Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Batı'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin Egemenliğini Tahrip Stratejileri
25.04.2006
Okunma Sayısı : 7252
Oy Sayısı : 10
Değerlendirme : 4,2
Popülarite : 4,2
Verdiğiniz Puan :
 

 

Batı'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin Egemenliğini Tahrip Stratejileri

TBMM Özel Oturumu: Batı'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin Egemenliğini Tahrip Stratejileri

23.04.2006

Yüce Meclisin Sayın Başkanı, Saygıdeğer Cumhurbaşkanım, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı bütün içtenliğimle kutluyor, Halkın Yükselişi Partisi ve şahsım adına, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Burada, Sayın Başkandan başlayarak, "millî irade" meselesi, doğal olarak, Millî Egemenlik Gününün anıldığı bu saatlerde, hatta, bazı eleştirel ifadeler de kullanılarak gündeme getirildi.

Şimdi, ben, bir eleştiri değil; ama bir tespit yapmak istiyorum; çünkü, milletin yasama iradesinin anıtı, Kâbesi buradır. İleriye yönelik, bunun üzerinde hepimizin düşünmesi lazım.

Şimdi, millet iradesi burada tecelli eder. Yalnız, dünyanın mutlaka gördüğü; ama, bazı gerekçeler ve hesaplarla ifade etmediği, telaffuz etmediği bir gerçeği bizim görmemiz lazım ve bunun önlemini almamız lazım.

Şimdi, bu Meclis, bugün, şu haliyle, 360 kişilik bir sandalyeyle temsil edilen bir iktidara sahiptir; öyle bir hükümet çıkmıştır. Bu hükümetin ve bu sandalye sayısının arkasında, kullanılan oyların yüzde 34'ü, geçerli oyların yüzde 24'ü vardır. Yani, şimdi, bunu millet iradesinin tecelligâhı olan bu mekânda millî egemenlik tartışılırken, hiç değilse, bir biçimde ifade etmek lazım. Kopenhag kriterlerini bize ısrarlı bir biçimde veren ve hatta dayatan Batının, bilmiyorum, hesaplarına uygun olsaydı, "ben, yüzde 24 oyla yüzde 67 sandalye alan bir hükümeti, Kopenhag kriterlerine uygun, demokratik bularak, onu muhatap almam" der miydi, demez miydi? Bu sorunun sorulması gerekir; ama, benim esas konuşmam o değil.

Değerli milletvekilleri,

Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin egemenliği konusundan hangi vesileyle bahsedilirse edilsin, cumhuriyetin kuruluş yıllarında karşılaştığımız bazı badireler akla gelir ve onlar, bugün de akla gelmektedir. Egemenliğimizin daha ilk günlerinden beri karşılaştığı temel tehlikeler, bugün de aynıdır ve daima şu iki başlık altında belirginleşmektedir: Birincisi irticaî tehdit, ikincisi bölücü tehdit. Dikkatlerden kaçmayan bir başka nokta da bu iki tehdidin her zaman ve tartışmasız bir biçimde dışarıdan kotarıldığı ve içimizden kendisine destek ve yandaş bulduğudur.

11 Eylül terör olayının ardından siyasetlerini din, özellikle, İslam ekseninde yoğunlaştıran Batı, Türkiye'de laik devletin egemenliğini sarsmak ve ülkemizi BOP projesi için bir atlama taşı ve ikmal merkezi haline getirmek maksadıyla, beklentisini daha çok irtica odaklı tahribe yönlendirmiş bulunuyor.

Sayın milletvekilleri,

 "İrtica" denince ne anlamaktayız; bugün, aktüel konu, Bakanlar Kurulundan Millî Güvenlik Kuruluna kadar konuşuluyor. Cumhuriyetin banisi Büyük Atatürk, "irtica" denince ne anlıyordu; bunun cevabı ciddî biçimde tespit edilmezse, ülkede hem tahrip kendini rahatlıkla saklar, hem de dindar insanlar rahatsız olur ve bu, ülkenin zararına olur sonuçta.

Değerli milletvekilleri,

İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır. Kurtuluş Savaşının zabıtlarını, tarihî vesikasını ve nihayet, lügatini kullanır, iyi tespit ederseniz, oradan ciddî bir irtica tanımı çıkar. İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. Bunu da görmek lazım. Günümüzde daha çok "siyasal İslam" unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkarılan irtica, tarihi boyunca desteği, itibarı, alkışı Müslümanlardan almış; ama, hizmeti, bilerek veya bilmeyerek, bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir. Ne ilginçtir ki, bunu da tespit etmek lazım tarihin önünde, İslam’ın ana kaynağı Kur’an, irticaı hem de irtica kökünden bir kelime kullanarak "ehlikitap hesabına işleyen fitne" olarak tanıtmaktadır. İrticaın bu omurga noktasının iyi yakalanması lazım.

