Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Kenan SİNANOĞLU Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
Gümenez'de Geçim Tarihi . . .
04.03.2010
Kenan SİNANOĞLU
Okunma Sayısı : 7738
Oy Sayısı : 5
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,49
Verdiğiniz Puan :
 

 

 



GÜMENEZ'DE GEÇİM TARİHİ -1-

Kas 26, 2009

GÜNCEL, MAHALLE

KADİR ALİ BİRER

Deniz olunmalı! Ama nasıl?

15-foto-yakakent3

Bizim memlekette, hadi sadece Gümenez'de diyelim, insanların geçimi ya denizden ya tarımdan olmuştur. Büyük anlamı ile memlekete bakarsak, yani Türkiye'ye, sanayileşmenin tarıma dayalı olduğu, sanayinin tarım temelinde geliştiği görülür. Aslında memleketin bütününde tarım dışında sanayi bulmak zordur. Bu olguyu, şeker pancarı-şeker fabrikası, pamuk tarlası-tekstil, fındık- fiskobirlik, fındık paketlemesi vb. ilişkisinde olduğu gibi, hemencecik anlayabiliriz. Tarım sanayi çıtasını geçebildiğimiz alanlar ise, bizim gâvur icâdı deyip burun kıvırdığımız işlerle uğraşan ileri kapitalist ülkelerin her bir icatta ileriye doğru attıkları adımla terk etmiş oldukları, geri çekildikleri (döküm sanayi gibi) alanlara yerleşmemiz; teknolojik olarak geri, boşaltılmış alanlarda, onların rızası ile ve hal böyle olunca da onlara bağımlı olarak boy göstermemizden ibarettir. Fakir de elindeki ile avunur misali, batının boşalttığı bu alanlarda fabrikalaşmayı, sanayi hamlesi olarak görüp durmuşuzdur. Yani, Erbakan hocanın ağır sanayi hamlesi misali…

Alaçam, Gümenez'e göre daha içerdedir ve tarım alanı daha geniş, daha bir tarımla içli dışlıdır; ama tarıma dayalı da olsa bir tek sanayi tesisi yoktur. Tekel depoları sanayiden sayılmaz ama yine de sahneden çekilmesi epeyce bir eksiklik sayıldı, eksikliği hissedilmeye devam ediyor. Alaçam'ın da denizi vardır sonunda ve aslında sonu da Geyikkoşan'dır. Alaçam, başını dağlara vermiş, ayaklarını denize uzatmış bir eski ilçedir. Bu ilçemizin denizciliği, Toplu gibi, Göçkün gibi, epeyce tarım alanına sahip köylerinin balıkçılıkla uğraşan kıyı sakinlerinden ibarettir. Eskiden Gümenez, Alaçam'ın bir nahiyesi iken, belli ki bu köylerle bir anılır, Alaçam'ın deniz kenarlarından sayılırmış.

Gümenez'e doğru gidildikçe denize yaklaşan dağ eteği -ya da dağ artığı da diyebilirsiniz- tepecikler, insanları denize daha çok itmiş; deniz ve balık dışında tarım, ikincil bir faaliyet olarak görülmüş. Kozköy ve Yaylayazı gibi nispeten geniş tarım alanlarına sahip mahallelerinde ise, deniz ikincil, tarım vazgeçilmez geçim kaynağı sayılmış. Şimdilerde, limandaki tayfalar içinde daha çok dağ köylerinden ve Kozköy'den insanlar çalışır olmuş.

Kozköylülerin, çok da uzak olmayan bir tarihten, (Kozköy ahalisinden) Caferin Mehmet'in kamyon lastiklerinin üstüne geçirdiği ince latalardan yaptığı kayıkla başlattığı balıkçılık serüveninden bugünlere epey yol aldıklarını kabul etmek gerek. Gümenez'le Kozköy'ün aralarında varolan çelişkilerin maddi temellerinden ilkini, esas olarak, Gümenez insanının geçimini denizden, Kozköy insanının ise tarımdan sağlamasına bağlamak, sanırım yanlış olmaz. Gümenezlilik denizle ilgiliyken, Kozköylülerin kendilerini Yakakentli' den saymamaya kadar giden ve bugünkü siyasi farklılaşmaya da temellik eden maddi faktör –ki kuşkusuz bunu kullanmayı akıl eden "milliyetçiliğin" marifetiyle!- karasal tarımın iklim mahkûmiyeti, deniz tuzundan mahrumiyetidir. Toprakta tuz, bütün nebatiyatı öldürürken, denizde solungaçlı binbir varlığın kaynağı olmuştur.

Denizcilik ve toprakla uğraşan insanlar, olaylara yaklaşım tarzlarında da farklılaşmışlar. Aslında toprağı sabanla sürmek gibidir denize ağ atmak.

Hem denizin hem toprağın bereketini kaybetmesinden sonraki yıllardayız artık…

Bugün hem Yakakent'te hem de Kozköy'de, onlarca tavuk çiftliği bulabilirsiniz, ama hepsi bomboştur, içinde tavuk bulunmaz. Bomboş duran tavuk çiftlikleri, geçip giden milliyetçi muhafazakar bir kaymakamın memlekete bıraktığı bir enkaz kıyağı olmuş, bu enkazın altında sadece tavuklar kalmamış, insanlarımızın hayatları etkilenmiştir; belirtmeden geçilmemelidir!

