ARİF DEVELİ Bülent Şenver'in Odası TV Programı
. .
izlemek için
. .
dinlemek için
. .
Arif Develi, Bülent Şenver
. .
ARİF DEVELİ Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Deşifresi
Arif Develi (AD) Bülent Şenver (BŞ)
BŞ: Bülent Şenver'in Odası'na hoşgeldiniz.
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi.
Hoş geldiniz Arif Bey.
AD: Hoşbulduk.
BŞ: Siz çok çok uzun yıllar tek bir meslekte ve başarılı bir şekilde o mesleği yürüten, götüren, çevrenizde daima saygı uyandıran ve müşterilerinizi her zaman memnun eden bir kişisiniz, bir patronsunuz.
Üstelik İstanbul'a Gaziantep'ten gelişiniz o kadar genç yaşta ki, 22 yaşında gelmişsiniz İstanbul'a.
Ve bir başka özelliğiniz de o yaşlarda bir iş kurmuşsunuz.
Türkiye'de biliyorsunuz müteşebbislik çok önemli, girişimcilik çok önemli.
Bugün bir gencimize desek ki, "22 yaşında iş kuracaksın" hayal bile edemez.
"Nasıl olur? Daha üniversiteyi yeni bitirdim, nasıl yapacağım?" diye.
Halbuki siz buna cesaret etmişsiniz, böyle bir işe girişmişsiniz.
Gençler için istiyoruz ki bu programda, siz tecrübelerinizi, birikimlerinizi ve zenginliklerinizi paylaşın. Bu zenginlik para olmasın , tecrübeleriniz olsun, anılarınız olsun.
İsterseniz ilk konuşmamıza başlarken, 22 yaşında böyle bir işe girmek , böyle bir sorumluluğu almak, böyle bir riski almak, bizi o tarihlere götürün ve gençlerin sizden öğüt diye alabilecekleri , size benzemek için yaparak onlara faydası dokunacak bir şeyler onlarla paylaşalım mı?
AD: 22 yaşında risk almak.
Bu Gazianteplilerin geninde var müteşebbislik.
Bakıyorsunuz Anadolu'da Anadolu Aslanları denildiğinde zaman en ön planda gelen şehir Gaziantep'tir.
22 yaşında bu riski nasıl aldım? Aileden gelen bir konu.
Biz çocuk yaşta bizim ailemiz bizi el bebek gül bebek büyütmediler 6 yaşımda çalışmaya başladım.
İlkokula gitmeden.
İlkokula da giderken okul ile dükkanımız karşı karşıyaydı.
Sabah 6'da dükkana gelirdik, 8'e kadar çalışır, okula giderdik.
Öğlen okuldan çıkar, dükkana gider 1 saat çalışır, yemeğimiz yer okula giderdik.
Öğleden sonra okuldan çıkardık, akşamüzeri dükkana gelir iki saat çalışırdık, ondan sonra eve gider ders çalışırdık.
Bizi küçük yaşta mesela ben 8-9 yaşındayken evin meyve ve sebzesini ben alırdım.
Bir sorumluluk alıyorsun.
Giderdim manavdan sebze halinden elmayı, portakalı, her şeyi seçerek alırdım.
Yaşım 10 yaşına geldiğinde et alma görevim oldu.
Biz iş yerlerimize eti bütün alırız.
Etik kendimiz işleriz.
Kasaptan et almaya bizi gönderirlerdi.
Gidip hayvanın sırtına bakardık kalın mı?
Yağlımı?
Kuyruğu büyük mü?
Erkek mi?
Kasap zaten her zaman aldığımız yer olduğu için yanlış bir seçim yapsak bizi uyarır.
BŞ: Erkek olan et daha mı iyi?
AD: Tabii.
O yaşlarda mesuliyet almaya başladık.
Ben 12 yaşıma geldiğim zaman Antep'te büyük bir restoranımız vardı,
250 kişilik bir restorandı, o günün şartlarına göre büyük bir restorandı.
Ağabeyim seyahate gittiği zaman dükkanın yönetimini bana bırakırdı.
Dükkanda dünya kadar insan var,
Antep'in savcısı, hakimi, işadamı, bütün üst kademenin yemek yediği yer, orada 12 yaşında bir çocuğun idaresi.
BŞ: Çok büyük bir sorumluluk bu.
AD: Tabii. Burada ailelere düşen bir şey var, çocuklarına küçük yaşta sorumluluk versinler.
BŞ: Tam tersini yapıyoruz değil mi? Sanki o yapamazmış gibi onun yerine her şeyi biz yapmaya çalışıyoruz.
