Tüm Yazıları
ShareThis
|
YIL DÖNÜMÜ NEDENİYLE 24 OCAK EKONOMİK KARARLARI'NIN DEĞERLENDİRİLMESİ
25.01.2006
Ersin Dedekoca |
|
Okunma Sayısı : |
7026 |
|
|
Oy Sayısı : |
17 |
|
|
Değerlendirme : |
4,53 |
|
|
Popülarite : |
5,57 |
|
|
Verdiğiniz Puan : |
|
|
|
|
|
|
24 OCAK 1980 EKONOMİK KARARLARI
GİRİŞ
Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılında başlayarak, özel tasarrufların yetersizliği nedeniyle devlet eliyle temel sanayi ve hizmet işletmelerinin kurulması-işletilmesi, devletin ekonomik hayatı sıkı bir şekilde düzenlemesi ve izlemesi temel taşlarına oturan savaş ve yeniden oluşum ekonomisi 1950 li yıllara kadar sürmüştür.
Ülkemizde 1950’ler sonrası “iç pazara dönük sermaye birikimi” ve sonucunda “iç pazarın genişliği ve canlılığına dayalı “ithal ikameci sanayileşme ve büyüme” modeli hayata geçirilmiştir.
Bu model tümüyle iç talebin canlılığına ve bu iç talebin ithal ikamesi sanayi ile doyurulmasına dayandığından, işçi ücretleri ve tarımdaki küçük üretici gelirleri, sanayi için hem maliyet unsuru, hem de talep öğesi; diğer bir ifade ile modelin önkoşuluydu. Bu nedenle, tarımda desteklenen ürün sayısı ve çeşitli sübvansiyonlar, kamu istihdamı hızla artırılmış; seçim öncelerinde taban fiyatları, piyasa fiyatının oldukça üstünde tutulmuştur.
Hammadde ve aramalı yönünden tümüyle dışa bağımlı hale gelen ve uluslararası rekabetle hiçbir ilişkisi olmayan ithal ikamesi sanayi de, yukarıda belirttiğimiz tarım ve kamu sektöründe yaşananlara eklenince, ithal ikameci model 1970 lerin sonlarına doğru sonuçlarını, şiddetli bir biçimde enflasyon ve döviz darboğazında duyuran yoğun bir bunalıma girmiştir.
24 Ocak Kararlarına doğru yaklaşıp, yeterince değerlendirebilmek için, 1950’li yıllarda başlayan ve gelişimini yukarıda vermeye çalıştığımız ithal ikamesi büyüme modelinin 70’li yıllar sonundaki sonuçlarına bir göz atmak faydalı olacaktır.
1970 Lİ YILLARIN SONLARINDA EKONOMİK DURUM
a) Ekonomik büyümedeki yavaşlama
1963 yılından sonra planlı ekonomi ile yakalanmış olan ve 60’lı yılların sonunda girilen ekonomik durgunluk nedeniyle 10 Ağustos 1970 yapılan %66,7 oranındaki devalüasyon ve istikrar tedbirlerini takip eden yüksek büyüme, aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi yavaşlamıştır.
Yıllar Büyüme Oranları (%) Dönemler İtibariyle Büyüme Performansı 1971 12,2 Dönem % (Ort.) 1972 9,4 1950-62 6,3 1973 7,3 1963-67 6,4 1974 8,3 1968-72 6,7 1975 8,0 1973-77 7,2 1976 7,9 1977 3,9 1978 2,9 1979 2,5
O yıllarda nufus artışının da ortalama yıllık %2,5 civarında olduğu göz önüne alındığında, son üç yılın düşük ekonomik performansı belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. (Milli Gelirin mutlak rakamı da 58/65 mia.$ civarında değişmektedir.)
b) Yüksek Oranlı enflasyon
1973 yılındaki petrol krizi ile petrolün varilinin 2,74 Amerikan Dolarından 11,65 Amerikan Dolarına çıkması, 10/8/1970’de yapılan %66,7, 1/3/1978 yapılan %29,9 ve 10/6/1979 yapılan %77,7 oranlarındaki devalüasyonlar, ithal ikamesi sanayileşmenin gereği olarak yapılan ara ve yatırım malı ithalatının pahalılanması sonucu maliyet enflasyonu şeklinde kendini göstermiştir. Diğer bir ifade ile, enflasyonun kaynağı talep canlılığı ve buna dayalı büyüme değildir.
