Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

İman ve İmkân
03.07.2005
Okunma Sayısı : 9352
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

İMAN VE İMKÂN-Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk-23.05.2005  23/05/2005

Tüm oluş ve erişlerin, tüm zaferlerin iki temel dayanağı vardır: İman ve imkân.

İmanla imkânın ilişkisi çok esrarlı bir ilişkidir. Tarih yazanlar, ama daha önemlisi tarihi yaratanlar bu esrarlı ilişkinin vücut verebileceği sonuçları çok iyi tahmin edebilen insanlardır.
Tarih yaratmak, imanla imkân ilişkisini iyi tahlil etmeyi, değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

Halkın Yükselişi Hareket ve Partisi’nin iman ve eylem kadroları olarak bu ilişkiyi irdelememiz, bu ilişkinin önümüze koyduğu gerçekler açısından bir durum değerlendirmesi yapmamız gerekiyor.

Üzerinde olduğumuz konu açısından, sadece Tanrı’nın değil, tarihin de imzaladığı gerçek şudur:

İman yoksa imkân hiçbir işe yaramaz; ama iman varsa imkânın azlığı zaferi engelleyemez.

Daha açık ifade edelim:

İman, imkân yaratır ama imkân iman yaratmaz. Tam tersine, imkânın bolluğu, imanı zaafa uğratabilir. Çünkü imkân bolluğu gevşeme, pelteleşme, gurur ve yozlaşma getirebilir.

Tarih yaratanların en büyüklerinden biri olan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da dümeni bozuk, çürük bir tekne yerine, güvertesinde hizmetçilerin dolaştığı görkemli bir vapurla gitseydi Samsun’a, mayalandıracağı savaş Kurtuluş Savaşı değil, İngilizlere manda olma savaşı olurdu.

İman varsa imkânın azlığı artı kuvvet oluşturur. Yani iman varsa imkânın azlığı veya yokluğu güce dönüşebilir. Güçsüzlerin gücünün korkutması bundandır.

İmkân yiyenlerin sonu bitiş ve çürüyüştür. Türkiye, Atatürk’ün ölümünden itibaren imkân yiyenlerin yönettiği ülke oldu. Büyük bir imkândı yedikleri. Öyle bir imkân ki, bugün hâlâ, kendisine sövenleri bile lütuflandırmaya devam ediyor.

Atatürk, çok büyük bir imkân yaratmıştı. Ona en küçük bir ekleme yapılsaydı Türkiye bugün Japon mucizesini geride bırakmış olacaktı. Ama hiçbir ilave yapılmadı. Çünkü Atatürk sonrasındakilerin hiçbirinde yaratıcı diyalektikten nasip yoktu. Hepsi imkân yiyici, hazıra duacı idi.

Türkiye’de imkân yiyenlerin, dincisi ve Atatürkçüsü ile geldikleri ve ülkeyi getirdikler yer ortadadır. Bunlar, yaratıcı imandan nasipsiz oldukları için sürekli imkân yediler ve tükendiler.

Hiçbir imkân, büyüklüğü ne olursa olsun, sonsuz güç sağlamaz. Çünkü imkân, yaratılma süreci bitip tükeniş süreci başlayan varlık alanlarını ifade eder. Ama iman, sürekli yaratan, yenileyen, engel aşan kudrettir.

İman, yaratıcı diyalektiğin işlemekte olduğunun göstergesidir.

HYP, bir imkânların hareketi değil, imkânsızlıkların hareketidir. HYP’nin önündeki adam, fikir mücadelesini de imkânlarla değil, imanla hedefine vardırdı. O adam, imanla imkânın esrarlı ilişkisini en iyi değerlendirenlerden biridir.

HYP, imkânsızlıklara karşı bir iman hareketidir. “Paramız yok, onun için iktidar olacağız” dediğimde mirasyedilerin büyük bir kısmı bizi alaya aldı.

Kıs kıs ve pis pis güldüler.

Tekrar ediyorum:

İmkânlarımız zayıf, yok denecek kadar zayıf, onun için gelecek bizimdir. Çünkü bizim imanımız var. İmanımız imkânlarımızın çok önünde ve üstündedir.

Mirasyedilerin imanı, imkânlarının önüne geçemez. Mirasyediler, imkânları imanlarından zerre kadar geride kaldığında ölüm çığlıkları atmaya başlar, çil yavruları gibi dağılırlar. Onlar, nimetlerin harmanlandığı sofraların buharına ve büyüsüne tutkundurlar. İmkânsızlığın zorunlu kıldığı yaratıcı dehadan yoksundurlar. Bildikleri tek şey, hazır yemektir. Hazır bittiği anda onlar da biter. Onun içindir ki, mirasyedilerin tümü, şunun veya bunun, ama mutlaka birinin devamı olduklarını söyleyerek işe başlarlar. Çünkü birilerinin devamı olmadığını söylemek “İmkân yemeyeceğim, yaratacağım” demekle eşanlamlıdır.