Köylü tarlasını sürerken gönülsüz davranır, hasat üstüne eskisi gibi hesap yapamaz. Sanki bir alışkanlıkla ve başka bir iş beceremediğinden toprakla uğraşır gibidir. Artık, Kozköy'den pazara gelen bazı insanlarımızın, marketten fabrikasyon yumurta satın alıp köye geri dönmeleri vakayı adliyeden sayılmaktadır. Fazla değil, onbeş yıl önce kimseciklere bu durumu tasavvur bile ettiremezdiniz. Tavuğa atılacak mısır ve buğdayın üretim maliyetleri ile fabrikasyon tavuk ve yumurta fiyatlarının kıyaslaması, köylüyü iktisatlı davranmaya itmiş olsa gerek. Üstelik öyle bir itmiş olmalı ki, iktisat derslerinin amentüsü olan, "tüketici, en iyi ve en ucuz malın nerede olduğunu bilir" önermesi, bu örnekle neredeyse doğrulanacak gibidir. En ucuz yumurta artık evlerin arkasındaki kümeslerden değil Arabın Şükrülerin marketinden tedarik edilmektedir. Köylerinden çıkıp Almanyalara, gurbetlere çalışmaya giden köylüleri, aslında bir zaman makinesine bindirip geleceklerine gönderdiğimizi, bugünlerde daha iyi anlar olmalıyız! Tatile gelen gurbetçiler, yumurtanın markette satıldığını ve evlerin bahçesinde kümes olmadığını anlattıklarında, uzay filmi izler gibi olurdu köylüler. 1970'li yılların köy kahvelerinde bu sohbetler az dinlenmedi.

Neyse, bu tavuk çiftliklerinin, tarım-sanayi ilişkisine iyi bir örnek teşkil etmediği ortada. Ama, tavuk çiftliklerinin aksine, boş durmayıp yıllardır harıl harıl çalışan, ve fakat denetimsizlik nedeniyle yakında denizi kurutacak olan ve belki de bazı bazı kurutmuş olup bizim fark etmediğimiz balık fabrikalarımız, tarım-sanayi ilişkisine "iyi" bir örnektir; deniz-sanayi ilişkisine de diyebiliriz…

Aslında geniş anlamda denizcilik de tarıma girer, balıkçılar da denizi sürmektedir. On'a yakın balık unu ve yağı fabrikasına ve hatta bunların bir çoğunun dünya ölçeğinde hayli büyük sayılmalarına, ve yine bir çok insanın bu fabrikalarda çalışıyor olmalarına rağmen, Yakakent'te işsizlik ve göç önemli bir sorundur. Bunca fabrika, bir liman ve kaldığı kadarıyla tarımı da sayarsak, küçük bir ilçe için (üç küsur binlik nüfus) hiç de azımsanamayacak iş imkanlarına sahip olmasına rağmen, işsizlikten yakınıyor olmamız (ki gerçek budur!) ve hızla göç vermemiz, bizi bir kez daha düşündürmektedir. Haydi düşünelim…

İşsizliğe çare olarak, yeni yatırım ve sanayileşmeyi teşvik edip durmak ne kadar gerçekçidir? Bir oranlama yaparsak, Yakakent'in doğal dengesi, kaynakları vb. faktörler açısından her tarafının fabrika olması da işsizlik sorununa çare olamayacak gözükmektedir. Bu durumu genelleştirelim ve bir an için ve her tarafın fabrika olmasına razı olalım. Bu kadar işsiz yine de istihdam edilecek gibi gözükmüyor. Bu durumda ortada bir yanlış varsa da bu ne Yakakent'te, ne Alaçam'da, ne de memleketin herhangi bir yerindedir; yanlış, sanırım başka yerlerde, yani kafalarımızda. Herkesin çalıştığı ve herkesi alacak kadar büyük fabrikaları hayal etmek, artık zamanın ruhuna ters… Fabrikalar büyüdükçe işçi sayıları küçülüyor, bunun tersine makineleri çoğalıyor. Makineleri "küçülerek çoğalan" fabrikalar, kusup dışarıya, sefalete fırlattığı işçileri çoğaltıyor, işsizleştiriyor. Ama biz hala büyük fabrikalar hayal etmeyi, işsizliğin çözümü olarak görüyoruz. Büyük anlamda memleketteki işsizliğin kaynağında sakın bu fabrikalar olmasın? Dışarıya verdiğimiz göç, dışarıdan geriye dönüşlerle, 'hadi gel köyümüze geri dönelim'in yeni çeşitleri ile, dışarının ve sanayinin fotoğrafını da veriyor bize; tabii görmek isteyen için. Şimdilik bu kadar yeter! Biz başka bir soruya geçelim.

İşsizlik sadece Yakakent, Alaçam ve Türkiye'nin sorunu olmadığına göre, bütün dünya harıl harıl üretmeye kalkar ve bunun için fabrikalar yaparsa ne olacak?

Aslında bu sorunun yanıtı belli.

10 yıl önce bir çevre mühendisi (Göksel Demirer-ODTÜ) şöyle demişti. "Bütün dünya Amerika gibi üretip, Amerika gibi tüketirse dünyanın fazla ömrü olmadığını garanti ederim" Ben ısrarla ne kadar diye sormuştum. Yalan söylemeyeyim, galiba 30-40 yıl kaldı gibi bir şey demişti. On yılı çıkın şimdiden. Bakın, Çin biraz fazlaca üretmeye başladı, hareketleniverdi (ee ne yapsın, bir sürü insanı işsiz mi kalsın!) dağı taşı ucuz işlik, fabrika ile doldurdu ve harıl patır üretiyor. Olan belli, küresel ısınma ve erime ile karşı karşıyayız. Her halde bu durumda doğanın da işsizliğin de çaresi sanayileşmek olmamalı. Bugün zaten yeryüzünde varolan sanayi tesisleri, sarı, kırmızı, siyah, beyaz bilcümle insanlığın her türden ihtiyacını elli kere karşılayabilecek kadar fazla. Üstelik atıl kapasite ile çalışanların oranı her halde yüzde 80 civarında ve büyük kitle işsizken, az sayıda işçi ölesiye, günde 12 saat ve daha fazlası çalıştırılıyor. Oysa işsizliğin de işe bağımlılığın da çaresi, gözümüzün önünde öylece duruyor. Görebiliyor musunuz? Denize, ufuk çizgisine bakın.

