını tahrip ederler, ki bu da bir mıkdar daha serbest su sağlar, susuzluğun daha da devamı nihayet ölümü intaç eder. Kolloid tanecik­leri sayısı ve bunların şişkinlik dereceleri ne kadar yüksek ise yaprağın canlılığı da o kadar yüksek bir seviyede bulunuyor demektir. Yaprak doğumundan itibaren canlılığı, vitalitesi gittikçe yükselir, bir maksimadan geçerek sonra tekrar azalmağa başlar ve nihayet ölür. Viftalitenin maksimadan geçmesinden sonraki devreye ihtiyarlama diyoruz. Tütüncü­lükte olgunlaşma, geçkinleşme deniyor. Demek ki vitalitenin azalması, bir defa, maksima noktasından itibaren geçen zamanla, başka bir tabirle, yaşla oranlıdır. Bundan başka vitalite, bitkinin bulabildiği besin maddelerile suya da tâbidir. Demek ki vitalite başlıca iki faktöre bağlıdır. Bunlardan biri yaprağın yaşı, diğeri beslenme ve su alma şartlarıdır. İşte vitalite seviyesinin kolloidelerin sayısı ve şişkinlikleraie olan bağın­tısı bu bakımdandır. Tütün yaprağının hasad edildiği anda haiz olduğu vitalite seviyesi son bileşimi (içilebilir hale gelmiş haldeki) üzerinde, direkt ve endirekt olmak üzere önemli etkiler gösterir. Vitalitenin azal­mağa başlaması ile kimyasal reaksiyonlarda ve dolayısı ile madde bilan­çosunda değişmeler başlar Madde bilançosunu değiştiren faktörlerden biri de yaşlanan yapraklardan daha genç yapraklara doğru vuku bulan göçlerdir. Kısaca vitaliteleri faklı yaprakların bileşimlerinde de farklar görülür. Bu vitalitenin direkt etkisidir.
İkinci olarak, vitalite seviyesinin düştüğü nisbette kuruma süresi kısalır ki bu da kurutma ameliyesinde vuku bulan; bazı kimyasal reaksi­yonların tamamlanmadan veya pek önemsiz kalmalarına sebep olur. İşte bu da, hasad anındaki vitalite durumunun yaprağın son bileşimi üzerin­deki endirekt etkisidir. Kurutma ameliyesinin süresi, dış şartlar sabit kaldığı takdirde, hasad anındaki vitalite durumuna tâbidir.
Cinsi ve yetiştirildikleri şartlar aynı olan muhtelif yaprakların vitalite seviyelerini, hasadlarından itibaren geçecek muayyen bir süre içinde kaybedecekleri su oranları ile kantitatif olarak mukayese edebiliriz. Vitalite, bu su kaybı ile ters oranlıdır (14).
Yeni hasad edilmiş yapraklar, vitalite durumlarına göre % 70–85 kadar su ihtiva ederler. Bu oranı ortalama olarak % 80 kabul edebiliriz (15). Bu suyun büyük bir kısmı kurutma sonunda tamamen kaybedilmiş olur. Bu suretle kurutma sonunda yapraklarda kalan rutubet nisbeti o kadar düşüktür ki, herhangi bir ellemeye (manipülasyon) gelmeyecek kadar kırılgan haldedirler. Bu kırılganlığı gidermek üzere yaprakların rutubet seviyelerinin % 20 civarına kadar yükseltmek icap eder. Bu tavlandırma, kurutma ameliyesinin tipine göre, ya yapraklara rutubetli hava sevk etmekle olur. veya ratıp mevsim şartlarının gelmesile kendi­liğinden olur. Lüzumundan fazla rutubet ise yapraklarda, eziklik, basıklık, çürüklük gibi tavaryalara sebeb olur, veya küflenme tehlikesi belirtir.
İstihsâl safasının sonu olan fermantasyonda da suyun oynadığı rol çok önemlidir. Fermantasyon başında yaprakların rutubet nisbeti, ameliyenin şiddetini ve kimyasal değişmelerin neticelerini tayin eden başlıca faktörlerden biridir. Bu etkinin detayları Fermantasyon bölü­münde verilmiştir.
             b) Fabrikasyon Safasında: İçilebilir hale gelmiş yapraklardaki suya rutubet veya tav diyoruz. Fabrikasyon Safasındaki (Tefrik = Ayırma), (Karıştırma)  ve  (Kıyma)   gibi mekanik ameliyelerin mümkün olduğu kadar firesiz yapılabilmesi için de yine rutubet seviyesinin kırılganlığı gidermiş olacak derecede olması, lâzımdır. Bunun için fabrikaya gelmiş denkler açılmadan önce bir tavlamaya tâbi tutulurlar.   Bu sebeplerdir ki, elden veya makineden henüz çıkmış mamul içilmeğe elverişli rutubetten bir az fazlasını ihtiva eder. Bunun giderilmesi maksadı ile bir dinlenmeye tâbi tutulur.
Tütünde veya mamullerde rutubet nisbetini tayin için kullanılan metodlar, prensipleri bakımından üçe ayrılırlar. Kurutma metodunda, muayyen tartımdaki örneğin, muayyen sühunette ve sürede ağırlık kaybı rutubet olarak hesap edilir. Elektrokondüktometrik metoda, örneğin ihtiva ettiği rutubete tâbi olarak değişen iletkenliği mukayese esasıdır. Bir de, az kullanılan ksilol distilasyonu vardır. Burada, örnekdeki rutu­bet ksilol ile kantitatif olarak sürüklenir ve ayrılan suyun hacmi ölçülür. Her üç tip metodun bazı mahzur avantajları vardır.
Mamullerin normal rutubet nisbetleri şöyledir: Katkısız sigaralar­da takriben % 11,0 -12,5 arası, katkılı sigaralarda % 12,5 -13,5 ara­sıdır. Purolarda daha yüksek olmak üzere, mamulün tipine göre 12,0 -13,5 arası normal kabul edilir.
                 c) İstihlâk Safhası; Burada bahis konusu olan, mamûllerin rutu­bet seviyelerinin içim üzerindeki tesiridir. Bir defa, rutubet nisbetinin normalin oldukça yukarısında bulunması yanmayı kötüleştirdiği gibi, içim karekterini meydana getiren yanma ürünlerinin bilançosunu değiş­tirir.   Hakikaten yaprak müşekkillerinden bazılarının tam yanmağa erişememelerinden nahoş etkili ürünler hasıl olur. Rutubet nisbetinin içim üzerindeki önemli tesiri    (sertlik - yumuşaklık)    bakımındandır.
             Brückner yaptığı denemelere dayanarak,   sigaralarda rutubet nisbeti düştükçe dumandaki katran ve nikotin mikdarının yükseldiğini ve netice olarak içimin sertleştiğini tesbit etmiştir (16). Wenusch da sigaralarda rutubetin azlığı nisbetinde içimin sertleştiğini şöyle izah ediyor: Nisbeten kuru sigaralar, daha az hava çekmekle yanma mümkün olduğuna göre, katran ve nikotin konsantrasyonları yüksek duman verirler ki bu
da sertliği arttırır   (17).   Purolarda durum aksinedir,   yani rutubet nisbetinin yüksekliğile mamulün içim sertliği, fizyolojik etkisi de artar (18). Bu keyfiyetin izahı şöyle yapılıyor:
Alkalik grup mamullerde (alelûmum purolarda) dumana sertlik veren ve fizyolojik etkiyi arttıran dumandaki serbest nikotindir. Bu da amonyağın tütün dokusuna nüfuz ederek nikotini tuzlarından ayırmasile meyadana gelir.   Tütün dokusu rutubetli olduğu nisbette amonyağın nüfuzu kolaylaştığından   (serbest nikotin)   nisbeti de yükselir (*).

2 —Mineral Maddeler    (**)
Tütünün inorganik müvekkillerini iki kısma ayırmak mümkündür:
a)             Uçucu olanlar, yani tütünün içilmesinden sonra külde kalmayan­lar. Bunlar nitrat ve amonyaktır.  Nitrat ve amonyak Azot Grupu'na dahil mineral maddelerdir.
b)     Külde kalanlar ki bunlar Statik Grup'un mineral maddelerini teşkil ederler.
Şimdi bunları sırasile tetkik edeceğiz:
a) Nitrat ve Amonyak:
Bitki azotu kökleri vasıtası ile çözünmüş nitrat ve amonyak halinde alır. Bunlar, diğer inorganik birinci sınıfdan bileşikler gibi, tütünde tuz halinde bağlı bulunurlar. Bitki metabolizmasında gerek nitratlardan gerekse amonyakdan geniş ölçüde fiaydalanıldığından bunların seviyeleri neşvünüma esnasında devamlı değişmeler gösterir (19). Nitrat azotu, total N gibi, vitaliteye tâbi olarak değişir, vitalitesi az çok azalmış yapraklarda hemen hiç nitrat kalmaz. İstihsâl şartlarının neticesi olarak, fakir topraklar ve geçkin hasaddan dolayı, sigaralık şark tütün­leri hemen hemen nitrat ihtiva etmezler. Nitrat iyonları, kolloid tane­cikler üzerindeki şişirtici etkileri sebebile, kurumuş yaprak dokusuna nisbeten daha gevşek bir durum sağlarlar ki, bu da yanma kabiliyetini yükseltir. Birçok araştırıcıların çeşitli tipler üzerindeki tetkiklerinin ortalama neticesi olarak sigaralık tütünlerdeki nitrat azotu, kuru mad­deye göre, % 0.189, puroluklarda % 0.246 hesap edilmiştir (20). Bu rakamlar yeni hasad edilmiş yapraklara ait ise de, aynı müellif, Kurutma esnasında nitrat mikdarının pek değişmediğini belirtiyor. Amonyak tütündeki bazik maddelerin en kuvvetlisi olduğundan, yaprak ve duman pH ları üzerinde çok önemli tesiri olan bir maddedir. Asidli ekstremden alkalik ekstreme gidildikçe nisbeti yükselir. Meselâ açık Virginia'larda ortalama olarak % 0.015, İzmir'lerde % 0.036 amonyak bulunduğu halde, Burley'lerde % 0.131, Maryland'lerde % 0.165 kadar bulunur (21). Havana gibi puroluklarda bu seviye % 0.49 a kadar yükseliyor (22). Nitrat azotunun olarak, kurutma ve fermantasyonda, ameliyelerin şartlarına göre, amonyak azotu bir hayli yükselme gösterir. Nitrat azotu yukarı ellerde, aşağı ellerdeki seviyesinin üç katını geçtiği halde, amonyak azotu ellere göre belirli bir fark göstermez. Bu iki müşekkii hakkında kurutma ve fermantasyon bölümlerinde ilgili bilgiler veril­miştir.

b) Kül ve müşekkilleri:
İnorganik maddelerin en mühim kısmı uçucu olmadıklarından külde kalırlar. Bununla beraber, bazı inorganik müşekkilleri (uçucu) ve (sabit) olarak kesin bir ayırmaya tâbi tutmağa imkân yoktur. Meselâ tütünün yanma sühunetinde, klorürlerden bir mikdar HCI, silis tarafından açığa çıkartılır ve uçar. Keza yüksek sühunetlerde alkali klorürler kısmen buharlaşırlar. Arsenik bileşikleri de az çok uçucudurlar ve muhtemelen sülfatlardan karbon vasıtası ile kısmen H2S gibi gaz maddeler teşekkül eder. Bütün bu kayıtları göz önünde tutmakla beraber, biz burada, tütünde mevcudiyetleri tesbit edilmiş olan bütün inorganik maddelerden bahsedeceğiz.
Külü teşkil eden maddeler pratikçe uçucu olmadıklarından, Kurut­ma ve fermantasyon ameliyelerinde de mikdarları pratikçe sabit kaldı­ğından, organik maddeler kaybına göre total nisbetleri yükselir. Kurutma ve fermantasyon olaylarında organik maddelerden bazıları parçalanma suretile veya buharlaşarak bir kuru madde kaybına sebep olurlar. Meselâ karbonhidratlar su ve karbondioksid'e kadar parçalandıkları takdirde, bu ürünler uçucu olduklarından, bir kuru madde kaybı kaydedilmiş olur. O halde kurutma ve fermantasyon ameliyelerinde kuru madde kaybı ne kadar fazla olursa, kül nisbeti o kadar yükselir. Bunu rakamlarla açık­layalım: Meselâ bir kurutma ameliyesinden önceki 100 kısım kuru mad­denin (tütün sudan maadaki maddelerine ameli olarak kuru madde diyoruz), ameliye sonunda 10 kısmı kaybolmuş olsun (yani uçucu mad­delere tahavvül ederek dokudan ayrılmış olsun). Bu takdirde, başlangıçda 100 kısımda a kadar olan kül, sonda 90 kısımda a olacakdır. Görülüyor ki ameliye başında  %  a olan kül, ameliye sonunda:

 100
------  X  a    olur.
  90

Kurutma ve fermantasyon olaylarında vuku bulan kuru madde kayıplarının en büyük kısmı karbonhidratlardan ileri geldiği için, her bir cins ve tip tütünde kül ve karbonhidrat nisbetleri daima ters oran­lıdır. Bu itibarla en düşük kül seviyesi Asidli Ekstrem'de, en yüksek kül seviyesi de, Alkalik Ekstrem'de görülür. Tütün külünün mikdarca en önemli müşekkilleri potasyum ve kalsiyumdur. Kissling'in 64 muhtelif örneğin analizinden çıkardığı neticelere göre potasyum, K20 cinsinden külün en çok % 52,7 sini, en az % 11,4 ünü, kalsiyum, CaO cinsinden, en çok % 54,3 ünü, en az % 18,1 ini teşkil eder (23), Külün bunlardan sonra başlıca müşekkilleri, birinci sınıfdan bileşik olarak göstererek, MgO, Na2O, Fe2O3, P2O5, SO3, SiO2, Cl dir. Tabi bu bazlar ve asidler külde birbirlerile ikinci sınıfdan bileşkiler halinde, yani tuz olarak bağ­lıdırlar. Bunlardan başka mikdarca iz halinde bulunan ve fakat bitkinin fizyolojisinde hayatî önemi haiz olan bazı elementler daha vardır. Bir bitki organizmasının normal hayatı için lüzumlu olan şartlardan biri de, oranları muayyen sınırlar içinde değişen iyonlar karışımı ihtiva etmesidir. Bu sınırlar her bir organizma için spesifiktir. Bu iyonlardan bazıları diğer birinin normal sınırı aşan mikdarının zehir etkisini önler. Buna iyon antagonizması denir. Meselâ K iyonları şişkinliği arttırıcı, Ca iyonları ise aksi tesir gösterirler. Bunlar karşılıklı olarak birbir­lerinin etkilerini tadil ederler. Keza oksalik asidin antagonisti Ca iyon­larıdır, onun fazlasını bitki öz suyunda çözünmeyen bir kristaller halinde çökeltir.
Potasyum bitkilerde karbonhidrat teşekkülünü kolaylaştıran âmil­lerden biridir. Bununla beraber tütünde ne kadar fazla potasyum bulunursa o kadar çok karbonhidrat olur demek değildir. Fazla potas­yum verilen tütünlerin yapraklarında proteinler azalır, klorofil çoğalır. Yaprakdaki potasyum seviyesi vitalite ile beraber alçalır. Vitalitenin azalması ile kalsyum mikdarı yükselir. Bu suretle bir yandan potasyu­munun azalması diğer taraf dan kalsiyumun yükselmesi kolloid tanecik­lerin şişkinliklerini azaltır ki bu da bir mikdar serbest suyun ayrıl­masına sebep olur. Bu sayede lüzumlu besin maddelerinin yaşlanmakda olan yaprakdan daha genç yapraklara göç etmeleri sağlanır. Potasyum seviyesinin ellere göre nasıl değiştiği hakkında genel bir kaide olmayıp, bu, şartlara göre çeşitli durumlar gösterir (24 ve 25). Potasyumun en önemli rolü yanma kabiliyeti üzerindeki pozitif etkisidir.  (*)
Kalsyum bitkide kısmen oksalik ve pektin asidlerle bağlı bulunur. Fazla kireçli tütünlerin yanmalarının kötü oluşu Wenusch tarafından şöyle izah ediliyor: Yüksek nisbette kalsiyum ihtiva eden tütünler fazla kireçli topraklarda yetişir, bu gibi topraklar ise su tutmadıklarından küçük hücreli sık dokulu yapraklar verirler ki bunların yanma kabiliyeti düşük olur. (26),
Magnezyum klorofil içinde organik bir şekilde bağlıdır ve fotosentez olayına Grignard reaksiyonu şeklinde girer (27). Bundan dolayıdır ki, bitkide Magnezyum eksikliği kloroza sebep olur. Bu gibi arızaların zuhur etmemesi için, yaprakda en az % 0,4 MgO bulunmalıdır. Bu elementin ellere göre seviyesinin nasıl değiştiği hakkında Garner ve arkadaşları­nın verdiği bilgi şudur (28) : Magnezyum nisbeti, bu elementçe zengin topraklarda alt ellerde, fakir topraklarda ise üst ellerde daha büyük­tür. Yaprağın yaşı ilerledikçe magnezyum nisbeti yükselir. Schmuk tütün tohumunda fitinle bağlı olarak % 20 kadar MgO bulunduğunu bildiriyor.
Sodyumun tütündeki seviyesi hem pek küçük, hem de oynadığı roller hakkında belirli bilgimiz yoktur.
Demirin tütün yaprağındaki nisbeti küçük olmakla beraber oynadığı roller önemlidir. Nitratların indirgenmesinde, karbonhidratların oksidasyonunda ve fotosentezde katalitik etki gösterir.
Fosfor, kükürt ve azotun aksine, bitkide değer değişmesine uğra­madan, sadece fosfat halinde bulunur. İnorganik fosfat tuzları, tampon etkilerile, doku pH sının düzeninde rol onarlar. Fosfat, nükleoproteidlerin, fitinin, lesitinin yapısına katılmış olarak bulunur. Keza karbonhid­ratlarla da bağlı bulunur. Tütündeki fosfor nisbetinin kalite üzerindeki etkisi hakkında belirli, bir bilgimiz yoktur. Toprağa verilen fosfor mikdarı yükseldikçe, tütündeki total inorganik fosfor bileşikleri, şekerler ve nişasta seviyeleri yükseliyor, total N ve proteinler azalıyor, nikotin nisbeti ise değişmiyor (29)
Kükürt bitki tarafından yalnız sülfat halinde alınır ve orada kısmen sülfür haline kadar indirgenir. Kükürt, bitki dokusunda sülfat tuzları ve esterleri halinde, sülfür ve merkaptan bileşiklerinde ve bazı protein­lerde bulunur. Kükürtlü proteinlerin yapısına katılan sistin ve sisteki aminoasidleri arasındaki redoks sistemi, mühim bazı indirgenme ve oksidasyon olaylarının mekanizmasını teşkil eder, Kükürt tütün duma­nında da bulunan elementlerdendir (Duman Bölümüne bak).
Silisin fizyolojik bir rolü bilinmiyor, ancak bitki yapısına sağlamlık verdiği tahmin ediliyor. Yaşlanan yapraklarda seviyesi yükselir.
İz elementlere gelince, bunların tütündeki mikdarları fevkalade küçük olduğu halde önemli fizyolojik rolleri vardır. Bunların başlıcaları, bor, manganez, iyod, sezyum, lityum, rubidyum, bakır, titan, alüminyum ve arseniktir. Bor'un mutlak karansı bitkinin neşvünümasına engel olur, buna mukabil milyonda yarım nisbetinde bulunması normal neşvünüma için kâfidir (30). Borlu gübrelemenin tütünün kalitesini iyileştirdiği, nikotin seviyesini düşürdüğü ve verimi arttırdığı yayınlarda görülür.
Arsenik'in fizyolojik rolü hakkında şimdiye kadar bir bilgiye rast­lanmamıştır. Esasen arsenikli insktisitler kullanılmadığı takdirde, tütün­de bulunan mikdarlar pek küçüktür. Bu bakımdan Türk tütünlerinin tetkikleri neticesinde, umumiyetle nisbetin As2O3 cinsinden milyonda yarımı geçmediği görülmüştür   (31).   Arsenikli insektisid kullanıldığı tahmin edilen bazı yabancı tütünlerde bu nisbetin milyonda 250 yi bulduğu tesbit edilmiştir (32), Tütündeki arsenik, son zamanlarda ısrarla üzerinde durulan (tütün - akciğer kanseri) münasebetlerinden önem kazanmıştır. Zira arsenik karsinogen maddelerdendir. Tütündeki arsenik mikdarı küçük olursa (bir sigarada 5 mikrogr. kadar) bunun tamamı külde kalır, daha yüksek nisbetlerde olduğu takdirde, % 17 kadarı dumana geçer (33).
İz halinde bulunan alkali metallerin küldeki ortalama nisbetleri şunlardır: Lityum milyonda 2, rubidyum milyonda 200, sezyum (en çok) milyonda 0.17 (34). Yeşil ve kuru yaprakların tetkikinde tütünde iyodun % 55–175 mikrogr. Olduğu tesbit edilmiştir (35). Son zamanlarda molibden karansının, yaprağın ortasında beliren lekelere sebep olan bir hastalık tevlid ettiği anlaşılmıştır, milyonda 6,4 molibden normal yap­rakların, milyonda 0.3 ise hastalıklı yaprakların gösterdiği nisbetlerdir (36)
Bu paragrafı bitirirken sapları üzerinde kurutulan yaprakların mineral maddeler bakımından gösterdikleri ayrıntılardan bahsetmek yerinde olur. Os - motik basınç farklarından dolayı suda çözünen bazı yaprak müşekkilerinin saka göç ettikleri görülmektedir. Bu suretle, yaprakları hasad edilmeden kurutulan sakların analizinde, yaprakları hasad edilmiş olan şahitlere nazaran % 5 kadar bir kül fazlalığı tesbit edilmiştir (37). Külü teşkil eden mineral maddelerin göç eden nisbetleri oldukça farklar gösterir. Meselâ potas, fosfat, ve sülfatta oldukça belirli, diğerlerinde ise pratikçe belirsizdir.

3 — Karbonhidratlar
"Karbonhidrat” bir umumî kimya terimi olarak karbonla, sudaki oranda, hidrogen ve oksigen'den teşekkül eden maddeleri kast eder. Bu mânadaki karbonhidratları, Tütün Kimyası tasnifine göre Dinamik ve Statik olmak üzere ikiye ayırırsak, ilk kısma şekerler, nişasta ve deks­trin, ikincisine de sellülos ve pentosanlar girer. Tütün Kimyasında sadece Karbonhidratlar denmekle dinamik olanlar kast edilir. Hatta içilebilir hale gelmiş yapraklara ait analiz raporlarında, Kurutma ve fermantas­yonda nişasta ve dekstrinden pek küçük mikdar kalmış olduğundan karbonhidratlar pratikçe Şekerler demektir. Statik karbonhidratlar sellülos ve pentosanlar olmakla beraber, bitkiler âleminde daima bunlarla bir arada bulunan pektin ve liginler de aynı yerde tetkik edilirler. Bütün bu müşekkillerin tütündeki rollerini incelemeye başlamadan önce, onlar hakkında bazı genel bilgilerin verilmesi lüzumludur.
Bitkide fotosentez olayı ile teşekkül eden karbonhidratların başlıca önemi haiz olan en basit temsicileri beş karbonlu pentos’lar ile altı karbonlu heksos'lardır. Bunlardan bitkiler âleminde en çok yayılmış olduklarından en önemli olanlar bilhassa heksoslardır. Bütün basit şekerlerde olduğu gibi bunlar da birer formaldehid polimeridirler. Pentoslar ve heksoslar, formaldehid polimerizasyon şekline göre, ya bir aldehid grupu veya bir keto grupu ihtiva ederler. Bundan başka her bir şeker müteaddit sekonder alkol grupu ve bir tek de primer alkol grupu taşır. Pentos ve heksosların hepsine birden monosakkaridler veya Monos'lar denir. Monoslar, taşıdıkları fonksiyolu gruplardan ötürü, indirgen maddelerdir. Bu vasıfları sayesinde, Fehling miyarını indirge­mekle, kantitatif tayinleri yapılır. Mamafih Fehling miyarının indirge­mesi yalnız monoslara ait bir özellik olmayıp, tütünün önemli bir müşekkiller grupu olan polifenoller de bu reaksiyonu verirler. Tütün sulu ekstresinin "İndirgeme toplam değeri”, şekerlerle polifenollerin mikdarları toplamına eşdeğerdir. Monoslardan iki veya birçoğunun kendi aralarında, su molekülleri çıkararak, bileşmelerine anhidridleşme denir, Bu anhidridleşme olayına iki adet monos katılmış ise teşekkül eden ürüne disakkarid, birçoğu katılmış ise polisakkarid denir. Disakkaridler de, sakakaros, maltos vs. gibi, şekerler sınıfına dahildirler. Şekerleri, suda çözünen tatlı lezzette karbonhidratlar diye tarif edebiliriz. Polisakkarid­ler ise, nişasta, sellülos, pentosanlar gibi, suda çözünmeyen büyük moleküllü maddelerdir.
Monoslar, disakkaridler ve polisakkaridler yapısı içinde, açık zincir şeklinde bulunmayıp, halkalanmış halde bulunurlar. Bu halkalara, halkayı teşkil öden üye atomların sayısına göre, beşlilerde furanos, altılılarda piranos adları verilmiştir. Aşağıdaki açık formüller, buraya kadar bahsettiğimiz terimlerin ifade ettiği temsilcilerden birer tanesini göstermektedir:

Burada form. 1 aldo - heksos'u, form, 2 de Keto - heksos'u gösteriyor Form. 1 de (1) inci C üzerinde bir aldehid grupu vardır, from. 2 di (2) inci C üzerinde bir keto grupu bulunuyor. Form. 3 bir aldo - pentos'u temsil ediyor. Form. 1 deki heksos'un halkalanmış şekli olan Piranos from. 4 de gösterilmiştir. Heksos'un  (5)  inci C üzerindeki alkol grupunun H'ı, (1) inci C deki aldehid Oksigeni üzerine gider, bu suretle bir yan asetal hidroksili teşekkül etmiş olur, (1) inci C atomu da (5) inci C deki oksigenle bağlanır, form. 4 deki piranos halkası böylece meydana gelmiş olur. O halde görülüyor ki form. 4 de (1) inci C üzerinde bulunan OH grupu aldehidden dönmedir, yarı asetal hidroksilidir, burada (1) inci ve (5) inci C atomlarını bağlayan oksigen köprüsü, form. 1 deki (5) inci C üzerindeki oksigen atomudur.
Şekerlerin indirgenlik vasfı bu bahsettiğimiz "yarı asetal” grupundan ileri gelir. Monosların halka teşkil etmeleri (1) inci ve (4) üncü C atomları arasında yukarda tarif ettiğimiz gibi vuku bulursa, bu takdirde 5 üyeli bir halka, yani bir funanos teşekkül eder. Şekerlerde bulunan sekonder alkol gruplarının H atomu C atomunun bir tarafına, OH grupu diğer tarafına bağlıdır. H ve OH gruplarının karbon iskele­tine nazaran yer değiştirmelerine göre bir heksosun veya bir pentosun çeşitli optik isomer'leri vardır. Meselâ (3) üncü C deki H ve OH grup­larının yerlerinin değişik olduğu aldoheksos glikosdur :

Bunun gibi (2) inci ve (3) üncü C deki yer değişikliğine tekabül eden aldoheksos, mannos, (3) üncü ve (4) olursa, galaktos olur. Fruktos ise (3) üncü C de değişik olan bir ketoheksosdur. Bitkilerde en çok yaygın olan pentoslar Ribos. Ksilos ve Arabinos'dur. Bunların üçü de aldopentos olup farkları sadece optik isomeriden ileri gelir,
Disakkaritlere gelince, yukarda da söylediğimiz gibi bunlar iki monos'un anhidridleşmesinden hasıl olur. Bir örnek olmak üzere bun­lardan maltos'u veriyoruz:

Maltos
Görüldüğü gibi bir glikos'un yarı asetal hidroksili diğer bir glikos molekülünün (4) üncü C deki alkol hidroksili ile anhidritleşmiştir. Bu takdirde ikinci glikos'un yarı asetal grupu serbest kalmış olduğundan, maltos gibi disakkaritler de indirgendirler. Sakkaros, bir glikos ile bir früktos'un yarı asetal gruplarının anhidritleşrnesinden teşekkül eder. Bu takdirde ise serbest yarı asetal grupu kalmadığından sakkaros doğru­dan doğruya indirgen değildir. Ancak sulu mineral asidlerle ısıtılmakla kolayca kendisini teşkil eden monoslara hidroliz olarak bir indirgenme değeri gösterir. Monoslarla disakkarid ve dinamik polisakkaritlerin karşılıklı münasebetlerini aşağıdaki genel şema ile gösterebiliriz:

Karbonhidratların bu genel şemaya göre vuku bulan reaksiyonları tütündeki çok önemli değişmelerin bir kısmını teşkil eder. Gerek yaşamakda olan yeşil yaprakta, gerek Kurutma ve fermantasyonda, şartlara göre yön değiştiren bu reaksiyonlar, yine şartlara göre küçük veya büyük ölçüde vuku bulurlar. İstihsal safhasının her devresinde karbonhidratların duçar oldukları ikinci tip bir reaksiyon, muhtelif ara ürünler üzerinden en sonda su ve karbondiokside kadar bir parçalanmaya götüren oksidasyon'dur Tütün Kimyası bakımından, karbonhidratların duçar oldukları kimyasal değişmeleri bu iki tip olay çerçevesi içinde toplılayabiliriz. Anhidridleşme - hidroliz veya oksidiasyon reaksiyonlarından hangisinin hâkim durumda olacağı tamamen yaprağın içinde bulunduğu safhanın şartlarına tâbidir. Hidroliz olayının duruma hâkim olması takdirinde Şekerler seviyesi yükselir fakat kuru madde kaybı olmaz, oksidasyon'a elverişli şartlarda ise Şekerler seviyesi alçalır ve aynı zamanda kuru madde kaybı vuku bulur. Dinamik karbonhidratların değişmelerine ait bu ana mekanizmayı açıkladıktan sonra artık tütündeki karbonhidrat­lardan bahsetmeğe başlayabiliriz:
a) Dinamik karbonhidratlar
Bunların başlıcaları şekerler, nişasta ve dekstrindir. Şekerlerden mikdarca en önemli olanlar glikos, früktos, sakkaros ve maltos'dur. Bunlardan başka, küçük mikdarlarda bazı monos ve disakkaridlerin mevcudiyetleri de tesbit edilmiştir. Yine Böl. I, panagr. 5 de bahsetti­ğimiz kaynaktan öğrendiğimize göre (9), çeşitli tütünlerin çok sayıdaki analiz neticeleri ortalamaları şöyledir: Sigaralıklardaki dinamik karbon­hidratlar % 23, proluklarda ise % 3 civarındadır. Bu nisbetler yeni hasad edilmiş yapraklara aittir. Karbonhidratlar üzerinde araştırmalar yapmış olan Smirnov, kendi tâbirile "teknik olgunluk” ta, yeni hasad edilmiş yapraklarda bulunan karbonhidratların dağılışını aşağıdaki cetvelde özetlediğimiz gibi tesbit etmiştir (38) :

Karbonhidratlar toplamının :
% 62,20 si Nişasta + dekstrin
% 15,52   “ Sakkaros
% 12,18   “ Maltos
% 10,10   “ Monoslar

