Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Can Dündar Hak Etmiş
16.12.2008
Okunma Sayısı : 5340
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

Marketing Türkiye dergisinde sürdürdüğüm "Kişi Marka" dizinin Ağustos 2008 tarihli bölümünde şöyle demişim:

Geçen ay çocukları Anıt Kabir'e götürdüm ve bu vesileyle müzeyi tekrar gezme şansım oldu. Atatürk'ü bir marka kişi olarak izlemeye çalıştım. Duruşu, bakışı, kıyafeti, verdiği resimler bildiğimiz gibi hep çarpıcı idi ama fotoğrafların içine girmeye çalıştığımda 1925-1935 yılları arasındaki fiziksel yıpranmanın çok hızlı olduğunu düşündüm. 45 yaşından 55 yaşına giderken sanki çeyrek asırlık yaşlanmış sevgili Atatürk'üm. Bu dönemde yoğun içki tükettiğini de biliyoruz.

Sonra gençlik yıllarına yönelik daha tarafsız bir gözlemde bulunmaya çalıştım. Aynı dönemde "Çılgın Olmayan Türk" başlıklı bir kitap da okumuştum. Hepsini bir araya koyduğumda şu sonuca ulaştım; Düşündüğümüzün aksine; çocukluktan bu yana planlanmış bir kariyer ve buna ulaşmak için gösterilmiş düzenli çabalar ve yükseliş yok geçmişinde. Askerlik kariyeri de, İttihat-Terakki ile ilişkileri de inişler ve çıkışlarla dolu. Yani Demirel, Özal ve hatta Kenan Evren gibi adım-adım yükselinen, her kademenin sindirilerek yaşandığı ve bir üst aşamaya hazırlanıldığı bir çıkış söz konusu değil. Ya da şehzadelerin padişahlığa hazırlandığı gibi bir "planlı" süreçten geçmemiş kendisi. Çok doğru bir öngörü ve zamanlama ve tabii ki şansın da yardımıyla nispeten kısa bir sürede gelinen bir "ulusal liderlik" pozisyonu var.

Atatürk bu pozisiyonu dışarıdan bakıldığında büyük bir başarıyla taşımış, olağanüstü bir  performansla konumunun gereklerini yapmış, misyonunu en iyi şekilde yerine getirmiş ancak bu süreçte de kendisini oldukça yıpratmış gibime geliyor. Yani bu memlekete çağ atlatırken  büyük bir şahsi özveri göstermiş ve o dönemde bir mum gibi erimiş. Kesinlikle "Demirel pişkinliğinde" bir insan değil. Ben resmi ideoloji tarafından putlaştırılan süper kahramandan ziyade bu özverili vatanseveri, duygusal insanı seviyor ve sayıyorum.

Bunları yazarken Can Dündar'ın "insan Atatürk" vurgulu bir belgesel çektiğini bilmiyordum ama filmin tanıtımını görünce çok sevindim. Nihayet biri Atatürk'ü rozet, heykel ve sokak adlarının dışına çıkaracaktı. (Türkiye'de Atatürk adlı 3500 sokak/cadde/meydan var.)

Filmin ilk gösteriminden sonra NTV'de Yekta Kopan'ın sinemadan çıkan ünlülerle yaptığı ropörtajları izledim. Genelde herkes olumlu konuşuyordu. Ne güzel. Galiba bir tabu daha  yıkılıyordu.

Sonra "Turkcell" patırtısı koptu. Mesela bizim ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunları mail grubunda (ListEM) "laikçi" arkadaşlardan bazıları Atatürk filmine sponsor olmadığı için Turkcell hatlarını iptal edeceklerini açıkladılar. Onu da anladım. Ve sonra garip bir biçimde, filme sponsor olmadı diye Turkcell'i eleştirenler filmi de yerden yere vurmaya başladı. Bu  olayın reklam şantajı olduğu ortaya çıktı ama eleştiriler başka alanda sürdü gitti.

Yazılanların neredeyse hiçbirini okumadım çünkü günlük gazeteleri takip etme alışkanlığını bırakalı yıllar oldu. Eleştirilerin infaza dönüştüğünü Can Dündar ile Milliyet'te yapılan ropörtajda anladım. (Manşetine, spor sayfasına ve bir kaç yazarına baktığım Milliyet kırk yıldır evimize girmeye devam eder.) Kendisi o ropörtajda Bekir Coşkun veya Yılmaz Özdil gibi yazarların filmi izlemeden infaza giriştiğinden şikayetçi idi ama bu şahısların filmi izlemelerinin bir şeyi değiştireceğini zannediyor olması Can Dündar'ın aklına olan güvenimi azalttı açıkçası. Demek ki memlekette günlük köşe yazmanın bir "pozisyon" meselesi haline geldiğini kavramamış da bu insanların örneğin bir filmi objektif olarak izleyip görüş yazacağını zannediyor. Hayret!    

