Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Oktay Ekşi Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

OKTAY EKŞİ Bülent Şenver'in Odası TV Programı
06.09.2007
Okunma Sayısı : 3744
Oy Sayısı : 9
Değerlendirme : 4,56
Popülarite : 4,35
Verdiğiniz Puan :
 

 

OKTAY EKŞİ Bülent Şenver'in Odası TV Programı

.
.

Duayen bankacı Bülen Şenver ile bir televizyon programı için samimi bir sohbet yaptık. Sizlerle paylaşmak istedim.
.
.
.
Bu televizyon programını izlemek isterseniz lütfen tıklayın.    
.

 

OKTAY EKŞİ Bülent Şenver'in Odası TV Programı
Deşifresi
.
.
Oktay Ekşi (OE)
Bülent Şenver (BŞ)
.
.

BŞ: Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşi. Hoşgeldiniz Oktay Bey.

OE: Hoşbulduk.

BŞ: Oktay Bey sizi Türkiye'de bilmeyen, tanımayan  yok. Ama ben yine sizin kilometre taşlarınız diye hayatınızda şöyle gözünüzü kapattığınızda kendinizle ilgili benim hayatımda birkaç tane önemli olay, birkaç tane önemli kilometre taşları sizlerle paylaşabilirim derseniz, neleri bizimle paylaşabilirsiniz?

OE: Çocukluğumda herkesle paylaşabileceğim pek fazla bir şey olduğunu zannetmiyorum. Meslek yaşamamım bir hayli uzun süredir geliyor bu tarihe kadar 55 seneyi doldurdum.

BŞ: Maşallah.

OE: Onun içinde tabii pek çok şey var. Belki gazeteciliğin tek bir fotoğraf olarak verilecek bir tarafını değilde insanlara hizmet etmenin verdiği keyif tarafını sizin önünüze getirsem sanıyorum en doğrusu odur. Onun dışında kendi özel yaşamım pek fazla zik zakları olan bir özel yaşam değil. Ben düzgün bir sorumsuz bir ortamı her zaman aradım, şanslıymışım . Hem özel yaşamım böyle bir ortamda olduğum için onda da tek fotoğraf verebilirim size. Diyorum ki  o bir süreç olarak herkesin önüne koyabileceğim bir süreç

BŞ: Oktay Bey bir anınız desek bizimle bir iş anınızı, ilk işe başlama anınızı paylaşabilir misiniz?

OE: Orada bir çok şey var olabildiği kadar kısa anlatmaya  çalışayım. Mesela ben gazeteciliğe lise yıllarında karar verdim. Hatta o tarihte lisede öğrenciyken  Ankara'da Ulus gazetesine gittim. Tanıdığımız gazeteci bir büyüğümüz vardı. Aile ilişkimizde vardı, dostumuzdu. Dediki; Evladım senin buraya geldiğinin annenin ve babanın haberi varmı? Dedi. Niçin? Dedim. Burada senin yaşına uygun bir iş bizde yok dedi. Sen gereksiz bir şey içindesin diye düşünüyorum dedi. Uzatmayayım o olmadı. Zafer gazetesi vardı o zaman Demokrat Parti yeni kurulmuş onun organı olan bir gazete vardı . Orada da gittim, dedilerki sen daha çocuksun. Liseyi bitirdikten sonra bir fırsat yakaladım. Kapağı attım. Fakat o kadar küçük simalı, yaşımı küçük gösteren bir fizyonomim vardı ki, doğrusu nereye gitsem sahte bir .

BŞ: Size inanmıyorlarmıydı?

OE: Gazetecilik yapmaya kalkmış kendinde böyle bir şey vehbeden bir çocuk girdi kapıdan içeri diye böyle muamele ederlerdi. Bir şeyimi anlatayım. Muhlis Efe merhum ticaret bakanıydı. Bende sözde işte gazeteciliğe girdim. İlk hafta içinde haber nasıl çıkar bilemiyorum. Gittim  çalıştığım yer Ankara  Ajansı isminde o tarihte özel bir ajanstı , onun patronunda dedimki, ben böyle böyle bir sıkıtı içindeyim. Nasıl bulunur haber? Ben sana söyleyeyim. Git ticaret bakanına dedi ona sorular yönelt dedi. Ticaret  bakanına ne sorular yöneltilir? O çocuk halimle ne yapabilirirm? Gittim. Özel Kalem Müdürü odasına girdim. Baktım çok muhteşem bir oda. Gazetelerden gördüğüm fizyonomi bu değildi. Bu adam acaba Muhsin Efe'de ben mi yanılıyorum  ben mi yanılıyorum acaba? Diye düşünürken sordu; sen niye geldin evladım? Dedi. Özel kalem müdürüymüş. Efendim dedim ben gazeteciyim. Ne gazetecisin sen ne zaman gazeteciliğe girdin ? Dedi. Dedim efendim ben 15 gündür gazeteciyim. Evladım dedi sen ne istiyorsun? Bakanımla görüşmek istiyorum? Böyle aklına esen  bakanla görüşmeye gelir mi? Dedi. Sen önce bir kartını çıkart bakayım dedi. Kart yok bende, kimlik kartı. Efendim dedim telefon numarasını vereyim size siz arayın. Uzatmayayım. Beni kendine bağlı bir memura gönderdi. Oda sorular hazırladı falan ma umutsuz bir vaka olarak öyle bir olayı hazırlanmaya beni mecbur ettiler.

BŞ: Genç yaşta hayata atılmak ve genç yaşta gazeteci olmanın hem bir takım sıkıntılarını çektiniz ama bence oradan epeyi tecrübeleri çok genç yaşta kazanmaya başladınız.

OE: Tabii. Doğrusu o bana aynen dediğiniz gibi hiç beklemediğim sıkıntılı olaylar yaşadım . Fakat insanları görmek, öğrenmek, genç yaşta eşit düzeyde ilişki kurmak gazetecilikte çok önemli bir şeydir.

