Tüm Yazıları
ShareThis
|
SÜREYYA CİVİL TRT 1 - Başarıya Tırmanmak
03.11.2010 |
|
Okunma Sayısı : |
36261 |
|
|
Oy Sayısı : |
14 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
5,73 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
SÜREYYA CİVİL TRT 1 - Başarıya Tırmanmak
. . .
izlemek için tıklayın
. .
SÜREYYA CİVİL TRT 1 - Başarıya Tırmanmak
.
SÜRERYYA CİVİL TRT 1 Söyleşi
.
SÜRERYYA CİVİL TRT 1 Söyleşi Deşifresi
TRT1: TRT ekranlarından hepinize merhaba. Bugün zirvedekilerde başarılı yaşam çizgisi ile hep zirvede olmuş çok değerli bir ismi ağırlayacağız. Sayın Süreyya Ciliv. Hoşgeldiniz.
SC: Merhabalar.
TRT1: Söyleşimize başlamadan önce kısa bir vtr miz var, isterseniz önce onu izleyelim, sonra sohbetimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.
TRT1: Başarılarla dolu bir yaşam. Dilerseniz en başından başlayalım. Zonguldak'dan, çocukluk yıllarınızdan biraz bahseder misiniz bize?
SC: Benim babam inşaat mühendisiydi, o yüzden Türkiye'nin dörtbir yanında inşaatlarda çalışıyordu. Zonguldak'da çalışırken ben dünyaya gelmişim. Zonguldak devlet hastanesinde.
İzmit Kocaeli'nde ilkokul 1'e başladım. İlkokulu 7 tane okulda okudum, o yüzden çok okul değiştirdik. Öyle başladık.
TRT1: Anneniz ve babanız il eilişileriniz nasıldı?
SC: İkisinide çok seviyorum. Çok değişik insanlar. Annemi kaybettim 13 sene önce babam mühendis, yüksek inşaat mühendisi. Çok matematik, çok hesap, çok ölçülü hareket eden , çok çalışkan. Annem ise çok duygusal. O yüzden ikisinin de çok üztün yönleri olan , ikisinden de çok şey öğrendim. İkisinide çok sevdim.
TRT1: Babanız galiba hep mükemmelliyetçi birisiymiş. Hep daha başarı olsun istermiş. Başarı çok önemliymiş diye bir duyum aldık bilmiyorum doğrumu.
SC: Gerçekten babamın ben ve kardeşlerimde çok büyük emeği geçti çünkü hep bize çıtayı çok yüksek koydu. Ve hep ,iki ayağımızın üzerinde durma konusunda bizi teşvik etti. Hiçbir zaman kendi mal varlığına güvenmemizi ve kendi hayatımızı kurtarmamız konusunda bizi yönlendirdi. Bize cesaret verdi. İnanın çok zor geldiği günler vardı "Acaba babamız bizi sevmiyor mu? Niye desteklemiyor?" diye. Fakat aradan uzun zaman geçtikten sonra çok erken yaşlarda hayatta karşılaştığımız problemleri kendimizin çözmesi bence bizi başarıya hazırladı.
TRT1: Birde yatılı okul deneyiminiz olmuş. Herhalde o da sizi başarıya hazırlayan başka bir faktör olsa gerek değil mi?
SC: İlkokulu yedi tane şehirde okuduktan sonra, ortaokula yatılı olarak başladım. Kadıköy Maarif Koleji'nde. Açıkçası çok değişikti fakat arkadaşlarla beraber olmak hem ortaokul hem lise olunca yedi tane sınıfın en küçüğü oluyorsunuz. Öyle bir piramitte önce ayakta durmanız lazım. Hayata alışmak için doğru bir tecrübe olduğunu düşünüyorum.
TRT1: Zorluk yaşadınız mı?
SC: Hatırlıyorum, bazı futbol maçlarında büyüklerin gelip bizi çıkarttıklarını. Yemeklerde bazen zorlandığımızı hatırlıyorum fakat hayata alıştırdı. Hayatta zorluklar var ve devamlı mücadele etmek gerekiyor. Yatılı okulda da onu öğrendik; mücadele etmek, kendi başınıza karşılaştığınız problemleri çözmesini öğrendik. Ortaokul'dan sonra liseye Ankara'da Fen Lisesi'ne gittim.
TRT1: O da hayatınızda bir dönüm noktası olmış değil mi?
SC: Kadıköy Maarif Koleji'nden ayrılırken gözlerim yaşarmıştı . Babam beni zorla Ankara Fen Lisesi'ne götürdü fakat Ankara Fen Lisesi hayatımda gerçekten bir dönüm noktasıdır.
ETHEM CİLİV: Ankara'da ki Fen Lisesi o zaman meşhurdu. Ben onun imtihan ile kazanacağını tahmin etmemiştim. Öyle olunca Süreyya'nın oraya da girmesini tavsiye ettik. Süreyya girdi onda da başarılı oldu.