70’li yıllarda ve dönemsel olarak gerçekleşen Tefe artışları, bu konuda fikir vermesi amacıyla aşağıda gösterilmiştir:
Yıllar Tefe Artışı % Dönemler Ort.Tefe Artışları (%) 1970 6,7 1940/50 24,7 1971 15,9 1950/60 8,8 1972 18,0 1960/70 5,0 1973 20,5 1970/80 25,7 1974 19,9 1980/90 50,2 1975 10,1 1990/2000 65,1 1976 15,6 1977 24,1 1978 52,6 1979 63,9 1980 107,2
Türkiye ekonomisi savaş sonrası hızlı bir büyüme göstermiş, ancak 70’li yıllardan itibaren bir yavaşlama sürecine girmiştir. Bu yavaşlamayla birlikte enflasyon hızlanmış, ekonomide enflasyon içinde durgunluk (stagflasyon) yaşanmıştır.
c) Karaborsa ve Bazı Malların Kıtlığı
Düzenli piyasa dışı bir ekonomi sektörünün oluştuğunu ve bununla birlikte büyük haksız karların gerçekleştiğini görmekteyiz.
d) Giderek Artan Ödemeler Dengesi Açıkları
Ödemeler dengesi yaklaşık 2 mia Amerikan Doları tutarındaki işçi döviz girdisine karşın, en hayati ithalatı yapmayı ve dış kredi bulmayı olağanüstü zorlaştıracak kadar bozulmuştu.
1950’lerden sonra başlayan Dış Ticaret Açığını, işçi dövizine rağmen 70’li yılların ikinci yarısında, petrol ve sanayi girdisi fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle Cari Denge açığı da takip etmeye başlamış ve bu durum, sanayi yapısının çarpıklığı nedeniyle günümüze dek sürmüştür. Bu bağlamda, 1973 yılında %1,6 olan Cari Açık/Milli Gelir oranı, 1974,1975 ve 1977 yıllarında sırasıyla yüzde 1,8, 3,5, 5,4 olarak gerçekleşmiştir.
Son iki yılın Dış Ticaret Açığına baktığımızda;
Yıl İth.(mia.$) İhr.(mia.$) Dış Tic.Açığı (mia.$) 1978 4,6 2,1 2,5 1979 5,1 2,3 2,8 1980 6,5 2,9 3,6
e) Kısa Vadeli Dış Borç Baskısı
Yukarıda belirttiğimiz ve Milli Gelire oranı tehlike boyutunu aşmış olan Cari Açık’ın finansmanı, önemli bir kısmı kısa vadeli olan dış borç ile yapılmıştır. Bu gelişme sonucunda 1975 yılında 1,2 mia.$ civarında olan döviz rezervleri 300 mia.$’a düşmüş; 2 mia.$’lık bölümü DÇM niteliğinde olan Dış Borçlar 11,3 mia.$’a ulaşmıştır.
Bu gelişmeler, tümüne yakın kısmı kısa vadeli olan Dış Borçların çevrilmesini veya ertelenmesini zorlaştırmış, diğer bir anlatımla, 1970’lerin sonunda ülke döviz krizine, zorunlu transferlerini yapamaz ve 70 sente muhtac olduğu tanımlamasının yapıldığı döneme girmiştir.
Bu durumun doğal sonucu da, ülkemizin yurt dışında değer kaybı ve yurt dışı kreditörlerin, uluslararası finans kuruluşlarının ülke üzerindeki (ekonomik rejim değişikliği talebini içeren) baskılarıdır.
f) İşsizlik Artışı
Yeni yatırım yapılamaması, yurt dışından hammadde ve ara mal teminindeki güçlükler nedeniyle atıl kapasite, işsizliğin giderek artmasına ve bu arada da verimsiz kamu kuruluşu kadrolarının da şişmesine yol açmaktadır.
g) Katı ve Koruyucu Bir Kambiyo Sistemi
İthal edilecek malların gruplara ayrılıp, bir kısmının izine bağlandığı ve kotalara tabi olduğu; tüm yurt dışı transferlerinin TCMB tarafından yapıldığı veya izninin gerektiği; keza döviz fiyatlarının da TCMB’ca belirlendiği bir kambiyo sistemi mevcuttur. Açıklamaya gerek yoktur ki, bu sıkı devlet kontrolunun amacı, ithal ikameci sanayi sektörünü korumaktır.
h) Mevduat Faizlerinde Üst Sınırın Devlet Denetiminde Olması ve Negatif Reel Faiz
Türkiye’de 1980 öncesinde finansal piyasaların durumunu şu şekilde özetleyebiliriz:
- Mevduat ve kredi faiz oranları devlet kontrolu altındaydı; yüksek ve dalgalı enflasyon ortamında kredi ve mevduat reel faiz oranları negatifti.
Yıllar Nominal Ortalama Reel Mevduat Mevduat Faiz % (*) Faiz % (**) 1975 9,0 - 10,18 1976 9,0 - 7,31 1977 9,0 - 13,35 1978 17,25 - 27,63 1979 22,67 - 24,90 1980 30,0 - 33,07
(*) : 1 yıllık vadeli mevduat (**): Reel faiz oranı : R= 1 + ra - 1 formülüyle hesaplanmıştır. 1+ e Burada ra nominal faiz oranını, e ise enflasyonu belirtmektedir.