AD: Çocuk bir şey yapacağı zaman çocuğun önüne geçiyorlar.
Çocukların yolunu kesmemek lazım.
Ben çocukların hiçbir zaman önünü kesmedim. 22 yaşımda geldim Samatya'yı açtım.
Şimdi bakıyorsun 22 yaşında çocuk sokaklarda serseri mayın gibi geziyor.
Ben 22 yaşımda İstanbul'a hitap etmeye başladım.
BŞ: Sizin geldiğinizde paranız , sermayeniz var mıydı?
AD: Sermayeyi ben burada kendim yarattım.
Ağabeyim bana bir tokat vurdu, ben askerden gelmiştim, çıktım İstanbul'a geldim.
BŞ: O tokatla. İyi ki o tokadı atmış.
AD: En büyük sermaye insanın aklı, dürüstlüğü, güvenilir bir adam olması.
Ben bugün İstanbul piyasasında nereye telefon açsam 10 milyon parayı bir saatte toplarım.
BŞ: Güven yaratmışsınız.
AD: Bu güveni de hiçbir zaman istismar etmemek lazım.
BŞ: İstanbul'a 22 yaşında geldiğinizde sizi kimse tanımıyordu çevrede.
AD: Antepli dostlarımız vardı. Antep'ten tanıyorlar bizi. Antep'te biz iyi bir aileyiz.
BŞ: İstanbul'da size yardım ettiler mi?
AD: Ben hiç kimseden yardım almadım, emeklerimle bu yere geldim.
Dükkanda büro olarak kullandığım odada masa sandalye vardı.
Gece o sandalyeleri birleştirip üzerinde yattım.
Sabah 5'te kalkıp mutfakta etleri hazırladım.
O aşamalardan geçerek bu yerlere geldim.
Kendime her zaman güvenim oldu.
BŞ: Moralinizi bozmuyor musunuz sorunlar çıktıkça?
AD: Sorunlar çıktıkça , bazen beklemediğiniz insanlardan yanlışlar görüyorsun.
Diyorsun ki "Bunda da Allah'ın bir hayrı var." Diyorsun.
Hayatta yanlışlarımız olmadı mı? Çok yanlışlarımız oldu.
Hiçbir yanlışımdan da pişmanlığım olmadı.
Her yanlış bir tecrübe.
Her yanlıştan bir tecrübe ediniyorsun.
Her yanlış sana dikkatli adım atmayı öğretiyor.
BŞ: Şuanda Develi Restoranları kaç oldu?
AD: 6 tane restoranımız var.
Bir de baklava dükkanımız var.
Ben her zaman iş yerinde çalışan müdürlerimle kardeş gibi, arkadaş gibi.
BŞ: Bu 7 iş yerinde de sizin ayrı ayrı odanız mı var?
AD: Hepsinde de var odam.
BŞ: Dolaşıyor musunuz onları?
AD: Dolaşıyorum. Kendi çocuklarımla arkadaş gibiyim.
Kendimle barışık bir insanım.
Hiçbir şeye kötü yönden bakmam.
Her zaman iyi tarafından bakarım.
Müşteriye dürüstüm. Ona çok dikkat ederim.
BŞ: Müşteriye dürüstlük bu işte nasıl sağlanır?
AD: 10 Liraya aldığın malı 100 Liraya satarsan bu dürüstlük değil.
BŞ: Makul bir kar marjı olacak.
AD: Bizim dükkanlarımızda kar marjımız yüzde 20.
O da belli bir ciroyu geçtikten sonra.
En son noktaya geldiği zaman yüzde 20 kar marjımız var.
Ben kalkıp da bir porsiyon şişi 60 TL'ye satarsam günah.
Ama makul bir fiyattan satarsam bunu herkes yer.
Kullanmış olduğum malzemenin her zaman en iyisini kullanırım.
Alışveriş yaptığım insanlarla pek pazarlığa girmem.
Yıllardan beri aynı insanlarla alışveriş yaparım.
BŞ: Onlar da size fazla fiyat söylemez.
AD: Söylemezler.
Yıllardan beri aynı yerden Antep'te belli bir yerden mal alıyoruz.
Üretim bölgelerinden bir de gelen mallar var.
BŞ: Et olarak mı?
AD: Et değil, eti Trakya çalışırız, Bandırma çalışırız.
Bu bölgelerin etini tercih ederiz. Diğer bakliyat malzemelerini Antep'ten gelir.
Biberimiz Maraş'tan gelir.
Biber siparişi verdiğim zaman biberin kilosu kap lira diye sormam.
