Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Ali Saydam Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Artık sakalımız(!) var, sözümüz dinlenir belki…
18.12.2009
Okunma Sayısı : 4942
Oy Sayısı : 0
Değerlendirme : 0
Popülarite :
Verdiğiniz Puan :
 

 

Bu tespitlerimi ilk kez ve yüksek sesle dile getirdiğimde, ben bile kendi sesimden ürkmüştüm. Çünkü basın bültenlerinin nasıl yazılacağından krizlerin nasıl yönetileceğine, beden dilinin kullanılma tekniklerinden çalışanlarla iletişim kurmanın farklı yollarına, liderlerin konuşmalarının kaleme alınma kurallarından hedef kitle tanımına kadar her türlü kavram ve terimin tercüme edildiği ABD kaynaklarının neredeyse alanın tamamına damgasını vurduğu bir ortamda, "kendi oyuncağını kendin yapmak" gibi son derece çocuksu bir saflıkla yola çıkmıştım...

 Merak etmeyin. Lafı döndürüp dolaştırıp sonunda anlamlı bir yerlere getirmeye çalışacağım. Haluk Bilginer'in çevirilerini yapıp oynadığı "Şekspir Müzikali"ne ve Belucci ile Marceau'nun başrolünü paylaştıkları "Ne te retourne pas" (Dönüşüm) adlı filme mesela... Neredeyse her sayıda "tefrika" gibi söz ettiğimiz şu "ithal reklam" ve "ortak ruhi şekillenme" meselesini, o başarısız ithal reklamların önü kesilmedikçe gündemden düşürmek niyetinde değilim. O müzikal ve film de tam konumuza uygun. Tabii bir de o meşhur reklam... 

Hani, şu parmağını kafasına dayamış adamın yer aldığı elektronik eşya mağaza zincirinin reklamları yok mu? Hastasıyım! Bırakın fikri, stratejiyi; bizatihi reklamın kendisi Almanya'da hazırlanıp geliyor. Bizim reklamcıların kendi ülkelerinin insanlarını yeterince tanımadıklarını düşünüyor olmalılar. Tabii ki reklamın bizim milletin ve kuruluşun Türkiye'deki hedef kitlesinin "ortak ruhi şekillenmesi", "algılama sistematiği" ve bu kitlenin "kültür ve değerleriyle" yakından uzaktan alakası yok.

***

Varsa yoksa ucuzluk... Markayı da ucuzlatabilen ucuzluk... Louis Vuitton kendi ürünlerini satmasını yasaklamasına rağmen bunları izinsiz satmaya devam eden eBay'i neden dava edip 1,7 milyon ceza ödemeye mahkum ettirmiş sizce? "Satılsın da nasıl satılırsa satılsın!" diye düşünmediği, markasını "ucuzlatmak" istemediği için olmasın? 

Yeni mağaza açılışı reklamlarında yine aynı "konsept"... Almanya'dan kopya... Her yerde tutmuş ya burada da tutar... Oysa tutan o iletişim dili değil, "en ucuzu" arayan kitle ile en ucuz malı buluşturma mahareti... Yani bu reklam değil duyuru aslında. 

Kafaya parmak dayayarak "çekilen hareketin" (hareket çekmek fiilinden) Almanca'da karşılığı "Spinnst du?" (Kafayı mı yedin?) anlamında... "Duyurunun" Almanca metnine uyuyor... "Ich bin doch nicht blöd!" (Ben gerzek değilim). Yani o dükkândan almazsan gerzeksin, demeye getiriyorlar. Neden? Çünkü en ucuzu orada da ondan... 

Bu "parmak hareketi" en sık, trafikte kullanılır... Hatalı bir hareket yapan diğer sürücüye parmağınızı şakağınıza dayayıp elinizi parmağın ekseni etrafında 45 derecelik açılarla ileri geri oynattınız mı, "Seni geri zekalı seni, kafayı yemişsin sen!" anlamına gelir ki, Avrupa ülkelerinde trafikte ve normal hayatta en büyük itiş kakışlar bu hareketten çıkar... Yani bu fotoğrafı gören her Avrupalı ve Avrupa kültürü almış herkes gereken mesajı alır, ne demek istendiği anlar... 

Peki, ya biz Türkler? Hele elektronik mağaza zincirinin Türkiye'deki hedef kitlesi? Herhangi bir şey anlaması mümkün mü? Hayır, mümkün değil. Kafayı biraz daha karıştırmak için ne yaparsın? İlle de o (bize göre) garip fotoğrafı kullanmak zorunda olduğuna göre (çünkü her şeyi bilen üst yönetim öyle istiyor, tıpkı yıllardır çoğunluk deterjan firmalarının - örneğin, OMO hariç- zekâ düzeyi yerlerde sürünen birbirinin kopyası reklamlara bel bağlamaları gibi -) durumu kurtarma yoluna gideceksin. "Ich bin doch nicht blöd!" (Ben gerzek değilim) metnini kullanamıyorsun. Çünkü denedin. Büyük tepki aldın. O zaman metni değiştireceksin. Ne yapabilirsin? Mesela şöyle bir şey: "Açılış fırsatlarını kaçırıp pişman olmak mı? Bakmadan almam" 

"Tut kelin perçeminden"... "Sak üstünde damsağan, kaz beline vurmayı!"... (Durumun vahametini anlatmak için deyişi özellikle iyice çarpıttım) Fotoğraf Almanlara göre. 'Spinnst Du wohl!' (Kafayı mı yedin), ve/veya 'Ich spinne doch nicht!' (Daha kafayı yemedim ben) anlamına geliyor... Ancak bizim millet Alman değil. Metin Türkçe ama fotoğrafla alakası yok! Yani nereden tutsanız elinizde kalıyor...

