Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

ALBER BİLEN Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Bülent Şenver'in Konuğu Alber Bilen
15.08.2007
Okunma Sayısı : 5258
Oy Sayısı : 8
Değerlendirme : 4,5
Popülarite : 4,06
Verdiğiniz Puan :
 

 

Bülent Şenver'in Konuğu Alber Bilen 

Bankacılık sektörüne önemli yenilikler kazandırmış yaratıcı bankacı Bülent Şenver beyefendi ile Portreler dergisi için hoş bir sohbet yapmıştık. Sizlerle paylaşıyorum.   
.
.

Bülent Şenver'in Konuğu Alber Bilen
.
.
Alber Bilen (AB)
Bülent Şenver (BŞ) 

.
.
B.Ş: Alber  Bey ben sizi Türk Henkel şirketinin genel müdürüyken tanıdım. Geçmiş iş yaşamınızdan bize kısaca bahsedermisiniz?

A.B: Ben Türk Henkel’in uzun yıllar genel müdürüydüm. Henkel Türkiye’de işe çok küçükten başlamış. Oniki işçiyle Türkiye’de yerli fabrikasyona başlamış. Ben Henkel’in teknisyeniydim, memuruydum.  İş hayatına evvela serbest çalışarak başladım. Sonra beni kendi memurları olarak şirkete aldılar. Yunanistan ve İran işlerine de baktım.  Çünkü Türkiye’de kriz çıkınca ve ithalat zorlaşınca beni Yunanistan ve İran’a tayin ettileri Ben üç memlekete birden bakıyordum. Seyahatler beni çok yoruyordu. Türkiye’de de  imkanların olduğunu görüyordum. Çünkü bütün kimyasal maddeler ithal ediliyordu. Kimyasal madde  olmadan  o zamanki sanayinin  yönetilmesi mümkün olmadığından,  bazı maddelerin burada yapılabileceğini düşündüm. Bu düşüncemi Henkel’e anlattım. Bana izin verin ben imal edeyim dedim. Yahut da birlikte imal edelim. Beraber çalışalım dedim. Onlar da bana dediler ki, sana imalatını yapmak üzere üç adet reçete verelim. Sen bu işi yürüt. Kimyateks diye ortak bir firma kurduk ve  üretime başladık. Üç formülle imalata başladık. Tabii ki tesis de lazımdı. Türkiye Sanayi Kalkınma Bankasından kredi aldık.  Üç reaktör getirttik Türkiye’ye. Bomonti’ de imalata başladık  Altı ay sonra İsviçre’ de Henkel’in  bir konferansına katıldım. Genel  müdür, bana sen Türkiye’de çok başarılı oldun dedi. İstersen seninle bir patent mukavelesi yapalım dedi. Ben de tabii yapalım dedim. Patent mukavelesi yaptık. Mümessilliğe gerek kalmadan direkt ithalat yapmaya başladım. Böylece işe devam ettim. Yani bu anlattığım iş hayatımın 1950 –1959 evresi.

B.Ş: O tarihlerden sonra ne yaptınız?