Neyse -bu uzun girişten sonra da olsa biz, dünyayı, Çin'i filan bırakıp, konumuza, yani Yakakent-Alaçam civarlarına geri dönelim.

Konumuz şu; Yakakent'te işsizlik her zaman mı sorundu? Bu sorun ne zaman yakıcı oldu? Ve biz "Gümenez'de Geçim Tarihi"ni izleyerek işi ve işsizliği, Gümenez'in sosyolojik, kültürel evrimini izleyebilir miyiz? Eskiden insanlarımız ne üretirdi, ne tüketirdi? Daha okul sıralarına yeni oturmuşken çocuklarımız, gelecekleri için hep böyle at gibi yarıştırılır mıydı? Kaygısız, tasasız büyüyen çocuklar olmadı mı hiç Gümenez sokaklarında? Geleceğin umut dolu dünyası, kaygı bulutlarının altında nasıl ve ne zaman ezilip şekilsizleşti? Gelecek, nasıl ve ne zaman belirsiz kasvetli bir bulut gibi bugünlerimizin üstüne çöktü? Ali Rıza Binboğa'nın 'Yarınlar' şarkısını hep beraber yüksek sesle söylediğimiz, "Yarınlar Bizim" dediğimiz günlerden, gelecek endişesinin altında ezildiğimiz bugünlere nasıl geldik?

Gümenez'deki bireysel hikâyelerimizin, değişen aile yapısı ve bileşimlerinin, geleneklerin… minare şerefelerinin olduğu gibi, alemlerinin de kapı numaraları değişen apartman daireleri arasında kaybolurken camilerin sayısının durmadan artmasının… her seçimde değişen parti tabelaları ve taraftarlarının, havada uçuşan işe alım vaatleri, Kuran'a el bastırmalar, şeker çuvalı ve üçüncü sınıf makarna poşetleri ile "reyim sende" oynamaların, her seçim öncesinde düşsel olarak kurulan birkaç bin kişilik fabrikaların, bütün bu keşmekeş içinde kaybolan ve çaresizliğe daha sıkı sarılan kuşakların; ya da tersinden, bütün bu gelişmeler içinde biriken kinini, kendisi gibi "bir başka kendisi" üzerine kusarak kimlik bulmaya çalışan mafya özentisi gençlerin… bu arada yitip giden defne ağacının hikâyesinin -ki Yakakent'in yukarılarında bir yerde yaklaşık 1metre çapında bir anıt defne ağacının olduğunu söyler Nejat (Arat) Amca , beraber barabat çekmede olduğu gibi viya çekip asiye kapılmaların, sabah kahvaltısında yenilenden arta kalan kalkan balığının kafası, kanatları ve kuyruklarından artırılan parçalarla akşam yemeği için tellenen pirinç pilavının, otuz küsur çeşit olup bilcümlesi kaybolan mersin balıklarının*, kolonlar ve sivriçkaların, daha ilk damlaları yere düşmemiş yağmurun sesini uykuda duymayı beceren bütün kasabalının palas pandıras uyanıp, bütün tütün gözlerini (vagonları) imeceyle salaçlara tıkıştırmasının… fırtınalı havalarda, denizin ve gecenin koyusunda çalkalanan kayıklara beraberce uzatılan fenerlerle ışık ve umut olmanın, Gümenez içinde kaybolan tütün salaçları ile birlikte denize tutulan bu fener ışıklarının da bir bir sönerek kaybolmalarının; kısacası "Gümenez'in Yakakentleşmesi"nin hikâyesini yazabilir miyiz?

Bütün kişisel hikâyelerin, böyle büyük bir denizde yalnız olmadığımızı bilmekle aydınlanacağı, kişisel olanın toplumsal bir denizde çalkalanmaktan ibaret olduğu, irademizin menzilinin ancak yanımızdakiyle ortaklaşarak uzayabileceğini, ancak, "Yakakent'in Geçim Tarihi"ni doğru okuyarak kavrayabiliriz.

Böyle bir yazıyı, tek başına kimse tamamlayamaz. Çünkü bu koca denizde çalkalanan küçücük hayatların ortak paydası Yakakent kasabasında, yalnızca yaşanan sıkıntıların ortaya dökülmesi ile görülür ki, bireysel olan yoktur; aynı dalgalar çarpmaktadır bordomuza. Ve ancak herkes kişisel hayatlarını, tarihlerini ortaya döktüğünde, tarihin haritası gelecek yüzünü gösterecektir bize. Kendimiz olmaktan ve bize biçilen rollere hayır demekten başka yol yoktur geleceğe giden.

Recep Genç'in dedesi Kilitçi Nazif dedeyi kendisi ile eskilerden konuşup kayıt altına alamadan sonsuzluğa uğurlasak da -ki Kuzeyde Tütün ekibi olarak ayıbımızdır!- ne mutlu ki Yakakent'in yaşayan vaka-i nüvisleri hâlå var! Yaşları önemli değil, çünkü gözlemek yaşla ilgili değil… Cavit (Köse) Abi, Ahmet (Sarıoğlu) Abi sahneden çekilseler de, en başta, ince bir alaycılıkla bütün bir tarihi yorumlayabilecek Kazma İbo, Arşimet Mehmet, Uzun Levent (Atasoy) benim bilip sayabildiğim, ilk elden aklıma gelen isimler. Tarihi belleklerinde derleyip duran ve canlı tutan başkaları da vardır kuşkusuz.

