Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Öktem Kalaycıoğlu Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Necip Fazıl Kısakürek üzerine güzel bir analiz
05.01.2013
Öktem Kalaycıoğlu
Okunma Sayısı : 6631
Oy Sayısı : 2
Değerlendirme : 5
Popülarite : 1,51
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

Necip Fazıl Kısakürek (NFK)?den alıntıları son 10 yılda daha çok duyar olduk.

Ayşe Hür'ün NFK üzerine notu bu konuda tartışma alevledi.

Atatürk ve Cumhuriyet pratikleri leştirilirken sakin ve mutlu olanlar, NFK üzerine düşünce belirtilince birden tahammülsüz oldular.

Bu vesile ile Taner Timur'un NFK ile ilgili kısa ve güzel analizini okuma fırsatı buldum, size de okumanızı tavsiye ederim. Ayşe Hür?ün yazdıklarıyla ilgili aşağıdaki haberin altına Timur?un yazısını da kopyaladım. İncelemenize sunarım.

Öktem
4 Ocak 2013

************

Radikal yazarı tarihçi Ayşe Hür'ün Necip Fazıl Kısakürek'le ilgili tweetleri dün geceye damgasını vurdu.
Hür, gündeme bomba gibi düşen "Necip Fazıl'dan Menderes'e yalvaran mektuplar" haberiyle ilgili olarak "Necip Fazıl parayı davalar için değil, kumar için istiyor" yazdı. Twitter'daki takipçileri ise Hür'e sert tepki gösterdi.
Bilindiği gibi Necip Fazzıl Kısakürek Türkiye sağının en poüler isimlerinden, Türk İslam ideolojisi savunucusu. Kendisini hem aşırı milliyetçi kesimler, hem de radikal islami kesimler sahipleniyor. Yaşadığı dönemde sağcılar dışındaki kesimlere hakaret ve küfür içerikli bir üslupla hücuma geçmesi ile biliniyor.
"NECİP FAZIL MENDERES'TEN PARA İSTİYOR"
Habertürk'te yayınlanan ve Necip Fazıl Kısakürek'in dönemin başbakanı Adnan Menderes'e yazdığı mektuplar çok tartışıldı.
Kısakürek, dönemin Başbakan'ı Menderes'e mektup yazarak dergi çıkarabilmek için ve tazminat davalarını karşılayabilmek için "belli miktarda maddi yardım" talebinde bulunuyor. Hatta bu talebini "yalvaran" ifadelerle dile getiriyordu.
"SÜRÜNMEKTEYİM, 10 BİN LİRA LÜTFEDİLİRSE.."
"Sürünmekteyim, 10 bin lira lütfedilirse" gibi ifadelerin yer aldığı mektuplarda Necip Fazıl Menderes'e "Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır" sitemde de bulunuyor.
HÜR'ÜN TWİTTİ SOSYAL MEDYAYI SALLADI
Necip Fazıl'ın yazdığı mektuplar sosyal medyada da günün bombası olurken, konuyla ilgili açılan başlıklar da kısa sürede TT listesindeki yerini aldı. Radikal yazarı Tarihçi Ayşe Hür, Necip Fazıl'la ilgili haberi bir adım öteye taşıyarak ünlü şairin "davalar için değil, kumar oynamak için" de Menderes'ten para istediğini öne belirtti.
"ATATÜRK'Ü ELEŞTİRİRKEN, İYİ NECİP FAZIL'A GELİNCE..."
Ayşe Hür'ün gecenin ilerleyen saatlerine kadar Twitter'daki takipçiler ile giriştiği Necip Fazıl tartışmasında konu başka alanlara da kaydı ve Hür'e hakaretler yağdı.
Ayşe Hür, "Atatürk tabusunu eleştirirken beni alkışlayanlar Necip Fazıl tabusuna dokununca ayağa kalkıyor, sizi çifte standartçılar" yazdı.
GEÇMİŞİ İLE İLGİLİ SÖZLERİ
Necip Fazıl'ın, hayatının bir döneminde içki ve kumar düşkünlüğü ile bir hayat sürdüğü bilinirken kendisinin de bu geçmişini "çöplük" olarak değerlendirdiği sık sık dile getirilir. Ayşe Hür'ün Twitter'da giriştiği Necip Fazıl tartışmasında kendisine karşı çıkanlar şairin kendi geçmişine yönelik sözleriyle cevap vermeye çalıştı.
Necip Fazıl, geçmişte yaşadığı hayat tarzının ileride kendisine hatırlatılmasının önünü kesmek için her zamanki üslubuyla "Ben geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım; bu çöpleri ancak köpekler karıştırır" demişti.
Necip Fazıl'ın hayatının bir döneminde kumar oynadığı gerçeği daha önce de televizyon ekranlarında dile getirilmişti.
