Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Ceviz Kabuğu: Türkiye Nereye Götürülüyor? 20.09.2006
27.10.2006
Okunma Sayısı : 13156
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 4
Popülarite : 2,41
Verdiğiniz Puan :
 

 



Prof. Dr.Yaşar Nuri Öztürk (HYP Genel Başkanı)
Doç. Dr. Emin Gürses (Sakarya Üni. Öğretim Üyesi)“MİLLETİMİZE GEÇMİŞ OLSUN!”
Hulki Cevizoğlu: Sayın Genel Başkan, YAŞ kararlarını nasıl karşıladınız? Yaşar Nuri Öztürk:Yüksek Askeri Şûra kararlarını ben çok iyi karşıladım. Milletimize hayırlı, uğurlu olsun.
HC: Sizce en önemli unsur kara kuvvetleri komutanı orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay başkanlığına gelmesi, atanması mıydı?Çünkü o konuda çok fırtınalı iftira kampanyaları düzenlenmişti ama cumhurbaşkanı sayın Sezerin dirayetiyle bu sorun kazasız belasız atlatılmış oldu. Sizce en önemlisi bu muydu yoksa bundan sonraki gelişmelere ışık tutacak başka atamalar mı?YNÖ: En önemlisi o tabiî. Onun en önemlisi olduğunda hiç kimsenin kuşkusu olmaz çünkü spekülasyonlar o noktada  yoğunlaşmıştı; o bakımdan önemliydi. O aşıldı. Tedirginlik orada yoğunlaşıyordu ve milletimizin hakikaten zihni, sinirleri çok gergindi ve halk rahatsızdı. Bir şeylerin dönüp durduğunu, bir şeylerin tezgâhlandığını herkes hissediyordu. O bakımdan o çok önemliydi. En başta o olduğuna göre ve orada milletimiz için çok  rahatlatıcı bir haber çıktığına göre diğerleri de aynı şekilde sevindiricidir, mutluluk getiricidir. Ben iki şey söylemek istiyorum: Hem milletimize geçmiş olsun, hem de hayırlı uğurlu olsun.

HC: Milletimize geçmiş olsun derken sanki bir tehlike atlatılmış gibi, ne demek bu?

YNÖ: Gayet tabiî, kim benimle paylaşır bilmiyorum ama ben milletimize geçmiş olsun diyorum ve bunu hep söyleyeceğim  bu konu açıldığı zaman. Yıllar sonra da olsa söyleyeceğim, milletimize geçmiş olsun.HC: O halde, işler Ankara’da iyi gitmiyor mu diyeceğiz?

YNÖ: Eğer Türkiye’yi yönetenler Türkiye’yi Türkiye’den yönetmiyorsa işler nasıl iyi gidecek?

HC: Bu devleti idare makamlarına gelecek insanların hepsinin geçmişine, bu ülkeye hizmet edip etmemesine bakılacaksa, bu insanların bir kısmının geçmişine bakalım, bir kısmına bakmayalım olmaz. Ya hepsine bakacağız ya hiçbirine bakmayacağız. Peki, askerlerin atamalarında hepsinin geçmişine bakılıyor, olmayan durumlar iftiraya dönüştürülerek kampanya açılıyor da devletin yönetimine gelen sivillerin geçmişine niye bakılmıyor? Sadece askerlerin geçmişi mi bu ülkedeki vatandaşları ilgilendiriyor? Askerler mi sadece spot altında olacak bu ülkede? Türkiye’yi yöneten sivillerin geçmişi hiç önemli değil mi? Bazılarının geçmişi bilindiği halde yine oralarda mı olacaklar? Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz? Çifte standart mı, ikilik mi, nedir bu?

YNÖ: Türk ordusunun bu şerefli mensuplarının geçmişine daha orduya girecekleri gün bakılmış ve ordu onları ondan sonra içine almıştır. Ufak tefek gözden kaçmalar varsa yukarı mevkilere gelmeden zaten temizleme yapılıyor. İşte bugün  YAŞ yine birkaç tanesini ihraç etti.

Ordu bakımından geçmişine bakmak sözünün bahi  konusu olmaması lazım. Ordu bunu yapan bir numaralı kurumdur ve en iyi yapan  kurumdur. Şimdi biz bu tarafa dönelim. Sivil tarafa. Oraya döndüğünüz zaman demokrasinin defolarıyla karşılaşıyorsunuz. Demokrasinin, İslam dünyasının, kısmen de bizim insanımızın  beklenen noktaya gelmemiş olmasından kaynaklanan sakatlıkları var. Demokrasi Türkiye’nin çoğu zaman lehine değil aleyhine işliyor. Nasıl işliyor? Millet takdir hakkını yanlış kullanıyor. Yanlış kullanacak bir noktaya taşınıyor. Ayrıca, bizde, göze parmak sokacak şekilde açık biçimde demokrasi ihlalleri ve demokrasiye ihanetler var.

HC: O zaman sokunca parmağı tam sokacaksınız ki göremesin, biraz sokarsanız o demokrasideki defoyu görür. Tam sokarsanız göz kör olunca  göremez.

YNÖ: Hayır, göremiyor. Göz bir araçtır; görecek olan beyindir. “Aklını işletmeyenler üzerine Allah pislik yağdırır” buyrulması bundandır. Bunu Kur’an söylüyor. Gözü, eli, kulağı, dili, vicdanı her şeyi, esas amacına uygun işler hale getiren akıldır. Akıl kiraya verilmişse o zaman sizin gözünüz de işini yapmıyor, eliniz de kolunuz da.

Demokrasi diyoruz. Ben bunu meclis kürsüsünden söyledim. Metni şu önünüzde duran bu sene 23 nisanda yaptığım konuşmada var. Şimdi birlikte konuşalım bunu. Kopenhag Kriterleri’ni de düşünerek konuşalım. Bir ülkede, toplam oyların  % 24 ile o ülke parlamentosunun % 67 sandalyesi alınabiliyorsa bu demokrasi değildir. % 92’nin oyuyla kabul edilmiş bir millî mutabakat metnini, anayasayı bu oylarla değiştirebiliyorsanız bu demokrasi midir? Böyle bir iktidarın demokrasi adına kaydettiği icraat bir ülkeyi nereye götürür?Türkiye’yi bugün getirdikleri yer işte bura. Bugün Türkiye’nin başındaki idare bir demokratik idare midir, yoksa bir kazanın ve çarpıklığın sonucu mudur?

HC: Sayı açısından mı demokratik midir diye soruyorsunuz?

YNÖ: Demokrasi bir anlamda da sayı değil midir? Çoğunluk söz konusu değil midir? Demokrasinin omurga kavramlarından biri çoğunluk değil midir? Çoğunluk dediğiniz anda sayı hemen önemli olur. Peki, Türkiye’dekinde nerede sayı? % 24 oy ile % 67 sandalye yan yana durabilir mi?

HC: Yani, bizi azınlık mı idare ediyor şu anda?

YNÖ: Siz değerlendirin. İktidarın aldığı oy % 24’tür.  % 34 diyorlar. O, kullanılan oylar itibariyledir. Geçerli oylar açısından yani millî irade noktasından baktığınız zaman, rakam % 24’tür. Sandalye kaç? % 67. Kopenhag Kriterleri’ni savunanlar, mesela Batı; acaba hesabına uygun olmayan bir idare olsaydı,  beğenmedikleri, kendilerine problem çıkaracak, her istediklerini vermeyecek bir iktidar olsaydı, bu tablo karşısında ne yaparlardı? Kopenhag Kriterler’inin ruhu olan demokrasi açısından ben sizi muhatap alamam siz demokratik değilsiniz, bir çarpıklığın ürünüsünüz der miydi demez miydi?

HC: Kıbrıs’ta dedi bunu. Kıbrıs’ta seçimden öncesi referandumda dedi ki, bizim istediğimiz gibi sonuç çıkmazsa kabul etmeyiz.YNÖ: 50 defa diyecekti. Kıbrıs’ta bunu yapan burada bunu 50 defa diyecekti. Demiyor. Niçin? Çünkü gelen iktidar, hesabına uyuyor. Biz de demokrasi dediğimiz şey işte bu. Milletimizin önüne koyuyorsunuz bunu kullan ve bununla kendini yönetecekleri seç diyorsunuz  Millet de buna göre takdir hakkı kullanıyor ve o takdir hakkı sakat kullanılıyor. Suç milletin midir, bu çarpıklığı onun önüne koyanların mıdır?

HC: Siz politikacısınız, ben cevap vereyim: Hem sandık başına gitmeyen milletindir hem de milletin önüne bu antidemokratik seçim yasasını koyan milletvekillerinindir.

YNÖ: Milletvekillerinin biraz daha arka planı var. Yani 57. hükûmet erken seçim kararı alırken bizzat Ecevitin itirafı var: "Bu seçim bizim için intihar olacaktır" diye. Bunu diyor ve nasıl alıyor bu kararı? Millet de burada sorumludur gayet tabiî ama millet bu defa da eğer takdir hakkını bunu dikkate almadan kullanırsa o zaman halkı itham edeceksiniz. Yani halk aldatılmış ve 3 Kasım seçimlerinde takdir hakkını yanlış kullanmıştır. Bu seçimde de bunu tekrar ederse o zaman halkla ilgili bir değerlendirme yapacağız.HC: Kopenhag Kriterleri diyorsunuz. Daha önceki bir konuşmanızda ise “Bu Kopenhag Kriterleri Türkiye için Sevr’in şartları gibi kullanılmaya başlanmıştır” diyorsunuz.

YNÖ: Kendi kurmayları söyledi bunu Stokholm’de. “Kopenhag Kriterleri’ni Sevr’in şartları gibi kullanarak Türkiye’yi hizaya getirmeliyiz” dediler. O zaman ben bu konuyu Star’da yazdım. Bu konuyla ilgili  2-3 yazı yazdım. O zamanlar, Sevr’e götürülmek istendiğimizden bahsedenlere ‘Sevr paranoyasına tutulanlar’ deniyordu. Stokholm’de AB kurmayları bu demeci verince ben şöyle bir başlık atarak yazdım: ‘Sevr paranoyası yok, hiyanet manisi var’ Sevr paranoyası olur mu? Adamlar en sonunda Şükrü Elekdağ’ın, o koca diplomatın, “Sevr’in şartlarını kabul edeceksiniz” diye  Avrupa Parlamentosu’nda üstüne yürüdüler. Ben bunu da meclis gündemine getirdim. Avrupa Parlamentosu’nda bunlar olup dururken siz bunları değerlendirmeye aldınız mı buna ‘Sevr paranoyası’ diyen alçaklar çıktı. Sevr paranoyası diyen hıyanet manyaklarının bugün sesi çıkmıyor. Nerede o  debdebeleri, o ihtişamları? O yok ama hayasızlık devam ediyor. Hâlâ bu milletin çocuklarına yüzleri kızarmadan, haya etmeden biz AB’ye gireceğiz mealinde sözler söylüyorlar.

AB ALDATMACASI ARTIK ETKİLİ OLAMAZ

HC: Psikolojik bir tahlil yaptınız. Bir örnek verelim gazete haberlerinden: Kimi zaman eşi, yakını vefat eden bir insan yakının öldüğüne inanmıyor ve cenazeyle birlikte evde kalıyor, komşuları kokuyu duyduğu zaman iş ortaya çıkıyor. Yani bazıları ölüme, bu işin bittiğine inanmıyor. Şimdi AB. Cenazesinin kokusunu duymayıp hâlâ AB ile yatanlar var.

Türkiye’de vatandaşın artık karşı çıktığı bir proje AB. Ama nedendir ki Türkiye cumhuriyeti devletinin resmi politikası. Milli Güvenlik Kurulu’nda da Türkiye’nin üyelik süreci politikamızdır deniyor. Nasıl oluyor bu? O partinin, bu partinin projesi olsa diyeceğiz ki o parti gerçekleri görmüyor. Hangi parti iktidarda olursa olsun, Milli Güvenlik Kurulu’nda açıklanan kararlarda bile var. O zaman bu koku devletin tepesinde de mi duyulmuyor?

YNÖ: AB konusunda, cenazenin kokusu mahallenin öbür ucundan çıktı. Milli Güvenlik Kurulu falan diyorsun, eğer biz, TC tarihinin oturmuş kavramlarına, idrakine, zihniyetine atıf yaparak konuşuyorsak bugün bir Milli Güvenlik Kurulu olduğu kanaatinde değilim ben. Milli Güvenlik Kurulu bitmiştir. Hatırası var, kendi yok. Ben bunu ‘Batı Sömürgeciliği’ kitabımda da yazdım. Halkın Yükselişi Partisi parti programına da yaklaşık bu mealde koyduk. Dinciler, Hıristiyan Batı ile birleşerek Milli Güvenlik Kurulu’nu işlevsiz, nostaljik bir kurula dönüştürdüler. Ben bu kanaatteyim. Bunun acilen düzeltilmesi gerekir. Biz iktidar olduğumuzda bunu mutlaka düzelteceğiz.

