Ziynet Odası       Odam Olsun       Türklider Odaları       Sizin Odalarınız       Sohbet Odası       TV Odası       E-Kitap Odası       BŞenver       Gazete Odası       iPad       Hakkımızda       Şifremi Unuttum   

 

GÜVEN BORÇA Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Başka Akmerkez Yok
16.11.2006
Okunma Sayısı : 7237
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

Başka Akmerkez Yok

Eski yöneticilerimden biri her gelen yabancı konuğa Türkiye'de bir Pakistan, bir de Danimarka olduğunu, diş macunu ve deodorantı Danimarka'ya sattığımızı söylerdi. Bir çok araştırmacı ve iş adamı Türkiye genelinde "iyi tüketen" bir milyon ve "tüketen" beş milyonluk kitleden söz eder, gerisini ihmal eder. İstanbul gece hayatını yirmi bin kişinin çekip çevirdiği, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın en geniş haliyle müşteri potansiyelinin elli bin olduğu, etkinlikleri düzenli olarak takip eden insan sayısının ise otuz bin kişi ile sınırlı kaldığı da hep söylenir. Bir çok farklı veri de bu rakamların doğruluğunu teyit eder. Türkiye'de kabaca iki milyon "A" sosyo ekonomik statü grubuna dahil insan var derken Araştırmacılar Derneği tarafından yapılan son (ve oldukça sağlıklı) çalışmada sayı bir milyon civarına indi.

Bu kitlenin kabaca üçte biri İstanbul'dadır. Yaz aylarındaki geçici Bodrum buluşması haricinde, İstanbul dışında hiç bir şehrimizde bu kadar yoğun bir A kütlesi görülmez. O yüzden de örneğin İstanbul'un popüler mekanları taşrada barınamazlar. Barınsalar da Ankara'daki Laila ya da Eskişehir'deki Hayal Öğrenci Kahvesi gibi ödünler vererek yaparlar. Bir de A grubunun yarıdan fazlası kültürel nedenlerle "gece hayatı" veya "lüks tüketim" müşterisi değildir ki bu gerçek iletişim planlarında gözden kaçan bir unsurdur. Medyada Bodrum ve Çeşme şişirilirken bir Marmaris veya Alanya'ya sıra gelmez. Çünkü iyi tüketen kesim hepsine yetmemektedir. Sayıca az bu kitle iş adamlarının ve iletişimcilerin gözünü kamaştırmakta, etrafı görmesini engellemektedir.

Türkiye, harcama alanlarının gelişmeye başladığı seksenli yıllarda, buna paralel olarak bozulan gelir dağılımının da etkisiyle saçma-sapan bir tüketim ülkesi oldu. Enflasyonun getirdiği haksız kazançlarla da şişen bu mantık ötesi harcama yapısı şirketlerimizin, markalarımızın dengesini bozdu. Halen de bir çok markanın sağlıklı gelişimini ciddi olarak engellemeye devam ediyor. Lafın özü şudur; ülkemizde nispeten kolay para kazanmış, sınıf atlamış ancak statü grubunun gerektirdiği kültürel birikime sahip olmayan bir kitle evrensel anlamda rasyonel olmayan bir lüks tüketim tavrını pompalayarak çarkı çevirmektedir. Bu yeni-sosyete kitlenin değerleri, zevkleri, harcama alışkanlıkları tam oturmamıştır. Neye ne nedenle ne kadar ödeyeceği netleşmediği için dönemsel isteklerini iyi kavrayan girişimciler tarafından paraları alınırken bunun karşılığında aşırı talepleri dahi karşılanmaktadır. Bu da çok tatlı para kazanan ancak yaşam ömrü kısa markaları, işletmeleri ortaya çıkarmıştır.