Çok farkında olmasak da geleceğimizi belirleyen bugünümüzdür ve bugünümüz de dünden gelmek halidir. Bu durumda, geçmişimiz hakkında konuşmak geleceğimize sahip çıkmaktır; onu, kendi belirlediğimiz yazgımız yapmanın, geçmişimizden bir gelecek çıkarabilmenin başka yolu var mı? Yoksa, önüne çekilen barajlar nedeniyle, duvara çarpıp çarpıp nesli tükenen mersin balıklarından bir farkımız yok mudur?

Bu yazı, kendi adıma, konuya bir giriş olsun isterim, gerisini getirebilirsek eğer…

Vira!

* Mersin balığı ile bilgi almak isteyenler, http://www.tudav.org/mersinb_korunma.htm adresinden ya da Haşim İnan, Abdullah Balcı ya da Durmuş Demir'den bilgi alabilirler

15-foto-yakakent

Voleybol oynayanlar bilir.. Smaça yükseldiğinizde topla buluşma anı önemlidir. Karşıdaki bloktan yukarıda kavuşmalısınız topla; ya da bloğa yükselmiş ellerin yanından göndermelisiniz topu karşı alana!

Fotoğrafa baktığımızda belli ki bu anın sonrasında bir tarihle buluşuyoruz. Sayı olmuş, hakem kararını vermiş, top hakemin yanındaki, yani altındaki kişinin ellerinde.. O da, servis atacak kişiye verecek topu ve oyuncular pozisyon almaya çalışıyorlar…

O an, sayıyı kimin aldığı belli olduğu gibi, haliyle servisi kimin kullanacağı da kuşkusuz belli, ama biz bilemiyoruz! Bizim bilmediğimiz, o an için tartışmalara neden olsa da, kararı verilmiş, o tarih için belirli o kadar çok şey var ki fotoğrafta… Bir kaçını şöyle sıralasak, herkes kendince sorularını ve yanıtlarını eklemeye devam edebilir. Kim bilir en az bu fotoğraf kadar ilginç ve merak edilmeye değer ne çok soru ve yanıt çıkacaktır ortaya …

Yer, Yakakent olmadan önceki Gümenez.. Alaçam'ın nahiyesi o zamanlar…

Şimdi Yakakent'te yaşayan, 45 yaşın altındakiler herhalde Gümenez'i tanıyamaz; bilmem yanılıyor muyuz?

Kuşkusuz Gümenez'in neresi, meydanı mı limanı mı, yoksa başka bir yeri mi olduğunu da yine 45 yaşın üstündekilere sormak zorundasınız…
Oyuncular kimler? Bilinmiyor… Ama yine öğrenilmeyecek, ulaşılamayacak bir bilgi değil.. Kaya Çakıcı'nın babası Hasan Amca'ya, Memiş İslam'a ya da Yaşar Arpa'ya sorup öğrenmeye çalışabilirsiniz bunu. Muhtemeldir ki Hasan Amca'da (Çakıcı) karenin içindedir. Hakemin Memiş Amca (İslam) olduğunu biz kendisine resmi gösterdiğimizde öğrendik. Yaşar Arpa ise, Çarşambadan Sinop'a bir tek Sinoplulara yenildiklerini, ve her yenilgide bir bahane uydurup kavga çıkarttıklarını muzipçe gülerek aktardı bize. Siz de Hasan Amca'ya gidip sorun bunları. Bildiğimiz, bu isimlerin o zamanlar voleybol oynadığı ve voleybol'un Gümenez'de yaygın bir spor olarak sevildiği.

Hakemi, Yaşar ve Hasan Amcaları bildiğimize göre, topu tutan kişi ve diğerleri kimler.. Soruları uzatabilirsiniz..

O zamanlar için bile harap kaçan arkadaki bina neyin nesi peki?

Fotoğraftaki kişiler için bile bilinmez eski tarihlerin Gümenez'i ile bir bilinç köprüsü olmasın sakın? Bir bağlantı kurabilen için kuşkusuz öyledir de, köprünün öteki ayağı olacak, bu yıkık binanın hikâyesini bilen kaç kişi kalmıştır, ya da bir kişi bile var mıdır bu binanın hikâyesini bilen?

Fotoğraftaki kişileri çözemediniz hadi… Peki sol alt köşedeki damga neyin damgası? Elinize bir büyüteç alıp incelemez misiniz?

Sonra başka bir şeyler de anlatmaz mı fotoğraf bize. Kişiye göre değişen… Şimdi yeni kuşak -ki bu da çok görelidir, örneğin fotoğraftaki kişilere göre bugünün 45 yaşındakileri de yeni kuşak kavramının içine girer – gençler gülerek bakarlar belki de fotoğrafa. "Aaa, uzun beyaz donlara bak lan, üstlerinde atlet, böyle çıkılır mı hiç, utanmamışlar mı" sesleri duyulur belki. Haksızlık etmeyelim, yeni kuşaklar içinde bile, "helal olsun şu adamlara, şimdi ben bile çıkamam böyle sahaya" diyenler de olacaktır!

Kuşkusuz, ne saygı değer bir kuşak! Balık ağından bozma voleybol filesi, meşe ağacını saplamışlar toprağa, o zaman öyle hafif voleybol topu nereden bulacaksın, manda derisinden bir top, bilek kıran cinsinden olmalı… bütün medeniyetleri ile tarihe durmuşlar!

