Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Ayten Gökçer Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

AYTEN GÖKÇER BLOOMBERG TV SÖYLEŞİSİ
22.12.2010
Okunma Sayısı : 16994
Oy Sayısı : 7
Değerlendirme : 5
Popülarite : 4,23
Verdiğiniz Puan :
 

 

AYTEN GÖKÇER BLOOMBERG TV SÖYLEŞİSİ

.
.

 izlemek için 

.
.

AYTEN GÖKÇER BLOOMBERG TV SÖYLEŞİSİ

Deşifresi

Ayten Gökçer (AG)

OT:  İyi akşamlar efendim, yeni bir İkonoskop  programı ile sizlerle beraberiz. Bugün yine çok değerli bir sanatçıyı ağırlıyoruz. Çok değerli bir ustayı ağırlıyoruz. Tiyatroya yıllarca emek vermiş, çok zarif, çok güzel bir hanımefendi, eşi ile yaşadığı aşkları dillere destan olmuş bir sanatçı. Ayten Gökçer'den bahsediyorum. Hoşgelddiniz.

AG: Hoşbulduk.

OT: Ayten Hanım, bir devlet sanatçısı aynı zamanda . Yavaş yavaş Ayten Hanım'ın hayatına gireceğiz fakat medyanın duayeni Faruk Bayhan'ında her zamanki yerinde sohbet için hazır olduğunu söylemeden etmeyelim. Siz de hoşgeldiniz.

Ayten hanım ile  Faruk bey uzun yıllara dayanan dostluk, ortak projeler, güzel bir iş hayatı  ve özel hayatta da sergilenen bir dostluk.

AG: Evet ben çok severim hem eşini, hem kendisini. Hanımının güzelliğine hayranımdır. Çünkü erkekler genç yaşlarda pek güzel hanımlarla evlenmezler .

FB: Ayten Hanım'ın gençliğinde öğrenciydim. Tiyatronun önünden erkekler geçemezdi, bayılırlardı, Ayten Hanım'ın güzelliği karşısında.

OT: Ben yayına girmeden önce "Sizi kime benzetirlerde Ayten Hanım" dedim . Ava Gardner'a benzeten oldu mu dedim.

AG: Eşimin hayran olduğu bir sanatçı olduğu için şimdi şüpheleniyorum. Beni görüp de onu sandı diye.

OT: Eşiniz ile tanışmanız, sizin tiyatro hayatınıza, tiyatro camiasına verdiğiniz emeklere tabiki geleceğiz ama bizim programımızın biyografik  bir tarafı var ve Ayten Gökçer'in pek bilinmeyen özelliklerine de deyinmek istiyoruz.  Ankara'da doğduğunuzu biliyoruz.

AG: Babamlar Selanik'den göç etmişler. Onun içinde İstanbul'da yaşayamayacaklarını anlayıp, Ankara'ya gitmişler. Yaşımdan hiç korkmayan birisi olduğum için, zaten nasıl saklarsınız biyografiniz var tiyatroda.

OT: 1940 doğumlusunuz. 

AG: Bari 9 koyunda 1949 olsun. Neyse, yaşımdan hiç korkmayan kadınlardan olduğum için. Hem nasıl saklarsınız bigografiniz var tiyatroda.

OT: Bir de sizin kadar emek vermişken, kendine bu kadar güvenirken, çoluğu çocuğu, torunu varken onun için herhalde kızmazsınız bana.

AG: Çıkarken çok kaynar bir çay rica ediyorum.

OT: Ankara'da geçirdiğiniz çocukluğunuzu. Kaç kardeşsiniz?

AG: Ben iki anneli bir insanım. Beni doğuran annem, birde bana bakan annem. Bana bakan annem babamın ilk eşi. Önce bana bakan annem ile evleniyor, üç çocuğu oluyor. Sonra babam benim annemi görüyor, Sofia Loren gibi bir kadın , incecik, simsiyah gözler.  Geceleri Çankaya'da evlerin camlarını taşlıyorlarmış, annemde evde  bir erkek olsunda korksunlar diye annem razı olmuş, babamı üç güveysi almaya. Sonra boşamaya razı olmuş babamı .

 Benim annemle evlendikten sonra benim 2 yaş büyüğüm  Yıldız ve ben doğuyorum. Benim annem Polatlı'da bir müteahhite aşık oluyor, bırakıyor, gidiyor.

Babam 2 tane çocuğu alıyor, birinci karısına dönüyor baksın diye. Birinci karısı dediğim  benim esas annem o. Benim belki hayattaki en büyük şansım, öz değilde üvey annem ile büyümüş olmam.

Senenin bir ayı mahkeme kararı ile bizi Polatlı'ya gönderirlerdi, dayağı yer yer dönerdim ben. "annem kocama baba de"derdi. İnsanın şahsiyeti 7 yaşında gelişiyor, bana baba dedirtemedi bir türlü eşine. Ben niye baba diyeyim, ben babamla oturuyorum. Babam dünyanın en tatlı adamı. Bizi güzel bakıyor, ben niye senin kocana baba diyeyim. Zaten yabancısın bana . Biz oradan dayak yiyip dönüyoruz. Sonra mahkeme kararı ile beni Polatlıya gitmeyi yasak ettiler. 12 yaşına gelince 2 yaş büyüğüm ablam, siyah gözlü olduğu ablamlar mavi gözlü ben yeşil gözlüyüm , kendini  dışladı ,  kaçtı annemin yanına gitti ve o kaçmakla bütün hayatı değişti. Bütün hayatını batak bir insan olarak devam ettirdi ve öyle bir hayat yaşadı.

FB: Sizin okul ve konservatuar  dönemi orada başladı.