Tarihçi İlber Ortaylı ile Murat Bardakçı, Habertürk ekranlarında Necip Fazıl hakkındaki değerlendirme yapmışlar, yaşam biçimine ilişkin "Kumar oynardı, at yarışını severdi ve kadın düşkünüydü" yorumları yapılmıştı.
BAŞBAKAN?A İLHAM VEREN DE NECİP FAZIL
Ayşe Hür Necip Fazıl?ı eleştirdiği için Twitter?da adeta hakaret yağmuruna tutulurken gazeteci Amberin Zaman da şöyle yazdı:
"Başbakanla 2002 yılında The Economist adına mülakat yaptığımda (henüz AK parti iktidar olmamıştı) adet yerini bulsun diye sordum "en çok sizi hangi dünya lideri, figürü etkiledi, ilham verdi?". Biraz düşündü: "Necip Fazıl Kısakürek" dedi."
İBDA-C ÖRGÜTÜNE DE İLHAM VERMİŞ
Necip Fazıl Kısakürek?in fikirleri İBDA-C örgütüne de ilham vermiş, örgüt adını Necip Fazıl?ın Büyük Doğu dergisine atıfta bulunarak İslami Büyük Doğu Akıncıları?Cephesi yapmıştı.
İBDA-C, Necip Fazıl Kısakürek'in ortaya koyduğu "Büyük Doğu" ideolojisini ve federatif yapılı bir İslami devletin kurulmasını amaç edinmiş bir oluşum. Grubun liderliğini mensuplarınca "kumandan" olarak isimlendirilen halen cezaevinde olan Salih Mirzabeyoğlu'nun yaptığı ileri sürülmekte. İBDA-C bir dönem kilise ve havralara yönelik saldırılar düzenlemişti.

NECİP FAZIL DEMOKRASİDEN NEFRET EDİYORDU!
Tarihçi Profesör Taner Timur, Kısakürek?in, teokratik totalitarizmi ve etnik temizliği savunduğunu yazıyor? İlgili yazı burada >>>
ve aşağıda kopyalanmış halde :

Necip Fazıl demokrasiden nefret ediyordu!

Taner Timur, Kısakürek?in, teokratik totalitarizmi ve etnik temizliği savunduğunu yazıyor?

Tarihçi Prof. Dr. Taner Timur, ?Şairin teokratik totalitarizmi ve etnik temizliği açıkça savunan fikirleri piyasada serbestçe dolaşıyor ve okunuyor. Bu durumda iktidara demokrasiyi ilerletmek vaadiyle geldiği söylenen bir siyasi kadronun Necip Fazıl aşkını her yönüyle bilmek ve sorgulamak durumunda değil miyiz?? diye soruyor.
Taner Timur, Necip Fazıl?ın CHP?nin kapatılması ve mallarının devlete iadesi için çalıştığını, demokrasiden nefret ettiğini yazıyor.
Habertürk Menderes?in Yassıada?da yargılandığı ?örtülü ödenek? dosyasına ilişkin çarpıcı belgeleri yayınladı. Belgelere göre, Türk-İslam ideoloğu ve Türkiye sağının önemli figürlerinden Necip Fazıl Kısakürek, ?Benim yaptığımı yapanlara hükümetler ve rejimler servetlerini ve nimetlerini yağdırır? diyordu.
Böylece son günlerin popüler tartışma konusu Necip Fazıl Kısakürek oldu.
Bu belgeler yayınlanmadan bir süre önce Tarihçi Prof. Dr. Taner Timur?un Özgür Üniversite?de yayınlanan Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili aşağıdaki yazısını bilginize sunuyoruz:
NECİP FAZIL KISAKÜREK, ?İSLAM İNKILABI? VE AKP
Necip Fazıl Kısakürek hiçbir zaman bu ülkede anlaşılmamış, gölgede kalmış bir yazar muamelesi görmedi. Belli bir davanın adamıydı ve her zaman kendisine bağlı bir mürit takımı yaratmayı başardı. Fakat kabul edelim ki hiçbir zaman da bu son on yılda olduğu kadar yüceltilmedi ve bir ?mürşid? gibi ön plana çıkarılmadı. Kamuoyunun çoğu kez dikkatinden kaçan bu gelişmeyi nasıl açıklayabiliriz? Kuşkusuz bu gelişmede AKP iktidarının, özellikle de Başbakan Erdoğan?ın rolü belirleyici olmuştur. Gerçekten de son yıllarda, Erdoğan, hemen her ?tarihi? konuşmasında Necip Fazıl?ı anıyor ve ondan siyasi mesaj niteliği taşıyan şiirler okuyor.[1] Bunun dışında AKP?nin en önde gelen isimleri de sık sık aynı sevgiyi dillendiriyor ve yayıyorlar.