Bir de o günlerde önemli şirketlerimizden birinin Pazarlama Direktörü olan arkadaşımla yemek yerken o da Can Dündar'a ana avrat gitti. Sordum, filmi görmemişti. Yadırgamadım çünkü memlekette akıllı görünen herkes on köşe yazısı okuyup oradan kendi pozisyonuna güven tazeliyor. Çok şükür ki bu köşe yazarlarının vasatlığından kurtulduğum son yıllarda daha etkili yazılar kaleme alabiliyor, yeni şeyler söyleyebiliyorum.  

Turkcell'le ilgili patırtının koptuğu gün başka bir vesileyle Serdar Erener ile konuştum. Olan bitenden dolayı sıkıntılıydı ama filmle ilgili söylediği şey "memlekette artık Atatürk'ün gerçekçi/insani yorumuna geçiş olabileceği" beklentisi idi. Yani kopan fırtınanın dinmesi sonrasında bir tabunun yıkılabileceği umudunu taşıyordu. Ben de aynı umudu paylaştım ama o dönemki aşırı yoğunluğum nedeniyle filme gidemedim.

Bir kaç gün sonra Serdar'ın "beynimin yarısı" (dedi mi bilmiyorum ama) diyeceğini tahmin ettiğim Uğurcan Ataoğlu ile karşılaştım. Fikrini sorduğumda "Güven, film kötü" dedi. "Televizyonda oynatmak için dahi kötü, kaldı ki sinemada oynuyor" diye ekledi. Uğurcan kötü diyorsa kötüdür. Hiç tereddüt etmem. Kendi kendime "eyvah" dedim. İyi bir fikrin kötü bir uygulama nedeniyle heba olabileceği fikri üzerime kabus gibi çöktü.

Sonra Mustafa Altıoklar'ın filmle ilgili yazısı ulaştı internetten. Sinematografik açıdan yerden yere vuruyordu. Filmi görmüş kadar oldum. Ve Kasım'ın son haftası filmi izledim.  

Mustafa'nın ilk yarısında uyudum. Filmde bazı fotoğrafları ilk kez görme dışında ilgimi çeken, daha doğrusu sinemaya gitmemi gerektiren bir şey yoktu. İlk yarının sonuna doğru, bizimkilerin İzmir'e girdikten sonraki eğlencede biraz coştum ve hafiften gözlerim doldu. Arada şöyle düşündüm; Ulan koca savaş kazandık, neden beni duygulandıran tek bir sahne olmadı? Nerede Sakarya meydan muharebesi sırasında inip çıkan moraller, yaşanan tedirginlikler ve sonrasında yaşanan coşku? Tamam, hamasetten bıktık ama bu kadar da  duygusuz bir anlatım olur mu?

Filmin ikinci yarısına kahve alıp girdiğim için daha dinçtim. Konular da biraz daha ilginçti ama anlatım yine donuk, derinliksiz, coşkusuzdu. Bu şekilde de bitti. Hiç bir duygusal titreşim yaratamamış kötü bir filmdi.

Çıkarken ben de Can Dündar'a kızgındım. Tabii ki ona kızan kişilerin çoğundan farklı olarak, Atatürk hakkında olumsuz/yanlış şeyler söylediği için değil; Kötü bir film yaptığı için. İyi bir film yapsa, zaferlerde bizi coşturabilse, hakkında söylediği söylenen olumsuz şeylerden daha fazlasını kaldırırdı. İnsanlar saf değil. Herkes kendisinin çok içki içtiğini biliyor, bundan fazlasına da hazırlar. Böyle yakışıklı bir adamın kadınlarla çok daha fazla vukuatı olsa da anlaşılabilir. Bill Clinton aleni ahlaksızlık yaptığı halde hala en çok sevilen Başkan. Ama toplamda öyle kötü bir atmosfer yaratmış ki kapıdan berbat bir duygu haliyle çıkıyorsunuz, hiç bir şeye tahammülünüz kalmıyor.  Kaldı ki bana sorarsanız Can Dündar Atatürk'ün "olumsuz" yönleriyle ilgili çok temkinli davranmış. Örneğin "yalnız" ifadesinin yanına çoğu zaman "bağımsız" lafını da eklemiş. Söylenene göre bir çok şeyi de sonradan atmış. Filan.

Filmin neden kötü olduğuna dair daha fazla laf etmeyim/edemem çünkü Mustafa Altıoklar gerekeni söylemiş. Açık Radyo'daki "Kurşun Asker" programında önemli teknik hatalar olduğu da söylendi. O yüzden ben biraz nedenleriyle ilgili akıl yürütmeye çalışayım.