AG: Oraya götürende beni , beni doğurmayan annemdir.

FB: Bu anlaşılıyor ki siz doğurmayan annenizi daha fazla seviyor sunuz.

AG: Tabiki ona başka isim takmak aklıma gelmez. Annemi 103 yaşında ki ben 98 zannediyordum ama 103 yaşındaymış meğerse annem . Bütün şuuru yerinde , en çok beni tanıyarak, 3 gün içinde kaybettik. Çok kolay bir ölüm Allah nasip etti anneme , onun için benim en şanslı tarafım kaçmayıp Polatlı'ya , Ankara'da kalmış olmak.

FB: Asıl anneniz yaşıyor mu?

AG: Asıl annemi kaybettik kanserden, onuda çok genç yaşta kaybettik. Ben buna inanıyorum ki , insanlar hayatlarında yanlış karalar alırlarsa, insan pişmanlık yaşıyor. Sonra geldi bunları itiraf etti zaten. Kendi çocuklarımı nasıl bırakırım diye. Çünkü ben Ahmet Bey'i de tanıyorum. Ahmet Bey'den olan çocuklarda benim kardeşim. Ama biri 4 diğeri 2 yaşında çocukları bırakıp gittiğin zaman onlardan çok ilgi ve alaka bekleyemezsin. Size kim ilgi gösteriyorsa, büyütüyorsa ananız da babanız da onlar.

FB: Çok ünlü bir sanatçı oldunuz, temsiller verdiniz, asıl anneniz sizi gelip izlediler mi?

AG: Hayır, hiçbir oyunuma gelmedi. Kanser olduğu zaman Hacettepe ben getirdim. Bütün vazifelerimi yerine getirdim. Kardeşlerimi hepsini de çok seviyorum hala.

FB: Konservatuar birden aklınıza geldi.

AG: Beni büyüten annem müthiş bir müzik kulağımın olduğunu farketti. Beni bale bölümüne götürdü. Beni çok yetenekli ve etenekli ve bale uygun buldular. Çünkü çok çiroz birisiydim.

OT:  Birde erkek fatmaymışsınız galiba.

AG: Sapan arka cepte. Bana mahallede kimse konuşamazdı, çıkarırdım sapanımı çekerdim.

OT:  Erkekler ile daha iyi anlaşıyordunuz herhalde kızlara göre.

AG: Erkeklerin çete başımdım, akşam oyun oynarken ip gererdik, geçenleri düşürüyorduk. Bir laf vardı onu söylediği anda babam olduğunu anlıyorduk "Ayten sen kaç" diyorlardı bana  babam "Nerde o çöp bacak geberteceğim onu" diyordu.

FB: Siz sınava girdiniz değil mi? Konservatuarda sonuna kadar da bale okudunuz.

AG: Evet ama şunu unutmayın ki ben konservatuara girdim, bu yaşıma geldim , hayatta tek nefret ettiğim şey torpildir. Bacağınızı kaldırın dediği zaman incecik birisi en üst seviyeye kaldırıken , şişman  bir kızın bacağını 15 santim kaldırmak bütün ders onunla uğraşıyor.

FB: O dönem varmıy dı bu?

AG: Dünya kuruldu kurulalı var. Tabiki ona birisi rica etmiş belli. Zaten kız ikinci sene dayanamdı kaçtı. Biz hepimiz o kızın bacağının kalkmasını beklerdik.

FB: Yatılı değildiniz değil mi?

AG: Hayır. Orada bile benim çağdaş babam annem ile kavga ederdi "Alacağım Ayteni"diye. Fakat İlyas Savcı'yı hiç unutamam hep onun arkasına saklanırdım ben. Gelirdi Cebecideki konservatuara kapıya bakardım annem mi geldi? Babam mı geldi? Babam geldiyse yandık. Seneler sonra bunun intikamını babamdan çok kötü aldım.

FB: İstemedimi balerin olmanızı?

AG: Konservatuara annem istiyor diye hayır dedi. Soyadımı kullanamsın dedi

FB: Ben hatırlıyorum uzun süre Ayten Kaçmaz adını kullandınız.

AG: O zaman evli değildim, 1964'de evlendim ben. Çocuk tiyatrosu, devlet tiyatrosu hep Kaçmaz soyadımdı.

FB:Siz birden bire tiyatroya geçtiniz. 

AG:  Ben aynı zamanda bale kısmını  dansları oynardım. Muhsin bey hep derdi "Sen tiyatrocu olacaksın"

FB: Muhsin bey, Türk tiyatrosu için çok önemli. Muhsin bey ile  başlıyorsunuz ve Muhsin beyden sonra gelen en önemli bir isim ile , Cüneyt bey ile de evlilik yaptınız. Çok muhteşem bir sanat olayına böyle başlamış oluyorsunuz.

AG: Muhsin bey olağanüstü bir idareciydi. O kendi bulunduğu devirde buna başlamış olması bile bir kahraman olduğunu gösterir ama Cüneyt hem yönetmen, hem idareci, hem dünyanın sayılı aktörlerinden biri . Cüneyt'in sanattaki yeri hiç kimse tarafından tartışılamaz.

Ben girdiğimde Muhsin bey vardı, ben röportajlarımda hen Muhsin bey'den bahsederim.

FB:  Ben hep şöyle düşünürüm Muhsin Bey biraz daha İstanbul 'da , fazla bürokrat değil benim bildiği Cüneyt bey'de hep Ankara'da sanki bürokrasinin içinde kalmış daha resmi geldi bana.

