|
Tüm Yazıları
ShareThis
|
Paris'in Kurtuluşu ve Harem'de Goethe
03.03.2011 |
|
Okunma Sayısı : |
10222 |
|
|
Oy Sayısı : |
3 |
|
|
Değerlendirme : |
5 |
|
|
Popülarite : |
2,39 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
Paris'in Kurtuluşu ve Harem'de Goethe Sunay Akın
Paris'teki akıl hastanesinin üst kat pencerelerinden aşağı bakan hastalar, rengarenk çiçeklerle süslü bir bahçe gördüklerinde şaşırırlar. Çünkü, bir saat öncesine kadar orada böyle bir çiçek bahçesi yoktu!
Penceredeki hastalardan kaçı gördükleri karşısında sağlık durumunun iyiye gitmediğini düşündü, bilemeyiz; ama bildiğimiz, aşağıdakilerin , hastanenin önünde toplanan ve yüzlerindeki geceden kalma makyajın korkularını gizleyemediği, şapkaları kocaman çiçeklerle süslü kadınlar olduğudur.
İçeri girmeyi başaran kadınlar, koridorlarda yakaladıkları doktorlara kendilerini hasta olarak yatırmaları için, duvarda asılı sus işareti yapan hemşire fotoğrafına aldırmadan yüksek sesle yalvarırlar.
Hastanenin odalarındaki pijamalı insanların hiçbir anlam vermeden baktıkları kadınların ortak yanı, son derece alımlı ve güzel olmalarının yanında, tüm kentte "Alman dostu" olarak tanımlamalarıdır. Paris'ten kaçmayı başaramayan bu kadınlar, yasak bir sevişme esnasında gardıroba gizlenen sevgili gibi, akıl hastanesine sığınmak telaşındadırlar.
Naziler Paris'ten çekilirken caddelerde, sokaklarda sevinç ve korku iç içedir. Yenilginin öfkesini yaşayan Nazilerin etrafı kan gölüne çevrireceği, giderlerken arkalarında yıkık bir kent bırakacakları düşüncesi, her Parislinin yoğun olarak hissettiği bir endişedir. Bu nedenle, Alman askerlerini taşıyan araçların çıkardığı gürültüye ürkek ve hızlı adımların sesi karışmakta, indirilen bir Nazi bayrağının yanından geçenler, yenilgiyi hazmedemeyen bir subayın silahından çıkacak kurşunla öldürülme korkusunu enselerindeduymaktadırlar. Raspail Sokağı'nda bir tankın ekmek almak için fırının önünde bekleyen kadınlara ateş ettiği, Ternes Alanı'nda arabasından inen bir Alman yüzbaşının , yolun kenarında direnişçileri destekleyen bir gazete okuyan Parisli'yi öldürdükten sonra suratını çizmesiyle ezdiği ve masum pek çok sivilin kurşuna dizildiği haberleri, Paris'i bir korku kentine dönüştürmüştür.
Tarih, 24 Ağustos 1944'tür. Paris'e uzun uzun çalan bir kapı zili , merdiven boşluğundaki pencerenin önüne konan güvercinleri ürkütür. Kapıyı açan kadının yüzünde de, güvercinlerin yaşadığına benzer bir telaş görünür. Uzatılan zarfı alan kadın kağıtta yazılı olan haberi okuyunca göz yaşlarını tutamaz: "Halife Hazretleri bugün saat 11'de ani olarak vefat etmiştir. "
Mektubu alan, II. Abdülhamit'in kızı Ayşe Osmanoğlu'dur. Ayşe Hanım, oğlu Osman'ın dışarı çıkmanın çok tehlikeli olacağı sözlerine aldırmadan , onu da yanına alarak Paris sokaklarında hızlı adımlarla yürümeye başlar. Kentin ünlü kafeleri boş, sokaklar ise ıssızdır.
Sıcak bir yaz günü olmasına rağmen açık ne bir kapı ne de bir pencere görülmektedir. Anne ve oğlu bir köşe başına geldiklerinde, kentten çekilmekte olan Nazi ordusunu karşılarında bulurlar.