Bizim alışveriş yaptığımız yerlerle peşin çalışırız.
Malı alırız, fatura muhasebemize girdiği anda parasını hemen göndeririz.
BŞ: Kebap yiyen bir müşteri o kebabın kalitesini nasıl anlayacak?
AD: Biz çürütülmüş et kullanmıyoruz. Etin iki türlü yumuşaması var.
BŞ: Nasıl çürütüyor?
AD: Eti 1 ay , 1,5 ay bekletiyor. Eti çürütüyorlar. Eti çürütmek için kimyasallar var ki çok tehlikeli.
BŞ: Ama biz müşteri olarak anlamayız değil mi yerken?
AD: Tabii ki. Ama iyi damak tadı olan onu bilir.
BŞ: Hep sizi yanımızda götüremeyiz ki. O zaman güvendiğiniz yere gidip yiyeceksiniz. AD: Biz de kullandığımız ette, et biz bugün gelir, yarı işlenir, öbür gün tezgaha çıkar.Bizim müşterinin yemiş olduğu et en fazla üç günlüktür.
Etin kalitesinden dolayı et her zaman yumuşaktır.
BŞ: Bu işi yapmanın zorlukları neler? muhakkak vardır.
Her işin bir zorluğu vardır o zorluğun üstesinden gelmek gerekir. Sizin işinizin zorlukları.
AD: Malzeme temini, eleman olayı. Eskisi gibi ahlaklı eleman çok azaldı.
BŞ: Ahlaklı eleman az mı? Ne yapıyorlar?
AD: Bir insan çalıştığı yerde işe kendi dükkanıymış gibi sahip çıkması lazım. Ramazanda çok yoğun oluyor, dışarıdan ekstra garson alıyoruz.
Biz bunu Florya'da yaşadık, iftarda 1300 kişi var.
Müşterilerimiz hepsi bizi seviyorlar.
Mesela müşteri dedi ki "Şu garson bize şu türlü davrandı" onu bir daha çağırmadık.
Bir de müşterilerimize soruyoruz "Servisten memnun musunuz?"
Ben dükkanda olduğum zaman, çocuklarımda aynısını yaparlar, müşterilerin arasında dolaşıyorlar , masalarda tabaklarda yemek kalıyor mu? Bu da çok önemli.
BŞ: Kalıyorsa soruyorlar mı?
AD: Kalıyorsa soruyoruz "Neden yemediniz?" Müşteri diyor ki "Çok doydum" Biz ona rağmen o yemeğin tadına bakıyoruz.
Müşterinin bir şikayeti olduğu zaman kesinlikle kulak arkası yapmayız.
Müşteriyi ararız, müşteriye ulaşırız, özür dileriz ve hatamızı da telafi ederiz.
Bu da müşterinin çok hoşuna gider.
Mesela müşterileri evinde yemek veriyoruz veya müşteri dükkanda davet veriyor, ertesi gün müşteriyi ararız, arayan kim?
Patron. Deriz ki "Yemekten memnun kaldınız mı?
Bir şikayetiniz oldu mu?
Memnun musunuz?"
Müşteri teşekkür ederse eder, hatamız varsa bize söyler, biz de o hatanın üzerinde kesinlikle dururuz.
Bunu neden yaparız?
Bizim başarımızdaki en büyük nedenlerden biri de bunlar. .
Müşteriye saygı, müşteriyi aptal yerine koymamak, müşteri çıkarken gülerek çıksın, paranın hayrını görelim, bunu personele her zaman söylerim.
BŞ: Bunun tersi davranan bir çok yer var değil mi?
AD: Bu meslekten olmayıp bu mesleğe giren çok insan var. Bu meslekte sıcak para var. Bu kredi kartları da çıktı zaten , eskiden deftere yaz olayı olurdu, deftere yaz olayı yok şimdi.
Herkesin cebinde kredi kartı var, 6 gün sonra para kasamıza giriyor.
BŞ: Babanızdan ne öğrendiniz siz?
AD: Ben babamdan hiç bir şey öğrenmedim.
Ben babamı 2.5 yaşımda kaybettim.
Ama babamız bize çok güzel bir tezgah bırakmış, çok güzel bir isim bırakmış, biz babamızın ismi üzerine ayakta durduk, o bayrağı aldık, daha ilerilere götürdük.
Ben rahmetli ağabeylerimden çok şey öğrendim.
Dükkanda çalışan ustalarımızdan çok şey öğrendim.
Babamız ölmüş, biz o dükkanın hissedarıyız ama orada işçi gibiyiz.
Hiçbir hatamız af olmaz.