Konuttan otomotive çok örnek verilebilse de tezimizin en somut örneği eğlence mekanlarıdır. Bu "şımarık" kitle her gittiği yerde "kapıda" karşılanır, arabaları park edilir, girdikleri mekanda abartılı bir ilgiye mahzar olur, ürün çeşidi ve hizmet kalitesiyle pohpohlanırlar ve tabii ki bunun bedelini de öderler. Benim de aralarında olduğum bu kesime hizmet eden eğlence mekanları dünya standartlarının üzerinde bir ilk yatırım maliyetiyle açılırlar. Avrupa'da bile bulamayacakları yüksek marjlarla çalışır ancak bunun bedelini yeterli müşteri sadakati sağlayamayarak öderler. Mekanlar açılışlarını takip eden bir, belki iki yıl zirve yapıp sonra kaçınılmaz olarak düşüşe geçerler çünkü başka bir girişimci yeni bir yer açmıştır ve herkes oraya üşüşmüştür. Koca şehirde şöyle çeyrek asırdır varlığını sürdüren klasikleşmiş mekanlar yok gibidir. Belki Şamdan, Çubuklu 29 veya zorlanarak ortaya çıkacak bir kaç isim...Hepsi bu. 

Tabii ki dünyanın her yerinde hızlı yükselip inen, hatta yaşam ömrü bir sezon olan "trendy" yerler var, ancak bizde bu kısa yaşam eğrisi neredeyse bir kuraldır. İşletmelerin hemen hepsi heba olur bu süreçte. Kısa yaşam eğrisini hızlandıran bir başka döngü ise fiyat-tüketim ilişkisidir. Yatırımcı onca para harcadığı ve geri dönüşü bir yılda almak zorunda olduğu mekanında fiyatları şişirir. İstanbul'da iyi mekanlarda bir kadeh içkiye Avrupa ortalamasının üzerinde para ödersiniz. Belki bira fiyatı üçte birine inse tüketim artıp mekan aynı ciroyu yapacak, ama belki de yapamayacak. Aslında fiyatların şişik olmasının bir nedeni de düşürdüğünüzde mekandaki "profilin" de düşeceği kaygısıdır.

Ortamdaki "profil" bizim AB grubu tüketici için çok önemlidir. Bir çok mekanın, markanın kitleselleşememesinin nedenlerinden biri olan bu izolasyonun temeli, nüfusunda köylü ağırlığı olan bir toplum olmamızdır. Şehirlerin kapısında engel olamadığımız köylülüğü mekanların kapılarında durdurabilmekteyiz ancak. Bu da ayrı konu.

Dünyada aydın-halk çelişkisinin en yaman yaşandığı ülkelerden biri Türkiye olabilir. O yüzden A ile B, B ile C1 grupları arasında dahi kendisini hemen hissettiren farklar vardır. Bu hatlar "yüksek" arazi araçlarıyla, güvenlikli sitelerle ve korumalı mekanlarla derinleştirilmektedir. Toplu taşımacılık gelişmediği için farklı sınıflara mensup insanlar birbirleriyle sadece trafikte  karşılaşırlar ve zaten en sıkı kavgalar da orada patlak verir. Meseleyi çoğu zaman "biskrem" de çözmez. Aşağıda bahsedeceğim bir kaç istisna dışında neredeyse hiç bir marka bu farklı kesimleri mekanında bir arada tutamaz. Bu bültenin ana fikri de budur zaten.

Eğlence yerlerine dönersek, mevcut dinamik sonuç olarak şöyle bir iş modelini ortaya çıkarmıştır. Astronomik yatırımlarla popüler bir mekan aç. Doğru kanallardan yapılmış PR ile orası iki sene dolsun-taşsın, sen gereğinden yüksek fiyatlarla ve bazen etik dışı manevralarla yatırımının karşılığını iki yılda cebine at, sonraki yıllarda burasını kapat, sat ve yeni bir yer aç. Ya da rasyonel çalış ve kısıtlı sayıda dükkan ve kısıtlı bir kitleyle işini sürdür, şükret.

Kitleselleşme
Yukarıda söylediklerim eğlence mekanlarına yönelik bir gözlem gibi dursa da işin özünde Türkiye'deki hemen hemen tüm markaların temel sıkıntısını işaret etmektedir; Kitleselleşememek. Beklentileri ve gelirleri yüksek bir kitleye mal satma kısır döngüsü içinde sıkışıp bir türlü beklenen (global standartlarda) cirolara ve rasyonel çalışma biçimlerine ulaşamamak. Bir kaç sosyo ekonomik gruba birden mal satabilen markaların toplam markalarımız içindeki oranı %10 bile olmayabilir. Ülkedeki ortalama gelir tabii ki önemli bir faktör ancak örneklerin çarpıcılığı ve de bunu başarabilmiş markaların varlığı iddiamızın kuvvetli tarafıdır.