Evet, neden böyle oldu? Can Dündar'ın iyi niyetiyle ilgili şeyler de söyleniyor ama bunlara itibar etmiyorum. Sanırım temel hata Can Dündar'ın bu işi bir sinema yönetmenine havale etmeyip kendi çekmesi. Yani iyi bir sinema filmi çekebileceği konusundaki aşırı özgüveni. İşim icabı benzer durumlarla sürekli karşılaşan biri olarak da bunu yadırgamıyorum. Şu an dergide sürdürdüğüm "Kişi Marka" dizisinin temalarından biri de bu ikinci kariyer ve aşırı özgüven mevzuu. Yüzlerce iş adamı ve yönetici ile çalıştım. Bir alanda başarılı olup da haddini bilen o kadar az ki. Bir işi başaran bir başka işe, onu da başaran başka şeylere heveslenir. Herkes bir süper kahraman olma peşinde. Sadece iş alanında değil. İşinde başarılı olan, atıyorum sanatta da bir açılım yapma derdin girer. Onu da yaparım, bunu da yaparım, ben her şeye yeterim mesajı verme çabası içindedir insanlar.

Aslına bakarsanız, MFÖ'nin "Sen neymişsin be abi?" şarkısında dillendirdiği bu kendini ispat, çevreden takdir görme, hayatta bir iz bırakma motivasyonları son derece de insani, anlaşılabilir şeylerdir. Bu ölümlü dünyanın en temel gerçeğine karşı bulduğumuz çözüm budur. O yüzden, kişisel kariyer anlamında yapılanlara diyecek bir sözüm olmaz. Bir çok arkadaşım çektiği fotoğrafları kitaplaştırıyor, akşam arkadaşlarıyla bir yerde müzik yapıyor, yemek alanında denemeler yapıp bunu paylaşıyor, yazarlık deniyor filan. Ayrıca bunları da yapmalıyız. Ben de yıllarca gitar çalmaya çalıştım.  

Ama iş, örneğin bilmediğiniz bir alanda yeni yatırıma girişip milletin ekmeğini riske etmeye gelince orada itirazım başlıyor. Ya da senaryosunu patronun yazdığı ve tüm çekime müdahele ettiği reklam filmi projelerine katılmıyorum. Can Dündar'ın yaptığına, yani yıllardır beklenen bir "fikrin" heba edilmesine ise sinirleniyorum. Adam gibi bir Atatürk filmi yapmak, bu ülkedeki aklı başında insanların belki elli yıllık beklentisi ve bu kötü uygulama yüzünden belki elli yıl daha kimsenin cesaret edemeyeceği bir iş haline geldi.

Amerikalılardan aldığım reklamcılık eğitimlerinde "yaratıcılarla yarışmayın" mesajını çok net  verirlerdi. Takip eden yıllarda verdiğim tüm pazarlama eğitimlerinde bunun altını çizdim. Ayrıca yirmi yıldır ajanslara (yaratıcı ekiplere) brif veririm. O işi yaparken, yönetmen filmi çekerken müdahil olmamak çok zordur ama biz pazarlama profesyonelleri bu konularda çok sıkı  tembihlendiğimiz için işin sanatsal bölümüne yönelik bir müdahale yapmayız. Haddimizi biliriz. Reklamla ilgili toplantılarda (ki yüzlecesine girmişimdir) renk, müzik, kurgu, oyun vs üzerine konuşmayız. Sadece gelen işin hedefe uyup uymadığına yönelik yorum yapar, düzeltmeyi "sanatçıdan" bekleriz. Para dergisinde 3 yıl reklam değerlendirip neredeyse hiç "teknik" açık vermemiş biri olarak yapacağım müdahalelerin ortalamadan iyi olabileceğini bilir, yine de susarım.

Ama yıllardır görüp dururum ki benim durumumda olan insanların çoğu, özellikle de çok uluslu firma terbiyesinden geçmemiş alatıurka yöneticiler, bıraksalar filmi çekecek kadar iddialı ve müdahildirler. Zaten memlekette herkes teknik direktör veya reklamcı. Kimsenin haddini bildiği yok. Can Dündar'ın bu filmi kendisinin çekmesi de en hafif ifadeyle haddini bilmezlik kategorisine girer.  

Aynı hafta Issız Adam filmine gittim. Bir tarafta Çağan Irmak çok bildik, binlerce kez işlenmiş bir hikayeden enfes bir film çıkarıyor, öbür tarafta Can Dündar dünyanın en güzel hikayesinden kötü bir film üretiyor, tek bir duygu teli titretemiyor.  

Aynı şekilde Çağan Irmak yetmişlerin "bildik" şarkılarını doğru yer ve zamanda kullanarak tekrar liste başı yaparken, Goran Bregoviç milli destanımıza çingene müziği yazıyor. Hele o oratoryomsu final müziği?  Tüy dikiyor. Film bittikten sonra jenerikte gördüm ki sözlerini Can Dündar yazmış. Hem düşün, hem araştır, hem konuş, hem köşe yaz, hem film çek, hem de şarkı sözü yaz. Sen neymişsin be abi!

Yazıyı Atatürk'ün lafıyla kapatalım. "efendiler! hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz hatta reis-i cumhur olabilirsiniz; fakat hiçbir zaman sanatkar olamazsınız."

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org