Her türlü cezayı görürdük.
Şimdi o görmüş olduğumuz cezalar başarıyı getirdi.
O disiplin bize başarıyı getirdi.
Benim çocuklarım da aynı. Ben çocuklarımı küçük yaşta mutfağa soktum.
BŞ: Ali ve Nuri'yi.
AD: Nuri Üniversitede.
Ali liseyi bitirdikten sonra ben okumayacağım dedi .
O dükkanda bulaşık da yıkadılar, her işi yaptılar.
Bu işi yaptıkları için kollarında altın bilezikleri var.
Ben de olan şeylerin hepsini onlara verdim.
Dürüst olmalarını, iş yaptıkları kişileri üzmemelerini, esnafı üzmemelerini , bayram geldiği zaman gerekli ikramları yapmalarını.
Bizim mesleğimiz müthiş bir çevre edinme mesleği.
Bir çok insanın ulaşamadığı insana biz beş dakika da ulaşıyoruz.
Ama hiçbir zaman da suistimal etmeyiz.
Hiçbir zaman da bir şey istemeyiz.
BŞ: Bu konuda siz o kadar büyük tecrübe kazandınız ki , bu tecrübeleri sadece kendi oğullarınıza değil de daha çevreye yaymak için sizin gibi insanlar yetişsin diye neler yapmayı düşünüyorsunuz?
AD: Ben bunu bütün personel toplantılarında personele "Allah her zaman size de dükkan nasip etsin" derim. İşyeri açanlara da her zaman yardımcı olurum.
Bu konuştuklarımı onlara da anlatırım. Biz de bir eğitim sistemimiz var.
Mitinglerimiz var.
Bütün dükkanlardaki personel toplanır, 120 kişi olur. Onlara diksiyon dersi aldırtıyoruz.
BŞ: Nasıl konuşulur? Nasıl giyim kuşam yapılır? Müşteriye nasıl hitap edilir? Masanın yanına ne kadar yaklaşılır?
AD: Dükkanda salonda kameralar var.
Bu kameraları niye koyduk? Hem güvenlik açısından, hem salonu takip açısından. Nuri kamera ile izliyor, ertesi gün bir toplantı yapıyor şeflerle.
Diyor ki: "Bu masaya dört kişiye servis yapıldı, üç kişinin sıcakları niye gelmedi? Hepsinin aynı anda verilmesi lazım. Bu masaya pide verildi, bu masaya verilmedi. Kameralardan denetliyoruz. Bu da başarıyı getiriyor.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında Sayın Arif Develi ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaşıyor.
Şimdi bir göster bin işit.
Ben size bir obje getirdim, onu da kutumuzun içine koydum.
Onu size göstermek istiyorum ve ona birkaç saniye baktıktan sonra o obje ile ilgili gençlerimizin kulağına küpe olabilecek bir şey söylemek istiyorum.
Sizin için getirdiğim obje bir kaşık.
Bu kaşığa bakıp gençlerin kulağına küpe olacak neler söyleyebilirsiniz.
AD: Gençler her zaman yediklerini nimetin kıymetini bilsinler. İsraf etmesinler.
Kendisi yerken olmayanları da düşünsünler.
Biz bu konuda çok hassassız.
Paylaşım çok önemli. Hep bana dersen sana o ekmeği kimse yedirmez.
Ama paylaşarak yersen her zaman çoğaltırsın.
BŞ: Bu kaşıkla hep bana hep bana demeyeceksin.
Birazcık da size diyeceksin. Bir sana bir bana mı? İki sana bir bana mı?
AD: Çocuklarını ve aileni düşüneceksin, ona göre sana bana yapacaksın.
Bir de kendi etrafındaki takım akrabaları da düşüneceksin.
Her zaman gölgene ışık saçacaksın.
Hep bana hep bana yaparsan sen zaten onun hayrını görmezsin.
Samatya'da ki dükkanda çalışan personel sayısı 96. Orada 150 kişilik yemek çıkar.
Çöpçüsü gel yer, o gelir, o gelir, her gün belli bir yere 26 seneden beri yemek gönderirim, öğlen yemeklerini.
Bunun yanı sıra müşteriden gelen artıklar var.
Onları ayırırız hayvan barınaklarına göndeririz.
Orada da yaşayan bir canlı var.
Kapıcımıza her zaman yardım ederiz, evimizde çalışana her zaman yardım ederiz, çevremizdeki fakir fukaraya yardım ederiz.
Zaten onların duasıyla bir yere geliyorsun.
Beddua almayacaksın, her zaman dua alacaksın. Bir de başkasının gözü kalmayacak.