BŞ: Eşit düzeyde ilişki.

OE: Evet. Muhatabınızla eşit düzeyde ilişki kurmanız lazım.  Bizden önceki kuşaklar muhataplarına efendim, arz ederim, afedersiniz diye bakarlardı . Bize de yansıdı o. Bizden sonraki kuşak çok daha iyi oldu. Ama temelde insanlarla eşit, özgürce ve şahsiyetli bir şekilde ilişki kurma tecrübesini  veren en iyi meslelerden biri belkide en iyisi gazeteciliktir.

BŞ: Demek ki gazeteciliği siz gençlerimize şu anda tavsiye ediyorsunuz. Bu mesleğe girsinler diye tavsiye ediyorsunuz.

OE: Efendim gazetecilikten daha iyi bir meslek olacağını düşünmüyorum ki. Elbette girsinler.

BŞ: Manevi tatmin sağlıyor gazetecilik. Maddi tatmin ne zamandan sonra başlar sağlamaya?

OE: O maddi tatmin sağlanması genellikle bizim meslek yahut gazetecilik tarihimizin tüm süresi boyunca maalesef olumsuz bir etki yaratmıştır. Ne demek istiyorum? İşverenler, genç insann bunlar çok tatmin alıyorlar diye onları olabildiğince ucuza çalıştırıyorlar. Türk basınının bugün dahi devam ettiğini ileri sürdüğüm, süreceğim en önemli sorunu budur.

BŞ: Düşük ücretle meslekte insan çalıştırmak.

OE: İzin verirseniz  onu bir açayım. Şimdi bakınız gazetecilik hakikaten çok inanılmaz güzel bir uğraş.  Ben uğraş diyorum arada bir ağzımdan meslek  diye de kaçıyor. İnanılmaz bir uğraştır. Bütün yaşamınızı kapsar. Gerçekten saatlerle ölçülen, kesilen bir olay değildir. Olduğunuz andan öldüğünüz ana kadar gazetecisinizdir. Bu bir. İki, böyle bir dönemi sizin bu kadar özveri ile yaşadığınızı gören taraf istismar eder dedim. İşte bu güzel olaya pek çok donanımlı genç girer. Girdikten sonra bakar ki bir kısmı, iyide ben burada aldığım paranın üç mislini öbür tarafa şuraya gitsem alabilirim, alıyorum  der. Kısa sürede bırakır. İşte buda bizim meslek dünyamız açısından çok negatif bir sonuç doğrurur.  Bu yüzden de hala az parayla adam çalıştırmak sıkıntılarını yaşar benim mesleğim.

BŞ: Birde gazetecilik mesleğinde şu anda en tepe yöneticinin maddi tatmini ile aşağıdakiler arasında bir uçurumda sıkıntı yaratır mı?

OE: Şöyledir. Maalesef öyle bir gelenekte yerleşmiş halde. İşveren genellikle herkes için böyle bir şey söylemiyorum ama genellikle dersem doğrudur. İşveren genellikle çevredeki en yakın adamlarını buraya kadar doyurur. Bol parayla, her türlü olanağı sağlayarak onları çevresinde tutar. Daha aşağıya doğru hele mesleğe yeni başlayan muhabir , istihbarat şefi, vesaire gibi  ilk dönem kademlerindekilerin hak ettiğinden çok az verilir. O da çok güzel meslek diye ayrılamaz. Güzel bir uğraş diye ayrılamaz. Bırakamaz. Öbürleride maalesef  bu zaafından yararlanarak bir yerde istismar eder.

BŞ: Oktay Bey sizin yakanızda ben güzel bir rozet görüyorum. Biraz onu anlatırmısınız? Orada güzel bir kuş var, bir güvercin var, bir kalem var. Kalem, güvercin ne anlam ifade ediyor?

OE: Basın konseyinin rozeti. Güvercin iletişim sembolü olarak var. Kalem dikkat ederseniz kırmızı ve yukarıya doğrudur. O da özgürlüğünün ifadesi, özgürlüğünün kavgasını üstlenmenin ifadesidir. Yukarı doğru olması da bunu her zaman onurlu bir şekilde tutmanın savaşını vereceğiz .

BŞ: Kalemimiz özgürdür ve biz bu özgürlüğün onurlu savaşını veririz .

OE: Bu zemindeki mavi huzuru, meşruiyeti, hukuku, hukuk düzenini, demokrasiyi birlikte temsil eden bir renk olarak konmuştur. O nedenlede bu rozet sadece bizim basın konseyinin değil, dünya basın konseyleri birliğininde kabul ettiği uluslararası kimlik kazanmış bir rozettir.

BŞ: Mesleğinizi yaparken o mavilik diyorsunuz meşru düzen içerisinde yaparız. Hukuka uygun yaparız.

OE: Özgür olmak ama o özgürlüğü sorumlu bir şekilde kullanmak ve onun kavgasınıda her platformda  hukuk içinde kalarak vermek bu rozette ifade edilen anlamındadır.

BŞ: Konsey başkanlığını değil mi siz yapıyorsunuz? Başkanlık zor bir iştir aslında ama böyle bir konseyde daha da zor değil mi?

