Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

HYP 1.OLAĞAN KURULTAYI: Gn. Bş.Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk'ün Konuşması
17.07.2005
Okunma Sayısı : 10218
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 3,67
Popülarite : 1,75
Verdiğiniz Puan :
 

 

Aziz yurttaşlarım, saygıdeğer yabancı ve yerli konuklar, saygıdeğer basın mensupları, Halkın Yükselişi Partisi’nin fedakâr, üyeleri, sevgili gönüldaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler!

Halkın Yükselişi Partisi’nin 1.Olağan Kurultay’ına hoş geldiniz. Hepinizi; partimiz, mensuplarımız ve şahsım adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum...

Halkın sırtına basarak kendilerini yükseltenlerin siyasetlerinden kurtulup bizzat halkın yükselmesini esas alan siyasete geçişin ifadesi ve temsilcisi olan Halkın Yükselişi Partisi, bir büyük demokratik halk seferberliğinin fikir ve eylem ocağıdır.HYP; küçük hesaplı siyasetlerden büyük hedefli siyasetlere geçişin de fikir ve eylem ocağıdır. Bu ocak ve yürüttüğü seferberlik bütün milletimize, ülkemize hayırlı, uğurlu, bereketli, kutlu ve mutlu olsun!

HYP NEREDEN VE NİÇİN DOĞDU?

Burada cevaplanması gereken 4 soru var:1.Bendeniz siyasete niçin girdim?

2.Siyasete neden CHP’den girdim?

3.CHP’den neden ayrıldım? Ve nihayet,

4.HYP’yi neden kurdum?

Birinci sorunun cevabı şudur: Türkiye, son çeyrek yüzyılda, iç ve dış tahrip odaklarının yıkımı sonucu, artık öğüt ve teoriyle düzlüğe çıkma noktasının ötesine taşındı.

Eylem şart oldu.

Çağdaş kurtuluş eylemi, çağdaş kıstaslarla siyasettir. Kurtuluş, konuşan ve konuşmanın yetmediği yerde eyleme geçen aydın ve imanlı kadrolarla gerçekleşir. Önce, “Söz gümüşse sükût altındır” şeklinde ifadeye konan şeytanî söylemin yıkılması lazımdır. Bu söylem, Müslüman kitlelere, Peygamber evladını zehirleyip katleden Arap-Emevî zalimleri tarafından mal edilmiştir.

Konuşursan, elde edebileceğin en iyi ihtimalle gümüştür; ama susarsan mutlaka ve muhakkak altın elde edersin. Kitleler, bir yandan yapay kutsallarla raiyyeleştirilip sürüye döndürülürken öte yandan bu hain söylemlerin yarattığı tehditlerle bastırılıp susturulmuş ve ülkelerin kaderi bir avuç despotun eline verilmiştir.Bendeniz, din konusunda derin etkiler yaratan bir uyanışın öncülüğünü yaptım ve takdir ediyorsunuz ki fikir planında bunda başarılı oldum. Sükûtun getireceği altınları onları dağıtanların karanlık suratlarına atıp konuşmanın bütün acılarına, tehlikelerine göğüs gererek konuştum, gerçekleri söyledim.

Fakat Türkiye üzerindeki tahrip emelleri öylesine büyük ve kararlı idi ki din alanında yarattığımız büyük aydınlanma, karanlığın tezgâhına bel bağlamış siyasetlerin gaflet, dalalet ve hıyanetlerin saf dışı edilmesine yetmedi. Uyanış geldi, ama, bu uyanış, kitlenin aldatılmasını siyasetlerinin temel malzeme bilenlerin açtığı tahribi aşmaya yetmedi. Bunu için eylem yani mukabil siyaset gerekiyordu.

Bir siyasal partinin içinde hizmet vermem gerekiyordu. İkincisi, bu siyaseti nerede yapacaktık?

Allah ile aldatanlarla beraber olmam söz konusu edilemezdi. Çağa, aydınlanmaya, akla, bilime, cumhuriyete kafa tutup hayatı geriye adım attırmaya çalışan zihniyetlerle ve onların dümen suyunda gitmeyi iktidar merdiveni yapmış sağcı partilerle yürüyemezdim. Siyaset yapacağım tek yer vardı: CHP. Beklentilerime imkân sağlamayı o vaat etti.

Üçüncüsü, bir süre sonra gördüm ki, beni kadroları içine katanlar, esasta beni vitrin malzemesi olarak kullanmışlar. Hepsi gözlerimin içine bakarak bir an önce çekip gitmemi bekliyordu. CHP tarafından sergilenmiş bu aldatma bizzat CHP kurmayları tarafından itiraf edilmiştir. Şöyle diyor CHP kurmayı: “Yaşar Nuri’nin CHP’ye alınışı bir seçim taktiği idi. Geldi ve gitti. O iş bitti.” (Zaman Gazetesi, 13 Haziran 2005)Yani bana ve halka hayasızca yalan söylenmiş. Halk da ben de aldatılmışım. Tek yol kalmıştı: Bu ikiyüzlü kadroyu kendi haline bırakıp gitmek. Ben de bunu yaptım.

Sine-i millete döndüm. Millete bir vicdan borcum vardı. Sordum, bu borcu nasıl öderim diye. Dediler ki, “Başında senin olacağın, verdiğimizi oyların sana geleceğini garanti edeceğin bir siyasal hareket ortaya getir, peşinden gelelim.”

İşte, HYP bu kitlesel talep üzerine milletimizin vicdanından çıkarak vücut bulmuştur. 

TÜRKİYE’NİN BUGÜNKÜ DURUMU

Cumhuriyet’in ‘muasır medeniyet seviyesinin üstüne yükselme ülküsü’, Atatürk'ün ölümünün hemen ardından başlayan bir yozlaştırma ve bir süre sonra buna eklenen bir karşı devrimle hedefinden saptırılmış ve Türkiye sürekli seviye kaybederek, komşularının neredeyse tümünün gerisinde kalma noktasına gelmiştir.

1980'li yılların başından itibaren izlenen ve küreselleşme sömürüsünün önünü açmak üzere dışarıdan yapılandırılan neoliberal politikalar Türkiye'yi uluslararası sermayenin denetim ve güdümü altına sokmuş bulunuyor.

Anayasamızın ve çağdaş anlayışın esas aldığı sosyal devlet ilkesi tahrip edilerek vatandaş, bir tür müşteriye dönüştürülmüştür.

İnsanımız kendi vatanında mutlu olamamaktadır. Bu ne acı kaderdir!

Eğitimde birlik, eşitlik ve genellik tahrip edilmiş, eğitimin ulusal hiçbir yanı kalmamıştır.

Eğitimin bozulması Türk halkını hamurunu bozmuştur. Eğitim, bazı 'hayırseverlerin' cömertliğine sığınır hale getirilmiştir.

Memur, esnaf, sanatkâr, işçi, köylü kelimenin tam anlamıyla perişandır. İstihdam sıfıra inmiş, işsizlik her yıl %5 civarında artış gösterir hale gelmiştir.

Sosyal devletin işlevsel kılınmasında en büyük role sahip olan KİT’ler, sistemli bir yıpratma ve çökertme operasyonuyla, önce partilerin yandaş koruma alanlarına çevrilip kâr edemez hale getirildi, ardından da özelleştirme adı altında rant odaklarının talanına açıldı.

Uluslarötesi büyük sermaye güçlerinin öncü kuruluşları, sermayenin küreselleşmesi adı altında, sadece etkileri, dayatmalarıyla değil, resmîleştirdikleri bürolarıyla, zayıflatılan devlet otoritesinin yerini almakta, adı konmamış bir manda yönetimini işletmektedirler.

Türk tarımı yok olma noktasına getirilmiştir. Tarımın en gözde işletme ve kuruluşları ya özelleştirme adıyla ona-buna peşkeş çekilmiş yahut da tasfiye edilmiştir. Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu gibi verimli, üretken ve kârlı kuruluşlar sistemli oyunlarla yıpratılıp elden çıkarılmıştır. Hayvancılık ve hayvansal ürünler sanayiimiz; Devlet Üretme Çiftlikleri, Tarım Islah İstasyonları tasfiye edilmiş veya çökertilmiştir. Bu sektörden beslenen yaklaşık 40 milyon insan perişanlığa itilmiştir.