A.B: O tarihlerden sonra imalat yapmak için uğraştım. Baktım ki  Ankara’dan imalat patent izni almak bir mesele. Sekiz ay her hafta Ankara’ya gittim. Ancak sekiz ayda kabul ettirebildim. Aldığımız patent müsaadesi sadece bir sene içindi. O zaman Şadi Özer, bu ismi hiç unutmam, kambiyo genel müdürüydü.    Dedim ki kendisine, Şadi Bey bana izni bir sene için veriyorsunuz, seneye ben ne yapacağım? Bana çok ilginç bir cevap vermişti. “Alber Bey, siz bir senede imalatı öğreneceksiniz. Ondan sonra yabancının patentini kullanmanıza gerek kalmayabilir. Siz kendi imalatınızı kendiniz yapabilirsiniz” dedi. Neyse biz patent mukavelesiyle tabii ki işi yürüttük ama 1959’a kadar.  Baktım ki patent mukavelesi dar bir çerçeve içinde yürütülüyor. Halbuki teknoloji ise her gün ilerliyor. Teknolojinin ilerlemesiyle beraber Henkel’den çok daha fazla istifade edileceğini gördüm.. Bunun üzerine Henkel’e bir ortaklık teklifi yaptım. Dedim ki; biz bir ortaklık kuralım. Kabul ederseniz sizin menfaatinize  olur. O zaman Henkel’deki ihracat genel müdürü Herr Frühmark öyle adamdı ki, her şeye önce “hayır” derdi, fakat tartışma sonunda hayırını evete çevirirdi. Bir gün ona dedim ki, ‘’Siz her şeye hayır diyorsunuz’’ Niçin herşeye önce hayır diyorsunuz, sonra tartışınca evet diyorsunuz? Bana şöyle cevap vermişti: “Önce hayır derim. Çünkü  karşımdakinin beni ikna etmesini isterim. Fikrini bana karşı savunmasını isterim. Söylediği şeye kendisinin ne kadar inanıp inanmadığını ölçerim. Fikrine inandığını,  savunduğunu ve sahip çıktığını görürsem o zaman hayırımı evete çeviririm”. Nitekim öyle de oldu. Hiç unutmam Tünel’le Taksim arasında birlikte yürüyerek tam beş defa gidip geldik. Kendisine bu  mukavelenin faydalarını anlattım.   Türkiye’nin o dönemde zor durumda olmasına rağmen, sonunda Herr Frühmark’ın bu işe aklı yattı. Ortaklık teklifim Düsseldorf’a gitti. Düseldorf’taki Yönetim Kuruluna götürüldü. Aynı dönemde  Henkel’in başka bir kolundan sorumlu bir Alman genel müdür Türkiye’ye geldi. Makina Kimya şirketine metal kimyasalları satmak için gelmiş. Benden bu adamı gezdirmemi istediler? Ben bu Alman genel müdürü gezdirirken,   niçin bu maddeleri siz Henkel olarak Türkiye’de imal etmiyorsunuz? diye sordum. Valla benim için önemli olan paradır, Türkiye’de imal etmek daha karlıysa onu da yaparız dedi. Düsseldorf’a  dönünce söylemiş. Bu da benim teklifimin kabul edilmesine etki etmiş. Ortaklık teklifim kabul edildi. Düseldorf’tan kabul yazısı geldi ve  iki yüz elli bin Mark sermaye verdiler. Çayırova’yı seçtik.  Almanlar kabul ettiler ama bu kabul Ankara’daki  yabancı sermaye dairesinin onayından  geçinceye kadar  aşağı yukarı bir sene daha geçti. Temel atma törenini 1963 ‘te yaptık. Fabrika, 1964’te hazır oldu.

B.Ş: Siz hayatınız boyunca hep başarılı oldunuz. Başarılı olmak neye bağlıdır? Başarılı olmak ne demektir?

A.B: Başarı bir izafi hükümdür. Başarının  sebebi bir defa işi sevmek ve benimsemekten geçer. İkincisi de  çalıştırdığınız insanları sevmek ve  onları yetiştirmek, onların eğitimiyle ilgilenmek, uyumlu bir ekip kurmaktır. Bunu sağladığınız takdirde çevrenizde huzur ortamı oluşur. Zaten mutluluğun  bir şartı da  huzurdur. Huzur, yalnız işte değil, evde,  ailede ve  ülkede olmalıdır. Huzur ortamını yaratmak ise hepimizin görevidir..

B.Ş: Peki size göre hayat nedir? Uzun yıllar yaşadınız. Yaşamak sizce ne demektir?

A.B: Bana göre hayat bir ideal uğrunda yaşandığı sürece değerli olur.  Hiçbir idealiniz olmazsa yaşamın bir anlamı kalmaz. Hedefe gidebilmek için uğraş vermek yaşantınızın en anlamlı tanımıdır.  İdealinize ulaşmak için çaba sarfederken, hedefinize koşarken, mutlaka  dürüst yoldan gitmeniz gerekir. Hayat, ideallerinize ve hedeflerinize ulaşmak için huzur içinde yaşanırsa zevkli olur.