Örneğin toplamı beş milyar dolar olan dışarıda yeme-içme  pazarında hem geniş kitlelere (yani D,E değil, C grubuna) hitap edip hem de belli bir ürün-hijyen standardını yakalayan tek örnek McDonald's'dır. Bunun dışındakiler ya pahalı restoranlar ya da aylık cirosu üç-beş bin dolar seviyesindeki kebapçı-pideci, bolkepçe lokanta gibi marka olma, kendini geliştirme, yukarıya hitap etme şansı bulunmayan noktalardır. Hadi Burger King ve hızla büyüyen Domino's Pizza'nın hakkını yemeyelim. Hepsini topladığınızda pazarın %5'i etmiyor. Kalanı belli bir kitleselliğe erişememiş durumda.

Geniş kitlelere ulaşmayla ilgili şu tespiti yapmak lazım; McDonald's öncelikle bir iletişim veya markalaşma başarısı değil,  "operasyon" başarısıdır. Temelinde yüksek hacim vardır. Sadece AB grubuna hamburger satarak o hacmi sağlayamazsınız, o hacmi sağlayamazsanız o fiyatlara inemezsiniz, o fiyatlara inemezseniz C grubuna hitap edemezsiniz. Peki A ve C nasıl aynı mekanda bir araya gelir? Gidip restoranlara o gözle bakın. Bir sürü detay görürsünüz ama ben en temel sebebi söyleyim; orada müşteriyi şımartmazlar. Temiz bir mekanda makul fiyatla makul ürünler sunarlar. Ürün portföyü kısıtlıdır. Halbuki bizim memlekette hizmet işinde olup da işini geliştirmek isteyen her girişimcinin ilk yaptığı tüketici ile rasyonel, direkt bir ilişki kurmak yerine onu hizmete boğarak (overservice) şımartmaktır. Sonra da bu şımarıklık alışkanlık yapar ve makul marjlarla karşılanamaz hale gelir. Matematik bilmediğimiz için iş büyümez.

Kurucu ortağı olduğun Biberon mağazaları temel bebek ürünlerini satan indirim marketleridir. Konsepte bağlı kalarak üç yılda bir mağazadan beş mağazaya çıktık. Kendi karıyla. Sonra çalışanların baskısına dayanamayıp puset, mama sandalyesi gibi konsepte uymayan büyük parça mallar koymalarına izin verdim. Müşteri soruyor ya, mutlu etmek lazım... Sonra onları satamayınca takside başladık ve üstüne yanlış yerde açılan bir mağaza da eklenince iki yıldır yerimizde sayıyoruz. Hatta bir mağaza kapattık.

Hazır giyim pazarındaki markalarımızın tamamı körün değneğini bellediği gibi yıllarca en tepeye oynadılar. Ortayı hedefleyen Mango ve Zara talep patlamasıyla karşılaşırken orta direk markası Çarşı, Boyner olmuş ve kitlesel pazarı YKM'ye bırakmıştır. Peki YKM ne yapmaya çalışmaktadır? O da tüm enerjisini "profilini" düzeltmek, yani A ve B grubunu mağazaya çekmek için harcamaktadır. Halbuki böyle bir şansı yoktur. Gideceği yol bellidir; pazarın orta-alt kesimleri, kendilerine hitap eden, sıcak bir ilişki kuran, içeriye girmekten korkmayacakları markalar aramaktadır. Bu insanların paraları azdır ama yok değildir. İstikbal'e, Arçelik'e bakar mısınız? Onlar nasıl her kesime mal satmayı becerebiliyorlar?   

Tekstil/hazır giyim patronları yaygara kopartıyorlar ama kimse onlara neden eskinin "Sümerbank"ı gibi bir konsept geliştiremediklerini sormuyor. Ya da herhangi bir özgün konsept geliştiremediklerini. Collezione ve belki de Koton dışında piyasanın ezberini bozan bir girişim yok.