Ülkemizde yaşanan çözümsüzlükler, günlük hayata yönelik tehditleri arttırmış; gasp, hırsızlık, soygun ve vurgun gibi özellikle kentlerde yoğunlaşan suçlar, günlük hayatın bir parçasına dönüşerek insanımızın gelecek güven duygusunun zedelenmesine yol açmıştır.

İnsanımız, sorunlara çözümü kendinde değil; dışarıda, IMF, AB ve ABD gibi dış güçlerde aramaya başlamıştır.

Türkiye, sanal bir ekonomiyle avutulmaktadır. Ülkeyi batağın ortasına iten borçlarla sahte bir ekonomik bahar yaratılmıştır. Bu sahte bahar, Türkiye’ye dışarıdan sokulan sistem dışı kaynak veya spekülatif sıcak paranın aldatmasıyla yürütülmektedir.

İç ve dış borç toplamı 400 milyar dolara yaklaşmıştır. Bizler, artık kendimizin değil, hatta çocuklarımızın da değil, torunlarımızın kredilerini yiyip bitirmekteyiz.

Dış politikada bize düşen, oturduğumuz masada önümüze konan tekliflerden birini seçmekten ibaret kalmaya başlamıştır.

Türkiye, 6 asırdan beri doğrudan veya dolaylı olarak yönettiği Ortadoğu’da bile caydırıcılığını, saygınlığını yitirmiş, süper güçlere teslimiyetin eşiğine getirilmiştir.

Tarihimizde ilk kez, askerimizin başına çuval geçirilmiştir. Kayıt dışı diplomasinin tutarsızlıklarıyla bol keseden vaatler, en önemli müttefikimiz olan ABD’yi allak-bullak ederek tâbir caizse, kanı tepesine fırlatmıştır.

Kendi söylediklerine inanmayanların yönetimi Türk halkını güvensizliğe itmektedir.

Kayıt dışı bir ekonomi, kayıt dışı bir diplomasiyle birleşerek ülkeyi perişan etmektedir.

Devletin bütün emniyet subabları felce uğratıldı.Bugüne kadar alınmış 15 Ermeni soykırım kabulünün 14’ü AKP dönemindedir. Daha da kötüsü, yıkcı bir otorite ve görgü boşluğu vardır.

Avrupa Parlamentosu 24 Nisan’da ölen Ermeniler için saygı duruşu yapıyor. Biz ise perende atıp duruyoruz AB’ye gireceğiz diye. Görgü boşluğu deyip geçmeyin. Bakın, Başbakanlık' ta 62 Mersedes araç var. Bu, eleştiri konusu yapıldığında Sayın Başbakan, cenaze arabalarının Mersedese dünüştürürleceğini söyleyerek cevap veriyor. Yani siz de ölünce Mersedese binersiniz diyor.

Bağımsızlık tartışılmaktadır. İtiraf edelim ki, bağımsızlığımız tartışmaya açılmıştır. Sevr batağına itiliyoruz. Sevr paranoyası yoktur, Sevr dayatmalarını paranoya gösteren hainler vardır.

Şimdi bir Damat Ferit tartışmasıdır gidiyor.

“Damat Ferit Edebiyatı” başlıklı yazımın tarihi 9 Mayıs 2005’tir. Deniz Baykal’ın Damat Ferit uyarısından yaklaşık iki ay önce.

Bağımsızlığımızın tartışma konusu yapıldığını kabul etmeden Türkiye’nin hiçbir meselesine çözüm getiremezsiniz. Teşhisin esası budur.

Türkiye’nin ekonomik sıkıntısının gerekçesi ekonomik değil, siyasaldır. İşin esası budur. Bunu ıskalayarak çözüm üretemezsiniz.

Türkiye Türkiye’den yönetilmiyor: Ülke, millet, hatta devlet; kurtuluş ve yükselişi kendisi dışında arama gaflet ve meskeneti içine itilmiştir. Türkiye yalan ve talan siyasetlerinin pençesinde kıvranıyor:

Devletin talanı, ülkemizin asırlık ve en büyük derdidir. Atalar sözü diye dolaştırılan şu eşkıya tekerlemesi bizi mahvetmiştir:

“Devletin malı deniz yemeyen domuz.”

HYP, bu eşkıya tekerlemesini yıkıp onun yerine şu söylemi oturtacak bir siyasal güç olarak tanımlanabilir: “Devletin malı deniz, bir lokmasını çalan domuz!”

Dinimiz aleyhimize kullanılıyor.

Dinimizin aleyhimize kullanılmasının açtığı yaralar listesi çok uzun ve çok kahırlı bir listedir. Bu listeden bazı dertlere dikkat çekelim.

Kula kulluk İslam diye pazarlanıyor. Oysaki İslam, Allah dışında hiçbir kişi ve kuvvete kulluk etmemenin yani tam bağımsızlığın ifadesi ve idrakidir. Atatürk, kula kulluğu yıktığı için Allah’ın mahbubu ve makbulüdür. Yüce Yaratıcı’nın, alnından öptüğü büyük ruhlardan biridir. Tüm kutsal metinlerin onur payesi verdiği bir Hak adamıdır.

Atatürk bizi, kendi kaderini kendi ateşinden yaratan bir millet haline getirdi, Allah’tan gayrı kimsenin şefaatine sığınmayan bir millet haline getirdi. Ne yazık ki, o onurlu doruklardan aşağı yuvarlandık ve bugünlerde, Brüksel’in, New York’un ve daha bilmem nerelerin şefaatine sığınmayı hüner sanan bir güne geldik.

Brüksel’in şefaatine sığınmayı temel siyaset yapanların Kur’ansal anlamda bir dinlerinin olduğuna inanılabilir mi? Prangaları kıran kitabın iman çocukları, sömürgeci-işgalcilerin şefaatine sığınma zilletine boyun eğebilir mi?

İçte ve dışta, kula kulluk dönemini kapatacağız. Kula kullukla Allah’a kulluğu birlikte yürütmeye çalışanların bulunduğu safta namaz kılmak gerçek bir Müslümanın namazını ifsat eder.

Aydınlanma değerlerimiz yani Atatürk mirası tahrip ediliyor. Bu tahribin bir ucunda irtica tahribi, öteki ucunda Aymazlar Atatürkçülüğü var.

Milletimizi bu iki tahribin kıskacından ancak biz kurtarabiliriz. Bu derdin ilacı bizdedir. Başka hiç kimsenin gücü ve reçetesi bu derdi aşmaya yetmez.

Halka değil, sermayeye karşı yükümlülük taşıdığına inanan siyasetler ve bunların getirdiği iktidarlar Türkiye’yi tam bir zulüm beldesine çevirmiştir: Bu zulüm durdurulmaz ise sadece zalimlerini boğmakla kalmayacak, hepimizi perişan edecektir. Çünkü zulme seyirci kalmak en namert zalimliktir.

Halka değil, dış ve iç sermayeye finanse ettirilen siyasetler, iktidar mevkiine geldiklerinde halka değil, kendilerini finanse eden odaklara fatura ödüyorlar.

HYP NEDİR? ÖZELLİKLERİMİZ NELERDİR?

Meş’alemiz barış, sevgi ve paylaşım meş’alesidir.

Muhtaç olduğumuz barış, her şeyden önce, tepe ile taban, devletle halk, cumhuriyetle din, laiklik ile İslam arasında kurulacaktır.