***

Biz bu konulara 10 yıldan beri değinip duruyoruz. Adımız John Smith olmadığı için, çok geniş bir taraftar kitlesi bulduğumuz söylenemez. Öte yandan Allah'ın sevgili kulu olduğumuzdan mıdır nedir, yine bir kitap imdadımıza yetişti. Muhteşem bir kitap... Adı "Culture Code" Alt başlığı şöyle: "An Ingenious Way to Understand Why People Around the World Buy and Live as They Do" (Dünyanın Dört Bir Yanındaki İnsanların Bilinen Satın Alma ve Yaşama Tarzlarının Nedenlerini Anlamak İçin Dahice Bir Yol) Yazarı, Clotaire Rapaille Fransız asıllı bir ABD'li. 

Kitap 2006 yılında yayınlamış. Aslında bizim 2002'de fiilen yazmaya başlamış ve 2005'te yayımlamış olduğumuz "Algılama Yönetimi" adlı kitapta altını kalın kalın çizdiğimiz bir dünya görüşüne son derece sağlam temeller oluşturacak pratik ve kuramsal bilgiler sunuyor. Özetle diyor ki, küçüklükte elde edilmiş kayıtlar, şeyleri, davranışları, düşünceleri, duyguları nasıl algıladığımızı belirler. Bunları anlamadan ne konumlama yapılabilir ne de iletişim...

Örnekler zengin... Mesela, ekmeğe sürüp yedikleri fıstık ezmesinin ABD'liler nezdindeki algısıyla Avrupalılardaki algısı aynı olabilir mi diye soruyor... Ya da peynirin bir Fransız'ın hayatındaki yeri ile bir Amerikalının hayatındaki yeri... Aynı şey şarap için geçerli, şampanya için... Fransız, küçücük yaşta şarapla tanışır, diyor. Onun için şarap yemeğin bütünleyicisidir; ABD'li ise içki ile sarhoş olmayı eşler kafasında, diye sürdürüyor örnekleri... 

Yazar, çocuk yaşta ruhumuza, gönlümüze ve vicdanımıza yerleşmiş bu kayıtlara "imprint" demiş. Kitap müthiş; iletişimle ilgili herkes tarafından mutlaka okunmalı. Olay bizi de rahatlatıyor tabii. Kemal Tahir; ondan Halit Refiğ; Halit Bey'den de naçizane bendenizin devralıp iletişim dünyasına kazandırmaya çalıştığı "ortak ruhi şekillenme" kavramını anlatmakta yıllarca zorluk çekip durmuştum. Allah'tan sonra birden, bir yerlerde gördüğüm "collective social psychology" kavramı imdadıma yetişti de, ben de lafımı biraz daha dinletir oldum...

***

"Culture Code" kitabına da benzer bir umutla sarıldım. O kitabı edinip (ya da ücretsiz olarak BİE kütüphanesinden kiralayıp) okuduktan sonra, Algılama Yönetimi'nin hemen girişindeki şu satırlara bir göz atmanızda yarar olabilir mi acaba: "İletişim, genellikle sadece akıl boyutuyla ele alındığı için, sözüm ona evrensel, fakat aslında sadece egemen (yaygın ve geçerli) ilkelerin etkisi altında ele alınıyor ve ister istemez yine bu anlayış çerçevesinde hayata geçiriliyordu. Oysa bütün karar alma ve ikna süreçlerinin etkin kuralları, yadsınamayacak bir biçimde insanın gönlünde ve vicdanında cereyan ediyordu. İşte tam da bu yüzden iletişimin özü asla evrensel olmayıp tersine insanın kayıtları ile ilgiliydi ve hatta en derin boyutuyla yerli ve milli denebilecek bir özellik taşıyordu. 

Bu tespitlerimi ilk kez ve yüksek sesle dile getirdiğimde, ben bile kendi sesimden ürkmüştüm. Çünkü basın bültenlerinin nasıl yazılacağından krizlerin nasıl yönetileceğine, beden dilinin kullanılma tekniklerinden çalışanlarla iletişim kurmanın farklı yollarına, liderlerin konuşmalarının kaleme alınma kurallarından hedef kitle tanımına kadar her türlü kavram ve terimin tercüme edildiği ABD kaynaklarının neredeyse alanın tamamına damgasını vurduğu bir ortamda, "kendi oyuncağını kendin yapmak" gibi son derece çocuksu bir saflıkla yola çıkmıştım. Oysa mevcudiyetlerini "küreselleşme, evrenselleşme ve küresel (üç boyutlu) düşünüp dairesel (iki boyutlu) hareket etme" gibi prensipler aracılığıyla anlamlandırıp tüm referanslarını Batı'dan alan ve koşullar ne denli farklı olursa olsun kendilerini bu referanslara göre tanımlamakta ısrar eden bir çoğunluğun karşısında ezilip gitmek işten bile değildi. 