Türk markalarının kitleselleşme çabaları iyi etüt edilmesi gereken bir süreçtir. Az sayıda iyi örnek, çok sayıda başarısız girişim vardır. Bireysel bankacılığın öncüsü olarak genç, yenilikçi kesimi yakalayan Yapı Kredi, bir süre sonra tellaklarla filan müşteri profilini aşağı çekerken yukarıdaki gruptan ciddi kayıplar yaşamıştır. Ancak esas büyük kaybı şu sıralar temel hizmetleri veremiyor olmasından yaşayacak gibi görünmektedir. Ixir ise hedeflediği kitlenin hiç bir zaman internet kullanıcısı olmaması nedeniyle batmıştır.

Başlığa konu olan Akmerkez ilginç bir vakadır. Burada başarılı olup dışarıda o cirolara ulaşamamış, hayal kırıklıkları yaşamış markalar vardır. Salt Akmerkez müşterisine göre tasarlanan bir markanın İstanbul'da yer açabileceği iki semt daha vardır; Bağdat Caddesi ve Nişantaşı ki onlar da daha çok cadde müşterisi olup farklı bir dinamik sergilemektedirler. Bu bağlamda Profilo ve Şişli Cevahir farklı gruplardan insanları bir araya getirebilen başarılı markalar olarak dikkat çekmektedir. Şimdilerde Akmerkez kitlesini hedefleyen Kanyon, İstinye Park gibi bir kaç yeni girişim var. Bakalım hepsi devreye girdikten sonra Akmerkez müşterisi ne olacak? Kimler gidecek kimler kalacak?  Muhtemelen üç tane Akmerkez olmayacak, birilerinde "profil" düşecek.

Turizmde ve ulaşımdaki temel sorun da aynıdır. Tatile giden küçük ve şımarık kitlemizi (böyle dediğime kızmayın, ben de onlardanım) makul paralarla mutlu etmek neredeyse olanaksızdır. Ya da ancak Hillside'ın yaptığı gibi Avrupalı'nın otuz Euro'ya tatil yaptığı sahilerde ikiyüzotuz Euro'sunu alarak mutlu edebilirsiniz bizim tayfayı. Hillside modeli de bir, bilemediniz üç mekanla kısıtlıdır, zincir oluşturamazsınız. Öte yandan aynı insan yurt dışı seyahatlerinde yirmi dolarlık fark için turunu başka acenteden alabilmektedir. Tur ile seyahat eden %5'lik kitlenin beklentileri aşırı yüksek olmakla birlikte kendileri (eğlence hayatından farklı olarak) bunun bedelini ödemekte isteksizdir. Eşit olmayan bir ilişki talep etmektedir ve bu ilişki şekli Duru, Jolly, İrem ve son olarak da Asya Tur'u batırmıştır.

ETStur'a danışmanlık yaptığım dönemde başarmaya çalıştığımız şey "overservice" alışkanlığını kırmak, müşteriyle doğru, rasyonel bir ilişki kurmak, aşırı vaatlerden vazgeçmek ama temel görevleri, işin gereklerini eksiksik bir şekilde yaparak ve de mağaza sayısını hızla artırarak kitleselleşmekti. Aksi halde nüfusun %5'ine hitap etmeye devam ederseniz gerçekten global çapta bir "iş"ten bahsedemezsiniz. ETS bu işi büyük ölçüde başardı ve pazara hakim oldu.

Türkiye'de sivil havacılığın tarihi şu yıllarda yazılmaktadır. Yıllardır elit bir müşteri kitlesi olan ve neredeyse birbirimizi tanıdığımız havaalanlarımızda profil hızla "düşmektedir". Aslında havaalanlarımızda şu sıralar yaşananlar on-yirmi yıl sonrasının Türkiye'si hakkında iyi ip uçları vermektedir. Türkiye'de yıllardır tüketimin dışında kalan ana kütle, gelirin artmasıyla birlikte tüketenlere katılacak, uçağa binecek, tatile gidecek, dışarıda yemek yiyecek ve kozmetik ürünleri almaya başlayacaktır. Tabii ki bahsettiğimiz bir yumurta-tavuk ilişkisi. Talep artıp pazar makul bir hacme gelince fiyatlar düşecek, düşen fiyatlar talebi daha da artıracaktır. Örneğin kozmetik ürünleri yıllarca bizde çok pahalı idi, şimdilerde dünya fiyatlarını yakaladı. O yüzden pazar büyümesi krizde dahi hız kesmedi. Deterjan fiyatları gram-$ bazında on yılda %40 geriledi, pazar üç katına yakın büyüdü. Gelecekte özellikle hizmetler sektöründeki markalarımızın çoğu kaliteyi düşürmeden, mevcut müşteriyi kaçırmadan kitleselleşmenin bir yolunu bulmak zorunda kalacaklardır. 