Avrupa’nın Türk ordusuna 1000 yıla yakındır duyduğu  hıncın hedefine vardırılma faaliyetlerinin net kerteye vardığının, bir rövanş alma noktasına geldiğinin itiraz edilmez belgelerinden birisi de MGK’ya yapılanlardır. Bu MGK ile Türkiye’nin güvenliği müvenliği ve Türkiye’nin dış politikası götürülemez.

Deniyor ki, MGK’da askerin egemenliği var, onu kıralım. Demokrasi adına benim ona bir itirazım yok ama acaba MGK’da askerin daha çok söz sahibi oluşu neye dayanıyordu? Asker üniformasına mı, bazı meziyet ve birikimlere mi? Şuna dayanıyordu: Senin memleketinde politikacı jeopolitik okumuyor, jeostrateji okumuyor, kurmaylık eğitimi almıyor.  Hepsine saygım var, millet seçiyorsa başımızın üstünde yerleri var. Ama şunu görelim: Filan meslekten vatandaş seçiliyor, geliyor. Hatta bazen ilkokul mezunu geliyor bakan oluyor ve o koltuğa oturuyor.

Peki, Türkiye gibi kritik, dialektiği çok yüksek bir coğrafyanın geleceğinin değerlendirildiği bir kurulda kim proje üretecek? Kurmaylık eğitimi almış, bu işin içinde yoğrulmuş, Türkiye’nin inişini çıkışını enine boyuna bilen o kurmay askerler mi burada öncü fikri temsil edecekler yoksa işte şöyle veya böyle bakanlar kuruluna girmiş ve oraya gelmiş, ama orada konuşulacak meselelerin A'sından haberi olmayan insanlar mı bunu yapacaklar?Bugünkü şekliyle MGK’dan Türkiye’nin dertlerine hiçbir reçete çıkmaz. Türkiye ve dünya politikasını layıkıyla değerlendirme gücünden yoksun, Türkiye’nin sınırlarıyla, Türkiye’nin geçmişi ve geleceğiyle ilgili gazete haberlerini (köşe yazılarını ve kitapları demiyorum) dahi okuyup değerlendiremeyecek insanlar MGK’nın kararlarına damga vuracaklar da Türkiye bundan hayır görüp bu topraklarda güvenlik sağlayacak, stratejilerini belirleyecek, geleceğinin önünü açacak” diyebilir miyiz? Böyle bir şey mümkün mü?

HC: Size bir şey hatırlatayım hocam? Parti genel başkanı olarak bunları söylüyorsunuz, Türkiye’de bu kıyametleri koparan bir gelişme, Türkiye-İsrail Parlamento Dostluk Grubu dağılıyor, istifalar ediliyor, başbakan açıklama yapıyor, Malezya’ya gidiyor. Malezya’daki İslam Kalkınma Örgütü toplantılarına katılıyor. herkes açıklama yapıyor, demeçler veriyor. Ama Türkiye’nin güvenliği ile ilgili bir anayasal kurum olan MGK toplanmıyor. Son düzenlemeye göre MGK her ay yerine, 2 ayda bir toplanır hale geldi.

YNÖ: 80 küsur yıllık cumhuriyet tarihimizde vicdanımızda, zihnimizde, irfanımızda yerleşmiş anlamıyla bir MGK bugün yok. Ben siyasetçiyim; millet bana vekâlet verdiğinde ben bu MGK meselesini ciddi biçimde ele alacağım.

AB bizim MGK’nu böyle kuşa çevirirken, kendi ülkelerinde onun yerine geçen kurumlarını bu halde mi tutuyorlar?Araştırmak lazım. Türkiye’nin öneminden ne zaman bahsedilirse bilin ki Türkiye’den ölmek üzere birtakım insanları bir yerlere taşıyacaklar. Ne zaman ölmeye adam lazım olursa bu Avrupalılar Türkiye’nin öneminden bahsetmeye başlarlar. Türkiye’nin öneminden bahsetme başladı mı anla ki bir yerlerde ölmek için adam lazımdır. Bunlar böyle iblistir. Bu lafı duyduğunuz anda bunun arkasını bekleyin. Bu Lübnan olur, falan yer olur. Ölme işi bittikten sonra Türkiye’nin önemi kalmaz.

HC: Başbakan Erdoğan, TBMM toplanmadan, MGK toplanmadan asker gönderebiliriz diyor.

YNÖ: Türkiye’nin dış politikasında bugün TBMM’nin bir dahli yoktur. Ben de o Meclis’in bir üyesiyim. Türkiye’de biz yarım asırdır en büyük şikâyetlerden biri olarak neyi öne çıkardık? Ekonomide kayıtdışılık. % 70’i kayıtdışı ekonominin. Felaket sebeplerimizden biri. Şimdi ona takla attıracak başka bir felaket açmıştır AKP. Nedir o? Kayıtdışı diplomasi, kriptosuz diploması. Bu ifadeyi Türk diplomasi ve siyasetinde ilk kez ben kullandım. ‘Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası’ kitabımla, ‘Türkiye’ye Mektuplar’ kitabımda. Kayıtdışı diplomasi Türkiyenin canına okuyor. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin dünyanın neresinde kiminle ne konuştuklarını, hangi taahhütlerde bulunduklarını kimse bilmiyor. Elçilerimiz bile görüşmelere alınmıyor.

HC: Bazıları komutanların telefon konuşmalarını bile biliyor. Bunları dinleyebiliyor. Kara Harp Okulu komutanı istifa etti, onu istifa ettiren olayın da kaynağı bulunamadı hâlâ.

YNÖ: Genelkurmay diyor ki ben dinlemedim. MİT diyor ki ben dinlemedim. JİTEM diyor ki ben dinlemedim. Emniyet diyor ki ben dinlemedim. TELEKOM diyor ki ben de dinlemedim. Bütün bunlar böyleyken istifa eden adama çatıyorsun da onu o noktaya taşımak üzere fesat ve hıyanet sergileyenlere neden çatmıyorsun? Genelkurmay, kanundışı yollarla elde edilmiş o konuşmaları, o değerli komutanın önüne koymak yerine, onları çöpe atamaz mıydı? İlgili herkes “Biz dinlemedik” diyor. O zaman bunları neden gündeme alıyorsun? Genelkurmay’ın yaptığı iş mi? Kim yapıyor bunları? Genelkurmay, bir komutanını kanundışı yollardan alçakça elde edilmiş bir dinleme bandı yüzünden çok değerli bir komutanının istifasına nasıl olur da âdeta çanak tutar? Bu tutum, Genelkurmay teâmüllerine asla uymuyor.

HC: Benzer iddialar bu hükümetin içindeki bir yakışıklı bakan için de olmuştu. O bakan istifa etmedi, kaldı. Ama harp okulu komutanına oldu, o istifa etti. Onun telefonları dinlendi acaba bakanın da mı telefonları dinlendi? Türkiye nerede, hani demokrasi, hani AB ölçüleri,hani yasal kuruluşlar? Yasal kurumlar bunu yapmadıysa o zaman yasadışı kurumlar mı yaptı bunu? Yasal kurumlar bunu yapanı bulacak o zaman...

YNÖ: Genelkurmay’ın tarihinde böyle şaşırtıcı bir olaya tanık olmadım.

HC: Bugün resmen genelkurmay başkanı olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a karalamalar yapılıyor, bu kadar istihbarat kuruluşu olmasına rağmen kaynağı açıklanamıyor. Kara Harp Okulu komutanının telefonları dinleniyor, istihbarat kurumlarımız biz dinlemedik diyor; dinleyen bulunamıyor. Türkiye bu kadar başı boş bir ülke mi?

YNÖ: Dünyanın muz cumhuriyetlerinde bile bunun anlamı açıktır. İhtimaller belli: Bir: Ya bu işleri hükûmet kotarıyor, yahut da Türkiye’yi dışardan birileri yönetiyor. Türkiye’yi yönettiğini söyleyenlerin Türkiye’nin şu meselelerinden bile haberleri yok. Türkiye’yi yönettiğini kabul ettiğimiz insanlar gerçekten yönetiyorsa şu hadisenin izahını bulup önümüze koyarlar. Bulmuyorsa o zaman 2 ihtimal var: Ya Türkiye’yi bunlar yönetmiyor yahut da bu işi onlar tezgâhladı. Ben vatandaş, aydın ve de siyasetçi olarak böyle düşünürüm.

HC: Başbakan’a gazeteciler soruyor. Başbakan da diyor ki benim cep telefonuma da geldi bu çirkin iddialar. Araştırın diye ulaştırma bakanına talimat verdim. Ulaştırma bakanı kendisi araştıracak değil, emniyete başvuracak. Emniyet Genel Müdürlüğü sözcüsü bugünkü basın toplantısında diyor ki bize böyle bir talimat gelmedi. Yalan mı söylüyorlar yoksa bürokraside bir gecikme mi var bilemiyoruz, ama Türkiye’nin içinde bulunduğu durum bu.

YNÖ: Vicdan taşıyan insanlar olarak şunu da konuşalım, genelkurmay başkanlığına gelmiş bir komutan dahil bu iftiralar bu şekilde yapılabiliyor, bu tezgâhlar böylesine rahat kuruluyorsa, özür dileyerek söylüyorum beni bağışlasın insanlarımız bu ülkede kimsenin fermuarının arkası falan kalmadı. Bu ülkede kimsenin yatak odası kalmadı. Bu ülkede güvenlik kalmadı. Bu ülkede insanımızın ruhsal dengeleri tahribe uğruyor. Genelkurmay başkanlığına gelmiş bir komutana böyle alçakça, böyle vicdansızca tezgâhlar kurulabiliyorsa yarın bu ülkenin sıradan insanlarının durumu ne olacaktır?

Hiç kimse çıkıp demesin ki bu tezgâhları kuranlar bilinmiyor. Bunları bilenler bu ülkede vardır. Bunların kim oldukları bellidir. Ekip olarak, bellidir. Ben, mesela vicdanımda bunların kimler olduğunu biliyorum. Günü geldiği zaman da vicdanımdan onları dudaklarıma taşırım. Geriye doğru gidin. Şemdinli iddianamesi, Rektör Yücel Aksoy davası, Savcı Nuh Mete montaj iftirası. Hepsi aynı ekibin işi...

Bunların kimler olduğu çok iyi biliniyor. Bütün dava bunları telaffuz eder mi bugünkü Türkiye’nin başında olanlar? Büyükanıt bunlarla uğraşmaya tenezzül edip geriye döner mi, dönmez mi, bilemem ama bu ülkede bu ‘Haçlı İşbirlikçisi Fesat Mollası’na Bağlı İftira Ocağı’nın kimliğini bilen birçok insan var.

HC: Büyükanıt atamasından sonra KKTC askerî gecesinde gazetecilere yaptığı bir açıklamada şunu söylemişti: Türkiye’de kimse aşağılık duygusuna kapılmasın Türkiye büyük devlettir. Sayın Büyükanıt’tan bu sözünün arkasında durmasını bekliyoruz.

YNÖ: Evet, bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin geleceğine korku azerine bakamayız, düşmanlık üzerine de bakamayız. Ben siyasetçiyim, bütün siyasetle uğraşanlara da bunu söylerim: Korkuya dayalı siyaset yapmayalım, düşmanlığa dayalı siyaset de yapmayalım. O zaman mâkulu bulamayız. Rehavete kapılıp ayaklarımızı uzatalım demiyorum, ama korku ve düşmanlığa yenik düşmeyelim.

HC: Geçenlerde bir şehit cenazesinde şehit annesi dedi ki vatan sağ olsun diyemem, şehit annesini vatan sağ olsun diyemem noktasına getiren nedir?

YN: O aslında bir başka biçimde yine vatan sağ olsun demektir. Mesaj tarafı var onun. Bağrı yanmış anne, anne bu. Anneyi anne gibi düşüneceksiniz. Vatan sağ olsun diye evlatlarını kanlı terörün pusularında şehit düşüren bunca anne yıllardan beri birtakım sağırlıkları izliyor. Şimdi o sağırlıklara isyan ediyor, vatan sağ olsun demez mi evladını şehit veren anne? Der. Zaten diğer aile bireyleri ne dediler, “Gerekirse ötekileri de biz şehit veririz.”

ABD-PKK İTTİFAKI

HC: Amerika’nın PKK’ya verdiği destek ortada iken hâlâ ilişkiler iyi gidiyor diyenler var. ABD diyor ki, siz bir şey yapmayın, sınır ötesi operasyon yapmayın, biz onların kulağını bükeriz. Öbür taraftan, dün bizim bir başçavuşumuzun kapısının önünde nöbet bekleyen ama şimdi Kürt özerk bölgesinde başkan olan Talabani, Barzani gibi insanlar da orada PKK bürolarını kapatacaklarını sölüyor. Ne demek bürosunu kapatmak? Kimin gazını alıyorsunuz? PKK bürosu dediğiniz Avrupa’da da var. Büroyu kapattığın zaman PKK’yı  yok edeceğim mi diyorsun, burada barındırmayacağım mı diyorsun? Yoksa biz onların bürolarını kapatacağız, başka bir kuruluş açacağız mı diyorsunuz? İlk bakışta insan evet bürolarda her şey oluyor, büroları kapatacaklar, PKK’nın kökünü kazıyacaklar Kuzey Irak’ta diye insan düşünüyor, ama öyle değil. Büroyu kapatırsınız arkasından kocaman ofis açarsınız. Başka bir şey yaparsınız, yanınızda barındırırsınız. PKK’yı biz buradan def edeceğiz demiyor hiçbiri. Bugüne kadarda sürekli yalan söylediler. Hiç bir sözüne güvenilmeyen bu insanlar Barzani ve Talabani şimdi üfürükten büroları kapatacağız diyorlar. Bu da Türk basınına çok büyük bir olaymış gibi yansıyor. O zaman şehit annesi de diyor ki bu numaralarla siz böyle işbirlikleri yaparak bu ülkelerle vatan sağ olsun diyorsunuz ama bizim çocuklarımız şehit oluyor.