Şimdi, ayağında markalı bir ayakkabı, kıçında bilmem ne cins pantolon olmayınca sokağa çıkmayı ar sayan sabilere nasıl anlatırsınız bunları bilemeyiz! Ama yine de anlatmayı denemek gerek…Anlatmak için de anlamaya çalışmak..

Ne ekilir ne yenilirdi o zamanlarda? Hangi okullar vardı? Kimin çocuğu kimin torunu kimlere sevdalanmıştı, evlenmişti ve biz şimdi nerelerinden değiyoruz bu tarihe?

Gökyüzünde, uzak yıldızlara bakan astrologların kullandığı bir teleskop gibi, elimizdeki solgun bir fotoğraşa tarihimize bakabileceğimizin kanıtıdır..
Bakmak isteyen var mı?

MAYIS – 2007

Kaynak:
http://www.memleketmektubu.com/2009/11/gumenez%E2%80%99de-gecim-tarihi-1/


* * *

Gümenezde GEÇİM TARİHİ -2-

Ara 18, 2009 in GÜNCEL, MAHALLE

tütün – palamut – pansiyon

- KADİR ALİ BİRER -

"İnsan yaşadığı yere benzer" diyen şair, insanın yaşadığı yer tarafından mutlak olarak belirlendiğini söylemek istemez! Daha çok, yaşadığı yerin izlerini taşıdığını söyler; yaşadığı yerin ve tarihin… Yakakent ve Alaçam'ın "Geçim Tarihi"ni yazmak, ciddi bir tarih çalışması gerektirir. Öncelikle belirtmeliyim ki, bu yazının böyle bir iddiası yoktur. Sadece "geçim tarihi" üzerine düşünmek için tarih bilincine sahip olmak gerektiğini vurgular. Daha ötesi Ercan arkadaşa kalmaktadır! Konuyla yani bizim "geçim tarihimizle" doğrudan bir bağlantısı kurulamasa da bizim oraların tam karşısında, ne kadar büyük olursa olsun yine de bir iç deniz sayılan Karadeniz'in karşısında yaşayan Ruslardan biraz söz etmek yararlı olabilir. Eskiler söylerlerdi. Kömüş (yani camış), "kuyruğuma balıklar takılmasa, karşıya geçerim" dermiş. Aslında o kadar yakın ve o kadar uzakmış karşısı. Sonu kötü biten bir masal gibi…
16-yakakentgecim

Yaşlı Gümenezliler Florya gemisini bilirlerdi! Bu gemiden sırtında indirdiği tuz çuvallarının yangısını hatırlayan birisi kalmış mıdır? Büyüklerimizden dinlediğimiz masallarda sisler içinde kaybolan tuz gemisi Florya'nın Yakakent kıyalarında duruşu ve insanlar...

İnsanın üretim faaliyeti, onun geçimini; hayatta kalmasını, ilişkilerini ve bütün kültürünü belirler. Çevresini, doğal ortamı, doğanın kaynaklarını kullanan insan, emeğiyle üreterek, emeğini kattığı maddeyi ürün haline getirerek, çevresiyle (tabiatla) uyum haline girer. İnsanın üretim faaliyetinin sonucu üründür. Ürünün niteliği ise, insan ilişkilerinin niteliğini belirler. Nasıl ürettiği (özel mülkiyet mi, toplumsal mülkiyet mi? den, para eder mi etmez mi? ye uzanan bir soru yelpazesini kapsayan) ürünün niteliğini, ürünün niteliği ise toplumsal yapıyı belirler. Sınışı ve tahakkümcü bir toplum mu, yoksa eşitlikçi ve paylaşımcı bir toplum mu? Doğayla ve toplumsal ilişkilerle uyum mu, yoksa tahakküm ilişkisi mi?

İnsanın doğayla uyum halinin yok olması, diğer yönüyle doğaya hâkim olma sürecidir. Doğayı tanıma ya da saygı duymayı içermeyen bu hâkimiyet, onun üzerinde tahakküm ilişkisi olarak şekillenmiştir. Doğayla uyumdan, onun üzerinde tahakküm kurmaya yöneliş, insanlar arasındaki tahakküm ilişkileri ile koşut gelişmiş, bunun sonucundaysa sınışı toplumlar oluşmuştur. Kısacası, insan toplumlarının kültürünü belirleyen, yani tarihsel insanı belirleyen de, insanların yaşadığı yerlerde (ve yerlerle) giriştiği üretim faaliyeti içinde, birbirleriyle kurdukları ilişkiler olmuştur. Geçmişte kalmış bu dönemden sonrası, insanlık tarihi için parçalanma, yabancılaşma tarihidir. Eşitlikçi ve paylaşımcı, bu yönüyle de özgür bir toplum kurana kadar da yabancılaşmanın, insanlıktan çıkma halinin egemenliği aşılamayacaktır.