Elbette ki şairi sevenler ilk bakışta bunu önemsemeyebilir, siyasetçilerin Necip Fazıl tutkusunu tasavvuf aşkı ya da şiir zevkiyle açıklayabilirler. Zaten Üstad?ın şiirlerini çok farklı dünyalardan insanlar da beğenip övmediler mi? Fakat sorun şu noktada düğümleniyor. Necip Fazıl Kısakürek sadece bir edebiyatçı değil, aynı zamanda İslamcı-totaliter bir düzenden yana bir kuramcı ve militan olarak yaşadı. Ve bu sıfatıyla da sanatını, yaşamının büyük bir bölümünde siyaset felsefesinin aracı olarak kullandı. İlerleyen sayfalarda göstereceğimiz gibi, ?inkılapçı? şairin teokratik totalitarizmi ve etnik temizliği açıkça savunan fikirleri piyasada serbestçe dolaşıyor ve okunuyor. Bu durumda iktidara demokrasiyi ilerletmek vaadiyle geldiği söylenen bir siyasi kadronun Necip Fazıl aşkını her yönüyle bilmek ve sorgulamak durumunda değil miyiz?
Gerçekten de Necip Fazıl kimdi? Ve neyin kavgasını veriyordu?
İzleyen satırlarda çok genel planda bu soruları tartışmak, şair-kuramcının siyaset felsefesini kendi ifadelerine dayanarak sergilemek istiyorum.
***
Necip Fazıl Kısakürek bizde çoğu mütevazi kökenden gelen İslamcı düşünürlerin aksine varlıklı bir ailenin çocuğuydu ve hayata gözlerini Çemberlitaş?ta bir konakta açmıştı. Hariciye nazırlığına kadar yükselmiş bir paşanın damadı olan dedesi, Mecelle yazarları arasında yer almış, fakat aynı zamanda Fransız kültürüyle de beslenmiş, Légion d?Honneur sahibi bir hukukçuydu. Bu atmosferde küçük Necip de ilk derslerini, kendisine aynı zamanda babalık yapan dedesinden aldı ve yine aile kültürünün etkisiyle ?mahalle mektebi ve Numune mekteplerinin yanı sıra-Fransız Frerler okulu ve Amerikan Koleji gibi okullarda da okudu. Böyle bir çıkış noktası ilginçtir ve daha başlangıçta akla bazı soruları getiriyor. Yoksa genç yeteneğin daha sonraki fırtınalı ve çelişkilerle dolu hayatına ?tadsız ve haşin? bulduğu ?Papazlar Okulu?nun veya sevmekle birlikte haylazlık yüzünden ?kovulduğu? Amerikan Koleji?nin itici etkileri mi damgasını vurmuştu? Ya da genç Necip, ruhi buhrana ve mistik arayışlara, ?timarhane? dediği konak hayatı, çocuk yaşında kız kardeşini ve dedesini kaybetmesinin yol açtığı travma ya da büyükannesi Zafer Hanım?ın ürkütücü ölüm takıntısı gibi faktörler yüzünden mi sürüklenmişti? Bu sorular Necip Fazıl?ın kısa yaşam öyküsünde ipuçlarını verdiği, fakat ayrıca incelenmeye değer sorulardır. Yine de anlaşılıyor ki Necip Fazıl?ın Doğu ile Batı kültürleri arasında bocaladığı ilk tahsil yıllarından sonra girmiş olduğu Bahriye Mektebi, kendisi için kültür planında adeta doğuş yılları oldu. ?Kafa Kâğıdı? adını verdiği yaşam öyküsünde, Necip Fazıl, Nazım Hikmet?ten iki yıl sonra girdiği ve Yahya Kemal, Aksekili Ahmet Hamdi, Hamdullah Suphi gibi hocalardan ders aldığı bu okuldan söz ederken ?Ne oldumsa bu mektepte oldum!? diyecektir. [2]
Bahriye Mektebi?ni tamamlamadan Darülfünun felsefe bölümüne geçen Necip Fazıl, buradan sonra da kazandığı bir bursla Fransa?ya gitmiş ve Sorbon?da Bergson?un hüküm sürdüğü yıllarda, felsefe okumuştur. Ne var ki bu maceranın da bir yılda tamamlandığını ve yazarın 1925?te ülkesine bir felsefe tutkunu olarak değil de kumar tutkunu olarak döndüğünü görüyoruz. Yine de kolayca tahmin edebiliriz ki şairin pek sözünü etmek istemediği Paris parantezi boşuna olmamış, özellikle felsefesinde ?sezgi? ve mistik duygulara özel bir yer veren Bergson?un derslerini dinlemesi kendisi için kalıcı etkiler yapmıştır. İlerde felsefe düşmanlığı yaptığı ve ?Biz felsefeyi dalaletin, inkârın ve fikir kargaşalığının insana getirdiği hal olarak tarihi bir sayıklama manzumesi, aldanışlar tablosu olarak görmekte mazuruz?[3] derken bile, yazar, Bergson?u ayrı bir yere koyacaktır.