- Döviz işlemlerinde kısıtlamalar vardı. - Kişilerin portföylerinde döviz bulundurma olanakları yoktu. - Tercihli kredi yoluyla birçok sektöre sübvansiyon sağlanmaktaydı. TCMB para politikasının oluşturulmasında tercihli krediler önemli yer tutmaktaydı. - Kalkınmada öncelikli sektörlere ucuz krediler sağlanmaktaydı. - Kurumsallaşmış bir mali sistem yoktu, aracılık hizmetleri maliyetleri yüksekti. - Disponibilite ve zorunlu karşılık oranları göreceli olarak yüksekti. - Şirket ve banka sahipliliği iç içe girmişti.
1970’Lİ YILLARIN SONLARINDAKİ EKONOMİK DURUMUN NEDENLERİ
Yukarıda ana hatlarıyla belirtmeye çalıştığımız 1970’li yılların sonlarındaki Türkiye ekonomik panaromasının nedenlerini, içsel ve dışsal faktörler başlığında aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
a) Dışsal Faktörler:
- 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı’nın ekonomik yükü ve akabinde ABD’nin ambargo eylemi. - 1973-76 döneminde dünya petrol fiyatlarının 3 kat yükselmesi, ithal ikameci sanayileşmenin gereği olarak yapılan ara ve yatırım malları ithalatının pahalılaşması,
Bu faktörler hastalığın “şiddetini” arttırmış, “ateşi” yükseltmiş, fakat hastalığı yaratmamıştır.
b) İçsel Faktörler:
ba) Kamu Sektörü Payının Aşırı Yükselmesi
Bu bağlamda, 100 mia. TL’ye varmış olan KIT açıklarının yarattığı finansman açıkları (bu rakamın önemini göstermek için 1979 yılı Devlet Bütçesi harcama toplamının da bu tutar civarında olduğunu belirtmeyi faydalı gördük), bunların açık finansman ile karşılanması ve bunun da enflasyon artışına yol açması gözlenmektedir. Bu derece büyük kamu kesimi kendi içinde, aşırı ve partizan istihdamı ve ekonomik olmayan yatırımlarını da barındırmaktadır.
bb) Hatalı Sanayileşme Stratejisi
- İthal ikamesiyle başlamış, aşırı koruma (gümrük duvarları, sert kambiyo kontrolu) ile rekabetten uzaklaşmış ve sonuçta yalnız iç talebe yönelik çalışan bir sanayi. Bu sanayinin desteklenmesi için, enflasyonu arttırma pahasına iç talebin canlı tutulması olgusu gerçekleşmektedir. - Yeni sanayi kolları ve teknoloji seçiminde emek-yoğun üretim yerine sermaye-yoğun olanlarının seçilmesi de, döviz darboğazı ve işsizliğe neden olmuştur.
bc) Ülkede spekülasyon ve karaborsanın prim yapması nedeniyle, risk ve kar arasında olması gereken zorunlu ilginin kesilmesi
bd) Faiz belirlenmesinde negatif faize yol açılarak, iç tasarrufun teşvik edilmemesi.
be) 70’li yıllarda yapılan ve olumlu sonuca ulaştırılamayan 3 devalüasyonun ülke ekonomisindeki yıpratıcı ve enflasyonu hızlandırıcı etkileri.
bf) Terör olaylarının ekonomik yükü ve yarattığı tedirginlik.
bg) Siyasi istikrarsızlık.
24 OCAK KARARLARI
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, ekonomideki ve dolayısıyla ithalattaki hızlı büyümeye bağlı olarak 1970’li yıllar boyunca artan cari işlemler açığı, Üçüncü Plan Döneminin sona ermesi ile birlikte sürdürülemez noktaya gelmiş ve 1978 yılında Türkiye ekonomisi ağır bir ekonomik kriz içerisine girmiştir. İthalattaki tıkanıklıklara bağlı olarak sanayi sektörü ciddi üretim darboğazlarıyla karşı karşıya kalmış ve üretimdeki düşüş enflasyonda ani ve hızlı artışlara neden olmuştur.
Yapılan devalüasyonlarla ithalatın pahalılandığı ve sanayi sektöründe maliyetlerin yükseldiği yüksek enflasyon ortamında ekonomik büyüme gerilemiştir. 1978 – 1980 yılları arasındaki kriz dönemi, sanayileşme ve iktisat politikaları açısından bir dönüm noktasıdır.
Ekonomik krizden çıkmak amacıyla 1980 yılının Ocak ayında uygulamaya konulan 24 Ocak Kararları, uzun dönemde sanayileşme ve büyüme sürecinde etkili olacak politika değişikliklerini gündeme getirmiştir.
