Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

Bedri Baykam Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

En çok sansüre uğrayan sanatçıyım
26.06.2008
Okunma Sayısı : 12279
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 4
Popülarite : 2,41
Verdiğiniz Puan :
 

 

En  çok sansüre uğrayan sanatçıyım
Bedri Baykam
.
.
.

Portreler Dergisinde yayınlanan, Nergiz Gün Hanım'ın yapmış olduğu söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum...

"En  çok sansüre uğrayan sanatçıyım"

İlk resim heyecanınız nasıl ortaya çıktı?

BB: Ben de, her çocuk gibi etrafımda gördüğüm  oyunlardan, nesnelerden, görsellerden etkilendim. Daha çok Teksas, kovboy filmleri, askeri yürüyüşler ve bandolardı dikkatimi çekenler. Belki diğer çocuklardan farkım , bunları görüp kendi  yorumumla kağıda dökme arzusu ve ihtiyacı hissetmemdi. Belki çocuklar arasında oldukça sık görülen  bir durum. Fakat bunu benim yapış  tarzım çok farklıymış. Kayhan Keskinok'un  Biçimleme ve Görsel Algının  Gelişimi ve Bedri Baykam  adlı kitabında çok detaylı bir şekilde anlattığı gibi, normal çocuklarda olan  görsel algının  gelişimi ile bende olan görsel algının  gelişimi arasında çok fark vardı. Derinliği, perspektifi, vücudu, hareketleri, doğayı  yakalamam, daha sonraları özellikle hareket eden atların, insanların ritimlerini kağıda yansıtabilmem , çocuk resmiyle alakası olmadığı gibi, büyüklerin de başaramayacağı bir şeydi. İlk sekiz yıl  içinde yapmış olduğum  koşturan, şaha kalkmış at figürlerine şimdi bakıyorumda, bugün  yapsam , en iyi ihtimalle onlara yaklaşabilirim, daha iyisini zaten yapamam. Orada atın  koştuğunu dumana kattığını görüyorsunuz. Üstelik bu, atın  hareketleri, kendi doğası ve fiziki özellikleri  korunarak  çok az çizgiyle yakalanıyor.

Çok  erken yaşya , altı  yaşınızda "harika çocuk " olarak  nitelendirildiniz. Siz o  günlerden  bugünlere getiren  süreçteki en önemli çıkışlarınız nelerdir?

BB: Ben her şeyin iyi yapılması gerektiğini düşünen bir insanım. Yani, bir roman  yazıyorsam , çok önemli olduğuna inandığım  için  yazıyorum. Ya da bir siyasi eylem için 15 yılda 1500'ü aşkın  konferans  veriyorsam  Türkiye'de Kemalizmi korumak için bütün  yurdu geziyorsam  bu değerlere inandığım içindir. Üstelik  bunun parasal bir karşılığı da yok.  Aksine benden para ve zaman çalan bir çaba. Benim çok yönlü olmamın nedenlerinden  biri de babamdır. Babamın siyasetten gelmesi, Türkiye'de ilerici devrimci bütün eylemlerde parmağının  olması, orta solun  ilk sözcüsü, kadın kollarının  halka açık şirketler kavramının kurucusu olması dolayısıyla her şeyi karşıma alarak  yürümeyi savaşmayı ondan öğrendim. Yani genetik  kodlarımda var olanlara sosyal kodları  ekleyerek , yaptığım  işleri birbirini  tamamlayan bir mantığa oturtuyorum.

Yurtdışında yaşadığınız dönemi nasıl  değerlendiriyorsunuz, Size neler kattı?

BB: Paris'teyken , orada geçen dört yıl boyunca hiç akımlarla ilgili değildim. Üniversiteyle, sinemayla, hayatımı yaşamakla, arkadaşlarımla, tenisle ve kızlarla ilgiliydim. Devamlı tenis oynardım, seyahat ederdim. Hala Türkiye'de belli kuşaklar beni tenisçi  olarak bilirler.