***
Necip Fazıl düşünce ve duygu hayatındaki asıl kırılmayı, 1934 yılında, Ağacamii?nde, İslam alimi Abdülhakim Arvâsi Efendi ile tanışması ile yaşadı. Şeyhle ilk karşılaşmaları ve bir süre devam eden buluşmaları genç şairi gerçekten de derinden sarsmıştı. Öyle ki, yazar, daha sonraki bir şiirinde Arvâsi?yi ?Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; ruhuma büyük, temel çivisini çaktınız? diye anacak, ?O ve Ben? adlı eserinde de ?Kurtarıcım, müjdecim, mürşidim, şeyhim, nurum, ruhum, canım, efendim, topyekûn hayatım!? dediği Van?lı mürşidine ?Köpeğin olarak kendi köpekliğimden kurtulayım; insan olayım!? diye yalvaracaktır. Açıktır ki, özgür düşünceli ve bağımsız iki aydın arasındaki ilişkiden çok, ?bir müridin mürşidine müridane bakışını? dillendiren yukarıdaki satırlar, aslında yazıldığı günlerde de yadırganacak nitelikteydi.[4] Oysa öyle görünüyor ki sorunun psikolojik planda başka bir boyutu daha vardı.
Necip Fazıl daha çocukluk yıllarından itibaren bir ?üstün yaratık? muamelesi görmüş ve kendisi de buna inanmıştı. Anılarında, ?Herkesçe teslim edilen zekâm, der, yakınlarımı öylesine ürkütmüş ve kaygılandırmıştı ki nazar değmesin diye sık sık tütsülerden atlatılır olmuştum? (s. 72). Aynı şekilde, henüz sekiz on yaşlarındayken, kendi kendine ?bu dünyada acaba benden daha derin duyan ve düşünen ikinci bir kimse var mı?? diye mırıldandığını da anımsar (s. 74). Ne var ki, şair, bu aşırı özgüven duygusunu takıntı haline gelmiş bir ölüm korkusu ile birlikte yaşamakta ve bir yandan övünürken öte yandan da kendisine ?ruh dünyasının kapılarını açacak? bir ?mürşid? aramaktadır. Ve bu koşullarda kendisini anlayan ve ?keşke bu kadar zeki olmasaydın!? diyerek yaralı egosunu okşayan Arvâsi Efendi karşısına adeta biçilmiş bir kaftan olarak çıkmıştır. (s. 74). Nitekim bu tanışmadan kısa süre sonra, yazarın, en önemli tiyatro eseri olan Bir Adam Yaratmak?ı bu karmaşık duygularla yazdığını ve bunaltılar içinde bocalayan, delilik ile fazla akıllılık arasında gelip giden bir kahraman portresi çizdiğini görüyoruz. Acaba genç şair, ?cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi iman eksikliğidir? [5] diyen Van?lı mürşidinde kendi ruh fırtınalarını dindirecek bir sığınak mı aramıştı? Yazarın eserlerinde bu soruya olumlu yanıt verebilmemiz için bir hayli işaret bulunuyor.
***
Necip Fazıl Kısakürek tüm hayatı boyunca Arvâsi Efendi?den saygı ve ihtiramla söz etmiştir. Bununla beraber yazarın eserleri incelenirse neredeyse tüm referanslarının batılı kaynaklar olduğu görülür. Yazdıklarında Arvâsi?den ya da ünlü İslam düşünürlerinden alıntılar yok denecek kadar azdır. Gerçekten de genç Necip, okuma hayatına Michel Zevaco ve Alexandre Dumas ile başlamış; Amerikan kolejinde öğrendiği İngilizce?yi ilerlettikten sonra ?Lord Byron, Oscar Wilde, hatta Shakespeare?i? asıllarından okumuş; roman denilince de Paul ile Virginie?yi, Graziella?yı, Marcel Proust?u, Tolstoy?u, Dostoyevski?yi anmıştır. Puccini müziği, Max Linder filimleri ve babasıyla Tepebaşı Tiyatro?sunda seyrettiği ve ?tek seyredişte adeta ezberledim? dediği Çardaş Fürstin opereti de anıları arasındadır.
Ya Osmanlı yazar ve sanatkârları?