Bu da hiç kolay değildir. İşler kağıt üzerinde kurgulandığı gibi gitmez. "Migros gibi çalışmaya alışmış olduğu için Şok hiç bir zaman bir BIM olamayacaktır" lafını Şok kurulduğu sene etmiştim. Mesele hedef kitleyi doğru tanımak ve donu ona göre biçmektir.  Çarşı'nın konumunu oturtmamasının nedeni patron ve yöneticilerinin orasını hep kendi hayat standartlarına göre biçimlendirmeye çalışmasıdır diye düşünürüm. Halbuki Çarşı'nın ne yapması gerektiğinin tarifi adında vardı. YKM'nin yukarı doğru arayışlarında da patronlarının, yöneticilerinin yaşam tarzı etkilidir. Hiç alınmasınlar lütfen. Ne tanırım, ne de bir meselem var, iyi niyetle hatalarını düzeltmeye çalışıyorum. Aksi halde Mango, Zara gelip işimizi elimizden alıyor ve bu memleketin marka misyonerlerinden biri olarak bu durum bana koyuyor. (Ne kadar tedbir alsam da böyle eleştirilerle oralardan iş alma ihtimalimi sıfırladığımı bilecek kadar iş yaptım bu memlekette ama yine de susamıyorum işte.)

Türkiye'nin markalaşmadaki en önemli eksiklerinden biri, iş adamlarımızın olaylara müşterinin (ya da gelecekteki potansiyel müşterinin) gözlüklerinden bakamamasıdır. Modern iş adamımız akşam kulüpte arkadaşlarına ne söyleyeceğiyle ilgilidir daha çok.  Fazla dikkat çekmeyip sessiz ve derinden giden Collezione kitleselleşme yolunda başarılı bir grafik çizmektedir örneğin. Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde ve de Anadolu'da uygun fiyatla şıklığı ve modayı sunmaktadır gençlere. Belli bir ölçeği yakaladığı için de çarkı başarıyla döndürmektedir. Hata yapmazsa döndürecektir de. Dünyanın her yerinde iyi giyinmek, modayı takip etmek isteyen ancak yeterli parası olmayan çok genç vardır. Halbuki bizim reklam-pazarlama sosyetesinin favori vakası "T-box" dır. T-box hoştur, yaratıcıdır ama daha başka bir yere gitmeyecek, yaşam ömrü kısa bir projedir bence.   

Geçen bültende yazdım, İstanbul'un turist sayısını artıramamasının önemli nedenlerinden bir tanesi de turistlerin şehri doyasıya yaşayamamalarıdır. Salına salına gezecekleri geniş kaldırımlı yollarımız ve de şehrin insanlarıyla birlikte yemek yiyip eğlenebilecekleri mekanlar yoktur. Aklınıza Avrupa'nın büyük kentlerini getirin. Şehrin merkezi yerlerindeki kafelerde, restoranlarda hem yerli halk hem de turistler bir aradadır. Oraların çok özel kulüpleri dışında bir kahveye hemen her yerde aynı parayı ödersiniz. Biz de ise turistlerin gittiği yerlerle bizim gittiğimiz yerler ayrıdır. Antalya'da zaten turistler izole bir hayat yaşarlar ama İstanbul'da da durum farklı değildir. Şehirli tarihi yarımadaya pek gitmez, turist de Boğaza, Etiler'e eğlenmeye veya Nişantaşı kafelerine gelmez çünkü hem uzaktır hem de pahalı. İşletmecilerimiz kendi özel ve güzel kitlesini her türlü "dış saldırıya" karşı korumakla görevlidir öncelikle. Zincirleşme hedefi olanı da fazla göremezsiniz.