İşin daha da tuhaf olan ve tuhaflığı ölçüsünde dikkat gerektiren yanı, iletişim olgusunun akli boyutunun gereği, yerkürenin her tarafında geçerli olabilecek temel ilkelerden ve yıllar içerisinde oluşmuş zengin birikimden yararlanma zorunluluğuydu. Fakat sonucu asıl belirleyen, işin akıl boyutu değil, tersine bir araya gelip algılamanın ve algıların esas temelini atan, gönül ve vicdan boyutuydu. Vicdanı ve gönlü sadece akılla yönetmeye kalkışmak ise, ulaşılmak istenen başarıyı, tek kelimeyle bir felakete dönüştürebiliyordu."

***

Bu görüşleri 2002'de gazete yazılarında dile getirip, 2005'te kitapta geniş geniş ele almışız... Hani derin halk bilgeliği içinde "Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz" diye özetlenen dünya görüşünü... 2006'da Clotaire Rapaille'den okumak nasipmiş. Şimdi rahatlıkla iddia edebiliriz ki, mesela Rapaille'e göre "Haluk Bilginer'in Şekspir Müzikali geniş halk kesimlerinden itibar görmez; sadece büyük kentlerdeki 'zihinleri vaftizlenmiş" (Ömer L. Mete'nin ruhu şad olsun) ecnebi aydınlarımız tarafından bağıra basılır.

Neden? Çünkü halkın ar ve hayâ duyguları rencide olur (Bu tanım, benden değil, TCK'dan); halkımız bazı müzikler dışında en ufak bir buluşma noktası bulamaz ve sonunda oyundan ya sıkılır, ya da nefretle yarıda çıkar; nedenini de bilmez hani... Ben bir zamanlar vaftizden geçmiş, münevver olmaya çalışan bir 'yarı-aydın' olarak, oyunu keyifle izledim. Haluk Bilginer'in olağanüstü oyunculuğunu değil, aynı zamanda akıllara ziyan şarkı söyleme yeteneğine hayran kaldım... Ancak bu, oyunu 'okuduğumda', radikal 'Darwinist' dünya görüşü, ölüm meselesine Hıristiyan âlemini bile dışlayan maddeci bakış açısı, kadın erkek ilişkisine 'bütünleyici' değil 'ayırıcı' ve reddedici yaklaşımı ve nihayet oyunun tamamına egemen olan ve 'kusurlu söylem' denecek düzeyde abartılı bulduğum 'erkek düşmanı' tavrıyla, Avrupa'daki herhangi bir 'deneme' sahnesine çok yakışacağını düşündüm... 

Oyun zaten kendisine "Oyun Atölyesi" denen bir sahnede sergileniyor... Orada kalsa hiç itirazım yok. İstanbul'da özelikle de Kadıköy'de, Bilginer'e daha aylarca kapalı gişe oynatacak "ecnebi aydınımız" mebzul miktarda bulunmakta... Ancak kısa zamanda turneye çıkacaklarmış. Sorun çıkarsa, oyun kendine uygun seyirciyi bulamazsa; üstüne bir de Haluk Bilginer'in TV'deki marka vaadinden etkilenen genel seyirci o beklenti ile tiyatroya koşarsa, çıkar.

***

Monica Belluci - Sophie Marceau ikilisinin 'Dönüşüm'ü de benzer bir tehditle karşılaştı ve pek fazla itibar görmeden önüne baka baka çekildi gitti... Bizim değer sistemimizi oluşturan İslam'da ruh bölünmez... Bütündür (Tevhid)... Oysa Hıristiyan kültüründe daha iş, inancın temelinden başlar. Hem de üçe bölünmeyle: Baba, oğul ve kutsal ruh... Batıda korku filmleri durmadan bu 'parçalanma', 'yarılma' (Bkz. Psycho) üzerine inşa edilir... Bizdeki korku filmlerinin güldürüye kıyasla pek de iş yapmama nedenleri biraz da bundan olabilir mi? Ya da şeytan filmlerinin pek çalışmaması. Bizim ortak ruhi şekillenmemizde şeytana bakışla Hıristiyanlıktaki bakış çok farklıdır. Hıristiyan Batı'nın popüler sanata yansıttığı bakış ise bize uymaz. Bizim ecnebi aydınlar uydurmaya çalışsalar da uymaz. 

Nereden nereye... "Culture Code"u iyi keşfettik... Takma da olsa bir sakalımız var artık. Bakarsınız sözümüzü dinlerler...

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org