Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Ege Cansen Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Kamera Aarkası EGE CANSEN
06.12.2009
Okunma Sayısı : 7207
Oy Sayısı : 1
Değerlendirme : 5
Popülarite : 0
Verdiğiniz Puan :
 

 

Kamera Aarkası EGE CANSEN
Ege Cansen

.
.

izlemek için tıklayın.   
.
.

Kamera Aarkası EGE CANSEN

Ege Cansen (EC)
Bülent Şenver (BŞ)

Deşifresi

EC: Canlılarda kendi gelişiminin olduğu ortamı yaratıyorlar. Hem kendi gelişmelerine uygun ortamı arıyorlar. Hem de gerekirse kendi gelişmelerine uygun ortamı yaratıyorlar. Öyle bir tohum var ki sulak yerde büyüyor. Tohum uçuyor, gidiyor  ve kendine sulak bir yer buluyor.

Et obur hatvanlar, ot obur hayvanların otladığı yere gidiyorlar, kendileri için uygun bir ortam buluyorlar. Ayı kış uykusuna yatacak, kendisine bir mağara buluyor.

Şirketler veya bir devlet yani yönetilen bir bilim alanı, bunun iyi gelişmesi için  onun  gelişimine uygun bir ortam lazım. Sosyal, siyasal, iktisadi bir ortam lazım. En önemlisi kamuoyu lazım. Kendisi için gelişme planlayan bir organizma, bir şirket, kendine uygun bir ortam mı arayacak? Yoksa, daha ileriye gidip kendine uygun ortam mı yaratacak? O ortamı yarattığı zaman, kendi gelişmesini de rahatlatıyor.

Burada şirketlerin halkla ilişkiler dedikleri , şirketin gelişmesi için şirketin kendine ortam yaratma süreci. Uygun ortam yaratırsa gelişme kolaylaşır.

Yönetim sürecinde idare edilen şirket diyoruz ama bu Emniyet Müdürlüğü için olsa, polislerin daha kolay polislik yapabilecekleri bir psikolojik ortam yaratmak gerekir. Polis gittiği bir yerde sırf havası ve imajı ile etkili olsun.

Kavga etmeden, "Ayrılın" dediği zaman kavga edenlerin kendiliğinden ayrılması lazım. Bu da daha önceden polise bir imaj inşası ile oluyor. Emniyet genel müdürlüğü, polisin çalışmasına uygun ortamı yaratmak  yolu ile polislik  hizmetinde verimi arttırır. Daha az polis ile daha yüksek güvenlik sağlayabilir.

Karşımıza "İlişkiler yönetimi veya sistemi çıkıyor" Zaten  benim kendi yönetim tasvifimde bütün yönetim ikiye ayrılır . İlişkiler Yönetimi, İşler Yönetimi.

Bir firmada da içe dönük operasyon, işletme yönetimi vardır. Bir de dışa dönük  yönetim vardır.

Bir firmanın içi vardır birde  onu kuşatan çevre   vardır. Hem dışa dönük ilişkleri yönetmek lazım, bu sendika ilişkileri olabilir, siyasi ilişkiler olabilir , vergi mevzuatı olabilir. Bu çemberi büyütelim dış ilişkler vardır, bir de işin içinin yönetimi vardır.

Bankanın içinde operasyonlar var, ama banka sadece içe dönük bir hadise değil ki. Onu kuşatan bir şey yaratmak lazım. Bu noktaya gelindiğinde bu ilişkileri nasıl kuracağız? Sorunun cevabı "Medya"

Medya'nın zaten kelime anlamı ortak, aracılık demek.  Ben buradayım, ilişkim orada , benim bu ilişkiyi kurmam için bir aracıya ihtiyacım var. Ona medya deniliyor.

O zaman yönetim de bir kural ortaya çıkıyor. "Medya olmadan asla" Medya olmadan yönetimde başarılı olunmaz. Niye? Çünkü medya vasıtasıyla kendine uygun yaşam alanı geliştirirsin. Uygun ortam yaratırsın. Benim kimyam kuvvetli ama uygun ortam olmasa gelişemem ki.

