|
Tüm Yazıları
ShareThis
|
ZIKKIMLANMAK
27.05.2015 |
|
Okunma Sayısı : |
3907 |
|
|
Oy Sayısı : |
2 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
1,51 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
ZIKKIMLANMAK Aydın Boysan
" Zıkkım" lanmak nedir?
Açalım.
Sözcük zıkkım değil, "zakkum"dur.
Zakkum da çiçekli ve güzel bir bitki türüdür.
Ege ve özellikle Akdeniz iklimlerimizde çok iyi gelişir.
İki adam boyu büyür.
Yazın pembe çiçekleri yetişir.
Dere tepe her yeri renklendirir ve zevklendirir.
O kadar güzeldir.
Ama zakkum zehirlidir.
Hiçbir yaratık, açlıktan geberse zakkumu yemez.
Hatta parmak kalındığında zakkum çubuğu şiş yapılıp et pişirilse ve yense, yılan zehirlenmesinden beter eder.
Böylece zıkkımlanmak deyiminin içki için kullanılmasının ne parlak zeka eseri olduğu anlaşılır.
İçmesini bilen "çiçek"leşiyor, fazla kaçıran "zehir"leniyor demektir.
Bu nedenle hanımlar kocalarına :
"Yeter zıkkımlandın" gibisinden , çok elegan ve etkili uyarılarda bulunurlar.
Şimdi duyarlı soruyu çekinmeden ortaya atalım:
Niçin içilir?
Niçin içildiğinin nedeni zıkkımlanarak alınan rütbeye göre değişir:
Kimisi der ki "İşten eve gelince bir duble buzlu-sulu viski içersem (relaks) oluyorum.
Bu kişinin amacı ilaç almaktır. Aspirin veya sinir ilacı alsa, hem boşuna ağzını bulaştırmaz, hem de içkiyi ziyan etmez, erbabına bırakır.
Gündüz zamanının iş sinirlenmesini eve taşımak, hem de evdekilere yazık etmektir.
Bunu önleyen, ama ne yazık ki artık yok olmaya yüz tutan ulusal alışkanlıklarımız içinde "koltuk" meyhaneleri "vardı.
Bunların adı koltukta oturmaktan değil, koltukla bir yerlere dayanıp ayakta zıkkımlanılan yerler oluşundan böyle idi.
Meze çocuk banyosu kadar tabakalara konmazdı.
İnadına çay fincanı tabağı gibilerine üç hamsi, dört kalamata zeytini, başparmak kadar beyaz peynir konulurdu.
Rakı ise "kırba" gibi içilmezdi.
Koltuk meyhanesinin aday ve erkanında "iki tek" atmak vardı.
En önemli ve yararlı hareket , meyhaneci dahil bütün müşterilerinden birbirilerinin yedi göbek sülalesi hakkında parlak düşünceler ileri sürmesi idi.
Zaten aynı saatlerde herkes birbirini tanırdı. Kumkapı, Yenikapı, Narlıkapı bu meyhanelerin çiçek bahçesiydi.
Koltuk meyaneleri aile mutluluğuna çok yaralı kuruluşlardı.
Günlük iş sinirini burada bırakıp eve giden kişi çevresindekilere iyi dayanır, akşam yemeğini onlarla beraber yerdi. İsteyen rakısına evinde devam ederdi. İşte "kritik sınır" ın başladığı zaman yemekte zıkkımlanmaktır.
Bu sınırda kendini tutmasını bilmeyenleri ne karısı kurtarabilir, ne de Tanrı korur.
Çok içmek tarifinin de ötesini aşmış bulunan sabahçılar, öğlenciler veya renkli ispirtoyu kızarmış ekmekten süzüp içen "mavi"ciler sözümüzün dışındadır. Bunlar tıp duvarını aştıkları için kendine yazık edenlerdir.
Benim aslında "akşamcı"lığa bile itirazım var, içkiye değil, yanlış anlaşılmasın! Şimdi izninizle tecrübe konuşacak:
Ne yazık ki yalnız kırk yıl (1939-1979) sürdürebildiğim içki yaşantımın sadece ilk ve son yıllarında akşamcı oldum.
Bu yıllar içkinin zevkini aldığım değil, kahrını çektiğim yıllardı.
Oysaki iki üç gün içmemiş bir kişinin vücut ve vicdan temizliği ile dostlar sofrasına oturup adam gibi yudumlaması…
Tüm dünyayı sevgi dolu söyleşilerle anması…
Ne güzel şey bu!