SC: Orada Türkiye'nin dörtbir yanından tamamen kendi akademik başarıları ile bir imtihanı kazanmış Türkiye'den 96 tane öğrenci seçiliyordu. Ben 1973 yılında girdim, Türkiye'de bir tane fen lisesi vardı, o da Ankara'da Balgat'taydı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin arkasında bir tepenin üzerinde . Oradaki çocuklar gerçekten Anadolu'nun dört bir yanından gelmiş pırıl pırıl gençlerdi, çocuklardı. Onlara çok kısa süre içerisinde sevginin üstünde saygım oluştu. O zaman çok güzel bir ortam vardı fen lisesinde .
TRT1: Çok başarılı bir öğrenciymişsiniz. TÜBİTAK'da Türkiye üçüncülüğünüz varmış.
SC: Ortaokulu bitirdiğimde Türkiye'de matematik yarışmasına girdim TÜBİTAK'ın ve o sene Türkiye 3. oldum. Ondan sonra Ankara Fen Lisesi imtihanını kazandım. Ankara Fen Lisesinde de başarılı bir öğrenciydim, hep teşekkür ve takdir ile geçiyordum fakat spor ile de çok ilgileniyordum. Okul basketbolunun kaptanıydım. Lise 1, Lise 2 Lise 3 basketbol takımında oynadım. Futbol, voleybol, atletizm hepsinde aktif olarak yer alıyordum. O yüzden okulun birincisi kesinlikle değildim.
TRT1: Anne ve babanızın ayrılığı siz kaç yaşındayken oldu?
SC: 10 yaşındaydım.
TRT1: Sizi nasıl etkiledi bu. Mutlaka iz bırakmıştır hayatınızda değil mi?
SC: Anenmin ilk evliliğinden 2 tane ablam var, babam ile olan evliliğinde biz 3 kardeşiz. Ben onların en büyüğüydüm, benden iki yaş küçük erkek kardeşim var Süleyman, ondan iki yaş küçük kız kardeşim var Selen. Bu 6 – 8- 10 yaşlarındaki çocuklar annelerinden ayrılmak çok zor geldi. Abileri olarak bundan en çok etkilenen bendim. O yüzden duygusal bir insan oldum ve annemden ayrılığın etkisini hissettim açıkçası.
Süreyya Civil . .
SELEN CİLİV: Süreyya bizim hakikaten belki anne baba ayrılığı nedeni ile üç kardeşin kenetlenmesinde çok büyük rolü vardı. Bizi çok sahiplendi. Ben Ankara'da büyürken "Benim iki tane abim var, ben istediğimi yaparım" diye dolaşıyordum. Arkadaş çevremizde çok genişti, çok keyifli bir çocukluk geçti.
SÜLEYMAN CİLİV: Birbirimize çok bağlı bir kardeştik. Her zaman beni korumuştu, her zaman arkamda olmuştu.
TRT1: Baba ile beraber kaldınız değil mi?
SC: Babam inşaat mühendisi olduğu için, devamlı seyahat ettiği için biz babaannemiz ve halamız ile daha çok büyüdük. Orada da profesör olan halamın bize çok büyük emeği geçti. Kendisi Hacettepe'den profesörlükten emekli oldu. Biz üç kardeş hala ve babaanne ile büyüdük.
TRT1: Hayatta yaşanılan zorluklar başarıya daha çok mu yaklaştırıyor insanı?
SC: Bence çok mantıklı. Çocuklar zorluklara ufak yaştan itibaren alışırlarsa zorlukları aşma konusunda beceri elde ediyorlar, geliştiriyorlar. O yüzden iki tane cümle var hiç unutmam bunları. Derler ki "Bir çocuğun yetişmesinde bütün köyün emeği geçer."
Bir de ben başarı hikayelerini ufak yaşlarımdan beri çok okurdum, bunlardan bir tanesi Andrew Cannegie diye Amerika'da çelik endüstrisini kuran , orada çok büyük servet yaratan bir iş adamı. 13 yaşında İskoçya'dan Amerika'ya gitmiş, ailesi çok fakir , 13 yaşında babasını kaybediyor, 13 yaşında çalışarak hayata atılıyor, ailesini geçindiriyor, Andrew sonra dünyanın en zengin adamı olunca kendi başarısını örnek olarak gösteriyor diyor ki "Hayata sıkıntılar çekmek, yoksuzluk bir yerde bir imtiyazdır, bir şanstır. Çünkü seni hayata hazırlıyor. "
TRT1: Gerçekten de öyle. Sizin hayatınızda iz bırakan bir öğretmeniniz varmıydı?
SC: Ortaokulun 1. sınıfıda matematik öğretmenim Necmiye Arkun, takma adı toto'ydu. çünkü çok fazla 0 – 1- 2 veriyordu, o zamanlarda spor toto da 0 – 1 2- oynamak gerekiyordu . Necmiye Arkun çok önemli bir hocamdı çünkü matematiği ortaokul 1 de bana çok sevdirdi. Bizi devamlı daha iyi yapmak için zorladı.