Bir ekleme daha, Türkiye’de bazı gazeteciler de efendim ne var, tabii ki asker ölecek, bu onların görevidir” diye yazan köşe yazarları da çıktı.

YNÖ: Bana göre kıyıda köşede dolaşıyoruz. Bu Ortadoğu projesi ve Kuzey Irak’taki gelişmelerden sonra meseleyi yeni bir bağlamda, yeni bir bakış açısıyla değerlendirmek lazım.

Hükûmet çevreleri, ABD, PKK’yı dağdan indirsin falan diye laflar ediyor. ABD ise münasip bir iki söz söylüyor, acele etmeyin falan filan diye işi savsaklıyor.

PKK konuşulacaksa bir kere BOP projesini dikkate alarak konuşmak lazım. Artık PKK meselesinin BOP projesiyle irtibatı vardır. Ilımlı İslamla da irtibatı vardır, Kuzey Irak meselesiyle hayli hayli irtibatı vardır. Benim anladığım, ABD, PKK’yi Kuzey Irak’ta himaye ederek, BOP projesini hedefine vardırmada partner olarak kullanacaktır. Ben bunu böyle görürüm. Türkiye de hesabını buna göre yapmalıdır.

BOP projesinin hedefi, Ortadoğu Müslüman coğrafyasında İsrail’den büyük devlet bırakmamaktır. Türkiye de bunun içindedir. Türkiye de bu bakımdan parçalanması gereken haritalar içine alınmıştır. Burada AB ile ABD’nin ortak çalıştıklarını da bilmek lazım. AB ile ABD, örneğin, İran konusunda birçok noktada ayrı düşünürler, Irak, Mısır, Suudi Arabistan için farklı düşünceler taşırlar ama BOP coğrafyasında Türkiye söz konusu olduğu zaman her meselede ortak düşünürler. Patrikhane meselesinde, ekümeniklik meselesinde, Türkiye’nin küçültülmesinde ikisi aynı düşünürler.

ABD, PKK’yi kullanarak İran, Türkiye ve Suriye’yi istediği noktaya, hizaya getirecek. Türkiye buna karşı tavır koyacak mı koymayacak mı? BOP telaffuz edildikten sonra ABD’nin PKK’ya bakışı 180 derece değişmiştir. Dolayısıyla, ABD’nin PKK’ya bakışını tespit edip bizim bu bakışa karşı tavrımız nedir bunu belirlememiz lazım. Ya siz belirleyeceksiniz, ya da belirlenenin sizi götüreceği sonuçlara katlanacaksınız.

Karayılan’ı Türkiye’ye verme meselesini de ben şöyle görüyorum: ABD, belki yanında AB, yıpranan ve gümbür gümbür aşağıya doğru giden mevcut iktidara kan ve destek vermek için Karayılan’ı veriyor, AKP’nin damarlarında tükenme noktasına gelmiş yapay kana ilave yapıyor. Onu milletin iyi bir düşünmesi lazım.

HC: Karayılan’ı verecek de ne olacak? Türkiye’ye büyük yılanı verdi de Türkiye ne yaptı?