Yönetimin en önemli unsurlarından bir tanesi , özellikle tepe yönetimin en önemli vazifesi firmanın gelişmesine uygun çevreyi yaratmak. Ortamı yaratmak.

İngiliz bankacıların bir dört göz prensibi vardır. "iki göz içeri, iki göz dışarı bakacak" İki göz içeriye bakacak, içerideki operasyonları düzgün bir şekilde yürütecek, işlemler, kredi açma, teminat mektubu verme gibi işlemlere bakacak. İki gözde dışarıya bakacak, kendimize nasıl bir ortam kuracağız diye. 

Amerikan firmalarının firma yapısında bir CEO, deniliyor bir de COO deniliyor. Biri içe dönük işleri yönetecek, bir taneside dışa yönük işleri yönetecek.

Gemileri de ben böyle düşünüyorum. Gemilerde de süvari denilen bir adam var. Ama gemide bir sürü de kaptan var. Süvari'nin işi daha dışa dönük bir hadise.

Burada yönetim sürecinin içe dönük, dışa dönük olarak ayrıştığını görüyoruz. İçe dönük yönetim ile dışa dönük yönetimin birbirini tamamlaması lazım. Burada ki önemli mesaj şu; gerçekten büyümek istiyorsan dışa dönük yönetim daha önemli. İçe dönük yönetim daha kolay, bir şekilde hallediliyor. O zamanda şirket yönetimi veya devlet yönetimi Medya olmadan olmuyor.

Medya vasıtasıyla çevreni yönetemiyorsan, çevreyi yönetmek şu anlamda; çevreni sana uygun hale getiremiyorsan  yaprakların açmıyor, soluyorsun. Çevre lazım, otam lazım.

Bütün bu hikayeler şuradan çıktı; General Motors firmasının 1946'lara kadar görev yapmış ünlü bir yöneticisi var. Alfred Sloan diye,  18 sene yöneticilik yapmış ama toplam hizmet süresi 30 seneye yakın. Adamın bir oturmuş Alfred Sloan General Motor'su nasıl yönetti?  Mao Çin'i nasıl yönetti? Acaba birbirlerine benzer tarafları var mı? Hayret edici derece de benzerlikler bulmuş. Bulduğu benzerliklerden bir tanesi de "Medya olmadan asla"

Mao'da halkı yönlendirmek için, o zaman gazete televizyon yok ama o da küçük kırmızı kitap yazıyor, herkesin  başına gelebilecek her türlü sorunun cevabı o kitapta var. Bu kitap ile ilgili çok güzel bir hikaye vardır. Bir yüzücü nehirde akıntıya karşı yüzmeye çalışıyor fakat bir türlü yüzemiyor, sahile çıkıyor düşünüyor "Ne yapayım da ben akıntıya doğru yüzeyim" diyorlar ki " Sen küçük kırmızı kitabı okudun mu" O akşam yüzücü Mao'nun küçük kırmızı kitabını okuyor ve ertesi gün akıntıya doğru çok iyi yüzebiliyor.

Tam bir dinsel mitoloji. Hikaye'nin güzelliği şurada, en küçük bir ilişki yok. Birisi siyasi bir ilişki, diğeri akıntıya karşı yüzmek. Mao kendine chairman ünvanı almış, devlet ünvanını almamış. Alfred Sloan'ın da son ünvanı chairman di. Orada ilginç bir şey var, "Ben değil, arkadaşlarımla beraber yönetiyoruz" Birinin chairman olması için bir komite olması lazım ki onun chairman  olun. Kendi kendine chairman olunmaz ki. Orada bir mütevazılık var "Hep birlikte yönetiyoruz da, ben de arkadaşları yönlendiriyorum, onları koordine ediyorum" gibi .