Necip Fazıl bu konuda gayet açıktır: ?Türk muharrirlerinden hiçbiri beni sarmıyor? (s. 158). Ne ?vatan ve millet davulcusu? Namık Kemal; ne ?Yahudi işi tahrip kalıbından çıkma? II. Meşrutiyet yazarları ve bu arada ?bir tefekkür asliyet ve şahsiyetine malik olmayan? Ziya Gökalp; ne aşağılayıcı bir tonda anlattığı Yahya Kemal ve tabii ne de ?beni Stalin yarattı, diyen Nazım Hikmet?.[6] Necip Fazıl?a göre Kanuni?den sonra Osmanlı kültürü çürüme yoluna girmiş ve izleyen dönemde adını anmaya değecek pek yazar kalmamıştır. Siyasette ise durum biraz farklıdır ve bu soysuzlaşma döneminde, yazar, ?Ulu Hakan Abdülhamit? ve ?Büyük vatan dostu Vahidüddin? parantezlerinden özlemle söz eder.
***
Necip Fazıl?ın ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı ve tamamlayamadan yakınlarına teslim ettiği bu oto-portre bugün bizlere neyi anlatıyor? Bu tabloyu kendi kişiliğini ?zıt kutuplar arasında en keskin ve mübalağalı grafikler çizen bir yaratılış? (s. 138) olarak tanımlayan bir yazarın zoraki itirafları olarak okuyabilir miyiz? Batı ?tefekkürü? ile, İslam ?tasavvufu? arasında gidip gelen ve bunlar arasında ?gerçek mahsup muamelesi?[7] yapmaya çalışan, fakat aslında gizliden gizliye bir Batı hayranı olan bir yazarla mı karşı karşıyayız? Necip Fazıl?ın anılarında Bahriye Mektebi müdüründen ?Batı delisi? diye söz ettiğini ve yeri gelince ?Batı emperyalizmi?ni ya da ?Batı koloniyalizmi?ni lanetlediğini anımsarsak bu soruya ?hayır? dememiz gerekiyor. Ne var ki bu soru daha nüanslı bir yanıt bekliyor ve bunun için de önce düşünürün siyasi kavgalarının bilançosunu çıkarmamız gerekiyor.
***
Necip Fazıl Kısakürek siyasi kavgasına İkinci Savaş sırasında, 1943?te yayın hayatına giren Büyük Doğu dergisiyle başlamış ve esas olarak da Menderes döneminde etkili bir siyaset figürü olarak ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda kendisini Menderes?e yol göstermek isteyen, onu belli bir politikayı uygulamaya kışkırtan bir yazar olarak görüyoruz. Kısakürek Büyük Doğu?daki yazılarında tek parti dönemi hakkında son derece sert bir lisan kullanmış ve zulüm, delalet ve şekavet örgütü olarak gördüğü CHP?nin kapatılmasına çalışmıştır. Özellikle CHP?nin mallarının devlete iadesi konusundaki yasa tasarısını fırsat bilen yazarın bu isteğini açıkça ve kabaca dile getirdiğini görüyoruz. Bu tarihlerde kaleme aldığı bir başyazısında, yazar, Demokrat Parti?ye seslenerek, ?Eğer Türk milletinin hudutsuz itimadını kazanmak istiyor ve ?nâr?dan gelen münevverleri değil ?nûr?dan gelen münevverleri kendine bağlamak istiyorsan, diyordu, gebert Halk Partisi isimli sıçanı!?[8] Kısakürek?e göre millet zaten DP?yi bir ?ihtilal? yapması ve CHP?yi kapatması için iktidara getirmişti.
DP yılları aynı zamanda Kıbrıs sorunun alevlendiği yıllardı ve Büyük Doğu?nun bu sorunu da din temelinde millî bir dava olarak benimsediğini görüyoruz. Gerçekten de Kısakürek, Kıbrıs buhranının keskinleştiği bir sırada Menderes?e yaklaşmayı ve onunla çoktandır peşinde koştuğu görüşmeyi gerçekleştirmeyi başarmıştır. Kendi anlattıklarına göre, Necip Fazıl, bu görüşmede Başbakan?a ?Meclis?teki ?Egemenlik Ulusundur!? levhasından başlayarak, yalanların en büyüğü halinde ?Halk? ismini taşıyan partiyi hâk ile yeksân (yerle bir) etmeye? ve onun her alandaki ?tahribini iz bırakmamacasına silmeye? davet etmiştir (s. 323). Menderes de kendisini bir saat dikkatle dinlemiş ve Büyük Doğu?ya örtülü ödenekten para yardımı yapmıştır. Ne var ki görüşmeden birkaç gün sonra 6-7 Eylül olayları patlak verecek ve yakınlaşma da sona erecektir. Burada yakın tarihimizle ilgili hala karanlık kalmış ya da en azından her yönüyle aydınlanmamış bir noktayla karşı karşıya bulunuyoruz. Acaba Menderes, o tarihte, Büyük Doğu?nun ve 6-7 Eylül faciasına yol açan kundaklama (bir emniyet ajanının Selanik?te, Atatürk?