Yeni hasad edildiği zaman aşağı yukarı karbonhidrat bilançosu böyle olan yaprakların nihaî bilançosu bilhassa Kurutma ameliyesinin, ikinci derecede de fermantasyon ameliyesinin şartlarına göre taayyün eder. Bu ameliyelerin şartları oksidasyondan ziyade hidrolize elverişli ise, total mikdar hemen hemen değişmeksizin, şekerler nisbeti yükselir, aksi takdirde total mikdarda önemli azalmalar kaydedilir (Kurutma ve fermantasyon bölümlerine bakınız).
Smirnov'un tetkikleri göstermiştir ki, tütün yapraklarında total karbonhidrat seviyesi, fide halinden itibaren olgunluğa doğru gittikçe yükselir, geçkinliğe yüz tutmuş yapraklarda bir mikdar azalma vuku bulur. Müller - Thurgau tarafından tesbit ve Tollenaar tarafından da teyit edildiği gibi, bitki üzerindeki yapraklarda, aşağıdan yukarıya gittikçe karbonhidratlar mikdarı yükselir (39), Fakat fabrikasyona elverişli duruma gelmiş yapraklarda bu kaidenin tatbikine çok defa rastlamak mümkün değildir, bilakis karbonhidratlar mikdarının ellerle düzgün bir münasebeti müşahede edilemez. Bunun sebebi, kurutma ve fermantasyon şartlarının karbonhidratlar bilançosu üzerindeki büyük tesirleridir.
Bitki üzerinde yaşamakta olan yapraklarda karbonhidratlar bilan­çosu gece ve gündüze göre de değişiklikler gösterir (Smirnov). Bu husus son zamanlarda De Bonis tarafından da teyit edilmiştir (40). Karbonhidratların günün muhtelif saatlerine göre değişmeler gösterdik­leri hakikati ilmî olarak tesbit edilmeden önce de tütün ekicileri tara­fından emprik olarak sezilmiş bir keyfiyettir. Bu seziş, karbonhidratların içim karakteri üzerindeki önemli etkisi sayesinde mümkün olmuş olsa gerektir. Gündüz güneş ışığının etkisi ile fotosentez olayı devam ederek şekerler konsantrasyonu yükselir, bunun neticesi olarak ta nişasta imali başlar. Gündüz biriken nişasta gece kısmen şekerlere hidroliz olur.
Nişasta çok sayıda alfa - glikopiranos moleküllerinin anhidritleşmesinden meydana gelen büyük moleküllü bir maddedir (*). Aşağıdaki formül uzun nişasta moleküllerinin bir kısmını gösteriyor:

Sahifenin altındaki açıklamadan anlaşılacağı gibi nişasta önce maltosa hidroliz olur. Maltos da hidroliz olunca glikos verir. Nişastanın hidrolizi bitki enzimleri tarafından kataliz edilir. Bu enzimlere "karbonhidras” lar denir. Enzimlerin katalitik faaliyetleri ortamın şartlarına hassas olarak tâbidir. Yani her hangi bir reaksiyonu kataliz eden bir enzimin faaliyeti gösterebilmesi ancak ortam şartlarının elverişli olması takdirinde mümkün olur. İşte Kurutma şartlarının karbonhidratlar bilançosu üzerindeki büyük tesiri bu suretle izah edilir. Yaşayan yaprak­larda gece vuku bulan nişasta hidrolizi, hasadı takiben kurutma esna­sında devam eden bir olaydır. Esasen, yalnız karbonhidratlar bakımın­dan değil, diğer bazı yaprak müşekkilleri bakımından da, "Karanlık metabolizması, ile Kurutma'da vuku bulan kimyasal değişmeler arasında sıkı bir münasebet vardır.
Kurutmanın ilk bir kaç günü sonunda nişastanın büyük bir kısmı hidroliz olarak şekerlere dönmüş olur. Nişasta moleküllerinin, şekerlere kadar hidroliz değil de, daha küçük moleküllere bölünmüş şekli dekst­rindir. Kurutma sonunda ya ancak iz halinde nişasta kalmış olur veya hemen hemen hiç kalmaz.
(*) Glikos molekülünün piranos halkası teşkil etmesile (1) inci C atomu asimetrik hale gelmiş olur. Bu takdirde bu C atomu etrafındaki grupların yer­lerinin değişik olması yeni bir optik isomeri durumu hasıl eder. İşte (bunun neticesidir ki gliikos'un alfa ve beta lisomerleri mümkün olur. Pirapos şeklindeki alf a - glikos'a (alfa-glikopiranos), yine piranos şeklindeki beta; - gliıkos'a (foeta-gldkopiranos) denir. Maltos, alfa - glikopiranos'ların bir disakkarididir. beta glikopiranosların teşkil ettiği disakkardin adı (sellobios) dur. Demek ki maltos ile sellobios arsındaki fark sadece müşekkilleri olan glikos moleküllerindeki (1) inci C atomu etrafındaki grupların konfigürasyon (uzaydaki bir noktaya veya düzleme nazaran mevki) farkından ibarettir. Nişasta maltos sisteminde bir polisakkard, sellülos ise sellobios sisteminde bir polişakkarlddir. O halde nişasta ile sellülos arasındaki münasebet de, alfa ve beta glikos farkından başka, bîr şey değildir.
Dinamik karbonhidratların yanma ürünleri bir takım aldehidler, fenoller ve bir takım organik asidlerdir. Bu itibarla tütün dumanı pH sini asidli tarafa kaydıran en önemli müşekkillerdirler. Yüksek nikotinli tütünlerin tırmalayıcı etkileri şekerlerin yanmak ürünleri tarafın­dan mühim nisbette bertaraf edilir. Bu itibarla şekerler sertliği giderici etki gösterirler. Karbonhidratların yanma ürünleri dumanın koku ve tadı üzerinde de tesirleri olan müşekkillerdir.
b)  Statik Karbonhidratlar:
Tütündeki statik karbonhidratların başlıcaları sellülos, pentosanlar, ligninler ve pektinlerdir. Bunlar gerek canlı yaprakda, gerekse Kurutma ve fermantasyanda derin değişmelere duçar olmayan dayanıklı yaprak müşekkilleridirler. Bu itibarla tütün dokusunun daha ziyade yapı maddelerini teşkil ederler. Yeni hasad edilmiş yapraklarda, sigaralık olsun puroluk olsun toplam nisbetleri ortalama olarak % 20 civarın­dadır. Statik mahiyetlerinden ötürü, kurutma ve fermantasyonda vuku bulan kuru madde kaybı nisbetinde, bunların nisbeti yükselir. (Mineral maddeler oranı ile kıyaslayınız). Burada bu maddelerin yeniden teşek­külleri tabiî bahis konusu değildir, ancak diğer maddelerin kaybolmasından dolayı, mikdarları değişmediğinden, nisbetleri yükselir.
Sellülos beta - glikopiranosların teşkil ettiği, uzun zincirler şeklin­deki moleküller halinde bir polisakkariddir. Wenusch'un bildirdiğine, göre kuru yapraklardaki sellülos inisbetinin % 5 – 25 arasında değiştiğine dair yayınlar vardır. Frankenburg, çeşitli tiplere ait çok sayıda örnek­lerin analizinden elide edilen neticelere göre sellülos + lignin toplamı ortalamasının % 9–10 kadar olduğunu bildiriyor. Yine bu neticelere göre, yeni hasad edilmiş yapraklarda ortalama pentosan nisbeti % 2 – 3, pektin nisbeti % 7 kadardır (9).
Pentosanlar, pentos (beş karbonlu şekerler) polisakkariddirler. Yani çok sayıda pentos moleküllerinin, tıpkı glikos moleküllerinin sellülos'u teşkil etmeleri gibi, anhidridleşerek uzun zincirler meydana getir­melerinden pentosanlar hasıl olur. Bitkiler âleminde en çok yaygın olan pentoslar arabirim ve ksilos adlı beş karbonlu şekerlerdir. Bunlara teka­bül eden pentosanlara araban ve ksilan denir. Pentosanlara hemisellülos da denmekdedir. Heksosların, (6) ıncı C atomu üzerindeki primer alkol grupunun karboksil grupuna dönmesile neticelenen oksidasyon ürünlerine uronik asidler denir; özel olarak glikos'dan glikuronik, galaktos'dan galakturonik asidler teşekkül eder. İşte bunların dekerboksile olmaların­dan, yani "karboksil grupundan bir CO2  ayrılması ile, pentoslar teşekkül eder:

Yukardaki şema, heksos oksidasyonundan uronik asid teşekkülünü, uronik asidin dekarboksile olmasından 'da pentos teşekkülünü gösterir (C atomları içlerinde numaraları yazılı daireciklerle gösterilmiştir). Pentoslarla pentosanlar arasındaki münasebet anhidridleşme - hidroliz olay­larına dayanır. Pentosların anhidridleşmesile pentosanlar teşekkül eder. Fakat pentosanların pentoslara hidrolizi ne nişastanın hidrolizi gibi yaprağın bütün safhalarında mümkündür, ne de sellülosunki gibi büs­bütün imkânsız değildir. Bu olay ancak fermantasyonda vuku bulur. Demekki yaşayan yaprakta ve kurutma ameliyesinde statik bir mahiyat gösteren pentosanlar, fermantasyonda kısmen dinamik bir hal alıyorlar. Bu sebeplerdir ki, kurumuş ve fermantasyonunu geçirmiş yapraklarda bulunan pentosların: bir kaynağı heksos oksidasyonu ve uronik asid dekarboksilasyonu ise diğer bir kaynağı da pentosan hidrolizidir. Bitkide bir mikdar pentoslar bulunduğu ötedenberi bilinen bir hakikattir (41). Tütündeki pentosan nisbeti hakkında, Brückner. % 1,60 – 3,30 rakam­larını veriyor. Frankenburg ortalama olarak % 3,5 olduğunu yazıyor. Pektinlere gelince, bunlar da büyük moleküllü bitki maddeleridirler. Bu büyük moleküllerin temelini, galaktüron asidi moleküllerinin kendi aralarında teşkil ettikleri bir halka teşkil eder (*). Halkanın teşekkülü, bir galaktüron asiddinin yarı asetal hidroksili ile bir diğerinin (4) üncü C atomu üzerindeki alkol hidroksilinin anhidridleşmesile olur. Pektin yapısının esasını teşkil eden bu halkama kurulmasına katılan galakturon asidi sayısının dört olduğu evvelce Ehrlich tarafından bildirilmişti. Son yıllarda yapılan araştırmalar bu sayının dörtten çok fazla olduğunu ortaya koymuştur. Netekim Wahl, halkaya giren galaktüron. asidi mole­küllerinin 100 -150 kadar olduğunu bildiriyor (42). Her ne olursa olsun, diyebiliriz ki çok sayıda galaktüron asidinin halkalaşması bahis konu-sudur. Pektinlerde, halkayı teşkil eden galaktüron asidi üyelerine başka müşekkillerde bağlı bulunur. Bunların başlıcaları karboksil grupları ile esterleşmiş halde bulunan metanol, alkol grupları ile esterleşmiş halde bulunan asetik asid, yine bazı galakturon asidi alkol hidroksillerile eterleşmiş olarak 1 - arabinos ve d - galaktos'dur. Bir tek tip standard pektin molekülü olmayıp, gerek temel halkayı kuran galakturon asidi moleküllerinin sayısı, gerekse halka üyesine bağlı metanol, lasetîk asid ve şekerlerin nisbetleri değişik olan, bunun neticesi olarak da az çok farklı fiziksel özellikler gösteren çeşitli pektinler mevcuttur. Poligalakturon halkasına metanol, asetik asid ve şekerlerin bağlanması ile husule gelen maddeler, henüz bazı serbest karboksil ihtiva ettiklerinden, Pektin asidleri denir. Asıl pektinler, bu pektin asidlerinin araban ile bağlanmış ve kalsyum tuzu teşkil etmiş halleridirler. Sigaralık ve puroluklarla pek­tin mikdarı takriben eşit olup, yeni hasad edilmiş yapraklarda ortalama olarak % 7 civardadır. Canlı yaprakta ve Kurutmada hemen hemen statik bir mahiyet gösteren pektinler, fermantasyonda kısmen derince değiş­melere duçar olurlar. Kurutmada, kısmî bir demektoksilasyonla bir mikdar metanol ayrılmasından başka bir değişiklik vuku bulmadığı Neuberg ve arkadaşları tarafından müşahede edilmiştir. Bu demektoksilasyon olayı bizim konumuz bakımından önemli olduğu cihetle açıklamayı faydalı bulduk::
R - COOCH3 + H2O — R - COOH + CH3. OH
Görüldüğü gibi metanol ile esterleşmiş bulunan bir karboksil grupu olduğu gibi, bu alkol veya fenol hidroksili de olabilir. Genel olarak - OCH3 grupuna metoksil grupu denir. Bunun hidrolizi ile metanol ayrılması da demet - oksilasyon'dur. Bu olay fermantasyonda daha büyük ölçüde vuku bulduğu gibi, halka üyesi galakturon asidlerinden de kısmen, dekarboksilasyon suretile, CO2 ayrılması olmakdadır. Pektinler, yeni teşekkül eden hücreleri ana hücreden ayıran zarı teşkil ederler. Bu sebeple genç dokulardaki pektin seviyesi daima daha yüksektir. Tütündeki küçük mikdarda metanolün kaynaklarından biri pektinlerdir. İkinci kaynak ise lignin'lerdir. Ligninler karışık yapılı büyük moleküllü yapı maddeleri­dirler. Yapıları oldukça farklı çeşitli ligninler mevcuttur. Lignin yapısı­nın bizim için ilgi çekici tarafı, aromatik halkaya bağlı metoksil grupları ihtiva etmesidir. İşte bunlara tekabül eden metanole, lignin metanolü denir. Ligininler, kurutma ve fermantasyonda, pentosanlara ve pektinlere nazaran çok daha dayanıklı dururlar. Mikdarları pratikçe sabittir. Andreadis, kurutma esnasında pektin metanolünün azalmasına mukabil lignin metanolünün arttığını tesbit etmiştir  (43).
Statik karbonhidratlar yandıkları zaman dumana aldehidler, ketonlar, organik asidler ve bazı fenolik maddeler verirler. Bu itibarla tütün dumanı pH sini asidli tarafa kaydıran müşekkillerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalarda Wahl'in tesbit ettiğine göre yüksek pektin muh­tevası yanma kabiliyeti ve içim üzerinde negatif bir etki gösterir (42),
c) Teşhis edilmemiş maddeler :
Karanlık metabolizmasında ve kurutmada aynen dinamik karbon­hidratlar gibi davranan fakat mahiyetleri iyice aydınlatılamamış olan bir grup maddelere teşhis edilmemiş maddeler diyoruz. Henüz tanınma­mış olmalarına rağmen bizim konumuz bakımından ilgi çekici olmaları, kurutma ameliyesinde vuku bulan total kuru madde kaybının büyük bir kısmı bunların su ve karbondiokside kadar parçalanmalarından ileri geldiğindendir. Bu maddelerin ortak özellikleri şunlardır:
1)      Dinamik karbonhidratlar gibi ışıkta teşekkül ederler, karanlıkta su ve karbondiokside kadar parçalanırlar.
2)      Kurutma esnasında karbonhidratların duçar oldukları değişme­lere uğrarlar.
3)      Neuberg ve arkadaşları tarafından ilk defa müşahede edildiği gibi, tütün sulu ekstrelerinde karbonhidrat olmayan ve fakat mayalarla fermantasyona duçar olan bir takım maddeler vardır ki, bunların bahis konusu ettiğimiz maddeler olması çok muhtemeldir.
4)             Teşhis edilmemiş maddeler, şekerlerin aksine, aldehid ve keton grupları ihtiva etmezler.
Frankenburg tarafından kuvvetle muhtemel görüldüğne göre, bunheksos oksidasyonunun ilk basamakları olan heksonik asidlerle ilgili oldukları tahmin ediliyor. Bu ihtimali teyid eden müşahede, bunların, dinamik karbonhidratlara fakir tütünlerde fazla, bilâkis, dinamik karbonhidratlarca zengin tütünlerde az bulunmalarıdır. Heksonik asidler, heksoslardaki aldehid grapunun karboksile dönmesile teşekkül ederler. Vickery - Pucher (44) ve Haley'in buldukları neticeler (45) göstermiş­tir ki, tütündeki organik ve inorganik katyonlar toplamı, inorganik anyonlar ile eterde çözünen organik asidler toplamına nisbetle daha yüksek bir değere muadildirler. Eterde çözünmeyen pektik, reçine ve fenolik anyonlar da katıldığı takdirde fark küçülüyorsa da yine bir miktar kalıyor. Heksonik asitler, çok sayıda hidroksil grupları ihtiva etmekle eterde son derece büyük bir çözünme kabiliyetini haiz olduk­larından, genel anyon - katyon bilançosu açığının bu suretle bir izah bulması makul gözükür.
Mahiyetleri üzerindeki mülâhazalara daha çok yer vermeden asıl ilgi çekici dönelim: Yukarıda bildirdiğimiz gibi, bu, kurutma esnasında, vuku bulan kuru madde total kaybının önemli kaynağı olmakdır. Bu hususda ortalama bir fikir sahibi olmak; için Frankenburg tarafından yapılan araştırmalardan elde edilmiş neticeyi verelim: Hasad edildiği zaman ortalama karbonhidrat seviyesi % 3, teşhis edilmemiş dinamik maddeler seviyesi % 17 olan puroluk örnekleri kurutma sonunda % 15 kuru madde kaybına duçar oluyor. Bu kaybın 2/3 ü teşhis edilmemiş maddelerden, geriye kalan kısmı da diğer müşekkillerden ileri gelmiştir (46). Keza kurutmada (Flue - curing) ortalama kuru madde kaybı % 11 olan sigaralıkların bu kayıplarının 3/11 i bu maddelerden ileri gelmiştir
4 — Organik   Asidler
Tütündeki organik asidlerden bu paragrafda bahsedilecek olanlar basit karboksilli asidlerdir. Bunlardan bazıları birden karboksil grupu ve alkol grupu ihtiva ederler. Amino - asidler, yakın ilgilerinden dolayı, proteinler paragrafında, fenolik asidler de, yine aynı sebepten ötürü, polifenoller paragrafında yer almışlardır.
Bunların mikdarca en önemlileri oksalik asid, malik asidi (Elma asidi) ve sitrik asid (Limon asidi) dir. Oksalik asid Tütün Kimyası bakımından statik grupa, diğer ikisi ise dinamik grupa dahildirler. Kurutma ve fermantasyon gibi ameliyelerde, oksalik asid kalsyum tuzu halinde bağlı bulunduğundan belirli bir değişikliğe uğramaz. Muhtelif araştırıcıların yayınlarından anlaşıldığına göre normal yapraklarda oksalik asid seviyesi, ortalama olarak % 1,5 ile 3,7 arasında değişir (48). Elma ve limon asidleri toplamı, yeni hasad edilmiş yapraklarda ortalama olarak % 9–14 kadardir, Kurutma sonunda ise seviye % 8-12 ye kadar iner ki bu belirli bir değişme değildir. Bu iki asidin eşdeğer toplamlarının aşağı yukarı sabit oluşuna mukabil, birinin diğerine oranı, şartlara tâbi olarak, esaslı değişmeler gösterir. Oksidatif şartların hâkim olduğu ameliyelerde oran sitrik asid lehine değişir (49). Bu sebeplerdir ki, air - curing'e tâbi tutulan tütünlerde (başlıca puroluklar), oksidatif şartlar hâkim olduğundan, sitrik asid seviyesi, malik asid zararına olarak, daima yükselir. Asidli ekstreme yaklaşan tütünlerde ise oran belirli şekilde malik asid lehindedir. Mikdarca başta gelen bu üç asidden başka, tütünde mevcudiyetleri tesbit edilenler şunlardır: Formik asid, asetik asid, suksinik asid fumarik asid. Asetik asid % 0,19 - 0,80, formk asid % 0,02–0,15 kadar bulunur (50). Suk­sinik ve fumarik asidlerin her biri için Pucher ve Vickery tarafından verilen rakamlar % 0,02–0,05 dir (51). Bunlardan başka tütünde mev­cudiyetleri tesbit edilmiş organik asidler var ise de, bunların mikdarları o kadar küçüktür ki burada bahse değmezler. Belli bağlı Türk menşe­leri, oksalik, sitrik ve malik asidler bakımından incelenmiş ve bu iş için önceden yeni bir tayin metodu tesbit edilmiştir (52). Aynı yerde yayınlandığına göre, oksalik asid seviyesinin aşağı ellerden yukarıya doğru yükseldiği, malik asidin ise alçaldığı tesbit edilmiştir. Türk tütünlerindeki sitrik asid nisbetleri çok küçük olduğundan, ellere göre nasıl değiştiği hakkında belirli bir netice alınamamıştır. Bununla bera­ber literaturda, bunun da malik aside paralel olarak değiştiği kayde­dilmiştir.
Organik asidlerin kısmen mino - asidlerin desamine olmasından (amonyak kaybetmesinden) (53), kısmen de monosların oksidasyonun­dan (54) teşekkül ettikleri bilinmekdedir. Amino - asidlerin desaminasyonu genel olarak aşağıdaki gibi vuku bulur:

R                                       R
|                                          |
CH.  NH2 + H2O ——→ CH. OH + NH3
|                                          |
COOH                              COOH
Görüldüğü gibi burada bir oksi - asid teşekkül eder. Bitki metabolizmasında icabında bu reaksiyon tersine doğru da vuku bulur, yani bir oksi - asidin amonyakla kondanse olmasından bir amino - asid teşek­kül eder. Manasların oksidasyonu suretile organik asidlerin teşekkülü, burada tafsilâtile izahı zait görülecek derecede, çok karışık yollardan geçer. Kısaca şu kadarını söyliyelim ki, bir monosun ilk oksidasyon ürünü bir heksonik asiddir. Heksonik asidler monosdaki aldehild grupunun karboksil grupuna dönmüş şeklidir (s. 23 bak). Bir heksonik asid oksigen alarak ve ortadan bölünerek iki molekül pirüvik asid verir ki buna da bir COZ katılması ile oksalasetik asid meydana gelir:

CH3                 COOH
|                        |
C = O ——→ CH2
|                        |
COOH            C = O
                         |
                       COOH
Privük as.    Oksalasit as.
Bundan sonra reaksiyon ortamı oksidasyona elverişli ise, yol sitrik asid teşekkülüne giden yöne, redüksiyona elverişli ise, malik asid yönüne sapar. Oksal asidine gelince, son araştırmalar bunun, oksidasyonun son ürünü olduğunu göstermiştir (55).
Organik, asidler, tabiatile, yaprak dokusu pH si için önemli rol oynarlar. Hangi cinsten olursa olsun yeşil yaprağın pH si asidli tarafa olup, bazı müelliflere göre 5,1 – 6,0 arasında, diğer bazılarına göre de 4,8 – 5,6 arasında değişir. Air - curing şartları bunu hafifçe alkalik tarafa kaydırarak 5,8 – 6,8 e yükseltir. Flue - curing şartları ise yaprak pH sini 5,0 – 5,4 arasında tutar. Fermantasyonda purolukların pH si bir az daha alkalik tarafa kayarak 7,0 – 7,8 olur  (56).
Kurutma ve fermantasyonda vuku bulan çeşitli olayların bir kısım katalizörleri olan enzimlerin faaliyeti ortamın pH sine fazlaca tâbidir. Bu bakımdan da, kimyasal değişmelerin gidişi üzerinde önemli etkisi olacağından gerek yeşil yaprağın, gerekse kuru yaprağım pH si büyük bir ehemmiyeti haizdir.
Organik asidlerin yanmalarından sadece su ve karbondioksid teşekkül ettiği ve bundan ötürü bunların duman pH si üzerinde hiç bir etkileri olamıyacağı Wenusch tarafından iddia edilmiştir (57). Yaprakdaki organik asidlerin duman pH si üzerinde belirli bir rol oynamamalarına mukabil, başka yaprak müşekkillerinin yanma ürünleri olan diğer asidli maddeler duman pH si düzenine katılırlar. Tütündeki organik asidlerin içim üzerindeki etkileri hakkında bu gün için bir bilgimiz yoktur.
5 — Proteinler
Proteinler hayvan organizmasında olduğu gibi bitkisel organizmada da büyük önemi olan maddelerdir. Canlı dokuların her birinin mahi­yetine uygun olmak üzere çeşitli proteinler ve bunların başka maddeler kombinosyanları vardır. Muhtelif proteinlerde bazı yapı farkları görülür. Proteinler, yüksek sayıda amino - asidlerin peptidleşme denen tarzda birleşerek teşkil ettikleri büyük moleküllü maddelerdir. Peptidleşme aşağıda gösterildiği şekilde vuku bulur:

H N H              O=C. OH
      |                        |
R1. CH             R2  CH2
      |                        |
O=C. OH           H N H

Bu suretle birleşmelere bir kaç yüz, hatta bazen binden fazla muh­telif amino - asidler katılarak bir protein molekülünü teşkil ederler. Proteinler, enzimlerin etkisile veya sulu mineral asidlerle, sulu alkali­lerle ısıtmakla kendi yapı taşlarını teşkil eden amino - asidlere bölünür ki, buna protein sindirimi veya hidrolizi denir. Protein sindirimi veya hidrolizi dediğimiz parçalanma peptidleşmenin tam aksi olan bir reak­siyondur. Her hangi bir protein çeşidinin hidrolize tâbi tutulması ile yapısına katılmış olan amino - asidlerin olduğu aydınlatılır. Bu ilk defa Emil Pischer tarafından yapılmıştır. Çok çeşitli proteinlerin yapısına katılan muhtelif amino - asidlerin sayısı 25 kadardır (58). Bunların bir kısmı muhtelif sayıda ve sırada peptidleşerek muayyen bir protein molekülünü meydana getirirler. İşte proteinleri birbirinden ayıran yapı farkları, onun inşasına katılan amino – asidlerden, bunların katılma oranından ve moleküldeki sıraları bakımındandır. Düşünüldüğü takdir­de, sonsuz denecek kadar büyük sayıda protein çeşidi imkânının mevcu­diyeti anlaşılır.
Proteinlerin bitkide nasıl sentez edildiklerini izah etmek içki bun­ların yapı taşları olan amino - asidlerin teşekkül edişlerini görmek gerekir. Amino - asid teşekkülü için iki yol vardır (59) :
a) Fotosentez ürünü olan küçük formaldehid polimerlerinden biri­nin iki molekülü arasında, bir mol su katılmasile, değer mübadelesi vuku bulur: Meselâ iki molekül glikol aldehitten biri glikol, diğeri glikolik aside döner:

CH2 . OH                               CH2 . OH                         CH2 . OH                        CH2 . OH
|                   H2O                     |                                        |                                      |
C = O        ——→                 C = O        ——→           CH2 . OH           +           COOH
|                                               |     
H                                            H
                         
Glikol Ald.                       Glikol Ald.                             Glikol                             Glikol
Burada teşekkül eden glikolik asid amonyakla kondanse olarak glikokol denen bir amino - asid meydana getirir:

CH2 . OH                                                         CH2 . OH
|                        +            NH3     ——→           |                                    
COOH                                                              COOH

Burada amino - asidlerin en basit temsilcisi olan glikokol'ün teşekkül ettiğini görüyoruz.
b) Heksos oksidasyonunda teşekkül eden keto - asidlerin amonyakla kondanse olmaları, amino - asid teşekkülünün bir başka yoludur. Orga­nik asidler paragrafında bu gibi keto - asidlerden pirüvik asidi görmüşdük. Keto - asid önce hidrogene olarak keto grupu alkol grupuna döner, bundan sonra amonyakla kondanse olur.

R                                    R                         NH3      R                  
|                                       |                                        |                                     
C = O + H2       ——→  CH. OH        ——→       CH. NH2  +  H2O
|                                       |                                        |     
COOH                            COOH                             COOH

Bu suretle teşekkül eden amino - asidler kendi aralarında peptidleşerek protein moleküllerini inşa ederler. Görülüyor ki, bitkide protein­lerin sentezi, bir yandan fotosentez olayı ile kurulan basit şekerlerle, diğer tarafdan heksoslar gibi başlıca şekerlerin oksidasyon ürünlerile ilgilidir. Bitki proteinlerinin yapı taşları olan amino - asidlerden belli başlı şunlar vardır: Alanin, fenilalanin, triptofan, valin, leucin, isioleucin, sistein, lysin, asparagin, glutamin, prolin, glikokol, histidin, arginin. Bunların açık formüleri, her hangi bir organik kimya kitabında bulunacağından, burada verilmemiştir.
Tütün yaprağındaki proteinlerin yapısı aşağı yukarı her bir cins ve tip için aynıdır. Bunların % 40-50 kadarı protoplazmada ve plastidlerde bulunur. Geriye kalan kısım ise, Aleuron taneciklerinde olduğu gibi yedek proteinlerdir. Son zamanlarda N15 isotopu ile yapılan araştır­malarda, plastid proteinlerinin ışıklı ve CO2 li ortamda sentez edildikleri anlaşılmıştır. Bu demektir ki, plastid proteini, diğerlerinin bir değişme ürünü olmayıp, yukarda açıklanıldığı gibi, fotosentez olayı ürünlerinden ve mineral azottan teşekkül ediyor (60). Proteinlerin bir kısmı nüklein asidile bileşerek nüJeoproteid'leri teşkil ederler. Nüklein asidi, adenin denen bir pürin türevi, beş karbonlu bir monos olan ribos ve fosforik asidden kurulmuştur.  Nükleoproteidler hücre çekirdeğinde bulunurlar.
Yeşil tütün yaprağında bütün azotlu bileşiklere tekabül eden azotun (ki buna total N de diyoruz). % 70–75 kadarını proteinlere tekabül eden azot (protein N) teşkil eder. Geriye kalan % 25–30 kadarı suda çözünebilir azot bileşiklerine aittir. Burada kısaca hatırlatalım ki, tütündeki bütün azotlu maddelerin bir bölünmesini (suda çözünmez proteinler) ve (suda çözünebilir küçük moleküllü azot bileşikleri) olarak böl. I, pragraf 1 de görmüştük. Yaşamakda olan yeşil yaprakta bir yan­dan amino - asidlerden protein sentezi, diğer taraftan proteinlerin küçük moleküllü, suda çözünebilir bileşiklere (ki bunlar başlıca amino - asidlerdir) hidrolizi vuku bulur. Büyümekte olan genç yapraklarda bu iki zıt yöndeki reaksiyon arasında dinamik bir denge mevcuttur. Keza büyümekte olan genç yapraklarda, buraya gelen çözünebilir azot bileşik­leri ile buradan göç edenlerin mikdarları arasında da bir denge yardır. Bu iki denge sayesinde, vitalite seviyesi yüksek olan yapraklarda total N ve protein N seviyeleri hemen hemen değişmez gibidir. Vitalitenin azalmağa başlaması ile bu dengeler de, birincisinde protein sentezi, ikincisinde gelen azot bileşikleri aleyhine olmak üzene, bozulmağa başlar. Yani vitalite seviyesi alçaldıkça total N ve protein N seviyeleride düşer.
Bu itibarla hasad anındaki vitalite durumunun total N ve protein N seviyeleri üzerinde çok etkin bir faktör olduğu anlaşılıyor. Puroluk tütünlerle sigaralık tütünler arasında bu bakımdan mevcut olan farkın meydana gelmesinde müessir olan âmillerin en önemlisi budur.
Yeni hasad edilmiş yapraklarda, her cins ve tip, için total N seviyesi % 1,3–6,0 arasında değişir. Her cins ve tipten çok sayıda örneklerin analiz­leri yapılarak elde edilen empirik bir faktör sayesinde total N' den bütün azotlu maddeler toplam mikdarı hesap edilebilir. Bu faktörün değeri 5,8 dir (61), O halde (Total N X 5,8) yaklaşık olarak bize azotlu maddelerin toplamını verir (*). Kurutma ameliyesinde, şartlara göre, proteinlerin % 20 – 50 kadarı hidroliz olarak çözünebilir bileşiklere döner. Protein­lerin plasmada ve plastidlerde bulunan kısmı enzimlerin etkisine karşı dayanıklı olduklarından, bu hidroliz olan kısım yedek proteinlerdir. Görülüyor ki azot grupu maddelerinde, Kurutma esnasında, derin değişme oluyor yani protein N önemli nisbette azalıyor, buna mukabil Çözüne­bilir N yükseliyor. Fakat total N'de sadece çok küçük bir azalma kay­dedilir. Bu kayıp nisbeti o kadar küçüktür ki, amelî olarak total N sabit kalıyor denebilir, Frankenburg'un purolukların kurutulması üzerimle yaptığı tetkiklerin azot bileşiklerine ait neticeleri aşağıdaki cetvelde özetlenmiştir:

Kurutma başında
Kurutma sonunda
%  Total N
%  Protein N
%  Çözünebilir N
5,61
3,69
1,92
5,34
1,65
3,69