Göz kalmasına nazar derler.
Nazara gelmemek için de dağıtmasını bileceksin.
BŞ: Vicdanınız rahat sizin değil mi?
AD: Evet. Gençlerin buna çok dikkat etmesi lazım.
BŞ: Bu dağıtım ve paylaşım için zengin olmak gerekmiyor değil mi?
AD: Anadolu'nun bir özelliği vardır.
Adam fakirdir, evde bir pişirimlik bulguru vardır, onu misafire ikram eder, kendisi aç yatar. Bu bir Anadolu kültürüdür.
BŞ: Bu da önemli bir değer.
AD: Zekat nedir? Paylaşımdır.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz. Kendisi tecrübelerini paylaşıyor, sadece gençlerle değil, tüm toplumla aslında paylaşıyor.
Şimdi soru yağmuru diye bir bölümümüz var. Niye yağmur diyorum? Size kısa kısa sorular sormak istiyorum, o sorulara da sizin kısa kısa cevaplar vermenizi istiyorum.
Sayın Arif Develi benimle soru yağmurunda ıslanmaya hazır mısınız?
AD: Hazırım.
BŞ: Oğlunuz Ali ve Nuri'yi karşınıza çağırıp, onlara iki dakikalık bir şey söylemeniz gerekse onlara ne söylersiniz?
AD: Şu anda buraya gelseler derim ki "Oğlum niye buradasınız, işinizin başına gidin"
BŞ: "Beni Bülent Hocamız çağırdı, bize kulağımıza küpe olacak bir şey söyleyecekmişsiniz." Deseler.
AD: Toplumda bir çok değerler değişti.
Eskiden insanların şahsiyetine önem verilirdi.
Bulunduğumuz toplumda paraya önem veriyorlar.
İnsanlar çok değişti. İnsanların yüzde 80'ni çıkarcı oldu.
Bencil. Birine selam verirken bundan ne çıkarım var diye düşünüyor. Ben çocuklarıma şunu diyorum:
"İşinize sahip olun. İşiniz olmazsa hiçbir değeriniz olmaz.
İşiniz olmazsa paranız olmaz. Paranız olmazsa yaşantınız da olmaz.
Onun için işinize dikkat edin.
İş yaparken avucunuz içinde tutabileceğiniz kadar tutun."
Bize o kadar çok ortaklık teklifleri geliyor ki.
Franchise işleri oluyor ben hiç birine sıcak bakmıyorum.
Geçen sene Bursa'dan bir teklif geldi.
Bursa'da merkezinde 3 dönüm bahçe içinde , her katı 450 metrekare 3 katlı bir köşk. "bütün yatırımı ben yapayım, işletmeyi de siz yapın, yüzde 50 ortak olalım" diyor.
Ben kabul etmedim.
Çünkü İstanbul'un dışı.
Çok şükür kaliteli giyiniyoruz, rahat bir yaşantımız var, hayrımızı yapıyoruz, güzel de yaşıyoruz.
Daha fazlasını ne yapacağız? Başkaları yapsın, başkaları da kazansın.
Bunu çocuklarıma ve bütün gençlere söylüyorum; arkadaşlarını iyi seçecekler.
"Söyle bana arkadaşını, sana kim olduğunu söyleyelim" demişler.
BŞ: Arkadaş insanı bazen kötü yollara götürür mü?
AD: Kumarcı ile gezen kumarbaz olur, içkici ile gezen alkolik olur. Arkadaşını seçerken evleneceğin kızı nasıl seçiyorsun öyle dikkat edeceksin.
Şimdi gençler evlenirken şıp sevdi aşık oluyor.
BŞ: Boşanıyorlar sık sık.
AD: Neden? Seçimi iyi yapamamaktan. Huzurlu aile çok önemli.
Ben her zaman derim ki "Oğluna kız mı alacaksın huzurlu aileden alacaksın.
Kız mı vereceksin huzurlu aileye vereceksin.
BŞ: O zaman önce ailesini araştıracaksınız.
AD: Eskiden öyle değil miydi? Kız verirken yedi köküne bakarlardı.
Huzurlu bir ailede çocuk her zaman huzuru görmüş, huzurlu yaşamış , evlendiği zamanda huzurlu yaşamayı bilir.
Huzursuz bir ailede yetişmiş bir çocuk huzursuz yaşamayı biliyor.
Hayatı öyle zannediyor.
İş hayatı da aynı. Her zaman huzurlu ortamda iş yapacaksın, huzurlu çalışacaksın, huzurlu yaşayacaksın.