OE: Tabii. Biraz şundan dolayı zor. Çünkü özgürlüğüne düşkün insanlar dünyasına siz kuralda önemlidir demiş oluyorsunuz. Diyorsunuz ki; tamam özgür ol. Bende senin özgürlüğünün kavgasını vereyim ama belirli temel kurallarada itimat et. Onada saygılı ol. Biz onlara meslek kuralları diyoruz Basın meslek ilkeleri diyoruz. Bu kuralları eğer sen ihlal edersen birileri sana onu ihlal ettiğini söyleyebilir. Dikkatli olman gereken bazı şeyler var. Özdenetimi kendini denetleyecek iradeyi ve sorumluluğu kendinde barındır diyoruz. Tabii buda bir çok meslektaşımızı veyahut gazeteci dostumuzu zaman zaman kırılmamıza neden oluyor. Alışmamış insanlarımız kaleminin önünü kesiyor , vurunca deviriyor falan bu tür bir gelenekten gelen bir insana, bak kardeşim sen yanlış yapmışsın burada dediğiniz zaman onu kırıyorsunuz. Veya bu yüzden de aynen dediğiniz gibi basın konseyi hem insanların canını sıkan üzen hatta onların bazende ölçüsüz tepki göstermelerine sebep olan bir yer. Bende onun başkanıyım.

BŞ: Zor bir görevi yapıyorsunuz.

OE: Bilmiyorum ben keyifle yapıyorum.

BŞ: Oktay Bey Türkiye'de belki sizde izliyorsunuz bir çok konuda insanlar birbirlerine olan güvenlerini kaybettiler gibi bana geliyor. Sanki şöyle bir şey geçmişte okuduğum gibi ahilik düzeni, insanların birbirleriyle olan o dayanışma düzeni . Hani hep anlatılır, ne kadar gerçek bilmiyorum? Ama bir esnaf kendisine sabahın erken saatlerinde bir müşteri gelmiş alış veriş yapmak istemiş, demişki lütfen benden yapma yanımdaki komşudan yap. Çünkü o siftah yapmadı gibi şeyler  anlatılıyor. Sanki bazı iş ahlakı kuralları bazı insan değerleri, birbirimizde olan o ilişkilerimizde bağlı olduğumuz insani değerlerimiz sanki geçmişte daha farklı daha olumluydu da zaman içerisinde bu daha yozlaştı.  Daha pratmatik, daha bencil, daha parasal ve maddi yönlere doğru kaydı gibi bir his var. Gençlerimiz bunlardan çok sıkılıyorlar. Bazı kelimeler söylüyorlar duyunca bende üzülüyorum. Melesa diyorlarki; Bülent hocam burası Türkiye burada her şey olur. Şimdi olmazda diyemiyorsun. Bakıyorsun yüzüne. Bülent hocam gemisini kurtaran kaptandır Türkiye'de. Kısa sürede köşeyi dönmek gibi bir takım şeyler söyleniyor. Şimdi bakıyorum mesela her yapılan işte insanlar samimiyetten bir şekilde endişe duymaya ve her şeyin altında bir şey aramaya çalışıyorlar. Mesela ben size bugün merhaba dediysem siz hemen diyorsunuz ki acaba Bülent Bey bana bugün neden merhaba dedi? Niye dedi? İnsan olduğu için dedi. Onu sevdiği için dedi. Bülent Bey beni  programa çağırdı acaba niye çağırdı? Gibi şeyler. Veyahut tam tersi düşünmeye başlıyorsunuz. Bu ortam içerisinde acaba bizim bu Osmanlı kökeninden gelen bir davranışın bugünlere gelen  yansımasından mı?  Böyle hesap vermeyi sevmiyoruz. Hesap sormasını bilmiyoruz. Bu niye sizce böyle? Her şeyin altında bir ikinci bir menfaat ara, samimiyetsiz davran, birbirini aldatma üzerine kurulu bir düzen içerisinde yaşa gibi tutum ve davranışlara muhatap oluyoruz bizler.

OE: Bana bir hayli derin bir meseleyi sordunuz. Olabildiği kadar kısa yanıtlamaya çalışayım. Birisi galiba ister istemez toplum değişiyor. Dünyadaki genel değişme, teknolojinin ilerlemesi, dünyanın küçülmesi, hepimizin bildiği hiç sevmediğim globalleşme lafı var. Rezil bir laf. Nefret ediyorum ondan. Ama belirli bir süreç maalesef oda devam ediyor. Böyle bir ortamda ister istemez yaşanılan ekonomik tablolardaki değişiklikler , endüstri toplumunun daha ileri aşamasına gittikçe insan hayatına getirdiği bir model ve değişklikler, her şey bizi ister istemez biraz da eskisine kıyasla hızlı bir şekilde etkiliyor. İster istemez demek istiyorum ki dünyadaki değişim ve ekonomik tabloyla ve endüstrileşmeyle ve hatta da post model yaşamın getirdiği yeni ihtiyaçlarla yaşamımıza yansıyan değişklikler var. Artık  peder şahe aile varmı? Yok. Çekirdek aile bile artık neredeyse parçalanma sürecine girmiş. Niye? 18 yaşından sonra çocukları sokağa bırakan kültür dünya ya egemen oluyor. İnsanların birbiriyle ilişkileri neredeyse aile ilişkisinden çıkıp iş dünyasının mukaveleli ilişkisine dönüyormuş gibi maddileşmiş bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu genelin yaşamımıza getirdiği birde İstanbul vesaire gibi büyük metropollerde yaşayan insanların herkesin bir kavgayı üstlenipte yaşamda kalma mücadelesini karşımızda buluyoruz. O başkalarına pek artık yüz veren bir ortam içinde olamıyor insan . Bunu bir maddileştirici ve sizin sözünü ettiğiniz çokta değerli olduğuna benimde inandığım manevi değerleri silip süpürüp arkaya attıran tarafı var. Bu bir, insan ilişkisi. İkincisi birde dedinizki güven duygumuzun aşındığı bir ortamı yaşıyoruz. Doğrudur. Benim kanaatimde öyle. Özellikle devlet vatandaş ilişkisinde bunu çok açık bir şekilde görüyoruz. Siz birebir ilişkilerde de bu var diyorsunuz. Doğrudur ona itiraz etmiyorum ama asıl devlet vatandaş ilişkisinde ben güven eksiğinin bize çok büyük çapta etki yaptığını düşünüyorum. Şöyle; devleti geriye doğru tarihimize baktığımızda demokrasiyle alakası olmayan bir süreçten geliyoruz biz. Öyle bir ortamın yöneticileri bu ülkeyi, bu insanları yönetmiş. Hesap verme diye bir sorumluluğu yok. Hesap soranda yok. Aldatsa kim ne olacak? Çok çok Padişahlık döneminde kelle gidiyordu oda Padişahın kendine kalmış bir husus. Bizim gibi sonradan ayılmış, demokrasiye yeni geçmiş ülkelerde vatandaş kendisini yönetenlere hesap sormayı ve onu doğru , dürüst , adam gibi ülkeyi yönetme konusunda yönlendirmeyi beceremiyor. Gücümüz henüz yok. O noktaya kadar gelmiş kamuoyu gücü yok Türkiye'de. Tabii komuoyu gücünün zayıf olduğu yerde hala yöneten ben bunları aldatabilirim diyor.  Ne oluyor sonra ilişki? Bir taraf kağıt  çalıyor öbür taraf zar tutuyor O yüzden devlet dairesine gittiğinde vatandaşa memur bürokrat hizmet etmiyor, oraya kapıdan giren vatandaşta zaten karşısındaki bürokratın kendisine dürüstçe davranacağını düşünmüyor oda ona itiraz etmiyor.Tekrar ediyorum bir taraf kağıt çalıyor, öbür taraf zar tutuyor. İlişki böyle gidiyor.