Ticaret tütünleri içinde proteince en fakir olanlar Virginîa Brightlerdir. Bunların protein N seviyesi % 1 civarında bir ortalama gösterir. Protein N'den proteinler mıkdarma geçmek için 6,25 katsayısı ile çarpılır:
6,25 X Protein N = Protein
Proteinlerce en zengin olan tütünler puroluklardır. Bunların protein N seviyesi ortalaması % 2,5 – 3,0 civarındadır. Diğer tiplerde proteinler nisbeti bu iki ekstrem arasındadır.
Wenusch'a nazaran büyük moleküllü proteinler dumana bir takım kötü kokulu yanma ürünleri verirler. Bu müellif vitalitesi yüksek ve vitalitesi azalmış yaprakların pres özünden elde ettiği proteinleri ince­leyerek şu neticeyi müşahede etmiştir (62) : Vitalitesi yüksek olanlardaki mikdar diğerlerinin 3 katı kadardır. Bundan başka önemli bir fark yanma ürünlerinin kokusunda görülür. Vitalitesi yüksek yaprakların pres özünden elde edilen proteinlerin büyük moleküllü oldukları ve yanma ürünlerinin kötü kokulu oldukları, vitalitesi azalmışlarda ise protein moleküllerinin nispeten daha küçük moleküllü oldukları bunun neticesi olarak da yanma ürünlerinin kötü kokulu olmadığı iddia ediliyor. Vital kırılan purolukların Kurutma ve fermantasyonda geçirdikleri değişme­lerden önemli olan biri de proteinler bakımındandır. Bu ameliyelerde büyük moleküllü proteinler kısmen hidroliz olarak, kısmen de daha küçük moleküllere bölünerek purolukların karakteristik ve amonyakal kokusunu sağlarlar.
Proteinlerin analitik tariflerine gelince: Bunlar suda çözün­meyen azot bileşikleri olmakla diğer azot bileşiklerinden ayrılı­yorlar. Tütün sulu ekstresinde kısmen kolloidal olarak bulunan proteinleri kantitatif olarak çöktürmek için, Barnstein metodunda (CuSO4 -f NaOH) , Mohr metodunda ise seyreltik asetik asid kulla­nılır. Analiz neticelerinden protein yüzdelerinin doğru mukayesesini yapa­bilmek için bu iki metoddan hangisinin tatbik edilmiş olduğuna dikkat etmek lazımdır. Zira Barnstein ve Mohar neticelerinde küçük de olsa farklar görülür. Bu prensipe göre, yani proteinlerin suda çözünmediklerine dayanarak yapılan mikdar tayininde, proteinlerin yanında, küçük mikdarda başka bir takım maddeler de neticeye girer. Bunlar, amino asidlerle tanenlerin kondanse olmalarından teşekkül eden karışık yapılı, büyük moleküllü maddelerdir. Bu kompleks yapılı maddeler de suda çözün­medikleri cihetle proteinlerle beraber analiz neticesine girerler. Bilhassa fermantasyonda teşekkül eden bu maddeler, evvelce, fermantasyonda bir protein artışı olduğu zannını uyandırmışlardı. Sonradan, ölü yaprakda bir protein sentezi mümkün olmıyacağı düşünülerek yapılan tetkiklerde durum aydınlanmıştır (63). Bunların sebep oldukları analiz hatası tatbikatta önemi haiz olmayacak kadar küçüktür, çünkü hem mikdarları pek azdır, hem de örneklerin protein yüzdeleri bakımından mukayese­lerinde rol oynamazlar.
Protein nisbetinin, gerek Romanyalı araştırıcılar (64) gerekse diğer araştırıcılar tarafından tesbit edildiğine göre, daima aşağı ellerden yukarıya doğru yükseldiği bilinmektedir.

d _ Alkaloidler
Bitkiler tarafından sentez edilen ve kuvvetli fizyolojik tesirleri olan organik bazlara alkaloidler denir. Bizi ilgilendiren alkaloidler Nicotiana cinsinin muhtelif nevilerinde bulunanlardır. Yapıları az çok birbirine benzeyen alkaloidler, umumiyetle muayyen bir familya veya cins için spesifik olan bir grup teşkil ederler. Meselâ Nicotiana cinsinin muhtelif nevilerinde (Nikotin grupu) atkaloidlerin çeşitli oranlardaki karışımları bulunur. Bu karışım içinde en büyük mikdarda bulunan alkaloide (Aslî alkaloid), diğerlerine (Tâli alkaloidler) denir. Nikotin grupu alkaloidlerinin konstitüsyonlarını izah edebilmek için önce bazı müşekkillerini tanımak yerinde olur :
Bu grupu teşkil eden alkaloidlerin ortak vasıfları daima iki heterosiklik halkadan kurulmuş olmalarıdır. Bu heterosiklik halkalardan biri de daima piridin'dir :

Halkadaki azot atomuna nazaran C atomlarına alfa, beta ve gamma denir ki bunlar yukardaki formülde sıra ile (1), (2) ve (3) No. ları ile işaret edilmişlerdir. Bütün Nicotiana alkaloidlerinde piridin diğer heterosiklik halkaya beta karbondan bağlıdır. Şimdi piridinden maadaki halkaları tanıtalım : Bullardan biri pirrolidin'dir.

Alkoloidin ikinci müşekkili olan bu "İkinci halka,, lar da daima piridi a İfa karbondan bağlıdırlar. Bu "ikinci haîka.ı lar bazen lazot üzerinde bir metil grupu ihtiva ederler ki, bu, N - metil diye ifade edilir. Şimdi bir misâl olarak nikoti-ni izah edelim : "Birinci halka hepsinde olduğu gibi, beta karbondan bağlı bir piridin halkasıdır. "İkinci halka” burada bir N - metil – pir rolidin'dir. Aşağıda nikotin'in formülünü görüyoruz;

(Nikotin)
Alkaloidlerin bitkide nasıl sentez edildikleri henüz iyice aydınlatıl­mış olmamakla beraber, bunların bazı amino - asidlerin halkalaşmasi suretile teşekkül ettiklerine dair emareler müşahede edilmekdedir. Meselâ tohumun intaşı sırasında nikotin mikdarının artışı ile yedek protein­lerin sarfedilmelerinde bir paralellik görülür. Robinson'a göre solanacea alkaloidlerinin yapısına katılan beşli ve altılı heterosiklik halkaların inşasına lysin ve arginin gibi amino - asidlerden hareket ediliyor (65). Nikotinin başlıca köklerde sentez edildiği ilk defa japon bilgini Hasegawa tarafından aşı denemelerile ortaya konmuştur (66). Bu araştırı­cının yaptığı aşı denemeleri şunlardır: Aynı familyadan olan domates üzerinde tütün aşılanıyor, bir müddet sonra tütün yapraklarındaki niko­tinin kaybolduğu tesbit ediliyor. Tersine, tütün üzerine aşılanan domates yapraklarında ise nikotin bulunduğu görülüyor. Buradan çıkarılan netice, nikotinin köklerde sentez edilerek solunum yolları ile yapraklara iletil­diğidir. Dawso'n da tecrit edilen tütün kökü dokusunda, nikotinin inor­ganik azot tuzlarından sentez edildiğini tesbit etmiştir (67). Son yıllarda yapılan araştırmalar nikotinin başlıca köklerde sentez edildiğini, fakat pek küçük mikdarlarda bitkinin üst kısımlarında da teşekkül ettiğini göstermiştir. Normal olarak bitkinin üst kısımlarında teşekkül eden nikotin, tamamının. % 0,04 ü kadardır (68). Sentez yerinin başlıca kökler oluşu her alkaloid için genel bir kaide değildir. Netekim, bazı cinslerdeki doku özelliği sayesinde, "ikinci halka” daki metil grupunun ayrıldığı (demetilâsyon) vakidir. Meselâ Nic. tabacum üzerine aşılanmış Nic. glutinosa yapraklarında nikotinin demetilâsyonu ila nornikotin teşekkül ettiği görülmüştür (69). Burada, tabacum kökle­rinde sentez nikotin glutinosa yapraklarına sevk ediliyor, orada demetile oluyor. Yine Dawsön tarafından Nicotiana glauca yapraklarında ana-basin sentezinin vuku bulduğu gösterilmiştir. (70).
Alkaloidlerin bitki organizmasında bir rolleri olup olmadığı hak­kında henüz kesin bilgilerimiz yoktur. Bununla beraber bunların, canlı yaprakta olsun, Kurutma veya fermantasyonda olsun, bir takım reak­siyonları hızlandırdıkları, diğer bir kısım reaksiyonları geciktirdiklerine dair ortada kuvvetli emareler vardır. Meselâ Dawson, bitki tarafından alınan nitratların indirgenmesile alkaloid nisbeti arasında sıkı bir ilişki bulunduğunu müşahede etmiştir. Keza Frankenburg, fermantasyondaki oksidatif olayların, alkaloid seviyesinin yüksekliği nisbetinde güçleştiğini tesbit etmiştir (71). Esasen Nicotiana alkaloidlerinin yapılarına bir göz atacak olursak, "ikinci halka” ları beşli olanlar arasındaki konstitüsyon farklarının ya metilli - metilsiz olduğundan, veya Hidrogen sayısı bakımından ibaret olduğunu fark ederiz, "ikinci halka” ları altılı olanlar arasında da aynı münasebetler görülür. Bu da, organizmadaki redoks olaylarında alkaloidlerin, pozitif veya negatif, katalitik rolleri hakkındaki mütaleaları kuvvetlendiren bir faktördün. Alkaloidlerin bitkinin morfolojisi üzerinde belirli bir tesiri haiz olmadıkları bazı aşı denemeleri ile anlaşılmıştır. Nikotin biriken domates yapraklarında ve nikotinini kaybeden tütün yapraklarında her hangi bir; deformasyon görülmemiştir (72).
"İkinci halka” larını bir kısmı pirrolidin'de olduğu gibi beş üyeli, bir kısma da meselâ . piperidin'de olduğu gibi altı üyelidir. Bu altı üyeli halkalara bir örnek olmak üzere aşağıda piperidin'in formülünü veriyoruz:

Nicotiana alkaloidlerinin yapılarına iştirak eden "ikinci halka'ların tariflerini yukarda verilen temsilcilere göre yapabiliriz:
Dehidropirrolidin.: Pirrolidin'in bir H2 kaybederek bir alfa ve bir beta karbon arasında çifte bağ teşekkül ürünüdür.
Pirrol: Pirrolidinin iki H2 kaybederek iki çifte bağ teşekkülü ürünü­dür. Pirrol halkası, ehemmiyeti dolayısile aşağıda sunulmuştur:

Dehidropiperidin : Piperidin'in beta ve gamma karbonlarından bir H2 kaybederek burada bir çifte teşekkülü ürünüdür.
Şimdi, Nicotiana alkaloidlerinin başlıcalarına ait "ikinci halka” ları ve bunların piridinle olan genel bağlanma şeklini gördükten sonra, hep­sinin ayrı, ayrı formülleri ile verilmelerine lüzum kalmadan, tariflerini yapabiliriz:
 1-Nikotin
Yukarda formülü verildi.
 2-Nornikotin
Pinidin - pirrolidin   (nikotinden farkı metil grupu bulunmamasıdır)
 3-Miosmin
Piridin - dehidropirrolidin
 4-Metilmiosmin
Piridin - N - metildehidropirrolidin
 5-Nikotirin
Piridin - N - metilpirrol
 6-Nornikotirin
Piridin - pirrol
 7-Anabasin
Piridin - piperidin
 8-Metilanabasi'n
Piridin - N – metilpiperidin
 9-Anatabin
Piridin - dehidropiperidin
10-Metilanatabin
Piridin - N - metildehidropiperidin
11-2,3 – dipiridil
Piridin - piridin
Nikotin piridin ve pirolidin halkalarındaki tersiyen amin azotundan dolayı bazik bir maddedir. Bu itibarla tütün yaprağı dokusundaki asidlerle tuz halinde bağlı bulunur. Normal basınç altında 246,1 °C 'da kaynayan bir sıvıdır.
Tütün bitkisinde nikotin en az sapta, bunu takiben de sıra ile, çiçek aksamında, aslî kökte ve tâli köklerde bulunur. Nikotinin en yüksek seviyesi yapraklarda görülür (73). Nikotin nisbeti yaprakta eşit olarak dağılmış olmayıp saptan uca ve orta damardan kenarlara gittikçe yük­selir (74). Nikotinin irtikâz durumuna göre nasıl değiştiği hakkında muhtelif araştırıcıların fikirleri birbirini tutmaz. Ekserisi aşağıdan yukarıya doğru yükseldiğini kabul eder. Brückner, Makedonya tütünlerini inceleyerek bunlarda en yüksek nikotin seviyesinin orta ellerde görül­düğünü kaydetmiştir. Vladescu, tepe kırıldığı takdirde aşağıdan yukarıya doğru azaldığını, tepe kırılmadığı takdirde de aksi varit olduğunu bildirmiştir. Anlaşılan bu keyfiyet çeşitli faktörlere tâbidir ve genel bir kaide yoktur.
Nikotin nisbetini yükselten faktörler, tepe kırma, seyrek dikim, azotlu gübreleme ve kuraklıktır. Bergerac'da yapılan tetkiklerden anlaşıldığına göre güneş görme müddeti uzadıkça nikotin seviyesi yükseliyor(75).
Garner'in bildirdiğine göre, meselâ % 2 nikotinli bir tütünde sığ tepe kırma seviyeyi % 2,70 derin tepe kırma ise % 4,5 e kadar yük­seltiyor. Tepe kırmanın nikotin üzerindeki yükseltici etkisinin tamam­lanması 3–4 haftada olur (76), Flodsorf ve arkadaşları nikotinin nisbetinin, iklim şartlarının etkisi altında yıldan yıla gösterdiği değiş­meleri 1927 - 48 yılları arasında esaslı bir şekilde tetkik etmişlerdir (77). Bu incelemelerin ilgi çekici neticeleri şöyle özetlenebilir: Denemeler için 100 adet ekici angaje edilmiştir. Bu yüz ekicinin örneklerinin ortalama nikotin nisbeti 20 yıl içinde % 2,5 – 6,0 arasında değişmiştir. 90 ekicinin örneklerindeki nikotin nisbetleri umumî yıllık ortalamanın % 10 eksiği ve % 10 fazlası arasında bulunmuştur. Geriye kalan 10 ekicide ise bu fark + % 100 -150 kadardır. Kurak yılardaki ortalama yağışlı yıllardakinin üç katına kadar yükseliyor.
Dikim aralıklarınla büyümesile nikotin seviyesinin yükseldiği hak­kında Dimofte'nm Molavata varyetesile yaptığı denemeleri bir örnek olarak aşağıda sunuyoruz: 30 sm X 15 sm de, nikotin % 0,87, 40 sm X 20 sm de % 1,28, 60 sm X 30 sm de % 1,64 bulunmuştur (78).
Nikotin N. tabacum'un aslî alkaloidi olduğu gibi, nornikotin N, glotinosa'ının, anabasin de N. glauca'nın aslî alkaloidleridir. Bu gün ticarette bulunan tütünler, ihtimal ki yıllardan beri vukuu bulan gelişme­lerinde aslî alkaloidi nikotin ve nornikotin olan cinslerin karışması neticesidirler. Ticaret tütünlerinin çoğunda aslî alkaloid nikotin olduğu halde, bazılarında nornikotin aslî alkaloid seviyesindedir. Bazı tiplerde de nikotin ve nornikotin aşiağı yukarı eşit seviyede bulunurlar. Türk tütün­leri bu bakımdan henüz bir tetkike tâbi tutulmamış olmakla beraber % 0,70 nikotin ihtiva eden bir örnekte % 0,10 nornikotin bulunduğuna dair bir analiz neticesine tesadüf edilmiştir. Tütünlerde nikotin - nor­nikotin oranının büyük bir önemi yoktur. Zira bu iki alkaloid gerek analitik bakımdan, gerek fizyolojik etki ve içim vasfı üzerindeki rolleri bakımından hemen hemen aynı özellikleri haizdirler.
Tütünde tipik alkaloidlerden başka, bunların müşekkilleri olan heterosiklik bazik halkaların serbest olarak bulunduklarında şüphe yoktur. Netekim, pirrolidin, N - metilpirrolidin, piperidinin ve siklik olmayan trimetilaminin mevcudiyetleri tesbit edilmiştir (79).
Nikotinin istihlâk safhasın'a ait meseleleri DUMAN bölümünde verilmiştir.
7 — Eterde Çözünen Maddeler
Bu maddelerin eterde çözünen maddeler diye bir sınıf içinde top­lanmaları, aralarında bir kimyasal yapı bağıntısı bulunmasından ziyade ortak bazı özelliklere sahip olmalarındandır. Bu ortak özellikleri aşağı­da, iki kısımda mütalea edeceğiz:
a)       Tütün dokusundaki organik maddelerin bir kısmı suda, diğer bir kısmı da eter gibi organik solventlerde çözünürler.   Bunların dışında kalan üçüncü bir kısım ise ne suda, ne de eterde çözünen organik madde­leri ihtiva eder. Yaprak müşekkillerinden bir kısmının çözücü olarak suyu veya eteri tercih etmeleri dokuda bulundukları hale tâbidir. Orga­nik asidler ve bazlar tuz halinde bağlı bulundukları halde suda çözü­nürler, serbest halde ise eteri tercih edenler. Tütün yaprağı dokusunun normal pH değerleri 4 – 7 arasında bulunur ki, bu takdirde organik asid ve bazların başlıca mikdarları tuz halinde bağlı bulunur ve çözücü olarak suyu tercih eder haldedirler. Yalnız bunlardan bazılarının pek küçük mikdarları disosye olmuş bulunduğundan, bu küçücük kısımlar eterde çözünür. İşte tütün dokusunun, önceden bir asit veya bir alkali ile muamele edilmeksizin,   direkt olarak eterle ekstraksiyonunda bir arada elde edilen maddeleri eterde çözünen ortak özelliğini haizdirler.
b)      Bunların ikinci müşterek vasıfları, başlıcalarının yaprak epidermindeki kıllar tarafından ifrağ edilmeleridir. Bu itibarla yaprak yüze­yinin reçineli yapışkanlığı bu sınıf maddeleriden ileri gelir. "Eterde Çözünen Maddeler” in bu iki ortak özelliği, eter ekstraktına geçen bazı boyar maddeler vs. gibilerinin bu sınıfa dahil edilmemelerinin sebebini teşkil eder. Direkt ekstraksiyonda etere geçen (E. Ç. M.) lerden şu gruplar vardır:
1)             Hidrokarbonlar (Parafin sınıfından ve terpenlerden).
2)      Alkoller   (alifatik sınıftan, terpen sınıfından ve bunların polimerizasyon ürünü olan reçineler sınıfından olanlar).
3) Asidler (Doymuş ve doymamış şahmî asidler, fenolik asidler, reçine asidleri).
4) Esterler (yukardaki asidlerle alkollerin esterleri, şahımlar - maylar, reçine esterleri, ki bunlar reçine alkollerile basit asid'lerin ve reçine asidleri ile basit alkollerin esterleridirler, vakslar gibi alifatik asidlerin monobazik alkol esterleri).
Bunlardan başka bir mikdar steroller ve bazı aldehidler bulunur. Keza eter ekstraktına bir takım büyük moleküllü ve karışık yapılı polimerizasyon ürünleri geçmektedir.
E. Ç. M.'lerin total mikdarlarını tayin için çeşitli organik solventlerle ekstraksiyonlar yapılır. Ancak, ekstraksiyonda kullanılan solventin mahiyetine göre yukarda saydığımız maddelerin karışımı bir hayli değişiklikler! gösterir. Petroleter, benzin gibi hidrokarbon solventlerde daha ziyade parafinler ve vakslar ekstre edilirler. Buna karşılık, alkol ve ester solventler vaks ve parafinlerin pek küçük mikdarlarını, reçine alkollerinin, reçine asidlerinin, reçine esterlerinin, ve umumiyetle mole­küllerinde fazla  oksigen bulunan maddeleri  tamamını  ekstre  ederler.
Eter (dietileter), bu iki ekstrem arasında en uygun bir çözücü rolünü ifa eder.
E. Ç. M.'lerin mühim bir kısmı kimyasal bakımdan terpen sınıfına ait olduğundan burada kısaca bu maddelerin mahiyetinden bahsetmeği faydalı bulduk:
Bitkiler âleminin birçok maddeleri, reçineler, kâfuru, mantol gibi kokulu maddeler, uçucu yağlar, kauçuk gibi yüksek polimerler bu terpen sınıfı türevleridir. Terpenlerin yapı taşlarım isopren denen doymamış bir-hidrokarbonun molekülleri teşkil eder:

İsoprenin iki molekülü, çeşitli şekillerde polimerize olarak ya dal­lanmış zincir şeklinde veya halkalı hidrokarbonlar teşkil ederler ki bunlara (monoterpenler) denir. Bunların birincilerine (olefinik terpenler), ikincilerine de (siklik terpenler) denir. Aşağıdaki formüller bun­lardan birer örneği temsil ediyor:

Bunlardan birincisi Mirsen diğeri yani halkalı olan, Limonen'dir. Bu yapıdaki maddelerin, çifte bağların ve H atomlarının yer değiştirmeleri suretile vuku bulan, isomer ve polimer çeşitleri imkânı çok büyüktür. Bu imkân, terpenik maddelerinin çok sayıda çeşitleri olmasını sağlattığı gibi, alkol, keton, karboksil gibi fonksiyonlu türevleri, keza oksidasyona ve başka reaksiyonlara elverişli olmaları da yine çok çeşitli ürünler vermelerine sebep olur.
Euler, Tchirch gibi araştırıcılar terpenlerin, bitkide şekerlerin değişme ürünlerinden teşekkül ettiklerini ileri sürmüşlerdir (80). Çeşitli örneklerin çok sayıda analiz neticelerinden anlaşıldığına göre E. Ç. M/lerin ortalama seviyeleri, yeni hasad edilmiş sigaralıklarda % 7,5 yine yeni hasad edilmiş puroluklarda % 7 civarındadır (9). Gerek sigaralıklârın flue - curing metodu ile, gerekse purolukların air - curing ile kurutulmalarında kaydedilen azalma, başlangıç mikdarlarının takriben 1/7 si civarındadır. Bu azalmanın sebepleri (Kurutma) bölümünde izah edilmiştir. Bu sınıftaki maddeleri yukarda kimyasal bir tasnife tâbi tutmuştuk, şimdi bazı fiziksel özellikleri ve Tütün Kimyasın'daki rolleri bakımından bir gruplandırmayı göreceğiz : Ve bunları üç bölümde toplıyacağız :
                 1) Uçucu yağlar
Bunlar E. Ç. M.'lerin su buharile sürüklenebilen fraksiyonunu teşkil ederler. Yaprak yüzeyindeki kıllar tarafından ifraz edilirler. Nisbeten uçucu olmaları ve bazı kokulu maddeleri ihtiva etmeleri dolayısile bazı tip tütünlerin özel aromalarını sağlarlar. Bu itibarla birçok araştırıcı­lar tarafından incelenmişlerdir. Tütündeki nisbetleri pek küçük olup % 0,05 – 0,5 arasında değişir. Bir tütün cinsinde tesbit edildiğine göre aşağı yapraklarda % 0,16 yukarı yapraklarda % 0,47 bulunmuştur. Kuraklık, seviyelerini yükseltir. Bileşimlerinde muhtelif organik asidler ve alkoller bulunur. Bu asid ve alkollerin en büyük kısmı esterleşmiş haldedir. Esterler, molekül ağırlıkları göz önünde tutulmak şartile, kendilerini teşkil eklen asid ve alkollerin serbest haldeki uçuculuklarından daha yüksek bir uçuculuk gösterirler. Zira karbokşil ve alkol hidroksil­leri uçuculuğu önemli ölçüde azaltan gruplardır. Uçucu yağların, Kurilo tarafından tesbit edildiği gibi (81), Kurutma esnasında mikdar artışı göstermeleri ide bu esasa göre izah edilebilir, çüriki bu sırada E. Ç. M.'lerin aşağıda bahsedeceğimiz diğer fraksiyonlarında bulunan bazı organik asid ve alkollerin esterleşmesi vuku bulur. Uçucu yağların bileşiminde, en büyük kısımları esterleşmiş halde bulunan asid ve alkol­ler şunlardır: Formik, asetik, isovaleryanik, isobutirik, kaprilik, palmitik, tereftalik, miristik asidler, 4 ilâ 6 karbonlu alifatik alkoller, terpenik alkoller, gliserin ve sorbitol gibi polialkoller (82), furfuranik alkoldür. Bu fraksiyonda furfurol de bulunmuştur. Fenollerden, karanfil yağının başlıca müşekkilleri olan eugenol ve isoeugenol'ün mevcudiyet­leri tesbit edilmiştir. Uçucu yağların geriye kalan kısmı terpen sınıfın­dan ve parafinlerden bazı hidrokarbonlardır. Terpenlerden, muhtemel olarak limonen C10H16, C10 H18, C11 H20 gibileri (84), parafinlerden C27 H56 ve C31 H64 (85) tesbit edilmiştir. Uçucu yağların iod ve ester endislerinin tetkiki, bunların çok sayıda olefin bağları ve ester ihtiva ettiklerini göstermiştir.
             2)Reçineler
E. Ç. M.'lerin bu fraksiyonunun müşekkilleri, bilhassa reçine alkol­leri ve reçine asidleri ile resen'lerdir. Bütün bunlar terpenlerden türeme maddelerdir. Resenler, alkol hidroksili veya karboksil gibi fonksiyonlu gruplar ihtiva etmeyen nötür terpenik polimerlerdir. Keza bu fraksi­yonda, uçucu yağlarda bulunduklarını bildirdiğimiz bazı esterler, vaks ve parafinlerden de küçük mikdarlarda bulunur. Esasen reçineler ile uçucu yağlar arasında kesin bir bileşim sınırı yoktur. Meselâ hem uçucu yağlarda, hem de reçine fraksiyonunda bulunan asid ve alkoller, uçucu yağlarda daha ziyade esterleşmiş halde, reçinelerde ise serbest halde bulunurlar. Denebilir ki, reçineler E. Ç. M.'lerin en az uçucu olan fraksiyonudur. Bu vasfin bir sebebi (ester endisi) nin nisbeten düşük oluşu, diğer bir sebebi de uçuculukları çok düşük olan büyük moleküllü maddeler bulunuşudur. Bu büyük moleküllü müşekkillerin bir kısmı uçucu yağlarda bulunmayanlar olup, bir kısmı da uçucu yağlardaki bazı maddelerin oksidasyon ve polimerizasyon ürünü olarak teşekkül edenlerdir. Reçineler, E. Ç, M.'lerin mikdarca en önemli kısmını teşkil ederler. Tütünlerdeki reçineler nisbeti yaklaşık olarak % 5- % 10 arasında değişir. Uçucu yağ müşekkillerinden bazılarının oksidasyon ve polimerizasyon suretile büyük moleküllere dönmeleri, bunların reçine fraksiyonuna katılmalarını sağladığı gibi, reçine fraksiyonunda bulunan bazı maddelerin esterleşme suretile, ve hararetin etkisile küçük molekül­lere bölünmek suretile uçuculuk kazandıkları vâkidir. Uçucu yağ fraksiyo­nunda bulunmayıp yalnız reçine fraksiyonunda mevcudiyetleri tesbit edilen yüksek moleküllü maddelerden Tabacen asidi isomerleri vardır (86). Bunların empirik kaba formülü C2İ H41 O5 dir. Alfa - ve beta - tabacen asidler eterde çözündükleri halde, gamma - tabacen asid yalnız benzen ve petroleterde çözünür.
Yukarda, E. Ç. M.'lerin, bir takım konvansiyönel ekstraksiyonlar, ile tayin edildiklerinden bahsetmiştik. Şark sigaralıklarını tetkik eden bir araştırıcı bunların 96° lik alkolle yapılan ekstraksiyonunda % 5 -12,5 arasında değişen efestraktlar elde edildiğini bildiriyor. Buradaki vakslar nisbeti % 0,5 olarak tesbit edilmiştir. Bu müellif, alçak kaynayan petroleterde çözünen yumuşak reçine mikdarının, bu solventte çözünme­yen seri reçine mikdarından daha yüksek olduğunu, elde ettiği total reçinenin % 58 kadarının asidli mahiyette, % 38 kadarının da sabunlaşmayan karakterde olduğunu bildiriyor (87).
3) Parafinler ve Vakslar
Parafinler bilindiği gibi doymuş alifatik hidrokarbonlardır. Vaks­lar (bitki mumları), Yüksek yağ asidlerile monobasik yüksek alkollerin esterleridirler. Bu iki sınıf maddenin bir grupta toplanmaları, ortak analitik özelliklerden ileri gelir: Gerek parafinler, gerek vakslar sıcak alkolde çözünürler, soğukta ayrılırlar. Tütünlerde, mevcut reçinelerin total mikdarının % 6 sı kadar parafin ve bir o kadar da vaks bulunur (88). Vakslar ve parafinler yaprak ve meyve gibi bitki organlarının yüzeyinde birikip su buharlaşmasını sınırlayıcı bir rol oynarlar. Para­finlerden tütün yaprağında mevcudiyetleri tesbit edilenler bilhassa 27 ve 31 karbonlu dallanmamış hidrokarbonlardır. Vaksları teşkil eden, esterlerin asid ve alkol müşekkillerinin aynı adette C atomu ihtiva etmeleri, bunların, yüksek aldehidlerin bir Cannizzaro reaksiyonu üze­rinden vuku bulan iç redoks ürünü olduklarını gösterir(89). Vakslar ve parafinler bitkilerde ekseriya karışık olarak bulunurlar.
Yanma olayında, yani tütün içilmesinde, yaprakta bulunan E. Ç. M.'lerden uçucu olanlar daha ziyade buharlaşma suretile, uçucu olma­yan büyük moleküllüler parçalanarak dumana geçerler. Dumanda da E. Ç. M.'ler bulunur ise de bunlardan bir kısmının kaynağı yaprakdaki E, Ç. M.'ler, diğer bir kısmının kaynağı ise başka yaprak müşekkilleridir, E. Ç. M.'lerin, dumanın aroması, tadı, fizyolojik etkisi vs. bakımlardan önemi büyüktür. Bu hususdaki tafsilât, ilgisi dolayısı ile, duman bölümünde verilmiştir.

8 — Polifenoller - Tanenler
Aromatik sınıftan hidrokarbonların (Benzen, toluen gibi), halka üyesi C atomu üzerinde hidroksil grupu ihtiva eden türevlerine fenol denir. Birden fazla fenol grupu ihtiva eden maddelere de polifenoller denir. Aşağıda bunların bir kaç örneğini sunuyoruz:

Polifenollerin başka bazı maddelerle birleşerek teşkil ettikleri büyük moleküllü türevleri, bitkiler âleminde çok yaygın bulunan tanenler’dir. Meselâ, yukarda formülü verilmiş olan gallüs asid moleküllerinden beş tanesinin bir piranos - glikos'un beş hidroksili ile esterleşmiş türevi Türk taneni diye tanınmış meşe palamutu tanenidir. Polifenollerin bitki­de teşekküllerinin, şekerlerin karbosiklik halkaya döndükten sonra dehidrogene olmaları suretile mümkün ve muhtemel görülmekdedir. Karbosiklik halka, bütün üyeleri C atomu olan bir halka'dır. Şekerlerin piranos veya furanos şekillerinde ise halkada bir O atomu üye olarak bulunur. Bir heksos'un karbosiklik teşkilinde   (1)   inci ve  (6)   inci C atomları birbirine bağlanır. Bu suretle, sikloheksan'ın her bir C atomu üzerinde bir hidroksil ihtiva eden türevi meydana gelir ki, bu bir çok bitkilerde bulunan inosit’ten başka bir şey değildir. Tütünde ortalama % 1,30-1,40 kadar inosit bulunduğu tesbit edilmiştir (90). Keza sikloheksan'ın bir karboksil ve dört hidroksil ihtiva eden türevi olan kinik asid (kina asidi) nin de tütünde mevcudiyeti bilinmekdedir (91) İşte bu gibi alisiklik alkollerin dehidrogene olmalarından fenoller türer.
Tütünde bulunan fenolik maddeleri dört grupa ayırabiliriz :
1)      Basit fenoller : Bunlar asidlendirilmiş tütün örneğinin distalasyonu ile ayrılırlar. Başlıcaları Katekol, eugenol, isoeugenol ve bunlarla ilgili türevlerdir. Tütündeki mikdarlara pek küçük olup ortalama nisbetlterî % 0,01 – 0,04 Kadardır (92).
2)      Fenolleri glikosid'leri (*) : Bunlar rutin gibi boyar maddeler olduklarından, bundan sonraki bölümde incelenmişlerdir.
3)      Fenolik asidler: Bunlar, yine birçok bitkilerde bulunan, kafeikasid (kahve asidi), klorogenik asid gibilerdir. Aşağıda'ki formüller ile bu iki önemli fenolik asidin yapıları açıklanmıştır: Kinik asid, yukarda da dediğimiz gibi, fenolik değil fakat alisiklik bir oksi - asid'tir. Bunun, + işaretli alkol grupu ile kafeik asidin esterleşmesinden klorogeniik
asid meydana gelir.