Cumhuriyet’in 81.yılını kutlarken dinle devletin, laiklik ile İslam’ın kavga ettirildiğine tanık olmaktayız. Bu dıştan güdümlü kavga sona erdirilmedikçe, iç ve dış tehditlere karşı dirençli bir Türkiye inşa edebileceğimizi söylemek gerçekçi bir yaklaşım olamaz.Bir siyasal hareket ve parti olarak, HYP’nin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1.HYP, icazeti sadece halkından alır: Sınır ötesinden icazetle siyaseti onursuzluk sayarız. Sınır ötesiyle ittifaklarımız vardır ve bunların tümüne sadıkız. Müttefiklerimizi asla aldatmayız, ama onların da bizi aldatmasına, bize müttefik yerine sömürge muamelesi yapmasına asla izin vermeyiz. Siyaseti sınır ötelerinden icazetle yapanlar, müttefikleriyle oturdukları masada müttefik değil, taşaron muamelesi görürler.Biz buna asla izin vermeyeceğiz. Cihan bilsin ki, bütün ittifaklarımıza sadıkız ama bütün müttefiklerimize şunu ihtar ederiz: Bize, müttefik muamelesi yapın, siz de mutlu olun biz de. Bize sömürge muamelesi yapmaya kalkarsanız bizim rahatımız kaçar ama sizin rahatınız da kaçar. Bizi sakın siyasal İslamcı taşaronlarla karıştırmayın.

“Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığındık; onun için Batı ne diyorsa onu yapıyoruz” diyen, bu taşaronların kurmaylarıdır. Müslümanlardan oy ve imkân devşirirken, ‘Muhammed’in şefaati diye ağlayıp sızlayan, iş başına gelince de Brüksel’in şefaati diye nağme döktürenlere yazıklar olsun! Bu millet bunları görmeyecekse, görmüyorsa bu millete de yazıklar olsun!

Bu millet bunları görecektir, bunda kuşkumuz yok. Görecek ve gereğini yapacaktır.

Şafak bir büyük diriliş ve kurtuluşa kapı açmaya hazırdır. Allah vaadinde sadıktır. Ve ikiyüzlülerin saltanatı zevale mahkûmdur.

Biz, böyle düşünüyoruz; milletimize böylesini layık görüyoruz. Eğer milletimiz çıkar “Bize bunu layık görme, biz halimizden memnunuz ve böyle devam edeceğiz” derse ona da Allah’ın takdiri olarak boyun eğeriz.

HYP bir halk hareketidir, halkın devletini yaratmanın hareket ve siyaset ocağıdır.

Bu ne demektir? Bunun ne demek olduğunu, ölümsüz Atatürk’ün 1923 yılı 13 Ağustos’nda TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmadan öğrenelim. Diyor ki Atatürk:

“Türkiye devleti bir halk devletidir; halkın devletidir. Geçmişin müesseseleri ise bir şahıs devleti idi, şahısların devleti idi.” (ABE, 16/80)Şimdi ne yaptılar? Devleti, şahısların devleti yerine parti ağalarının veya güç odaklarının devletine dönüştürdüler.

Biz, bu odakları halkın sırtından indirip halkı yükselteceğiz. İşte halkın devleti bu demektir.

Partinin adına halk kelimesi eklemekle halkçı ve insancı olunmaz. Bunun için halkla hemhal ve hemdert olmak lazım. Anadolu Hümanizminin bu noktada Kur’an’dan aldığı bir ilke vardır. Yüce Allah buyurur ki, “Kullarımın arasına gir ki cennetime giresin.”

2. HYP, bir miras yedi hareket değildir.

Biz hiç kimsenin devamı değiliz. Biz; sadece aklın, bilimin, ortak insanlık değerlerinin ve sadece Allah için yaşanan gerçek dinin çocuklarıyız. Her şeyimizle yeniyiz. Bizim eskilerden herhangi bir anamız yoktur. Yani kimsenin danası değiliz. Teşbihte hata aranmaz; Türk siyasetinde ana-dana kısır döngüsünü HYP kırmıştır. Bununla övünüyoruz.

Son zamanlarda bir de ‘taze sofra takip eden danalar’ türedi. Sofraya oturuyor; nimetler ganimetken yiyip içiyor, ufukta siyah bulutlar belirince bir yolunu bulup sofradan tırsıyor.

 3.HYP, halkımızın finanse ettiği bir siyasal harekettir.

Hiç kimsenin ne fikrine, ne zikrine, ne masasına ne kasasına ne amblemine ne başına ne ayağına mirasçı olduk. HYP, HYP’dir yani bizzat kendisi. HYP’nin teşkilatlanması; halkının, ana sütü gibi aziz bildiğimiz yardım ve destekleriyle yürümektedir.

Diyorlar ki, “Halk diyorsunuz ama kadrolarınız içinde bir yığın iş adamı var. Bu nasıl oluyor?”

Halk derken iş ve aş sahiplerini dışlamak neden şart olsun? Biz halk dediğimizde iş erbabını da az gelirliyi de yoksulu da çaresizi de kucaklıyoruz. Tıpkı, Türk halkı veya Türk milleti dediğimizde menşei itibariyle Türk olanı da, Kürt olanı da, Laz olanı da, hatta gayrimüslim olanı da kastettiğimiz gibi. Ne diyor ölümsüz Atatürk:

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir. Ne mutlu Türküm diyene!”.

Kinini din yapan bazı zavallılar bu sözleri parçaladı ve şöyle yaygara kopardı. “Sen, ne mutlu Türküm diyene dersen, öteki de kalkar, ne mutlu Kürdüm diyene der.”

Atatürk’ün sözünde böyle bir ayrışma var mı?. Tam tersine. Atatürk’ün sözünün açık şekli şu:

“Ne mutlu bu ülkeyi kuran Türk, Kürt ve diğer halklara!”

O halklar, bir vücut olarak 1071’de Malazgirt’le bu topraklara geldiler, 1915 Çanakkale’de, 1919-20’de Kurtuluş Savaşı’nda o tek vücutluğu dünyaya tekrar gösterdiler ve bu Cumhuriyeti kurdular

HYP, 13.yüzyılda başlayan Anadolu Hümanizminin cem’ idrakini esas alan bir fikir ve siyaset ocağıdır. Biz, küfrün imansızlığın her türürünün, özellikle Batı’nın öne çıkardığı fark idrakini yani bölmeyi, parçalanmayı öne çıkaran anlayışı hayat ve siyaset yapmayız.

Biz, Anadolu Hümanizminin temel anlayışlarından biri olan çoklukta birlik (kesrette vahdet) ilkesini esas alırız. Halk ve insan derken esas aldığımız öz, ‘Vatanpererlik’tir. Kurtuluş Savaşı’nın özünde de bu kavram vardı.

Bizim halk anlayışımız sadece haram yiyenleri dışlıyor, zenginleri değil. Haram yiyenler, yoksul da olsalar bize yakın olamazlar. Helal yiyenlerse, servet sahibi olsalar da bizim gözümüzde halktırlar; onları bağrımıza basarız.

“13 milyon üye aidatıyla nasıl teşkilatlanacaksınız?” diye soruyorlar. Halk, sadece 13 milyon aidat mı verir. 13 milyon aidatı zor verenler de var, 13 milyar bağış yapan da var. Bunların hepsi halk. Sizin gözünüzde halk, aç ve çıplak olmak zorunda mı?

4. HYP bir ideoloji partisi değil, bir program ve kitle partisidir.

HYP, Anayasamızın ikinci maddesinin talebi istikametinde bir sosyal demokrasiyi benimser. Ama solcu değildir. Milletimizin ruh köklerine saygılı, bağlıdır ama dinci değildir. Atatürk’ün öncülük ettiği aydınlanma ve tam bağımsızlık idrakine sıkı sıkıya bağlıdır. HYP, laikliği inanç özgürlüğünün olmazsa olmaz şartı görür ama, din istismarına seyirci kalmak olarak görmez. 11 Eylül sonrası dünyada böyle bir seyirci kalış, ışığın, çağdaşlığın, özgürlük ve demokrasinin idamına seyirci kalmakla eşanlamlı olur.

Kürselleşmenin, emperyalizm ve sömürgeciliğin aracı yapılmasına karşıyız ama küreselleşmenin felsefî çehresine karşı değiliz.

5.HYP insan merkezli bir siyaset anlayışını esas alır.