BŞ: Eşiniz Sevil Hanım'ın en çok beğendiğiniz özelliği nedir?
AD: Sevil Hanım'ın en çok beğendiğim özelliği çok insancıl oluşu.
Fakir fukaraya çok koşar.
Mesela Kapıcının çocuğu rahatsız olmuş , arabasıyla doktor götürür ilgilenir.
En çok sevdiğim özelliği ; beni her kadın çekemez.
BŞ: Siz çekilmez birisi misiniz.
AD: Çekilmez birisi değilim, ama her hanım çekemez. Çok çevresi olan bir insanım.
Ben saat 5'de telefon açarım, "Akşama 10 kişi misafir var" derim. "Kaçta geliyorsunuz?" der. "7.30" derim.
O saate kadar sofraya 20 çeşit, her şeyi dört dörtlük hazırlar, her şeyi kendisi yapar.
Benim en büyük şansım, misafiri onun da sevmesi.
Hiçbir zaman eve misafir çağırdığım zaman yüzüm kararmadı
Hep memnun ayrıldılar.
BŞ: Çok memnun ayrılırlarsa da sık sık gelirler. Gelsinler mi?
AD: Gelsinler tabii. Misafir kısmetiyle gelir.
BŞ: O kadar iyi anlatıyorsunuz ki bende gelmek isteyeceğim.
AD: Şeref verisiniz. Misafir kısmetiyle gelir.
Bizim evimizde sanatçılarda misafir oldu, basının en üst tepesi de misafir oldu.
Bu gibi şeyler beni mutlu ediyor, bu mutluluğu ben eşimin sayesinde yaşıyorum.
BŞ: "Bal tutan parmağını yalar." Yalamalı mı?
AD: Bunu çalarak değil, hak ederek yalayacaksınız.
BŞ: O tuttuğunuz balın kimin olduğuna bakacaksınız. Eğer size emanet edilmiş bir balsa olmaz.
Ama parasını kazanarak hak ettiğiniz, kendinize ait bir balsa olur.
AD: Ben evimde misafirim olur, sofrada 20 kişi oturuyoruz Bahçeköy'de ki evimde, masaya otururum ilk sorduğum "Bekçinin yemeğini verdiniz mi?" olur.
Ben soframda ne yiyorsam evimdeki bekçi de onu yer.
Ben soframda ne yiyorsam evimde çalışanda onu yer.
Ben her akşam soframa oturduğum zaman evimde çalışan ile beraber otururum.
Ben balıkçıya gidiyorum ailemle evimde çalışanı da götürüyorum.
Onu evde bırakmam. Bu bir vicdan muhasebesi. Bu baldan öbür adam hak etmişse sen çıkarır verirsin. Ama balı çalarsa haram. Türkiye balı çalan çok var.
BŞ: Ben de özellikle onu sordum.
Bal elinde duruyor diye hemen parmağınızı oraya götürmeyin, önce bir düşünün bu bal kimindir?
Hak ediyor muyum? Hak etmiyor muyum?
Çünkü bazen hakikaten siz bir yöneticisiniz diye size bir emanet veriliyor.
AD: Ben iş yerinde öğle zamanın kendime ayrı bir yemek yaptırıp yemem.
Personel ne yerse onu yerim.
Ben o yemeği neden yerim?
Personel için yemek kalitesi düzgün mü?
Değil mi? Eğer yemeği beğenmezsem ustaları çağırırım sorarım "Elinde her malzeme var, neden düzgün yemek çıkarmıyorsun?"
BŞ: Çalışanlarınız koruyup kollarsınız, güven verirsiniz, onlarda sizinle çalışmaktan memnun kalırlar.
AD: Hangisinin ekonomik sıkıntısı olursa gelir kapımızı çalar. Hiç birini kapıdan geri göndermeyiz.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz. Şimdi çubuk oyunumuz var.
Bizim oyunlarımız bitmiyor. Bu kutunun üzerine ben bazı çubuklar koydum, üzerlerine de bazı sözler yazdım. Bakalım sizin şansınıza bir çubuk çekelim, üzerinde ne yazıyor.
"Taşıma suyu ile değirmen dönmez" Bunu biraz açar mısınız ne demek?
AD: Ben dükkan açan arkadaşıma derim ki :
"Borçlanarak dükkan açma. 50 masalık dükkan açacağına 10 masalık aç, borçlanmadan aç, yavaş yavaş büyü, 100 masaya çıkarsın.
Ama ondan bundan borç alıp dükkan açıp, üç gün işler ters gittiği zaman batar gidersin. Taşıma suyuyla değirmen budur.
