|
Tüm Yazıları
ShareThis
|
En çok sansüre uğrayan sanatçıyım
26.06.2008 |
|
Okunma Sayısı : |
12279 |
|
|
Oy Sayısı : |
4 |
|
|
Değerlendirme : |
4 |
|
|
Popülarite : |
2,41 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
En çok sansüre uğrayan sanatçıyım Bedri Baykam . . .
Portreler Dergisinde yayınlanan, Nergiz Gün Hanım'ın yapmış olduğu söyleşiyi sizlerle paylaşıyorum...
"En çok sansüre uğrayan sanatçıyım"
İlk resim heyecanınız nasıl ortaya çıktı?
BB: Ben de, her çocuk gibi etrafımda gördüğüm oyunlardan, nesnelerden, görsellerden etkilendim. Daha çok Teksas, kovboy filmleri, askeri yürüyüşler ve bandolardı dikkatimi çekenler. Belki diğer çocuklardan farkım , bunları görüp kendi yorumumla kağıda dökme arzusu ve ihtiyacı hissetmemdi. Belki çocuklar arasında oldukça sık görülen bir durum. Fakat bunu benim yapış tarzım çok farklıymış. Kayhan Keskinok'un Biçimleme ve Görsel Algının Gelişimi ve Bedri Baykam adlı kitabında çok detaylı bir şekilde anlattığı gibi, normal çocuklarda olan görsel algının gelişimi ile bende olan görsel algının gelişimi arasında çok fark vardı. Derinliği, perspektifi, vücudu, hareketleri, doğayı yakalamam, daha sonraları özellikle hareket eden atların, insanların ritimlerini kağıda yansıtabilmem , çocuk resmiyle alakası olmadığı gibi, büyüklerin de başaramayacağı bir şeydi. İlk sekiz yıl içinde yapmış olduğum koşturan, şaha kalkmış at figürlerine şimdi bakıyorumda, bugün yapsam , en iyi ihtimalle onlara yaklaşabilirim, daha iyisini zaten yapamam. Orada atın koştuğunu dumana kattığını görüyorsunuz. Üstelik bu, atın hareketleri, kendi doğası ve fiziki özellikleri korunarak çok az çizgiyle yakalanıyor.
Çok erken yaşya , altı yaşınızda "harika çocuk " olarak nitelendirildiniz. Siz o günlerden bugünlere getiren süreçteki en önemli çıkışlarınız nelerdir?
BB: Ben her şeyin iyi yapılması gerektiğini düşünen bir insanım. Yani, bir roman yazıyorsam , çok önemli olduğuna inandığım için yazıyorum. Ya da bir siyasi eylem için 15 yılda 1500'ü aşkın konferans veriyorsam Türkiye'de Kemalizmi korumak için bütün yurdu geziyorsam bu değerlere inandığım içindir. Üstelik bunun parasal bir karşılığı da yok. Aksine benden para ve zaman çalan bir çaba. Benim çok yönlü olmamın nedenlerinden biri de babamdır. Babamın siyasetten gelmesi, Türkiye'de ilerici devrimci bütün eylemlerde parmağının olması, orta solun ilk sözcüsü, kadın kollarının halka açık şirketler kavramının kurucusu olması dolayısıyla her şeyi karşıma alarak yürümeyi savaşmayı ondan öğrendim. Yani genetik kodlarımda var olanlara sosyal kodları ekleyerek , yaptığım işleri birbirini tamamlayan bir mantığa oturtuyorum.
Yurtdışında yaşadığınız dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz, Size neler kattı?
BB: Paris'teyken , orada geçen dört yıl boyunca hiç akımlarla ilgili değildim. Üniversiteyle, sinemayla, hayatımı yaşamakla, arkadaşlarımla, tenisle ve kızlarla ilgiliydim. Devamlı tenis oynardım, seyahat ederdim. Hala Türkiye'de belli kuşaklar beni tenisçi olarak bilirler.