Mirasyedinin beyin ve ruh çapı böyle bir şeyi değil söylemesine, hayal etmesine bile müsait değildir. Mirasyedinin biricik meziyeti, hazır nimet gördüğünde ağzından sular akıtmaktır.

Biz, mirasyedi olmadığımızdan imanımız imkânlarımızın önünde ve üstündedir. Ve biz şunu bilenlerdeniz: İman, imkânsızlığı zafere dönüştüren esrarlı kuvvettir.

İman ve imkân açısından biraz da Türkiye’nin durumuna bakalım.

Türkiye bugün, Kurtuluş Savaşı’na ön gelen günlerin şartları içine itilmiş bulunuyor. Bu noktada çok ciddî gariplikler de var:

Türkiye’ye yapılmak istenenler, Türkiye’nin götürülmek istendiği yer bakımından durum 1919’dakinin aynı. Geriye kalıyor, imkânlar ve iman konusu. Bugünkü imkânlarımız, Kurtuluş Savaşı günlerininkilere nispetle çok büyük, çok zengin. O günün çamurlu sokaklarında bugün son model lüks otomobiller dolaşıyor, o günün çamurlu alanlarına bugün uçaklar, hatta özel helikopterler inip kalkıyor. TOBB, 22 milyon dolara helikopter alarak Başbakana’a hediye ediyor. İktidar elemanları ahır açılışlarına bile özel helikopterlerle gidiyorlar. Ama işi iman noktasından irdelediğimizde durum çok şaşırtıcı, sarsıcı ve ürkütücü.

Türkiye’de bugün, Kurtuluş Savaşı’na ön gelen günlerdeki iman yok. Hatta yer yer o imandan eser yok. O imanın yerini çıkarcılık, düzensizlik, bölünmüşlük, nemelazımcılık ve daha tehlikelisi ümitsizlik almış bulunuyor.

Yayınlanan bir kamu oyu yoklaması gösteriyor ki, Türk gençliğinin (bu demektir ki Türkiye’deki nüfusun %80’inin) Türkiye’den ümidi kalmamış. Büyük kısmı bir dış ülkeye gitmek istiyor, geleceğinden ümitsiz, okumuyor, Türkiye’nin içine itildiği çıkmazı aşamayacağı kanısında...

Kurtuluş Savaşı’nı mihver alarak, meseleyi iman noktasından değerlendirirsek, Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı kaybetmiş gibi görünüyor.

Bu ürkütücü tablonun arkasında ne var?

Temel bela, bilinçsizlik ve nemelazımcılıktır. Nemelazımcılık, imansızlığın en yıkıcısıdır.

İkinci sırayı içten ve dıştan ortaklaşa yürütülen vicdansız talan almaktadır.

Ülkenin gücünü, güvenini ve kişiliğini ifade eden ne varsa talana açık haldedir. Yabancı süper marketler Türkiye’ye doldurularak kendi mallarımızı bize pazarlayıp bizi sömürmekteler. İçeride bizi biz yapan, Türkiye’nin adını, kişiliğini simgeleyen tüm markalarımız yok ediliyor. Bir yandan bilinç altımız, öte yandan kesemiz ve kasamız boşaltılıyor.

Ve birileri, bu alçak çökertme operasyonuna liberalizm ve küreselleşme adı altında sürekli destek veriyor.

Dışarıdan gelen talancıların bir tanesi olsun, bir tek şey üreterek veya bir kuruş getirerek girmiyorlar Türkiye’ye. Geliyorlar, kendi malımızı allayıp pullayıp, âdeta hokus-pokus yaparak bize satıyorlar; ceplerini doldurup çekip gidiyorlar.

ERDEMİR;TELEKOM; TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, SEYDİŞEHİR ALÜMİNYUM ‘özelleştirme’ adı altında talancılara veriliyor.

Türkiye’de ‘özelleştirme’ sözcüğü artık, ‘hıyanet’ anlamına gelmelidir. Bunu böyle bilmedikçe iflah edemeyiz.

HYP, bunun böyle olduğunu tüm vicdanıyla bildiği içindir ki, Programına “Özelleştirme idaresi derhal kapatılacaktır” diye yazan tek siyasal parti olmuştur.