AG: Cüneyt Beyin bir bakanın yüzüne telefon kapattığını bilirim "Siz kendi işinize bakın, ben kendi işime "diye. Muhsin bey'de de aynı şey vardı. Nesi var Cüneyt bey ile Muhsin bey'in? Koca bir bileyzikleri var kollarında Sanat. 23 yıldır genel müdürlük devlet tiyatrosunda daha kimse yapmamıştır. Ben her zaman Cüneyt'e  bu konuda "Sen koskoca bir aktörsün, niye bunlarla uğraşıyorsun. Işıkların nereden yanıp söndüğüne kadar" ama Cümeyt Türk tiyatrosuna bir hediyedir.

OT: Muhsin bey sizi baleden aldı ve "Siz tiyatrocu olacaksınız dedi . Nasıl yönlendirdi sizi?

AG: Beni önce Ayfer Doğramacı keşfetti. Kızılay'da ABC diye bir mağaza vardı, çok hoş patent gibi gözleri olan bir hanım beni durdurdu "Sen çok önemli bir aktris olacaksın" dedi. "Nerede gördünüz beni" dedim "Mavi Kuş oyununda gördüm" dedi. "Çok küçük bir rolüm vardı benim" dedim "Yanılıyorsun çocuğum, karşıda konuşulanı dinliyorsun. Sen seni unutma" dedi.

Aradan seneler geçti bir gün Doğramacıların yemeğine gittik "İhsan işte bu kız sana anlattığım" Ben bir korktum, çünkü ben küfrederim camı açıp doğru dürüst araba kullan diye . Bir şey mi yaptım acaba dedim. Sonra anladım ki beni seyredip sen çok büyük bir aktris  olacaksın diyen Ayfer Doğramacı.

FB: Önce çocuk oyunları ile başadınız sonra normal oyunlar ile devam ettiniz.

AG: Evet temelde  balenin olmasının bana ne getirdiklerini anlatacağım size. Ben çok hırpalanmaya başladım. "Gel bakalım yıka yüzünü, gel bakayım yanağını sil" ben onların çocuğu yaşındaydım neden kıskanırlardı anlamazdım. Nasıl ağlardım eve gidip.

Benden evvel orada olup da daha sonra benim çalışkanlığım ve  oynadığım oyunlarla onu geçtiğim zaman , çok efendice benim evimde randevu alıp bana "Bizi affedebilecek misin sana yaptıklarımızdan dolayı" diyenler oldu.

FB: Cünet Bey ile evlendikten sonra mı oldu.

AG: Evet. Zannettiler ki sıra bende diyeceğim.

FB: Cüneyt bey ile tanışmanız nasıl oldu? Cüneyt Bey'e çapkın derler di?

AG: Yok Cüneyt çok kaliteli bir adamdır, bence kadınlar çapkın.   Ben hiçbir zaman Cüneyt'in bir kadının peşinden koştuğunu görmedim, bir kere koştu başına ben geldim. Cüneyt zamparalığı olmayan çok mahçup bir adamdır. Ben karşılaştığım zaman Muhsin Bey'in odasında Muhsin Bey "Gel Cüneyt birini tanıştırayım sana" dedi. Cüneyt "Söyle bakalım Hamlet kimdir? Dedi bana , "Sarışın mavi gözlüdür" dedim.

OT: Tiyatro ilk aşkınız ya Cüneyt Bey.

AG: Cüneyt Bey ilk aşkımdır diyebilirim. Çünkü o laftır ilk aşkım tiyatro diye . Çünkü benim kadar çalışkan bir insan nereye girseydi çalışkanlığı ile bir yere gelirdi. Benim yapımda olan bir şey, ben çalışkan bir insanım. Ben disiplinli bir insanım. Ben bir arkadaşım ile buluşacakken bile onun mesuletini üzerime alan birisiyim.

Benim bir kadersizliğimde belki Cüneyt'e aşık olmaktı. Bu kadar saldırılmayacaktı bana. Hem eski sevenler, hem yeni sevenler hanımlar. O kadar küçük  ve genç birisiydim ki hiç tahmin etmiyorlardı Cüneyt'in bana aşık olacağına.

OT: Cünet bey o zamanların prensimiydi?

AG: Tiyatroya gelmiş, geçmiş en yakışıklı adam. Yunanistan'da oyun oynadılar yazışmalar şöyle "Bugüne kadar Türkler ile tepişmeden  öteye  gitmeyen münasebetlerimiz, başka bir mezraya girmiştir. Ne yazık ki Sofokles bizim yazarımız ama bizim böyle bir oyuncumuz yok" diye yazdılar. Biz gittik Don kişot oynadık, bir hafta sonra Don kişot'un galasını yapacaklardı , kaldırdılar. Bunu da adam medeni olarak gazeteye söylüyor.Bunlar gibi oynayamayız diye.  Bunun içinde biz yaptığımız işler de hiçbir zaman tevazüye gerek yok, en iyisini oynadık.

FB: Cüneyt bey için Shakespeare oynayan en önemli aktörlerden biri . Siz dediniz ya saldırılar, bu her meslekte olan şeyler ama siz Cüneyt bey ile evlendikten sonra da öyle oyunlar sahnede gördük ki , hem gösterdiğiniz performans, hem oyunun muhteşemliği ve bundan sonraki muhteşem sanat hayatınız var. Siz ne Cüneyt bey'e ne Muhsin bey'e ihtiyacınız olmadan kendi sanatınızı fevkalade şekilde icra ettiniz.

Ben çünkü o zamanlar sizin seyircinizdim,  üniversite öğrencisiyim devlet tiyatrolarına gidip geliyoruz ve bu oyunları seyrediyorduk.