İnsanlık hep, geçmişte bir kez kaybettiği ülküsü, eşitlik ve özgürlüğün peşinde koşmuştur. İnsan, bu ülküsünü hayal etmekten gerçekleştirmeye yönelirken, bunun maddi imkânlarına kavuşurken, dünya kaotik bir hal almış, var olmakla yok olmak arasında sıkışıp kalmıştır. Kutuplardaki buzulların beş on yıllık ömrü kaldığı haberleri bile bizleri irkiltmemektedir.
Toplumsal ürünün meta halini aldığı sınışı toplumlar tarihi, tahakküm ve eşitsizlik ilişkilerinin tarihidir. Kapitalizmin biriktirdiği vahşet, felâket, savaş ve yıkım yanında, insanlığın ülküsünü karartan, gölgeleyen başka türden, bizim taraftan girişimleri de saymak gerekir. Eşitlik ve özgürlük adına yaşanan sosyalizm deneylerinin zaaşarını aşmak, kapitalizmi aşmanın öncesinde (ve önünde) yeni bir engel, fazladan bir çaba olarak durmaktadır. Küba'ya küçük bir ada deneyimi olarak bile tahammül edemeyenler, Sovyetlerin yıkılmasına zil takıp oynayanlar, Çin'in bu haliyle kapitalizme rakip, eşitsizlikçi yeni bir güç olması karşısında eli ayağı dolaşanlar, dünyanın geleceğini karartmaktan başka neyi temsil edebilirler? Bu arsız dünya ancak, büyük tsunami felâketinde yok olan küçük adalardaki kabile yaşamlarına üzülmüş gibi yapabilmiştir! O da, antropolojik bir hazinenin yok olması adına… Oysa ki, bu (antropolojik) eşitlikçi kalıntıların bütün dünyaya yayılması olanağı bulunmadığına göre, bütün dünyada eşitlikçiliğin maddi temellerini oluşturan bugünkü kapitalizmin aşılarak, onun maddi mirasının aşılması üstüne oluşturulacak eşitlikçi, özgürlükçü toplumsal yapı kurulmadıkça, dünyanın nefesi daralmaya devam edecektir. Bu yolda yapılan girişimlerdeki yanlışlar da bizim değil midir?

Karşı kıyımızda yaşanan bu deneyimlerle ilgilenmemiz bu yüzden biraz zorunluluk arz etmektedir! Bir zamanlar "küçük Moskova" diye anılan bazı küçük yerleşim yerlerinden biri olan Gümenez'in karşısında gerçekleşen bu olayların, bizim Geçim Tarihimizle ilişkisi kuşkusuz ki karmaşık bir gerçekliğe sahiptir.

Karşıda karşı devrimi yapan kitleler kuşkusuz, kaderleri ile baş başa kaldılar. Her türlü güvenceden yoksun kalmış, hiç alışık olmadıkları kapitalizm deryasına dalmışlardı bir kez. Derya dediğimiz de Karadeniz'dir. Bu dalgadan Karadeniz'in karşısında yaşayan bizim payımıza düşen, Karadeniz sahilinde pıtrak gibi biten 'Rus Pazarları'ndan başka bir şey değildi. Bu pazarlar, karşı devrimin kalıntılarıyla birlikte kendi hayatlarını satılığa çıkaranların akınına uğruyordu. Devrimi yapan insanların torunları haraç mezat satılığa çıkarmışlardı kendilerini. Kullanılmış diş fırçalarını, eski aile fotoğraşarını… Her şeylerini… Küba'dan kaçanları bekleyen şatafatlı hayatların zerresini bulamayacaklardı. Ama istedikleri "özgür lük"tü; onu buldular! Ellerindekileri, sosyalizm kalıntısı ürünlerini metalaştırabilecekleri, satabilecekleri i nsanları aradılar hızla… Bu taraftaki yoksullardan başka muhatapları yoktu ne yazık ki! Parasal olarak daha hacimli ticari ilişkiler, bir zamanlar "komünistler Moskova'ya" diye ünleyen ülkücüler tarafından kurulacaktı. Zaten, Türkî Cumhuriyetler üzerindeki Turan ülküsü nasıl gerçekleşecekti ki? Enver Paşa'nın kemikleri sızlamıştı!

1989 Bahar eylemleri ile işçi sınıfı 12 Eylül'ün yaralarını sarmaya başlıyordu. Bu mücadele, burjuva partilerin seçim vaatlerinin köylülüğe uzanması ile kırsalda alım gücünü yükseltmişti. Köylülerin durumları henüz, Nataşa'lara akıtacakları dolarları hesap edecek kadar kötü değildi. Denizcilerin de öyle! Yıllar sonra, bir gecelik ilişkinin hangi yılda kaç lira olduğunu hesap ederek ekonomik gelişmelerin seyrini analiz etmeye çalışan balıkçılar, Rusların tümüne olmasa da "Nataşa"lara ne kadar çok güvendiklerini ele vermiş olmuyorlar mıydı? Her türlü değerin en sağlam ölçüsü olarak, bir hayat kadınının fiyatını ölçü alacak kadar insancıldı bu sistem! Böylece, en olumsuz koşullarda bile olsa başka bir medeniyetle "ilişkiye geçmiş"ti bu yakadaki insanlarımız.

Yakakent ve Alaçam, ne okyanustaki bu küçük adaların kendi kendine yetebilme olanak ve şansına sahip oldu, ne de onları yutan dev bir dalganın altında yok olma şanssızlığıyla karşılaştı! Üstelik bir zamanlar, yani seksen öncesi, 'küçük Moskova' olarak anılmaya başlayan Yakakent'in olduğu gibi, rivayet odur ki, Tütün Mitingleri dolayısıyla "Halk Hareketi Alaçam'dan başladı" diye Moskova Radyosu'na haber olan(!) Alaçam'ın da sosyalizmle gerçek bir ilişkisi olmamıştı hiç. Kendi halinde yaşayan insanların, zaman içinde devinip, daha doğrusu yuvarlanıp gittiği küçük bir balıkçı kasabasıyla, orta halli bir tütün ilçesi olan Alaçam'da zaman, uzun yıllar yavaş aktı. Daha 90'lı yıllar başlamadan demokrasinin galip geldiği vaazına kanıp Sovyetlerin yıkılmasına ve belki de en çok Nataşa'lara sevinenler arasında azımsanmayacak bir Gümenez ve Alaçamlı kitlesi vardır.

