Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

En Güvenilir Kurum ve "Research 101"
05.10.2006
Okunma Sayısı : 5483
Oy Sayısı : 2
Değerlendirme : 5
Popülarite : 1,51
Verdiğiniz Puan :
 

 

En Güvenilir Kurum ve "Research 101"

Bu bültenden itibaren neden dünya markaları çıkaramadığımıza girecektim ama hafta boyunca komutanların yaptıkları açıklamaları tartışınca, bu güncel konuyla ilgili bir detaya pazarlama penceresinden yorum getirme ihtiyacı duydum. Üç dört  haftadır yazdıklarımı da iyi tamamladığını düşündüm. Haftaya marka konularına gireceğiz, söz.

Korku Pazarlaması
Siyasetten anlamadığımı daha önce de belirtmiştim ancak bir pazarlama profesyoneli olarak çok iyi bildiğim bir şey varsa o da insanların parasını almanın en kolay yolunun onları korkutmak  olduğudur. Bunun en basiti de haydutluk. Adamın kafasına silahı dayayıp "paran mı canın mı?" diye sorduğunuzda cevap neredeyse kesindir. Global haydutluk günümüz iş ve politika dünyasında tekrar baskın unsur olma yolundadır, başka konu ama bildiğimiz ticarette de korku pazarlaması çok önemli bir yere sahiptir. Amansız bir hastalığa düştünüz ve tedavi gücünüzü aşıyorsa; sınırlarını olabildiğince zorlarsınız. Medikal alandaki alım satımlarda kafadaki değer denklemi diğer alımlardakinden farklı kurulur çünkü arka planda ölüm, hastalık vb "korku" vardır. Tıp karlı bir sektördür.

Korku ticaretinin veya siyasatinin bir başka çarpıcı örneği olarak ABD'de koca bir ulus ev, iş ve alışveriş merkezleri dışındaki tüm alanların güvensiz olduğu konusunda aralıksız korkutulmaktadır. İnsanlar çalışsın, alışveriş yapıp arabayla evine gitsin ve orada oturup TV izlesin, pizza söylesin diye tüm medya ağız birliği yapmışçasına dehşet yaymaktadır. Güvenlik sorunu kuşkusuz var ancak medyada cinayet, gasp haberleri abartılarak verilmekte, silah ve güvenlik şirketleri ulusal paranoyayı körüklemektedir. 11 Eylül sonrasında olayların nasıl geliştiğini ve insanlara uluslararası terörizm nedeniyle artık güvende olmadıklarının anlatılıp Irak işgalinin nasıl gerekçelendirildiğini ibretle izledik.    

Korku, siyasette de çok yaygın olarak kullanılır. Eski bir söz vardır, "kendi ülkende barış istiyorsan başka ülkelerle savaş" diye. Olan tehdidi abartmak ya da bir tehdit yaratarak kendini ona karşı çare olarak konumlandırmak, halkı o tehdide karşı kenetlenmeye çağırmak, aksini iddia edenleri de saflıkla, hatta ihanetle suçlamak sık rastlanılan bir oy isteme ya da meşruiyet yaratma aracıdır.

Atatürk'ün uzun savaşlar ve politik manevralarla kurduğu ve de çok kırılgan bir zeminde duran genç cumhuriyetin etrafındaki tehditleri abartarak seksen yıl sonrasına  taşıyan zihniyet, bugün yarattığı paranoya ile meşruiyetini gerekçelendirmeye çalışırken, örneğin şimdiye kadar hiç bir başarılı projesi ve de kişisel çekiciliği olmayan Deniz Baykal ana muhalefet partisi lideri konumunu salt bu paranoya yüzünden sürdürebilmektedir.

Üst düzey komutanların geçen hafta yaptığı açıklamaların yarattığı tartıışmanın temel ekseni de yine ülkenin tehdit tanımıydı. Başbakan ile Genelkurmay Başkanı arasındaki somut uyuşmazlık da irticanın gerçek bir tehdit olup olmadığıydı. Diğer tehditler o kadar prim yapmadı laf aramızda.

Yine geçen hafta yaşanan tartışmaların önemli referans noktalarından biri de TESEV'in bu yıl ortasında yayınladığı "Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim" adlı özel yayını oldu. Bahsi geçen yayını çıkar çıkmaz almıştım. 300 Adobe sayfası tutan bu çalışmanın tamamını okumasam da bazı bölümlerine defalarca baktım ve ilginç bulduğum tabloları inceledim. Okumayanlar için söyleyim, bu kitap gerçekten bir almanak. Silahlı kuvvetlerden köy korucularına, polisten özel güvenlik kurumlarına kadar tüm güvenlik alanını herşeyden önce bir "sektör" olarak ele alıp soğukkanlı bir şekilde inceliyor. Rakamlar ve organizasyon şemaları veriyor. Satır aralarında kim ne buldu bilmiyorum ama amacında da belirtildiği gibi öncelikle bu sektörün önündeki perdeleri kaldırıp durumu gözler önüne sermeyi amaçlıyor. Ve bence çok önemli bir şey yapıyor. Şimdiya kadar ülkemizi çevreleyen tehditler bizim gibi sade vatandaşın anlayamayacağı kadar karmaşık işler olarak değerlendirilip buna karşı alınacak önlemler, yani kaç kişilik bir ordu besleyip ne kadar savunma harcaması yapacağımız konusu da orta yerde tartışılmıyordu.TESEV ilk kez böylesine kapsamlı rakamlar açıkladı. İşi gözler önüne serdi ve sanırım sıkıntı yaratan da bu şeffaflık oldu.