BŞ: Şimdi ben size soru yağmuru başlatmak istiyorum. Kısa kısa sorular ve cevaplar. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşi. Şimdi soru  yağmurumuz. İleride gazeteci olmak isteyen bir gencimize ileride sakın yapma diyeceğiniz iki şey söylermisiniz?

OE: Okuyucusunu, izleyicisini aldatmasın. En önemli şey budur. Birde gerçekleri hiçbir zaman bozmadan okuyucusunun izleycisinin önüne getirsin.

BŞ: Yine aynı gazeteci olacak olan gencimize muhakkak yapacaksın iki tane muhakak yapacaksın.

OE: Çevresindekilere herkese ama saygılı olmayı, kendisine olan saygıyla eşit tutmayı bilmesi lazım. İkincisi profesyonellikte kendisinin becerebileceği şey en üst hangi noktaya kadar gidebiliyorsa yeteneğini zorlamasını tavsiye ederim.

BŞ: İnsan davranışlarında sizin hoşunuza gitmeyen ve çok kızdığınız iki davranış nedir?

OE: Hiç hazetmediğim bir şey vardır küstahlıktan hazetmem. İkincisi aldatılmaktan hiç hazetmem.

BŞ: Küstahlık kısaca ne demek?

OE: Küstahlık haddini bilmeyerek karşısındakini küçük görerek ona hakaret etmek, küçümseme hakkını kendisinde var sayarak söz söylemek, hareket etmek.

BŞ: Türkiye'de ben olsaydım yapmazdım diyebileceğiniz bir şey aklınıza geliyor mu? Ben olsam şunu yapmazdım Türkiye'de.

OE: Türkiye'de ben olsaydım yapmazdım  diyebilecek o kadar çok, o kadar çok şey var ki.

: Hemen aklınıza gelen bir şey.

OE: Ülkemi ve milletimi her zaman küçük görmemeyi ön planda tutarım . Bunu yapanlara çok kızıyorum.

BŞ: Biz adam olmayız diye bir cümle var. Siz buna inanıyormusunuz? Adam oluruz değil mi?

OE: Elbette . Adam olduğunu iddia edenlerin ne fazlası varki bizden?

BŞ: "Böyle gelmiş böyle gider" diyorlar. Sizce Türkiyede böyle  gitmemesi gereken ne var?

OE: Türkiye zaten böyle gelmiş böyle gider denilmeyecek bir ülke. Türkiyede her şey özellikle bizim kuşağımızı esas alarak söyleyeyim. Her şey ileriye ve yukarıya doğru görülmesi gereken bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü içtenlikle söylüyorum dünyanın en güzel ülkesinde, dünyanın en iyi bireyleri oalrak yaşıyoruz biz. Benim samimi kanaatim . Kendi ulusuma böylesine inanarak söylüyorum.

BŞ: "Devletin malı deniz yemeyen domuz"diye bir sözcük var . Sizce bu zihniyeti nasıl yok ederiz biz.

OE: Onu söyleyen o domuzların

BŞ: Yok olması lazım.

OE: Tabii onlar yok olmuyor maalesef. Sistemi, devleti şeffaflaştırarak, bütün kamu sektörünü ve kamusal hizmet veren bizler dahil bizlerin bütün hareketlerimizi başkalarına hesap verebileceğimizi dikkate alarak ayarlamamız lazım Öyle bir sisteminde yaşamımıza girmesi lazım. Yoksa ben dürüsttüm, ben aslanım, ben iyiyimle hiçbir yere varılmaz. Başkaları hesap soracak, sizde hesap vereceksiniz.

BŞ: Oktay Bey en son ne zaman ağlamıştınız? Hatırlıyor musunuz?

OE: En son ağabeyimi kaybettiğim zaman ağladım.

BŞ: Siz en son kimin elini öpmüştünüz? Hatırladığınız?

OE: Bizde el öpmek pek makbul bir adet olarak düşünülmemiştir. Ailemizde yoktur ama. Bayramlarda büyüklerimizin elini öpmek tabiki geleneğimizin gereğidir. Sanıyorum ki rahmetli babamın elini öpmüşümdür.

BŞ: Ayakta alkışlarım. Oktay Ekşi neyi ayakta alkışlayabilir?

OE: Toplumuna karşılıksız hizmet veren, karşılık beklemeden hizmet veren herkesi ben ayakta alkışlarım.

: Türkiye için endişe duyduğunuz bir konu var mı şu anda?