YNÖ: Bülent Ecevit % 22 oy aldı. Bütün güdümlü medya, hayasızca  yalanlara oturtulan, adına kamuoyu yoklaması dedikleri rezaletlerin bütün işi iktidara yapay kan sağlamak. AKP % 30’un üstünde oy alırmış, alternatifi yok, falan diyen utanmaz ve hayasız bir furyaya rağmen AKP’nin gümbür gümbür gittiği görülüyor, kan veriyorlar ona. Halk diyorsunuz, halk bunlar nasıl anlayacak? Halk güvendiği adamları dinleyecek, bu Bizans ve Soros güdümlü basını değil. Halk eğer bu basınla Türkiye’nin gündemini yakalayıp onu takip edip oradan ilerisi için bir şeyler çıkarmaya kalkarsa mahvolmuş demektir.Adına ‘Türk Basını’ dedikleri bu basın Türkiye’yi bir görevimiz tehlike stüdyosuna döndürdü. Türkiye’nin esas gündemi ‘Görevimiz Tehlike’ stüdyosun panolarının arkasında. Güdümlü basın, halkı o panoların arkasına geçirmiyor. 40 sayfa gazeteyi okuyorsunuz, Türkiye’nin gerçek gündemi ile ilgili iki paragraf yok. 40 sayfa, halk gerçek gündemi görmesin diye şekillendirilmiş. HC: ABD basını geldi, TGRT’yi satın aldı. ABD medyası Türkiye’nin içine girdi, bundan sonra düzelir herhalde!
YNÖ: Türkiye 360 milyar dolar borca niçin girsin? Bunun ekonomik gerekçesi var mı? Terörle mücadelede bir kuruş kredi vermemişler, GAP için başta verdikleri krediyi (dünya bankası biraz vermişti) az sonra kesmiş. Peki, ne için yapıldı bu borç?Nerelere harcandı? Hangi sistemle Türkiye bu borcun altına sokuldu? AKP geleli borçların toplamına 144 milyar dolar eklenmiştir. Türkiye’yi Türkiye yapan ne varsa sattılar, satılacak bir şey yok, borçsa ha bire artıyor.
HC: Özelleştirme adı altında yapılan satışlardan gelen paralar nereye gidiyor? Borç kapatmakta harcanmıyor mu?
YNÖ: Buna bana cevap verdirirsen Halkın Yükselişi Partisi (HYP)nin programını, projelerini ve biraz da icraatını anlatırım. Bu paralar usulune göre kurulmuş ve bir kısmı küresel dinazorların hortumlarıyla bir kısmı da onların içerdeki uzantılarının hortumlarıyla çekiliyor Türkiye’den. “İyi gidiyor” dedikleri ekonomi de onların ekonomisi zaten. Bu küresel dinazorların hortumladığı ve paylaştığı parayı 70 milyona bölerek fert başına milli gelir artışı hesaplıyorlar. Ben Türk siyasetinde programının içinde “Özelleştirme idaresini kapatacağız” yazan tek partinin kurucusu ve lideriyim. Soruyorum: Dünyanın neresinde bir devlet kendi kurumlarını talan ettirmek üzere özel ve anayasal bir kuruluş oluşturur? Özelleştirme hiç mi yapılmaz? Yapılır. Nasıl yapılır? Dünyada nasıl yapılıyorsa öyle yapılır. Bizdeki o değil, bizdeki talan. Devleti çökertme operasyonunun bir parçası. “Zarar eden KİT’ler satılacak” dendi. KİT’ler önce arpalık yaptırıldı, sonra da zarar ediyor gerekçesiyle satıldı. Sadece zarar eden KİT’ler mi satılıyor? ERDEMİR KİT mi ki satıyorsunuz? ERDEMİR anonim şirket. Hani KİT’ler satılacaktı! 3 aylık, 6 aylık kârına satılanlar var.
HC: Ama satan sadece AKP değil ki? Ötekiler de sattı.
YNÖ: Elbette, ötekiler de sattı. Ama AKP’nin bir farkı var. Öbürleri bu kadar açık ve önceden taahütte bulunarak, dışarıya teslimiyet ve taviz vereceği şeyler listesi sunmamıştı. Bunlar ABD’ye, AB’ye taviz ve teslimiyet listeleri sundu. İktidara da öyle geldiler. O sunumlarla. ABD, evet efendime alışmış uzun yıllardan beri. 1950’lerde başlıyor bu. Marshall planı ile başlıyor. Yardım adı altında küflü buğdayları alıp Köy Enstitüleri’ni, Eskişehir’deki uçak fabrikalarını kapatanlar o imzaları atarken sormadılar, “Kardeşim sen bana kullanım tarihi geçmiş tereyağı, peynir veriyorsun, iyi de bu Köy Enstitüleri sana ne yapıyor? Bunların kapatılmasını niye istiyorsun benden? Bunu sormayanların şimdi kemiklerinin sızlaması lazım. Oralardan başlıyor bu iş. AKP’nin farkı ne? AKP’nin en büyük farkı şu: AKP, hem dışarıya yalan söyledi hem kendisine oy veren Müslüman Türk halkına yalan söyledi, ikisini de aldattı.
HC: Şimdi bu ülkede politikacılar nasıl politika üretecekler? AKP hükûmeti ABD’ye, Avrupa’ya açıkça destek verdi, aldattı halkı. İyi de, AKP demek Erbakan’ın talebeleri değil mi? Erbakan’ın ABD yanlısı bir demeci hayatı boyunca var mıydı duyduk mu? Şeytan demiyor muydu ABD’ye? Erbakan ve Erbakan politikası Türkiye’de Atatürkçüler tarafından tukaka edildi, lanetlendi. ABD’ye karşı oluyor adam lanetleniyor. Erbakan’ın çocukları talebeleri iktidara geliyor, bu sefer ABD’nin koluna giriyor yine lanetleniyor, yine tukaka ediliyor. Aynı kök, aynı felsefe, aynı görüş. Türkiye’de biz partilere nasıl yaklaşacağız? Biz dışarıyı bırakalım, kendi içimizde bu ülkeyi nasıl kalkındıracağız? ERBAKAN İLE ERDOĞAN FARKI
YNÖ: Hulki Bey, bahis konusu olan yanlışları gözden kaçırmak için bahis konusu olmayan doğruları öne çıkarmanın anlamı yok. Erbakan gerçekten milli bir adamdı. Bu doğru. Ama bu ‘doğru’, başını Erbakan’ın çektiği ve bugün Türkiye’yi bir cehennemin içine itmiş yanlışları görmemize engel olmayacak. Erbakan Türk milletini Allah ile aldatmanın baş mimarıdır. Erbakan, İslam adı altında sahte bir Arap-Acem karması hurafe diniyle siyasal çıkarları uğruna milleti aldatmıştır. AKP ve bugünler o aldatmanın ürünleridir. Erbakan’la bunların temel zihniyette hiç bir farkı yoktur. Bir ‘değişme’ tutturdular ve yutturdular. Nedir o değişme? Allah ila aldatmanın maskeleri değiştirilmiştir. Hepsi bu. Bir değişmeden daha söz edebiliriz: Erbakan Türkiyeci bir insandı, milli idi. O da değişmiştir. AKP, Haçlı yandaşıdır, ABD’ci, AB’cidir, Yahudi sempatizanıdır.  Siyasal İslam’ denen Haçlı güdümlü ideolojik dininin Müslüman dünya için arz ettiği maraz bakımından Erbakan ile Erdoğan arasında zerre kadar fark yoktur. İkisininki de saltanat dincisi Emevî İslamı’dır.Siyasal İslam denen bela Emevî ile başlamıştır. Bugün Müslüman dünyanın, Hıristiyanlar önünde paspasa dönmesinin sebebi işte bu Emevî ölçekli sahte İslam’dır. Erbakan da Erdoğan da bunun temsilcisidir. Farkları, kullandıkları maskelerdedir. Bütün emperyalist Batı siyasal İslamı besleyerek o vasıta ile Müslümanları şiddete ve teröre bulaştırıp sonrada onların ürettikleri kötülüklerde İslam’a ve Müslümanlara vururken ne yaptığını bilmiyor mu? Biliyor.
HC: Erdoğan AB yolunda ilerliyoruz diyor?
YNÖ: Türkiye’nin Anadolu toprakları üzerinde 1071’den beri yürütülen Haçlı emellerinin hedefine varması için Avrupa’ya destek veriyor? AB yolunda değil, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında Avrupa’nın Türkiye’den Mustafa Kemal yüzünden alamadığı rövanşı Haçlılara verme yolunda yürüyorlar. Erbakan işte bunu yapmadı, onun hataları içeride kaldı. Ama unutmayalım, Allah bazı konularda kredileri kötüye kullananları asla affetmez, o faturayı ödetir. Erbakan hocanın ve ekibinin Allah ile aldatma zulmünden doğan günah faturasını hiç kimseye ciro edemezsiniz. Recep Tayyip Erdoğan’ın onu arkadan vurarak
darmadağın edip işi bu noktaya getirmesi falan da bu faturanın karşılığı değildir. Allah büyüktür ve âdildir. Bakın, Erbakan, 80 yaşında dolandırıcılıktan hüküm giymedi mi? Şunu görelim: Bugün Kuzey Irak’tan, Fırat ve Dicle sularından el koyma talebinden, ekümenik patrikhane adıyla fatihin kemikleri üzerinde bir Rum-Hıristiyan devleti kurulma teşebbüs ve taleplerine kadar hepsi Allah ile aldatma zulmünün Türk milletinde açtığı omurga zaafı ve kemik erimesinin üzerine getirilip oturtuldu. Erbakan ve ekibinin bu günahtaki payı göz ardı edilemez. AKP de onun ürünüdür.
HC: Bu ülkede 1940’lı yıllarda Türkçüler yargılandı. Türkçü olduğunuz zaman Türkiye olarak içimizde sağımız-solumuz nasıl birlik olup da bu yabancılara kafa tutacağız sorusuna yanıt arıyorum. Türkiye politikaları açısından Türkçü oluyorsunuz Türkiye’de yargılanıp zindanlara atılıyorsunuz. Türküz, Türkçü olamıyoruz, Müslüman olamıyoruz, İslamcı politikalar uygulayamıyoruz. Milli görüş diyor, Erbakan’a karşı çıkıyoruz. 1980 öncesi,12 eylül öncesi sağ-sol diye herkes bu ülkeyi savunmak için birbirine girdi. Sonuçta hep yabancıların dediği mi olur Türkiye’de? Bu siyasetten nasıl kurtulacak politikacılar? YNÖ: Bir siyasetçi olarak konuşayım: Türk halkı mâkulu (akla uygun olanı) arıyor, onu bulmalıdır. Mâkulu bulamadınız mı bu belalardan kurtulamazsınız. Mâkul ne, biliyor musunuz? Mâkul, bugün,  HYP'nin söylemlerinde. BOP projesinin göbeğindeki Türkiye için bugün mâkul, Muhammed ile Mustafa’nın birleştirilmesidir. Açayım: Laiklik ile İslam’ın, devletle dinin barışını kurmadan  mâkulu asla bulamazsınız. Mâkulu Mustafa Kemal de böyle buldu. Ama Mustafa Kemal’in mâkulunu bir yandan rozet Atatürkçüleri parçaladı, bir yandan da başından beri Batı gizli servislerinin tezvirat ve sloganlarıyla Atatürk’e karşı çıkan dinciler. Şimdi bulunduğumuz netameli, tehlikeli yere böyle geldik. Bu durumda mâkulu nasıl bulacaksınız? Mustafa Kemal’i dinci tasallutun dayatmasıyla rozetçi ve büstçü tasallutun dayatmasından kurtarıp millete anlatacaksınız. İslam’ı da anlatacaksınız. İki şey Türkiye’de 80 yıldır dayatılıyor. Birisi Atatürk’tür, birisi de İslam. Dayatma sürecini kapatıp İslam’ı ve Mustafa Kemal’i anlattığınızda Türk halkı bu ikisini sevecek. Türk halkı bunların çelişmediğini görecek. Türk halkı bunları tanıyacak. Tanımadan sevemez. Tanımadan nasıl sever, mesela, dini? Cemaatin sağladığı menfaatle sever. Sabah kahvaltısına namazda görünmeyenler giremezler, önce namazda görüneceksiniz, sonra kahvaltı. Bunlar yaşanmıştır. Cemaat dayatır, der ki ben sana okulu bitirdiğinde iş, okul boyunca harçlık ve yurt sonra da işyeri açacağım. Evliliğine de yardımda bulunacağım. O zaman işte bu dayatılan din bu şekilde sevdirilir. Tabiî buna sevdirme diyorsanız.  Öte yandan, tanıtmadığınız bir Atatürk’ü Türk çocuklarına sevin diyorlar. Nasıl sevecekler? Bu dayatma sürecinden çıkarıp Atatürk’le İslam’ı anlatacaksınız. O zaman görülecek ki Mustafa Kemal’in insanlık için, Müslüman dünya için, şu bizim yaşadığımız topraklar için ideal edindiği, takip ettiği, peşinden koştuğu ne varsa Hz. Muhammed de aynen onların peşinden koşmuştur. HYP dialektiğinde ve söyleminde ‘Muhammed ile Mustafa’yı birleştirmek’ dediğimiz bu. Bu, uzun vadede, bütün Müslüman ülkeler için de reçetedir. Batı eğer ikiyüzlülüğü bırakıp uzun vadeli düşünürse Batı için de  çok büyük yararlar getirecektir. Mâkul işte bu. Atatürk’ün Batıcılık diye bir tâbiri yok. Atatürk muasır medeniyetler seviyesini göstermiştir. Ama bugün ilim ve akıl değerleri Batı’da kümelenmiştir. Bu anlamda olmak üzere, biz Batı’ya sırt dönmeyiz; bunu bizden ne Mustafa ister ne de Muhammed. Muhammed ne diyor: “İlim ve hikmet sizin kaybolmuş malınızdır, nerede bulursanız alın.” Mustafa ne diyor: “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkın.” Muhammed ile Mustafa işte burada birleşiyor. Bize lazım olan da budur. Akıl ve ilim değerlerine sahip olmak, bunları hayatımıza sokmak için Batı’ya uşak olmak gerekmiyor. Bizim söylediğimiz bu. AB üyesi olmak gerekmiyor. Japonya AB üyesi midir? Avrupa sınırları içinde bile AB üyesi olmayan ülkeler var. AB’nin alternatifi nere diye şeytanî bir soru soruluyor. Yani Araplarla mı Acemlerle mi, Avrasya ile mi?