Amerika'da 1980 yılında gittim. Ve yalnız resim yapmak üzere hiç kimseyi tanımadığım bir kıtaya gitmek istediğim için gittim. Babamın ısrarlarına rağmen, neredeyse beş parasız daha önce aşık olduğum kızın peşinden gittim. O dönemde çevremde bir yanda fotorealizm, mimimal sanat, bir yanda da tipik Amerikan dışavurumculuğu vardı. Ben bildiğiniz resimlerimi o dönemde yapmaya başladım. Örneğin "fahişenin odası" gibi. Bu resimler bulunduğum okulda da çok acayip karşılandı ve bu adam nereden çıktı, ne yapıyor? Çok demode dediler. Ama ben yaptığım işten büyük keyif alıyordum. Sonuçta ancak bir iki sene sonra dünyada bu akımların paralel olarak başladığını duydum. Hem haz duydum hem de şok geçirdim. O anda kalıcı zorluklar yaşayacağımı biliyordum. Çünkü bir akım ortaya çıkıp, dergilerde meşhur olduktan sonra, bunu ben yıllardır yapıyorum demek ve kanıtlamak çok zordu. O andan itibaren , bu akımlardan etkilenip resim yapan binlerce ressam olacaktı. Dolayısıyla bu durumun tek şahidi yakın çevrem oldu. O zamanki hocalarım Franklin Williams, Layto Pinkerton ve benimle aynı okula devam eden ressam arkadaşım Suzan Batu ve mesleğin dışından arkadaşım Alper Alemli.
Türkiye sanat ortamında kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Van Gogh bugün Hollanda ve dünya sanatında nerede? Van Gogh yaşarken onun Hollanda sanat ortamında nerede olduğu çok belirgin ve çok önemliydi?
BB: Değildi Sanat tarihi her zaman aktıktan sonra geriye dönüp, değer yargılarını yeniden saptar. 50 veya 100 yıl sonra Türkiye bugün bana verilen değerin yüz mislini verecek. Ben bunu net olarak görebiliyorum Çünkü bir sanat tarihçisi olarak olayların nasıl ilerlediğini biliyorum . İşte o zaman kendisi bir yere varamadığı için bana karşı kompleks duyan insanlar olmayacak. Taze beyinler Türkiye'yi yönetiyor olacak.
Siz medyatik ressam olarak tanımlayanlar da var..
BB: Tam tersine Türkiye'de en büyük sansüre uğrayan sanatçı benim. Yakın dönemden örnek vereyim, Bedri Baykam 600 sayfalık bir roman yazdı içinde cinsellik, genetik bilimi, uzay, Türkiye'nin siyaseti, kısacası her şey vardı. O roman hakkında gazetelerde tek bir satır bile görmedim. Duygu Asena ile bir röportajım yayınlandı. O da, bir lafımı cımbızla alıp yarım sayfa manşet yapmış: "Erkeklerin % 99'u yalancı" diye. Star televizyonundan sevgili dostum Mesut Yar haber yaptı. Onun dışında hiçbir televizyon kanalında haber olmadı.
Havanaya gittim, Devrim Müzesinde Küba'nın en prestijli yerinde, 40. yılında Che sergisi açtım. Küba'da adam puro içti ve manken poposuna baktı diye sekiz ay haber yaptılar. Binlerce kişi sergiyi gezdi. Türkiye'den hiç kimse yazmazdı. Yaptıklarımı değer olarak ortadan kaldırmayacaklar çünkü benim tarihime geçtiler.
Sanatınızda bugünkü tavrınız nedir?
BB: Ben şu an doğruluğunu bilmesem de, farklı bir yol izliyorum. İki üç yıldır Amerika'da ve Romanya'da sergi açayım diye uğraşmıyorum. "Boyanın Beyni"ndeki tavrımı bıraktım. Çünkü zamanım çok değerli, olaya uzun vadeli, bin yıl üzerinden bakıyorum. Ben ; sen resimlerini üretip, kitaplarını yazıp, eylem yapıp, röportaj vereceksin ama, insanlardan bir şey talep etmeyeceksin yolunu seçtim.