Fen lisesinde gerçekten mükemmel bir hocamız vardı Dilaver Çetin, Zeki hocamız, Nimet hanım, Ahmet Kaptan diye fizik hocamız, okul müdürü , inanın 30 seneden fazla geçti fakat hepsini çok iyi hatırlıyorum, hepsinin bana ve diğer arkadaşlarıma çok emeği geçti.
NECMİYE ARKUN : Sizi en çok kim hayatta motive etti denilince oda söylemiş birde hocam vardı demiş. "Hala bu yaşta bir şey düşünürken, tasarlarken onun gösterdiği yollardan gitmeye çalışıyorum". Demiş . Nasıl iftihar etmezsiniz bundan, bundan daha büyük bir mükafat olur mu bir öğretmene. Ne bekleyecektir başka değil mi? Hemde 39 sene sonra.
SC: Sizi Necmiye Arkun hocam ile tanıştırmak istiyorum. Kadıköy Maarif koleji'nde boyu küçük olmasına rağmen disiplin ve konuya hakim olması ile büyük bir ün yaratmıştı. Kendisine benden büyük abilerimiz toto ismini takmışlar. Çünkü o zaman spor toto da ya 0 - 1 veya 2 oynanıyor. Çünkü çok fazla 0 – 1- 2 veriyormuş 10 üzerinden.
NECMİYE ARKUN : Peki sen hiç aldın mı 0 – 1 – 2 ?
SC: Bu arada karşıda oturuyordu, Kadiköy Maarif Koleji'ne sis, yağmur, fırtına, gemilerin patlaması, hiçbir şey hocamızı durduramazdı. Öğrencileri olarak sis var vapurlar çalışmıyor diye biz futbol oynamaya giderdik bir bakardık sislerin arasından Necmiye hocamız yürüyerek geliyor.
NECMİYE ARKUN : Bir öğrencim de zaten "Hayalet gibi çıktı" demişti.
TRT 1: Üniversiteye gelirsek, mühendislik hayaliniz miydi?
SC: Benim babam mühendis, halamda bahsettiğim gibi tıp profesörüydü. Halam benim tıp'a gitmemi istiyordu ve teşvik etmek için Hacettepe Üniversitesinde bazı deneylere soktu, bazı ameliyatları uzaktan izlememe imkan sağladı. Fakat ben mühendislik tarafına yönelmek istedim ve babam inşaat mühendisi olmasına rağmen ben elektrik , elektronik bana daha enteresan gelmeye başladı ve fen lisesinde de çok iyi bir eğitim aldık. Biz normal fen lise eğitimini lise 1 lise 2 'de bitirdik lise 3 'de üniversite eğitimine laboratuarlarda deneyler yaparak üniversite eğitimine eş bir eğitim alıyorduk. O yüzden çok rahat bir şekilde üniversiteye girdim.
O zamanlar bir fen puanı avrdı, bir sosyal puanı vardı ben hatırlıyorum Ortadoğu Teknik Üniversitesi fen puanına göre alıyor diye bütün sosyalin hepsine c attım vaktim boşuna geçmesin diye. Fen puanıyla galiba Türkiye'de ilk 15'e girim. Genel puanda ortalamada Türkiye'de 65. oldum. O yüzden ilk tercihim olan Ortadoğu Teknik Üniversite'sinde elektronik mühendisliğini kazandım ve girdim. Fakat sonra Ortadoğu Teknik Ünivesitesi yıl 1976 – 1977 gerçekten çok karışık yıllar , bir sömestri okula gittik ve okulda boykotlar başladı ve okul 8 – 9 ay kapandı.
TRT1: Siz ne durumdaydınız, siyasi eylemlere katılmadınız herhalde
SC: O zaman Ankaragücü genç basketbol takımında oynamaya başlamıştım, çok iyi bir takımımız vardı. Türkiye'de 5. , Ankara'da 2. olduk. O yüzden hayatımda basketbol vardı, antremanlar bayağı vaktimi alıyordu. Üniversiteye girdim, üniversiteyi çok ciddiye alıyorduk. Beni iş hayatına hazırlayacak ciddi eğitim olarak görüyordum üniversiteyi. O yüzden basketbol ve dersler arasında diğer politik aktivitelere çok az vaktim kalıyordu. Ortadoğu'da öğrenci olunca aktivitelerden uzak kalmak da pek mümkün olmuyordu o yüzden birçok formda bizde gittik katıldık, dinledik.
TRT1: Sizin bu arada Amerika maceranız oldu. O serüven nasıl başladı?