AB’nin alternatifi yoktur. AB’deki akıl ve ilim değerlerinin alternatifi yok. Kopenhag Kriterleri’ni değerli bulmuyor muyuz? Buluyoruz. Buluyoruz ama bunun için bizim Gümrük Birliği denen tutsaklık antlaşmasını imzalayarak 9.5senede 184 milyar dolar kazık yemek mecburiyetimiz yoktu. O tutsaklık antlaşmasını imzalama mecburiyetimiz yoktu. Siz çağdaş değerleri kendi insanınızın hayatına sokmak için bu çağdaş değerlerin öne çıktığı coğrafyalara köle olmak mecburiyetinde misiniz? CİNAYET VE HIYANET KAVİMLERİ HC: Niye bu İslam ülkeleri bir araya gelemiyorlar? Yönetimleri Amerika tarafından ele geçirilmiş ama biz onlara İslam ülkesi demeye devam ediyoruz.Aslında bunlar birer Hıristiyan  yönetimi mi? Hıristiyanlık Avrupa ve Amerika’da bir siyasal güç ve bir siyasal birlik oluştururken İslamiyet, İslamî olduğu söylenen ülkelerde niçin bir siyasal güç ve siyasal birlik haline dönüşemiyor? YNÖ: Egemen Batı güçleri tarafından, Arap toplumunun canına okunduğu gibi İsrail’in de canına okunuyor. İsrail âdeta küresel bir terör içinde her tarafa kan sıçratıyor. Demek ki o da ciddî biçimde bir kaos ve kâbus içinde. Bu karmaşa bitecek falan da değildir. Hizbullah’ı tasfiye de mümkün değildir. Türk askerini Lübnan’a sürüp, Haçlı-Siyon emelleri yönünde Hizbullah’a karşı kullandırtmak akıl işi değildir. Biz bu Haçlılar için ölmek üzere Allah’a söz mü verdik? Bizim ne işimiz var Lübnan’da? Bir yerlerde Haçlı emelleri için ölecek adam lazım olduğunda hemen ‘Türkiye’nin önemli ülke’ olduğundan söz eder, bizi yöneten çapsızları aldatıp Mehmetçiği ölüme sürerler. Türkiye’nin önemi Haçlılar için ölmekte mi? İsrail’i oraya biz mi saldırttık ki, biz gidip tampon olalım? Hizbullah’ı oradan temizleyeceklermiş. Temizleseniz ne olacak? Hizbullah gider, başka bir şey gelir. Oradaki insan unsurunun dramı yaşadıkça Hizbullahlar bitmez.  Yahudi peygamberleri katletti, cinayet kavmidir. Arap ise Peygamberinin evladını katletti; o da hıyanet kavmidir. Şimdi bu iki kavim birbirini yiyor. Daha çok yiyecekler.  Arap 4 büyük nankörlük ve hıyanet yaptı; bunların faturasını ödeyecek. Tarihin bu temel dialektiğini, bu merkezî dialektiği görmek lazım. Tarih  tarafından bunların ikisine de kesilmiş faturalar vardır. Ödenecek. Bunların kahrını bunlar ödeyecekler. Arabınki ne? Arap bir defa peygamberinin evladına ihanet etti. Peygamberinin evladına ihanet etti ve Peygamber ailesini katletti. Bunun bir faturası var. Bunu ödeyecek. Tarih böyle karar verir. İkincisi, Arap, 600 sene kendisini kutsal toprakların kutsal çocukları diye himaye etmiş, kendi halkı Anadolu’da açken sürre alaylarıyla altın yüklerini oralara taşıyıp ayaklarına serpmiş, bu şekilde kendisini idare etmiş, himaye etmiş Osmanlı’ya ihanet etti. Bunun da faturası var. Bakın Filistin’e. Osmanlı’nın bir karışını satmadığı toprakları Yahudi’ye Arap satmıştır. Şimdi ne bağırıp duruyorsun? Git, düşün, günahının sebebini bul ve tövbe et. Üçüncüsü, Arap; Çanakkale’yi geçilmez kılan, Kurtuluş Savaşı’nı veren, Mehmet Akif’in deyişiyle, tevhidi kanıyla kurtaran ve Bedir harbinin askerleri gibi İslam’ın kaderini aydınlatan askerin kumandanı olan Mustafa Kemal’e de nankörlük ve ihanet etti. İngiliz gizli servisleri tarafından üretilen Atatürk aleyhtarı sloganları kullanarak Mustafa Kemal’i din dışı ilan etti. Böylece, Mustafa Kemal’den Haçlı emperyalizmin aleyhine çıkacak reçeteleri kendi eliyle yok etti. Şimdi de Batılı Haçlılarla el ele vermiş, Mustafa Kemal’i Türkiye’de yok etmek istiyorlar. Dördüncüsü, Arap; Kur’an’ın akılcı dinini akla ihanet eden din haline getirdi. Bunun müsebbibi de Arap’tır. Bu akıl dışı dini, halifelik yoluyla Türkiye’ye de soktular. Türkiye’yi de bu batağın içine çektiler. Mustafa Kemal, Kur’an ve akıldan soyutlanmış dine karşı çıktı fakat onu öyle demediler, dinin gerçeğine ve kendisine karşı çıktı şeklinde gösterdiler. Bu ihanetin de faturası var; ödenecek. Bakın, bugün bu faturaları ödüyor Arap kavmi.
HC: Allah onlara bu yaptıklarının faturasını İsrail eliyle mi ödetiyor?
YNÖ: Dedim ya, biri cinayet kavmi, öteki hıyanet kavmi. Allah, adaleti icabı ikisini birbirine musallat etmiş. İkisinin günahı aynı: Peygamberlere ve peygamber mirasına ihanet. Allah’ın peygamberlere cinayet ve hıyanet reva görenlere öfkesi büyüktür. Bakın, Cenabı Hak, cinayet kavmiyle hıyanet kavmini birbirine düşürmüş. Biz bizim vicdan ve imanımızın bize yüklediği görevi yapacağız; yalnız tarihin dialektiğini değiştiremezsiniz. Sıkıntı ne zaman biter? Bunların ikisi birden dünyanın önüne çıkar ve bu işledikleri cürümleri itiraf sadedinde kozmik ve büyük bir tövbeyle insanlığın önünde yaptıklarını itiraf ederlerse biter. Böyle bir şeyi bugün mümkün görüyor musun? Bizim bu Ortadoğu meselesiyle ilgimizi bunları unutmadan değerlendirmek lazım. Şu elimdeki gazetede Suut Kralı ve üç yüz kişilik hizmetçi kadrosunun İstanbul’a gelişleri var. Bir haftadır sayfalar bunlarla dolu. Şunlara bakar mısınız? Buyrun. Şu tiplere, şu suratlara bakın. Bunlar Müslümanmış. Hem de şampiyon Müslüman. Her yanda Müslüman kanı akarken bunlar ne yapıyor? Bunlar habaset ve rezaletlerini sürdürecek de Ortadoğu’da, Lübnan’da, Filistin’de bunların işlerini biz mi göreceğiz? Altı asır biz gördük. Bunları koruduk, kolladık. Sonunda ne oldu? Haçlılarla birleşip bizi üç kuruş için arkadan vurma alçaklığına tenezzül ettiler. Şunlara bakar mısınız? Bunlar adam mı? Paralarının hesabı belli değil. Eğer İslam diye bir din varsa bu adamlar Müslüman olamaz. Eğer İslam, Kur’an’ın getirdiği ve Hz. Muhammed’in gösterdiği dinin adıysa bu adamlar Müslüman değil. Eğer konuştuğumuz İslam ise bunlar Müslüman değil. O zaman siz Ortadoğu’da olup bitenleri Müslümanlarla Yahudilerin mücadelesi falan şeklinde veremezsiniz. Kimmiş Müslüman? Şu resimlerini gördüğünüz Suut Kralı mı? Saddam mı? Müslümanlar aleyhine Haçlılarla hizmet ve esaret ittifakı yapan Talabanî, Barzani mi? Filistin’de ölen çocuklara elbette acırız. Onlar masum. Ama Arap dünyasını Müslüman şampiyonu diye ha bire öne çıkarmayın.Böyle bir dünya yok. Biz bir defa Müslüman ülkeler veya ‘İslam dünyası’ kavramını yeniden tanımlamamız lazım. İslam’ın 604 sayfalık kitabı ortadadır. Milletim bana vekâlet verip iktidara geldiğim zaman ilahiyatçı kimliğimin de buralara etkisi olacaktır. ABD, okyanusun ötesinden bizim dinimize yeni adlar koyup içini boşaltıyor, Kur’an’ı İncilleştirmekten tutun namazı kiliseye uydurmaya kadar dine burnunu sokuyor, tüccarlarımızın ürettikleri değerleri Kalvenist-Protestan gelişmeler diye adlandırma cüretini gösteriyor. Biz bu ülkenin siyasetçileri, bu ülkenin bin yıldır İslam’ı yaşayan halkına öncülük eden siyasetçileri bunları görmezden mi geleceğiz? İşte bu nokta benim CHP ile kavga sebeplerimden birini gündeme getirir. Biz burada şu tezi savunduk: Atatürk’e yapılan kötülüklerden biri de Atatürk’ün bize emanet ettiği laikliği bu ülkenin dinini bu ülkenin insanını tahrip için kullanan zihniyetlere seyirci kalmak şeklinde anlamaktır. İnönü ve Baykal CHP’si laikliği böyle anladı. Sen laiksin, dini ağzına alma, ama birileri dini tepe tepe kullanıp milleti ifsat ve imha etsin. Bu mudur laiklik? Baykal ve ekibine göre bu. Eğer böyle ise laikliğe de, Atatürk’e de veda edelim. Çünkü bu kafadaki laiklerin iktidar falan olmaları mümkün değil. Ülkeyi Haçlı güdümündeki dincilere teslim ederler. Baykal’ın bugün yaptığı da budur. Ana muhalefet adı altında AKP’ye ana muvafakat partisi olarak örtülü destek veriyor. Çünkü izlediği politikalar BOP gerçeğinden, 11 Eylül sonrasından tamamen habersiz. Kısacası, laiklik, dincilerin tahribatına seyirci kalmak anlamında alınamaz. Böyle bir laiklik yok. Başta CHP’liler olmak üzere, solcu takımı, “Biz laik adamız, dinden imandan bahsetmeyiz” diyorlar. Sen bahsetmiyorsun ama Bush ve Blair bahsediyor. Peki, buna karşı çıkmayacak mısın? Bush ve Blair bahsedince ne olur? Sen, iktidar yerine parti merkezinde iskambil oynamak zorunda kalırsın. Peki, sen necisin? Hıristiyan odaklarla entegrasyon ve paralellik içine girmiş iktidara ana muhalefet adı altında ana muvafakat partiliği yaparsın, öte yandan, “Ben emperyalizme karşıyım,  ben Mustafa Kemal’in partisiyim” diye yaygara koparırsın. Mustafa Kemal bu ülkede barajın altına düşer mi? Senin yüzünden düştü. Sen, basiretsiz politikalarınla AKP’nin ana koltuk değneği oldun da farkında bile değilsin.
HC: CHP bu tartıştığımız konularda ne yapmalı o zaman? YNÖ: Hiçbir şey yapamaz. Çünkü bildiği bir şey yok. CHP büyük Atatürk’ten sonra dünyayı okuma sürecini durdurmuştur. Dünyayı okuyamamış bir CHP bugün 11 eylülün getirdiği dünyanın hangi derdine reçete üretebilir?
HC: AKP’ye kızacağız, CHP’ye kızacağız, MHP, DSP, ANAP’a, hepsine kızacağız. Başkaları da size kızacak. Sonra ne olacak? YNÖ: Kızan kızsın. Sonucu millet takdir edecek. Sizin gibi basın ve ekran imkânı olan insanlar bizi de diğerleri gibi halka tanıtsın, halk karar versin. Başka bir talebimiz yok.
HC: Halk sizi bu açıklamalarla tanıyor zaten. YNÖ: Halka bu anlamda güvenimiz var, halkımızın ferasetine güvenimiz var. Halk karar verir.Halk, bin yıl yaşadığı dinle vuruldu aldatıldı. Kurtuluşunu sağlayan, mâbedinin minaresine haç takılmasını önleyen büyük kurucu kumandanıyla aldatıldı. Hem Allah ile hem Atatürk’le aldattılar bu milleti. Siz bizim söylediklerimizi millete tanıttıktan sonra millet  takdir hakkını yine yanlış kullanırsa o zaman bizim konuşacaklarımız başka olacak.
HC: Büyük Ortadoğu projesini engellemek için neler yapılmalıdır? YNÖ: BOP’u engelleyemezsiniz. Biz dünyaya nizam verme falan gibi havalara girmeyelim. Bu coğrafyalar yüzyıllar boyu bir Mustafa Kemal daha çıkaramaz. Ben böyle düşünüyorum. O halde, Atatürk’ün bıraktığı yerden devam etmekten başka çare yok. Bu coğrafyalar Mustafa Kemal’in bıraktığı yerden devam etmedikçe iflah edemez ve huzur yüzü görmez. Bize gelince, biz bir defa kendimizi tahkim edelim, kendi meselelerimizi selametle sonuçlandırmak için ne yapacaksak onu yapalım. İslam dünyasında bugün emperyalizme karşı savaş vermiş ve onu mağlup ederek ona rağmen devlet kurmuş Atatürk Cumhuriyeti dışında bir ülke ve Atatürk dışında bir lider yoktur. Ortadoğu’nun kurtuluş reçetesi işte bu tespitin altında gizli.  Sahip olduğumuz bu değeri koruyalım. Lozan’da imza attığımız ve kesinleştirdiğimiz haritaya, en azından ona sahip çıkalım. Lozan, aslında Misakı Millî olmalıydı. İsmet  İnönü’nün bana göre yetersiz kalması yüzünden, orada Misakı Millî’den fedakârlık edildi. Atatürk bunların bir kısmını ölmeden önce düzeltti. 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile örneğin. Kıbrıs meselesi layıkı ile halledilmemiş orada. Bazılarının dediği gibi Lozan bir hezimet değil elbette ama çok parlak bir diplomasi zaferi de değil.
Musul-Kerkük meselesi de orada iyi halledilememiştir. Atatürk bunu da halledecekti; hazırlanıyordu; ömrü vefa etmedi. Musul-Kerkük bizim en hayatî meselelerimizden biri olmaya devam ediyor. Turgut Özal’ın Türkiye’nin başına çok dert açtığı kanaatinde olan bir insanım ama 1. Körfez Harekâtı sırasında, Özal’ın teklifi kabul edilip oraya girilseydi bugün Kuzey Irak’ta durum çok farklı ve bizim lehimize olurdu. Sıkıntı çıkar diye girmediler. Siz acil hale gelmiş bir tehdit ve tehlikeden o an kurtuluyorsunuz ama geleceğinize çok daha büyük tehditler hazırlıyorsunuz. Eğer ufukta tehdit ve tehlike varsa en iyi yol onu bir an önce karşılamak ve gereğini yapmaktır. Kuzey Irak’ta o gün yapılabilecekleri bugün çok daha ağır faturalar ödeyerek yapabilirsiniz. Onun için de gözü pek ve yaratıcı devlet adamı lazım. AKP ve benzerlerinin nefesi bu işlere yetmez. Kaldı ki onun böyle bir meselesi de yok. Onun derdi Haçlıları memnun etmek için prende atmak. Benim kanaatim o ki, ABD, 1. Körfez Harekâtı sırasındaki hesapları yüzünden, Türkiye’nin Musul-Kerkük’e inmesine ve petroldeki yazılı haklarını almasına engel çıkarmayacaktı. Belki de bu teklif bile edilmiştir. Ama bunu cesaretle göğüsleyecek tavrı gösteremedik. Bana göre, o günkü Genelkurmay Başkanı’nın istifası tamamen yanlıştı. Zararımıza olmuştur.
