Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

NASUH MAHRUKİ Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

TRT Haber NASUH MAHRUKİ'nin Etilerdeki Evinde
17.01.2011
Okunma Sayısı : 9041
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

TRT Haber NASUH MAHRUKİ'nin Etilerdeki Evinde

.
.

 izlemek için
.
.

TRT Haber NASUH MAHRUKİ'nin Etilerdeki Evinde

.

TRT!de Bir Söyleşim NASUH MAHRUKİ
Deşifresi
 
TRT: Yaşanan hiçbir hayat tamamlanmış bir portre değildir. Ancak bir hayatı değerlendirebilmek için o ana kadar yaşanmışlıklarına bakılır. İnsanın iç dünyası bir kapının tokmağına benzer. Kapının tokmağına dokunur ve beklemeye başlarsın.

İnsan gönlünün kapıdan farkı, yalnızca içeriden açılmasıdır. Kapı çalınır çalınmasına da, açılma iradesi hep içeri ile alakalıdır.

Nasuh Mahruki'nin Etiler'deki dede yadigarı evine yağmurlu bir İstanbul gününde gittik. AKUT'un simge ismi Kar Leoparı Mahruki, her zamanki çevikliği ile koşup açtı kapıyı. Havayı daha ilk dakikadan yumuşatan o samimi tebessümü yanında, haklı bir övgüden sağlam bir duruş, zirvelere sevdalı bir adam karşıladı bizi.

Bu ev yüzlerce hatıranın yanısıra , birçok Yeşilçam filminede hanedanlık yapmıştı. Ve Mahruki için adeta bir sığınaktı sanki . Dünyanın dört bir yanında çekilmiş fotoğrafların şahitlik ettiği merdivenlerden çıkıp , Mahruki'nin belleği haline getirdiği evine, adım attık. Gündeme Özel'de insanı anlama yolculuğumuz başlıyor.

TRT: Bazen İnsana bakarsınız hayat onunla beraber başlamış gibi öncesi yoktur bazı hayatlarda da hayat önceden bir hayat başlamış,  devralmış gidiyor. Mekanda size onunla ilgili bir fikir verir. Bu mekanda diyor ki: Aslında hayat burada Nasuh ile başlamadı, ondan öncesi var. O hayatı devraldı gidiyor.

NM: Biraz öyle biraz değil. Bu ev bir bütün olarak büyükbabam tarafından yapılmış elli yıl önce. Buranın bütün ahşap işlerini bir arkadaşım ile ben yaptım. Usta girmedi bu eve.

TRT: Ahşaptan mı anlasın? Dekorasyondan mı?

NM: İkisinden de anlamam ama evime çok düşkünüm. Çok seyahat ettiğim için, o seyahatlerden döndüğümde burada kendimi toparladığım, dinlendiğim , yeniden kuvvet kazandığım, yaşadıklarımı derlediğim topladığım, paylaşılacak hale getirdiğim yer burası.

TRT: Buralarda biz dolaşırken koridorlarda , merdivenlerde ya da odalarda birkaç medeniyetin içerisinden geçiyormuş gibi bir his var.

NM: Çok doğru çünkü 7 kıtaya 'da seyahat etme şansım oldu bu hayatta. Bu az bulunan bir fırsat. 70'in üzerinde ülkeye gitme fırsatım oldu. Her gittiğim yerden de oraları bana hatırlatacak, bana anlam ifade edecek birtakım şeyler getirmeye özen gösterdim. Onlar da bir şekilde bu evin içerisinde yerini buldu.

TRT: Biraz köklere doğru gidelim. Dedenizde, babanızda onlarda da bir seyahat durumu var mı?

NM: Büyükbabam Macaristan'da okumuş, onun babası Galatasaray'ı bitirmiş, Mülkiye'yi bitirmiş,  6 lisan öğrenmiş, Kafkas ülkelerinde konsolosluk görevini yapmış.

TRT: Kim o?

NM: Eşref Cafer Bey. Onun babası Mehmet ali Bey, birkaç padişaha hizmet etmiş. Onun babası Kaptan Derya Ali Paşa 1820'lerde Osmanlı İmparatorluğu'nun  deniz kuvvetleri komutanı. Rumların , İngiliz kışkırtmasıyla Osmanlıya ilk büyük isyanlarından biri Sakız Adası'nda çıkıyor. Bunların içerisinde gözü kara bir denizci bir gece baskınla amiral gemisini yakmayı başarıyorlar. Benim büyükbabam da gemiyi kurtarmaya çalışırken şehit oluyor. Bizim aile adımız Mahruki de oradan geliyor zaten. "Ateşte yanmış" anlamında.

TRT: Nasuh nasihat alan mı?

NM: Nasihat eden, öğüt veren, saf ve temiz demek başka anlamı. Kuran-ı Kerim de geçiyor Nasuh Tövbesi. O bir yemin. O yemini ettikten sonra birdaha bozamıyorsun.

TRT: Siz hangi anlamını aldınız?

NM: İnşallah üç anlamınıda almışımdır.

TRT: Çok geriye gitik, biraz bugünlere gelelim.

NM: Annem babam ben 2 yaşındayken ayrılmış, ben babamda kaldım.

TRT: Anennizi tanıyorsunuz değil mi?