SC: Almanya'da burslu olarak mühendislik okuma şansını yakaladım. Fakat kalbim Türkiye'de kalmaktı. Burada Ortadoğu Üniversitesi, hem basketbol hem arkadaşlarım yüzünden Ankara'da kalmayı istedim. Babam çok ısrar ediyordu Almaya'ya gitmem için çünkü teknik üniversitede Alman ekolünü yaşamış. Yurtdışı ama aynı zamanda Türkiye'ye de yakın diye . Ben babamı ikna ettim, Almanya'ya gitmeyeceğim, Ortadoğu Teknik Üniversitesien gideceğim diye fakat boykot yüzünden okul 8- 9 ay kapanınca bir seneye yakın bir zaman kaybetmiş oldum. Babamdan bu yüzden çok büyük tenkitler aldım. Babam zaanediyordu ki ; biz biraz haylazlık yapıyoruz, okul kapatıyoruz . Babamın bu takipçiliği bende büyük bir sıkıntı yarattı. Bende tekrar burs imtihanına girdim , bu sefer iki tane mühendisi Amerika'ya yolluyorlardı bende Türkiye 2. olarak Amerika'ya gitme şansını yakaladım. Amerika macerası o şekilde başladı. Tamamen bir şans eseri.
TRT1: Dilerseniz reklam arası verelim ve Amerika maceramıza devam edelim kaldığımız yerden.
TRT1: Amerika'da neler bekliyordu sizi, nerelerde kaldınız, ilk gün neler yaptınız?
SC: Amerika'da ,ilk önce lisan okuluna gittim, ingilizce imtihanlarına gireceğim, oradan doğru puanları alıp üniversiteye girmem lazım. İlk gece bir otel de kaldım ve ondan sonra okulun yurtlarına yerleştim.
Lisan okuluna giderken sabah 8 den öylen 2'ye kadardı. Öğleden sonrasını çalışarak geçirmeyi düşündüm. Okulun kafeteryasına girdim ve çalışmaya başladım. O da benim için enteresan bir tecrübe oldu. Çünkü okulda dünyanın bazı ülkelerinden gelen çok zengin çocuklar bizim gibi çalışan öğrencilerle dalga geçiyorlardı. Zengin çocuklar gelir gelmez altlarına ferrari almışlar, porsche almışlar. Onlar olunca etraflarında güzel kızlar, seyahatler, eğlenceler. Biz çalışan öğrenciler olarak biraz içimizim burkulduğunu, hissettik ama belki o günlerde bize hırs verdi.
Ben hatırlıyorum 7-8 sene sonra üniversiteye uğradığımda hala bazı öğrenciler orada, dört senelik üniversiteyi bitirememişler. İlk yıllardan sonra Michigan Üniversitesine gitmeye karar verdim. Çünkü ocak ayında öğrenci alan en iyi üniversite oydu, mühendislik konusunda güçlü, Amerika'nın tanınan üniveristelerinden biriydi.
Üniversiteye gitmek için New York'dan trene bindim, tarih 1 Ocak 1978 . Sabah trene bindim "Tren ile gideyim ki Amerika'yı da göreyim" dedim. Çok uzun bir tren yolculuğundan sonra gece 11'de Detroit'e indim. Kar yağıyor, karanlık ve çok soğuk . Tren istasyonundan çıktım dediler ki "Üniversitenin olduğu şehire giden otobüs kaçtı " o yüzden orada kalmam lazım. Nereye gideceğimi bilmiyorum ve elimde iki tane bavul var, çoğuda kitap o yüzden ağırlar. Bende görebildiğim en yakın otel işareti olan yere doğru yöneldim. Bu arada yerlerde yatan insanların üzerinden geçiyoruz çünkü Detroit o zamanlar gerçekten büyük bir sıkıntı içerisinde.
Bir otele girdim ve otelde yine yerlerde yatan insanlar var. Tahimin edin o gece otelde geçirdiğim gecenin fiyatı kaç liray dı?
TRT 1: Kaç Liray dı?
SC: 7.5 dolar. Neredeyse bizim paramızla 10 liraya bir otelde kaldım. O kadar çok gürültü vardı ki uyuyamadım. Birileri gelip bana bir şey yaparsa , kimse burada olduğumu bilmiyor. Ondan da biraz endişelendim. Fakat o gece ondan önceki Amerika'daki ilk üç ayımda okuduğum dergilerden mecbualardan öğrendiğimi sentezledim ve dedim ki "Geleceğin iyi işlerinden bir tanesi bu bilgisayar teknolojisi ile ilgili olacak. O zaman bilgisayar firmalarının çok başarılı olacağı ortaya çıkmıştı. Bu yüzden bursum endüstri mühendisliğine olmasına rağmen o gece karar verdim ki geleceğin işlerinden bilgisayar bilişim işine odaklanmam lazım. Orada bütün kafamdan geçen "En iyi eğitimi alayım, ülkeme gideyim, oradaki öğrendiklerimi aktarayım." 19 – 20 yaşımdaydım ama kafamdan geçenler bunlardı. O gece doğru dürüt uyuyamadım ama belki hayatımın en önemli kararlarından bir tanesini verdim.
Üniversity of Michigan 'a.başladıktan sonra okulda birinci oldum. Birçok ödül aldım. 3,5 sene içerisinde hem endüstri mühendisliğini , ek olarak bilgisayar mühendisliği derecelerini tamamladım. Aynı sene de Harvard Businesss School okuluna başvurdum, orada da MBA programına kabul edildim. O yüzden Boston'a gittim 1981 yılında. O yüzden 1981 – 1983 yılları arasında çok güzel iş idaresi konusunda yüksek lisans aldım.