İnsanı Allah’ın aziz emaneti biliriz. Bunun esas anlamı şu noktalarda tecelli eder:

a)Cinsiyet ayrımı yapmayız.

b)Din ayrımı yapmayız.

c)Irk ayrımı yapmayız.

d)Bölge ayrımı yapmayız.

e)Sınıf ayrımı yapmayız.

Bize “Sizin aranızda kurt siyasetçiler yok, böyle siyaset olur mu?” diyorlar. Bizi ‘kurt siyasetçilere yer vermemek’le suçluyorlar. Doğrudur. Bizde kurt siyasetçi yok. Biz de kurt, sansar, tilki, yılan, çakal, domuz yok. Domuz siyasetçi olmak için, “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” sözünü ilke edinmek lazım. Bizde bu yok. Tam tersine, bizde ilke şu:

“Devletin malı deniz, bir lokmasını çalan domuz!”

Böyle bir anlayışın kadrolarında kurt, çakal, yılan, domuz olur mu? Yok ve olmayacak!

Biz de sadece insan siyasetçi var. Bunun içindir ki biz sadece siyaset ocağı değiliz; aynı zamanda gönül ve ahlak ocağıyız. Bizim kolumuza girenlerin ufukları, gelecekleri değil, gözleri, gönülleri de açılıyor! Bunun böyle olması bizim temel özelliklerimizden biridir.

Ve biz böyle olduğumuz içindir ki, halk bizi finanse ediyor. Aşından ekmeğinden keserek bize destek veriyor. Biliyor ki o verdiği küçük miktarları biz, ana sütü gibi aziz emanet bilir, bu bilinç ve imanla harcarız.

Bize ‘Kurt siyasetçiniz yok” diyorlar, sonra da hiç utanmadan, “Biz de insan merkezliyiz, ne yani insan merkezli olmak sizin meziyetiniz mi?” diye eleştiri getiriyorlar. Peki, öyleyse neden kurt siyasetçi arıyorsunuz? Hem insancı hem de kurtçu, domuzcu, tilkici, yılancı, sansarcı, köpekçi falan olunur mu? Siz kimi kandırıyorsunuz?

6.HYP, Türkiye’nin Türkiye’den yönetilmesini esas almaktadır. İttifaklarımıza sadıkız ama örtülü sömürgeciliğe, örtülü emperyalizme, örtülü Hıristiyanlaştırmaya geçit vermeyiz.

Misakı Millî sınırları içindeki coğrafyanın Lozan’da belirlenmiş statüsünü delmeye çalışanlara geçit vermeyiz.

Ekümeniklik talep ve dayatması bu delmenin temel göstergelerinden biridir. Dinci gaflete şöyle diyorlar: “Siz ekümenikliği verin, biz de size hilafet yolunu açalım. Sizi İslam dünyasının lideri yapalım. Ortadoğu’da bir Osmanlı modeli geliştirelim. Merkezî güç siz olun.”

Dinci gafletin ağzına çalınan bu bir parmak balın arkasındaki zehir, Patrikhaneyi ekümenik yapıp sur içi İstanbul’u ekümenya olarak ona vermek ve küçük bir Bizans devletini Türkiye’nin bağrına yerleştirmek emelinden ibarettir.

Yönettiği ülkeyi, başkalarına jurnallemenin bulunmaz örneği olan Sayın Başbakan, Bush’la görüştüğü sırada, ABD Kongresi alt komisyonu, Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğini kabul eden bir yasa tasarısını kabul etti. Ve bize, bunun icabını yapmayı önermeye başladılar. Daha, Başbakan orada iken.

Bunlarla böyle oynuyorlar, ülkesini jurnalleyenleri vasıta yaparak Türkiye ile alay ediyorlar.

Batı’nın son yıllarda “Türkiye’de laiklik iyi işlemiyor” şeklindeki şikâyetinin sebebi nedir? İşte bu! Azınlıklara, o demektir ki, Hıristiyanlara özgürlük verin. Nedir o? Patrikhane’ye ekümeniklik.

Bunlar ABD ve AB’de tezgâhlanırken, Patrikhane de İstanbul’da dinî mahkeme kurup yargılama yapıyor. Ceza veriyor, savunma alıyor, mahkeme celsesi oluşturuyor. Yani devlet yetkisi kullanıyor; deneme yapıyor. De facto durum yaratıyor. (Cumhuriyet,25 Mayıs 2005)

Bunlar anayasal düzeni, Türk hukuk sistemini, ve nihayet egemenliğimizi açıkça tehdit ve tâcizdir. Laiklik iyi işlemiyor iddiasında Müslümanı zerre kadar düşünen bir yan olsaydı, başörtüsü meselesinde AİHM yasak kararı alır mıydı? Müslümanların, sözün gelişi, laiklik konusunda en büyük şikâyetleri baş örtüsü. Peki, sen de laikliğin iyi uygulanmadığını söylediğine göre, bu temel sıkıntıya çare üretsene!

Hayır! Orada yasakçı.

Onun derdi başka. Onun derdi Patrikhane, Papaz mektebi, Ayasofya. Müslüman onun zerre kadar umurunda değil...

Patrikhane’nin ekümenikliğine asla izin veremeyiz. Anayasamıza aykırıdır. Laiklik ilkesi yaşadığı sürece böyle bir şey olamaz.

7.HYP, tam katılımcı bir demokrasiyi esas almaktadır.

Kadınların ve gençlerin katılımını sağlamak bu noktada en büyük hedefimizdir. Nüfusunun %53’ü kadın olan bir ülkede parlamentodaki kadın sayısının %3 olması ürpertici bir olumsuzluktur. Gençliğin ve okumuş-yazmış kesimin siyaset dışı bırakılması ülkemize yapılmış en büyük kötülüklerden biridir. Baraj bir zulüm manzarası arz ediyor. Parçalanma olmasın, koalisyonlara teslim olmayalım derken en tâciz edici bohçalardan biri olan AKP yamalı bohçasına teslim olduk.

AMACIMIZ VE PROJELERİMİZ

Sosyal devleti yeniden inşa edeceğiz.

Bunun için yapılacak şey, ideolojik sapıklıkların dillendirdiği sermaye ve servet düşmanlığına prim vermek değildir. Çare, çağdaş dünyada işlerliğine ve işlevine tanık olduğumuz sosyal devleti hayata geçirmektir. Bunun adı, bizim anayasamızda da sosyal demokrat devlettir. Bizim ruh köklerimizde bunun temelleri vardır. Ben buna, 13.yüzyılda İbn Arabî, Hacı Bektaş, Mevlâna, Yunus dörtlüsüyle başlayıp Atatürk’le doruk noktasına ulaşan Anadolu Hümanizmi diyorum. Dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinden daha çok ve daha önce bizim ruh ve iman mirasımızın ürünü olması gereken sosyal devlet ne yazık ki bizim topraklarımızda bir türlü yerleşemedi. Çünkü sosyal devletin bertaraf edeceği bir numaralı olgu, ülkenin talan edilmesidir. Bu talanı dıştan ve içten sürdürmek isteyenler sosyal devletin vücut bulmasına elbette ki izin vermezler.

Küresel sömürü dinazorları ve içimizdeki uzantıları, sosyal devleti hayata geçirmemek için de bizim muazzez dinimiz kullandılar. Kahpece ve zalimce...Sosyal devleti komünist devlet olmakla itham ederek Yunus’un, Mevlâna’nın, Hacı Bektaş’ın yani insanlık tarihinin en büyük sosyal devletçi önderlerinin torunlarını sahip oldukları nimetleri başkalarına yedirmeleri için kandırdılar.

Yeşil Kuşak İslamı denen sömürgecilik dini buydu, bugün dayatılan Ilımlı İslam da odur.

İkisini de, dinci hıyaneti kullanarak dayattılar. İslam dünyası bunların farkında değildir ve bu fark ediş gerçekleşmeden Müslümanların hiçbir diriliş ve kurtuluşları söz konusu edilemez.