OE: Var. Türkiye'de rejimi Büyük Atatürk'ün koyduğu ilkelerden saptırmak için kaç kuşaktır süren bir mücadele var. Maalesef Türkiye 1950'den beri karşı devrim sürecini yaşıyor. Yani Atatürk devrimlerine karşı olanların egemen olduğu bir süreci yaşıyor. Bunu yine Cumhuriyet kurulalı beri yetişen kuşaklar önlerler umudu içindeyim. Ona hala içtenlikle inanıyorum. Ama bu dediğimin bir tehlike olduğunu geleceğin parlak Türkiye'si açısından ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyorum.

BŞ: Soru yağmurunda son yağmur damlasını soruyorum size. Türkiye Cumhuriyeti için ileride Cumhurbaşkanı  olacak bir gencimizde bulunması gereken önemli özellikler sizce ne olmalıdır?

OE: Ulusuna inanan, az önce söylediğim gibi  Türkiye'yi ayağa kaldıran çağdaş uygarlıklar dünyasının bir parçası olmasını mümkün kılan temel devrimleri koruyan bir genç . Dürüst , elbette hukuka saygılı, elbette demokrasiye inanmış bir genç olmasını isterim o gencin.

BŞ: Ben sizi bayağı ıslattım . İsterseniz şimdi biraz kurulanalım. Ondan sonra hoş sohbetimize devam edelim. Bülent Şenver'in odasında, Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşi . Kısa Bir aradan sonra yine  birlikte olacağız. 

BŞ: Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşi. Oktay Bey biz kurulandık  şimdi tekrar hoş sohbetimize devam edebiliriz. Ben sizin  için bir etik vaka hazırladım.  Müsaade ederseniz bu hayali bir vaka . Ve hayali bir vakayı ben size okuduktan sonra diyeceğim ki , bu durumda siz olsaydınız siz ne yapardınız? Diye size sormak istiyorum. Hayali bir vaka gerçek bir şey değil. Kendi zihnimden yarattığım bir vaka. Bilal Bey, büyük bir holding içindeki  Amiral şirketinin genç genel müdürüdür. Patronu kendisini çok beğendiği için genç yaşta ona bu büyük şirketin genel müdürlüğünü vermiştir. Holding bünyesinde ikinci büyük şirketin genel müdürü Burak Bey, Bilal Bey'in bu göreve gelmesini hazmedemez. Onun gözü eskiden beri o görevdedir çünkü. Kendi istediği yere Bilal Bey geldi diye onu kıskanır. Patronu ile Bilal Bey'yaptığı toplantılarda Bilal Bey'in icraetlerini tenkit eder.  Patronun gözünden düşmesi için  her fırsatta Bilal Bey'in aleyhine dedikodu yapılmasını teşvik eder. Ne yaptıysa başarılı olamaz. Bilal Bey yaptığı yaratıcılıklar, yeni buluşlar ve çalışkanlığı ile başarılı sonuçlar elde eder. İki şirket arasında performans farklılığı kamuoyu önünde taktirle izlenir. Burak Bey bu işe iyice kızar, iyice içerler Bilal Bey'in başarısını niye baltalayamıyorum diye başlar aklından çareler düşünmeye. Onu yok etmek için bir yöntem bulmalıyım der ve bulduğunu zanneder. Tamam buldum der. Basını kullanarak Bilal Bey'e zarar verebileceğime inanıyorum. Burak  Bey'in basından tanıdığı iki tane köşe yazarı vardır. Şirketimizin yeni hedeflerini konuşmamız için bir strateji toplantısı yapacağız diyerek o iki köşe yazarını Uludağ'a davet eder. İki köşe yazarını Bayramda Uludağ'a götürür ve orada onların zihinlerini yıkamaya çalışır. Bayram boyunca holding bünyesinde Bilal Bey'in yapmış olduğu yanlışları onlara anlatmaya başlar. Bazı doğruların yanında birçok ta şahsi ve gerçek olmayan yanlış bilgileri ilave ederek ona anlatır. Köşe yazarları iyice şaşırmıştır. Bayram dönüşü hafta başı Burak Bey iki köşe yazarını telefonla arar der ki; Bayramda size anlattıklarımdan arzu ettiklerini kullanabilirsiniz, yazabilirsiniz. Başka sorularınız olursa da  çekinmeden beni arayabilirsiniz. İki köşe yazarı aldıkları bu değerli bilgileri kullanıp önemli ve ses getirecek iki ayrı yazı hazırlarlar. Yazıda Burak Bey'in anlattıkları ve Bilal Bey'i kötüleyen bir tablo çizilmiş olur. Yazıyı baskıya vermeden önce odalarının duvarlarında asılı olan  çerçevelenmiş basın iş ahlakı ilkeleri gözlerine çarpar. Bir an düşünürler yazıyı baskıya versek mi? Yoksa bu doğru  olmaz mı diye. Sayın Oktay Ekşi bu köşe yazarlarımızın yerinde siz olsaydınız bu durumda siz ne yapardınız?

OE: Birinci ilke Bilal Bey ile temas etmeleridir. Onun hakkında yazı yazacaksın, onu kamuoyu  önünde belkide suçlayacaksın. Ama onun ne dediğini böyle bir suçlayıcı tabloyla konurken ne dediğini sormadan yapacaksın. Bu  temel bir ilkenin ihlalidir. Böyle bir olayı Bilal Bey basın konseyine getirse herhalde o sevgili kardeşlerimin kınanmasını sonuçlandıracak bir karar doğardı oradan.

BŞ: Bilal Bey ile görüşsünler, konuşsunlar.

OE: Görüşmeleri lazım, onun ne dediğini sormaları lazım, öğrenmeleri lazım, onu da aktarmaları lazım. Onu aktarmadığınız sürece.

BŞ: Tek taraflı mı olur o zaman?