Harvard'ın bir özelliği vardı, sadece dersler vermiyor, derslerde hep bir hikaye ve bir olayı inceliyorsunuz. Günde 3 tane olay, her sene 200 günden çarparsanız 1200'ye yakın iş dünyasındaki olayı inceledik. Her defasında siz ne yapardınız? Sorusuna cevap hazırlıyorsunuz. O da bence değişik bir eğitim sistemiydi ama hayattaki tecrübelerden öğrenmeye yakın . Bana şunu öğretti; sadece bilmek yetmiyor, bildiğini aktarmak ve diğer insanların fikirleri ile bir tartışma içinde kendi fikrini savunma becerisini verdi diye düşünüyorum.
TRT1: Çok erken yaşlarda girişimciliğe de adım attınız. Biraz da bu maceranızdan bahsetseniz bize.
SC: Harvard Business School'dan mezun olunca bütün dünyanın şirketlerinden iş teklifleri alıyorsunuz. Bende hatılıyorum 11 tane iş teklifi almıştım. Bu iş tekliflerinin bazıları danışmanlık, yatırım bankacılığı gibi çok yüksek maaş ödeyen işlerdi. Çok çalıştırıyorlar ama epey , 100 milyon dolar maaşlar ödüyorlar.
Ben teknoloji konusuna odaklı, küçük bir firmaya hem ortak olmak hem de küçük bir şirket nasıl başlatılır onu öğrenmek istedim. O yüzden de 29 bin dolarlık maaşı olan işi kabul ettim. Bu 11 tane işteklifinde en düşük maaşı olan iş teklifiydi.
Burada düşüncem ve cesaretim şuydu; ben işi öğrenmek istiyorum ve işi temelinden öğrenmek istiyorum. Sadece kısa dönemi düşünmek istemiyorum, kısa dönemli maaşı maksimize etmek için ben bu işi kendimi ileriye hazırlamak için çok önemli bir adım olarak gördüm.
TRT1: Gerçekten müthiş bir cesaret.
SC: Ciddi borçlarımızda vardı. Komik bir hikayem var anlatayım mı? Ben burslu okuyorum ve Harvard üniversitesinin son sömestr bana yolluyor okulun parasını bende okula yatıracağımı düşünyorlardı. Bende düşündüm ki artık okulun sonuna geldik son sömestri okuyacağız , mezun olduktan sonra araba almak için, ev tutmak için paraya ihtiyacım var, o yüzden ben okulun son taksidini ödemeyeyim , para kazandıktan sonra okula gelir öderim.
Bu arada 83 yılında ya 1 ya 2 Türk öğrenci Harvard'a gidiyordu. Bende bölgedeki bütün Türk öğrenciler tanıyordu beni bende onları davet ettim mezuniyet törenine , onlar da Harvard'dan bir arkadaşları mezun olacak diye gururla gelmeyi kabul ettiler. Tam okulun mezuniyet törenine hazırlandığım günlerde okulun müdürü dedi ki "Süreyya sen okulun son taksidini ödemediğin için sana diplomanı vermeyeceğiz". Ben şoke oldum.
Ondan sonra okulun rektörüne rica ettim "Ben Türkiye'den arkadaşları davet ettim" oradaki rektör çok anlayış gösterdi , ödeyeceğime de söz verince sana diploma yerine ona benzer bir kağıt verelim sen törene katıl, paranı ödeyince diplomanı alırsın dedi. Sıkıntılı günlerdi. O yüzden borcumuz, harcımız olmasına rağmen orada ileriye dönük doğru kararı vermek iş konusunda cesaret gerektiriyordu.
TRT1: Sonra NovaSoft çok büyüdü değil mi?
SC: İlk girdiğim şirket Metagraphicsisimli bir firmaydı. Oradan öğrendiğim bilgiler ile NovaSoft firmasını kurdum. Onuda tek başıma değil bir İngiliz arkadaşımla beraber . Gerçekten kısa bir süre içerisinde başarılı olduk, ilk girip çalışmış olduğum firmayı satın aldık, onların yazılımlarını da bizim şirkete kattık . Şirket zorlu dönemler geçirdi ama sonunda Almanya'da Siemens şirketinin ortağı oldu, Amerika'da IBM şirketine sermaye ile ortak oldular. Amerika'nın en büyük bankalarından Bank Of America bizim şirkete yatırımcı olarak katıldı. Morgan Stanley keza öyle. Boston da en başarılı yazılım firması seçildi. Bende şirketin hem genel müdürlüğünü yapıyordum, hem kurucusuyum Kısa bir süre içinde ben yönetim kurulu başkanlığının benim için o genç yaşta tam isteyeceğim iş olmadığını düşünerek yeni bir iş kurmak için sevdalanırken 1987 yılında annemi kaybettim ve onunda duygusallığı ile Türkiye'ye dönmenin zamanı geldiğini düşündüm.