Bu diriliş, Atatürk’ün getirdiği ışık ve dirayetle mümkün olacaktı ama Batılı emperyalizm İslam dünyasıyla Atatürk’ün arasını açmayı çok şeytanî bir siyasetle sağladı. Şimdi, aynı siyasetle Atatürk’ü Türkiye’de bitirmek istiyorlar. Dinci hıyanetin destek ve himayesinde...

Dış politikamızın esası, yüzü Batı’ya dönük bağımsız siyasettir.

Batı’da kümelenen değerlere sırt dönemeyiz. Bugün Batı’da kümelenen değerler Batı’nın değil, insanlığın değerleridir. Batı bunlar üzerinde hegemonya kurmaya kalkarak sadece egoizm değil, insanlık suçu sergiliyor. Bunlar bir zamanlar bizim olan evrensel değerlerdir. Batı’nın bu evrensel değerleri bahane ederek bizi köleleştirmesine seyirci kalamayız.

Dış politikamızın ikinci esası akılcılıktır. Yani birilerine güvenmek yerine akla güvenmek.

Bizim dış politikamızda başkalarına güven esas alınmayacaktır. Biz; büyük Atatürk’ün buyurduğu gibi, “sadece iki şeye güveniriz: Milletimizin kararı, ordumuzun kahramanlığı.” (ABE, 16/221) Üçüncüsü yok.

Bunun dışındaki tüm unsurlarla sadece pazarlık yaparız, müzakerelerde bulunuruz, çıkarlarımızla uyuştukları nispette onlarla anlaşırız.

Yine Atatürk dikkat çekiyor: “Batı, haraplığımızı çabuklaştırmak için ne yapmak lazımsa yapmıştır.” (ABE, 16/118) Ve yapmaktadır.

AB bize güven vermiyor. Güveni yıkmıştır. GB, bir sömürgecilik antlaşması gibi işliyor. Bu anlaşma veya protokolü, iç hukuk açısından ‘yok’ hükmünde gören çok önemli hukuk otoriteleri vardır. Çiller hükûmeti bunu, TBMM’ye getirmeden yürürlüğe koydu. Buna dayanarak Türkiye’nin çağ atlayıp (!) AB’ye girdiğini iddia ediyor, kutlamalar yapıyordu. GB askıya alınmadan AB ilişkisini sürdürmek Türkiye’yi açıkça AB çıkarlarına peşkeş çekmek olur. Bu güvensiz ilişkiye dayalı olarak verilecek hiçbir şey kalmamıştır. Verilen her şey, artık bir hıyanetin belgesi olacaktır.

Kürselleşme bir istila stratejisi olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin ekonomik talanı durdurulmalıdır. Yerel yönetimleri güçlendirme adı altında dayatılan, Kamu Reformu, Batı’da yapılanın tam aksidir ve devletin iflasını amaçlamaktadır. Özelleştirme bu talanın devlet eliyle beslenmesini ve korunmasını ifade ediyor.

İlk yapacağımız işlerden biri, devleti talan kurumu gibi çalışan ‘Özelleştirme İdaresi’nin kaldırılması olacaktır.

Batı’ya güvene dayalı politikalar bizi mahvetmiş, sömürge olmanın eşiğine getirmiştir.

Dış politikamızın esası yabancı ülkelere, özellikle Batı’ya güvensizlik üzerine oturacaktır. Büyük Atatürk bunu bazen “Avrupalıların namusuna güvenemeyiz” sözüyle, bazen de “Avrupa milletlerinin bizimle münasebetlerinin can damarı siyasal entrikadır” (ABE, 16/37) vecizesiyle ifade etmiştir.

Bizim anladığımız mânâda dış politika dünyanın huzuru için de temel çarelerden biridir. Atatürk bunu 1923’te konuştuğu bir ABD’li gazetecinin sorusuna cevap olarak ilkeleştiriyor. Gazeteci soruyor: “Dünyanın hastalığı için önerdiğiniz çare nedir?” Atatürk cevap veriyor: “Akıllıca işbirliği” (ABE, 16/39)

İşte, bizim dış politikamızın temel ilkesi budur. Batı bizi, dünya tüketiminin bir parçası yaptı. AB’nin de ABD’nin de, GB’nin de tüm hedefi budur. Marshal yardımını nelere bağladıklarını hatırlarsanız, bizi daha 1940’lardan beri nereye götürmek istediklerini görürsünüz.

Atatürk bu yıkım belasına daha 1923’te dikkat çekiyor ve milletini uyarıyor. Diyor ki:“Biz; dünya tüketiminin bir parçası olduğumuz gibi, dünya üretiminin de bir parçası olmak istiyoruz.” (ABE, 16/38)Peki, bugünkü durum nedir?

Bugünkü Türk dış politikasının esasını, Batı’ya kayıtsız-şartsız teslimiyet oluşturuyor. Lügatinde “Hayır!” kelimesi olmayan bir dış politika güdülüyor. Bu tür bir dış politika yürütenler, rezil olmaktan asla kurtulamazlar.

İşte bakın, AB ve müzakere. Neyin müzakeresi? Ucu açık müzakere diyorlar. Ucu bizim için açık; AB için kapalı. Yani AB bizi ne yapacağını, nereye koyacağını daha ilk günden belirlemiş. Nedir o? Sakın içeri girme, ama kapının önünden de asla ayrılma. Orada bekle, bana bağlı kal, himayemde ve talimatımla yaşa!... İmtiyazlı ortaklık dedikleri bu. Pohpohlanmış sömürge demek...AB kendi içinde kılıç-kalkan kavgaya başlamış, birlik çatırdıyor. “Türkiye içimize alınamaz” naraları ayyuka çıkıyor. Bunlar olup dururken biz ne yapıyoruz? Bütün bunları yok farz ederek, AB’nin yani Hıristiyan emellerin talepleri istikametinde sürekli veriyoruz.

Vermeyin arkadaş, vermeyin! Her isteneni verirsiniz ama sonra bunların hesabını veremezsiniz! Artık vermeyin! Kesin şu müzakere denen iğrenç meskenet sürecini. Çekilin şu masadan. Alacağınız hiçbir şey yok. O halde, istenenleri verip Türkiye’yi tüketmeyin!

Ez cümle, Kıbrıs’ı sakın vermeyin! Sakın, 1963 Ankara antlaşmasına ilişkin Ek Protokol’ü imzalamayın! İmzalarsanız Kıbrıs Rum kesiminin gümrük birliği içine alınması başlığı altında esas yaptığınız, Rum şefliğini Kıbrıs’ın tek temsilcisi saymak, yani Kıbrıs’ı Rumlara teslim etmek olacaktır. Bir ulusal kahraman olan Rauf Denktaş’ı sattınız, bari Kıbrıs’ı satmayın!

Kıbrıs’takilere, özellikle sayın Talat’a da sesleniyoruz: Sakın, Maraş Bölgesi’ni rüşvet olarak vermeyin! Sonra hesabını veremezsiniz.İmzalamayın o meşum Ek Protokol’ü! ! İmzalarsanız hemen arkasından askerin çekilmesini isteyecekler. Azınlık olduğunuzu telaffuz etmeye başlayacaklar.“Protokol’ü imzalarız ama, Rum şefliğini tanımayız” diyorlar. Şunların mantığına, kafasına bakın! Kendini aldatma arkadaş! Tartışma çıktığında sizi değil, Shröder’i, Chirac’ı dinlerler. Senin vücut dilin oralarda sökmez; oralarda aklın, öngörünün, basîretin dili söker.Bizim için artık AB’ye üyelik falan kalmadığını bile bile her isteneni niçin veriyorlar? AKP’nin kaderine hükmeden kadrolar bizi AB’ye üye yapmayacaklarını anlamayacak kadar zavallı mı? Hayır! Kültür, bilgi, felsefî değerlendirme, dünyayı layıkıyla okuma zaafları var ama bu kadarını anlayacak kurnazlığa sahiptirler. Peki, neden bir yalanın peşine takılmış gidiyorlar? Hıristiyan Batı ile ortak hedefler uğruna yapıyorlar bunu. Türkiye’yi Batı’nın himayesi altına sokmak, böylece, Brüksel’in şefaatine sığınarak ‘Ankara’nın şerrinden kurtulmak’ istiyorlar. Sayın Başbakan 17 Aralık’tan bir gün önce şöyle dedi:“Biz AB’den üyelik falan istemiyoruz ki, sadece görüşmelere başlamak bizim için yeterlidir.” (Cumhuriyet, 20 Haziran 2005)

İşin esası şu: Bölücü ve dinci tahrip ekiplerinin AB üzerinden gerçekleştirmek istedikleri hesapları var. Türban tokadını yemelerine rağmen beklentileri sürüyor. MGK’yı bitirdiler. Ama TSK hâlâ korkulu rüya. AB’yi kullanarak TSK’nın işini de bitirmenin peşindeler. Batı bunu biliyor, içerdeki yıkım odakları da biliyor. Ortak yanları ve amaçları bu. Brüksel’in şefaatine sığınan zelil mantık başka ne için bunca zillet ve meskenete katlanabilir?