4) Yüksek moleküllü polifenoller : Bunlar da tanenlerdir.
Tütündeki polifenoller mikdarını kesin olarak tayin etmek için şimdilik mükemmel bir metod mevcut olmamakla beraber, bunların indirgenlik vasıflarına dayanan konvansiyonel metodlar vardır. Tütünün başlıca indirgen maddeleri şekerler ve polifenoller olmakla beraber, bunlardan başka az mikdarda bazı indirgen maddeler de bulunmuştur. Meşelâ askorbik asid (C vitamini) fenolik veya şeker olmayan indirgen bir madde olup tütünde ortalama olarak % 0,5 % 1 kadar bulunduğu tesbit edilmiştir (93). Görülüyor ki, (total indirgeme) değerine, küçük nisbetlerde olmakla beraber başka müşekkillerin payı da katılıyor. Tütünün sulu ekstresinde bulunan polifenolik maddeler, şekerlerden, bazik kurşun asetatla çökelme suretile ayrılırlar. Bu itibarla, çökelme­den sonraki indirgeme değeri, total indirgeme değerinden çıkarılmakla, endirekt olarak polifenolik maddelere tekabül eden indirgeme değeri bulunur. Başka bir tayin metodu da, polifenollerin ve tanenlerin deri tozu tarafından tutulmalarıma dayanır. Bu suretle tütün sulu ekstresinin, deri tozu ile muamelesinden önceki ve sonraki indirgeme değerleri arasında, fark, yine konvansiyonel olarak, polifenollik maddelere tekabül eder. Bu metodlarla çok sayıdaki örneklerin incelenmesinden varılan neticelere göre yeni hasad edilmiş sigaralıklârdaki ortalama nisbetleri % 2,0 puroluklardaki ise % 2,5 kadardır (9). Türk tütünlerinin fabri­kasyona hazır olgunlukdaki örneklerinde polifenoller nisbeti % 0,5 - % 5,0 arasında değişir. Bizim müşahedelerimize göre, polifenoller mikdarı, aşağı yukarı, daima şekerler miktarı ile paralel bulunur. Air - curing sonunda yaprakların almış oldukları koyu renk polifenollerin değişme ürünlerinden ileri gelir. Polifenoller yeşil yaprakta dayanıklı oldukları halde, oksidatif şartların hâkim olduğu Kurutma ameliyesinde değişme­lere duçar olurlar. Bunların canlı yaprakta nisbeten dayanıklı olmaları, bir bakıma göre, askorbin asidi gibi kuvvetli indirgen maddeler tarafın­dan oksidasyona karşı korunmalarından ileri gelir (94). Roberts'in teorisi ise, şöyle izah ediyor (95) : Fenolik bileşiklerin oksidasyonunu kataliz eden enzimler hücre içindeki cytoplasm'da bulundukları halde, polifenoller hücreler arası ortamda bulunurlar. O halde hücre gışaları harap olmadıkça temasa gelemezler. Uzun süren Kurutma ameliyelerin­de, hücre zarlarının harap olmaları ile, fonolik maddelerle oksidasyon enzimleri temasa gelerek reaksiyon mümkün olur. Bu müellif, son araştırmalarında kromatografik metodla tütündeki polifenolleri incelemiştir (96). Alınan neticelere göre, tütündeki fenolik maddelerin başlıca kay­nakları rutin ve klorogenik asididir. Kafeik asid ve tanenler kromatografi ile tesbit edilememiştir. Tütünün rengini veren çeşitli boyar maddeler, kimya bakımından fenolik grupa ait olmakla beraber biz bunları (Boyar maddeler) bölümünde mütalea edeceğiz.
9 — Boyar Maddeler
Tütündeki mikdarları küçük olmasına mukabil, yaprağa verdikleri renk dolayısı ile büyük önemi haiz olan renkli maddelere (Boyar mad­deler) diyoruz. Yaprak renginin kimyasal bileşimle çok sıkı münasebeti bulunması, hiç şüphesiz, bunların son durumlarını tayin eden etkin faktörlerin aynı olmasındadır. Bu itibarla, yaprak rengi tütünün genel karakteri ve kalitesi için gayet manâlı bir endikatördür.
Renk, ticaret tütünlerinin ekspertizinde ön plânda rol oynıyan unsurdur. Fakat renk ile kalite arasında bir münasebet kurmak için, bütün tütün cinslerine şâmil olacak umumî bir kaide bahis konusu değil­dir. Nasılki yaprak müşekkillerinden her hangi biri ile kalite anasında genel bir münasebet kurmak mümkün değilse ve böyle bir münasebetin ancak muayyen bir cins tütün için varit olması mümkün ise renk için de durum aynıdır. (Böl. I, paragr. 4 ile mukayese ediniz). Tütünlerin bileşim karakterleri bakımından iki zıt ekstrem arasında (dağıldıklarını gördük (Böl. I, paragr. 6). Bunun gibi renkler de iki zıt ekstrem arasın­da, nüanslarla tondan tona geçerek, dağılırlar. Bu iki ekstrem, açık sarı ile koyu - esmer'dir. Açık - sarı, asidli ekstreme, koyu - esmer de alkalik ekstreme tekabül eder. Yani asidli ekstrem tipi meydana getiren istihsâl şartları rengi açık - sarı'ya, alkalik ekstremi meydana getirenler ise - koyu - esmer'e götürürler. Tütün yaprağının nihaî boyar maddeler bilançosu, onun renk tonunu tayin eder. Boyar maddeler bilançosunun takarrüründe en ziyade müessir olan faktörler ise, hasad anındaki vitalite durumu ile Kurutma ve fermantasyon şartlarıdır. Tütün yapra­ğının esasen mevcut olan ve sonradan Kurutma ve fermantasyonda teşekkül eden bütün boyar maddelerini dört grupta mütalea edebiliriz:
a) Klorofil:
Yeşil tütün yaprağının rengine hâkim olan klorofilin, yapıları az farklı olan a ve b çeşitleri vardır. Molekül yapısının esasını, aşağıda formülünü verdiğimiz Porfin halkası teşkil eder. Bu halka, görüldüğü gibi, alfa C atomlarından birbirine birer = CH - grupu ile bağlanmış dört pirrol molekülünden kurulmuştur:

Klorofillerde bu halkaya katılmış olan bazı küçük alkil grupların­dan maada, bizim için asıl ilgi çekici olmak üzere, şu gruplar da bulunur:
Klorofil yapısının temelini teşkil eden porfin halkasının 7 No. lu C atomu  üzerinde  bir - CH2 - CH2 - COOH grupu,   keza bir beta - keto asid bakiyesi, beta C atomu ile 6 No. lu porfin C atomuna, alfa G atomu ile, III ve IV pirrol'lerini bağlayan = CH - karbonuna bağlıdır. Özet olarak, iki karboksil grupu vardır ki, bunlardan birincisi fitol denen yüksek alkolle, ikincisi metanol ile esterleşmiş haldedir. Fitolun mole­külü şudur:

        CH3
         |
H3C–C–CH2–CH2–CH2–CH–CH2–CH2–CH2–CH–CH2–CH2–CH2–C–CH–CH2-OH
         |                             |                                |                                |
        CH3                       CH3                                          CH3                                         CH3
                                                                   Pitol
Klorofiller, porfin halkasının oltasında bir magnezyum atomu ihtiva ederler (*). Mg. atomu pirrollerin halka üyesi olan N atomları ile deformasyon bağıntısında bulunmakdadır. Klorofil a ile klorofil arasın­daki küçük konstitüsyon farkı şudur : II. pirrol halkasındaki 3 No. lu C atomu üzerinde, klorofil a'da bir metil grupu bulunduğu halde, klorofil b'de, bu grup, aldehid grupuna tahavvül etmiş bulunur.
Klorofil a mavimsi - yeşil, b ise sarımsı - yeşildir. Canlı tütün yap­rağında klorofil mikdarı, total N ve bilhassa protein N mikdarları ile paralel gider (97). Tütündeki klorofil mikdarı, kuru madde üzerinden; % 0,3 – 4,0 arasında değişir (98). Klorofilin parçalanmasında ilk basamak, metanol ve fitol'ün sabunlaşarak ayrılmalarıdır. Daha ileri parça­lanmalar porfin halkasının harap olmasını intaç eder. Bu sonuncu parçalanma oksidatif bir ayrışmadır. Kurutma sonunda klorofilin en büyük kısmı   (yaklaşık olarak % 85 kadarı)   harap olmuş olur (99).
b) Karotinoidler: Bunların başlıcaları karotin ve ksantofil'dir. Karotin'in molekül yapısı aşağıda gösterilmiştir:

Karotin'in alfa, beta ve gamma isomerleri vardır. Bunların birbir­lerinden farkları sadece bazı olefin bağlarının yerlerinin değişmesinden ileri gelir. Ksantofil, karotin'in okside olmuş türevidir. Ksantofil'de, karotin formülünde -f- işaretile belirtilmiş C atomları üzerine birer -OH grupu gelmiş bulunur. Yani fark iki oksigen katılmasından başka bir şey değildir. Karotin turuncu renkli (havuçdaki boyar madde), ksantofil ise yeşilimsi - sarıdır. Bu iki boyar maddenin yeni hasad edilmiş yapraklardaki toplam mikdarı, mevcut klorofile bağlı olup, yaklaşık olarak bunun 1/5 - 1/3'ü kadardır (100). Karotinoidler Kurutmada, klorofile nazaran çok daha fazla dayanıklıdırlar. Kurutma ameliyesi sonunda kalan mikdarları yaklaşık olarak başlangıç mikdarının yarısı kadardır (99). Kurutma esnasında, klorofilin en büyük kısmının harap olmasına karşılık karotinoidierin sadece yarılarının kaybolması, yaprak renginin yeşilden sarıya dönüşünü izah eder.
c) Polifenolik boyar maddeler;
Bunların tütündeki başlıca temsilcisi rutin'dir. Rutinin yapısında esas müşekkil olan (kversetin), birçok çiçeklerin boyar maddelerinin türediği, bir flavon türevidir. Bu itibarla aşağıda flavon halkasını sunuyoruz:

Flavon halkasında 2 ve 3 No. lu C atomları arasındaki  çifte bağın hidrogene edilmiş hali flavonon'lar denen sınıfın ana molekülüdür. Yine flavon halkasındaki 3 No. lu C atomu üzerine bir oksi grupu (- OH ) gelirse, bu da flavonol'ler denen sınıfın ana molekülü olur. îşte rutinin esas müşekkili olan kversetin bu flavonollerdendir. (*). Kısacası flavonun 3, 5, 7, 3', 4', No. lu Catomları üzerinde oksi gruplarının bulunduğu madde kversetindir.
Glikos ile rhamnos denen bîr şekerin teşkil ettikleri disakkard'in adı rutinos'dur. İşte kversetinin 3 No. lu C üzerindeki oksi grupu ile bu rutinos'un teşkil ettikleri glikosit rutindir. Demek, rutin hidroliz olunca kversetin ile şekerlere ayrılır. Rutin sarı renkli bir boyar mad­dedir. Neuberg ve Kobel yeşil yaprakta % 1,7 kadar rutin tesbit etmiş­lerdir (101). Halbuki oksidatif şartların câri olduğu bir Kurutma sonunda yapraklarda hemen hemen hiç rutin kalmaz (102). Rutinin enzimik oksidasyon ürünü koyu renkli bir üründür (101), ki bunlardan aşağıdaki grupta bahsedeceğiz.
d) Sonradan teşekkül eden boyar maddeler:
Yaprakların kurutulmaları sırasında ve fermantasyonda çeşitli kay­naklardan, çeşitli reaksiyonlarla (oksidasyon, kondansasyon) teşekkül eden koyu - esmer renkli boyar maddeleri üç grupta toplıyabiliriz :
I— Polif enollerin oksidasyon ürünü olanlar: Pelifenolik maddeler, alkalik ortamda   oksidasyona   duçar   olarak   koyu - esmer   maddelere dönerler.   Bunların tütündeki kaynakları,   kafeik ve klorogenik asidelerle, rutinin hidrolizinden serbest kalan kversetindir. Yapıları karışık ve henüz aydınlatılmamış bulunan bu koyu renkli maddelerin,   daha başka bası polifenolik maddelerin oksidasyonları ile de teşekkül etmekde oldukları kuvvetle muhtemeldir.
II— Koyu renkli yaprakların sulu ekstresinde bulunan maddelerden bir kısmının, porfin halkasının parçalanmasından serbest kalan pirrol moleküllerinden veya türevlerinden teşekkül ettikleri, bunların tetkiklerinde pirrol reaksiyonu vermelerinden anlaşılmıştır. Bunların klorofilin parçalanmasından hasıl oldukları kuvvetle muhtemeldir (103).
III— Melanoidler; İlk defa Maillard tarafından ortaya konmuş olan melanoid teşekkülü (104), indirgen şekerlerle amino - asidlerin su ve CO2 ayrılması ile kondansasyonları neticesidir. Koyu renkli tütünlerin boyar maddelerinden biri de bu melanoid'lerdir (105). Yine aynı kaynakdan öğreniyoruz ki,   melanoid teşekkülü sulu ortamdan ziyade, %  45--91. nisbî rutubette ve aerobik, şartlarda daha büyük bir hızla vuku buluyor1.  Bu müellifler,  glikos,  früktos gibi şekerlerle glikokol, tirosin, gibi amino - asidlerin karışımlarını  süzgeç kâğıtlarına emdirip model denemeler yaprak mealnoid teşekkülünü incelemişlerdir.
Şimdi nihaî rengin teşekkülünü gözden geçirelim: Yaprakların hasadı ile kurumaya başlayan yapraklarda klorofil parçalanmaya baş­lar. Klorofilin çok büyük bir kısmı bu suretle renksiz maddelere dönmekle, ksantofil ve karotinin renkleri meydana çıkar. Kurutma kısa zamanda sona erdiği takdirde, koyu renkli maddelerin teşekkülünle vakit kalma­yacağı cihetle, yapraklar sarı renkli kalırlar. Air - curing gibi uzun süren Kurutmalarda ise tedricen, yukarda bahsedilmiş olan koyu renkli mad­deler teşekkül ederek renk koyu - esmere gider. Wenusch, rengin açık sarı veya koyu esmer ekstremlerden hangisine yöneleceğini, başka bir deyişle, nihaî boyar maddeler bilançosunu tayin eden faktörleri şu kaide ile özetlemiştir:
Yaprakların hasad anındaki vitaliteleri ve klorofil muhtevaları ne kadar yüksek ise, Kurutma ne kadar1 uzun sürerse renk de o kadar koyu - esmer ekstreme gider. Boyar maddelerin ve rengin Kurutma ve fermantasyonda vuku bulan değişmeleri hakkında daha etraflı tafsilât Böl. IV'de verilmiştir.