Microsoft bana teklif yaptı, genel müdür olma işi. Microsoft Türkiye'nin genel müdürü olarak 1987'nin Türkiye'ye geldim.
SELEN CİLİV: Herşey çok iyi gidiyordu. SaTmayabilirdi şirketi belki ama o arada annemiz çok hastalandı. Biz orada yaşam savaşı veriyoruz ama bir anda ailemizi özlediğimizi hissettik. Süreyya'da Microsoft'tan bir teklif almıştı, ben de çocuğu olamayanların alanında çalışıyorum bana da fırsat doğmuştu , ikimizde döndük. İki sene Türkiye'de biraz aileyi yaşayalım, Türkiye opsiyonunu düşünelim diye ikimizde döndük..
TRT1: Onca zaman Amerika'da yaşadıktan sonra ürkmediniz mi Türkiye'ye döndükten sonra nasıl olur diye?
SC: Microsoft Türkiye'nin genel müdürü iken işimi Microfotun satışlarını maksimize etmek için tanımlamadım. Microsof'tun gücünü kullanarak Türkiye'ye, Türk işadamına, Türk iş dünyasına , Türk öğrencilerine, nasıl maksimum katkıda bulunuruz diye büyük bir iyi niyetle büyük bir gayret ile çalıştık. O da bizi çok başarılı yaptı.
Burada esas vermek istediğim bir mesaj var ; önemli olan çok para kazanmak değil. Önemli olan, bakarsanız bir çok başarılı insanda ben bunu görüyorum hedef insanlarda bir fark yaratmak. O noktaya odaklanırsanız ve o konuda başarılı olursanız , çoğu zaman para kazanmak iş dünyasında otomatik olarak gelmeye başlıyor. Ben diğer tanıdığım kişilerde de bunu görüyorum. Onları motive eden insanlara faydalı, farklı, insanlara faydalı olmak fark yaratmak. Bunu çok büyük bir şekilde çok başarılı yaparsanız zaten para ekonomik başarı da takip eder.
TRT1: Microsoft Türkiye'nin genel müdürü iken zannederim ki 2001 ekonomik kriz. Bundan nasıl etkilendiniz. ?
SC: 1997 yılında o bölgede ortalama 3. veya 4. idi. Fakat 3 sene sonra Türkiye'deki ekonominin hızlı büyümesi ve bizim şirketimizin gayreti yüzünden Türkiye birçok konuda bölgenin birinci oldu. Bu da şirketin merkezinden benim çok başarılı olarak algılanmama yol açtı. O yüzden ben iki üç sefer telfi ederek 2000 yılında ekim ayında Amerika'ya telfi ettim. Bu yüzden 2001 krizini atladım.
TRT 1: Türkiye'den sonra Amerika'ya gitmek kararı almak zor oldumu sizin için?
SC: Zor olmadı çünkü aradan birkaç sene geçtikten sonra aynı işi yapmak bira rütinleşebiliyor, yeni hedefler gerekiyor ve iyi ki yapmışım. Çünkü iş hayatımda en çok öğrendiğim 7 seneyi Amerika'da geçirdim.
Microsoft bana Harvard üniversitesinden daha çok şey öğretti. Ve 200 ile 2007 arasında Microfot'un merkezinde çok önemli tecrübelerden geçtik. 120 tane ülkede faaliyet gösteren ekipleri yönettim. Microsoft gibi çok önemli bir ürünün satış ve pazarlamasından sorumlu oldum.
Microsoftun üst yönetimi ile çok yakından çalıştım, onlardan da çok şey öğrendik ve teknoloji dünyası nereye gidiyor? Bu arada bir grup insan bir araya gelip nasıl dünyanın en başarılı teknolojik firmasını yarattılar.
Ben Microsofta girdiğimde 400 kişi çalışıyordu, ayrıldığımda 60 bin kişi çalışıyordu. Dünyanın dört bir yanına seyahat ettik, başarılı firmalar, başarılı ülkeler, bunları gördük. O yüzden çok ciddi bir öğrenme dönemiydi.
BŞ: GSM sektörüne geçişiniz nasıl oldu?
SC: Microsoft'ta öğrendiğim, Amerika'da öğrendiğim , teknoloji tecrübemizi, Türkcell'de ki gençlere ağabeylik yapmak, benim için önemli bir fırsattı. Amerika'ya ilk gidişimde orada birşeyler öğreneceğim, geleceğim Türkiye'ye faydalı işler yapacağım nasıl aklımdaysa o hiçbir zaman o ışık sönmemişti. O yüzden 2007'nin Ocak ayında Turkcell'e geldim. Açıkçası büyük fedakarlıklar yaptım. 2007 ile 2010 rarsında Türkiye'de benden daha çok çalışan bir genel müdürün olduğunu zannetmiyorum. Kendi çocuklarımla uzakta kaldım. Fakat bu Turkcell'de geçirdiğim 3,5 senede hayatımın en önemli, en değerli, beni en çok memnun eden dönemidir. Çünkü çok büyük bir fark yarattığımızı düşünüyorum.