HC: Bugüne yönelik Ortadoğu projesini engellemek için ne yapılabilir? YNÖ: BOP sürecinde biz kendimizi tahkim etmek, kendi olmazsa olmazlarımızı garantiye almak ve Türkiye’yi Atatürk cumhuriyeti olarak korumak zorundayız. bunun için neler yapmamız lazım? Şunu bilmeliyiz: Dünyada Türkiye’nin herhangi bir stratejik müttefiki yoktur. Batı’ya sırt dönemeyiz ama biz Halkın Yükselişi Partisi siyasetlerinin kurmayları olarak, Türk dış politikasının Batı’ya güven ekseninden çıkarılıp Batı’ya güvensizlik eksenine oturtulması gerektiğine inanmaktayız. Atatürk’ün dış politikasının esası da budur. Geleceği olan tüm dış politikalarının esası budur. Bizim dış politikamızın böyle olacağını biz, son derece açık bir biçimde HYP parti programına bile yazdık. Felsefeci ve hukukçu bir düşünce adamı olarak benim kişisel görüş ve anlayışım da budur. İnanıyorum ki, akılcı dış politika da budur. Devletler hukukunda ve devletler arası ilişkilerde başkalarına güven diye bir kavram olmamıştır, olamaz.Bunun anlamı, düşmanlık üreteceğiz demek değildir. Bunun anlamı, rasyonalitedir. Akılıcılığa oturan politikalar yapacaksınız. Ben bu fikirlerimi, benimle görüşmeye gelen Beyaz Saray Baş Danışmanı Michael Rubin’e bile hiç saklamadan söyledim.
HC: Bugün için nedir bu politikalar? YNÖ: Bu politikaları devleti yönetenlerin tayin etmesi lazım. Kime ne söz verdiler bilmediğiz için buradan şu anda bir şey söyleyemeyiz. Devletin arşivine sahip değiliz. Gözü bağlı yürümek olmaz. İktidara geldiğimizde, neyin ne olduğunu görecek ve ona göre siyaset üreteceğiz. Hakim öğeler şurada söylediğim gibi olacak HC: Siz başbakan olsanız BOP’u nasıl önleyeceksiniz? YNÖ: Bu yemek tarifi vermek gibi bir şey değil. AKP döneminde, Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 küsur yıllık dış politikalarında birçok değer aşındırıldı, birçok değer yok edildi. Listeyi tam bilemiyorum. Nelerin işlemez hale getirildiğini bilmiyorum ki ona göre tedbir ve düşünce geliştireyim. Oralara gelip onları yakından görmek lazım; ama ben şunu biliyorum: Türkiye bağımsız politikalar izlemek zorundadır. İkincisi, ileride daha da büyüyerek gırtlağına sarılacak şu andaki küçük tehlikelerden kaçmayacak. Çünkü kaçmakla bir yere gidemezsiniz. Gereken neyse onu yapacaksınız. İşte, 1991’den beri yapmaya yapmaya bugün Kuzey Irak’ta geldiğimiz nokta ortada. Türkiye’nin “Ben rahatımı bozmak istemiyorum, ayaklarımı uzatarak keyif yapmama zarar verecek hiçbir tavra girmem” politikasını bitirmesi lazım. Aksi halde, Türkiye BOP projesi içinde ufaltılıp birkaç parçaya bölünecek ve artık kaderine egemen  olacak bir  ülke konumundan çıkarılacaktır. Dinci AKP iktidarı Hıristiyan Batı’yı bu konuda hayli iştahlandırmıştır. Bu iştahın süratle kırılması lazım. ILIMLI İSLAM’A KARŞI KUR’AN’DAKİ İSLAM
HC: Sizin BOP projesine karşı bir karşıt proje geliştirdiğiniz ama bu konuda henüz ipucu vermediğiniz biliniyor. YNÖ: O projem, BOP için değil o Ilımlı İslam projesine karşı. İsmini vereyim. Ben onu TBMM’de yaptığım bir basın toplantısında söyledim. Şimdi onun projeye dönüşmüş kitabını yayınlatacağım.150sayfa civarında bir kitaptır o. Ilımlı İslam’a karşı Kur’an’daki İslam projesi. Ben bunu ben hem Türkiye’ye teklif ediyorum hem Ortadoğu halklarına teklif ediyorum. Aynı zamanda Batı’ya teklif ediyorum. Alman gazetesi Die Zeit’a yazdığım uzun  makalede (ki bir sayfa yayınlanmıştır) bunun ipuçları var. Diğer Batılı yayın organlarındaki yazılarımda da bu ipuçları var. Deutsche Bank’ın  yayınladığı ve dünya liderlerine dağıtılan hacimli bir kitaptaki 16 sayfalık geniş makalemde de bu noktanın altını çizdim. Gerçek şu ki, benim, 20 yıllık fikir hayatım ve sonra da buna eklenen siyaset hayatımla birleştirerek ortaya çıkardığım bir ‘Ilımlı İslam’a Karşı Kur’an’daki İslam’ projem var. Bu projenin adı aynı zamanda benim temel kitaplarımdan birinin adı. 750 sayfa bir kitap. Projenin fikirsel alt yapısı o kitapta. Bu projeyi yakın zamanda TBMM’nin yeni döneminin açılışının ardından dünyaya geniş bir basın toplantısıyla ilan edeceğim. Ortadoğu projesiyle Ilımlı İslam projesi birbirinin içindedir. Yani Türkiye’yi Ilımlı İslam’la belli kıvama getirmeden Ortadoğu projesi içinde bir yere eklemlemeniz mümkün değil. Onun içindir ki, Batı, BOP projesi meyanında Kur’an’ın İncilleştirilmesini, caminin kiliseleştirilmesini, baş örtüsünü rahibe örtüsüne dönüştürmeyi sistemli bir biçimde yürütmektedir. Pavlus’un İncile soktuğu ve oradan İslam’a aktardıkları ve bugün ‘’türban’ adıyla dayattıkları örtünme bir İslamî örtünme değildir, rahibe kıyafetidir. Bizimki ile bunu birbirinden ayırmak lazım. Bakın, siyasal İslam denen İslam’ın kara kaderi ile bu Hıristiyanî dayatmalar nasıl birbirini tamamlıyor. Sistem böyle kuruldu ve sistemi Türkiye’de yürütecek iktidar olarak AKP su başına getirildi. Milletimiz bunu görüp bu seçimde bunun gereğini yapmazsa artık bu milletin Allah’tan bir şey niyaz etmeye yüzü kalmayacaktır. Bu Ilımlı İslam’ın o bakımdan ciddi biçimde deşifre edilmesi ve Müslüman kitlelere bunun bir Hıristiyanlaştırma projesi olduğunun, bir sömürge dini projesi olduğunun anlatılması gerekiyor. Bilinmelidir ki, BOP projesini İslam’ı yozlaştırıp Müslümanı köleleştirmeden hayata geçiremezsiniz. EG: İslam’ı protestanlaştırırsanız önünüz açılır tabiî, ona uğraşıyorlar YNÖ: Bu Hıristiyanlaştırmayı ya kanla yapacaklar, ya da İslam’ı Hıristiyanlaştırarak.  Irak’ta bunu kanla yapamadı, yapamayacaktır da. Lübnan’da da yapamayacaktır. Nasıl yapacak? İçeriden sarıklı-takkeli hıyaneti yanına alarak yapacak. Onun için Atatürk mirasına çullanıyor. Atatürk mirası, Hıristiyan emperyalizmine dünya ölçeğinde en büyük direniştir, en büyük karşı çıkıştır. Onu yıkmak, onu Müslüman dünyaya örnek olmaktan çıkarmak istiyor. İslam dünyasında işi halletti, şimdi Türkiye kaldı. Atatürk mirasının anavatanı. Orada da halletmek istiyor. Siyasal İslam’ın Atatürk düşmanı beyinsizlerini su başlarına getirmesi sebepsiz değil. EG: Batı’da yeni kitaplar yazılıyor, Muhammed’in emperyalizmi diye. Hz Muhammed emperyalist projenin başlangıcıdır diyorlar. Böyle yazmıştır adamlar. YNÖ: İşte Arap ahmaklarını böyle kandırıp saptırdılar. 11 Eylül sonrası İslam düşmanı yayınlardan birinin adı şu: ‘Muhammed Replaces Marx’ Yani ‘Muhammed Marks’ın Yerini Alıyor.’  Bu vicdansız tezi Batı Sömürgeciliği kitabımda 20 sayfa inceledim... Batı emperyalizmi iki mirası yıkmanın gayreti içinde.  Bu iki mirası yıkmadan Ortadoğu’da başarıya ulaşamaz. Birisi Muhammed mirasıdır ki Ilımlı İslam onu yıkmanın projesidir. İkincisi Mustafa mirasıdır ki Atatürk’un eseridir. Türkiye’de laikliği ve Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni çökertme ona yöneliktir. Türkiye bu iki mirasın tahribini durdurmazsa Türkiye’yi BOP projesi içinde göçürürler. Türkiye göçmeden BOP’u getirmek mümkün değil. Türkiye’yi göçürecekler, sonra Ortadoğu’yu göçürecekler, ondan sonra Çin’e kadar uzanacaklar. Huntington bunlara işaret ediyor ve temel stratejilerini veriyor. Medeniyetler çatışması dediği işte bu. Kavga sadece İslam’la. Ötekiler laf ola beri gele maskeleme maddesi. Bu Ortadoğu projesini aynı zamanda Çin’i kuşatma projesi olarak da düşüneceksiniz. Demin söyledim, bizim CHP dünyayı okuyamıyor diye. İşte bunları okuyamıyorlar. Peki,  bugünü okuyor mu? CHP diyorum Türk siyasetinde entelijansyası, kültür düzeyi en kuvvetli olan partidir de onun için. En azından bugün öyle kabul ediliyor. Öbürlerinin zaten böyle bir meselesi yok. Ve bu okuyuşu gerçekleştirecek güçleri de yok. CHP okuyacaktı bunu. Okuyamadı. CHP’nin başında ballı sütünü içip koşusunu yaparak uykusundan yarım saat feda etmeden keyif çatan birisi var. Ödü kopuyor, iktidar falan olurum da, Allah korusun, koşularım ve uykularım aksar diye...
HC: Sayın Baykal’a da cevap hakkı doğuyor. YNÖ: Baykal bana cevabını vermiştir. Ben partiden ayrıldıktan sonra yaptıkları açıklama var Zaman gazetesinde çarşaf gibi. “Biz Yaşar Nuri’yi partiye seçim taktiği olarak aldık; seçim bitti, o iş de bitti” demişlerdir.Bu ne demektir? Bunun tek anlamı vardır: Yaşar Nuri’yi de aldattık, seçmenini de. Mehmet Sevigen’e, “Bunu tekzip edin, ben ayrıldım partiden, tamam ama şu nazik dönemde ben CHP ile çekişmek istemiyorum. Bu açıklama bana ve benim seçmenime hakaret. Bu bir hayasızlık, bunu tekzip edin” dedim. Sevigen, “İki güne kalmaz tekzip edeceğiz” dedi. Aradan  10 ay geçti, tekzip yok. Demek ki, demeci parti olarak benimsediler. O halde, benim konuşma hakkım doğdu, konuşacağım.
HC: Parti genel başkanı oldunuz, bu tür konulara tekrar girmeniz iyi mi bilmiyorum. YNÖ: İstirham ederim, ne demek girmeyin. Ben o konulara henüz girmedim. Şimdilik kişisel haklarımı savunuyorum, seçmenimi savunuyorum. Siyaset açısından o konulara seçim sürecine  girdiğimizde nasıl gireceğimi göreceksiniz.  HC: Belki de zaman gazetesi yayınlamamıştır. Bakın, bir örnek vereyim size. YNÖ: Olur mu öyle şey? Bana göndersinler tekzibi HYP.org’da yayınlatalım.
HC: Karma namaz konusunda mecliste yaptığınız konuşmada şunları söylediniz ama 1-2 cümle daha eklemek istiyorum. Şöyle diyorsunuz: “Eğer Ilımlı İslam ile Türkiye dışındaki ülkelere bir şeyler verilmek isteniyorsa o zaman karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam, İncilleştirilmiş Kur’an provalarını gidip Suudi Arabistan’da, Katar’da, Kuveyt’te, Irak’ta yapsınlar. Ilımlı İslam böylesine bereketli idiyse Irak’ı neden dehşet cehennemine döndürdüler? Götürselerdi Ilımlı İslam’ı demokrasi ve özgürlük 2 haftada geliverseydi. Batı, Türkiye’de kendisine itaati dinleştirecek bir din devleti istiyor.” Bu konuyu biraz daha açar mısınız? YNÖ: Dinci cemaatleri bunun için kullanıyor. Kur’an’ın İncilleştirilmesinde kullanıyor. Hepsini önce Müslümanlardan topladıkları paralarla, sonra da kendi verdiği paralarla bir imparatorluğa dönüştürdü.ve şimdi Ilımlı İslam projesiyle Muhammedî-Kur’anî dini, Hıristiyan güdümünde emperyalizme hizmet eden bir dine dönüştürmek istiyor. Türkiye’nin 24 saat camilerden  çıkmayan secdeli insanlarına bunu tekrar tekrar söylüyorum, bunun icabı yapılmazsa kimsenin kıldığı namazlar Allah karşısında kendisini kurtaramaz.
HC: Her hükûmet nasıl oluyor da IMF’den borç alıyor? Bu borçlar azalmıyor, yerinde saymıyor, sürekli artıyor. Bu borçlarla hangi yatırımı yapıyoruz? YNÖ: Haksızlık etmeyelim, her hükûmet ilave etmiş derken. Bakın, 60’lı 70’li yıllarda, mesela o çok eleştirdiğimiz Süleyman Demirel bu ülkede % 5 enflasyonla % 7 kalkınma  gerçekleştirdi. 8-9 milyar dolar borç alınmış, o paranın hepsi istihdama yatırılmış, Türkiye’ye hamle getirmiş, nimet getirmiş. Bunu görmek zorundasınız. Ama 1980’den sonra Türkiye’ye çağ atlatıyoruz diye alınan paralar viskiye, marlboroya gitti. Çocukların eline çifter cep telefonları verildi. Kimse değirmenin suyu nerden geliyor demedi, halk aldatıldı. Alınan borçların bir kuruşu istihdama yatırılmadı, bunlar şişti şişti, bugüne geldi. Devlet planlamayı kaldırdılar.  80’den sonra gelen iktidarların temel icraatlarından biri illerdeki Tarım Islah İstasyonları’nı kapatmak olmuştur. Bugün Türk tarımı çökmüşse oradan başlıyor. Türkiye’de tohum yok şu anda. Şimdi AKP geldi, doktor ithal ediyor. Bunun gideceği yer ne olacaktır? Tarımda tohum gitti, doktor ithali başladı, o nereye götürecek bizi telaffuz etmek istemiyorum. Tarım Islah İstasyonlarınızı kapattınız, bor enstitüsü kaç tane açtılarsa hepsini kapattılar, yaşatmadılar. “Ben eti daha ucuza ithal ederken niye burada üreteyim?” diyerek hayvancılığı yok ettiler.