AG: Azaldı ve o hale geldiki bugün çok güzel bir şey söylediler. Çocuklar müzikal oynasın istiyorlar ben gideyim çalıştırayım dedim ."Ayten hanım çalışmak istemiyorlar, yoruluruz" diyorlar . Ben sabah 7.30 da giderdim egzersiz yapardım , adaleleri açmak lazım.

FB: Hem dans yapıyorsunuz, hem oynuyorsunuz, hem şarkı söylüyorsunuz. Bu oyunlardan örnek verirmisiniz.

AG:My Fair Lady ,.bunlar dünyada oynanmış en önemli müzikaller.  Yedi Kocalı Hürmuz. Zülfiye Zülfü. Bütün Türk tiyatrosundaki müzikalleri ben oynadım.

OT: Konuğumuz Ayten Gökçer, tiyatrodan bahsediyorduk, tabiki Cüneyt Gökçer. Cüneyt Bey ile aranızda oldukça yaş farkı var. Siz evlendiğinizde 24 yaşındaydınız, Cuneyt bey 42 yaşındaydı.

FB: Aslında çok fazla değilmiş.

OT: Yinede var.

AG: En çok babam itiraz etti, benimle küstü.

FB: O zamanlar vardı yaş farkı, şimdi kimsenin umurunda değil.

AG: Bu tabiatta var, kadın daha çabuk  çöküyor, erkek çökmüyor.

FB: Şimdi sizin burada bir şeyiniz var, onu söylemek istiyorum, bayanları kategorize ediyorsunuz.

AG: Kaz devri, naz devri, kurnaz devri, enkaz devri 

FB: Hangi yaşlar oluyor Ayten hanım Naz devri

AG: 16 ile 25 yaş devri naz devri, 25 ile 35 arası kurnaz devri, ondan sonra enkaz devri başlıyor. Ben demek istiyorum ki bir kadın enkaz olmaz, erkeklerde oluyor o durum ama kadında olmaz. Bir çocukluğunuzda yalan söyleyerek korkuturlar öcü var falan, bir de yaşlandığınız zaman tekrar  yalanlar söylenir, duymasın üzülür diye. Bu sefer bilgili kaz devriniz başlıyor.

OT: Cüneyt bey ile 45 yıl aynı yastığa baş koydunuz. Hem tiyatro paylaşılıyor, hem meslek paylaşılıyor, hem aşk paylaşılıyor zor mu?

AG: Zor.Benim başka türlü bir hasletim ve sabrım olduğunu ben kendim daha sonra anladım. Çünkü o kadar zor ki Cüneyt yüksek sesle ezber yapar, bende sessiz yaparım. Genelde aynı oyunlarda oynarız. Ben arka odada sessiz çalışırdım, Cüneyt yüksek sele yürüye yürüye yanıma gelirdi bu sefer ezber kavgası başlardı. Sahnede birini paylayacak beni paylardı.

OT: Hanımefendiler aslında patron değilmiş gibi gözüküp aslında patron olurlar. Sizdede öylemiy di?

AG: Yok. Ben size bir şey daha söyleyeyim, bugüne kadar hiç anlatmadım. Bir gün geldim tiyatroya Mediha  Gökçer bir oyun çalışıyor, hafifçe girdim perde arasından bakıyorum, bir sanatçı Mediha hanımı rencide ediyor , ben gittim içeriye çektim "Bana bak bir daha Mediha  hanıma böyle hitap edersen elimi ağzına sokar, küçük dilini çıkarırım. Sen onun yaşına geldiğinde bakalım ne olacaksın. Bak o sahnede." dedim. Birtek bu kişiyi azarladım sadece. Asla böyle şeylerden hoşlanmam, aksine eskisiden çok daha ilgi göstermişimdir , eşimede eskisinden daha çok ilgi göstermesini temin etmişimdir.

FB: Merida Gökçer ile aynı çatı altında devam ettiniz yıllarca çalışmaya .

AG: İstediği gibi çalıştı , oynadı ve ona karşı gelen ilk beni görürdü karşısında.

OT: Kıskançmıydınız?

AG: Ben erkek çocuğu gibi büyüdüğüm için kıskançlığımı saklamazdım.

FB: Cüneyt bey'in etrafında bir sürü insan vardı. Sanatçı

OT: Ayten Hanım'ın yokmuy du?

AG: Erkek sonuçta iki ikişi baktığı zaman bir şey zannediyor kendisini.

OT: Ama Faruk Bey kıskançlığı teyid etti, varmış sizde biraz kıskançlık.

AG: Benden çekinirdi neden? Erkek çocuğu gibi olduğum için , o anda canını okurum böyle bir şey hissettiğim anda. Ama o kadar çekinirdi ki Allah'ı var, bir günden bir güne onu tuhaf bir durumda yakalamadım.

Ben Cüneyt'in mesleği ile savaş vermek durumunda kaldım. Kendimden 20 yaş büyüklerim ile. Bir tanesi hala Cüneyt'e çok düşmandır. Çünkü onlar hayal etmiş, ben almışım. 20 yaş büyük bir kadının size kurduğu tuzakları anlayamsınız ki. Daha sonra jeton düştü bende. Yumruk yiye yie gardını almayı öğrenirsin ya , ben uzun süre ağladım hiç sesimi çıakrmadım. Sonra bir laf yapıştırmaya başladım, kaçmaya başladılar.

FB: Ayten hanım, Ankara'daki en verimli döneminiz hangi tarihlerdi.