Bunun hesabı bu dünyada da verilir, öbür dünyada da….
Öyle kişiler vardır ki, ağızlarına içkinin damlasını koymazlar.
Bu kişilerin de önünde saygı ile eğiliriz.
Ama böyleleri adam gibi içenlere de gölge düşürmeye kalkarlarsa, buna dayanamayız.
Bu anda içimizden geçenleri Hayyam'ın bir dörtlüğü şöyle dile getirir:
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tesbih, post, seccade güzel!
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
Evet… Hayyam gölge oyuncularına karşı hızını alamıyor ve şöyle sürdürüryordu kızgınlığını:
Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık:
Cehennemde sen mi iyi yanarsın ben mi?
Hiç duymadım ve okumadım Hayyam'ın şarabı "sınırlı içmek" gibi bir düşüncesi olduğunu.
Bizim Neyzen Tevfik Kolaylı'nın da nasıl sınırsız içtiğini kendim gördüm.
Hani derler ki:
"Adam geberesiye içti de bir şey olmadı. Nasıl tahammül ediyor yahu?"
Elbette cahiller böyle konuşur.
Oysaki erbabı bilir:
Bu da tıpkı aşk evliliği gibidir.
Seven tahammül eder.
Eskiden büyük şişelere "binlik" denilirdi.
Tam bir ölçüsü yoktu bu binliklerin.
Değişkendi ama, boyutları "kallavi" olmayan şişeye de binlik denmezdi.
İçkinin miktarı tek, duble, karafa, binlik gibi ölçülerle anlatılırdı. İçilecek miktar konusunda birtakım akıllar verilir, yakıştırmalar yapılı ya hani!
Bir gün meyhanede yine yakıştırıyorlarmış:
"Bir : Kar.
İki: Karar.
Üç: Sarar.
Dört: Zarar."
Bektaşi öteden lafa karışmış:
"O dediğiniz binliğine göre değişir."
Bektaşi ömrü boyu içkiden başka bir şey içmedi ama, ölüm döşeğinde:
"Bir yudum su verin" diye inledi.
Nedenini soranlara da dedi ki:
"Öbür dünyaya düşmanlarımla barışıp gitmek isterim."
Hepimiz biliriz . Kişilerin ne mal olduğunu anlamak için ya beraber yolculuk yapmalı ya da beraber içki içmelidir.
Romalı filozof Seneca diyor ki:
"Sarhoşluk kusur yaratmaz, kusurları göz önüne çıkarır."
Mevlana ise içki gevşetmesinden ne doğduğunu şöyle dile getiriyor:
"Şarap zaten edepsiz olanı edepsiz eder.
Evet Hanımlar, beyler!... evlenmeyi aklınızdan geçirdiğiniz kişiyi önce bir güzel içiriniz!
Adını açıklayamam ama, bir yazarımızın başına geleni anlatabilirim.
Kendisi içkinin ölçüsünü o kadar kaçırmış ki, arkadaşları hastalanmasından korkmuşlar ve iyice gözünü korkutmaya karar vermişler.
Bir gece sevgili yazarımız yine "küfelik" olunca sahiden küfeye bindirmişler. Mahalle camisinin gasilhanesine götürüp soymuşlar ve kefenlemişler.
Ondan sonra da tabuta yatırıp başına da mezarcı dikmişler.
Yazarımız sabah gözlerini açmış. Korku ve şaşkınlıkla etrafı inceleyip soruyor:
"Burası neresi yahu?"
"Cehennemin kapısı."
"Sen kaç senedir buradasın?"
"Otuz senedir."
"Öyleyse buraları iyi öğrenmişsindir. Çabuk git de bana bir şişe rakı bul!"
Aşkın böylesi doğru mu idi, değil mi idi? Bırakalım bunu şimdi….
Evet dostlar !
Ben artık içkide "müşavir" oldum.
Yalnız lafını ediyorum.
Bu sefer de lafını etmeye doyamıyorum.
Bu nedenle de konuya ara sıra döneceğim.
Diyorlar ki bazen:
"Eh, sen de zamanında niye çok zıkkımlandın?"
"Kederden mi? Neden bilmem…."
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm yazıları |
ShareThis
|
|
|
|
|
|
Türk Liderler:
Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem
|
|
|