HC: Bor konusunda yanlışınız var. Bir tane bu dönemde açıldı. Bor enstitüsü uzun zamandır yok Türkiye’de. YNÖ: Yanlışım yok, çalıştırmadılar. Her açılanı kapattılar. Tarım Islah İstasyonları’nı kapattılar, onun arkasından Et Balık Kurumu gitti, o gitti, bu gitti.
HC: Şimdi ekonomiye geleceğiz, fındık konusuna geleceğiz. YNÖ: Onların ayrıntılarına geliriz. Şunu demek istiyorum: 1980’den sonraki politikalar Türkiye’yi derece derece ve bütün alanlarda Batı’ya bağımlı kılmak ve Atatürk Cumhuriyeti’nin, Türk yurdunun ve insanının omurgasını tutan sosyal devletini tahrip etmek için ayarlanıp uyarlandı. Anayasada sosyal devlet yazılı fakat 1980 sonrası politikalar sosyal devleti tahrip zeminini hazırladı. AKP bu zemin üzerine oturup sosyal devleti ve Türk dış politikalarını tahrip etti.
HC: Demirel’i savundunuz ama 80 sonrası Demirel kaç kere görev yaptı? YNÖ: Demirel’i savunuyor falan değilim, böyle bir meselem yok benim. Demirel’in esas Demirel olarak icraati 60’lı, 70’li yıllarda. 80’den sonraya damgasını vuran, Demirel değil, Özal’dır. Özal’ın politikaları, AKP’nin Türkiye’yi Batı’ya kayıtsız-şartsız teslimiyetinin altyapısını oluşturdu. MUHAMMED İLE MUSTAFA’YI BİRLEŞTİRMEK Mahmut Sert (telefon konuğu): Muhammed-Mustafa sentezinden bahsetti sayın Öztürk. Aslında böyle bir şeye ihtiyaç yok. YNÖ: Sentez tâbirini kullanmam, o ayrı bir kavramdır. Ben, bunların çelişik olmadığını millete anlatırım. Sentez kullanırsanız o sizin bileceğiniz.  Mahmut Sert: O tarz bir şeye gerek yok. YNÖ: Gerek var. Ona gerek yok derseniz bu ıstırap bitmez. Mahmut Sert: Siz onu çok güzel izah ettiniz, yalnız yanlış anlaşılabilir diyorum. Bu ikisinin birleştirilmesi dediniz mi demediniz mi? Atatürk ne dini ne Hz. Muhammed’i dışlamaz. Zaten bunu da söylüyorsunuz. Dolayısıyla ben onu öyle anladım. Ama birleştirme diye yeni bir şey söylüyormuş gibi, Atatürk çizgisine başka bir şeyi eklemek gereksiz diyorum. YNÖ: Elbette yeni bir şey söylüyorum. Hem de çok yeni bir şey. Bunun altını herkes dolduramaz. Ben doldurabilecek güç ve birikimde olduğum için söylüyorum. Aksini iddia eden varsa, oturup konuşalım, millet karar versin. Söylediğim yeni değilse neden karşı çıkıyorsunuz? İnkâr edilen bir gerçeğe vurgu yapıyorum, ekleme yapmıyorum. O vurgu yapılmazsa o gerçek yok edilir. Mahmur Sert: Ben onu öyle anladım. Atatürk çizgisine başka bir şeyi getirip eklemek gerekir gibi bir şeye ben itiraz ediyorum. Sizin de o kasıtta olmadığınızı düşünüyorum. HC: Sayın Başbakan Erdoğan’ın iyi şeyleri nedir size göre? Herkesin iyi tarafı vardır diyorsunuz. Mesela sayın Erdoğan’ın politikasında iyi taraf nedir? YNÖ: İyi tarafı yakışıklı olması. Bugüne kadar Erdoğan’ın Erdoğan’a nispet edilecek bir politikasını tespit etsem söyleyeceğim. Başbakanın kendine nispet edilecek  icraatı hararetle savunduğu başörtüsü polemikleri. Başörtüsü mağdurlarının durumunu hem Türkiye özelinde hem dünya genelinde 100 kat daha çetrefil, zor, içinden çıkılmaz hale getirdi. En büyük icraatı bu. Bu icraatıyla en büyük kötülüğü onlara yaptı.
Mahmut Sert: Yavaş yavaş yeniden milli mücadele şartlarına sürükleniyoruz, iş buraya gelmeden gerekenin yapılmasını bekliyorum. YNÖ: Hakikaten son cümle çok önemliydi. Türkiye eğer demokratik bir halk seferberliği ile namı diğer siyaset eylemi koyarak düşürüldüğü ve itildiği yerden ayağa kalkıp tarihi misyonunu ve kendine emanet edilmiş bu cumhuriyet devletini koruyamazsa bunun arkası çok kötü gelir. Bunu bir demokratik halk seferberliği ile yapacak. Biz, HYP’yi işte bu demokratik halk seferberliğiyle Türkiye’nin ufkunu açmak ve tarihsel misyonunu tekrar yüklenecek kadroları parlamentoya taşımak için kurduk. Ben Demirel’in, Özal’ın iyisini de söylerim, fakat bunların hiçbirisi Türkiye’yi bugün tarihsel misyonunu dünyanın önünde taşıyacak kıvamda yönetemedi. Çünkü bunlar dünyayı okuyamadılar. Ortadoğu’yu da okuyamadılar. Bir de samimiyet zaafları vardı. Maalesef, Allah ile aldatanlara prim vere vere Türkiye’yi bugünkü noktaya getirdiler. Şimdi bunların türevi olmayan, bu anaların danası olmayan yepyeni, milletin ruh kökleriyle cumhuriyetin temel değerlerini kucaklaştıracak ve onlara kendisi de sadık kalacak, millete yalan söylemeyecek bir siyasal organizasyon lazım. İşte HYP budur. Kalkıp diyorlar ki, alternatif yok. Sen hangi programı okudun da alternatifin olmadığını söylüyorsun. HYP’yi okudun mu? Şu Atatürk-İslam meselesi ile ilgili bir tespit daha yapayım: Sentez ne demek? O sentezi tarih ile Tanrı yapmış. Türkiye’ye hıyanet sergileyenler bunun aksini söylüyorlar. Atatürk’ü din dışı, İslam dışı göstermek için her türlü oyunu oynuyorlar. Dinin tümüne karşı olanlar da İslam’ın gerçeğinden rahatsız olanlar da Atatürk’ü din dışı göstermede birlikte çalışıyorlar. Bunun için bunların ikisi bizden de rahatsızdır. Çünkü biz bu oyunu bozacak tek ocağız. Dincilerle inkârcıların ortaklaşa kotardıkları bu tezgâh Türkiye’ye büyük yara açıyor. Ben tarihin önünde bir şunu bir kez daha haykırıyorum: Atatürk’ün İslamsızlık aracı görülmesiyle İslamsızlık aracı yapılmasını durdurmamız lazım. Birileri Atatürk’ü İslamsızlık aracı görüyor, birileri de onu İslamsızlığın aracı yapıyor. Bunun doğru olmadığını göstermemiz lazım. Bunu ben halkıma ifade ederken şöyle diyorum: Muhammed ile Mustafa’yı birleştireceğiz. Bu ne demek? Bunlar birbirine zıt değil demek. Bakın, Kurtuluş Savaşı sırasında bütün İslam dünyası Mustafa Kemal’e bir unvan vermiştir: Müslümanların militan lideri. Atatürk’ün bir Hz. Peygamber tanımı var, onu da anımsayalım. Senin gözünde Hz. Peygamber nedir? diye sorduklarında Atatürk’ün verdiği cevap şu: “Hz. Peygamber, esaret tanımamanın sembolüdür.” Biri Müslümanların militan lideri, biri esaret tanımamanın sembolü. Bundan daha büyük ve anlamlı beraberlik olur mu? Demokratik bir halk seferberliği diyorum. Bu bizim için  HYP’nin Çınarı. Bu Çınar’ın etrafında bu demokratik halk seferberliğiyle seçimi bekliyor kitleler.
HC: Sizin partinizde sizden habersiz büyükelçilerle temasta bulunan birisi olursa, bireysel temaslardır diye izin verir misiniz? Yoksa bu bireysel temas değildir de sayın Erdoğan’ın emriyle, izniyle yapılan ama kamuoyuna açıklanmayan bir temas mıdır? Türkiye’nin bugünkü dış politikası için kayıt dışı diplomasi dediniz, bu da onun bir örneği mi? YNÖ: Bizim HYP’de, ilçe, belde başkanlarının basınla yapacağı görüşmelerden bile bizim haberimiz olur. Biz bunlara baskı yapmayız, şöyle diyeceksin, bunu demeyeceksin diye eline yazıp vermeyiz ama mutlaka haberimiz olur. Konuşacağı konu eğer hassasiyeti olan bir konu ise bunu bize açar, iki cümleyle biz partinin genel politikaları yönünden onlara istikamet veririz. Yani habersiz falan böyle bir şey söz konusu olamaz. Hele devleti yönetiyorsanız bu bin kere daha hassasiyet kazanır. Cüneyd Zapsu ile sayın Erdoğan’ın münasebetleri hangi çerçevede nasıl yürüyor onun kendilerine sormak lazım. Ben onların aralarına girmem.
HC: Bunlar bireysel dostluk görüşmesi ya da fındık satma görüşmesi değil, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili temaslar. YNÖ: Fındık satma nasıl onun içinde olmaz. 6.5 milyona satılan fındık sizin bir operasyonunuzla 2.5 milyona iniyorsa bu, milyonlarca insanın mahvolması demektir. Gayet tabiî bu da onun içinde. Ama bunlar nasıl yürütüyorlar bunu ben bilemem. Cargill’in çıkarları istikametinde Türk pancar üreticisinin  canına okundu. Tarımda hem gübre bazında hem mazot bazında en çok dayanan pancardı. Son Cargill operasyonu ile pancar üreticisinin işi bitirildi. Bir kaldı Tekel. Tekel de bir türlü zarar etmiyor ki bir bahaneyle satsınlar. 25 yıldır bir çivi çakmadıkları halde tekel hâlâ kâr ediyor. 2004’te hazineye kazandırdığı net para 369 trilyon. Şimdi onu bir şekilde zarar ettirip birine satacaklar. Uğraşıyorlar. Bunların Türk devletini güçlü yapan kurumlardan âdeta rahatsızlıkları var. Türk dış politikası kapalı kapılar ardında kriptosuz, zaptı olmayan ve kayıt dışı bir politika halinde yürüyor. Bu, ekonominin kayıt dışına çıkmasından daha yıkıcı bir kayıtdışılık değil mi? Sayın Erdoğan iktidara gelmeden önce hatta partisinin resmen genel başkanı dahi olmadan dünyanın süper gücünün başkanı tarafından alınıp sarayında misafir ediliyor. Buna siz sağlıklı bir başlangıç olarak bakabilir misiniz? Ben ABD’de üniversite hocalığı yapmış bir insanım, partiyi kurduktan sonra ABD’nin en önemli üniversitesinden bir dizi konferans talebi geldi. Hem de ısrarlı, Araya insanlar kondu. Gitmedim.
HC: Ne var konferans vermekte? YNÖ: Çok şey var. Şunu diyorum: Ben oraya ya Prof. Yaşar Nuri Öztürk olarak gelirim, o zaman siyasetin dışında olmam lazım; yahut da Türkiye’nin yönetimindeki bir insan olarak gelirim. O zaman bir müttefik ülke olarak gelirim. Geldiğim zaman ben hangi niyeti taşırsam taşıyayım birileri çıkıp diyecek ki, icazet almaya gitti. Bunları hesaplamak zorundasınız. Siyasetin doğasında bu var. Bunu bilmeyen siyasetçi olamaz; bilip de icabını yapmayan ise hıyanet veya gafletle suçlanır.Ne belli benim oraya konferans adı altında icazet almaya gitmediğim? Haklıdır, söyler adam.
HC: O zaman turistik geziye de gidemezsiniz? YNÖ: Şu an itibariyle gayet tabiî gitmem.
HC: Hani demin kendimize güvenelim diyordunuz. Siz bir şey yapmadan niye korkuyorsunuz? YNÖ: Olur mu öyle şey? Dünya sizin gönlünüze göre seyretmiyor. Hassasiyetler var. Onlara saygı duymalısınız. Hele siyasetçi iseniz buna mecbursunuz. Aceleniz ne? Bekleyin, seçime girin, ne olacağınız belli olsun, o zaman ya Türkiye’yi temsilen müttefikiniz bir ülkedir diye gidin veya artık icazet alma falan söz konusu olmayacağı için vatandaş olarak gidin. Tabiî bunlar siyasetçinin tercihi meselesidir. Ben tercihimi böyle yapıyorum. Demek istediğim şu: AKP’liler daha ilk adımda sakalın tamamını kaptırmışlar. Ben KEİPA (Karadeniz ekonomik işbirliği parlamentosu) üyeliği yaptığım sırada hangi ülkeye gittimse, o şikâyet vardı: AKP geldikten sonra Türk dış politikasındaki bir teamül değişti. Nedir o? Yapılan görüşmelere Türk resmî diplomatları, büyükelçi vs. ne düzeydeyse alınmıyor. Ne konuşuyorsun orada? Bunun teamülü nasıldı 85 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nde? Bu görüşmelere oradaki en yetkili hariciye temsilcisi alınır ve yapılan görüşmenin zaptı tutulur. İşte kripto dediğimiz o. Ve bunlar en geç ertesi gün, bir nüshası  cumhurbaşkanlığına, bir nüshası da yanlış bilmiyorsam Genel Kurmay’a gönderilir. Devlet yönetiyorsunuz, çocuk oyuncağı değil. Hem de Türkiye gibi netameli bir coğrafyada bir devlet yönetiyorsunuz. Siz şimdi bu teamülü kaldırdınız. O da yetmiyor, şimdi bu kayda geçirilmeyen görüşmeleri kimin yaptığı da mechul. Başbakan mı yapıyor, resmî danışmanları mı yapıyor, resmî olmayan danışmanı Zapsu gibi biri mi yapıyor, kim yapıyor? Bunların hiçbiri belli değil. Böyle devlet yönetilmez; bu şekilde ancak çadır aşireti yönetilir. TÜRKİYE’Yİ TÜRKİYE’DEN YÖNETECEĞİZ HC: Dışişleri Bakanı da sizin partinizden değil ya. O da aynı partiden? Dışişleri bakanı o zaman neden rahatsız olsun? Rahatsız oluyor, “Benim görevime müdahale ediyorlar”  diyor. YNÖ: Bu yumurta dövüşünün ortasında vücut bulan zararın faturasını kim ödeyecek? Abdullah Gül ile Erdoğan mı ödeyecek  yoksa Türk milleti mi ödeyecek? Mahalle takımının saklambaç oyunu mu bu? Türkiye’nin kaderi, hepimizin kaderi demek. O bakımdan bu kayıt dışı dış politikadan bizim ciddi şikâyetlerimiz vardır. Kayıt dışı dış politika niye yürütülüyor? Demek ki siz millete bir şeylerin hesabını vermede sıkıntıya düşüyorsunuz veya vermek istemiyorsunuz. Yahut milleti buna layık görmüyorsunuz, sen otur oturduğun yerde, ben zaten ne yapıyorsam yapıyorum ve yahut da verirsem ben sıkıntıya düşerim diyorsunuz.