NM: Tabii canım, annemle çok sık görüşürdük. Ben annemle babamı yan yana hatırlamıyorum ben 2 yaşımdayken ayrılmışlar.

TRT: Peki üçünüzün birlikte olduğu bir foroğraf yok mu?

NM: Hiç yok.

TRT: Bunun eksikliğini duydunuz mu?
 
NM: Muhakkak ki duymuşumdur ama olması halinin ne olduğunu bilmediğim için  onun yorumunu yapamıyorum ama  üzerimde bir sıkıntı yarattığını zannetmiyorum.

TRT: Siz aynı zamanda yazarsınız, annenize bir şey yazdınız mı?

NM: Mektuplar yazardım yurtdışına gittiğimde , babam para koleksiyoncusu, çok meraklıdır koleksiyona . aileden gelen bir şey. Babamın büyük babası o da çok değerli bir koleksiyoncuymuş. Bizim ailede genlerde koleksiyonculukda var.

TRT: Bir baba size ne kadar yetti? Ne yaptı size yetmek için?

NM: Babamla en iyi tarafı karşılıklı aramızdaki ilişki sevgi ve güvene dayalıydı. Ben arkadaşlarımla konuşurken hep şaşırırlardı. Üniversite çağında kocaman çocuklar ailelerine dağlara gittiklerini, tırmanış yaptıklarını söyleyemiyorlardı, anneleri babaları endişe ediyor. Bizim öyle bir sorunumuz olmadı.

TRT: Siz kendi halinde bir çocuk değildiniz herhalde.

NM: Çok hareketliydim. Bu evde ilk doğduğumda babamın köpeği vardı. Dolayısıyla hep hayvanlarla içiçe bir hayat sürdüm. Kertenkele, kaplumbağa, keklik, tavuk hatta bir ara yılanım bile oldu. Bir tane beyaz farem vardı  cebimde dururdu, üstümde dolanır tekrar cebime girerdi. Çok hayvan besledim bu evde.

TRT: Evde çok baskın bir fügür olarak bir anne olsaydı, anne baba birlikte yaşasaydı, babanız aman oğlum dikkat et derken bir anne ne derdi?

NM: Ben Everest'e gittiğimde, zorlu dağlara gittiğimde annemde biliyordu gittiğimi. Hayatımın hiçbir döneminde o tür bir engelleme ile karşılaşmadım. Zaten karşılaşsaydım da müsaade etmezdim. O ilişkiyi bozardı. Öyle bir nokta olsaydı benim onu kabul edecek bir durumum yok, hakikaten benim hayatım.

TRT: Siz daha çocukluk döneminde mi kendi ayaklarınız üzerinde durmayı başardınız? Bir anlamda erken bağımsızlık diyelim.

NM: Üniversiteye gidince herşey değişti. Lise hayatı başkaydı . Hele İstanbul'dan Ankara'ya başka bir şehire gidince üniversite için , cebimdeki para belli onu  bir ay idare edeceksin, yepyeni bir ortamdasın, yediğin içtiğin, çamaşırın, temizliğin , derslerine herşeye sen karar veriyorsun. Bütün sorumluluk senin üzerinde. Çok zevk aldım ben ondan.

Ankarada'da çok yetenekli insalarla tanıştım özellikle doğa sporları ile uğraşan, onlar benden büyüktü yaşça. Onlarla beraber doğaya, spora bakışım değişti. Tiyatro, edebiyat, felsefe ile de ilgileniyorlardı

TRT: Benim bildiğim felsefe iki yerde yazılır ya cezaevinde, yada doğada.

NM: Aslında hayatın içinde felsefe var. Hayata bir anlam yüklemek gerekiyor. Hayat, anlam yükleyemediğiniz zaman büyük problem. O zaman hayatı geçiriyoruz sadece, geçirirkende mümkün olduğu kadar  haz üzerinden geçirmeye çalışıyoruz.

Anlam yüklediğimiz zaman, o anlamın değerini yerine getirmeye çalışıyoruz. Ben çok erken yaşlarda o anlamı buldum aslında.

TRT: Çocukken hayal kurarmıydın? Anlatılmaya değer bir hayal var mı?

NM: Çocukluğumda ben doğa tarihi bilimcisi olmak istiyordum. Hep dünyayı yakından tanımaktı  hayalim çocukluğumda da.

TRT: Bir modeliniz var mıy dı?

NM: Gezginler, kaşifler, araştırmacılar onlardı bana cazip gelen yaşam biçimleri

TRT: Aslında kararlı ve mücadeleci bir tip  öylemi?

NM: Kararlılık benim en önemli  kuvvetim diyebilirim.

TRT: İlk kavganız ne zaman?

NM: İlkokuldan belkide küçüktüm. Mahallede kavgalar olurdu o zaman , 5 kişi 10 kişi giderdik.

TRT: Sudan sebepler mi?

NM: Son derece anlamsız sebeplerdi ama o zamanlar için bir anlamı vardı. Şimdiki aklımla baktığımda çok komik sebepler.

TRT: Dayak mı yedin? Dayak mı attın?

NM: Bir defa dayak yediğimi hatırlıyorum hayatımda. Ben kendimden bir yaş büyük çocuklarla bile başa çıkardım. İlkokulda dört sen yüzdüm. Bütün arkadaşlarım sokakta misket oynarken ben yüzüyordum. O yüzden çocukluğumda da fiziğim çok hareketliydi.