Kitaplarınızdan söz edelim biraz
BB: Boyanın Beyni ilk göz ağrımdır. Hem otobiyografik hem de sanatsal bir tat taşır. Hem dışavurumculuk dönemini hem de, 80'li yılları iyi anlatır. Ama bence en az onlar kadar önemli iki kitabım daha var. Maymunların Resim Yapma Hakkı ve Kemik. Maymunların Resim Yapma Hakkı dünyada ilk defa Doğulu bir ressamın Batı kültür emperyalizmine karşı bu kadar cesur ve küstahça karşı çıkmasıdır. Aradan 17(değişebilir) yıl geçmesine rağmen söylediklerimin aksini iddia edemediler. "Yeryüzü Sihirbazları" sergisi "Bedri sen haklısın " demektir. Bugün karma sergilerde üçüncü dünya ülkelerinden ressamlara yer vermeleri de benim haklılığımı göstermektedir. Kemik'e gelince; bin yıl kırılması dediğim, 21'inci Yüzyıla geçiş, uzay, bilim ve iletişim teknolojisi ile hayatımızı altüst eden yeni girişleri para, seks, iktidar ilişkileri teknolojik çağda insanın ölüme karşı bilimle verdiği savaşı anlatır. Bu yüzden bizim, 70-80 yılda ölüp gidecek son iki üç kuşaktan biri olduğumuzu düşünüyorum.
Kitaplarınız adeta resimlerinizin kağıda dökülmüş hali gibi…
BB: Resimdeki araştırmacılığın yansıması diyebiliriz. 50 resimden oluşan "kötü kızlar" adlı sergim, Kemik adlı kitabımın uzaktan veya yakından akrabası sayılabilir. Diğer kitaplarıma benzer kitaplar, Türkiye ve dünyada yazıldı ama Maymunların Resim Yapma Hakkı ve Kemik'in benzeri yok.
Kemik'te ikiz kulelerin yıkıldığı bir bölüm var hem de insanlar bunu televizyondan naklen seyrediyorlar. Bu kurgunuz neredeyse birebir gerçekleştiğinde neler hissetiniz?
BB: Böyle bir "büyük" olayın gelmekte olduğunu görüyordum., hissediyordum. Çünkü günümüzde medyanın atomistik parçalanmasında, artık dünyanın aynı anda aynı noktaya dönüp bakabilmesi için "grandiose" bir "katasrof" lazımdı. Bu da nedir? Dünyanın en büyük ülkesinin , en büyük şehrinin, en büyük gökdelenlerinden birine, eldeki en büyük uçaklardan biri ile "kafadan" saldırmak. İşte aralık 2000'de yayınlanan Kemik'in , 1997-1998'de yazılan o bölümleri 11 Eylül'de yaşanan her şeyi bire bir anlatıyordu. O gün Amerikan hastanesinden çıkmış, Nişantaşı'nda yürüyordum, arkadaşım Faik Genç beni aradı. "Kitabın gerçek oldu, uçak gökdelene girdi, hemen bir televizyona koş" dedi. Öyle öğrendim ve gelişen olayları izledim. Tabii ki hem şok geçiriyordum, hem de Kemik'teki her şeyin ekranda olmasından da ilginç bir üzüntü duyuyordum. Bir de, kitabın o bölümünü sabah okuyp, öğleden sonra bunu seyredenler oldu. Onlar tam "deliriyoruz" zannettiler. Tam bir "zeitgeist" örtüşmesiydi ve kesinlikle tesadüf değildi öngörüm. Çağın nabzında vardı.
Kemik adlı romanınızda yer alan kahramanlarınızın büyük bir kısmı olgunluk dönemini sürse de, ergenlik dönemindeki kadar yüksek bir cinsel libidoya sahip. Orta yaş insanlarının böylesine abartılı bir ibidoya sahip olmalarının bir nedeni var mı? Onlar yaşamlarını oldukça sorunsuz sürdürüyorken, sevgi, duyarlık ve derinliğin temsilcisi olanlarsa intihar ediyor neden?
BB: Harika bir soru. Bu güne kadar Kemik hakkında sorulmuş en güzel sorulardan biri. Kendi içinde yanıtlarını da taşıyor. Bunu sorduktan sonra, o zaman hakkında bir yorum kitabıda yazabilirsiniz, benim psikanalizimi de yapabilirsiniz. Ya da 6-7 aya çıkacak, 30 yaşıma kadar hayatımı anlatan otobiyografimle Kemik arasındaki paralelizmler üzerinde de bir araştırma yapabilirsiniz. O libido yükseldiğinde, yaşamın tüm diğer voltajlı gerilim hatları var. Ayrıca gökdelen olayında bile esasında büyük bir "penetrasyon" ve "orgazmik patlama" yaşanıyor. Diğer sevgi, iyi kalplilik, duyarlılık gibi kavramları ise, yaşam zaten sürmekle meşgul.