OE: Evet tek taraflı olur ve onu aktarmadığınız sürece, çok ciddi bir meslek kuralları ihlali söz konusudur. Birisi elinizde yeterli bir veri yok iken suçlayıcı oluyorsunuz. Karşı tarafa savunma hakkı vermemiş oluyorsunuz. Mesleğinizin temel meselesi önce gerçeği olduğu gibi ortaya koymaktır. Onu ihlal ediyorsunuz. . Yani savunabilir bir durum yok. Burak Bey'in vaziyetinden daha vahim oradaki söz konusu meslektaşlar.

BŞ:  Bir de Burak Bey'e birkaç söz söyleyin. Böyle bir yönetici.

OE: O her ortamda bulunabilecek kötü tipler vardır. Kıskançtır, komplekslidir, negatifir, başarısını başkasının mutsuzluğunda arar. Bu tipler var, toplumun içinde var. Ona Allah selamet versin demek lazım.

BŞ: Şimdi de 3 yap 3 yapma soracağım size. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşi ile birlikteyiz. Şimdi 3 yap 3 yapma. Oktay bey gençler için, gençler şu 3 şeyi hayatta yapmayın. Aklınıza ilk gelen ne olursa bu hiç önemli değil şu 3 şeyi yapmayın diyebileceğiniz onlara.

OE: Gençten kastımız eğer meslek dünyasından ise , şöyle söyleyeyim. Bir hangi görevde hangi konumda olursa olsun onun gereğini en iyi şekilde yapmlarını tavsiye ederim. Şu meslek , bu meslek, şu uğraş, bu uğraş hiç önemli değildir. Ne yapıyorsanız onun en iyisini yapmaya çalışmanız lazım. İkincisi çevreye karşı ilişkilerinde dürüst olması lazım.

BŞ: Çevreye karşı dürüstlük.

OE: Onu kendisine ve çevreye diye düzelterek söylersem daha doğru olur. Üçüncüsü zannediyorum ki topluma karşı sorumlulukları olduğunu insan en genç yaşta öğrenmelidir. Sırf bir ağaç değilsin. İçinde bulunduğun toplum seni oraya getirdi. Seninde ona karşı borçların var. Onu bütün yaşamı boyunca aklında tutmalı, gereğini yapmalıdır.

BŞ: Birde ben zie biir kelime bir cümle diye benim söylediğim kelimeye karşı cümle söylemenizi isteyeceğim.

OE: Biraz zor gibi geliyor bana.

BŞ: Şimdi Oktay Ekşi Bey ile bir kelime bir cümle oyununu oynuyoruz. Ben kelimeyi söyleyeceğim sizden cümleyi rica edeceğim. Hazırmısınız?

OE: Hazırım.

BŞ:Kelime gazete cümle.

OE: Gazete bir toplumun en önemli kurumlarından biridir.

BŞ: Kelime egemenlik cümleniz.

OE: Ulusundur. Hiç kimsenin değildir ulusundur.

BŞ: Kelime aşk cümleniz.

OE: Bir güzel çılgınlık dönemidir.

BŞ: Kelime dürüstlük cümleniz.

OE: Her zaman her yerde olması gereken bir değerdir.

BŞ: Kelime nefret cümleniz.

OE: Olabildiği kadar tasfiye edilmesi doğrudur.

BŞ: Kelime aldatmak cümleniz.

OE: Bence bir insana yakışmayan en önemli yanlışlardan biri.

BŞ: Kelime hesap vermek cümleniz.

OE: Uygar bir toplumda yaşamanın birinci koşulu hesap verebilme, hesap sorulabilir olmak ve hesap vermeye  hazır olmak .

BŞ: Kelime samimiyet cümleniz.

OE: İnsan olmanın temel değerlerinden biridir.

BŞ: Kelime ölüm cümleniz.

OE: Olabildiği kadar uzak olmalı.

: Kelime Oktay Ekşi cümleniz.

OE: Türkiye Cumhuriyeti'nin  vatandaşı olmaktan mutlu biri.

BŞ: Çok teşekkür ediyorum güzel bir kelime cümle oldu bu. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu sayın Oktay Ekşi ile birlikteyiz. Şimdi kulağınıza küpe olsun çubuk oyununu oynayacağız. Bakın burada bir kutumuz var masanın üzerinde duruyor. Bunun içinde çubuklarımız var. Ben sizden bir tane çubuk çekmenizi şansınıza bakalım hangi çubuğunuz çıkacak. Bir çubuk seçtiniz. Ben bu çubuğun üzerinde yazılan güzel sözler var onu okuyup üstünde konuşalım istedim. Çubuğun üstünde şu yazıyor; "Şevkat ve merhamette güneş gibi ol." Bu Mevlana'nın sözünün bir tanesi.

OE: Sanıyorum ki her zaman ısıtıcı , her zaman yaşama götürücü, yaşamın değerlerini karşı tarafa verici bir yaklaşımın olsun.

: Şevkat gösterirken, merhamet gösterirken cimri olmamı.

OE: Cimri olma hatta tüm insanlığa tüm yaşama dönük bir bonkörlüğün olsun.

BŞ: Güneş gibi bütün dünyaya yayıl değil mi?

OE: Çünkü yaşamın en temel faktörü.

BŞ: Müsaade ederseniz birde sizin şansınıza ben çekiyim

OE: Lütfen. Tabii Mevlana olunca insan zorlanıyor.

BŞ: Sizin için çektiğimde de şöyle diyor; "Sabır acıdır, ancak meyvası tatlıdır."

OE: Doğrudur. Ben inanırım. İnsan yaşamının tabii zaman zaman üzüntülerimiz vesairelerimiz bu tür şeyler herkes için geçerli. Sabır, bütün onların üstesinden gelebilmenin en temel araçlarından, silahlarından biridir. Sabır benim kişisel inancıma göre insanı aydınlığa çıkartabilecek en geçerli değerdir.