III.    BÖLÜM
TÜTÜNÜN ENDÜSTRİYEL ÖNEMİ HAİZ FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ
1 — Yanma Kabiliyeti
Tütünlerin yanma kabiliyeti, bunlardan yapılacak mamullerin kali­tesi bakımından önemli bir fiziksel vasıf teşkil ediyor. Tütün yaprak­larının yanma kabiliyetlerini, FABRİKASYON bölümünde bahis konusu edeceğimiz mamullere ait (yanma kalitesi) ile ilgili bazı kavramlardan ayırmak için, (yaprak - yanması = leaf - burn) terimi ile ifade etmenin yerinde olacağı Jonson, J. tarafından tavsiye edilmiştir (*). Buradan da anlaşılacağı gibi, bu pragrafın konusu mücerret olarak ele alınan yaprak - yanması'dır. I. böl. paragr. 2 de bahis konusu edilmiş olan fiziksel yapı, yaprak - yanması'nın en belli başlı âmillerinden biri ise, bileşim de bu özellik üzerinde mühim rolü olan faktörlerden biridir. Önce, fiziksel yapı ile yaprak - yanması arasındaki münasebeti bir kaide olarak ifade edelim: Tütün ne kadar zayıf ekstreme yaklaşırsa yanma kabiliyeti de o nisbete yüksek olur. Bu münasebette hem doku strüktürünün, hem de biosentetik; oranın rolü vardır. Dokunun zayıf tütün­lerde gevşek oluşu yanmayı kolaylaştırdığı gibi, hücre zarı maddelerinin, yani sellülos, pentosanlar vs. gibi, hücre içi maddelerinden yanmaya daha çok elverişli olmalarının da etkisi vardır. Filhakika, en düşük yanma kabiliyeti gösteren yapraklar yağlı tipten olanlardır. Bu itibarla, bir ve aynı bitki üzerindeki yaprakların yanmaları, aşağıdan yukarıya gidildikçe azalır. Keza Kurutma ve fermantasyon ameliyeleri, biosentetik oranı küçültmekle, yanma kabiliyetini yükselten olaylardır. Fizik yapı üzerinde tesir eden iklim şartlarının yanma üzerindeki etkileri, I. böl, paragr. 2 nin gözden geçirilmesile anlaşılacaktır. Kimyasal bile­şimin yanma üzerindeki tesirine gelince: Bu bakımdan en belirli rol oynıyanlar, potasyum, klor ve parçalanabilen organik azot bileşikleridir. Potasyumun yanma üzerindeki pozitif etkisine mukabil, klor ve organik azot bileşikleri negatif ederler. Toprağa verilen K mikdarı ile yanma arasında matematik bir bağıntının dahi mevcudiyeti tesbit edilmiştir (106). Wisconsin tipi yüksek nevi puro iç sargılıkları için tesbit edilmiş potas ve klor şartlarını burada bir örnek olarak verelim:
Bu tütünlerde aranan yanma kabiliyeti seviyesi için en az % 5 - 6 K20 ve en çok % 0,5 -1,0 01 ihtiva etmeleri gerekiyor (107). Wisconsin araştırıcılarının bildirdiklerine göre yaprak - yanması'na en çok tesir eden (bilhassa puroluklarda) toprağın terkibidir. Zira bitki yanma üzerinde müessir olan maddeleri topraktan alıyor. Fazla killi ve kolloidli topraklar potas alınmasını güçleştirdikleri için yanması kötü yap­raklar verirler. Alkalik toprakların fazla Ca ve Mg ihtiva etmeleri de iyi değildir, zira bunlar klorürler teşkil ederek bitkinin fazla klor almasına sebep teşkil ediyorlar. K+ veya Cl- ihtiva eden çözeltiler emdirilmiş süzgeç kâğıtları ile yapılan model denemeler de, bunlardan birincinin pozitif, ikincinin negatif tesirini göstermiştir. KCl süzgeç kâğıdın yanmasını arttırdığı halde, tütünün yanmasına az mikdarı pozitif, çok mikdarı negatif tesir eder. Bu hali, tütündeki Ca++ ve Mg++ iyonlarının klorürler teşkil etmesile izah edebiliriz (108). Bir müddetten beri yaprak bileşimi ile yanması arasındaki bağıntıları tetkik eden İspanyol araştırıcı De la Barbolla, yaptığı model denemelerle muhtelif anyon ve katyonları yanma kabiliyetine etkileri bakımından bir sıraya dizmiştir (109). Yanmayı en çok arttıran K+ ve en kötü etkisi olaij I- olmak üzere sıra şudur:
K > Na > Li > Tl > Sr > Ca > Mg > Al > F > Cl > Br > I

Son yıllarda tütündeki pektinleri inceleyen Wahl, yüksek pektin muhtevasının yanma üzerinde kötü etki gösterdiğini ileri sürmüştür (74).
Yaprak - yanması'nın değerlendirilmesine, başka bir deyişle, muh­telif yaprakların yanma kabiliyetlerinim mukayesesine, gelince:
Bu hususta tatbik edilen metodların hepsi yaprağın bir yerinde başlatılan yanmanın devam süresini ölçmeğe dayanır. Meselâ eskiden bu maksatla mum alevi yaprağın bir kenarına değdirilir, yanma başladıktan sonra çekilir ve yanmanın devam süresi ölçülürdü. Bu gün, prensip aynı olmakla beraber, daha doğru bir mukayese sistemi sağ­lamak için teknikte değişik bir tarz kullanılır. Elektrik akımı ile akkor haline kadar kızdırılan küçük bir tel çenbercik, yaprağın muhtelif nok­taları üzerinde yanma müddetini ölçmek üzere kullanılıyor, ilmî bir mukayese için şu noktalara dikkat edilmesi gerekir:
a)       Yaprağın muhtelif noktalarında yanma kabiliyeti eşit değildir. Meselâ,   uç kısmı,   yaprak dibine nazaran iki katı kadar bir yanma kabiliyeti gösterir (107). O halde yaprağın muhtelif noktalarının yanma kabiliyetleri alınarak ortalama alınması gerektiği görülüyor.
b)      Yanmaları mukayese edilecek yaprakların rutubetleri eşit olmalıdır.
c) Denemeler yapılırken, yaprakların durumu (meselâ yatay), oda şartları (sıcaklık ve rutubet derecesi) standard tutulmalı, hava cere­yanı bulunmamalı.
Ekspertiz bakımından daha pratik metodlarla yanma kabiliyetleri­nin ölçülmesi, yanan yaprak yüzeylerinin mukayesine dayanır. Meselâ Amsterdam piyasasında, Coolhas tarafından teklif edilen böyle bir metod tatbik edilir (110). Burada, tütünler, yaprak üzerinde yanmadan dolayı açılan dairelerin çaplarına göre, bir takım nevilere ayrılırlar. Yanma süresine göre yapılan değerlendirmeler hakkında bir misâl ver­mek üzere şu kadarını söyliyelim ki, puroluklar için süre 3 saniyeden aşağı olmamalıdır. 10 saniye ve daha fazlası mükemmel bir yanma kabiliyetine tekabül eder,
2 — Higroskopisite   (Tav kapasitesi)
Her hangi bir tütün muayyen bir sühunette ve muayyen bir nisbî rutubette bırakıldığı zaman, duruma göre ya rutubeti yükselerek veya azalarak, denge haline gelmiş muayyen bir rutubet muhtevasına varır. Temasta bulunan havanın sühuneti ve nisbî rutubeti aynı olan çeşitli tütünlerin bu denge rutubet muhtevaları az veya çok farklıdır. İşte buna "tav” veya "rutubet” kapasitesi diyoruz. Paragrafa başlık olarak aldığımız higroskopisite terimi daha şümullü bir mânâ ifade eder. Zira bu kelime, (muayyen şartlarda denge haline gelen rutubet muhteva­sı) nın derecesine delâlet ettiği gibi, (muayyen şartlarda rutubet alma) hızını da tazammun ediyor. Şimdi hemen söyliyelim ki, tütünün umumî anlamdaki higroskopik vasıfları etraflıca bir tetkike tâbi tutulmamıştır. Bu gün için bilmediğimiz en önemli nokta (Muayyen şartlarda denge halindeki rutubet muhtevası, yani rutubet kapasitesi) ile (muayyen şartlarda rutubet alma -veya kaybetme- hızı) arasındaki münasebet­lerdir. Bu gün, daha ziyade, rutubet kapasitesi hakkında elimizde bazı veriler vardır.
Tütünlerin cinslerine göre birer rutubet kapasitesi gösterdikleri ilk defa ünlü kimyacı Schlösing tarafından 1886 da ortaya sürülmüştür (111). Bu araştırıcının incelemelerden çıkardığı neticelere göre, muh­telif cins tütünlerin rutubet kapasiteleri oldukça geniş ölçüde farklar gösterir, ve, 10 – 800 C sühunet dereceleri arasında sühunetin belirli olarak tabiî değildir. Bu sonuncu netice hakkında bir fikir verebilmek için Schlösing'in diyagramından bir kaç rakam alalım :
Burada, iki cins tütünden birinin denge rutubetinin çevre nisbî rutubetine tâbi olarak nasıl değiştiği 9° ve 35° C sühunetlerde tesbit edilmiş olup, diğeri de 15° ve 35° derecelerde tetkik edilmiştir. Meselâ %   60 – 70 nisbî rutubette,  tütünlerin denemeye tâbi tutuldukları iki muhtelif sühunete tekabül eden denge rutubetleri arasındaki fark yaklaşık olarak % 0,5 – 0,75 kadardır. Bir ve aynı nisbî rutubette, iki farklı sühunetteki denge rutubetlerinden yüksek sühunete tekabül eden diğe­rinden bir az daha küçük oluyor.
Tecrübî müşahedelerden çıkarılan neticelere göre tütünlerin rutubet kapasiteleri onların fiziksel yapıları ile sıkıca bağıntılıdır. Hücre içi maddelerinin çeşitli hidrofil (su - seven) müşekkilleri ihtiva etmesi, buna karşılık hücre zarı maddelerinin suda çözünmeyen yüksek polimerlerden terekküp etmesi, rutubet kapasitesinin biosentetik orana nasıl tâbi olacağını izah eder. Filhakika, zayıf ekstremden yağlı ekstreme gittikçe rutubet kapasitesi yükselir. Netekim, bir ve aynı bitki üzerin­deki yaprakların rutubet kapasiteleri aşağıdan yukarıya doğru gittikçe büyür, Kurutma ve fermantasyon ameliyeleri, tütünlerde, rutubet kapa­sitesini küçültecek değişmelere sebep olurlar. Bu hususu teyit eden bir münasebet Smirnov tarafından tesbit edilmiştir (112): Bu araştırıcı tütün bitkisinin birbirini takip eden neşvünüma dönemlerinde rutubet kapasitesindeki değişmeleri incelemiş ve bunun gittikçe azaldığını müşahede etmiştir. Yapraklar yaşlandıkça biosentetik oran küçüldüğü cihetle, rutubet kapasitesinin küçülmesi, bağıntıyı teyit ediyor. Çeşitli yaprak müşekküllerinin rutubet kapasitesine nasıl tesir ettikleri, henüz etraflıca tetkik edilmiş değildir. Yalnız son zamanlarda yine Smirnov tarafından, reçinelerinden tecrid edilmiş tütünün daha büyük bir hızla rutubet aldıklarına dair bir bildiri yayınlanmıştır (113). Fakat bunun rutubet kapasitesile ne gibi bir ilgisi olduğunu bilmiyoruz. Tütün rutu­betinin gerek endüstriyel bakımdan, gerekse içim kalitesi bakımından büyük önemi göz önünde tutularak denebilir ki, higroskopisite problemlerinin etraflıca aydınlatılması için üzerinde durulmağa değer konular dokunulmamış halde beklemekdedirler. Muhtelif örneklerin rutubet kapasitelerini mukayese etmek için, bunların, rutubet muhtevaları sabit kalıncaya kadar, muayyen nisbî rutubette ve muayyen sühunette bulu­nan bir atmosfer içinde tutulmaları lâzımdır. Bu maksad için seçilecek nisbî rutubet derecesinin ve sühunetin normal çevre şartlarına tekabül eden sınırlar içinde bulunması şüphesiz ki tatbikatta işe yarayacak neticelerin edilmesi için uygundur. Netekim ekseri incelemelerde alınan nisbî rutubet %  60 – 70 arasında, sühunet de 20 - 25 C° arasındadır,
3 — Sigara Verimi Daha ziyade sigara fabrikasyonunda önem arz eden bu fiziksel özelliğe "Doldurma kabiliyeti” de denir. Muayyen bir mikdar tütünden elde edilecek sigaraların teorik sayısı (*) şu faktörlere göre değişir:
a)      Sigaraların boyut karakteristikleri  (uzunluk, kalibre, yuvarlak, yassı kesitler, yassı kesit takdirinde ellipsin eksantrisitesi).
b)     Sıkılık derecesi (sigaraların içinde geçirilecek muayyen bir hava akımına karşı gösterdikleri direnç).
c)             Kıyım karakteristikleri (kiyim kalınlığı ve saçaklılık),
d)            Rutubet nisbeti    (dolguluğu teşkil eden harmanın rutubet yüzdesi).
Bu faktörler sabit tutulduğu hâlde, muhtelif tütünlerin aynı mikdârlarından elde edilecek sigara sayılarının farklı olmasına sebep eden özelliğe Sigara verimi veya doldurma kabiliyeti diyoruz. Tütünden tütüne, yukardaki faktörlerin sabit kaldığı halde, farklar gösteren bu özelliğin kantitatif mukayesesi: (Sigara sayısı/tütünün ağırlığı) oranı ile yapılır. Sigara veriminin çeşitli tütünlere göre fark göstermesi tamamen fiziksel yapı farklarından ileri gelir. Fabrikasyon pratiğinin emprik verilerine göre, sigara verimi, zayıf ekstremde en yüksek, yağlı ekstremde en düşüktür. Bu husus halen bilimsel incelemelerle de teyyüt etmiştir. Sigara verimi ile tütünün dansitesi arasında bir münasebet vardır, umumiyetle düşük dansiteli tütünlerin sigara verimi yüksek ve yüksek dansitelilerinki düşük olur. Tütün dansitesi ise fiziksel yapı ile bağıntılıdır: yağlı ekstremden zayıf ekstreme gidildikçe dansite küçülür. Zira zayıf .tiplerin doku strüktürü, hücreler arası boşlukların hacmi ile gevşek bir durumda bulunur, öbür ekstremde de aksi durum câridir. Tütün dansitesinden başka sigara veriminin bir de kıyılmış tütünün kompresibilitesi ile ilgisi vardır. Kompresibilite'nin elastikiyetle müna­sebeti vardır. Zayıf tütünlerde elestikiyet yüksek olduğundan muayyen bir mikdar kıyılmış tütünün muayyen bir hacme kadar sıkıştırılmağa karşı direncide yüksek olacaktır, yani kompresibilite'leri düşüktür. Bu mülâhazaları göz önünde tutarak şu neticeye varırız ki, gerek dansite ve gerek kompresibilite bakımın'dan, sigara veriminin fiziksel yapı ve bilhassa doku strüktürü ile münasebeti aynı yöndedir. Her ne kadar sigara veriminin tütün dansitesine ve kıyılmış tütünün kompresibilitesile sıkı ilgisi olduğu bir hakikat ise de, muhtelif araştırıcılar tarafından yapılan tetkikat göstermiştir ki, arada bütün tütün cinslerine teşmil edilecek matematiksel bir bağıntı kurulamamıştır. Sigara verimi ile dansite veya kompresibilite arasında muayyen bir cins tütün için tesbit edilmiş bir bağıntı, başka bir cins için kullanılamıyor. En sonda, muh­telif tütünlerin sigara verimlerini sistematik bir şekilde mukayeseye esas teşkil edecek bir matematiksel bağıntı Andreadis tarafından ileri sürülmüştür (114). Araştırıcı, tetkiklerinin neticesinde, sigara verimi­nin yaprak yüzeyi biriminin ağırlığı ile ters oranlı olarak değiştiğini ve bu bağıntının her bir cins tütün için doğru olduğunu tesbit etmiştir. Bunu biraz açıklayalım: Meselâ muhtelif yaprakların yüzeyleri ölçüldükten sonra beher desimetre kareye isabet eden ağırlıkları tesbit edilirse sigara verimi ile bu ağırlıklar arasında.
V=k/a
Bağıntısı görülür (a desimetre karenin ağırlığı, v sigara verimi, k sabit bir sayı). Bu münasebetin bütün tütün cinsleri için yaklaşık olarak doğru olabileceği, bu satırları yazan kitap müellifi tarafından aşağıdaki mülâhazaya istinad ettirilmiştir:
Muayyen bir yaprak yüzeyinin, meselâ 1 dsm2 nin ağırlığını a ile ve bu yüzeye tekabül eden ortalama yaprak kalınlığını da e ile göstersek:
A=e x d olur.
a nın değerini yukarıdaki bağlantıda yerine koyarsak :
v=k/e x d   münasebetini göz önüne koymuş oluruz.
Görülüyor ki sigara veriminin yaprak; kalınlığı ve dansite ile ters orantılı olması gerekiyor. Bu da, gerek fabrikasyon emprik verilerinin ve diğer araştırma neticelerinin bize öğrettiği gibi, sigara veriminin zayıf ekstreme gittikçe yükseldiği, ve yağlı ekstreme gittikçe düştüğü hakikatile uygunluk halindedir.
Sigara verimlerinin mukayesesi için yaprak yüzeylerinin ölçülmesi gerektiğine göre, bu hususdaki bir tetkikten bahsetmeği faydalı bulduk. Bu inceleme Krasnodar enstitüsü uzmanlarından Gubenko tarafından yapılmış olup (115), burada yapraklar şekilleri bakımından gruplara ayrılmış ve her grup için, bâzı katsayılar tesbit edilerek, matematiksel
formüller verilmiştir.
Sigara endüstrisi için ekonomik bir ehemmiyeti haiz olan sigara verimi ölçümünde en güç problemi teşkil eden yaprak yüzeylerinin ölçülmesidir. Bir örneği teşkil eden yaprakların yüzeyleri ölçüldükten sonra, tartımları yapılması ve bu arada da standard bir rutubet nîsbetinin göz önünde bulundurulması metodun esaslarıdır.

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org