Bir kere karşıdaki apartmanın kapıcısının oğlu, Sivaslı, babayiğit bir çocuktu, ondan bir temiz sopa yedim. Onu hatırlıyorum.

TRT: Ne öğretti?

NM: Benimde sopa yiyebileceğimi öğretti. El elden üstündür onu öğrendim. İlkokul 4. sınıfta ben B şubesindeydim, A şubesinden bir çocuğun dişini kırdım. Çocuğa bir tane sol vurdum, ve çocuğu hastaneye götürdüler sonra.

TRT: Çocukluğun içerisinde pek çocukça şeyler yok, oyun vs onları görmedim.

NM: Biz, ağaca tırmanma yarışı yapardık. İki dut ağacının yukarıdan birleşirdi dalları birinden çıkıp, öbürüne geçip, ordan aşağıya inerdik. Çok hareketli bir çocukluk yaşadım.

Bizim teras şimdi bile baksan yüksek bir yer, beş yaşındayken o terastan aşağıya atlardım.

Eskiden buralarda ev yoktu , ben evden denizi seyrederdim. Bomboş bir araziydi. Sokak köpekleri ile aramız çok iyiydi. Bir tane sokak köpeğimiz vardı Tarzan diye. Ben yüzme okuluna giderken servise kadar benimle yürürdü, sonra geldiğimde yine burda olurdu. Köpeğin memesinden süt emdiğimi biliyorum.

Bizim mahalledeki çocukları toplayıp bahçedeki elma erik  ağaçlarına dalardık. Çocukluğumuz toprakla, ağaçla, yeşillikle, oynama ve koşturmayla geçti. Şimdiki nesil bilgisayar çocuğu.

TRT: Hangi ilkokul?

NM: Şişli Terakki Leventteki . Ortaokul ve liseyi Nişantaşı Şişli Terakki'de okudum. Üniversite Bilkent İşletme.

16 yaşımdayken babam beni İngiltere'ye yolladı dil okuluna, hayatım değişti.

TRT: Ne değişti?

NM: Yurtdışında başka bir dünyanın olduğunu gördüm. Dünyanın değişik yerlerinden gelen bir sürü yabancı öğrenci ile birlikte 2.5 ay.

TRT: İngiltere'ye gidip yeni bir dünya keşfedince şunu sordunuz mu "Ben de eksik olan nedir?

NM: Ben de eksik değil, Türkiye'de eksik. O zamanlar tek kanallı bir televizyonunuz var, akşam ya Dallas ya uzay yolunu seyrediyorsunuz , herkes ondan bahsediyor. Gazeteler, medya son derece kısıtlı. Daracık bir dünyadasınız.

Ben İngiltere'ye gittiğim zaman dünyanın bizim zannettiğimiz kadar olmadığını aslında çok çok daha büyük ve renkli bir dünya olduğunu keşfettim.

20 yaşında üniversite'nin ilk senesinde de Norveç'e gittim. Norveç'den İtalya'ya geçtik, Almanya'ya geçtik, tekrar Türkiye'ye döndüm. Kültürler, halklar, inanışlar, yaşam biçimleri , yaşama tarzları çok etkiledi beni. Zaten dağcılığa hemen akabinde  başladım. Üniversiteyi bitirene kadar Türkiye'de her tarafa gittim.

Dağcılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, mağaracılık. Motosikletli dönem üniversite sonrası dönemdi. 1992'de mezun olduğum sene bir tek hafta sonunu Ankara'da geçirmemişim. Üniversiteyi bitirince yurtdışında ciddi hedeflerin peşinde koşmaya başladım tırmanış alanmında. Önce Kar Leoparı ünvanı, arkasından Everest, arkasından derken bütün dünyaya büyük bir tutku ile büyük bir aşkla dünyayı dolaşmaya başladım.

TRT: Duvardaki adama pek benzemiyorsun. Duvardaki adam binbir marifeti olan, yerinde durmayan, dağları aşan bir adam. Burada karşımda sakin bir adam var. Ne işiniz vardı dağlarda? Ne aradınız?

NM: Çok kendime uygun olduğunu gördüm. Hem kendime, hem bedenime, aklıma, hayallerime, tutkularıma çok iyi cevap verdiğini gördüm. Bir de beni çok geliştirdiğini gördüm.

Bedenime ruhumu, hakikaten sınıra kadar zorladığım bazen sınırlarımın bile ötesine geçtiğim. İnsan böyle bir şey başardığı zaman, zirveye vardığında büyük gurur duyuyor, büyük mutluluk duyuyor. Özgüveni, özsaygısı çok besleniyor. Farkındalığı gelişiyor. Neleri başarabileceğini görüyor.

Rahmetli Recep Çadak çok iyi bir dağcıydı.Bilkent Üniversitesi Dağcılık Kulübünü  onlar kurdular. Panoya ilan asmış "Dağcılık kulübü kuruluyor, isteyen başvursun" diye. Bende adımı yazdırmım. 20 yaşımdayım .

İlk defa kayalıklara gitik, elimi deydirdim kayaya, oradada zor bir geçiş varmış, ilk elimi değdiğimde geçtim o geçişi. Çocukluğumda ağaca tırmanma yarışlarından gelen  ellerimi kollarımı iyi kullanamabilme çok işe yaradı. Şaşırdılar.