ün evine bomba koyması) olayının da içinde yer aldığı farklı bir senaryo mu kurgulamıştı? Ve de 6-7 Eylül?de olayların kontrolden çıkarak vahşet ve yağmacılığa dönüşmesi bu senaryoyu bozmuş muydu? Kısakürek, Menderes?le ilgili kitabında bu olayların ?Adnan Menderes?in üzerinde bir trauma-ruhi darbe tesiri yaptığını? ve bunun da Başbakan?ın ?hadisenin tertip tarafında bulunduğuna delil? teşkil ettiğini söylüyor.[9] Ne var ki, yazarımız, bu tespitten sonra 6-7 Eylül faciasını kınayacağına Menderes?i garip bir şekilde eleştiriyor ve Başbakan?ın olaylardan sonra ?rizikoya göğüs gererek ileri atılacağına? korkarak geri çekildiğini ve ?bütün haklarını haksızlığa çevirici ve kendisini içten çökertici, pasif mizacını? ortaya koyan bir tavır sergilediğini söylüyor (s. 333, 336). Kısaca Menderes Büyük Doğu?nun beklediği, bel bağladığı ?sivil darbe?yi yapamamış ve hayranlarının gözünden düşmüştür. Başbakanın ölümünden sonra yazdığı şiirde, ?Zeybeğim, dünyayı aldın götürdün; Bir öldün de beni binbir öldürdün!? diyen şair, daha sonra Menderes?in hatalarını anlatmış ve bu hatalardan en önemlilerinden birinin de ?Halk Partisi?ni topyekun eseri ve tesiriyle iptal etmeyi? becerememek olduğunu söylemiştir (s. 491).
***
N. F. Kısakürek, çileli geçen 27 Mayıs döneminden sonra, mukaddesatçı gençliğin umudu olarak sahne alacak ve bu arada siyasal düşüncelerini de İdeolocya Örgüsü başlıklı bir kitapta kuramlaştıracaktır.
İslamcı düşünür tüm siyaset felsefesini ortaya koyan bu eserde nasıl bir rejim ve ne gibi değerler savunmuştur? Daha önce anlattıklarımızdan da kolayca anlaşılacağı gibi N. F. Kısakürek demokrasiden nefret ediyordu. ?Komünizma, faşizma ve nazizma?yı eleştiriyor, fakat ?ya demokrasiler?? sorusuna da ?hastalığın başı onlar!? diye yanıt veriyordu.[10] İdeolocya Örgüsü[11] başlıklı kitabında da totaliter bir sistemin kurumsal ve kültürel dayanaklarını ortaya koymuştur.
1968 yılında yayınlanan bu kitapta Türkiye için, Kanuni?den beri beklenen ?gerçek bir inkılap?la yürürlüğe konulacak yepyeni bir siyasal sistem önerilmektedir. Bu sistem ?halkın değil, Hak?kın egemenliği?ne dayanacak ve üç ana organdan oluşacaktır. Kısakürek seçkincidir ve kendisi için ?millet? sadece her türlü yabancı unsurdan temizlenmiş bir temeldir: ?Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskûn, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hale gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştan başa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır? (s. 334). Temel organlara gelince bunlar da, 1) Yüceler Kurultayı; 2) Başyüce; ve 3) Başyücelik Hükümeti olmak üzere üç daldan oluşmaktadır. Bunlardan (günümüzde İran?daki Velayeti Fakih konseyini anımsatan) Yüceler Kurultayı bir çeşit ?âkiller meclisi? olup, amacı, yaptığı genel yasalarla ?milleti, en iyi düşünenlerinin ve en iyi yapanlarının kadrosunda özleştirmektir? (s. 285). Kısaca Kurultay, beyin ve vicdandır; irade ise, bu Kurultay?ın beş yıl için seçtiği (ve bir çeşit Müslüman ?Führer? izlenimi veren[12]) Başyüce tarafından temsil edilmektedir. Başyüce, ?bütün salahiyetler beşeri haddin en üstünüyle eline teslim edilmiş?, ?milletini tek şahıs içinde yekûnlaştıran? bir önder, bir ?timsal?dir (s. 291). Hükümet üyelerini Başyüce seçer ve ?Başyüce?nin bir emriyle hükümet değişir?. Görüldüğü gibi bu sistemde genel seçim yoktur ve ?milli irade?yi zaten Yüceler Meclisi temsil etmektedir. ?Başyüce seçimi gibi tabii haller dışında? ise, Yüceler Meclisi ancak ?millet iradesinin tecellisi aranan vaziyetlerde? söz sahibi olacaktır.