AG: 1967 My Fair Lady 'nin  başlaması ile 1967 den sonra Cüneyt bet tümü ile bırakana kadar  altın çağ dedikleri tiyatroda çok büyük işler oluyordu. Bizim yaptığımız işler dışında çok büyük repertuar  vardı. Birde şunuda unutmamak lazım ki bölge tiyatroları kanun halindeydi. Çıkaramıyordu, çok baskı yapıyordu Cüneyt çıkması için . Daha sonra bölge tiyatrolarına yayıldığımız zaman şu olmaya başladı; dünyanın hiçbir yerinde bin tane iyi aktris, bin tane iyi aktör yoktur. Konservatuvar dan 15 kişi mezun olur, 2 tanesi zirveye çıkar. Bu iki kişiye Allah başka haslet vermiştir.

FB: O sıralarda yabancı yönetmen de çok gelirdi.

AG: Gereken de oydu zaten. Türk tiyatrosunda belki şimdi şimdi müzikal koyacak bir yönetmen yetişmiş olabilir ama o zaman Cüneyt oynasın mı? Müzikalimi kursun?

FB: Belli bir dönem , tiyatroların en verimli dönemi ve çok önemli eserlerin sergilendiği dönemler ,televizyon ile beraber bir sarsılma oldumu tiyatro da?

AG: Hayır. Dünyanın her yerinde oldu, bizde deprem olcak zannettik. Bir kitle var ki memur şehri Ankara, tiyatroya çok düşkün ama bu kadar çabuk televizyondan  sıyrılan bir ülke ve sanata yönelen bir ülke yok. Bizim için bir istiraydı, 6 da kapanır yine bunları syerde, hayır. Bütün bölgelerde kapalı gişe oynanıyordu.

OT:  Türkiyede çok devam eden müzikaller var ama bir, London Show'a,  Broadway'e baktığımızda yıllarca, senelerce 25- sene  50 sene oynuyor.

AG: Şuaradan kaynaklanıyor, Türkiye'de memur sanatçısınız, bir yere bağlısınız, burada ne yapıyor Cüneyt Gökçer, orkestra, koro , operadan geliyor bu arkadaşlarımız. Biz onun üzerine tekrar para ödemek zorunda kalıyoruz ki bunun için de çok uğraştı Cüneyt. Bakan geldi dediki "Aynı kurumda olan insanlar gelecek çalacaklar, gelecek koroda oynayacaklar" Herkes yavaş yavaş hastalanmaya başladı. Zor hem opraya çalacak, hem senin müzikaline çalacak. Onun içinde fevkalade zor dönemdi o dönemler. 

FB: O dönem ile bu dönemi karşılaştırsanız

AG: O kaliteyi bir daha hiçbir zaman tutturamazlar.

FB: Bizim televizyon kurumumuz, sizinle  Yılan Hikayesi'nde  birlikte çalıştık, çok güzel bir çalışmaydı. Rahmetli Osman Yağmur Dereli yapımcılığını yapıyordu, Siz, Meltem Cumbul Mehmet Ali Alabora. O dönemlerde siz devamlı Ankara'ya gidip, geliyorsunuz . Hep derdik size "Neden İstanbul'a yerleşmiyorsunuz?" Bunu söylerken size şunu söylemek istiyorum; Siz hep Cüneyt Bey'in Ankara'da kalmak istediğini, üniversitede öğrencileri ile kalmak istediğini , o düzeni bırakmak istemediğini söylerdiniz.Allah rahmet eylesin Cuneyt bey vefat edince İstanbul'a yerleştiniz. Ben bunları söylerken kendi kendime şunu söyledim, yıllarca Ankara'dan göç başladı. Sanat ve kültür göçü. Ankara'nın o muhteşem tiyatro hayatı İstanbul'a doğru kaymaya başladı. Sanatçıların çoğu gelmeye başladı.

AG: evet, müthiş bir göç başladı. Bir anlamda yanlıştı bence, Cüneyt de bunu bu yüzden yapmadı. Başşehir Ankara'dadır. Devlet tiyatrosu Ankara'a kurulmuştur, sonra İstanbul Kültür Merkezinde başlamış fakat Ankara her zaman hakimdir

FB: Bu televizyon etkisini onun için söylemek istiyorum; televizyon provizyon merkezi de  İstanbul'da, bu göçte bunun etkisi de varmı diyorum.

AG: Çok haklısınız, ben şöyle bir şey düşündüm  ben 60 yaşıma gelene kadar hiçbir dizide oynamadım. Ben 16 yaşındaydım 16 binlira teklif aldığımda bir filmden Muhsin Bey yanımdaydı, "Kızım rakkamı mı anlamadın , üç film için 16 bin lira teklif ediliyor "Şimdi öyle değil.

Şimdi ben hiçbir arkadaşımı bu konuda ayıplayamam. Senlerce çaba gösterdik etmeyin eylemeyin, eskiden bir sanatçı 2500 lira maaş alıyordu, en iyi hayatı yaşıyabiliyordu çünkü şartlar böyle değildi. Şimdi benim arkadaşlarım nerede oturacak, nerede ev alacak ve ailesi ile birlikte nasıl geçinecek. Tabiki ek gelir yapması şart. Ne yaptılar ilk zamanlar seslendirmelere gitti benim birçok arkadaşım. .Hatta öyle bir komik durum ile karşılaştık ki, küçük tiyatro da bir oyun oynanıyor rahmetli Erol Amaç sahneye çıktı seyirciler "Eşşek kulak Eşşek kulak diye" sesleniyorlar. Bundan daha büyük bir darbe olamaz bir sanatçıya . Onun için ben hiç kabul etmedim seslendirmeleri.  Çünkü o zaman sizi unutuyorlar, oradaki kahraman daha ön plandaysa onu anıyorlar, onun gibi düşünüyor sizi.

Bugün dizi yapmasıda, film çevirmeside , dublaj yapmasıda hepsi mübahdır, çünkü  benim sanatçım hala çok az para alıyor.