Bizim Kurtuluş Savaşı destanımız, temelde iki düşmana karşı verildi. Bunları da Kurtuluş Savaşı zabıtlarından alıyorum. Birisi “vatansızlar”, birisi de “imansızlar”. Atatürk, şöyle diyor bunu ifade ederken: "Birtakım vatansızların ve dinsizlerin propagandaları, bizim için hareket düsturu olamaz”. Kurtuluş Savaşının serüvenini basiretle inceleyenler görürler ki, vatansızlar içinde önemli miktarda mürteci vardır. Yani, din perdesi altında ülke aleyhine hıyanet sergileyenler. Aziz milletvekilleri, şunu görmezlikten de gelemeyiz, üzerinde düşünmekten de kendimizi vareste tutamayız: Kurtuluş Savaşı verilirken, Kuvayı Milliye askerleri, altında şeyhülislam fetvası olan bir yazıyla ve Yunan uçakları, işgalci Yunan uçakları marifetiyle Anadolu halkının üstüne atılan bu fetvayla, kâfir ve katli vacip asiler olarak nitelendiriliyordu. Bunu görmeden Türkiye'nin geleceğine şekil vermenin ve kendimizi aldanmaktan kurtarmanın bir çaresi olacağı kanaatinde değiliz.

Eğer ortada bir ihanet yoksa veya bir dalalet yoksa din üzerinden oynanan, din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz. Bu da çok hayatîdir. Bu ikisini birbirinden ayırmazsanız, dindar ile dinciyi ve din üzerinden hıyanet yapan ile din konusunda yanlışları olanı birbirine karıştırırsınız ve bu bir facia olur. Dindardaki yanlışlar, teknik tabirleriyle hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü, bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır. İrtica ise, bilinçli ve organize bir hıyanet ve dalalet olayıdır.

Atatürk'ün gözüyle irtica nedir sorusuna da bakmak lazım. Atatürk, irticaı iki temel açıdan değerlendirmektedir; birisi felsefî ve genel açı, öbürü Kurtuluş Savaşı yapısı açısından. Birinci anlamda irtica, ölümsüz Atatürk'e göre, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahribe yönelen bir şer unsurdur. Şöyle diyor: "Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki; her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir." Bu, genel çerçeve.

"Kurtuluş Savaşı destanının ölümsüz erleri irticaa karşı da savaş vermişlerdir." Sadece işgalcilere karşı verilmiş bir savaş değil Kurtuluş Savaşı. "Bu erler, sarayın Teali İslam Cemiyeti adı altında memleketin her tarafında irtica hareketleri tertiplediğinden, onlarca defa şikâyetçi olmuşlardır. "

İrticaın, İslam’ın Batıdaki baş düşmanı -bu, Atatürk'ün tâbiridir- İngilizler tarafından beslenip kotarıldığı, Atatürk'ün, altını sürekli çizerek ifade ettiği bir gerçektir, otuza yakın yerde benim tespitim. Atatürk'e en büyük düşmanlığı da İngilizlerin yapması sebepsiz değildir. Bu da Kurtuluş Savaşı zabıtlarında var.

İrtica hıyanetinin Kurtuluş Savaşına problem çıkardığı günlerde, Atatürk şunu söylemiştir…

"İrticaî hareketin teşvikçisi İngilizler olup, merkez beyni de İstanbul'dadır" diyor Büyük Atatürk. İrticaın, yine o günlerde Ermeni hainleriyle işbirliği yaptığını da Kurtuluş Savaşıyla ilgili zabıtlardan öğreniyoruz.

Değerli arkadaşlar,

Atatürk, irtica gibi hurafeye de karşıdır; ama, hurafeyi irtica ile aynı kefeye asla koymamıştır. Bizim, sanıyorum ki, 2000'li yıllarda hâlâ, içine düştüğümüz ciddî hatalardan birisi budur. Atatürk hurafeye de karşı, doğru; ama irticaa karşı tavrı hurafeye karşı tavrından farklıdır. Hurafeye hepimiz karşıyız. İrticaın ağır biçimde mahkûm edilişi dinsel karakteri yüzünden değil, hıyanet karakteri yüzündendir.