Ondan sonra Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi kaya tırmanış deneme yarışması düzenledi. Türkiye'nin iyi dağcıları katıldı  ve yarışı ben kazandım. Yeteneklerim olduğu için bu sporda iyi oldum, insan iyi olduğu şeyden daha zevk alıyor.

TRT: Nereye kadar gittiniz?

NM: Ondan sonra son noktasına kadar gittim. Oksijen desteksiz K2 dağına tırmandım. Zirvesine ulaşan her 3 dağcıdan 1  dağcının öldüğü yer orası. Ona tırmandım 2000 yılında. Everest'e tırmanan ilk müslüman dağcı oldum. Kar Leoparı ünvanını 26 yaşımda aldığımda hala Türkiye'den tekrarı yapılmadı. Benim kadar genç alan çok az insan var.

TRT: Kağıt üzerinde yada şimdi anlattığınız gibi gittim, yaptım değil. Onun zorlukları vardı, aldığınız riskler vardı.

NM: Risk konusunu bu hayatta ben çok iyi çözümledim. Hiçbir zaman kumar oynamadım, hiçbir zaman işi şansa bırakmadım. Bütün önlemlerimi aldım, bütün hazırlıklarımı aldım, gerekli malzememi, eğitimim, antremanımı yaptım, ondan sonra en üst  düzeyde riskleri üstlendim.

Bu tür işlerdeki asıl zorluk fiziksel zorluk. En ağır fiziksel şartlarda bile hep kafanın doğru çalışıp, doğru kararları verebilmek ve onu sonuna kadar takip edebilmek.

TRT: Paniğe kapıldığınız olmadı mı?

NM: Yok. Ben hiç hayatımda paniğe kapılmadım. Benim kişiliğim müsait değil paniğe kapılmaya zaten.

TRT: Ne tür tehlikeler atlatttınız?

NM: Benim 20'ye yakın arkadaşım dağlarda öldü, bir kısmı gözümün önünde öldü. 2000 yılında bir  tırmanışını yaptık. İki İtalyan, bir  Brezilyalı, bir de ben, dört kişi. Ama darmadağan olduk. Oksijen desteği kullanmıyoruz. Tırmanış umduğumuzdan çok daha uzun sürdü. Çok daha zorlu oldu. Dört senedir kimsenin tırmanmadığı  bir rotaya girmiş durumdayız ve K2 zaten çok zor ve tehlikeli bir yer.

Dönüş sırasında son kampa dönemedik. Bir gece açıkta yatmak zorunda kaldık, 8150 metrede. 50 - 55 derece sert bir buzun üzerinde kazmayı yan saplayıp bütün gece uyudum orada. Uyudum derken bayıldım, güneş doğana kadar orada kıvrandım, can çekiştim  ama hiç bırakmadım kendimi "Bu geceyi atlatacaksın, az kaldı, sabah olacak, arkadaşların gelecek" diye söyledim. Şimdi gelecekler, limonata getirecekler, çorba getirecekler diye öyle idare ettim.

TRT: Öyle kaç sefer tehlike atlattınız?

NM:  En kötüsü oydu, K2 deki dönüş sırasında. Bir kere daha aynısı oldu. 6 profesyonel dağcı son zirve etabına girdik. Hepimiz Everest'e tırmanmış dağcılarız. Bir fırtına yaklaşıyor haberi nedeni ile üçüncü kamptan zorladık tırmanışı. Kamp atlayark 8516 metrelik bir dağı son kampı kullanmadan bir alt kamptan tırmanmaya karar verdik. Beş kişi oksijen kullandı , bir tek ben kullanmadım. 8450'ye geldiğimde hepsinin oksijeni bitti. Ben hiç kullanmadığım için sadece yorgunluk vardı üzerimde . Çıkıp geri dönerken bütün enerjim bitti. Orada da halüsülasyon sürecine girdim. Üç beş adımda düşüyorsum. İniyorum ama nereye indiğimi bilmiyorum. Çadıra kadar geldim .

TRT: Hiç değermi diye düşündünüz mü?

NM: Her anına değer. Fazla fazla değer.

TRT: Biraz önce dediniz 20 tane arkadaşımı kaybettik. Onları düşününce.

NM: Değer, her anına değer. Sonuçta her bayram trafik kazasında 100 kişi ölüyor. En son bayramda 169 kiş iöldü Türkiye'de. Hayata böyle bakılmaz. Hayata, hayatın içindeki mutlulukla bakılır. Tabiki bazı etkinlikler riskli. Bayramda tatile gidiyorsun, evet bir risk  var orada trafik kazası riski. Ama ne yapıyorsun? Önlemini alıyorsun.

Dağcılık da öyle. Dağcılık riskli ve tehlikeli bir spordur. Bu sporla uğraşan herkesin bilmesi gereken şey; bu sporu yaparken yaralanabilirsin, sakatlanabilirsin, daha kötüsü bile olabilir. Kurallarına uygun hareket edersen , dağın kurallarıyla kendi kurallarınla değil , bu işler başarı ile atlatılabilir. Bunu başarmış olmanın mutluluğu ile evine geri dönersin. Bu süreçte kaza riski var elbette ama hayat öyle bir şey.

TRT: Sizde tüm bu şeyler bir anlamda tatminsizlik duygusu oluşturmuyor mu?