Askerler büyük bir disiplin içinde, sanki kenti yeniden işgal etmeye gelecekleri korkusunu arkalarında bırakmak istercesine, kara çizmelerini yere sertçe vurarak yürümektedirler. Ayşe Hanım ve oğlu Osman, bir apartmanın kapısından içeri atarlar kendilerini…
Tam bir saat geçer aradan. Alman ordusunun ardında bıraktığı ses boş sokaklarda yankılanırken , yeni gelen bir birliğe yakalanmaktan korkan anne ve oğlu koşmaya karar verirler. Hızla kapatıldığı için perdelerin sıkıştığı pencerelerin altından, duvara dengeli bir şekilde yaslanmadıkları için devrilen bisikletlerin yanlarından geçerler.
Birden, evlerin kiremitlerini adeta yalayarak geçen uçağın sesinden ürkerek yere çömelirler. Bu, pilotluğunu Amerikalı Stanley B. Kocher'in yaptığı, müttefik askerlerin Paris'in çok yakınında olduğunu haber veren bir pırpır keşif uçağıdır. Kocher, gözlemcisi Marvin Mold ile birlikte emir dışı uçmaktadır. Üzerlerine ateş eden Alman mitralyözlerine aldırmayan iki çılgının amacı, Eiffel Kulesi'nin altından ilk geçenler olmaktır!
Eiffel Kulesi'ni tam karşılarına aldıklarında, pilot Kocher alçalmaya başlar. Bu sırada Mold, tarihi anı belgelemek için nefesini tutmuş, fotoğraf makinesinin deklanşörüne basmayı beklemektedir. Kocher, kulenin birinci katından aşağı sarkan çelik halatı son anda fark ederek uçağının burnunu kenara kırar. Eiffel Kulesi'ni sıyıran uçak geriye sağlam olarak dönse de, iki maceraperest izinsiz uçtukları için sekiz gün hapis cezasına çarptırılır.
Ayşe Hanım ve oğlu Osman, Halife'nin evinin bulunduğu Marechel Mounnoury Bulvarı'na geldiklerinde yavaşlarlar. Çünkü burası , kenti işgal eden Alman ordularının kumanda merkezidir. Bu yüzden , binaların çatılarına kesilmiş dev ağaçlar konulmuştur. Binaların duvarları da çimen yeşili ve toprak rengine boyanmıştır.
Osmanlı'nın son halifesi Abdülmecit Efendi'nin cansız bedeni, işte uçaktan bakıldığında park sanılan bu sokaktaki evlerden birinde yatmaktadır. Ne gariptir ki, Abdülmecit Efendi'nin ölmeden önce yaptığı son koleksiyonu, balkonuna düşen şarapnel parçalarını ve mermilikleri toplamaktır!..
Son Halife'nin cenazesi Glace Monga'daki Faslıların yaptırdığı camiye getirilir. Abdülmecit Efendi'nin bir masaya konulan tabutuna yeşil bir örtü serilir. Merhumun başucundaki fesinin üstüne de bir Kuran konulur.
O sırada, Notre-Dame kilisesi'nin çan kulesindeki örümcek ağlarına tutsak, ölümünü bekleyen bir kelebek mucize eseri kurtulur! Kilisenin güney kulesindeki 13 tonluk dev çan, dört yıl süren sessizliğiyle birlikte örümcek ağlarını da bozarak, Paris'in özgürlüğe kavuştuğunu haber vermek için çalmaktadır.
Montmarte Tepesi'ndeki Sacre-Couer Kilisesi'nin 18 tonluk çanı, bu çağrıya karşılık vermekte gecikmeyecektir. Birkaç dakika içinde Paris'in tüm çanları Nazi işgalinin sona erdiğini bildiren şarkıya katılmak için dile gelirler. Son Halife'nin başucundaki dualar, İkinci Dünya Savaşı'nın Paris için sona erdiğini duyuran çan seslerine karışır…
Abdülmecit Efendi müziğe ve resme meraklıdır. Onun fırçasından çıkan resimler, Cumhuriyet döneminin ders kitaplarına girseydi, toplumun genelinde kadına bakış daha eşitlikçi , daha çağdaş olurdu.