Babanızın adını taşıyan oğlunuz Suphi, neleri değiştirdi yaşamınızda?
BB: Suphi, arzuladığım ve hayal ettiğim gibi giden bir olay. Ama onu babama gösteremediğim için çok üzgünüm.
Anılar dünyasında dolaştığınızda sizi en derinden yaralayanlar neler?
BB: Babamın ölümü. 21 Haziran 1996'da kaybettim. Onun boşluğu dolmuyor.
Hiç yeterince yanında olamamanızdan şikayet ett mi?
BB: Hep söylerdi; "oğlum gel, sana, öğel yemeği yiyelim diyorum, vaktim yok diyorsun. Bir gün beni bulamayacaksın" Ama ölümü hiç önemsemezdi. Sürekli yaşam projeleri yapardı.
Ona benziyor musunuz?
BB: Ona benzemeyi çok isterdim. Suphi Baykam, mert, idealist, savaşçı, cesur olmayı benden daha iyi gerçekleştiren bir insandı. Ama benden disiplinli değildi. Yıllarca ona yalvarmama rağmen bir türlü otobiyografisini yazamadı. Babam dünyanın en iyi hatiplerinden biriydi. Yurt gezilerinde babamın öldüğünü bilmeyenler hala onu sorar. Hala onun siyasi dönemini överler. İnsanlara iki yıl önceki adalet bakanını sorsanız bilmezler ama Suphi Baykam'ı hala unutmamışlardır.
Hayatınız boyunca inanmaktan asla vazgeçmeyeceğiniz değerler ve kavramlar nelerdir?
BB: Kemalizm, özgürlük, kadınlar ve futbol. Hayatımın en büyük çelişkisidir futbol. Çünkü bir mantığı yok bu fantazinin Tam tersine mantıksızlığı var. Ama o da beni insan kılan bir faktör. Bedri Baykam 'ın bir zaafı var yani.
Mistik konulara yaklaşımınız nasıl?
BB: Onlardan Kemik bahseder. Benimde batıl inançlarım olabilir. Ben de nazara inanabilirim. Tahtaya vurabilirim, ben de her insan gibi ölümden korkabilirim, uçak sallandığında Allah'a dua edebilirim. Bu konuda Selim Turgan'ın verdiği bir cevap en kritik olanıdır. Der ki; "ben ne ateyim ne de koyu dindar. Çünkü bunlar beni aşan konular. Elimde, bu böyledir diyebileceğim bir delil yok." İnsanların ben de dahil bu konudaki yetkisizliğini biliyorum ve haddimi bilerek yaşamaya çalışıyorum.
Yeniden sanata dönelim. İstanbul'a modern bir sanat müzesinin gerekliliği konusunda neler söyleyeceksiniz?
BB: İstanbul'da birbiriyle büyük rekabet içinde olan iki muhteşem Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi, ancak Kemik'te var! Türkiye'de bu işleri başaracak kapital, devlette de özel sektörde de fazlasıyla var. Ancak sanatın önemini gerçekten anlamış devlet adamı Atatürk ve İsmet İnönü'den beri gelmedi. Proje 4L Can Elgiz'in güzel bir girişimiydi, umarım sürer yeni şekliyle.
İstanbul Modern Sanatlar Müzesi Vakfı ise büyük kapital kesimi ve ya devletin değil, samimi aydınların bir girişimi. Çok yararlı buluyorum ve belki hedefe kilitli en samimi oluşum olarak bu vakfı görüyorum. Belki sonunda bu iş başarılırsa, buna en ciddi yeşil ışığı yakan bu oluşum olacak. Her birimizin bu girişime desteği, artarak sürmeli.
Son dönemlerde kuratörlerin sanatçının önüne geçtiğine dikkat çekerek , eleştirilerinizi yapıtlarınızla da dile getiriyorsunuz. Sanatçı küratör dengesi nasıl kurulmalı ya da bu ilişkide ağırlık noktası nasıl belirlenmeli sizce?