TÜTÜN ZAMANI

Eskiler anlatırlardı. Yakakent Meydanı yapılırken, ya da planlanırken bir tartışma yaşanır. Bekir Efendi (Arat) müdahale eder. Geniş ve büyük olsun, çünkü ilerde Ruslarla ticaret başlarsa, böyle geniş bir meydana ihtiyacımız olacak der. Yakakent'in şimdiki meydanı, bu tartışmanın sonucudur. Fakat İstanbul'dan gelen tuz gemilerinin dışında bu meydana uzun yıllar denizden nakliyat yapılmaz. Hele Rusya'dan hiç, hem de duvarın yıkılmasından sonra bile. Oysa Karadeniz"de hiç duvar olmamıştır?
Kalkan avı için kaçak sulara, karşı kıyıya vurdukları dönemlerdir. Kimileri yakalanma ihtimaline karşı Marks'ın, Engels'in kitaplarını yanlarında götürürler. Yakalandıklarında, bu sayede, depolarını bedava mazot ve ambarlarını bol balıkla doldurup geri dönmeyi başaran uyanık balıkçılar olduğu rivayeti çok yaygındır. Balığın rotası Ankara'ya doğru uzadıkça, küçük balıkçı da ticari ürün döngüsüne girer. Kimi uzatma ağlarından çıkan palamutlar, artık umut olmaya başlamıştır. Ama karşı kıyılarda kaçak hem çaresizliğin, hem köşeyi dönme umudunun kesiştiği koordinatın adıdır; ortak toplumsal bir umut olamaz!

Tek parti yönetiminden çok partiye, Demokrat Parti'li yıllara geçildiğinde, tütün köylüsünün "efendiliği" zamanın biraz hızlanmasına neden olacaktır. Uzun yıllar boyunca "Demokrat Parti" ve "Adalet Partisi"nin oy deposudur köylü. Bunu sağlayan ise, bakkal, eksper, imam ve ağa döngüsüne giren köylünün, CHP tarafından ilân edilen "efendiliğinin" köylüler tarafından bir türlü hissedilememesi, kâğıt üstünde kalması, bu sayede de bilinçsizliğin kırılamaması olgusudur. Durum çaresizdir! 27 Mayıs darbesi sonrasında Ecevit'in, Vatan Cephesi"nin taşradaki sınıfsal temelinde gerçek bir yarık açması ise, ucuz kredi ve teşviklerle nispeten yoksul köylüyü traktör sahibi yapmasına denk gelecektir. Kıbrıs Fatihi unvanının bile onu ayakta tutmaya yetmeyeceğini en çok da dönemin köylü hareketleri içinde yer almış olanlar bilir. Karahüseyinli köyünden rahmetli Seyfettin Kırbaş'ın demesiyle, "köylünün Allahı üç dönüm toprağı"dır.

Yetmişli yıllar öncesi, ticari ürün tütün'dür. Seksenlerin ortasına kadar tütün Alaçam ve Yakakent'in esas girdisini oluşturacaktır. Tütün satılacak ve helvadan mobilyaya, okul harçlıklarından, düğünlere bütün ihtiyaçlar tütün parası ile karşılanacaktır. Ödemeler tütün takvimine göredir. Tütün takvimi ise 12 aydan oluşan bir yıl değil, iç içe geçmiş iki üretim dönemi, yani bir buçuk yıllık bir dönemdir. Dönem, köylünün ihtiyacını veresiye gördüğü ve bakkalın insafına kaldığı, her bir buçuk yılda bir borç kapatmaya giden köylülerin üzerinden sermaye yapan bakkallar ile tütün eksperlerinin saltanat sürdüğü dönemdir.

Gümenez hep bir balıkçı kasabasıdır. Ama yine de, balığın ticari bir ürün olması için 70'li yılları bekleyecektir. Balıkçının, dönemin "örgütlü toplum" havasından etkilenerek kurduğu balıkçı kooperatifinin birikimleri ile 'Balık Unu ve Yağı' fabrikası kurulur. Balıkçıların değil ama birkaç yöneticinin buradan iyi paralar yediği rivayet edilir, uzun yıllar sonra fabrika harabeye döner. Balıkçılık kooperatifi deneyiminden bugünlere, pek hayırlı dersler kalmaz. Ama bu deneyim, bazı girişimcilere de örnek olmuştur. Balıkçılıktan birçok küçük balıkçının karnı doyduğu doğrudur. Ama Gümenezli olup da büyüyen balıkçı olduğu da şüphelidir.

Tütün dönemi boyunca Yakakent'ten hiç sporcu, yazar, çizer, çıkmaz. Ya da tersinden herkes yazar, herkes çizer ve sporcudur. Daha çok Fenerbahçe şampiyon olmaktadır. Birkaç doktor ve mühendis örneği dışında, geleceğe yönelik yatırım anlayışı, tütün tarlasından elde edilenlere bağlıdır. Eğitimde standart Alaçam Lisesi ile İmam Hatip mezunu olmak ölçüsü ile belirlenir. Din dersleri seçmelidir. Fizik dersleri boş geçer, matematiğe vekâleten bakılır. Yine de çocuklar zekidir. Haytalık yapmak isteyenlerle okumak isteyenler kendilerini belli ederler. Samsun'a gazinolara gidilir. Paralar harcanır. Köylü, Çarşamba günleri Alaçam'a, Cuma günleri de Yakakent pazarına iner. Bursa'da Vatan Mahallesi ile İstanbul'da İçmeler, Tuzla bölgeleri Alaçam'lılarla Yakakent'lilerin yeni yeni göç etmeye başladıkları yerlerdir. Zaman hızlanmaktadır. Yakakent ve Alaçam'da yaşam, amatör bir ruhla sürmektedir.