Seçime dayanmayan bu siyasal sistem militaristtir ve temel dayanağını orduda bulmaktadır: ?İslam inkılâbı orducudur? ve bu inkılâbın ?rüyasını gördüğü ordu(nun) ismi Altun Ordu?dur? (si 268). Bu durumda subaylar da sistemde ister istemez ayrıcalıklı bir yere sahip olacaklardır: Özenle yetiştirilecek subaylar, ?orducu Büyük Doğu idealinin icrâda mihrak şahsiyetidir? ve ?Büyük Doğu militarizması, bütün insanlığa icabında tam bir vicdan hürriyeti, icabında da operatör bıçağı gibi cebir ve zorla tatbik edilecek bir ideal manivelasıdır? (s. 130). İlginçtir ki, İslamcı düşünür, Menderes?le ilgili kitabında da D.P. liderinin en büyük hatalarından birinin ?Harbiye?den başlayarak ordunun içine girmek, oraya yeni bir mâna, bir çift göz ve kulak yerleştirmek gerektiğini? anlayamamak olduğunu yazmıştı.[13]
***
İşte ünlü İslam düşünürünün savunduğu sistem budur ve böyle bir tablo karşısında daha fazla ayrıntıya girmeden şu duyguyu paylaşmak isteriz: İstanbul?da, bir vezirle Legion d?Honneur sahibi bir alimin torunu olarak doğmuş; genç yaşlarda yabancı diller öğrenmiş ve laik cumhuriyetin bursuyla Fransa?ya giderek Sorbon?da Bergson?u dinlemiş; kırk yaşlarına kadar en seçkin Cumhuriyet aydınları (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Ahmet Kutsi Tecer, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav, Peyami Sefa vb) arasında yaşamış ve saygı görmüş; piyesleri devlet tiyatrolarında sahnelenmiş ve kahramanları Muhsin Ertuğrul tarafından yorumlanmış bir yetenek, nasıl olup da sonunda, İslam adına, açıkça etnik temizliği savunabilecek kadar demokrasi düşmanı bir ?ideolocya?nın yapıcısı ve yayıcısı haline gelmiştir? Bu hazin tabloyu, sadece, ?zıt kutuplar arasında en keskin ve mübalağalı grafikler çizen bir yaratılış? olarak tanımladığı kişiliğiyle açıklayabilir miyiz? Bu çelişkiler de izaha muhtaç değil midir? Yoksa tasavvufçu şair, ünlü Çile şiirini ?biricik meselem, sonsuza varmak? diye bitirirken, aslında, bir türlü tacizinden kurtulamadığı çocukluk yıllarını mı özlüyordu? Ve laik cumhuriyete düşmanlığı da her şeyini Abdülhamit?e borçlu olan çevresinin[14] bilinçaltına şırıngaladığı Abdülhamit hayranlığından mı kaynaklanıyordu? Öyle ya da böyle, İslam mürşidinin varmış olduğu nokta hazindir ve garip bir tecelli olarak, şair, en çok baskı ve takibata da, ölümüne ?Zeybeğim!? diye ağladığı Menderes döneminde, Menderes?e rağmen uğramıştır.

Ya şimdi? Ya devlet büyüklerinin gençlik kuruluşlarına şairin mistik şiirlerini değil, onları açıkça kine ve düşmanlığa kışkırtan ?hitabeleri?ni okuduğu bu günler? [15] Bu gelişme sık sık denildiği gibi ?zamanın ruhu?nu mu yansıtıyor? Yoksa günümüzde gerçek bir demokrasi kavgası için bilinmesi ve kaygı duyulması gereken bir gelişmeyi mi sergiliyor? Kuşku yok ki gerçek demokrasi kavgasına ?zamanın ruhu? gibi metafizik kavramlar değil, bu toplumda dini duyguların nasıl ve hangi çıkarlar uğruna seferber edildiğini çözümleyen analizler ışık tutacaktır.
DİP NOTLAR
[1] Son olarak da Başbakan Erdoğan partisinin geleneksel Kızılcahamam toplantısında, konuşmasını Şair?in ?Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!? mısralarıyla bitirdi. (Gazeteler, 3 Kasım 2012).
[2] Necip Fazıl Kısakürek; Kafa Kâgıdı; Büyük Doğu Yayınları; İstanbul, 2011, s. 135. (Aksi belirtilmedikçe izleyen alıntı sayfaları metin içinde verilecektir).
[3] Necip Fazıl Kısakürek; Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu; Ankara, Büyük Doğu Yayınları, s. 17.
[4] Bu alıntıları NFK Web sitesine borçluyuz.
[5] Bu alıntı NFK Web sitesinde yer alan Abdülhalik Arvâsi yazısından alınmıştır.
[6] Bu alıntılar da yazarın Kafa Kâğıdı adını verdiği anılarından alınmıştır.