B.Ş: Peki size göre üzüntü ne demektir ?

A.B: Çeşitli üzüntüler olur.  En feci üzüntü  sevdiğiniz bir kimseyi kaybetmektir. Ama bir başka üzüntü de,  iş ortamında  bilhassa anlaşılamamaktır. Doğru olduğunu bildiğiniz bir fikri şirketiniz içinde kabul etiiremezseniz üzülürsünüz. Böyle bir durum üzüntü yaratır. Ayrıca, inanarak  yaptığınız bir işte başarı sağlayamamak da üzüntü verir insana.

B.Ş: Peki üzüntünüzü azaltmak için ne yaparsınız?

A.B: Muhakkak insanın hobilerinin olması lazım. Sanat, kültür son derece önemli. Üzüntülerinizi unutmak için hobilerinize dört elle sarılabilirsiniz. Ben öyle yaparım.  Her zaman şunu düşünüyorum, bu işin en iyi  temsilcisi Mustafa Kemal Atatürk’tür . Çünkü Atatürk Türkiye’yi kurtardıktan sonra  kendini adeta  kültüre verdi. Mesela geçen gün ben ilk  defa okudum. Atatürk  Bir Alman piyanistin konserine gitmiş.  Konseri veren piyanist Wilhelm Kempf. konserden sonra piyanisti Çankaya’ya devet etmiş. Ben bir konservatuar kurmak ve halkıma klasik müzik sevgisi aşılamak istiyorum demiş piyaniste. Bunun için bana kim yardım edebilir, diye sormuş. Piyanist  Wilhelm Furtwaengler var o büyük bir orkestra şefi. O Yardım eder demişler. Fakat Wilhelm Furtwaengler çok işi olduğunu söylemiş ve teklifi reddetmiş. Bunun üzerine modern bir kompozitör  olan Paul Hindemit’i tavsiye etmişler, ve o kendisine yapılan teklifi kabul etmiş. Türkiye’ye gelmiş ve konservatuarın kuruluşuna yardımcı olmuş.  Bu Atatürk’ün sanata verdiği değeri gösteriyor. İnsanın üzüntüsünü  gidereceği bir memba  kültürel faaliyetlerdir.

B.Ş: Siz keman çalıyorsunuz, keman  çalarak üzüntülerinizi bir şekilde bertaraf edebiliyor musunuz?

A.B: Edersiniz. Çünkü keman çalarken, herhangi bir enstrümanı çalarken eğer onu severek çalıyorsanız bambaşka bir hayatın içine girersiniz. Kendinizden geçersiniz. Başka alemlere gidersiniz. Bu dünyadaki herşeyi unutursunuz. Müzik sizi alır götürür başa alemlere. Ruhunuz dinlenir. Beyniniz rahatlar. Kalbiniz coşar. Kendinizi daha sağlıklı hissedersiniz.

B.Ş:  En çok hangi eserleri çalmayı seviyorsunuz?

A.B: Ben klasik müzik  meraklısıyım. En çok sevdiğim kompozitör Johann Sebastian Bach’ tır. Ondan sonra Mozart, Beethoven, Brahms  ve Schubert’tir.

B.Ş: Çalmayı en çok sevdiğiniz eser?

A.B: Bach’ın partisyonlarıdır. Tek keman için bestelendiği için onları severim. Onlara hep önem vermişimdir. Çok zor eserlerdir. Ama çok sevdiğim eserlerdir onlar. Hep çalmak isterim onları.

B.Ş: Peki sizce mutluluk nedir?