TURİZM ZAMANI

Yakakent'e yazlığa gelen on onbeş civarında Bafralı aile, yetmişli yılların başından bu yana hep olmuştur. Sanıldığının aksine seksenli yılların ortasında başlamış bir şey değildir turizm. Ama bunların varlığı çok fark edilmez, bilinmez. Sanki dışarıdan gelen Gümenezliler gibi muamele görürler. İlk deniz mayoları, bunlardan görülerek ya da bu ailelerin hediyesi olarak verilmiş Yakakentli kızlar tarafından giyilecektir. Bafra o zamanlar Yakakent'i modernleştirmektedir!

16-yakakentgecim2

Bayram şölenleri olur du eskiden. Bu şölenlerde çocukların sevinçleri ön plandaydı. Yakakent hala küçük bir kasabaydı... İlçe olduktan sonra, kaçınılmaz olarak meydanda yerlerini alan gri devlet kurumları, geçmişte yaşadığımız bayram şölenlerini, devlet törenleri haline getirmiş olmasın sakın; içinde biraz çocuklara da yer verilen... Her bayram çocukların işgal ettiği meydandaki şölenlerden birinin resmidir. Ama tarihi bilmiyoruz...

Özal dönemi boyunca, yalı gıyısındaki balıkçı barınakları limana taşınır. Limanda Zeki Bey'in yeri alanında tek iken, zamanla birçok balıkçı lokantası açılır. Yalı gıyısında boşalan barınaklar ya çay bahçesi ya da apartman dairesi olacaktır. Yakakent boş ve ölü ev mezarlığına dönüşmek için yola çıkmıştır. İlçe olduktan sonra artan daire fiyatları, inşaat sektörünü canlandırmış, Özal dönemi köşe dönmecilerin talep ettiği yazlık evlerle birlikte Bafralıların akınına uğrayan Gümenez, doğal yapısını bozmuştur. Tütün dikimine kısıtlar getirilmekte, başfiyat hiçbir zaman istenilen seviyeye çıkartılmamaktadır. Bunun dışında buğday ya da çeltiğe yapılan masraşar, getiri tarafından karşılanamayacak hale gelmektedir. Büyük ölçekli tarım dışında bir seçenek, yaşam şansı kalmamakta, yoksulluk artmaktadır. Küçük balıkçı da, küçük köylü de göç yollarına düşmüştür. Kozköy neredeyse 150 haneye inmiştir. Bursa ve İstanbul'daki nüfusumuz artmaktadır…

Dünya Bankası'nın köylüye zikrettiği afyon olan dönüm parası, dinci hükümetlerin devlet kasasından yaptığı kömür ve istihkâk yardımları ile elele vermiş, sadaka kültürünü topluma yerleştirmektedir. Yakakent'te pansiyonculuk, yazın tatile gelecek yerlilerin bırakacağı para ve festival gibi birkaç günlük canlanmaları beklemek dışında bir umut gözükmez. Artık yerli olmuş memurların harcamaları esas girdiyi oluşturmaya başlamıştır. Yakakent üretmemektedir, üretememektedir; ama tüketmeye alışmıştır!
Bir ilçe düşünün ki, bütün çalışkan geçmişi, üreten insanları ile, memurların maaşını paylaşmaya, dışarıdan gelecek turisti ağırlamaya, hizmet etmeye mahkûm olsun! Bu nasıl olur? Kuşkusuz ana hatları ile anımsamaya çalıştığımız "GeçimTarihimiz"in bir yerlerinde yaptığımız hataları anlama kapasitesinden çok uzağız. O yüzden karşı kıyı dağılınca zil takıp oynadık. Oralarda ne olduğunu merak bile etmedik. Küfredip yürüdük…

Bütün bunları, bir televizyon programında konuşan Yakakent Belediye Başkanı'nın ağzından çıkan şu cümleler anımsattı bana: "Yakakent'in bir şansı var o da turizm. Geleceğimiz turizmde" mealinden cümlelerdi bunlar. Bir zamanlar çok sayıda öğretmen çıkaran, emekçi ve amatör Yakakent halkı, dişinden tırnağından artırdığı ile çocuklarını okuturdu. Sonra milliyetçiliğini parayla sınav hileleri yapmakla sınayan bir öğretim üyesinin torpilleri ile spor öğretmeni olan bir kuşak dışında patlama yapmadı. Gemisini yürüten kaptan felsefesinin ürettiği kuşaktandı bunlar da. En son olarak ise sermayenin bekçiliğini yapmak için emek-gücünü satmak dışında bir şansa sahip olamayan "güvenlikçi" gençlerimizin zamanı geldi! Bu da bir yere kadardı. Bundan sonrası için gençlerimizin komi ya da garson olması isteniyordu artık. Hizmet etmemiz, parası olana hizmet edip yaşayıp gitmemiz isteniyordu. Ne yazık ki seksenli yılların ortasından doksanlı yılların ortasına kadar süren orta sınıf hareketliliği son buldukça, zenginlerin tercih etmesi için hiçbir neden bulunmayan Yakakent'te gençlerin önüne, gurbette komilik ve garsonluk ya da güvenlikçilik dışında bir seçenek koyulamamaktadır.

Küfredip dururken bir yerlerde işin kolayına kaçmıştık, ama nerde?

HAZİRAN- 2008

Kaynak:

http://www.memleketmektubu.com/2009/12/gumenezde-gecim-tarihi-2/


.



.
Kenan Sinanoglu - Resimli Google sayfaları:
http://images.google.de/images?hl=de&q=kenan+sinanoglu&btnG=



Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org