İslam dininin en büyük temelcisi olan Halife Abdülmecit Efendi'nin tablolarındaki kadınlar, 2000'li yılların eşiğinde, Türkiye'de çekilecek nice fotoğraftan daha çok yakışmaktadır bu çağa. Resimlerden birinde , siyah ve uzun saçlı bir kadın vardır ki, bir eliyle de kitap tutmaktadır. Tablonun adı şudur "Harem'de Goethe."
Son Halife Abdülmecit Efendi'nin , tablosunda kadının eline okuması için verdiği kitap, Alman şair ve yazar Goethe'nin ünlü eseri Faust olabilir mi? Kitaba adını veren Faust gerçek bir kişiliktir. 1480 yılında Knittlingen'de doğan Goerg Faust, tıp, astroloji, ilahiyat ve simya bilimlerinde eğitim alır. Avrupa halk edebiyatında yüzyıllardır anlatılan efsane motifler, büyü hikayeleri 1541'de ölümünün ardından Dr. Faust'a mal edilir. Bunun da nedeni, Goerg Faust'un ilahi öğretilerin dışında doğa bilimlerine yönelmesidir.
Öyle ki, yaşadığı dönemin bilgi birikimini aşarak cinlere ve ruhlara başvurur. Ruh çağırma taoplantıları düzenlediği söylentileri ortalığa yayılınca , Dr. Faust'a "inançsız" damgası vurulması da gecikmez. İşin aslını ararsanız, Dr. Faust karakterine 16. yüzyılda matbaanın bulunuşuyla ortaya çıkan "Volksbuch" yani halk kitaplarında da rastlarız Bir imge, dünyanın büyük sırlarının şeytanla anlaşmaya vardığında çözülebileceği inancını temsil etmektedir.
Avrupa halk edebiyatında pek çok kez işlenen bu konu, Goethe'nin mürekkebiyle gerçek kimliğini bulmuştur. Ruhunu şeytana sattığı için dışlanan Faust'a, Goethe, eserinde onun ağzından söylediği şu sözlerle sahip çıkacaktır: "Bana öğretmen ve hatta doktor diyorlar.
On yıldan beri öğrencilerimi burunlarından yakalayarak bir yukarı, bir aşağı yalan yanlış sürüklüyorum. Buna rağmen bizim hiçbir şey bilmediğimizi görüyorum. İşte buna yüreğim yanıyor.
Gerçi bütün o budalalardan, doktorlardan, öğretmenlerden, yazarlardan ve papazlardan daha akıllıyım. Hiçbir kuruntu ve hiçbir kuşku içimi kemirmiyor, ne cehennemden ve ne de şeytandan korkum var. Fakat, buna karşılık bütün sevinçlerden yoksun kaldım.
Doğru bir şey bilmek, insanları ıslah etmek ve onları doğru yola getirmek için bir şeyler öğretebilmek kuruntusuna kapılmıyorum….Dünyanın en derin yerinde neler bulunduğunu anlamak, bütün etkili kuvvetlerle hayat tohumlarını görmek ve bu suretle artık söz tellallığı yapmamak için kendimi sihirbazlığa verdim."
Dr. Faust, şeytanla yaptığı antlaşmayı kanıyla imzalar 24 yıl geçerli olan antlaşmaya göre şeytanın hizmetçisi olan Methistopheles, gökyüzü ve yeryüzündeki tüm varlıkları araştırmak için Faust'un emrine verilecektir. Bilimin yolunda yürüyenler, din öğretisinin dışına çıktıkları için şeytanla işbirliği yapmak suçuyla karşı karşıyadırlar. Aydınlanmanın tarihi bu suçlamaların binlerce örneğiyle doludur.
Albülmecit Efendi'nin, Osmanlı Harem'inde okuyan bir kadın elinde resmettiği kitabın Goethe'ye ait olmasıyla, Alman yazarın Doktor Faust eseri arasında bilginin taşlarıyla bir düşünce köprüsü kurmaya çalışmamızın nedeni de, ruhunu şeytana satan bu adamın halk arasında anlatılan bir öyküsünün İstanbul'da geçmesidir!