BŞ: Bir tane de sizin için ben çekeyim mi? Benim çektiğimde de şöyle:
"Bir şey için dik duramazsanız, her şey için yere düşersiniz."
AD: Hayatta en kötü şey hırs. Şu bardaktaki suyu içtiğin zaman Allah'a şükredeceksin.
Eğer burada bir su bulun
muyorsa yarısını da bırakacaksın.
Hepsini birden yiyip, bitireyim demeyeceksin.
Babadan çocuklata büyük servetler kalıyor, bir bakıyorsun hepsi eriyip gidiyor.
Neden? Hesap kitap yapmadıklarından, nerede adım atacaklarını bilmediklerinden.
Bir adam varmış, gayrimenkul toplarmış.
Satıcı geldiği zaman sorarmış:
"Bu mal sana babandan mı kaldı? Sen kendin mi kazandın? " adam "Babamdan kaldı" derse, bir çay söylermiş, biz seninle anlaşırız dermiş.
"Ben kendim aldım" derse , biz seninle anlaşamayız, hadi sana güle güle dermiş.
BŞ: Babasından kalırsa kıymetini bilmiyor ucuz ucuz satar.
AD: Nerede duracağını bileceksin. Hırs felakete götürür.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz.
Şimdi siz olsaydınız ne yapardınız?
Ben size bir etik vaka hazırladım.
Bu gerçek bir vaka değil, hayali bir vaka.
İlk önce onu size okuyayım, sonra soracağım siz olsaydınız ne yapardınız? Diye. Etik vakamız şöyle;
Ersin Bey, tanınmış bir armatördür.
Beş adet büyük tanker gemisi sahibidir.
Gemilerini banka kredisi ile satın almıştır.
Navlun fiyatları düşmüştür, gemi fiyatları düşmüştür ve Ersin Bey'in durumu zor durumdadır.
Banka kredilerini ödeyemez. Faizlerini dahi ödeyemez hale gelmiştir.
Danışmanı Ali Bey bir gün gelir der ki:
"Size bir önerim olacak. Banka size kredi verirken her geminizin üzerine ayrı ayrı 30 milyon dolarlık ipotek koydu. Teminatını aldı.
Durumumuz çok kötü. Ya üç ay içerisinde iflas edeceksiniz, ya da kendi hayatınızı yeniden devam ettirecek bir şeyler yapacaksınız.
Ersin Bey merak eder, öneriniz ne? Der.
Danışman Ali Bey der ki: "Gelin bu 5 tane geminizi uzak Doğu'da bir hurda şirketine hurda fiyatına satalım. Orada böyle işler yapan şirketler var.
Her gemiye 5 milyon dolar hurda fiyatı verirler.
Siz de 25 milyon doları burada kredi aldığınız bankanın bilmediği yurtdışında bir hesaba koyarsınız, o parayla da bundan sonraki hayatınızda yeni işler yaparsınız. " der.
Ersin Bey şaşırır. "Peki bankanın gemilerin üzerindeki ipotekleri ne olacak?" der.
Ali Bey der ki: Ne olacak? İpotekli malı satmak suç değil ki. İpotekli malı satarsınız.
Zaten uzak doğudaki şirket bu maksatlar için kurulmuş, sizin geminizi alıp jilet yapacaklar.
Gemi kaybolacak. Gemi kaybolduktan sonra uzak doğulu şirket de tasfiye olup , iflas edip kapanacak, banka kendi parasını ne o şirketten alabilecek, ne sizden alabilecek.
Siz de bankada ki 25 milyon dolarınızla yeni ufuklara yelken açabilirsiniz der.
Bu ilginç bir teklif, Ersin Bey düşünmeye başlar acaba ne yapsam diye.
Sayın Arif Develi , armatör Ersin Bey'in yerinde siz olsaydınız, siz bu durumda ne yapardınız?
AD: Birincisi ben banka kredi ile gemi almazdım. Ben kredi kartı da kullanmam.
Benim param olursa harcarım, olmazsa harcamam.
Dükkanlarımda her gün yüzde 99 kredi kartı ile iş yapıyoruz.
Oraya haciz gelmişse ben de gemileri bankaya devrederim.
İtibarsız yaşamaktansa .
Bu bir nevi dolandırıcılık olur. İtibarsız yaşamaktansa, o gemileri bankaya devreder kaderime razı olurum.
BŞ: İtibarlı yeniden para kazanabilirim ben değil mi?
AD: Atasözü "Su aktığı yere bir daha kar." Derler. Bankayı dolandırırsan etrafta da zaten itibarını kaybedersin.