TRT1: Başarı sizi çok mutlu ediyor herhalde değil mi?
SC: Burada başarı tek başına başarı değil. Bu sabah yukarıda bizim lisedeki arkadaşlarımla çektirdiğimiz resimlere bakıyorduk , o günlerden bugüne beni hep başarılı eden bir grup mert, yürekli, öğrenmeye hevesli, çalışkan, dürüst insanla takım oluşturmak, o takımla yüksek hedeflere koşmak ve size şans vermemelerine rağmen çok başarılı olmak. Bence en büyük mutluluk bu.
Hayatımda çok zengin insanları gördüm mutlu değiller. Mutlulukta mutlaka insan faktörü var. Ben kendimi biliyorum ki Süreyya'nın kalbinde büyük bir insan sevgisi var. İnsanlarla beraber diğer insanlara faydalı işler yapmak , bana enerji veren, beni motive eden, beni mutlu eden de bu.
SÜLEYMAN CİLİV: Abimin en belirgin özelliklerinden biri bence çok vicdan sahibi olması , adalaetli olması, mücadeleci olması, ve insanları çok sevmesi.
SELEN CİLİV: Duygusal özelliği hakikaten çok geniş kapsamlı düşünmesi bence Süreyya'nın en büyük özelliği. Uzun planlı düşünmesi hemen değil uzun zamanlı plan yapması Süreyya'yı Süreyya yapan özelliklerden birisi. Birçok anlık kararlarda verebilirde daha büyük olaylarda bence iyi düşünüp, herkes için iyi kararı verebilme özelliği var.
TRT 1: Süreyya Ciliv nasıl bir yönetici?
SC: Süreyya Ciliv esasında sevgi dolu bir yönetici bahsettiğim gibi bir takım insanları bir araya getirip o takımın parçası olduğunu onlara kabul eden, her zaman o takımın lideri olmaya şart görmeyen, gerektiğinde diğer arkadaşlarımızın iyi fikirlerini kabul edip onları takip eden, takımı birleştiren, iyi niyetli, büyük gayret veren, dürüst, çalışkan bir insan Süreyya Ciliv. Yöneticiliği de sevgi dolu.
Liderlik modelinde iki tane önemli konu var; liderde yön gösterme var. Yön göstermesi için kendi konusunu çok iyi bilmesi lazım. Kendi konusunu çok iyi bilince oradan öğrendikleriniz ile bir vizyon geliştiriyorsunuz. O vizyon oluyor sonra bir misyon. Misyon demek inanç demek. Kendiniz çok inanıyorsunuz. Kendiniz inanmazsanız başkalarını ikna etmeniz mümkün değil. Birinci konu liderlikte kendi konunu çok iyi bilmek. Sağlam bir vizyona inanmış olmak.
İkincisi; insanların güvenini kazanmış olmak. İnsanlarla bir bağlantı kurabiliyor olmanız lazım. O da insan ilişkileri ile ilgili. O da bir takımın lideri olmayı getiriyor. O da insanları yön gösterdiğiniz vizyon peşinde sürüklemek için size güç veriyor.
TRT1: Gençleri işe alırken nelere dikkat edersiniz?
SC: İnandığımız, kendi tecrübelerimiz, 30 senedir bu işlerin içindeyiz gördüğümüz dürüstlük, çok çalışkan olmak. Gerçekten çok çalışmadan başarı olmuyor. Tesadüf başarı olmuyor ve birçok işi çok iyi yapmanız lazım başarının gelmesi için.
Bir de onun üzerine şansız olmamanız lazım. Bazen herşeyi çok mükemmel yapıyorsunuz , sonra bir şansızlık oluyor hepsini götürebiliyor. Birincisi dürüstlük, ikincisi çok çalışkan olmak, üçüncüsü öğrenmeye hevesli olmak. Hangi okula gittiğiniz o kadar önemli değil. Bilhassa bugün internete girseniz internetten nasıl Harvard taki öğrenci bilgilere ulaşbiliyorsa, sizde Hakkari'nin köyünden aynı bilgilere ulaşabilirsiniz. O teknoloji fırsatı var bugün.
Meraklı olmak, öğrenmeye hevesli olmak, dünyada neler oluyor onları takip etmek bence önemli. Gençlere tavsiyem bundan 5 sene sonra , 10 sene sonra hangi sektörler başarılı olacak? Onları merak etsinler , onları araştırsınlar. Kendilerinde o inancı vizyonu geliştirsinler.
Dürüstlük, çok çalışkanlık. Öğrenmeye hevesli olmak ve yenilikçi olmak. Yeni işler peşinde koşmak bugüne kadar yapılandan daha geniş düşünmek. Cesur olmak ve kendine güvenmek . Bu beş faktörün çok değerli olduğunu düşünüyorum.
TRT1: Bence bunlar altın değerinde öğütler diye düşünüyorum. Sizi birde çalışanlarınıza sorduk bakalım onlar neler söylemişler?