NM: Tam tersi. Ben K2 ye oksijen desteksiz tırmanmayı başardığım gün şunu öğrendim kendim ile ilgili: "Nasuh Mahruki K2 dağına oksijen almadan tırmanabilecek kadar iyi bir dağcı.  Bu kadar fiziksel ve teknik  kabiliyeti var. O zaman bu kabiliyeti hayatın başka alanlarında da aynı kuvvette, aynı verimlilikle kullanabilir." Bunu öğreniyorsun. Kendin ile ilgili farkındalığın gelişiyor.

Everest'e çıktığın zaman artık çıktım diye ilgin azalmıyor, geçmiyor. Şunu biliyorsun kendin ile ilgili "Sen Everest'e bile tırmanabilecek kadar iyi bir dağcısın." Oradaki o kabiliyeti dönüyorsun burada arama kurtarmada kullanıyorsun. Kitabına yazıyorsun hikayesini, seminerinde anlatıyorsun.

TRT: Genelde insanlar şunu yapıyorlar. Kendisini başkasıyla mukayese yapıyor. Başkasını geçtiği zaman kendini başarılı kabul ediyor. Siz kendinizi kendinizle yarıştırıyorsunuz.

NM: Benim hep hedefim oydu, hep hayalim oydu. Hatta 26 yaşında Kar Leoparı ünvanını aldığım son tırmanış ki, zirveye tırmanan her altı dağcıdan bir kişi ölür. O tırmanış da ilk ana kampa geldim, günlüğüme yazdığım şey;" Benim mücadelem seninle değil, senin karınla buzunla soğuğunla değil, benim mücadelem kendimle. Belki kendimi bir kez daha geçerim"

TRT: Yukarısı serin değil mi?

NM: - 30 derece. Buz gibi.

TRT: Derler ya "Zirveye çıkmak kolay, önemli olan orada kalmak."

NM: Aynen öyle.    Bir tırmanış asla zirvede bitmez. Zirveye çıktığın zaman  hala sana zarar verebilecek tehlikeli ortamdasın. Sen oradan geri dönünceye  denk malzemeni, enerjini, yiyeceğini, içeceğini herşeyi ayarlaman lazım. İş orada bitmiyor. Tekrar ana kampa kadar döneceksim sağ salim.

TRT: En son en zaman,  Nerede bir yol arkadaşınızı kaybettiniz?

NM: Manassu tırmanışında ekip arkadaşım öldü. Başarısız bir zirve denemesinden dönerken çok ağır şartlarda kaldık, çok üşüdük zor ve konforsuz bir gece oldu. Ertesi sabah da dinmedi fırtına, kös kös geri dönerken düştü çocuk. 600 metre üçtu.

TRT: Ne yaptınız? O andaki duygu nedir?

NM: Çaresizlik. Bağıramadım bile , kazamnaı kullan diyeceğim sesim çıkmadı.  İnsanın midesine kramp giriyor ve elinden hiçbir şey gelmemesi çok kötü bir duygu. Sadace seyrediyorsun.

TRT: Hiç ulaşılamayan dağcı oldu mu?

NM: Ona ulaşamadık mesela. 600 metre uçtu, yanına bile gidemedik.

TRT: Zor bir durum.

NM: Zor ama dediğim gibi , birinci kural; dağcılık riskli ve tehlikeli bir spordur. Bu sporla uğraşan herkes başına gelebileceklerini bilmeli ve bütün hazırlıklarını, önlemlerini ona göre almalı.

TRT: Yola çıktınız. Evden nasıl vedalaşıyorsunuz?

NM: Genelde son gece bütün arkadaşlarım, yakınlarım dolar bu eve. Buradan beni uğurlarlar. Büyük projelerde havaalanına gelirler.

TRT: Geride kalanların gözleri nemlimidir?

NM: Yok. Burada dramatik bir durum yok. Ben istemediğim bir şeye değil, hayatta en çok istediğim bir şeyi yapmaya gidiyorum. Son derece mutlu, heyecanlı, çoşku dolu gidiyorum. Bana şans diliyorlar. Benim hep istediğim odur , bana şans dileyin. Geri kalanı benim işim.

TRT: Hedefi belirlediniz, dağın zirvesine çıkacaksınız, ilk adım, oradan yukarısı nasıl gözüküyor?

NM: Önümde uzun ve zorlu bir yolculuk var. Adım adım, kendini zorlamadan, ilk başlangıçta daha küçük adımlarla, daha kontrollü gidiyorsun, ilerleyen zamanlarda daha hızlı geçiyorsun.
İlk başlangıçta yavaş yavaş, vücudunu alıştıra alıştıra gidiyorsun,

TRT: Yukarıyı nasıl hayal ediyorsunuz?

NM: Yukarısı en son. Bütün yaptığımız herşey o düzlük için yapılıyor ama onun iyi ve sağlıklı olabilmesi için bütün geri kalan sürecin çok doğru ve sağlıklı yapılması lazım.

TRT: Zirveye vardınız, işte burası varmak istediğiniz yer. Aşağıya bakın oradan dünya nasıl gözüküyor?

NM: Dünyanın en yüksek noktası ve hiçbir şey yok senin yüksekliğinde. Zirvede 20 dakika yalnızdım, diğer arkadaşım sonra geldi, kameramda vardı kurdum ve herşeyi kaydettim.