BŞ: Sabrım taştı dediğimiz zaman

OE: Keşke taşırmamayı öğrensek. Zaten olgunluk odur. Bende kendi hesabıma zaman zaman sabrımın taştığını görünce arkasından rahatsızlık duyarım. Üzülürüm. Hala olman gerektiği noktadan çok uzaktasın Oktay diye kendimi olgun hissetmediğim için kızarım kendime.

BŞ. Sabırdan vazgeçmemek için sabır acıdır olabilir sizi üzebilir sabır .

OE: Yaşamda elbette üzüntü, yenik düşmeler, mağdur olmalar, yaşamın tek düzen değil bir sürü çıkışlar var, inişler var. Onların üstesinden gelmenin en iyi aracı tekrar ediyorum  sabırdır. Bizim bir sözümüz var. "Buda geçer yahu" diye. O bir halk sözü. O bir tevekkül telkin eden, yani sabırı telkin eden bir yaklaşımdır. Sabrı bir tek ben bir yerde eleştiriye değer bulurum . Sabır adına mücadeleden vazgeçme söz konusu olmamalı. Mücadele ayrı bir şeydir. Sabır onun araçlarından biridir. Eğer sabır edeceğim diye teslim olur ve terkederseniz kavgayı o sabır sabır değildir o bir enayiliktir. 

BŞ:  Çok doğru söylediniz. Onunda bir sınırı vardır diyorsunuz.

OE: Sabır etmeyi bilmek olgunlaşmaktır. Doğrudur ama mücadele çok daha önemli bir değerdir. Çünkü yaşam mücadelesiz olduğu zaman hiçbir değer taşımaz.

BŞ: Bizde yine bir deyim vardır "Sabreden derviş muradına ermiş" derler.

OE: Bazende açlıktan gebermiş derler.

BŞ: Onun için nereye kadar sabredeceğinizi

OE: O kadar akıllı olmak lazım.

BŞ: Çok teşekkür ediyorum. Güzel sözleri bize anlattınız. Birde burada kutularımız bitmiyor. Bir tanede obje kutumuz var. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu sayın Oktay Ekşi Bey ile birlikteyiz. Şimdi bir göster bin işit bölümündeyiz. Oktay bey bir göster bin işit bölümümüzde, bu kutunun içerisinde ben size bir obje getirdim. Şimdi istiyorum ki bu objeye bakıp gençlerimize bir mesaj verelim. Buyrun açın bakalım kutunun içinden sizin için nasıl bir obje çıkacak.  

OE: Bir mürekkep .

BŞ: Şimdi bu bir obje bizim için. Buna bakıp gençlerimizin ilerde bizleri dinledikçe hep hatırlayacakları ne söyleyebiliriz.

OE: Mürekkep yazının aracı. Yazı kalıcılığın en önemli aracı diyeyim. Başka bir kelime bulamadım. Yazı tarihtir, yazı uygarlıktır. Yazı kuşaktan kuşağa mesajları aktararak ilerlemenin çok önemli bir  vasıtasıdır. O nedenle mürekkep ve tabii onun götürdüğü sonuç olarak yazı yaşamımızın çok değerli bir şeyi haline gelmiş oluyor. Her genç veya her birey  unutulmamak gibi, unutulmamayı istemek gibi çok makul, meşru ve beşeri bir hak ve özlem sahibidir. Ama bunu yerine getirmek içinde kalıcılık şarttır. Kalıcılığın aracıda işte yazıyla başlayan , topluma kalıcı hizmet götürmeye kadar insanları donanımlı hale getiren bir anlayıştır.

BŞ: Ne kadar güzel söylediniz. Gençlere bu başka bir küpe olacak kulaklarına. Her mürekkep gördüklerinde böyle bir ifkir hatırlayacaklar. Çok teşekkürler. Siz yazılarınızı yazarken, biraz da onları merak ediyor gençlerimiz . Bir yazı hazırlayacaksınız köşenize mesela bunun konusunu seçerken ne yazıyım derken nasıl bir hareket tarzı içinde oluyorsunuz. Bu çalışma düzeniniz içinde herhalde belirli bir saatte yazı teslim etme gibi bir sorumluluğunuz var. Ondan belirli bir saat önce kendinizi ayarlamışsınız belirli bir çalışma disiplininemi giriyorsunuz.? Önce fikir bulmak, sonra onu işlemek böyle bir yazının diyelim fabrikadan, hatta fırından çıkana kadar olan kısıma kadar olan seyahatini bizimle paylaşır mısınız?

OE: Benim mesleğim veya gazeteciliğim diğer sütun yazarlarından farklı. Bir kısım sütun yazarı günlük gözlemlerini sütununa aktarır. Onu çok güzel yapar, okunabilir halde yapar , ondan ders çıkarılabilecek şeyler üretir. Yargılar üretir ve yaşamını böyle sürdürür. O bir tarzdır. Bir kısım köşe yazarı , sütun yazarı mizahi değerleri ön plana alarak kendi hizmetini sunar. Her yiğidin kendine göre bir yoğurt yiyişi var. Benimkinin biraz farklılığı var dedim. Benimki , meslekteki sıfatım baş yazarlık olduğu için  öyle bir sütunun sorumluluklarını ve gereklerini dile getirmek istiyorum. Sonrada sorunuza geleyim izin verirseniz. Ben eski anlayıştan biraz değişmiş olmakla birlikte nede olsa çalıştığım gazetenin yaşama bakışı, olaylara bakışı konusundaki mesajı veren sütunda yazıyorum. Bu yüzde yüz, bire bir değildir. Bunda ister istemez benim kendi şahsi değerlendirmelerim belkide o yayın organının politikasından daha fazla ağırlık taşır. Ama onunla çatışmam ben. O yayın politikasıyla çatışmam. Çatışmamam gerekir. Diğer sütun yazarlarından farklı konumum benim budur. İkincisi ben hergün genel komuoyunun en fazla ilgi duyduğu ve benimde kendimi yazmaya eğil zannettiğim, saydığım konuyu alabilirim. Pek çok konu vardır ki ben eğil değilimdir. Özellikle mali konular, ekonomik konular benim uzak kaldığım konulardır. Spor, hiçbir zaman yazmam. Yazmamaya çalışırım çünkü bilmem. Edebi bir sorun getirmem ben sütunuma çünkü edebiyat ayrı bir şeydir. Demek istiyorum ki  benim alanım ister istemez biraz daha dardır. Ertesi gün okuyucunun en fazla ilgi duyacağı ve benim becereceğim konuyu yazabilirim dedim. O nasıl olabilir? Yazı konumu olabildiği kadar geç, günün geç saatinde  belirlenir. Çünkü yaşam devamlı hareket içinde . Olay çok. En tazesini ele almaya mecburum. Bu beni ister istemez yazılarımı öğleden sonraya yazmaya mecbur eder. İşte bu dediklerimin muhasalası  neyse  dosyalarımdı, dostlarımdı, birikimimdi, vesaire, yaşam anlayışımdı, becerimdi, bütün onların sonucu saat 18:00'e kadar  yazı haline gelmek zorundadır.