Amerika'da 1980 yılında  gittim. Ve yalnız resim yapmak üzere hiç kimseyi tanımadığım  bir kıtaya gitmek istediğim için gittim. Babamın  ısrarlarına rağmen, neredeyse beş parasız daha önce aşık olduğum kızın peşinden gittim. O dönemde çevremde bir yanda fotorealizm, mimimal sanat, bir yanda da tipik Amerikan   dışavurumculuğu vardı. Ben bildiğiniz resimlerimi o dönemde yapmaya başladım. Örneğin  "fahişenin odası" gibi. Bu resimler bulunduğum  okulda da çok acayip karşılandı  ve bu adam nereden çıktı, ne yapıyor? Çok  demode dediler. Ama ben  yaptığım  işten  büyük keyif alıyordum. Sonuçta ancak bir  iki sene sonra dünyada bu akımların   paralel olarak  başladığını duydum. Hem haz duydum hem de şok geçirdim. O anda kalıcı zorluklar yaşayacağımı biliyordum. Çünkü bir akım  ortaya çıkıp, dergilerde meşhur olduktan sonra, bunu ben yıllardır yapıyorum demek ve  kanıtlamak çok zordu. O andan itibaren , bu akımlardan  etkilenip resim yapan  binlerce ressam  olacaktı. Dolayısıyla bu durumun tek şahidi yakın çevrem oldu. O zamanki hocalarım  Franklin Williams,  Layto Pinkerton  ve benimle aynı okula devam  eden ressam  arkadaşım  Suzan Batu ve mesleğin dışından arkadaşım Alper Alemli.

Türkiye sanat ortamında kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?  Van Gogh bugün Hollanda ve dünya sanatında nerede? Van Gogh  yaşarken  onun Hollanda sanat ortamında nerede olduğu çok belirgin  ve çok önemliydi?

BB: Değildi Sanat tarihi  her zaman  aktıktan  sonra geriye dönüp, değer yargılarını yeniden  saptar. 50 veya 100 yıl  sonra Türkiye bugün bana verilen  değerin  yüz mislini verecek. Ben bunu net olarak görebiliyorum Çünkü  bir sanat tarihçisi olarak  olayların  nasıl ilerlediğini biliyorum . İşte o zaman  kendisi  bir yere varamadığı için bana karşı kompleks duyan  insanlar olmayacak. Taze beyinler Türkiye'yi  yönetiyor olacak.

Siz medyatik ressam olarak tanımlayanlar da var..

BB: Tam tersine Türkiye'de en  büyük sansüre uğrayan  sanatçı benim. Yakın dönemden  örnek vereyim, Bedri Baykam  600 sayfalık  bir roman yazdı içinde cinsellik, genetik  bilimi, uzay, Türkiye'nin  siyaseti, kısacası her şey vardı. O roman hakkında gazetelerde tek bir  satır bile görmedim. Duygu Asena ile bir röportajım  yayınlandı. O da, bir lafımı cımbızla alıp yarım sayfa manşet yapmış: "Erkeklerin % 99'u yalancı" diye. Star televizyonundan  sevgili dostum Mesut Yar haber yaptı. Onun dışında hiçbir televizyon  kanalında haber olmadı. 

Havanaya gittim, Devrim Müzesinde Küba'nın en prestijli yerinde, 40. yılında Che sergisi açtım. Küba'da adam puro içti ve manken  poposuna baktı diye sekiz ay haber yaptılar. Binlerce kişi sergiyi gezdi. Türkiye'den  hiç kimse yazmazdı. Yaptıklarımı değer olarak ortadan kaldırmayacaklar  çünkü benim tarihime geçtiler.

Sanatınızda bugünkü tavrınız nedir?

BB: Ben şu an doğruluğunu bilmesem de, farklı bir yol izliyorum. İki üç yıldır Amerika'da ve Romanya'da sergi açayım diye uğraşmıyorum. "Boyanın  Beyni"ndeki tavrımı bıraktım. Çünkü zamanım çok değerli, olaya uzun vadeli, bin yıl üzerinden  bakıyorum. Ben ; sen resimlerini üretip, kitaplarını yazıp, eylem  yapıp, röportaj vereceksin ama, insanlardan  bir şey talep etmeyeceksin yolunu seçtim.