Mürteci hain kadrolar, işin bu püf noktasına asla değinmezler, tam aksine, onu sürekli gözden kaçırarak, Atatürk'ü irticaa karşı değil de, dine karşı gösterirler. Oysa ki, Atatürk, hıyaneti söz konusu olmayan dinsel karşı çıkışların hiçbir eksikliğine, hiçbir hurafesine bakmadan onları bağrına basmış, hatta yüceltmiştir. Şu tarihî tespiti, O'nun ağzından arz etmek istiyorum, diyor ki: "Müslüman ahaliden vatan haini olanlardan gayrısının manevî kuvvetleri pek yüksektir." Anadolu'ya kalpten bağlanarak geleceği beklemektedirler. Eğer dinî olumsuzlukların içinde dalâlet ve hıyanet karakteri yoksa, Atatürk, bunları, düşman bellememiştir; bunları, uyarı odağı olarak ve bunları acıma odağı olarak görmüştür.
Bir tarif daha veriyor: "Vicdan yerine düşman parası tanıyan alçaklık…" Bunların kaynakları, hepsi burada yazılı; merak eden arkadaşlara veririm. Bir tanım daha veriyor "millete düşman, düşmanlara dost olarak takip edilen haince siyaset" diyor.

Değerli milletvekilleri,

Atatürk'e dinmez bir hınç ve hatta kin duyan Batı, irticaî hareketleri, antiemperyalist Atatürk cumhuriyetini kundaklama aracı olarak sürekli kullanmıştır ve ne yazık ki, bugün de kullanmaktadır. İslam dünyasında emperyalizme karşı mücadele ederek onu mağlup edip ona rağmen devlet kuran tek ülke Türkiye, tek lider de Mustafa Kemal Atatürk'tür. Onun içindir ki, emperyalizmin temsilcileri, uzantıları ve dâhildeki hizmetçileri Atatürk'ü içlerine asla sindirememişler; onu, her zaman, yok etmek ve yıkmak için uğraşmışlardır. Atatürk devriminin sağladığı muhteşem gelişme, Türkiye'de -konuşmacı arkadaşların hemen hepsi bir biçimde temas etti- bu gelişme Batı'daki benzeri gelişmelerden çok daha fazla bir şeydir; çünkü, Batı'da böylesi bir gelişme -Sayın Baykal ona kısmen temas etti- dinin insan hayatından tümden kovulmasıyla sağlanmıştır. Oysa ki, bizde bu gelişme, Atatürk'ün ışığı sayesinde, dinin gerçeği ve ruhuyla kucaklaşan bir gelişmedir.
İşte 100 000'e yakın camii, işte Türkiye…

Türkiye Cumhuriyeti sadece işte bunun için, Türkiye Cumhuriyeti sadece bizim için değil, bütün İslam dünyası için bir tür kutsal emanettir. Demokrasi ve ilerleme adına İslam dünyasına bugün nelerin reva görüldüğüne bakarsak, bu emanetin anlam ve önemi, bir kere daha, önümüzde tebellür eder. Bu emanetin anlamlarından biri de, bağımsızlık, demokrasi ve gelişmeyi emperyalizmin boyunduruğuna girmeden sağlamış olmaktır. Atatürk, emperyalizme karşı mücadelede İslam'ın ve Müslümanların istiklal şahsiyet ve direnişini feda etmeden demokrasiyi ve ilerlemeyi gerçekleştiren tek liderdir. Başkalarının vesayet ve boyunduruğuna girmeden, İslam’ın temel değerlerini koruyarak, demokrasi ve çağdaşlaşmanın olabileceğini fiilen gösteren de odur.

Emperyalist ruh ve emellerini bugün küreselleşme perdesi altında yaşatan Batı, işte bu yüzden İslam dünyasında iki mirasın tahribini esas almıştır, stratejilerinin omurgasına oturtmuştur. Bu miraslardan birincisi, Hazreti Muhammed mirasıdır; yani, İslam’dır; ikincisi de, Mustafa mirası; yani, Atatürk Cumhuriyetidir. Egemenliğimizin, Kurtuluş Savaşında ve bugün temel ve yıkılmaz direnç kaynağı olan bu iki miras, çeşitli bahaneler, operasyonlar, müdahalelerle yozlaştırılarak etkisizleştirilmek istenmektedir. Türkiye, bu iki mirasın en dirayetli coğrafyası olduğu içindir ki, BOP ve benzeri sömürü ve istila projelerinin öncelik ve ivedilikle hedefe Türkiye'yi yerleştirdiklerini görüyoruz. Türkiye, sadece anavatanı olduğu Atatürk mirasına yönelik tahribin değil, İslam mirasına yönelik tahribin de temel hedefi olmuştur. 11 Eylül sonrasının din ve özellikle İslam ekseninde seyreden siyasetlerinden en büyük ıstırap payını da, ne yazık ki, Türkiye almaktadır. Gelişmeler iyi niyetle değerlendirilseydi, bunun tam aksi olmak lazım gelirdi.