Dini önemseyeceğiz.

Dinin gerçeğine karşı olan dinci siyasetlerle, dinin tümüne karşı olan sahte laikçi siyasetlerin ikisine de geçit vermeyeceğiz. İki temel değerimizi anlatmak yerine dayatma aracı yapanlardan bu millet çok çekmiştir ve çekmektedir. Bunların biri din, ikincisi Atatürk’tür.Biz, bu iki büyük değerimizi anlatacağız, tanıtacağız. Bu iki değere yamuk bakanlara bizim sıcak bakmamız eşyanın tabiatına aykırıdır. Bunu bizden beklemesinler.

Burada hareket noktamızı büyük Atatürk’te buluyoruz. Fransız gazeteci Maurice Pernot’ya şöyle diyor: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Bizim dinimiz, şuura muhalif, ilerlemeye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor.” (ABE, 16/150)

İslam’dan rahatsız olan iki istismar var: Dinci istismar, inkârcı istismar. İkisine de geçit vermeyeceğiz.

Ortadoğu ve Türkiye coğrafyasında bugün dini umursamadan politika yapılacağına inan solcu, sözde laiklerle, dinin sahtesini öne çıkarıp Haçlı kodamanlardan o yolla itibar devşireceğine inanan siyaset dincilerinin ikisinin de aksine gideceğiz. Mutluluk bu iki ekibin aksine gitmektedir.

Laikliği anlamada yetersiz kalanlar dine sırt dönmeyi laikliği takviye sanma gafletindeler. Şu örneğe bakın: Bir CHP’li milletvekili, Meclis kürsüsünde konuşan partili arkadaşı, bir mukayese münasebetiyle ‘imamlar’ tâbirini kullandı diye, ona sataşıyor ve diyor ki: “İmamlar tâbirini kullanma, o bizim alanımıza girmez.”Sizin alanınıza imamlar girmez, cami girmez, Allah-Peygamber-Kur’an hiç girmez. Peki, ne girer? Müslüman halka nefretle bakmak, onu küçümsemek girer. Siz bir mütegallibe celadet ve ceberûtuyla dindarlara hakaret edersiniz, sonra da kalkar, hiç utanmadan din istismarından yakınırsınız! Hangi yüzle yakınırsınız?

Sizin bu akıl buruşukluğunuz ve İslam’a saygı zaafınız, bu ülkede dini birilerinin kollayıp kotardığı bir mesleğe dönüştürdü. Şimdi Müslüman, dininin bütün umdelerine aykırı olarak, bu ülkede namaz kılabilmek için devlet bütçesinden bir katrilyonun dağıtılmasına seyirci kalıyor. Birileri de, acaip bir ‘pazarcılık’ kurnazlığıyla, “Diyanet’e verdiğiniz gibi bize de para verin, yoksa sizi Batılılara gammazlarız!” diye külhanbeyliğe başladılar.

Bu din şirket mi ki, gelir bölüşümü kavgası yapıyorsunuz?

Bu ülkenin vefalı ve cefalı evlatları Alevîler, işte böyle dipsiz-başsız politikaların kahrını çekiyor. Alevîlerle ilgili politikaların tümü sakattır, yanlıştır; hüsranla sonuçlanır. Bu politikalar samimiyete, bilgiye, dirayete, insan sevgisine dayanmıyor. Tümü güdüktür ve büyük ölçüde dışarıdan kotarılmaktadır.Alevî canları uyarıyorum: Yine aldatılacaksınız; dikkatli olun, oyuna gelmeyin, sırtınızdan mevki ve itibar devşirenlere âlet olmayın. İnsana ve ülkeye hizmetten başka hesabı olmayan HYP’ye vekâlet verip rahat olun. Başka çareniz yoktur.

Alevîlerin ıstırabını biz çözeriz. Sünnîsi Alevîsiyle yetki verecekler çözeceğiz. Çünkü biz samimiyiz, dirayetliyiz ve bilgiliyiz. Ötekilerde bunların hiçbiri yoktur. Hiçbiri...Din üzerinden vurgun ve kumarı insanımızın kaderi olmaktan çıkaracağız. Bunun için bu millete dinin gerçeğini dibine kadar öğreteceğiz. Bunu hem İslam’ın hem insanın hem de laikliğin gereği sayıyoruz. Bu, insan olmanın gereğidir.

Yalan ve aldatma siyaseti yapmayacağız.

Demokrasi, halkın oyunu almak için halkın yanlışlarını paylaşmak ve o yanlışları dokunulmaz kılmak değildir. Gözlerinizin ve ağzınızın içine bakarak sizden kurtuluş ve yükseliş bekleyen halkı aldatmaya adamlık değil, namertlik denir.

Biz; namertlik siyaseti yapmayacağız. Bu namertlik eğer, kutsal değerleri, dini, imanı, Allah’ı araç yapıyorsa buna katmerli namertlik denir.

Halkımızı; namertliklerin her türünü yıkmak üzere bilinçlendireceğiz, bununla da yetinmeyerek halkın koluna girip aldatmaları aşıncaya dek yolu halkımızla birlikte yürüyeceğiz. Bundan bir tek halde vazgeçeriz: Halk bize, vekalet ve güç vermek yerine, bize “Siz işinize bakın, biz halimizden memnunuz; aldatılmak bize keyif veriyor” derse, işte o zaman bu işi bırakır köşemize çekiliriz. Başka hiçbir güç, hiçbir tehdit, hiçbir baskı ve hiçbir şeytanlık bizi yolumuzdan çeviremez.

İstismar siyasetlerini yıkacağız!

Ülkemiz ve insanımız, başında iki istismar ile bu istismarların ikisini de okşayarak gününü gün etmek isteyen omurgasız siyasetlerin cenderesinde kıvranmaktadır.

Bakın bunlar, yıllardan beri, doğurgan ve bir zehirli ot gibi sürekli birbirinden ürer, sürekli yeni yavrular çıkarırlar. Tabelaları değişir ama kendileri asla. Genleri hep aynıdır. Teşbihte hata aranmaz, biri ana, ötekiler dana, böyle devam edip gider.İki istismarın ilki ve en yıkıcısı, dinci istismardır ki, bugün sadece Türkiye’nin değil, bütün İslam dünyasının, hatta dünyanın başına beladır.İnsanlık bu beladan kurtulmak için, bütün ruhumla inanıyorum ki, bir gün o hizmetine nankörlük ettiği Mustafa Kemal Atatürk’ü büyük bir boyun büküklük ve utanma duygusu içinde sahneye çağırıcak, onun ruhundan af dileyerek onun reçetesini hayata geçirmek için onun aziz ruhuna sığınacaktır.

Biz, bu reçetenin sahibi kılındık ama kıymetini bilmedik. Şimdi birileri çıkıp bize okyanus ötelerinden reçete öneriyorlar: ‘Ilımlı İslam’ a geçin.