Kitaplarınızdan söz edelim biraz

BB: Boyanın  Beyni ilk göz ağrımdır. Hem otobiyografik hem de sanatsal  bir tat taşır. Hem  dışavurumculuk dönemini hem de, 80'li yılları iyi anlatır. Ama bence en az onlar kadar önemli iki kitabım daha var. Maymunların  Resim  Yapma Hakkı ve Kemik.  Maymunların  Resim Yapma Hakkı  dünyada ilk defa Doğulu bir ressamın  Batı kültür emperyalizmine karşı bu kadar cesur ve küstahça karşı çıkmasıdır. Aradan 17(değişebilir) yıl geçmesine rağmen  söylediklerimin  aksini iddia edemediler. "Yeryüzü Sihirbazları" sergisi "Bedri sen haklısın " demektir. Bugün karma sergilerde üçüncü dünya ülkelerinden  ressamlara yer vermeleri  de benim haklılığımı göstermektedir. Kemik'e gelince; bin yıl  kırılması dediğim, 21'inci Yüzyıla geçiş, uzay, bilim ve iletişim  teknolojisi ile hayatımızı  altüst eden yeni girişleri  para, seks, iktidar ilişkileri teknolojik çağda insanın  ölüme karşı bilimle verdiği  savaşı anlatır. Bu yüzden  bizim,  70-80 yılda ölüp gidecek son iki üç  kuşaktan  biri olduğumuzu düşünüyorum.

Kitaplarınız adeta resimlerinizin  kağıda dökülmüş  hali gibi…

BB: Resimdeki araştırmacılığın  yansıması diyebiliriz. 50 resimden  oluşan  "kötü kızlar" adlı sergim, Kemik adlı kitabımın  uzaktan  veya yakından  akrabası  sayılabilir. Diğer kitaplarıma benzer kitaplar, Türkiye ve dünyada yazıldı ama Maymunların Resim Yapma Hakkı ve Kemik'in benzeri yok.

Kemik'te ikiz kulelerin yıkıldığı bir bölüm var hem de insanlar bunu televizyondan  naklen seyrediyorlar. Bu kurgunuz neredeyse birebir gerçekleştiğinde neler hissetiniz?

BB: Böyle bir  "büyük"  olayın  gelmekte olduğunu görüyordum., hissediyordum. Çünkü günümüzde medyanın atomistik parçalanmasında, artık dünyanın  aynı anda aynı noktaya dönüp bakabilmesi için "grandiose" bir "katasrof" lazımdı. Bu da nedir? Dünyanın en büyük ülkesinin , en büyük şehrinin, en büyük  gökdelenlerinden birine, eldeki en büyük uçaklardan biri ile "kafadan" saldırmak. İşte aralık 2000'de yayınlanan Kemik'in , 1997-1998'de yazılan o bölümleri 11 Eylül'de yaşanan her şeyi bire bir anlatıyordu. O gün Amerikan hastanesinden  çıkmış, Nişantaşı'nda  yürüyordum, arkadaşım Faik Genç  beni aradı. "Kitabın gerçek oldu, uçak gökdelene girdi, hemen bir televizyona koş" dedi. Öyle öğrendim ve gelişen olayları izledim. Tabii ki hem şok geçiriyordum, hem de Kemik'teki her şeyin  ekranda olmasından  da ilginç bir üzüntü duyuyordum. Bir de, kitabın o bölümünü sabah okuyp, öğleden sonra bunu seyredenler oldu. Onlar tam  "deliriyoruz" zannettiler. Tam  bir "zeitgeist" örtüşmesiydi  ve kesinlikle tesadüf değildi öngörüm. Çağın nabzında vardı.

Kemik adlı romanınızda yer alan kahramanlarınızın  büyük bir kısmı olgunluk  dönemini sürse de, ergenlik  dönemindeki kadar yüksek  bir cinsel  libidoya sahip. Orta yaş  insanlarının  böylesine abartılı bir  ibidoya sahip olmalarının  bir nedeni  var mı? Onlar yaşamlarını oldukça sorunsuz sürdürüyorken, sevgi, duyarlık ve derinliğin temsilcisi olanlarsa intihar ediyor neden?

BB: Harika bir soru. Bu güne kadar Kemik hakkında sorulmuş en güzel sorulardan biri. Kendi içinde yanıtlarını da taşıyor. Bunu sorduktan sonra, o zaman hakkında bir yorum  kitabıda yazabilirsiniz, benim psikanalizimi de yapabilirsiniz. Ya da 6-7 aya çıkacak, 30 yaşıma kadar hayatımı anlatan otobiyografimle Kemik  arasındaki paralelizmler üzerinde de bir araştırma yapabilirsiniz. O libido yükseldiğinde, yaşamın tüm diğer voltajlı  gerilim  hatları var. Ayrıca gökdelen  olayında bile esasında büyük bir "penetrasyon" ve "orgazmik patlama" yaşanıyor. Diğer sevgi, iyi kalplilik, duyarlılık gibi kavramları  ise, yaşam zaten sürmekle meşgul.