FB: Ankara sanat merkezi olmaktan çıktı, tamamen İstanbul'a kaydı. Bunda da televizyonun etkisi fazla diyebilir miyiz? Ankara'nın tiyatro alemi başkaydı, o da İstanbul'a kaydı. Bugünkü durumunu geçmişe göre nasıl buluyorsunuz?

AG: İyi buluyorum ama bir şey çoğaldıkça kalitesini kaybeder, dünyanın her yerinde bu böyledir. Ama bu bir sanat kurumuysa biz bölgelere yayılmak zorundayız. Bu bir kültür hizmeti.

FB: Ben size bir şey daha sormak istiyorum , İzmir hakkında ne düşünüyor sunuz?

AG: Çok iyi . Kıyı şehirlerdir, hiç korkmayın. Tiyatrolarımız açısından hiçbir sıkıntımız yok. Sıkıntı sanatçının oradan gitmemesini temin etmeye çalışmak. Maddiyata dayanıyor sonuçta. Siz aç karnına sanat diyemezsiniz.

OT: Aynı zamanda memurluktada böyle.

AG: Kanallar çoğaldıkça sanatçının şansı arttı tabii .

FB: Konservatuar dan yeni mezun olmuş arkadaşlarımız televizyon dizilerinde oynuyor ve para kazandılar. Televizyondan aldıkları paranın çok düşüğüne yine tiyatro yapıyor sanatçı. Bütün bunlara rağmen tiyatro hala yerinde, opera hala yerinde, bale hala yerinde .

AG: Faruk bey şunu unutmayın, bizim televizyona yaptığımız şeylere  başlarsınız 13 bölüm diye , 10 bölümde kaldırılır. Yönetmen ile yapımcı arasında bir kavga olur oyun kalkar. Bizim televizyonda yaptığımız işler sürekli değildir. Ya parsayı toplarsın bir anda ya da kalırsın açıkta.

Benim arkadaşlarımı kimse ayıpılayamaz. Devlet utansın. Neden? Sen bu kadar emek vermiş kişilere hala bir kadro veremiyorsan , hala rahat bir imkan sağlayamıyorsan her yere giderler.

İstanbul'da yaşayan insan ile Ankara'da yaşayan insan aynı paraya geçinmiyor.

OT: İzmirliyim ben aslında ama İstanbul'da yaşayan bir insan olarak ben bir sanatçı olsam İstanbul'dan çok ilham alırım gibime geliyor.

AG: Ankara'da 3 milyara geçiniyorsanız, İstanbul'da 9 milyar lazım aynı hayatı yaşamanız için. Ben bugünkü itibarımı, bugünkü sevgiyi o yapmadığım işlere borçluyum. Herşeyin bir bedeli vardır. Bende o yaşlarda fırlayıp filmlere geçseydim, belki bugünkü Ayten Gökçer olmayacaktım. Belki fazladan birkaç evim olacaktı. Allah onu size verecekse her yaşya veriyor. Bir Yılan Hikayesi filmi benim üç ev almama sebep oldu.

OT: O proje dolayısıyla mı tanıştınız Faruk bey Ayten hanımla.

FB: Daha evvel . Cüneyt Bey ile de bir tanışıklığım var. Büyük saygım vardı. Rahmetli Hikmet Şimşek dostlarıydı. Ben Hikmet Şimşek ile yıllarca süren Pazar Konserlerini başlattım. 

Sonra dost olduk, ahbap olduk, birgün bana dediki Hikmet Şimşek 10 Kasım Atatürk Oratoryosunu Anıtkabirde yapalım. Cüneyt bey  de geldi, orkestra geldi , saat 5 'de askerler geldi. Saat 5 den sonra  Anıtkabir etrafında sazlı sözlü olamazdı.  Birde çok zor Cüneyt bey, Hikmet bey zamanlarını ayırmışlar oraya gelmişler . Asker "Genel Kurmay'ın müsaade etmesi lazım" dedi. Cüneyt bey çıktı, Hikmet Şimşek çıktı  "Genel Kurmay Başkanı biziz"dediler. Biz yayına devam ettik. Hikmet bey'de enteresan bir insandı.

AG: İyi yürekli bir insan. Anadolu turnesine çıkıyoruz, o da Türk klasik müziği tanıtmak istiyor. Ağırlardan girmiyor, çalıyor , kadınlarda ellerini vuruyor. Dönmüş "Hanımefendiler, bacılarım beğendiniz mi ?" demiş. Oradan biri demiş ki "Çok beğendik de, niye sen arkanı dönerek göbek atıyorsun, dön bu taraf da birlikte atalım."

FB: Hikmet Bey'i de andık burada, sadece Türkiye'de değil, dünyanın her tarafında orkestra yönetti. Ben geçen gün Bale , Opera genelinde açılışına gittim  Aya  İrini'de. Orada hala üretim devam ediyor. İnsan onları seyrettikten sonra Türkiye'deki sanatın nerede olduğunu görüyorsunuz, kendinize bir güç, kuvvet geliyor.

AG: Ne kadar teknik açıdan zor şartlarda oynadık koca koca müzikalleri, koca koca klasik oyunları. Dışarıya gittiğimde tek kıskandığım şey, tekniği görmüyor muyum?

Devletin  her şehirde ki  İstanbul bence dünyanın en güzel şehri , buralara teknik donanımı fevkalade olan 5 -6 tane tiyatro ve opera yapsa görün doluyor mu? Dolmuyor mu? Tabiki dolacaktır.