Özelleştirme adı altında talana açılan dev kuruluşlarımız, stratejik anlamları bakımından ülkemizin olmazsa olmaz kuruluşları niteliğini taşımanın yanında ekonomik ölçütler açısından da âdeta para basan makineler gibidirler. Hepsi, her şeye rağmen (onları talana açmak için yıllardan beri çökertmeye çalışan hıyanete rağmen), ülke ekonomisine en büyük katkıyı sağlamaya devam etmektedirler.

Bütün bunlar bilinirken “Satılacaklar!” diye bu ısrar neden?

Hangi hıyanetin ve hangi Türkiye nefretinin uğursuz parmağı basmıştır düğmeye ki melun ve meşum gidiş bir türlü durdurulamıyor? Nasıl oluyor da aklın, insanlığın, ekonominin tüm verileri ayaklar altına alınarak Türkiye’nin geleceği peşkeş çekiliyor.

Gelibolu ranta açılarak Çanakkale’nin ruh ve mânâsından intikam alınıyor. Şehit dedelerimizin kefensiz bedenleri üstüne talancılara ‘turistik otel’ yapma imkânı veriliyor. Bunun nihaî anlamı, şehitlerimizin üstünde fuhuş çığırının açılmasıdır. Otel ve işletme yapmak için Çanakkale’nin öteki yerleri ne güne duruyor? Mesele yer meselesi değil, Haçlı kurmayların talimatına uyma meselesi. Oyları, aldatılmış Müslümanlardan toplayan teslimiyetçi ekip, iplerini ellerine verdikleri ağalarının buyruklarını yerine getirip gönüllerini hoş etmenin peşindeler. Yarın bir gün Selimiye Camii’nde Hıristiyan ayini düzenlemek isterlerse şaşmayın.

Bunların şu yaptıklarının onda birini bir başka iktidar yapmaya kalksaydı değil sadece kendisinin, yedi sülalesinin ne dini kalırdı ne imanı, ne İslam’ı. Ama eğer dinci iseniz, dine ve Müslüman’a her türlü zararı vermekte serbest oluyorsunuz. Çünkü dindar denen zümre, Allah ile aldatılmayı Allah’a kulluk zannedecek bir cehalete teslim edilmiş. Bu aldatılmış zümrenin uyanışı, anlaşılan o ki, ancak âhirette mümkün olacak.

Dinci sömürü ekibi bunu biliyor ve bu yüzden rahatını hiç bozmuyor. İslam’ın ve Müslümanın bütün izzet ve haysiyetini Haçlılara teslim ediyorlar, sonra iki rekât namaz kılıp bir besmele çekerek Müslümanların ağzını-dilini bağlıyorlar. Yani Müslüman, namaz ve besmelenin kendi kaderini karatma aracı yapılmasına seyirci kalıyor.

Bu halk, bu ölümcül aldanıştan kurtulmadıkça ne Allah’a kul olabilir ne de insanlık kervanında onurlu bir yerin sahibi...

Hayatî soru şu: İslam’ın ve Müslümanın mahvına yol açan bu namert ve şeytanî oyunun maskesini nasıl düşüreceksiniz? Müslüman halk anlamak istemiyor, aldanmak istiyor. Aldanmak istemeyenlerin bile aldatıldıkları bir dünyada aldanmak isteyenleri nasıl kurtaracaksınız?

Evet, Türkiye’nin durumu 1919’dakinin aynı. Şartlar aynı. İmkânlar o günden daha iyi. İman ise o günkünden çok gerilerde. Şartları aynı, yani Haçlı emeller aynı ve imkânlarımız daha iyi ise nasıl oluyor da ümit ve iman daha geride oluyor?

Mümtaz Soysal bu durumu, ‘Türkiye’nin üstüne ölü toprağı atılmış’ diye ifadeye koyuyor. Ve ekliyor: “Başkaldırmak ve bu işgale ‘dur’ demek için ne beklenmekte? Yunan’ın tekrar İzmir’e çıkması mı?” (Cumhuriyet, 23 Mayıs 2005)

Bizim bu millete, Tanrı’nın ve tarihin huzurunda söyleyeceğimiz şudur:

Eğer Türkiye toparlanamaz, yeni Kurtuluş Savaşı’nı kazanamaz, Haçlı kurtların hırs ve kinlerine yenilirse, tarih ve bu millet bilmelidir ki bunun sebebi imkânsızlık değil, imansızlık olacaktır.

HYP bunun bilincindedir.

Ve HYP bu bilincin takipçisidir.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org