Babanızın adını taşıyan  oğlunuz Suphi, neleri değiştirdi yaşamınızda?

BB: Suphi, arzuladığım  ve hayal ettiğim gibi giden bir olay. Ama onu babama gösteremediğim için çok üzgünüm.

Anılar dünyasında dolaştığınızda sizi en derinden  yaralayanlar neler?

BB: Babamın ölümü. 21 Haziran  1996'da kaybettim. Onun boşluğu dolmuyor.

Hiç yeterince yanında olamamanızdan şikayet ett mi?

BB: Hep söylerdi; "oğlum gel, sana, öğel  yemeği yiyelim diyorum, vaktim yok  diyorsun. Bir gün beni bulamayacaksın" Ama ölümü hiç önemsemezdi. Sürekli yaşam projeleri yapardı.

Ona benziyor musunuz?

BB: Ona benzemeyi çok isterdim. Suphi Baykam, mert, idealist, savaşçı, cesur olmayı benden  daha iyi gerçekleştiren bir insandı. Ama benden  disiplinli değildi. Yıllarca ona yalvarmama rağmen  bir türlü otobiyografisini yazamadı. Babam dünyanın en  iyi hatiplerinden  biriydi. Yurt gezilerinde babamın öldüğünü  bilmeyenler hala onu sorar. Hala onun  siyasi dönemini överler. İnsanlara iki yıl  önceki adalet bakanını sorsanız bilmezler ama Suphi Baykam'ı hala unutmamışlardır.

Hayatınız boyunca inanmaktan asla vazgeçmeyeceğiniz değerler ve kavramlar nelerdir?

BB: Kemalizm, özgürlük, kadınlar ve futbol. Hayatımın  en büyük  çelişkisidir futbol. Çünkü bir mantığı yok bu fantazinin  Tam tersine mantıksızlığı var. Ama o da beni insan kılan bir faktör. Bedri Baykam 'ın bir zaafı var yani.

Mistik konulara yaklaşımınız nasıl?

BB: Onlardan Kemik bahseder. Benimde batıl inançlarım olabilir. Ben de nazara inanabilirim. Tahtaya vurabilirim, ben de her insan  gibi ölümden  korkabilirim, uçak sallandığında Allah'a dua edebilirim. Bu konuda Selim Turgan'ın  verdiği bir cevap  en kritik olanıdır. Der ki; "ben ne ateyim ne de koyu dindar. Çünkü bunlar beni aşan konular. Elimde, bu böyledir diyebileceğim bir delil yok." İnsanların ben de dahil bu konudaki yetkisizliğini biliyorum ve haddimi  bilerek  yaşamaya çalışıyorum.

Yeniden  sanata dönelim. İstanbul'a modern  bir sanat müzesinin  gerekliliği konusunda neler söyleyeceksiniz?

BB: İstanbul'da birbiriyle büyük  rekabet içinde olan iki muhteşem  Modern  ve Çağdaş Sanat Müzesi, ancak  Kemik'te var! Türkiye'de bu işleri başaracak  kapital, devlette de özel  sektörde de fazlasıyla var. Ancak  sanatın  önemini gerçekten anlamış devlet adamı Atatürk ve İsmet İnönü'den beri gelmedi. Proje 4L Can  Elgiz'in  güzel  bir girişimiydi, umarım  sürer yeni şekliyle.

İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Vakfı ise büyük kapital  kesimi  ve ya devletin değil, samimi aydınların  bir girişimi. Çok  yararlı  buluyorum ve belki hedefe kilitli en samimi oluşum  olarak bu vakfı görüyorum. Belki sonunda bu iş  başarılırsa, buna en ciddi  yeşil ışığı yakan  bu oluşum  olacak. Her birimizin bu girişime desteği, artarak sürmeli.

Son dönemlerde kuratörlerin  sanatçının  önüne geçtiğine dikkat çekerek , eleştirilerinizi  yapıtlarınızla da dile getiriyorsunuz. Sanatçı küratör dengesi  nasıl kurulmalı ya da bu ilişkide ağırlık  noktası nasıl  belirlenmeli sizce?