[7] Büyük Doğu?daki bir yazısında, Kısakürek, bu ?mahsup?un ?Dede Efendi ve Betoven; Sinan ve Mikel-Anj; Fuzuli ve Rasin; Gazali ve Paskal; İbn Sina ve Klod Bernar; Kâtip Çelebi ve Ogüst Kont; Kanuni Süleyman ve XIV. Louis? arasında gerçekleştirileceğini ve bunu da ?mahut inkılap yobazlığını kökünden şifaya ulaştıracak kendi neslinin çözeceğini? söylüyordu. Yüzyılları ve sosyo-kültürel yapıları alt üst edip harmanlayan bu liste maalesef ciddiye alınacak değerde görünmüyor. Bkz. N. F. Kısakürek; Başmakalelerim; I, İstanbul; Büyük Doğu Yayınları, 2008, s. 108-109. (3 Ağustos 1952 tarihli yazı).
[8] N. F. Kısakürek; Başmakalelerim; I, s. 74-75. (Büyük Doğu?da çıkan 11 Temmuz 1952 tarihli ve ?Bu Sıçanı Gebertiniz!? başlıklı başmakaleden).
[9] N. F. Kısakürek; Benim Gözümde Menderes; İstanbul, Büyük Doğu Yayınları, 2011, s. 333. Bu esere göndermeler izleyen satırlarda metnin içinde verilecektir.
[10] N. F. Kısakürek; Tanrıkulundan Dinlediklerim; İstanbul, Büyük Doğu Yayınları, 1999 (Eser, yazarın 1943-1959 yılları arasında Büyük Doğu dergisinde aynı başlık altında yayınladığı yazılarından oluşmuştur).
[11] N. F. Kısakürek; İdeolocya Örgüsü; İstanbul, Büyük Doğu Yayınları, 2010 (18. Baskı). (Bu esere yapılan göndermeler, aksi belirtilmedikçe, izleyen satırlarda sayfa numarası olarak metinde verilecektir.)
[12]Buradaki ?Führer? benzetmesine Necip Fazıl hayranlarının fazla itiraz etmeyeceklerini düşünüyorum. İslamcı şair koyu bir Yahudi düşmanıydı; Yahudileri Kanuni?den itibaren Osmanlı çöküşünün başlıca aktörleri arasında görüyordu ve Hitler?i Abdülhamit ve Menderes gibi en sevdiği şahsiyetlerle birlikte anmakta bir sakınca görmüyordu. Gerçekten de N. Fazıl?a göre Yahudilerin en çok korktukları şahıslar ?Abdülhamit ve Hitler?den ibaret kalmıştı? (Başmakalelerim, 3; s. 214). Aynı şekilde, 1954 seçimlerinden sonra da D.P.?nin gurura kapıldığını söylüyor ve ?gururu olmasa ve hadiselerin iç mimarisi içinde kendi zaafını seçebilecek bir duygusu olsaydı, Hitler?in batmasına imkân var mıydı?? diye soruyordu. (Başmakalelerim, 1; s. 256).
[13] N. F. Kısakürek; Benim Gözümde Menderes, s. 491.
[14] Kısakürek, ?Kafa Kâğıdı?nda, o aile servetinin dökümünü şöyle yapıyor: ?(Çemberlitaş?taki) konaktan başka, Beykoz?la Şile arası bir çiftliğimiz, Sarıyer?de malum köşkümüz, Büyükdere?de yeni alınma bir yalımız, Kocamustafapaşa taraflarında han ve evlerimiz, Kapalıçarşı?da dükkanlarımız vardır?. Age, s. 59.
[15] Necip Fazıl Kısakürek, Milli Türk Talebe Birliği?nin 25 Nisan 1975?te düzenlediği ?Milli Gençlik Gecesi?nde okuduğu hitabede Türk tarihini dört dönemde incelemiş ve Cumhuriyet dönemini ?İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde planında kurtarıldıktan sonra ebedi helake mahkum? kılan bir rejim olarak tanımlamıştı. Bu toplantıya Prof. Erbakan, Abdullah Gül ve R. T. Erdoğan da katılmışlar ve Erdoğan da şairin ?Sakarya Türküsü? başlıklı şiirini okumuştu. (Bu konuda, geceye katılanlardan Resul Tosun?un nostaljik yazısı için bkz. MTTB Yeniden; Yeni Şafak, 13 Mayıs 2009). Erdoğan bu yıl Şubat ayında AKP Gençlik Teşkilatına da Üstad?ın ?Gençliğe Hitabesi?nden, ?dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik? isteyen satırlarını okumuştu. Bu satırları izleyen (ve Erdoğan?ın okumadığı) cümlede de, Necip Fazıl ?Halka değil, Hakka inanan; Meclis?inin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte
bilen bir gençlik? özlemini ifade ediyordu.

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org