Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Sunay AKIN Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Bir Palyaçonun Ayakkabıları
13.09.2012
Okunma Sayısı : 4696
Oy Sayısı : 0
Değerlendirme : 0
Popülarite :
Verdiğiniz Puan :
 

 

Bir Palyaçonun Ayakkabıları
Sunay Akın


İngiliz casus Lawrens'ın "bir aydan fazla dayanamaz" dediği Medine'nin teslim olmayışının üstünden iki ay geçer.

Kenti kuşatan İngiliz ordusu şaşkındır!

Lawres'in bilgisine göre içerideki Fahrettin Paşa ve askerlerinin yiyeceği, içeceği en fazla bir ay yetecek kadardı.

Oysa iki ay geçmişti aradan ve Medine'nin direklerinde hala teslimiyeti simgeleyen beyaz bayrak yerine Türk bayrağı dalgalanıyordu!

Kuşatmanın dördüncü ayında İngilizler Medine'nin kendilerine "ha bugün, ha yarın" teslim edileceğini beklerken, direniş altıncı ayını da tamamlar!

Sekiz ay geçer aradan… On ay… Ve tam bir yıl!...

Fahrettin Paşa ve askerleri yiyecekleri bitince develeri, atları, yemeye başlar, öyle ki, direniş son döneminde çekirge yiyip, kaynattıkları at sidiğini bile içmek zorunda kalırlar…

Ancak Medine'yi İngilizlere teslim etmeden bir yıl kahramanca savunmayı başarırlar.

İngiliz komutan, hastalıklarla birlikte ölümler artınca teslim olmak zorunda kalan Fahrettin Paşa'ya öylesine hayran olur ki, Paşa ve subaylarına esir muamelesi yapılmamasını emreder.

Dostluğun göstergesi olarak da, Fahrettin Paşa ve subaylarının kılıçlarına dokunmaz.

Hatta, direnişin son gününün akşamı Fahrettin Paşa'nın onuruna bir akşam yemeği verir.

Yedikleri son yemek çekirge olan Türkler arasında bu davet büyük  bir sıkıntı yaratır. Çünkü, İngiliz sofrasının  gelenek ve göreneklerini bilmemektedirler. Tüm gözler bir kişiye çevrilir: Nurettin Artam…

O, İngilizce bilmenin yanında, Frenk adetlerinden de haberdardır.

Nurettin Bey, arkadaşlarını rahatlatan bir konuşma yapar:

"Korkmayın ve bana bakın. Ben ne yaparsam siz de onu yapın. Böylece İngilizlere mahcup olmayız."

Sofrada Nurettin Artam ne yaparsa, Fahrettin Paşa ve subaylar aynısını tekrar ederler:

Peçete açılır, dizlere konulur, sağ ele bıçak, sol ele çatal alınır…

Ne var ki ilerleyen saatlerde içkinin etkisiyle herkes kuralları unutur, Nurettin Bey'in uyarılarına, göz kaş oynatmasına aldırmadan sofrada bildiği gibi davranmaya başlar.

Nihayet, hizmetliler herkesin  önüne içi su dolu tasları koyar.

O an, sohbet kesilir ve tüm başlar Nurettin Artam'a döner.

Bu ne ola ki?

Disiplini bozdukları için arkadaşlarına kızan Nurettin Bey'in aklına hınzır bir fikir gelir:

El yıkamak için getirilen su tasını bir dikişte içer…

Bunun üzerine sofranın  Türk tarafında oturan konuklar hiç tereddüt etmeden aynı hareketi yaparlar!

Yemeğin onur konuğu Fahrettin Paşa ve subayların mahcup bir duruma düştüğünü gören İngiliz komutan, hayran olduğu  insanların kendi subayları tarafından alay konusu olmamaları için önündeki su tasını alır ve kafasına diker.

İngiliz subaylar da çaresiz komutanlarının yaptığının aynısını yaparlar!

Medine direnişinde Fahrettin Paşa'nın şifre subayı Kadri Aksaray'dır.

O yıllarda soyadı kanunu olmadığı için, askerler doğdukları kentle birlikte anılırdı.

On yedi yaşındaki Kadri, harp okulunda öğrenciyken, subay adayı olarak Medine'ye gönderilir.

Çekirge yiyip at sidiği içen genç adam, Kurtuluş Savaşı'nın ardından Türkiye'nin pek çok bölgesinde subay olarak görev yapar.

Ankara'dayken, oğlu Çankaya İlkokulu'nda öğrencidir…

Çocuk her gün evinden okula yürüyerek gitmektedir. Bir de arkadaşı vardır:

Saffet…

İki kafadar, okula giderken mutlaka her sabah yol kıyısındaki küçük bir tepeye çıkarlar.

Bu tepeden, Çankaya Köşkü'nden kentin merkezine doğru uzaman yol görülmektedir. İki çocuk biliyordur ki, Atatürk sabahları o yoldan yürüyerek inmektedir Ankara'ya.

Milletvekilleri, devlet adamları ve derdini anlatmak için yol kenarında kendisini bekleyen insanlarla birlikte yürüyen Atatürk, tam o tepenin önünden geçerken iki çocuk başlarıyla O'nu selamlar.

Medine'yi savunmak için at sidiği içip, çekirge yiyenlerden biri olan Kadir Bey'in oğlu o anı şöyle anlatacaktır: "Atatürk  önümüzden  geçerken bizim başımız eğikti ya, bu yüzden  Atatürk'ü hiç göremedik!"