Bir yüzücünün nehirde akıntıya karşı yüzmesini çözümü bile bu küçük kırmızı kitaptaysa, bu tam bir beyin. Propaganda'nın en  koyusu. Herhalde içinde yüzme kelimesi bile geçmiyordur.

Diyor ki bütün halk ile temas kuracaksın. Onun da medyası küçük kırmızı kitap. Gazete yok, televizyon yok, o kadar insana nasıl ulaşacaksın. O da küçük bir kırmızı kitap yazıyor "Bunu okuyu, beni anlayın" diyor. Ve küçük kitap, cebe bile girebiliyor. Büyük olsa taşıması zor. Öğrenci herhangi bir yerde takılıyor veya aile içerisinde bir huzursuzluk oluyor, hemen cebinden küçük kırmızı kitabı çıkarıyorlar, okuyorlar. Bir şey oluyorlar. Eğer bulma azmi varsa insanda bulur.

BŞ. Sizin  anlattığınız bir şey var, bey atında diye. O da çok güzel.

EC: Evet, o da halamın lafı; Bir devlet başkanı bir ülkeye ziyarete gidiyor, heyet 200 kişi. Oraya katılanlardan birisi dönüyor. Soruyorlar ne yaptınız diye? "Devlet başkanları ile birlikte Hindistan'a gittik" Kaç Kişiydi?  "200 kişiydi "  tabi baş olan kimse iniyor, onu karşılayanlar var sonra uçaktan adamlar dökülüyor. Peki nasıldı seyahat? diyorlar "Bey atında, biz kıçında" diyor.

Biraz halk tabiri , bu seyisleri anlatır aslında. Eskiden beylerin atı vardı, ata bakanda seyis. Fakat zengin olmayan beylerin seyislerinin atı yoktu. İki türlü seyis olur, bir atlı seyis vardır bir de yaya seyis vardır. Atını getirir  beyin ama onun ayrı bir atı yoktur. Bey atla gider seyiste yürüyerek gider.

BŞ: Bizim bir defterimiz var, gelen konuklarımız yazıyor. Başı sevgili gençler diye başlarsanız, bana  değil de gençlere hitaben  yazabilir misiniz?

EC: Benim  temel olarak herkese tavsiyem; gençler diyoruz , üniversiteyi bitirip, eğitim süreci bitmiş  hayata, iş hayatına  yeni atılan  gençlere söylüyoruz. Eğitim süreci  insanı ezen bir süreçtir. Hem insanı olgunlaştırır, hem de ezer. Hoca daima kendine göre "Öyle yapma  böyle yap" diye söyler. Öğrencide ister istemez "Bir de ben kürsüye çıksam ,talimat veren bir noktaya gelsem" diye özlem  duyar.   O kadar çok kendisine nasıl birisi olması gerektiği anlatılmıştır ki , o artık yanıp kavrulmaktadır birilerinede ben öyle yap, böyle yap diyeyim diye.

Tam o noktada bir tavsiyem oluyor benim Belki bu içindeki birikim,  belki bu ezilme, sende bir tepki  yapmış olabilir. Çocuğun ilk isyan ettiği kişi babasıdır, annesidir. Orada diyorum ki "Senin içinde bir slogan var, birilerini adam etmek üzere yetiştirildin.  Ama bu çok tehlikeli. Hayatta adam edebileceğin bir tek kişi var, o da sensin. Bunun dışında kimseyi adam etmeye çalışma. Bu adam etme şartlanması çok kötü bir şartlanma . Eğer başkalarına bir faydam olsun diyorsan, örnek teşkil et. Böyle yapın deme. Dediğin an işin sihiri kaybolur. Senin o güzel davranışın bile numaradan bir davranış haline gelir. Orada çok ince bir nokta vardır. Çünkü seni seyreden, izleyen, seni örnek almıyorsa onlar kabul etmemiş demektir."