TESEV'in çalışmasında kaçırdığım satır arası detaylar olabilir fakat bunun karşısındaki  zihniyeti bildiğim için ne olabileceği ya da olmadığı konusunda da bir fikir yürütebiliyorum. Az önce haberlerde kendisini vicdani retçi olarak tanımlayan ama "öz vicdani retçiler" tarafından dışlanan birisinin uçak kaçırma haberini izledim ve yıllar önce Nadire Mater'in yazdığı kitabın başına gelenleri hatırladım. Nadire Mater'in Mehmedin Kitabı adlı eseri güneydoğuda askerlik yapmış gençlerin duygularını aktarıyordu ve bence oldukça dengeli ve soğukkanlı bir şekilde yazılmıştı. Yakın dönemde askerlik yapmış biri olarak (şahsen daha inançlı bir asker olsam da etrafımdaki insanlara baktığımda) bana hiç de ters, abartılı ve maksatlı gelmemişti kitap. Ancak sonrasında Emin Çölaşan gibilerin yazdıklarını görünce bugün TESEV'in "ihanet" raporunun içeriğiyle yapılan eleştirilerin dozu arasında da benzer bir dengesizlik olabileceğini tahmin edebiliyorum. Bugünlerde bazı şehit ailelerinin basına yansıyabilen çıkışları da bu anlamda çarpıcı.

Research 101
Herneyse ben kendi konuma geleyim. Türkiye'de ordu bir süredir daha yüksek sesle tartışılır oldu. Ben de önceki bültenlerde sivil ve askeri bürokrasi hakkında kendimce eleştirilerde bulundum. Kişisel gözlemlerim toplumda TSK'nın siyasi tavırlarına yönelik daha kuvvetli bir tepki olduğu ama pek seslendirilmediği şeklinde. Bunun da iki temel nedeni var; Birincisi korku, ikincisi bilgisizlik.

Korku önemli. Yıldırım Türker bir yazısında yapılan anketlerle ilgili şöyle demişti. "Ne askeri ne dindarı kızdırarak ayakta durabileceğini bilen Türkiye'li vatandaş, bu kutupların hayali olduğunu, haklar ve özgürlükler gündeme geldiğinde iki tarafın da aynı kıyıcılıkta tavır alabildiğini hissediyor olamaz mı? Yakın tarihinde, tam da o 'ülke çıkarları için her şey mubah', 'her şey vatan için' şiarının etrafında nasıl bir işbirliği içinde olabildiklerini de hatırlıyor mutlaka. Güç ve iktidarın bu iki odak etrafında örgütlendiğini görebilmek için sosyal bilimci olmak gerekmiyor. Yüzüne anket tutulanlar, bu memlekette en sağlam duruşun vatanını milletini başta insan olmak üzere her şeyden üstün gören, askeri yönetimin en mükemmeli olduğunu düşünen, dini bütün vatandaş pozu olduğunu biliyor."

Bu ülkede çoğunluk Silahlı Kuvvetler hakkında yüksek sesle eleştiride bulunmaya korkar.  Ben korkmuyorum çünkü (şu aydın sorumluluğu salaklığı dışında) aslında çok iyi bir askerdim. Okul biter bitmez şubeye gidip hizmet için başvurdum. O zamanlar bizim çevrede askerden kaytarmak için bahaneler aramak bir utanç vesilesiydi. Rütbesini onurla taşıyan, işini en iyi şekilde yapmaya çalışan, yaptığı işi benimsemiş bir yedek subaydım. Askerliği Ankara'da yapmış olmam da bir rahatlık sağlamış olabilir. O dönem komutanım olan Binbaşı Mehmet Akçay ile kurduğumuz ofis on beş yılda koca bir daire oldu. Sonrasında o dairenin başına geçen Tuğgeneral Mehmet Akçay bir kaç yıl önce beni çok şık bir şekilde ağırladı ve "aradan neredeyse yirmi yıl geçti, senin gibi asteğmen gelmedi" dedi. Gerçekten de herkesin gün boyu kaytardığı MSB Teknik Daire'de biz hafta sonları mesailere kalırdık. O dönem müsteşar yardımcısı olan Korgeneral İbrahim Türkgenci bir çok işi "Güven yapsın" diye benim adıma özel olarak gönderirdi. Askerliğin bitmesine on ay kala bacak damarlarımdaki bir problem nedeniyle çürük raporu alabileceğim söylendi. Aklımdan bile geçirmedim. Nasıl dönerdim memlekete "çürük" olarak? GATA'da duruyordur raporum. Gençlik yıllarımda babamın üniformasını giyip oynardım, benimkini de saklıyorum oğlum için...  