BB:
Boya dışı ve ötesinde Bedri Baykam" kitabımın  girişiminde benim bir makalem  var. Sanatçı-küratör ilişkisini toptan sorgulayan bir yazı bu. Sanatçıların  kendilerini kimi küratörlerin  peyki gibi görüp, onların  ortaya attıkları kavramlara illüstrasyon  üreten  birer "bağımlı" haline dönüşmelerine tepkiydi bu. Sanatçı her şeyden  önce riskler alan bağımsız bir karşı çıkış  noktasıdır. Kimse ona ne olacağını, nasıl olacağını, ne yapacağını dikte edemez. Küratörlerin, sanatçıları 2. sınıf birer malzeme haline getirip, tüm  sanat ortamını kendileri etrafında dans ettirmeleri ve bunu akıl almaz bir ukalalıkla empoze etmeleri, "sanatçı" kavramının  içinin  boşaltılmasını, hatta iflasını beraberinde getiriyor.  Tabii ki her küratör böyle değil. Ama sahtekarca "bu ülkede benden önce avangard hiçbir şey yapılmadı" diye yalanları topluma yutturabilmek için, tarihi deforme edebilmek  için,  her türlü yalan  dolan  ve saldırganlığa tenezzül  eden  sözde çok  önemli  uluslararası küratörlerimize rastladık, Bu acıklı senaryoları  da görüp geçirdik. Bunlardan  bir tecrübe çıkarmış olmamız lazım. Genç sanatçıların  kendi  ayakları üzerinde durup, "kendileri" olmayı göze almaları  lazım. Sanatçılar, küratörlerin paketlerinde bir renkten  ibaret  değildir. Küratörler olmasada sanat vardır. Ancak sanatçı olmasa, ortada ne sanat, ne de küratörler kalır.

İnsanoğlunun  gelişme piramidinde en yüksek  nokta tinsel  alan.  Gelişmiş toplumların  insanları (halk sanatlarını saymazsak) sanata sığınıyor. Amerika başta olmak üzere pek çok  sanatçı  geçimini sağlamak  için başka işlerde çalışıyor ama sanat,  kesintisiz bir uğraş  gerektiriyor.  Sanatı meslek olarak benimseyenler, çokluk eriyor, toplumun  sunumu karşılayamaması nedeniyle sanatıyla yaşayamıyor ve mutsuz oluyor. Günümüz sanat tarihçileri gelişen toplumda sanatçının  mutsuzluğunu bu yönüyle de anlamaya çalışıyor ve bunu  çağın sorunu olarak bile  değerlendirenler var. Sizin düşünceleriniz?

BB: Sanat hiçbir zaman  ideal  bir cennet ortamında yapılamaz.  Daima  kavgalar,  parasızlık sorunları, stres, dışlanma , şüphecilik ve buğulu bir ortam  vardır. Zaten  bu yüzden  olsa gerek , hiçbir  zaman çok zengin insanların  çocuğundan   sanatçı olmaz. Sanatçılar geçimlerini sağlamak  için başka bir işte çalışabilirler. Ama mühim olan geçimlerini sağlamak için  inanmadıkları bir resmi yapmamalarıdır.  En önemli ayrım  budur. Bu zorlukları göğüsleyecek insan ancak  sanatçı  olabilir. Sert deri, bu işin  vazgeçilmez, olmazsa olmaz şartıdır.

Yetenek eğitim ve sanat ilişkisi  üzerine düşünceleriniz?

BB: Sanatta her ikisi de olmalı.  Ben çok yetenekli bir çocuk olarak doğmuşum. Ama bunun  üzerine kültür eklemeseydim , kitap okumasaydım, sinemaya gitmeseydim, günde 18 saat çalışmasaydım, demek ki bu çok  yönlü boyut atlamalı geçişler olmayacaktı. Yani illa insan  doğuştan yetenekli olmak  zorunda değildir. Beyin  açıklığı,  çağdaş  özgür bir düşünce sistematiğiyle bir açılım oluşturulabilir.

Benim bulunduğum nokta tesadüf değil herşey bilinçli olmuştur. Bu sebeple etkilerim, yarattıklarım ve ilklerim  yadsınamaz.

Yani disiplin ve eğitim  sizin  bütün  kabiliyetinizi besler. Yeteneğiniz de az olabilir ama inanç, sistemli  çalışma, plan ve azim  sayesinde iyi bir sanatçı olabilirsiniz. Boyanın  Beyni'nde o yüzden  el mahareti, renk  dokusundan  ziyade  beyin  ön plandadır. Ama yetenek beyni  bir araya getirebilirseniz o zaman  mükemmellikle flört edebilirsiniz.

.
.

.

.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org