Amerikan deyişi vardır "Hareketlerin yeteri kadar yüksek sesle çıkıyor, bağırmana gerek yok" diye. Buna islami literatürde lisani hal deniliyor. İnsan haliyle anlatır, diliyle anlatmasına lüzum yok. Diyelim ki temiz ol talimatı vereceksin. Kendisi temiz ise , buruşturduğu kağıtları geri dönüşüm kutusuna atıyorsa , ayrıca "Arkadaşlar, kullandığınız eski kağıtları  geri dönüşüm kutusuna atın "demesine gerek yok. Eğer kendisi atmıyorsa sekreterine "Topla şu kağıtları yerden" diyorsa , istediği kadar söylesin.

Bir baba hem içki hem sigara içiyor, oğluna da devamlı diyor ki "Oğlum ben bunlardan çok çektim sen sakın içme " diyor arkasından sigara yakıyor. Olur mu böyle?

Kabahati başkasına atmayalım. İnsanda , kendini berat ettirme iç güdüsü vardır. Ben bir şeyi yanlış yapmışsam,  yeteri kadar başarılı olamamışsan, katil olmuş olabilirim. Kendisiyle kavgalı olan bir kimse yaşamaya devam edemez. Kendisiyle barışmak dediği süreç aslında insanın kendini affetmesi, kendini haklı çıkarmasıdır. O şunu demiş, bunu demiş. Ben kendim için ne diyorum? Bir yerde belki ruh sağlığı için iyi bir şey. İnsan kendini suçlarsa kendi kendisi ile yaşayamaz. "En iyi arkadaşın yine sensin" İnsan kendi kendini yargılar. Yunus Emre'nin dediği gibi  "Bir ben var, benden içeri" işte o benden içeri , devamlı bir mücadele halinde ve orada bir barış var. Bu işin sağlıklı tarafı, fakat bunu abarttığımız zaman hiç yargılamıyoruz kendimizi. Hangi yanlışı yaparsak yapalım sonunda "Ben haklıydım" a getiriyoruz.

Benim buradaki arkadaşlara yazacağım şey, ki bu bir konuşmanın bir bölümüdür. Bundan 10 sene önce ODTÜ'de benden bir mezuniyet konuşması istemişlerdi, bunlar  vardı o konuşmada. Geçenlerde  birini gördüm, bir yerde genel müdür olmuş, o orada dinleyiciymiş. "Ben sizin mezuniyet konuşması yaptığınız gün ben orada dinleyiciydim ve unutmadığım tek şey; başkalarını adam etmeyi bırak, kendini adam et " sözünüz dedi. Çok mutlu oldum. Akılda kalmış demek. Ben böyle bir konuşmayı yaptığım zaman herkes anlamıştır diye düşünmüyorum. Bir kişi anlasa yeter.

Başarılı insanı geriye doğru taradığımızda mutlaka birisini örnek almıştır. Hepimizin hayatında bir veya birkaçtane örnek adam vardır.Onlara benzemeye çalışmışlardır. Onlarda birilerine benzemeye çalışmışlardır. Bu örnek alma 2000 sene de böyle  sürmüştür. En kestirme yol  kendini geliştirmek için, doğru dürüst bir adamı kendine örnek almaktır. Ne yapıyor? Ne yapmıyor? Davranışlarını, düşünce tarzını, hatta onun öğrenme yöntemlerini takip etmek gerekiyor.

Belki de böyle bir kitap vardır, ben bilmiyorum. Öğrenmesini  öğrendikten sonra insan kitap okuyabilir. Kitabın çindeki özü çekemez. Bugün bir adam 500 sayfa kitap okur, beş sayfa istifade edemez. Bir adam 50 sayfa okur 100 sayfa istifade eder. Okuduğu sayfada önemli değil, gül yaprağından ne kadar yağ edebildiğindir. Gül yaprağı çok verimsiz bir şey ama onda bile bir yağ var. Yetenek onun içindeki esansı alabilmek.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org