Biraz disiplinli ve asker kafayımdır. O yüzden samimiyetimden, yapıcılığımdan şüphem yok, rahat rahat konuşuyorum. TSK'nın yeni çağı ve ülke insanını anlama yönünde farklı bir bakış açısı geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.

İkinci ana başlığımız olan "bilgisizlik" meselesine gelince, söyleyeceklerimi ilginç bulacağınızı zannediyorum. Sanırım şimdiye kadar hiç kimse bahsetmedi. O da orduyla ilgili tartışmalarının önemli dayanaklarından biri olan "en güvenilir kurum" araştırmalarının yetersizliğidir.

Yani ne zaman TSK gücü ve siyasetteki etkinliği tartışılmaya başlansa araştırma sonuçları ortaya konur ve "halkın en güvendiği kuruma karşı nasıl laf edersiniz?" diye sorulduğunda herkes susar kalır. Gerçekten de çok sağlam bir argümandır ve bunun sonrasında "şimdi kabul etmek lazım ki ordunun bizdeki durumu diğer ülkelerden farklı" noktasına gelinir.

Bizim ordu başka ülkelerdekilerden farklı bir konumda haliyle ama mesele bu değil, mesele araştırmanın temel illkelerinden birine ters düşen bir verinin sorumsuz kullanılması, daha doğrusu tek bir sorudan büyük genellemelere gidilmesidir. Yanlış olan şudur; HİÇ BİR ARAŞTIRMADA TEK SORUYLA SONUCA VARAMAZSINIZ. Bir markaya, kuruma  veya tüketici tutum ve alışkanlığını anlamaya dair bir sorgu yapmak için en az 20-30 soru sorarsınız. 50 sorudan az bir soru formuna sahip bir sosyolojik araştırma ciddiye alınmaz. Teknik olarak doğru değildir. Olabilemez.

O yüzden orduyla ilgili toplum algısını tek soruyla ölçmek yetersizdir. Bu aynen bir marka gücünü tek soruyla ölçmeye benzer. Zaman zaman medyada markalar ligi türünden araştırmalar yayınlanır ve burada sadece spontan bilinirlik (awareness) sorarlar. Bu haliyle eksiktirler. Marka gücü hakkında bir fikir verir, güçlü markayla bilinirlik arasında paralellik vardır ancak sorumsuz kullanılması sakıncalıdır. Örneğin kırsalı da içeren bir araştırma yaptığınızda en yüksek oranda bilinen marka Ziraat çıkmaktadır. Bu Ziraat'in çok iyi bir banka veya güçlü bir marka olduğu anlamına gelmez. Gerçek durumu görmek için rakiplerle karşılaştırmalı sorular içeren, kabaca kırk soruluk bir anket yapmanız gerekir.

O yüzden halkın orduya karşı gerçek tutumunu anlamak için tek soru yetmez. Kaldı ki bu soruda salt güven sorgulanıyor. Orduya kurum olarak ben  de güveniyorum ama siyasete müdahalesini yanlış buluyorum. Ve bu anketlerde ordu dışındaki kurumlar hükümet, partiler, medya ve sivil toplum kuruluşları olarak gidiyor. Halk neyi öne çıkarsın, medyayı mı? Al birini vur öbürüne. Bir de yukarıda bahsettiğim korku faktörü var. Eğer bugün  halka ordunun siyasete müdahalesinin dozu, 28 Şubat kararlarının vicdani muhasebesi, türban konusundaki tavrı, savunma bütçesi konusundaki görüşleri sorulsa ve iyi tasarlanmış bir anketle gerçeğe yakın (korku olmadan) bir cevap alınabilse bütün ezber bozulur kanatindeyim. Neden mi? AKP iktidarda değil mi? 12 Eylül anayasasına kabul eden halk onun önerdiği MDP adlı partiyi tarihi gömmedi mi? Ha bir de yirmi senedir bu insanları anlama yönünde samimi çaba gösteriyor, bunu bir çok bilimsel araştırmayla destekliyorum ya, oradan tahmin ediyorum.

Sanıyorum yapılması gereken, ülkenin tehdit tanımı ve ordunun siyasete müdahalesi konularında sağlam araştırmalar tasarlayıp duruma bir bakmak. Bakalım hangi satılmış vatan haini, bizi bölmek isteyen AB'den aldığı fonlarla yapacak bunu?

Gerçeklerden ve tartışmaktan korkmamak lazım.

KORKMA, SÖNMEZ BU ŞAFAKLARDA YÜZEN AL SANCAK
SÖNMEDEN YURDUMUN ÜSTÜNDE TÜTEN EN SON OCAK.

5 Ekim  2006
.













.
.
.
Tüm Yazıları

.
.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org