Yine bir sabah, Kadri Bey'in oğlu, geç kalmanın telaşıyla hızlı adımlar atarak varır küçük tepeye.

Bu sabah, arkadaşı Saffet hasta olduğu için oyunu yalnız oynayacak, selamı tek başına verecektir…

Atatürk, etrafındakilerle sohbet halinde tepenin önünden geçerken, çocuk başını hızla öne eğer, selam çakar…

O an,  bir ses duyulur:

"Çocuk, bugün yalnızsın. Sarı yok mu, sarı?"

Başını usulca kaldırır…

O ne?...

Atatürk durmuş, tepeye bakıyor!...

Hastalandığı için o gün olmayan arkadaşı Saffet sarışındır!

Mustafa Kemal, onca ülke ve Dünya sorunu içinde, kendini her sabah o küçük tepeden selamlayan iki çocuğun farkındadır.

Her sabah iki çocuk olurdu orada, oysa bu sabah bir çocuk var. Sarışına ne oldu ki?...

Kadri Bey'in oğlu o sabah hayatında ilk kez Atatürk'le göz göze gelir, O'na gülümseyerek doyasıya bakar. Sonra, toparlanarak sorusuna yanıt verir:

"Bugün hasta Paşam… Yarın…"

O çocuk, tiyatro ve karikatür sanatımızın büyük ustası, ayakkabıların en komiği olan palyaço ayakkabılarıyla tüm çocukları güldürecek Altan Erbulak'tır!

Altan Erbulak ilk karikatür sergisini, Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenci olduğu yıllarda, Bakırköy'den istasyonundan 8.15'de kalkıp Sirkeci'ye giden banliyö treninde açar!

Her sabah arkadaşlarıyla buluştuğu vagonun pencerelerine karikatürlerini asan  Erbulak, yolcuların sanki her trene binişlerinde karşılaştıkları doğal bir olaymış gibi hiç şaşırmadan yorum yapmalarını, birbirleriyle konuşarak düşüncelerini belirtmelerini bir köşeden ağzı iki karış açık izler.
,

Tiyatro sanatının büyük ustalarından Erol Günaydın ile birlikte Akbank Çocuk Tiyatrosu'yla Türkiye'yi gezerek çocukları güldüren Altan Erbulak, oynadığı  onca oyunun yanı sıra 1958-59 yıllarında Küçük Sahne'de sahnelenen "Benimle Oynar mısın?" oyununda bir palyaço ayakkabısını, Altan Erbulak'ın ayağında Seksek Dergisi'nde yayınlanan Ağlayan Palyaço adlı fotoromanın  karelerinde de görürüz.

Dahası , 1956 yılında Erbulak ünlü Medrano Sirki'nde palyaçoluk yapmıştır.

Altan Erbulak, futbol karşılaşmalarını izleyerek, çalıştığı gazetede maçı karikatürlerle anlatırdı. İstanbul İnönü Stadyumu'nda bir Fenerbahçe – Galatasaray maçı oynanacak. Tribünler tıklım tıklım dolu olduğu için kapılar maçın başlama saatinden çok önce kapatılır.

Neredeyse içerdeki kalabalık kadar taraftar topluluğu dışarıda beklemektedir.

Stadın bir kapısı açıktır, orası da Basın ve Şeref Tribünü'nün kapısıdır.

Oradan da içeri kim gire? Adı üstünde, devlet adamları, mülki amirler ve basın kartı sahibi olanlar.

Fakat, birilerinin yakını olan, hatırı sayılır birinden ya da bir partinin il, işçe başkanından kartvizit koparanlar şanslarını denemek için bu kapıya ikide bir hamla yapmaktadırlar. Kapının önündeki görevli çok aksidir ve hiç kimseye taviz vermemektedir.

Kalabalığın arasından çıkan bir adam elindeki kartviziti görevliye uzatır:

"Şeyyyy, bunu size vermemi istediler"…

Daha önce uzattığı kartviziti okuduğu hiç kimseyi içeri almayan görevli, göz attığı kartvizitte klasik bir istekle karşılaşır:

"Kart hamili yakinimdir, maça alınmasını rica ederim."

Karşısındaki adamı kovmadan önce ne olur, ne olmaz diyerek kartın arka yüzünü çeviren görevlinin gözleri, okuduğu isim karşısında fal taşı gibi açılır: "Beyefendi sizi Altan Erbulak mı gönderdi?"

Bir arkadaşının eline kartvizitini vererek maça gönderen Altan  Erbulak'tır. Görevli, "Siz lütfen içeri buyurun" diyerek ünlü sanatçının arkadaşını Basın ve Şeref Tribünü'nün kapısından içeri alır.

Haliyle de, elinde bir kartvizit olduğu halde maça alınmayanlar homurdanır.

Kapıdaki adam sert çıkar: "Duymadınız mı yahu, Altan Erbulak'ın yakını."

O gün, kapıdan içeri giren adam Altan Erbulak'ın ta kendisidir.

Bir Önceki Fenerbahçe – Galatasaray maçına giden Altan Erbulak gazeteci kimliğiyle Basın ve Şeref Tribünü'nün kapısından içeri girerken, aynı görevli tarafından durdurulur…

Ünlü sanatçı "Ben, Altan Erbulak" dese de, görevli karşısında duran 1.64 boyundaki adama bakarak şunu söyler:

"Sahtekar, koskoca Altan Erbulak böyle mi olur?"

Altan Erbulak, tarihimizde, kendi kartvizitiyle kendine torpil  yapan tek insandır!

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org