Değerli arkadaşlar,

İslam mirasını çökertmek için Hazreti Muhammed'e hakaret ve Muhammed devrinin bittiğine ilişkin kampanyalar açıldı Batı'da. İki strateji belirlenmiştir bu noktada: Birisi, Muhammed'e hakaret; birisi de, İsa'yı tek kurtarıcı olarak tekrar geri getirmek. Birinci strateji Müslüman düşmanı Batılılara yazdırılıp çizdirilen hakaretlerle yürütülürken, ikinci strateji Türkiye'deki dinci cemaatlerin İsa methiyeleriyle kotarılmıştır. İsa, hepimizin peygamberi. Biz, aynı kendi peygamberimiz gibi, bir milim eksiği olmadan ona saygı duymak zorundayız; ama, bu saygı Hazreti Muhammed'i ve nihayet İslam coğrafyalarında İslam mirasının tahribini maskelemek için bir bahane yapılamaz.
Yapılan budur.
BOP Projesine bir peygamber aradılar; o, yeniden gelecek İsa; öyle belirlendi. Bir kitap lazımdı; onu da İncilleştirilmiş Kur'an olarak belirlediler. İslam mirasının tahribi sadedinde dinler arası diyalog, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerinden sonra, Kur'an'ın İncilleştirilmesi sürecini de açtılar, yokladılar milleti, başarı çıkmadı tabiî.

Atatürk mirasına yönelen şer ise, tahribatını üç başlık altında öne çıkarmaktadır. Kişiden gittiğinde Atatürk'e saldırmakta, ilkeden gittiğinde laikliğe saldırmakta, kuvvet ve kurumdan gittiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırmaktadır. Bunu bazen sinsi, maskeli, bazen açık, zamana zemine göre seçeceği yolla ve sistemle yapmaktadır. Türkiye'yi ve Türk Devletinin egemenliğini tahrip siyasetlerinin saldırı hedeflerinde daima bu üç değer vardır.
Milletimizin hâkim kanaati şudur -sözlerimi bitirmek istiyorum- Atatürk mirasını bir direnç gücü olmaktan çıkarıp, Anadolu'da 1071 Malazgirt'ten beri sürdürülen kavgayı tamamlamak istiyorlar. Kavganın Batı hesabına tamamlanmasını Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında Batı için büyük bir hayal kırıklığına dönüştüren Atatürk'tür. O yüzdendir ki, egemenliğimizi tacize yönelik bütün sataşmaların ilk hücum hedefi Atatürk ve onun büyük mirasıdır.

Değerli arkadaşlar,

Batı, bir kin ve inat uğuruna akıl almaz çelişkilerin girdabına düşmektedir. Bir yandan, Türkiye'de, bugün, Amerika ve Avrupa basınında, özellikle Amerika'da İslam’ı faşist bir gelişmenin Atatürk rejimini yıkmak istediğini söylüyor. Öte yandan, Hantington kuramları ve Avrupa Parlamentosu raporlarıyla bize Atatürk'ten vazgeçin dayatması yapmaktadır. İşte, çelişki ve tutarsızlık budur. Batı, özellikle ABD, eğer Türkiye'de böyle bir gidiş olduğuna inanıyor ve bundan ürküntü duyuyorsa, BOP meyanındaki ılımlı İslam projesinden vazgeçip, Türkiye'nin de, kendisinin de hayrına olacak yeni bir proje öne çıkarmalıdır.