HC: Karadenizlinin fındığına dokunulmasaydı Karadenizli Türkiye çok iyi gidiyor diye mi  düşünecekti? Böyle bir şey var mı? Bütün bu kitaplar konuşmalar uyarılar ne için? YNÖ: AKP’nin en çok oy aldığı yer neresi? Türkiye’de hangi bölge? Karadeniz. Şimdi bağırıyorlar. Ne bağırıyorsun? Ceza amel cinsindendir. Oyu verirken akla danışacaktın; sen gittin yalana danışdın. Berlin toplantısında sayın Başbakan’la yaşanan bir hadise var, biliyorsunuz. O toplantıda Başbakan’ın “Susturun şunu” diye mikrofonu kapattırdığı Muhammed Demirci, Avrupadaki Türkler Konfedarasyonu Başkanı. Geçenlerde geldi bir takım belgeleri bize de  tevdi etti ve oturduk uzun uzun konuştuk. Burada 35 milyar Euro’dan bahsediliyor. Allah ile aldatan alçaklar soyup götürmüş. Camilerde soymuşlar, Besmele çekerek, salâtu selam getirerek soymuşlar. Yeşil sermaye denen Allah ile aldatan soysuzluğun yaptığı bu tarihsel vurgunda bu parayı  nasıl aldılar? Bizzat Muhammed Demirci’nin ifadelerini kullanalım: Allah’ı ve camiyi kullanarak aldılar. 35 milyar Euro çektiler. Bunu neden anlattım? Karadeniz’deki fındık ekicisinin ‘Bunlar namaz kılıyorlar, eşlerinin başları da türbanlı, bunlara verelim” felsefesindeki akıl ve dindışılığa getireceğim işi. Deniyor ki, bu 35 milyar Euro nema (faizsiz kazanç) alalım diye verildi. Hayır. Yani orada parası giden ve intiharın eşiğine gelen insanların tümü mazlum falan değil. Bu 'İslamî ticaret' falan değil, hâşâ, alçak bir soygun oyunuydu. Ama bunun bir de arka planı vardır. Bakın, bu para insanlardan toplanırken cami kullanıldı. Kahvehaneyi neden kullanmadılar? Çünkü ortak bir tahrip hedefleri vardı: Cumhuriyet ilkeleri, Atatürk mirası. Ben bunları Muhammed Demirci’ye de söyledim. Bu 35 milyar Euro parası gidenlerin çok az bir kısmı mazlum ve mağdur. Birçoğu zalim ve nankördür. Müstahak oldukları cezayı bulmuşlardır. Niçin? Bunlara dendi ki, “Biz, Mustafa Kemal kâfirinin hakkından geleceğiz, bunun için teçhiz ediliyoruz, bunun için iş yapacağız, şirketler oluşturacağız. Siz paralarınızı verin, hem bu kâfir anlayışın yıkılmasında hizmet ettiğiniz için ödül alacaksınız hem de faizsiz kazanç sağlayacaksınız.”Ben 30 yıldır Almanya’ya sürekli gidip gelen bir insanım, şahit olduğum yüzlerce örnek var. Millete yalan söylemenin âlemi ne? Gerçeği söyleyin, bilsin. Almanya’da camilerde o paraları kaptıranların çoğu, bir şerre, bir melanete bilerek ortak oldu. Âlet olmadı, ortak oldu. Allah da birbirine çarptı bunları. Mazlumları var gayet tabiî, var ama Cenabı Hak, hükmü ekseriyete göre veriyor. Ekseriyeti samimi değildi. Şimdi gelelim fındık müstahsiline. AKP’nin en çok oy aldığı yer oradır. İktidarları döneminde şu an itibariyle en büyük zulmü ve kahrı yaptıkları yer de oradır, fındık müstahsilidir.
HC: Nedir oradaki zulüm size göre? YNÖ: Ben size bir şey sorayım: Dünyadaki fındık rekoltesinin yüzde kaçı Türkiye’de? Dünyada birinci sıradayız. % 70 küsurü bizde. Fındığın borsası nerede? Berlin’de. Niye? Deminki noktaya tekrar geleceğiz. % 70’ini ürettiğimiz bir ürünün borsasını koca devlet dayatsa buraya getiremez mi? Getirir. İtalya’nın, İspanya’nın keyfine uygun olarak niye orada? Deniyor ki, biz bunu Türkiye’ye getirelim, ama içeride kavga başlar. Giresun diyor bende olacak, Trabzon diyor bende olacak, Ordu diyor bende olacak Akçakoca diyor ki, ben sizi geçtim, daha çok üretiyorum, borsa bende olacak. Bunu bahane ediyor iktidarlar ve o borsa orada Hamburg’da duruyor. Size şunu da sorarım: Cüneyd Zapsu Türkiye’de fındığın kaderini belirleyen uluslararası bir figür değil mi? Cüneyd Zapsu nereli? Güneydoğulu. Karadenizli bunun üzerinde düşünmedi mi? Nasıl oluyor bu iş? Bugüne kadar düşünmedi ve tam tersine bunlara akıl almaz bir teslimiyetle  destek verdi. Şimdi oh mu oldu? Hayır efendim, oh oldu falan diyen yok. Şunu diyorum: Oturup bunun üzerinde düşünmeleri lazım. Ezurum’daki vatandaş açlığından bahsedip şikâyette bulunduğu zaman “Sizi de doyurmak mümkün  değil. Devlet gece gündüz çalışıp size mi verecek? Mazot desteği alıyorsunuz, gübre desteği alıyorsunuz, oturun yerinize”  azarına mâruz kalan Erzurum’un da düşünmesi lazım. Tulum çıkararak bütün milletvekillerini vermiş AKP’ye. Otursun düşünsün üzerinde. Fındık üreticisi de düşünecek üzerinde.
EG: Fiskobirlik ne yaptı? Fiskobirlik, üzerine düşeni yaptı mı,hükümetle aralarında neler dönüyor? YNÖ: Fiskobirliğin başındaki zatın da bir zikzakına tanık oldum. O da beni çok üzüyor. Ben bundan birkaç hafta önce fiskobirliğin yönetim kurulu kararına da dayanarak (altında Salih Erdem’in imzası var) bir konuşma yapmıştım. Türkiye Milli Kooperatifler Birliği’nin Ankara’da genel kurulunda. Geçen gün Salih Erdem’in bir beyanatını dinliyoruz. Sayın başkanın, altında imzası olan o yönetim kurulu kararlarından benim de aldığım paragrafları âdeta tekzip eder mahiyette açıklamalar vardı. Şaşırdım; bu nasıl iştir?
HC: Demek ki üretici hem fiskobirlik hem hükûmet karşısında yalnız kalmıştır. YNÖ: Bu nasıl iştir? Bunun üzerinde düşünmesi lazım Karadeniz halkının. Yakında bir seçim daha olacak. Bu gelişmelerden sonra orada neler olacak çok merak ediyorum. Allah âdildir. O bakımdan insanlar biraz da kendilerinin önüne-arkasına baksınlar.
HC: Oradaki sorun nedir? Fındığın fiyatının düşük olması mı? Ürünlerin parasını zamanında alamamak mı?YNÖ: İkisi birden. 6.5 milyon olarak tespit edilmiş bir fiyat, “Fiskobirlik yönetiminin seçimi bizim istediğimiz şekilde neticelenmezse siz bilirsiniz” deniyor ve 2.5 milyona iniyor. Nasıl kalksın bunun altından bu müstahsil?
HC: Zapsu’nun dahli nedir burada? YNÖ: Şikâyetler içinde bu da çok önemli: Sayın Erdoğan ne anlamda, hangi bağlamda, nasıl demiş ama bu telaffuz ediliyor? Demiş ki, “Gidin bu meseleyi Cüneyd Bey’le görüşün.”
HC: Ülke menfaati için kılınızı kıpırdatmıyorsunuz ey hemşehrilerimiz? Fındığına veya pamuğuna dokunulduğu zaman mı ses çıkaracaksın? Hemşehrilerimiz Karadeniz’den şöyle düşünüyor olabilirler: İki hoca oturmuş, Hulki de orda oturmuş, ülke elden gitmiyor. Türkiye’nin dışarıya karşı politikalarında bir sıkıntı görmüyorsanız sadece tek sıkıntıyı fındığınıza dokunulduğunda görüyorsanız o zaman tavırlarınızda dürüstsünüz demektir yapacak bir şey yok. Bu kadar insan bağırıyor, Türkiye Hıristiyanlaştırılıyor, ev kiliseler çıkıyor, türbanı bile rahibe üniformasına dönüştürüyorlar. Örtünmede Pavlus felsefesini getiriyorlar, Kur’an İncilleştiriliyor, ekonomi elden gidiyor, kayıtdışı diplomasi var diyorsunuz. ABD, Türkiye’yi işgal etmeye çalışıyor diyorsunuz. Türk askerini şehit etmek için yabancı ülkelere göndermeye çalışıyorlar, Ortadoğu batağına saplamaya çalışıyorlar. Daha neler söylüyorsunuz kimsenin kılı kıpırdamıyor ama fındığına, tütününe dokunulunca ayağa kalkıyor. O zaman bu vatandaşı da eleştirmek gerekmez mi? YNÖ: Bu ülke elden gidiyor sözü çok ağır bir ifade. Ben hiç onu kullanmadım. Bizim kullandığımız, HYP’nin temel sloganı, parti otobüsünün göğsüne de yazılı olan şudur:  Türkiye’yi Türkiye’den yöneteceğiz. Yani Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor. Benim söylediğim bu ve bunda ısrarlıyım. Türkiye Türkiye’den yönetilmedikçe ne fındıkçı ne mısır eken ne pancar eken hiçbirisi rahat edemez. Çünkü Türkiye Türkiye’den yönetilmediği sürece size Türkiye üzerinde hesabı olanların neyi reva gördükleri dışında hiçbir şey kalmaz.
HC: Şehit cenazeleri olduğu zaman cenazemizin olduğu yerde protestolar var. Yani PKK’yı, terörü lanetleyen protestolar var. Ama cenaze oraya gelmeden böyle bir protesto yok. Kapısına dayanmadan tepki gösteren halk demokratik tepkisini gösteren halktır. Türkiye’de bugüne kadar 1milyon 2 milyon insanın 20 küsur yıldır süren PKK terörüne karşı toplu bir eylem yaptığını, sivil toplum örgütlerinin terörü lanetleyen bir büyük çaplı bir organizasyon yaptığını görmedik. Ancak bir şehit cenazesi olduğu zaman o bölgede cenazenin etrafında bir tepki koyuyor ama Türkiye’de büyük bir tepki koyulmuyor. YNÖ: O zaman iki şeyi daha ekleyelim. Madem işi buraya getirdik, milletimize vicdan ve aydınlatma borcumuzu tam yapalım. Irak’ta, Ebu Gureyb’de  Müslümanların çıplak vücutlarına kurt köpekleri saldırtıldı.11-12-13 yaşında kız-erkek çocukların ırzına geçildi. Müslümanların çıplak vücutlarına işediler Haçlı askerleri. Ve daha emsali çok. Amerikan halkı, orayı işgal eden süper gücün halkı yürüdü. İsrail  halkı bile buna isyan etti. İngiliz halkı isyan etti. Yani işgalci güçlerin halkı, dünya ayağa kalktı. Türkiye’de parlamentoda biz bunun kınanması için bir teklifte bulunuldu. Amerika gücenir diye bu teklif geri çevrilmiştir. Bakın işte aynen burada olduğu gibi, Arap ülkeleri ne diyorlar? ABD kızar diye toplantıya liderler katılmadı. Zina meselesini bir daha hatırlayalım. Bütün kutsal metinlerin ittifakla ve Kur’an’ın müteaddit ayetinde hiç tartışmasız suç ilan ettiği 7 büyük suçtan birisidir. Sayın Başbakan ne dedi? “Biz Müslümanız, zina suçtur, böyle geçecek kanunlara.” Aradan birkaç gün geçti, Sayın Başbakan’ı Brüksel’e çağırdılar. Kendi gidiyor, onlar gelmiyor. Daha  dönmeden telefonla bildirdi bu zina meselesini gündemden kaldırın” diye Bütün dinler tarihinin ortak kabulüyle büyük günahların en büyüklerinden biri olan zina meselesinde Brüksel seni fırçalayınca geri basıyorsun, zinayı suç olmaktan, çıkarıyorsun, biz iktidarda olduğumuz sürece bunu gündeme getirmeyin diyorsun. Bunun adı nedir, Sayın Başbakan? Halkın bunu da görmesi lazım. Bu bir şahsiyet çözülmesidir. Böyle bir şey olabilir mi? Bir Müslüman bunu nasıl yapar?HYP olarak bize gelince, biz milletimizin önüne bir proje koyduk ve büyük bir çileyle, büyük bir kadroyla bunun ilk aşamasını milletin önünde başarıyla sonuçlandırdık, Halkın Yükselişi Partisi’ni 9-10 ay gibi rekor bir zamanda teşkilatlandırıp seçime hazır hale getirdik. Millete teklif olarak şunu söyledik: Senin vekâletini istiyoruz. Şu programa göre, Türkiye’yi Türkiye’den yöneteceğiz. Türkiye’ye de Ortadoğu’ya da çıkış ve çözüm getireceğiz.  Milletimize bir tek vaadimiz vardır: Ey millet, sana asla yalan söylemeyeceğiz. Bu konuda tanığımız, geride kalan 20 yıllık iman, fikir ve ilim mücadelemizdir. Sana, asırların telaffuz etmediği, edemediği birçok şey söyledim. Bahtiyarım ki, zaman bu söylediklerimin hiçbirini yalanlamadı. Söylediklerime zalimce karşı çıkanlar bile bir süre sonra onları kabul etti. Bu geçmişle, bu şahsiyet ve itibarla kurduğumuz partiye, tek vaadi yalan söylememek olan HYP’ye vekâlet verirsen, halktan ve Hak’tan aldığımız güçle zulme karşı mücadele eder, ülkene, imanına ve ekmeğine musallat olan zalimleri başından atar, seni refah ve mutluluğa ulaştırırız.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org