Nedenmiş? İslam neyinize dokunuyor? Size rahatsızlık veren ne gerçek İslam’dır ne de Müslümanlar. Size rahatsızlık veren, İslam dünyasından avlayarak yetiştirdiğiniz şiddet elemanlarıyla, Kur’an dışında inşa ettiğiniz uydurma Emevî dinidir. Bir zamanlar ona ‘Yeşil Kuşak İslamı’ diyordunuz; şimdilerde ‘Ilımlı İslam’ diyorsunuz.Sizin şikâyetiniz Allah’ın elinden çıkmış İslam’dan mı, yoksa Arap-Emevî saltanatçılarının şeytanî tornasından geçirilmiş çarpık sahte dinden mi? Sahte dinden şikâyetçi iseniz, bize başvurun. Çare biziz. Şu anda, ikinci bir çare yok!

Yıllardan beri; inanç özgürlüğü teranesiyle halkımızın inançları tahrip edilmektedir. Bu tahribi, dış tahripçilerin emelleriyle birleştirerek Türkiye’yi yönetmek adına Türkiye’yi batırmak isteyenlerle kol kola giren kadro ise siyaset dincisi kadrolardır. Bunların anasını biliyorsunuz. Bu karanlık ana tam 4 dana doğurdu. Son ve en çalımlı danası bugün Türkiye’nin başında. Teşbihte hata aramayın, lütfen, herkese saygımı tekrar tekrar ifade ediyorum. Anlatım zaruretiyle bir benzetme yapıyorum sadece. Son dana çok yaman çıktı. Haçlılarla akıl almaz bir kaynaşma içinde. Halkımızın kanaati şu: Bunlar; oyları, parayı, gücü Müslümanlardan aldılar, hizmeti Haçlılara veriyorlar.

Şimdi ben, bu dinci talan erbabıyla bunlarla işbirliği içinde olan Batı’ya ve Batıcılara bazı sorular sormak istiyorum:

Sizin Allah ve din diye bir derdiniz var idiyse, bu ülkenin 38 evladını bir otele tıkıp diri diri niçin ve nasıl yaktınız? Bu dinde bırakın insanı, herhangi bir canlıyı yakmak var mı?Kamu talanını dinin inkârıyla eşit gören İslam’ın bu anlayışını bu ülkeye neden öğretmediniz? Siz bir katrilyon ile finanse ettiğiniz Diyanet’i, İslam’ın değerlerini ihya için mi kullanıyorsunuz, imha için mi?İslam size bu yaptıklarınızı mı öğretiyor, bunların terk edilmesini mi? Bu nasıl iştir? Yoksa siz Kur’an adı altında dinsizlik veya Arapçılık veya Acemcilik veya Haçlı hizmetkârlığı mı yapıyorsunuz? Din adına yıllarca Arapçılık yaptınız, şimdi de Haçlı hizmetkârlığı yapıyorsunuz? Aynen böyle yapıyorsunuz!

Siz, türbanla, kadınlarımızın başlarını örtmek derdinde misiniz yoksa siyasal ve ahlaksal açıklarınızı örtmek için bacılarımızın başörtülerini araç olarak mı kullanıyorsunuz? Siz türbanla neyi örtüyorsunuz?

Madem türban sizin namus meseleniz, neden namusunuzu, anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla iktidarda olduğunuz bir zamanda bile koruyamıyor musunuz? Ne zaman koruyacaksınız? Gücün daha ötesi ne?

İslam’ın emri olup olmadığı asırlardır tartışılan türbanı Allah için savunuyorsanız, Allah’ın tartışmasız bir emri olan zinanın cezalandırılmasını Brüksel’in emriyle neden terk ettiniz? Bunu yapmanızı engelleyen bir ‘Ankara baskısı’ falan da yoktu. Yoksa Allah, Brüksel’in devreye girdiği alanlarda ve zamanlarda yetkilerini askıya mı alıyor?

Allah ile aldatmayacağız!

Ortak değerlerimizin başında gelen din, yalan ve talan siyasetlerinin dinci cephesindeki tüm açıkları kapatmak için kullanıldı. Halkımız, aralıksız bir biçimde Allah ile aldatıldı. Din üzerinden siyaset, bu ülkenin en hain tahriplerine, en ağır insan hakları ihlallerine vücut veren temel beladır. Bu belayı ülkemizin ve insanımızın kaderi yapmak isteyenler, içten ve dıştan sistemli bir biçimde laikliği tahrip edip ‘Ilımlı İslam’ adıyla bir sömürge dini yaratarak Kurtuluş Savaşı ile kazandıklarımızı geri almak istiyorlar.Halkın Yükselişi Partisi olarak inancımız odur ki, din üzerinden siyasetin en hayasız ve akıl dışı şekli, laiklikle İslam’ı birbirine zıt göstermektir.

Laiklikle İslam’ı birbirine zıt gösteren şeytanî siyasetlerin oyununa gelen bir başka aymazlık ise, çağdaş ve laik olmayı dinciliğin bütün yıkımlarına seyirci kalmakla eşitleyen anlayıştır.Dinci siyasetler ve onların en yıkıcısı olan AKP tarafından Allah ile aldatılmış halkımız, büyük bir takdir hatasına düşmüş ve kendi eliyle kendisini perişan etmiştir. Bu perişanlığın arkasındaki günahın büyük bir kısmı da sandığa gitmeyen yaklaşık 11 milyon seçmenindir.

HYP, bu perişanlığın tamiri için halkın takdir hakkını yeniden ve isabetle kullanmasına imkân yaratmak için ortaya çıkmıştır.

Kara talihin aşılması için din önemsenmelidir. Sol ve laik geçinen kesimle, bunların ortak paydası gibi duran CHP ile gidilecek bir yer yoktur.Dinin sahtesini ülke ve insan aleyhine kullananları etkisiz kılmanın yolu dinin gerçeğiyle dostluktur, dine sırt dönmek, kafa tutmak değil.Şu Kur’an kursu meselesindeki kör döğüşüne bakın! Sormuyorlar, soramıyorlar: Arkadaş, sen Muaviye şeytaneti sergileyip Kur’an’ı öne çıkarıyorsun ama arkada yaptığın Kur’an’a yakışmıyor. Sen bu kurslarla ne yapmanın peşindesin? Bunca yıl ne yaptın? Kur’an değerlerinden hangisini öğrettin? Halkın Yaratıcı’sına kendi dilinde yakarmasının önüne yıllarca engeller koydunuz.

Eğer bu ülkede din varsa, din adına, ibadet adına sorulacak ilk sorular bunlardır. Ama soramıyorlar. Çünkü arkasını getiremezler. Kur’an kursu istemezük diye bağıran sözde laik kesimse, “Ben laikim, laik adama din sözcüğünü ağzına almak yakışmaz” diyerek, sorulması gereken sorulara sırt dönmüştür. Sadece “Kur’an kursu istemezük” diyor. Peki, neden istemezsiniz? Cevap yok! Cevap olmayınca din adına talancılık ve yalancılık yapanlar bağırıyor: “Bak, bunlar Kur’an’a karşı.!”Kur’an’a karşı olmak bakımından, bunların hiçbiri ötekinden geri kalmaz. Bunların ikisinin de şikâyeti Kur’an’dan. Biri dinin gerçeğine karşı olduğu için, öteki de dinin tümüne karşı olduğu için. Kur’an bunların ikisini de tokatlıyor. Tabiî, bu arada, bunların yalanlarına aldanıp oy verenler de epey şaplak yiyor.

Bu nasıl bir kaderdir, nasıl bir kahırdır! Bundan bu ülkeyi kurtaracak bir kadro yok mu?

Elbette var! Kim bu kadro, özelliği ne?

Bu kadronun özelliği, mertçe, erkekçe bir ifadeyle şudur: Bu kadro, dinin gerçeğine karşı çıkma uyuzuyla, dinin tümüne karşı çıkma kuduzundan arınmış olmalıdır. Türkiye’nin muhtaç olduğu kadro bu.