TRT: Dünya bulutların altında. Tersinden bakalım. Sen bulutların üstündesin.

NM: Çok özel bir deneyim. Daha 27 yaşımdayım burada. Müthiş bir gurur, müthiş bir özgüven. Ruhun bedeninden fışkıracak gibi coşku.

TRT: Zirvelerden bahsettik ama galiba en zor yolculuk insanın kendi içine doğru yaptığı yolculuk.

NM:İşin özü o zaten. İnsan kendi içinden dünyayı daha kolay tanıyor. Doğanın, dünyanın bir parçası olduğunuz için aslında doğada gördüğümüz her şey bizde de var. Onu daha iyi anlayabilmek için önce kendimizi tanıyacağız, kendimizle bir farkındalık geliştireceğiz, olan biten ile ilgili bir farkındalık geliştireceğiz, bütün bu olan bitende kendi yerimizi bulacağız.

TRT: İnsan kendini tanıdıkça ne oluyor? Sorumluluğumu artıyor?

NM: İnsan kendini tanıyınca, kendi potansiyelini tanıyor. Kendi ulaşabileceği üst sınırları tanıyor. Onu hedefliyor o zamanda. Sonuçta hepimiz bu hayatta yolculuk yapıyoruz. Amaçta geldiğinden daha iyi bir seviyede buradan ayrılmak.

Kendini tanımak, kendini keşfetmek ve arkasından kendini ifade etmek. Ben varım, bu dünyadayım ve ben buyum diyebilmek. Hepimiz sonuçta bu hayatta bir şeyler yapabilmek , bir şeyler başarmak istiyoruz. Hem kendimiz için, hem başkaları için. Sorumluluk duygusunu belirli bir seviyeden sonra idrakine varıyor.

İnsanın önce kendine karşı sorumluluğu, ailesine , yakın çevresine, eşine dostuna, çoluğuna çocuğuna, bütün ülkedeki insanlara karşı, bütün dünyaya karşı, diğer ülkelerin halklarına karşı. Hatta hiç görmediğiniz okyanuslardaki balinalara karşı. Tepemizdeki ozon tabakası delindiği zaman hepimizin hayatı etkileniyor.

Hayat ile ilişkimizi kurduğumuzda ben ve onlardan ziyade kazan kaybeden gibi değilde kazan kazan üzerine kurmak ve bütünün bir parçası olarak kendimizi görebilmek. Aslında  bizim bütün yaptığımızda bu. Benim ve AKUT'taki arkadaşlarımın.

TRT: Bu idrak sizde ne zaman şekillendi?

NM: Çok erken yaşlardan itibaren hayatla ilişkimi kurduğumda bencil birisi olmadım hiç. Bir bencil tarafım oldu , hayatta kendime karşı sorumluluğum olduğunu çok net farkındaydım . O yüzden dağlara tırmandım, motosiklet seyahatleri , bir sürü şeyler yapmaya çalıştım. O benim bireysel varlığımı zenginleştirmek , beslemek, büyütmek için.

Bununla aynı zamanda, aynı mekanda, eşit koşulda olmak üzere diğerlerine karşıda kendimi sorumlu hissettim. Ben kendimi geliştirmek arzusundayım ama ben içinde bulunduğum çevreyide geliştirmek istiyorum.

TRT: Biz AKUT'u 17 Ağustos depremi ile hatırlıyoruz. AKUT'un öncesi yokmuydu?

NM: 17 Ağustos depremi bizim 34. arama kurtarma çalışmamız. 1996'da kurduk biz AKUT'u. Kurmaya karar vermemiz 1994 kasımıdır.

Onuda anlatayım, üzücü bir hikaye ama bize sonuçta ders verdi:

1994 Kasım'da Bolkar dağlarında bir dağ kazası yaşandı. İstanbul'dan Yıldız Teknik Üniversitesi'nden 5 dağcı  tırmanışa gidiyorlar. Fırtınaya yakalanıyorlar, dağılıyor çocuklar. İki kişi kampa dönüyor, bir kişi bir köye dönüyor, iki kişi kayboluyor. O kaybolan dağcı için hepimiz işi gücü bıraktık bölgeye gittik.  Altını üstüne getirdik dağların. Helikopterler kiralandı, helikopterler bizi zirveye bırakıyordu Bolkar dağlarının, bütün o vadileri inip tarayarak aradık, bulamadık çocukları.

Birinin cenazesi 8 ay sonra bir çoban tarafından bulundu. Öbürünün cenazesi hala yok ortada.

TRT: Bu sizin yaşadığınız kaçıncı çaresizliktir?

NM: Ben ilk büyük tırmanışımı 1992'de yaptım, ilk başlarda diyebilirim.

TRT: Sizi o kadar etkilemiş ki yeni bir organizasyon ortaya çıkmış.

NM: Türkiye'nin ilk gönüllü arama kurtarma takımını oluşturduk. Oradan aldığımız derslerle.

Biz dedik ki 1996'nın 14 Kasım Arama Kurtarma Derneği'ni resmen kurduğumuzda "Dağ ve diğer koşullarda meydana gelen kazalarda , deprem sel gibi afetlerde gönüllü olarak gidelim insanlarımızı kurtarmaya çalışalım.

TRT: Kaynak nereden geliyor?