FB: Yılan Hikayesi'nde çok güzel bir çalışma yaptık. Çok iyi bir çalışmaydı. Osman Yağmurdereli yapımcılığını yapıyordu. İlk uzun soluklu dizilerden biri.

Ayten hanım ile başka çalışmalarda da bulundum. Bir tanesi de "Patron kim" bir "Çat Kapı"

Bir şey merak ediyorum; siz sonunda geldiniz İstanbul'a bu nasıl oldu?

AG: Çocuklar ve torunlar burada olduğu için, Cüneyt'e hayatımda ben hiç baskı yapmadım. Kocanız nerede mutlu ise orada olursanız olun yoksa o silah size döner senin yüzünden diye. Erkek ısmı kabahatli arar. Ama biran geldiki gezmek için gelsek kızım karşı tarafta oturuyor, bizim küçük de olsa bir evimiz olmalı dedim. Gazeteyi açtım, baktım bir yer yapılıyor, gittim 3,5 saat orada oturdum barakanın içinde, dondum, yer yok .  "Ben Türkiye'nin çok büyük hizmet vermiş sanatçılarından biriyim. Ben bu repertuarımla  Avrupa'da olsam bu bloğu satın alırdım. Hadi Alasmarladık" dedim.

Geldim gözler kıpkırmızı "Kızım, anne ne oldu?" dedi. "Bir yer almak istedim, babanla gelir kalırız diye , gittim hiçnbir yer yok " dedim. Döndüm geldim Ankara'ya. Cüneyt ile uğraşıyoruz, bir telefon çaldı Sayın Eczacıbaşı arıyor dediler. "Ayten hanım, niçin oraya gittiniz buraya gelmediniz"dedi. "Sizi neden rahatsız edeyim, ilan orasıydı oraya gittim"dedim. Sizin kocanız ile benim babam İstanbul Kültür Sanatı kuranlardan , siz oturmayacasınız da orada kim oturacak? Ben yerinizi ayırdım, şu kadar dolar yatırın, şu kadar dolar da ayda ödeyeceksiniz" dedi.

Gitmişsin, bağırıp çağırmışsız, şimdi vazgeçtim desen ne  olacak? Orası bize nasipmiş. Bir yatak odalı evimiz oldu orada.

FB: Ayten hanım gelirdi, Cüneyt Bey, Erol Evgin, Kenen İmirzalıoğlu ile .

AG: Kenan İmirzalıoğlu çok düz, doğru  giden bir adam. Bir de Mehmet Okur'um vardır benim onu da çok severim. Bir de Mehmet Ali Alabora, bunlar benim oğullarımdır.

OT: Ayten hanım, sizin hayatınıza baktığımızda bazı enteresan anektodlar yok değil . Mesela kızınıza hamileyken sahneye ara vermemeniz.

AG: 8 aylığa kadar Kaktüs Çiçeği'ni oynadım. Çok dar bir elbise yapılıyordu ki kaktüs çiçeği açmış hali çıkıyordu. Bana oturuşlu bol bir elbise yaptılar. Nur içinde yatsın Kerim Avşarcığım derdi ki ,elini karnıma koyar, "Bu kadın 9 aylık hamile"  derdi. Çünkü orada erkek ile hiç ilişkisi olmayan bir kadını oynuyorum. Kadın hamile.

OT: Kızınızın tiyatrocu olmaması çok enteresan değil mi?

AG: Nefret etti. O disiplin var ya evdeki, çünkü müzikal oynuyorsunuz , çıt çıkmayacak, uykuyu iyi almanız lazım, sinirlenecek bir şey olmayacak, ev sakin olacak böyle bir evde nazi kampında gibi yaşıyor çocuk.

OT: İlk zamanlarda çıktımı sahneye?

AG: Çıktı, çıktı babasının kucağında seyrederken. Aynı poz benim torunum ile var.

FB: Sinemeda da enteresan bir filminiz var sizin Metin Oktay ile "Taçsız Kral"

AG: O zaman hiç aklımda yok ve "Galatasaraylısın" dediler.

FB: Galatasaraylı oldunuz orada.

AG: Hala da Galatasaraylıyım.

FB: O filmden sonramı oldunuz Galatasaraylı.

AG: Filmden once oldum, şart koydular söylemeyeceksin diye. Gönül Yazar, Ajda Pekkan ve ben. Nur içinde yatsın biraz yakın bakınca şaşılaşırdı gözleri, gülerdik gülerdik o kadar terbiyeli bir çocuk ki anlardı biraz dururdu "Birazdan gözlerim düzelir "derdi. Futbolcu ama o arenada olmak demek kameranın karşınıa geçmek aynı şey değil. Hayatımda gördüğm en terbiyeli, en efendi  insan. Nurlar içinde yatsın hayran olmuşumdur. Ve karısınada teşekkür ediyorum ki böyle bir insanı hiç üzmeden fevkalade güzel taşıdığı için.

FB: Yedi Kocalı Hürmüz'ü tiyatrodan sonra sinema yaptınız mı Ayten hanım?

AG: Sinema olarak değil de gelip sahneden çektiler.

FB: Hatırladığım kadarı ile yedi kocalı hürmüz uzun süre devam etti.

OT: Filmini beğenmedi Ayten hanım

AG: Beğenmedim değil söylendiği   bir laf yuzunden "Bizim Hürmüze gülecekler" dedi. Sanki bizimkine ağladılar.

FB: Sizin hayatınızda bir tesadüf daha var. Siz Ankara'da bir oyun yaparken bir sanatçıda İstanbul'da aynı oyunu yaptı.

AG: Yıldız Kenter İstanbul'da oyandı ben Ankara'da oynadım. O kadar sağlam ve güzel bir oyun duki biz İstanula geldiğimiz zaman kar diz boyuydu. Bu gece biraz boş olabiliriz dedik,. Ne demek aralarda bile doluyordu.