SELEN KOCABAŞ: İnsan insan . İnsana deyip dokunan , hisseden bir kişi. Açıkçası insandan beslenen birisi.
KORAY ÖZTÜRKLER: Sıcak, insanlara birebir yaklaşabilen, onları anlamaya çalışan, bir tarzı var.
CULYA TOPALOĞLU: Dinamik olması. Yorulmak yok.
SELEN KOCABAŞ: Çalışkan bir insandır. Dürüsttür.
KORAY ÖZTÜRKLER: Süreyya Bey, enerjisi yüksek, yansıtabilen, çevresine bunu hissettirebilen bir yönetici.
CULYA TOPALOĞLU: Yaptığı işi çok önemsiyor, sahipleniyor takip ediyor ve unutmuyor.
AKİ AKIL: Bir can, bir dost. Beraber resim çektirebiliyorum. Cep telefonumda genel müdürümün ile resmim var. Belki babam ile yok.
TRT1: Çalışma arkadaşlarınız sizin için çok güzel şeyler söylediler. Ben biraz işten özel yaşama geçelim istiyorum. İş dışında neler yapar Süreyya Ciliv.
SC: İş dışında ailem çok önemli. Ailem ile vakit geçirmeye çalışıyorum her fırsatta. Ama kendimde spora çok meraklıyım çocukluğumdan beri. Sporun benim mutluluğumda çok önemli bir yeri var. Spor yapmazsam mutlu olamıyorum. Sevdiğim sporlar ; bugünlerde eskisi gibi pek basketbol oynamaya fırsatım olmuyor. Bu rada Turkcell'de çok çetin geçen bir basket maçında ayak bileğim burkuldu. O yüzden bir süre ara vermek zorunda kaldım.
Bende yüzmeye yöneldim. Turkcell'de yüzme takımı kurduk. Turkcell'de çalışan, yüzmede milli olmuş, Ümit isimli bir arkadaşımızı takımın antrenörü yaptık. Bizi çok iyi bir şekilde hazırladı. Şimdi Türkiye rekoru kıran arkadaşlarımız var Turkcell'in yüzme takımında.
Bunun yanında bisiklete biniyorum, dağ bisikletine. İstanbul'un dışında riva tarafında, kemerburgaz tarafında çok güzel köy yolları var. Orada 35 – 40 km bisiklete biniyorum hafta sonları erken saatlerde. O da güzel bir spor, doğa ile birlikte güzel bir idman oluyor.
Bunun yanında yine Turkcell'de fitness var, onun yanında kardio, koşma, ağırlık gibi egzersizleri de yapmaya çalışıyorum.
Genellikle eskiden takım sporları yapıyordum. Basketbol, futbol, voleybol gibi fakat yaş ilerleyince biraz daha bireysel sporlara yönelmek zorunda kaldım.
TRT1: Çok merak ediyorum, ilk cep telefonunuzu ne zaman kullandınız?
SC: Amerika'da çıkar çıkmaz bende ilk kullananlardandım. Çünkü iş adamıydık, çok seyahat ediyorduk ve mobilitenin getirdiği çok ciddi bir değer teklifi var. Büyük bir avantaj var. O yüzden çok seyahat edince hem iş arkadaşlarını hem ailenin, hemde bilgileri paylaşmak için cep telefonu şarttı. Onun için 1994 – 1995 yıllarında ilk kullananlardan biri benim Amerika'da.
TRT1: Evet Süreyya Ciliv, programımızın sonuna geldik. Programımızın sonunda hayatta öğrendiğiniz en büyük ders nedir? Desem cevabınız ne olurdu?
SC: Zor bir soru. Öğrendiğim bir sürü ders var. Fakat bunların içinde en önemlilerin başında şunlar geliyor; Her bireyin inanılmaz bir potansiyeli var. O yüzden hiçkimse kendisini kısıtlamasın.
Ve bugün yeni doğan çocuklar belkli ileride dünyanın en önemli buluşlarını yapacaklar. Bu gençlerin Türkiye'den çıkma ihtimali bugün çok daha fazla. O yüzden Türkiye'mizin bugün daha çok potansiyelimiz var. Türkiye'nin insanının hiçbir eksiği yok. Fazlası var. Kendinize güvenin. Her bireyin çok yüksek potansiyeli olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Bu yüzden de gençlere verdiğim tavsiyelerde olduğu gibi, dürüst olmak, çalışmak, öğrenmeye hevesli olmak, dünyanın neresinde neler oluyor onları keşfedince yenilikçi olabiliyorsunuz, fark yaratabiliyorsunuz.
Ama bunların temelinde insanı çok sevmek, insanlarda fark yaratmak için çok motive olmak, enerji dolu olmak. Çok umut dolu, ümit dolu olmak . Hiçbir zaman yılmamak ve son nefesinizi verene kadar daha iyisini yapmak için çalışmak.
TRT1: Çok teşekkür ediyoruz.
SC: Ben teşekkür ederim.
. .
Süreyya Civil
. . .
|
|
|
|
|
|
|
|
|