BŞ: Bu öneriyi yapan Ali Bey'i ne yapardınız?
AD: Onun da işine son verirdim.
BŞ: Size kötü yolları öneriyor. Armut ne yaparmış?
AD: Dibine düşermiş.
BŞ: Tencere yuvarlanıp nereyi bulur muş?
AD: Kapağını.
BŞ: Üzüm üzüme
AD: Baka baka kararır.
Bundan kaç sene evvel çok sevdiğimiz bir ağabeyimiz, büyük bir otel sahibi bizi davet etti. Masada oturuyoruz.
Allah rahmet eylesin Sakıp Sabancı'da var. Başka işadamları da var.
Ben Sakıp Bey çok severim. Tam bir Anadolu insanıydı.
Masada işadamları da vardı. Tam Özal zamanı TMSF'de bombalar patlamaya başladı, "Bak kaderimize hırsızlarla geldik bir masada oturuyoruz" diyoruz.
Masada 40 kişi varız, biri de benim.
Yanımda oturan arkadaşıma diyorum "Geldik, hırsızlarla oturuyoruz."
Bu çok kötü bir şey. Para demek her şey demek değildir.
Ben bir yere gidiyorum, hiç kendimi tanıtmam.
Bakıyorum ben orada itibar görüyorum.
Köroğlu'nun selamı gibi.
BŞ: Parayla kazanılmış itibar geçici olur, dürüstlükle kazanılmış itibar devamlı ve sürdürülebilir olur.
Onun için geçlere bizim öğüdümüz; İtibar muhakkak kazanın ama itibarı para ile değil, itibarı dürüstlüğünüz ile, etiğiniz ile, şahsiyetiniz ile kazanın.
AD: Para ile itibarın hepsi geçici.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz.
Şimdi torba oyunu.
Torba oyunu diyorum çünkü yine kutunun içinde size bir torba getirdim.
Bu torbanın içerisine de harfler koydum. Bir tane harf çekin bakalım, hangi harf sizin şansınıza çıkacak?
"Y" harfi. Y harfi ile başlayan bir doğru davranış
AD: Güzellikle başlayan iş güzellikle biter.
BŞ: Yanlış bir iş için
AD: Kalleş insandan uzak duracaksın.
Ben arabamı satıyorum , arabamda ne eksik varsa söylerim.
Burasını boyattırdım, burası böyle derim.
Ne olacak? Biraz eksiğine satarım.
Sonra adam alınca "Vay bana söylemedi," demesin.
BŞ: Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz.
Kendisi ile bir kelime bir cümle oyununu oynayacağız.
Arif Bey, ben size bir kelime söyleyeceğim, o kelimenin hemen aklınıza getirdiği ilk cümleyi bizimle paylaşmanızı isteyeceğim.
Kelime hoşgörü cümle.
AD: Her zaman hoşgörülü olmak lazım. Her şeye güzel bakmak lazım.
BŞ: Kelime müşteri cümle
AD: Paylaşmak.
BŞ: Kelime aşk cümle
AD: Sevgi. Bunu açtığın yelpazesi çok geniş. Her şeye güzel bakmak, sevmek,saymak, sevecen olmak, dürüst olmak.
BŞ: Kelime zenginlik cümle.
AD: Gönül zenginliği. Paran olmuş, gönlün zengin olmamış neye yarar?
BŞ: Kelime mutluluk cümle.
AD: Mutluluk hiçbir şey ile ölçülmez.
BŞ: Kelime itibar cümle
AD: Her yerde saygınlık, sevilmek.
BŞ: Kelime kebap cümle
AD: Kebap her zaman sevilerek yenilecek bir şey.
BŞ: Kelime Develi cümle.
AD: Kebap
BŞ: Develi kebap.
BŞ: Kelime Sevil Develi cümle.
AD: Ona söyleyecek cümle bulamıyorum, onu çok seviyorum çünkü.
BŞ: Kelime Arif Develi cümle
AD: Ben her zaman Ailem ile varım, müşterilerim ile varım, toplumla varım, işçilerimle varım, hepimiz bir bütünüz. Yaşamaktan memnunuz.
BŞ: Çok teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık.
Bülent Şenver'in Odasında konuğum Sayın Arif Develi Bey ile birlikteyiz.
Gençlerle tecrübelerini, birikimlerini ve zenginliklerini paylaştı.
Unutmayın, gençler bizim her şeyimiz , en değerli hazinemiz.
Gençlerimize sahip çıkalım.
Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle.
Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın.
Hoşçakalın.
. .
Arif Develi, Bülent Şenver
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
|
|