A.B: Mutluluk hayatın iyi  seyir içinde devam edebilmesidir. Bunun için de demin söylediğim gibi en büyük iki faktör sağlık ve huzurdur. İşte huzur önemlidir. işte huzuru temin eden ise, yöneticidir. Ailevi huzur da son derece önemlidir. Aile huzuru olmayan insanın mutlu olması mümkün değildir. Başarılı bir erkek yöneticinin muhakkak evinde onu huzur içinde yaşatan bir eşi vardır. Ülkedeki huzur da önemlidir. Ülkede huzur olmazsa iş adamları  yatırım yapmaz. Yabancı sermaye o ülkeye gelmez. Huzursuz ülkelerin insanları da huzursuz olur. Huzursuz insanlar ise mutsuz insanlardır. Yani huzuru olmayan ülkelerin insanları mutlu olamaz.

B.Ş: Peki ben mutsuzum diyen kişiye mutluluk  için ne önerirsiniz?

A.B: Zor bir soru tabii. Mutsuzluğunun sebebini araştırmak lazım. Mutsuzluğun sebebine göre çaresini araştırmak gerekir. Bir kişi mutsuzsa  mutsuzluğunun nedenine göre onu teselli  etmeye çalışırsınız. Kolay değil  ama o kişinin  mutsuzluğu iş yapamamaktan,  iş bulamamaktan ileri geliyorsa ona bir  yere gitmesini tavsiye etmek lazım, onun için de telkinde bulunmak lazım. Bugün çevremizde çok mutsuz kişiler var. Çünkü  üniversiteyi bitiriyorlar ve iş bulamamaktan dolayı büyük üzüntü çekiyorlar. Mesela benim burada pek çok genç var ki, benden iş istiyorlar. Onlara iş bulamayınca ben onlar kadar mutsuz oluyorum. Çok zor bir durum bu. 

B.Ş: Seneler geçiyor. İçinizde kalan bir şey var mı? Bunu mutlaka yapmalıyım dediğiniz bir şey var mı?

A.B: Tabii insan çok şey yapmak ister ama çok şey yapmak isterseniz muhakkak ki birkaçını yapamamak durumuna düşersiniz. Mesela hayatta  yapmak isteyip de yapamadığım şeyler tabii ki olmuştur.  Sosyal hayata daha iştirakçi olmayı isterdim ama yaptığıma kani değilim.

B.Ş: Sosyal hayata katılamamak ne demek? Biraz açar mısınız?

A.B: Sivil toplum örgütleri var. Ben her zaman şunu demişimdir. İnsan işi dışında sosyal hayatta en az bir sivil toplum örgütüne katılıp topluma faydalı olmak için çalışmalıdır. Ben onun bir  türlüsünü realize ettim hayatta. Sanayici yalnız kendi fabrikasıyla, kendi branşıyla değil, onunla ilgili diğer teşekküllere de girmek suretiyle faal olabilir. Ben İstanbul Sanayi Odası’nda çok faal  işlerde bulundum.  Hem komitede, hem mecliste bulundum. Sonra Kiplas Kimya Lastik İşverenler Sendikası’nda 20 sene çalıştım.  Çevre işlerinde  çalıştım ve sonra da Türk Kimya Sanayicileri Derneği’ni kurdum. O zamana dek yoktu.  Arkadaşlarla birlikte kurduk. İstanbul Sanayi Odası  Çevre İhtisas Kurulunu 4-5 arkadaşla birlikte kurduk. O, insanı tatmin ediyor. Bir de sosyallik gerekiyor. Yalnız sanayi çevresinde değil, sosyal alanda da bir şeyler yapmak gerekiyor. Sanayi dışındaki sivil toplum örgütlerine iştirak etmek gerekliymiş. Ben ona vakit bulamadım. Sosyal aktivitelerimi istediğim kadar zenginleştiremedim. Olmadı. Yapamadım.

B.Ş: Yapsaydınız hangi sivil toplum örgütü ile bunu yapmak isterdiniz?

A.B: Çağdaş fikirleri yaymaya uğraşan bir dernekte çalışmak isterdim.