BŞ: 18:00'de bitmak zorunda.

OE: 18:00'de ben tuşa basmış olmalıyım. Yazı da yazı işlerine geçmiş olmalı.

BŞ: Ve sizin yazınızıda baskı öncesi kimse bakmaz, kontrol etmez.

OE: Hayır, yok. Öyle bir şey söz konusu değil.

BŞ: Ne verirseniz o basılır.

OE: Evet.

BŞ: Bütün sorumluluk bana aittir. Şimdiye kadar hiç öyle bir şey olmadı. Bülent Şenver yerine Yenver demişim  düzeltip haber verirler . Cümleyi tam istediğim gibi kuramamışım , iyi anlaşılmıyor. Onu tabiki yazı işlerinde çok değerli arkadaşlarım vardır. Onlar okurken derler ki galiba iyi anlaşılmamış derler. Bu tür eleştiriler alırım, onları ben kendim düzeltirim. Zaten eve faxla geçirlir yazı, evdede benim sansür memurum eşim vardır. Eşim zaten çoğu kez yazıyı okur, ben senin dediğini pek iyi anlamadım der.

BŞ: Başınızdan da yazdığınız bir yazı nedeniyle mahkeme falan böyle bir şey.

OE: Dava eden oldu ama hamdolsun sabıka almadım.

BŞ: Ödeme yapmadınız mı?

OE: Yıllar önce bana ait olmayan bir nedenle bir Urfa Valisi'ne 3 bin Lira kadar bir tazminat ödendi ama kusur bende değildi. O ayrıntıya girmeyelim.

BŞ: Sizinle yine bir torba oyunu oynayacağız. Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in  konuğu Sayın Oktay Ekşi ile birlikteyiz. Şimdi torba oyunu. Bakın burada bir torbamız var bizim.  Torbamızda harflerimiz var. Ben sizden bir harf çekemnizi isteyeceğim. Bakalım şansınıza hangi harf çıkacak.

OE: Ğ gelirse ne yapacaksınız?

BŞ: Evet o zaman bakalım ne yapacağız? "B" harfi . "B" ile başlayan bir iyi davranış, bir doğru davranış  hatırlayabilir misiniz?

OE: Herhalde başarıdan söz edebilirim.

BŞ: Başarı. Başarıyla ilgili ne mesaj veriyorsunuz gençlerimize?

OE: Hepimizin bildiği şeyleri söyleyeceğim. Çalışıyor olmanın, düzgün olmanın, dürüst olmanın, samimi olmanın başarıda çok önemli faktörler olduğuna inanıyorum.

BŞ: Bir tanede yine bu sefer kötü bir davranış, yanlış bir davranış için çekelim bakalım.

OE: Buyrun bakalım bu neymiş?

BŞ: "O" . Başı  "O" ile başlayan  yanlış bir davranış, kötü bir davranışta olabilir.

OE: Samimiyetsizliğin ifadesi olan  bir oyunbazlık.

BŞ: Ne demek oyunbazlık?

OE: Oyunbazlık az önce sizin bana verdiğiniz örneklerdeki Burak Bey var ya. Başkalarına karşı kötü niyetli davranışlardan oluşan bir senaryo kurup kafanda onunla bir sonuç almaya çalışmak oyunbazlıktır.

BŞ: Programımızı bitirmeden önce son söz gibi bir tanede ben çekeyim bakalım ne çıkacak ? "S"  ile başlayan bir son söz söyleyin gençlerimize.

OE: Sevgi, saygı.

BŞ: Sevgi, saygı. Çok teşekkür ediyorum programımıza katıldığınız için. Zenginliklerinizi paylaştınız. Sağolun.

OE:  Ben teşekkür ederim.

BŞ: Bülent Şenver'in odasında Bülent Şenver'in konuğu Sayın Oktay Ekşiydi. Bizlerle zenginliklerini, tecrübelerini, birikimlerini paylaştılar. Unutmayalım gençler bizim her şeyimiz en değerli hazinemiz. Gençlerimize sahip çıkalım. Bir başka programda birlikte olmak dileğiyle tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın. Hoşçakalın.

.
.

Oktay Ekşi, Bülent Şenver
.

Oktay Ekşi, Bülent Şenver
.

Oktay Ekşi, Bülent Şenver
.

Oktay Ekşi, Bülent Şenver
.
.
.
Oktay Ekşi Gözüyle Kimdir Başarıları Linkler Kendi Sesiyle Fotograf Albüm Kitap Tavsiyeleri TV Tüm Yazıları Oktay Ekşi Odası Lider Arama

.
.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org