BB: Boya dışı ve ötesinde Bedri Baykam" kitabımın girişiminde benim bir makalem var. Sanatçı-küratör ilişkisini toptan sorgulayan bir yazı bu. Sanatçıların kendilerini kimi küratörlerin peyki gibi görüp, onların ortaya attıkları kavramlara illüstrasyon üreten birer "bağımlı" haline dönüşmelerine tepkiydi bu. Sanatçı her şeyden önce riskler alan bağımsız bir karşı çıkış noktasıdır. Kimse ona ne olacağını, nasıl olacağını, ne yapacağını dikte edemez. Küratörlerin, sanatçıları 2. sınıf birer malzeme haline getirip, tüm sanat ortamını kendileri etrafında dans ettirmeleri ve bunu akıl almaz bir ukalalıkla empoze etmeleri, "sanatçı" kavramının içinin boşaltılmasını, hatta iflasını beraberinde getiriyor. Tabii ki her küratör böyle değil. Ama sahtekarca "bu ülkede benden önce avangard hiçbir şey yapılmadı" diye yalanları topluma yutturabilmek için, tarihi deforme edebilmek için, her türlü yalan dolan ve saldırganlığa tenezzül eden sözde çok önemli uluslararası küratörlerimize rastladık, Bu acıklı senaryoları da görüp geçirdik. Bunlardan bir tecrübe çıkarmış olmamız lazım. Genç sanatçıların kendi ayakları üzerinde durup, "kendileri" olmayı göze almaları lazım. Sanatçılar, küratörlerin paketlerinde bir renkten ibaret değildir. Küratörler olmasada sanat vardır. Ancak sanatçı olmasa, ortada ne sanat, ne de küratörler kalır.
İnsanoğlunun gelişme piramidinde en yüksek nokta tinsel alan. Gelişmiş toplumların insanları (halk sanatlarını saymazsak) sanata sığınıyor. Amerika başta olmak üzere pek çok sanatçı geçimini sağlamak için başka işlerde çalışıyor ama sanat, kesintisiz bir uğraş gerektiriyor. Sanatı meslek olarak benimseyenler, çokluk eriyor, toplumun sunumu karşılayamaması nedeniyle sanatıyla yaşayamıyor ve mutsuz oluyor. Günümüz sanat tarihçileri gelişen toplumda sanatçının mutsuzluğunu bu yönüyle de anlamaya çalışıyor ve bunu çağın sorunu olarak bile değerlendirenler var. Sizin düşünceleriniz?
BB: Sanat hiçbir zaman ideal bir cennet ortamında yapılamaz. Daima kavgalar, parasızlık sorunları, stres, dışlanma , şüphecilik ve buğulu bir ortam vardır. Zaten bu yüzden olsa gerek , hiçbir zaman çok zengin insanların çocuğundan sanatçı olmaz. Sanatçılar geçimlerini sağlamak için başka bir işte çalışabilirler. Ama mühim olan geçimlerini sağlamak için inanmadıkları bir resmi yapmamalarıdır. En önemli ayrım budur. Bu zorlukları göğüsleyecek insan ancak sanatçı olabilir. Sert deri, bu işin vazgeçilmez, olmazsa olmaz şartıdır.
Yetenek eğitim ve sanat ilişkisi üzerine düşünceleriniz?
BB: Sanatta her ikisi de olmalı. Ben çok yetenekli bir çocuk olarak doğmuşum. Ama bunun üzerine kültür eklemeseydim , kitap okumasaydım, sinemaya gitmeseydim, günde 18 saat çalışmasaydım, demek ki bu çok yönlü boyut atlamalı geçişler olmayacaktı. Yani illa insan doğuştan yetenekli olmak zorunda değildir. Beyin açıklığı, çağdaş özgür bir düşünce sistematiğiyle bir açılım oluşturulabilir.
Benim bulunduğum nokta tesadüf değil herşey bilinçli olmuştur. Bu sebeple etkilerim, yarattıklarım ve ilklerim yadsınamaz.
Yani disiplin ve eğitim sizin bütün kabiliyetinizi besler. Yeteneğiniz de az olabilir ama inanç, sistemli çalışma, plan ve azim sayesinde iyi bir sanatçı olabilirsiniz. Boyanın Beyni'nde o yüzden el mahareti, renk dokusundan ziyade beyin ön plandadır. Ama yetenek beyni bir araya getirebilirseniz o zaman mükemmellikle flört edebilirsiniz.
. .
.
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm yazıları |
ShareThis
|
|
|
|
|
|
Türk Liderler:
Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem
|
|
|