B.Ş: Şu anda boş vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.B: Herkeste bir emeklilik korkusu olur. Ama ben emeklilik korkusunu yaşamadım.  Sonradan biliyorsunuz “Türk Sanayinde 40 Zorlu Yıl” diye bir kitap yazmıştım.  Orada emeklilik için de bir kısım ayırdım.  Sakıp Sabancı Bey kitabı okumuş, ben yollamıştım. Kitabın çok iyi dedi. Ama emeklilik konusunda hemfikir değilim seninle dedi. İnsan hep çalışmalı. Sense kitabında diyorsun ki, insan kendini emekliliğe hazırlamalı!

Ben şimdi mesela sıkılmıyorum.  Okumaya daha çok  vakit buluyorum. Okumaktan çok hoşlanırım. Kitap alıyorum, getirttiriyorum. Kitaplar bana yeni fikirler veriyor. Yazı yazıyorum. Yazılarım İstanbul  Sanayi Odası Mecmuasında yayınlanır.  Eskiden deri mecmuası vardı, orada yayınlanırdı. Bir de kimya teknolojileri diye bir şirketin çıkardığı bir mecmuada da  bazen yazılarım çıkar. Yazı yazmak tabii ki kolay değil.  Ondan sonra müzikle vakit geçiririm. Daha çok müzik dinliyorum.  Televizyona da vakit ayırıyorum, ama çok değil. Çünkü her program dinlenmez, seyredilmez.  Sevdiğim bazı enteresan röportajlar, haberler, bazı kanallardan TRT 2’ de bazen enteresan programlar oluyor. Yürürüm. Çok eskiden  beri yürüyüş yaparım. Bir zamanlar çok stres içindeydim.  İş zamanı ve stres içinde benim sağlığım da bozulmaya başlamıştı. Doktorların tavsiyesiyle spora, bilhassa yürüyüşe başladım. Her gün yürüyüş yapıyorum. Yürüyüş, insana  fikir de getiriyor. Yürüyüş  iyi bir spordur. Her gün yapmaya çalışıyorum.

B.Ş: Peki hatırlıyor musunuz gençliğinizde en çok hangi yemekleri severdiniz?

A.B: Benim doğuştan  gastrit ve mide problemim var. Ailevi,  irsi, annemden geçme. Onun için çok sıkı bir rejimim var.  Sevdiğim şeyler  tabii var, yok değil ama onları yiyemiyorum!

B.Ş: Sevip yiyemediğiniz neler var?

A.B: Bakın benim eşim eczacı. Bizim kimya hocamız Prof. Arndt derdi ki, kimyager iyi bir aşçıdır. Eczacı da iyi bir aşçı oluyor bu durumda. Onun için benim eşim çok iyi aşçı olduğundan bazı yemeklere dayanamıyorum

B.Ş: İstanbul’da bunları iyi yapan yerler var mı?

A.B: Tabii var. Mesela Divan’ın böreği çok güzeldir. Eskiden Abdullah Lokantası vardı. O da güzel börek yapardı. İstanbul’da  daha o kadar çok güzel lokanta var ki. Bağdat Caddesi pastane ve lokantalarla doldu.

B.Ş: Alber Bey, peki değişim konusunda neler söylemek isterseniz?

A.B: Değişim tüm dünyada hızla sürüyor. Bu değişime uymak son derece önemli. Şimdi Türk toplumu genelde muhafazakar. Son zamanlarda gençler arasında çok okuyan ve  dünyadaki rüzgarları takip eden insanlar var. Yeni mecmualar çıkıyor.  Ben şuna inanıyorum, Türkiye’de sanayide değişime, innovasyona gitmek şart. İnnovasyon deyince  yalnız teknolojik değil, her türlü  yenilik anlaşılmalı. Yenilik için dışarıdaki cereyanları takip etmek lazımdır. Avrupa Birliği  bu yönden  çok önemli bir faktör ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne gireceğine muhakkak inanıyorum ben. 

B.Ş: Bu hoş sohbetimizin sonunda, gençlere ne söylemek istersiniz?

A.B: Ben sevgili gençlere, çok okumalarını, seçtikleri branşı geliştirmelerini  ve sabırla ilerlemelerini tavsiye ederim. Bir de yönetici mevkiine gelince insanları sevmelerini öğütlerim...

.
.
.

.


Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org