NM: Kaynak yok. Herşey cepten. Kendi arabalarımız, kendi malzemelerimiz, kendi telefonlarımız. Her şeyi kendimiz karşıladık. Hatta AKUT'un ilk yıllarındaki fotoğraflarda hepimzin rengi farklıydı. 1999 depremi sonrasında olay bambaşka bir hale geldi.

TRT: Deprem bölgesinde siz ne kadar yaşadınız?

NM: 1 hafta 10 gün, arama kurtarma yapılacak kadar.

TRT: O psikoloji  nedir? O kadar insan, felaket.

NM: Korkunç bir şey. Hatırlamak bile istemiyorum. İlk beş günde ben sadece altı saat uyudum. Çok zor bir süreçti.

TRT: Kurtardıklarınıza sevindiniz ama birde ulaşamadıklarınız var.

NM: Olmaz olur mu? Ben bununla ilgili sadece bir tane makale yazdım. Çünkü ne hatırlamak istiyorum, ne aklıma getirmek istiyorum. Başımıza bir bela geldi, elimizden geleni fazlasıyla yaptık, çok işe yaradık. Bir çocukla uğraştık 35 saat ama kurtardık . Hayatımda hiçbir şey için bu kadar uğraşmamıştım.

O makalenin son cümlesini şöyle bitirdim:

"Son beş günde sadece altı saat uyudum ve şuanda tek istediğim biraz uyumak . Ben uyurken birilerinin enkaz altında can veriyor olduğunu bile bile." Diye bitirdim.

TRT: O süreçte anneniz vefat etti ve siz cenazesine katılamadınız. Haberiniz mi olmadı?

NM: Haberim oldu ama bırakamadım. Çünkü orada hala enkazların altında insanlarla uğraşıyorduk ve Türkiye'de taş üstünde taş kalmamış. Birisi le tanışıyorum ailesinden yedi kişiyi kaybetmiş. Ben kendi acımı çıkartamadım ortaya.

TRT: Kim size annenizin vefat ettiğini söyledi?

NM: Ablam söyledi.
 
TRT: Tepkiniz ne oldu?

NM: Olmamış kabul ettim. O anda ona ayıracak enerjim yoktu, o duyguya, o fikre ve ben dört gün sonra ağlayabildim annem için.

TRT: Bu kadar kendinizi kaptırmış, mücadele verdiniz, fakat AKUT daha sonra başka şekillerde tartışıldı, eleştirildi, dava edildi.

NM: Burası Türkiye diyorum. Bu ülkede ne yazık ki çok yanlış işler, çok yanlış şekilde yapılabiliyor. Çünkü çok yanlış isimler önemli yerlere gelebiliyor. Ben hayatımda bunu öğrendim.

1999 depreminde bir sivil insiyatif olarak cumhuriyet tarihinde o güne kadar görülmemiş bir iş başardık. Bir avuç  dağcının öncülüğünde kurduğumuz bir sivil toplum örgütünde etrafımızda binlerce insanı örgütledik. Onlarla beraber, Türkiye'nin en çaresiz zamanında , depremde insanlar enkazda acı içinde ölürken , gidip hayatlarını kurtardık. Yardım dağıtma çalışmalarını yaptık ve bu toplum bizi inanılmaz bir yere yükseltti. Hatta AKUT'u Türkiye'nin en güvenilir kurumu seçti.

TRT: Birileri bundan rahatsızmı oldu?

NM: Birileri bundan rahatsız oldu işte ve dönemde biz enkazda çalışırken birileri benim Ermeni olduğumu, Yahudi olduğumu, diktatör olduğumu, bizim zengin çocukları olduğumuzu, AKUT'un şov yaptığını , enkazlarda zinet eşyası topladığını, bir sürü iftira yaydılar. Güveni kırmak için yaptılar bunu.

O dönem zor bir dönemdi. Çok üzüldük. Ben hep kendime şunu sordum: "Niye bize bunu yapıyorlar? Para, pulla hiçbir hesabımız yok, zaten kendi paramızı harcayarak bütün bu işleri yapıyoruz. Hayat kurtarıyoruz. Bundan daha değerli bir şey olabilir mi bu yaşamda. Niye bizim ayağımıza bu kadar dolanıyorlar?'ın cevabını uzun süre bulamadım ben.

Sonra buldum. 1999 depreminde Türkiye aslında bir dönüşüm fırsatı yakaladı. 17 ağustos depremi aslında Türk toplumunun  bir aydınlanma fırsatıydı. Çünkü o günlerde ne kadar namuslu, aklı başında, vatanını milletini seven, aydın sınıf varsa hepsi şunu söyledi: "Biz buraya kadar birşeyleri yanlış yaptık. Yanlış yaptığımız şeylerin bedelini ödedik. Şimdi yapılacak şey , depremin küllerinden ders çıkartıp , yeni , çağdaş bir Türkiye yaratacağız. Bunu el birliği ile yaratacağız" dediler.

Bütün bu hareketin sembolik öncüsü  AKUT'du. AKUT'A öyle bir vurdular ki, insanları öyle bir hayal kırıklığına uğratmaya çalıştılar ki, birkaç sene sonrada unutuldu gitti. Biz o değişim, dönüşüm fırsatını kullanamadık.

TRT: İnsan engeli, doğa engeline benzemiyor.