Kitleselleşme meselesi sadece perakende, eğlence ve hazır giyim sektörleri için değil, bankadan sanata, ev tekstilinden diş macununa kadar neredeyse tüm üreticilerin/markaların meselesidir. CHP'nin de meselesidir ve altındaki temel dinamik aynıdır. Yoksa bu gelir ve tüketim oranlarıyla bırakın dünya markaları çıkarmayı, iç pazarda yeterince sağlıklı markalar yaratmamız veya yaşatmamız da olanaksızdır, CHP'yi iktidar yapmak da. Yıllardır ülkede rekabet adına yaptığımız tek şey, bir bardak suda fırtına koparmaktır. McDonald's, Carrefour, Zara gelip bize iş nasıl yapılır onu göstermektedir. Ülkede diş macunu fiyatları hala yüksektir. İnsanımız pis deyip halkı aşağılamak işin kolay yoludur. Zor olan geniş kitlelere yönelik pazarlama programları geliştrebilmektir.  

Biz profesyoneller, iletişimciler neyi doğru yapmıyoruz?
Ülkemizin pazarlama, reklam, danışmanlık alanlarındaki entelektüel birikimi A grubuna yönelik yaratıcı ürün ve iletişim fikirleri bulma konusunda büyük bir çaba harcamakta, bu çabalar çoğu zaman ticari karşılığını bulamamaktadır. Ciddi birikim heba olmaktadır. Öncelikle bizim camia bu tür şık işleri sevmektedir. Onlarca iş adamından T-box benzeri bir proje yapma isteğini bizzat duydum.

İstek meselesi dışında bence dev kitlesel markalar yaratmadaki en önemli eksiğimiz öncelikle işin matematiğini çözememektir. Çoğu iletişimcinin, hatta patronun matematik bilmemesidir. Yani bir operasyon kaç satış noktası, kaç ürün ve ne parayla kendini döndürür? Global mi gitmek lazım, yerel mi? Hangi ciro ve kar marjıyla sağlıklı bir marka yatırımı yapılabilir? Oralarda çok eksiğiz öncelikle. Hesabı sağlam yapıp ona uygun bir pazarlama planı ve finansal plan geliştirmek gerekir. Ve haliyle yatırımcıyı o paraları vermeye ikna etmek.

Sonra bu işi başarmış markaları iyi etüt edip detayları bulmada ve uygulamada zorlanıyoruz. İşin sadece bir hamburger yapmak olmadığını anlamak için McDonald's örneği yeterli  sanırım. Arçelik toplumun her kesimine nasıl mal satabiliyor? Zara, BIM, Collezione işi nasıl döndürüyor? Üretimde, hizmette, sunuşta bir sürü detay var, onları yakalamak lazım. Sanki çok ayrıştırıcı kavramlar geliştirip ve süper reklamlar yapınca insanlar mağazalara koşacak. Ünlü reklamcımız Hulusi Derici'nin fast food restoran işletme deneyimi, içerideki onca güzel fikre rağmen yürümedi çünkü muhtemelen işin matematiğine hiç kafa yorulmamıştı.

Ve nihayet hedef kitleyi anlamıyoruz. O insanlara uzağız ve saygı duymuyoruz. Satışın temel ilkesidir; saygı duymadığınız birisine mal satamazsınız. İnsanlar yukarıdan bakılmayı, samimiyetsizliği hissederler. Öncelikle iş dünyasında patrondan pazarlama yöneticisine, reklamcıdan araştırma şirketine kadar ciddi bir paradigma değişikliği gerekiyor. Toplumun diğer kesimleriyle aramızda kurduğumuz duvarları yıkmadan da bunu başarmak zor. Türk aydını halkıyla, diniyle, tarihiyle, gerçekleriyle barışmak zorunda. Bunu sağlamadan işimiz zor.  

(Haftaya yurt dışında olacağımdan bülten gelmeyecek)

16 Kasım 2006

.
.
Tüm Yazıları

.
.

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org