Kanuni Sultan Süleyman, bir akşam yemeği yerken Dr. Faust salonda ateş topları gezdirmeye başlar. Muhafızlar ateş toplarını söndürmeye çalışırken gök gürlemesiyle birlikte şimşekler çakar. Herkes küçük dilini yutar korkudan!
Birden , güneş ışığıyla aydınlanan salonda Dr. Faust'un ruhu belirir ve kendini İslam peygamberi olarak tanıtır. Peygamberin kendisine görünmüş olmasından çok etkilenen Kanuni Sultan Süleyman yere kapaklanır. Sarayın Harem Bölümünde de garip şeyler olmaktadır. Yoğun bir sis tabakasıyla örtülen Harem'de, Dr. Faust kendini aynı şekilde kadınlara tanıtır.
Aradan altı gün geçer. Padişah, sis dağıldığında Harem'e gider ve altı gün boyunca ne yaptıklarını sorar. Onlar da, Peygamber'in geldiğini ve istediği kadınla birlikte olduğu yanıtını verirler.
Son Halife Abdülmecit Efendi'nin, Dr. Faust'un bu öyküsüne gönderme yapmak için tablosuna "Harem'de Goethe" adını vermiş olduğunu düşünmek, öykünün içeriğinden dolayı hiç de doğru olmayacaktır.
Sanırım, Abdülmecit Efendi'nin, kalemiyle dünya edebiyatına tanıttığı Goethe'nin ünlü Faust'unun halk kitaplarındaki bu öyküsünden haberi olsaydı, tablosundaki kitaba başka bir yazarın adını koyacağını düşünmek daha doğru olacaktır.
Elbette Goethe'nin Faust'u , gökyüzünün ve yeryüzünün sırlarına ulaşmaya çalışan, araştırma duygusu ve bilgi sahibi olma arzusunun seline kapılmış bir insanı anlama çabasıdır. Bu çaba uzayı, dünyayı, yıldızları, doğanın kurallarını sorguladı diye tarih boyunca nice bilim insanını yakan, derisini yüzen, zindanlarda çürüten bağnazlığa da bir karşı duruştur.
Goethe'nin , en büyük eseri sayılan Faust'ta, kendi düşüncelerini, hayatını, aşklarını sorgıladığını ve bu kitabı bir türlü sonlandıramadığını, onu daha da derinleştirmeye çalışırken son nefesini verdiğini de unutmamalıyız. Bu yüzden Faust, Alman yazarın bütün eserlerinin bir birleşimi olarak kabul edilir.
Dr. Faust kimliğinde kendini sorgulayan, arayan duygularını anlatan edebiyatçı yalnızca Goethe değildir. Christoper Marlowe, Gotthold Ephraim Lessing, Thomas Mann, Cristian Dietrich Grabbe, Faust motifine eserlerinde yer evren yazarlar arasındadır. 1956 yılında yolu Prag'a düşen bir şair kentin şafak , sabah, öğle ve akşam hallerini anlatıktan sonra "gece" yi anlattığı şiirine şu dizelerle başlar:
Gecenin bir geç vaktında, kulelerin dibinde, kemerlerin altında, Dolaşıp durdum Pırağ'ı. Gökyüzü karanlıkta altın çeken bir imbik, bir simyager imbiği, alevi mavi mavi. Şarl Meydanı'na doğru indim yokuş aşağı, orda , köşe başında, kliniğe bitişik, bahçe içinde Doktor Faust'un evi.
İmbiklerinde altın üretmeye çalışan simyagerleriyle tanıtan Prag'da, bir gece vakti , "limon sarısı" bir ay altında Dr. Faust'un kapısına dikilen şair, Nazım Hikmet'tir. Neden mi? Şiirin bir kıtasında bu sorunun yanıtı çıkar karşımıza:
Kapıyı çalıyorum. Bu evde ben de senet vereceğim şeytana, ben de kanımla imzaladım senedi. Ne altın istiyorum ondan, ne bilim, ne de gençlik. Hasretlik cana yetti, pes! Beni İstanbul'uma götürsün bir saatlik…
. . .
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tüm yazıları |
ShareThis
|
|
|
|
|
|
Türk Liderler:
Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem
|
|
|