NM: Ben mücadele etmekten çekinmem. Hatta çok da hoşuma gider. Kuvvetli rakipler ile boğuşmak benide geliştirir ama belden aşağıya vurduğun zaman, olmayan şeylerle iftiralarla geldiğin zaman yapacak hiçbir şey yok.

TRT: Siz geç evlendiniz.

NM: Evet. 41 yaşımda evlendim. Ama hep kararım 40 yaşımdan sonra ve yurtdışında evleneceğim di , öyle oldu.

TRT: 40 yaşına kadar ne arıyordun?

NM: Aranmaktan ziyade hayat ile ilişkim çok farklı oldu. Doğa ile , spor ile, seyahat ile, çok uç noktalarla sürdürdüm hayatımı. O süreçtede evlilik çok uygun değildi. Kırk yaşımdan sonra uygun olduğunu düşündüm , doğruda düşünmüşüm.

Verimliliği artırdı, hayatımı kolaylaştırdı. Birçok şeyi kendi başıma düşünürken, yaparken şimdi hem daha kaliteli hem daha kolay ulaşabilir  hale geldim.

TRT: Evlilikten sonra hayat sizin etrafınımızdamı dönüyor bu evde, yoksa eşinizin etrafındamı dönüyor?

NM: Benim konumum bu ülkede çok özel bir yerde. Sorumluluklarım, kabiliyetlerim çok özel bir yerde. Dolayısıyla tabiki benim etrafımda daha fazla dönüyor. Ama o benim bencilliğimden ziyade sorumluluklarımla ilgili olan bir konu bu. Sonuçta üretebileceklerim, yapabileceklerim  fazla olduğu için, benim kafamın rahat olması daha önemli.

TRT: Bizde genelde başarı insanları yoldan çıkartıyor, şımartıyor, ukalalaştırıyor, daha ben ve bencil hale getiriyor.

NM: Türkiye'nin bir sürü başarı öyküsü var, hepsi boyalı ve sahte. Medya'nın şişirmesi bir çoğu. Bugün başarılı, yarın çöpe,  yerine daha boyalısı çıkartılıyor. Bu gerçek başarı değil ki. Başarı, dünyanın her yerinde kabul edilecek başarıdır. Onlarda o kadar çok değildir baktığında.

Başarı taşınması zor bir yüktür. Çoğu zaman hak etmeyenler taşıyamaz.

TRT: Yaza der ki: Herkes kendisine bir Everest bulamayabilir, herkes o zirveye yürüyemebilir, herkes  dağcıda olmayabilir . Ama herkesin yürüyebileceği, yürümek istediği önünde açık bir yol var. Kendi içindeki yol. Kendi Everest'i. Dolayısıyla bu yeryüzünde herkese bir yer var. Önemli olan o yeri bulabilmek."

NM: Çok güzel, çok doğru. Burada önemli olan benim senden, senin ondan , daha iyi yada daha kötü olması değil. Her birimizin kendi potansiyelinin doruğuna ulaşabilmesi. Bu dünyaya geldiğimiz, doğuştan getirdiğimiz yetenekler, sonradan kazandığımız kabiliyetler, bütün ruhsal bedensel  yapımızla ulaşabileceğimiz en yüksek yere ulaşabilmek.

Zaten herkez kendi Everest'ine tırmanırsa, diğerlerinin arasında doğal hak ettiği yerede ulaşmış olacak .

TRT: İnsan yaşadığı müddetçe yolculuk devam etmezse , yolda kalmış demektir.

NM: Bir de bunu başkasına fayda sağlayacak şekilde yapabilmek. Bu kitap başkaları için yazdığım kitap, gençler için yazdığım kitap, bu gençlere yol haritası çıkartmak istediğim bir kitap.

"Bir ülke evlatları kendi Everest'lerini tırmanmayı başardığı sürece  yücedir. Ben Everst'te iki kere tırmandım  ama Atamızın bize çizdiği hedefe , ülkemizin  çağdaş medeniyetler içerisinde layık olduğu yere ulaştırmak için sadece benim gibilerin Everest'e tırmanmış olması yetmez. Hepimizin, özellikle gençlerimizin kendi Everest'lerine tırmanması gerekir ki, biz ülke olarak ilerleyelim, gelişelim, büyüyelim. Dünya üzerinde layık olduğumzu yere ulaşalım. Bu kitabı bu kadar çok yazmak istememin sebebi aslında budur."

TRT: İnsanı anlama gayesiyle çıktığımız yolculuğun bu haftaki durağıydı Nasuh Mahruki'nin evi. 20 yaşındayken basit bir duvar ilanının peşinden merak ve heyecanla giden , tırmandığı dağlar ile birlikte başarı merdivenlerinide tek, tek çıkan Kar Leoparı'nın hayat yolculuğu devam ediyor.

Zirvelerde gezinmeyi seviyor ve bunu "Dağlar insanı geliştiriyor, büyütüyor" diyerek destekliyor.

İki kez Everest'e tırmanan Mahruki, kendi hikayesi üzerinden bir şey söylüyor insanlara:

"Herkes Everest'e tırmanamayabilir, ama herkesin tırmanabileceği bir Everest'i vardır.Kendi Everest'inize tırmanın ve yeryüzünde kendi yerinizi bulun."

.


Nsuh Mahruki Everest dağına tırmanıyor

.
.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org