Milletimizin hasret kaldığı birlik, dirlik, düzenlik, beraberlik, paylaşım ve ahenk bu kadro ile kurulacak. Dinle devleti, İslam’la laikliği, tepe ile tabanı, yönetenle yönetileni bu kadro barıştıracak. Bu barış bugüne kadar kurulamamıştır. Çünkü kuracak kadro ülkenin başına geçmemiştir. Ben, bu insancı ve gerçekçi kadronun tanımını yaparken bir anlamda HYP’yi tanımlıyorum.1938’den beri ülkenin başına çöken CHP, dindarla dinciyi birbirine karıştırarak insanımızı karmaşaya ve ikileme itmiştir. Bu bulanık ortamdan yararlananlar ise dinimizi ülkemizin aleyhine kullanan iç ve dış tahrip odakları olmuştur. Dinin gerçeğine karşı çıkma uyuzuyla, dinin tümüne karşı çıkma kuduzundan arınmış tek siyasal organizasyon HYP’dir. Ötekilerin tümü, anaları ve danalarıyla bu hastalıklardan birine veya ötekine müpteladır. Aksi olsaydı Türkiye bugün bu halde olmazdı.

Dini önemseyeceğiz. Dirlik, düzenlik ve ahengimizin omurgası İslam’dır. İslam’a inanmayabilirsin; ama onun bu ülkenin en hayatî değeri olduğunu inkâr edemezsin. Edersen, er-geç kafanı duvara çarparsın. Malazgirt’ten Çanakkale’ye kadar ortak paydamız ve ortak mayamız odur. Dini umursamak; hurafeye, Arabizme, Acemizme teslim olmak değildir. Biraz zahmet çekip dinin gerçeğini öğreneceksin. Onun sahtecileri var diye tümüne karşı çıkmak ne demek oluyor? Bazıları dini yok saymakla din yok olmaz. Sadece sahte dincilerin, mürtecilerin, din tüccarı soyguncuların eline geçer. Din yok olmayacağına göre, sen dine sırtını dönersen, okyanusun ötesinden birileri gelir, dini senin aleyhine yapılandırır. “Dininizin adı Ilımlı İslam” der, İslam’ı ve Müslümanları sömürgeci emeller uğruna kullanır.

Peki, tüm bunlar olurken sen ne yaparsın? Sen de siyaset yapmak adı altında parti merkezinde oturur, iskambil oynarsın. Otuz yılda 8 genel başkan değiştirir, beş yavru parti çıkarırsın, bol bol ideoloji nutukları atarsın ama asla iktidar olamazsın.İdeolojilerin çöküşü dini bir numaralı yükselen değer yaptı. 11 Eylül olayı ise İslam’ı dünya gündeminin en sıcak maddesi haline getirdi. Sen, bunu görmeden bu Müslüman ülkede, bu Müslüman bölgede nasıl siyaset yaparsın?

Haçlılar şunu biliyorlar: Bugün ortaya sürülen şekliyle BOP veya GOP için, İslam’ın tahribi gerekmektedir. Eğer maksat, Ortadoğu’daki çağdışı ve İslam dışı yönetimlerin çağdaşlığa ve İslam’a yaraşır hale getirilmesi ise biz bunun öncüleriyiz. Bu işin en başarılı teorisyeni de en başarılı uygulamacısı da Mustafa Kemal Atatürk’tür. Batı neden bir yandan Atatürk’e sataşıp öte yandan bizi model göstermeye çalışıyor? Bunun inandırıcı bir yanı olabilir mi?

Huntington’a sormak lazım: Sen gerçekten Türkiye’nin İslam dünyasına model olmasını mı istiyorsun, yoksa bu şarkıyı dinleterek Türkiye’ye diğer İslam ülkelerinin çizgisine indirmenin peşinde misin?

Hem geleneksel Arap-Emevî hurafe dinini besleyip pazarlayacaksın sonra da dönüp ben Ortadoğu’yu demokrat, çağdaş yapacağım diyeceksin? Peki, yıllardır ağzının içine bakan Suut ülkesini neden demokratikleştirmedin? Üslerini kurup çiftliğin gibi kullandığın körfez-Arap ülkelerini neden demokratikleştirmiyorsun?Batı, İslam, Ortadoğu ve Türkiye ile ilgili söylemlerinde ne yazık ki samimiyetten çok uzaktır. Sürekli aldatıyor.

Biz burada, büyük Atatürk’ün 1920 ila 1938 arasında değişik bağlamlarda değişik ifadelerle defalarca kullandığı şu sözü aklımızdan asla çıkaramayız. Diyor ki büyük önder:“Batı’nın namusuna güvenemeyiz!”

Evet, ne yazık ki böyle.Bir kez daha söyleyeyim:İslam dünyasında, ‘Atatürk’ü yıkarız ama Kâbe’yi de yıkarız’ diyen birileri çıksa, ‘Tamam, Atatürk’ü yıkın da Kâbe’yi de yıkın!” diyebilecek alçaklar vardır. Bunu bütün dünya biliyor, biz de biliyoruz, siz de bilin.

Bu millet bunu bilecek. Yoksa sürekli yanlış yapar, kendi eliyle kendini uçuruma atar.

Bir yandan İslam’ın gerçeğini, öte yandan Atatürk’ü bitirmek için, inanç özgürlüğü adına ortaya çıkıp inançları tahrip etmenin aracı olarak görev yapacak gaflet ve hıyanet kadrolarına ihtiyaç vardı. Damat Feritlere ihtiyaç vardı. Batı bu kadroları yıllar yılı didinerek oluşturdu, okşadı, destekledi. Ve nihayet hem gerçek İslam’ın hem de Atatürk mirasının, üstüne saldı.

Bu tahribin dolaylı yoldan destek üreten bir de aymazlık cephesi var: Tipik temsilciliğini CHP’nın yaptığı bu cepheye, ideolojik saplantılarıyla tüm sol ve sakat laiklik anlayışlarıyla bazı ‘liberaller’ de katılmaktadır.

Şimdi halkımız; dinin tamamına karşı olanlarla dinin gerçeğine karşı olanların kıskacında kıvranmaktadır.Bu kıskaçtan Türkiye’yi ancak ve ancak HYP çıkarır. Bu kıskaçtan çıkışın reçetesi bizdedir.

Millet bize vekâlet verirse bunun nasıl başaracağımızı cihana göstereceğiz.

Aziz yurttaşlarım, aziz gönüldaşlarım, değerli konuklar, değerli basın mensupları!

Türkiye’nin sıkıntıları küçümsenecek türden değildir. Ama bizim imkânlarımız problemlerimizden daima büyüktür. İmanımız büyüktür.

İman imkân yaratır. Bizim ümitlerimiz büyüktür. Hiçbir sıkıntı Allah’tan büyük olamaz. Biz Allah’a inanan insanlarız. O halde, ümidimiz sıkıntılarımızdan daha büyüktür.

Evet, hainlik ve gafletlerin vücut verdiği gecelerden şikâyetçiyiz. Ama şuna inanın; geceler gebedir; parıldayan şafak yeni doğumlar getirecektir. Geceler ümit ve bereket doğuracaktır.

Şafak söküyor. Asırlardır omuzlarına basıla basıla sindirilen halk yükselecek ve mutlu, huzurlu Türkiye’yi yaratacaktır.

Cumhuriyeti’n 100. yılını kutlayacağımız 2023 yılı, 21.yy Türk mucizesini dünyaya alkışlatacağımız yıl olacaktır. Bu iman ve coşkuyla yola çıktık.

Bu imanın hedefine varması için, halkımızı; barışçıl, paylaşan, kucaklaşan Türkiye’yi yaratmak üzere yürüyüşümüze katılmaya çağırıyoruz. Halkımızı; önüne çıkardığımız ümidi ve reçeteyi görmeye çağırıyoruz.

Sizleri HYP’nin Ulu Çınarının altında toplanmaya çağırıyoruz.

Sizlere hitabımı, Türkiye’nin güzel yarınlarına sevdalı iki şairimizden dizelerle bitirmek istiyorum.

“Güzel günler göreceğiz, çocuklar,

Güzel günler göreceğiz.

Yelkenleri maviliklere süreceğiz!”

(Nazım Hikmet)

“Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”

(Necip Fazıl)

 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org