Değerli milletvekilleri, ılımlı İslam adıyla küresel Hıristiyan odakların öne çıkardığı projenin yarattığı tahrip ve hayal kırıklığı çok derin olmuştur. Bunun yarattığı travmadan halkımız hâlâ kurtulmuş değildir. Ortadoğu'yu, ama öncelikle Türkiye'yi hedef alan bu ılımlı İslam nedir? Siyaset bu eksende yürütülüyor. Bununla kastedilen bizim dinimiz İslam olamaz; çünkü, İslam’ın ana kaynağı Kur'an, getirdiği dinin adının tek kelimeyle “İslam” olduğunu ve bu ad üzerinde hiçbir kişi ve kuvvetin operasyon yapma hakkı olmadığını açık ve ısrarla bildirmektedir. O halde, ılımlı İslam denilen ne idüğü belirsiz sözde dinin merkezine oturduğu BOP Projesi, o proje de bizim içinde yer alacağımız bir proje olamaz. Bizim içinde yer alacağımız bir projenin her şeyden önce bizim temel değerlerimizi tahrip etmemesi gerekir ve bir de bu projede bu coğrafyanın kaderiyle ilgili kararların alındığı masada Türkiye'nin olması gerekir. O masada olmayan Türkiye'ye masada kararlar alındıktan sonra taşeronluk ve hizmet görevi -yıllardan beri yapılan budur- verildiğinde, buna Büyük Türkiye'nin ve bu ülkenin millî iradesinin saygı duyması ve geçit vermesi mümkün olmamalıdır diye düşünüyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri,

Son zamanlardaki karikatür krizinin Müslüman vicdanlarda aştığı yara da çok derin olmuştur. Ilımlı İslam denen bu dayatma din projesinin, Türkiye açısından ikinci tahribine de dikkat çekmek lazım. Bu da, demokratik, laik, hukuk devleti için yarattığı tehdittir. Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti midir ki ılımlı İslam türünden bir tercih kendisine öneriliyor veya dayatılıyor? Burası, anayasal, laik, bir hukuk devletidir; yani, bize bir din devleti türü değil de, "falancası" diye bir dayatmanın yapılması, Türkiye'de millî egemenliğin tahribinin bir başka ifadesi olarak görülmesi lazım. Eğer, ılımlı İslam’la Türkiye dışındaki ülkelere bir şeyler verilmek isteniyorsa, o zaman, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerini, mesela Suudi Arabistan'da, Katar'da, Kuveyt'te, Irak'ta yapsınlar. Ilımlı İslam böylesine bereketliyse, Irak'ı neden kanlı bir işgalle dehşet cehennemine döndürdüler; götürselerdi ılımlı İslam’ı, iki hafta sonra demokrasi gelseydi.

Değerli arkadaşlar,

Batı, Türkiye'de, kendine itaati dinleştirecek bir din devleti kurmak istiyor. Bu istek, Türkiye'de, Batı'nın çıkarlarına zarar vereceği düşünülen toplumcu gelişmelerin ezilmesi pahasına işlerlik kazanmaktadır. Batı, bir yandan İslam’dan nefretini her vesileyle dile getiriyor, öte yandan, kendisine itaatkâr olacağını düşündüğü hurafeci bir din modelini, Türkiye'yi kullanarak yaygınlaştırmak ve diğer İslam coğrafyalarına da dayatmak istiyor.

Değerli milletvekilleri,

Batı'nın, Atatürk cumhuriyetini tahripte ikinci kanadı olan AB, egemenliğimizi taciz anlamına gelecek taleplerini açık veya dolaylı yollardan, giderek artan bir dozda sıralamayı sürdürmektedir. Son talepleri, Fırat ve Dicle havzasının kontrolünü ele almak olarak ifade edildi. Türkiye'nin, AB'ye ortaklık hayali uğruna, artık, verecek hiçbir şeyinin kalmadığı düşüncesindeyiz. Bu hayale ulaşmak için biz ısrar ettikçe, onlar verilemeyecek şeyler istemektedirler. Türkiye, artık, verilecek bir şeyi kalmadığını anlamak ve kabul etmek zorundadır diye düşünüyoruz. Türkiye, AB'ye ortaklık hayalinden vazgeçip, alternatifini, kendi ruh ve dirayetinden kendisi yaratmalıdır.

Değerli milletvekilleri, değerli konuklar; son bir cümle olarak şunu arz etmek istiyorum: Kurtuluş Savaşı gibi muhteşem ve müthiş bir destanı yazmış milletin çocuklarının, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak için gereken ateşi, kendi topraklarından yaratacak gücü göstereceklerine olan inancımı tekrarlıyor; Yüce Meclisi ve değerli konukları saygıyla selamlıyorum.

Halkın Yükselişi Partisi (HYP)Genel Başkanı
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org