Belki çok para kazanamadım az para kazandım, hiç pişman değilim . Bugün tekrar aynı yere döner, aynı şekilde başlarım. Çünkü sizin kazandığınız itibarı hiçbir şey veremez. Gençlere konservatuarda Ayten Gökçer gibi olsun diyorlar. Bundan daha güzel bir şey olamaz benim için.

OT: Geçtiğimiz haftalarda Haluk Bilginer söz söyledi , nasıl değerlendiriyor sunuz. Gerçekten annesi , babası öldüğünde tiyatrocu sahneye çıkar mı?

AG: Ben babamı gömdüm, 4,5 du saat , ben 6 da tiyatrodaydım. Normal tonda konuşuyordum ama vücudum titriyordu.

OT: Neden o zaman o gün sanatçımızın vefatı dolayısıya denilmiyor.

AG: İnsanlar hergün bir ızdırap, her gün bir dram yaşıyor. Kocasından ayrılıyor, çocuğu hastalanıyor, ben iğne yaptıra yaptıra böbreğimin birini kaybettim. Bize bu terbiye verildiği için biz perde kapatmayız. Bugün benim babam öldü, yarın arkadaşımın annesi ölecek  , siz her gittiğinizde tiyatroyu kapanmış bulursunuz.

FB: Ayten hanım, sıralama yaparsak birinci sırada tiyatro hayatınızda . Sinema , televizyon tiyatro nasıl bir sıralama yapar sınız?

AG: Tiyatro, televizyon, sinema

OT: Cüneyt Bey'den sonra hayat nasıl geçiyor. Çok yeni kaybettik Cüneyt Bey'i.

AG: Çok zor. Benim çok sevdiğim bir akademi komutanı eşini kaybetti, evindeyim baktım kıvranıyor, içeriye giriyor konuşuyor . Anladım ki  o koca akademi konutanı eşine mezar bulamadı Ankara'da. Bu beni nasıl rencide etti, oradan çıkınca avaz avaz ağladım.

Hemen Zincirlikuyu mezarlığını aradım, 2 kişilik mezar istiyorum dedim. Çünkü kızım burada, torunum burada. Biz öldükten sonra Ankara'ya gelip bizi ziyaret edemezler. Onlarıda düşünerek buradan mezar istedim. Dedi ki mezarlıklar müdürü "Bizden alındı bu iş, belediye başkanlıklarına verildi" Belediye başkanını aradım anlattım "Başka bir konuya üzüldüm, siz bizim mezarlarımızıda verin" dedim.

FB: Son bir film yaptınız galiba "Hoşçakal Güzin"

AG: Oradan aldığım para ile de mezarları aldım. 24 milyarmış 18 milyara aldım.

FB: Çok ödül aldınız, sizi etkileyen, özeli olan ödül var mı?

AG: Hepsi benim için çok değerli ama Devlet Sanatçısı olduğum unvan, koca bir altın verdiler bize .Eskilere vermiyorlardı, sonra utandılar herhalde. Sporculara pirimler veriyorsun, biz gidiyoruz Yunanistan sallanıyor, Avrupa böyle bir şey görmedikdiye  yazıyor bize bir şey yok, dedikodu var. Ama bir kuruş sanatçılara kıyamıyorlar.

FB: Televizyondan ödülünüz var mı?

AG: Yılan Hikayesi'nden bütün ödülleri Osman'a verdiler.

FB: Dışardı  ne oyunlar oynadınız?

AG: Devlet Tiyatrosu dışında başka bir oyun oynamadım. Yurtdışınada Devlet Tiyatrosu ile gittim Yedi Kocalı Hürmüz ile, öyle bir reaksiyon oldu ki halk çıkmadı salondan , "Lütfen buralara gelin, kültürümüzü gösterin, biz köylerden buralara getirildik Almanya'nın ortasına işçi diye atıldık, siz geldiniz burada bir oyun oynadınız bize davranışları değişti yer gösteren kadınların" dediler.

Biz hala pırırl pırıl bir milletiz, anasına babasına sadık bir milletiz. Bunun kıymetini bilmek zorundayız.  Ben Rumeli Türklerindenim  ama  9 yaşımdan beri kürt şarkısını bilirim. Ama bize kimse bu kürt şarkısı, bu laz şarkısı diye öğretmedi.  Hepsi öğretildi bize. Bu vatanın çocuklarıyız biz, hepsini sevmek, hepsini bilmek zorundayız. Ben böyle büyüdüm. Beni kimse değiştiremez bu yaştan sonra.

FB: Size uzun ömürler diliyorum, sanat hayatınızın da devamını.  İnsallah fırsat bulur birlikte bir kez daha çalışırız.

AG: Ben bana bir sene müsaade edin dedim. Bir sene çıkmak istemedim sahenlere, televizyonlara. Belki çıkarım ağlamaya başlarım, bilmiyorum ki. Biraz daha küllensin, biraz daha bastırabileyim. O  acı küllenmiyor da , bastırmayı öğreniyorsunuz. 

FB: Çok teşekkür ediyoruz.

AG: Ben size teşekkür ederim. O güzel nur yüzünüzi bakışlarınızdaki sevgi.

OT: Programımızı bu kahkaha sesleri ile kapatıyoruz. Ayten Gökçer ile çok güzel aynı zamanda eğitici ve öğretici sohbet gerçekleştirdik. Kendinize iyi bakın, huzur mutluluk ve sağlık diliyoruz.

Hoşçakalın.

.
.
.

Ayten Gökçer

.
.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org