Bu kararların en önemli özelliği, fiyatlama sürecinin tamamen piyasa güçleri tarafından belirlenmesi ve serbest piyasa koşulları altında ekonominin uzun dönemde dışa açılması gereğini gündeme getirmesidir. Ayrıca 1980’li yıllara üç rakamlı bir enflasyon oranıyla giren Türkiye ekonomisinde, enflasyonu aşağıya çekmek de bu programın önemli amaçlarından birisi olmuştur.
24 Ocak 1980 tarihinde, 24 Ocak Kararları olarak ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir program uygulamaya konulmuştur.
Bu programın ana hatlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
1- TL’nin değeri ABD Doları karşısında %49 oranında düşürülmüş ve bu yolla iç talep kısılarak ihracata ivme kazandırılması amaçlanmıştır. 2- Sabit kur uygulaması terk edilerek, günlük olarak ayarlanan esnek kur sistemine geçilmiş ve bu sayede gerçek kur sistemi hedeflenmişti. 3- Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmıştır. (Bazı birleştirmeler, eleman alımlarının sınırlandırılması, özelleştirmenin prensip olarak kabul edilmesi gibi) 4- Tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış, enerji ve ulaştırma dışındaki sübvansiyonlar kaldırılmıştır. Bu bağlamda, destekleme alımı kapsamındaki ürün sayısı giderek azaltılmıştır. Böylece bu kapsamdaki ürün sayısı, bunların toplam üretimdeki payları, destekleme alımlarının tarım kesiminin toplam katma değerine oranı giderek azalmıştır. 5- İthalat kademeli olarak libere edilerek, dış ticaret serbestleştirilmiş; yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş; kar transferlerine kolaylık sağlanmış; yurt dışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir. 6- İhracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı-ihracatçılara ithal girdilerinde gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemiyle teşvik edilmiştir.
7- DÇM uygulamasına son verilmiş, döviz alım/satımı serbest bırakılmış, döviz piyasası üzerindeki sıkı kontrollar hafifletilmiş; bankalara yurt dışında pozisyon tutma ve transfer yapma yetkileri verilmiştir. 8- Piyasa koşullarından uzak olarak fiyatlanan KIT ürünlerine zam yapılarak, görev zararlarının azaltıması ve böylece bütçe yükünün en aza indirilmesi amaçlanmıştır. 9- Mevduat ve kredi faiz oranlarındaki negatif yapı, faiz oranları yükseltilerek değiştirilmiş; mevduat ve kredi faiz oranlarının belirlenmesi serbestleştirilmiştir. 10- Bankaların ve mevduat sahiplerinin döviz işlemlerindeki kısıtlamalar kademeli olarak kaldırılmış; kişilere portföylerinde döviz bulundurma olanağı tanınmıştır. 11- Menkul kıymet piyasaları oluşturulması için çalışmalar başlatılmış, bu bağlamda; 1984 yılında KOİ ve 1986 yılında da İMKB kurulmuştur.
24 OCAK KARARLARININ GENEL DEĞERLENDİRMESİ
Ana hatlarını önceki bölümde özetlemeye çalıştığımız ekonomik program ile birlikte Türkiye, ülke ekonomisini dışa kapalı hale getiren ithal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisini terk etmiş ve ihracata dayalı sanayileşme stratejisini benimsemiştir.
Bu konular ile, özünde “planlama” ya dayalı karma ekonomik sistem yerini, daha liberal bir anlayışa bırakmış ve modern ekonomi politika araçlarını, özellikle de, finansal yapıyı da liberalleştirerek, para politikasının ağırlık kazandığı bir dönem açılmıştır.
24 Ocak 1980 ekonomik istikrar kararları ve daha sonra alınan önlemler, yapısal değişiklikler içermesi bakımından önceki istikrar programlarından farklıdır. Kısa dönemde alınan sonuçlara değinmek gerekirse, 24 Ocak Kararları rekabete açık ekonomi modeli kurulmuş, karşılaştırılmalı üstünlükler gözden geçirilmiş, ihracat artmış, ihracatta sanayi mallarının payı yükselmiş, yabancı sermaye, işçi dövizleri ve turizm gelirleri artmış, artan ithalat talebine bağlı olarak ticaret açığı büyümüş, kapasite kullanım oranlarında dikkat çekici artışlar sağlanmış, reel faiz politikası çerçevesinde toplam mevduat yükselmiş, tekstil, inşaat ve hafif sanayi ihracatın lokomotif sektörleri olmuştur. Altın ve döviz üzerindeki kontrollerin kaldırılmasıyla, para piyasasının bütün araçları ekonomi içindeki yerini almış, borsa gelişmiş, enflasyon gerileme sürecine girmiştir.
Dış ticaretimize sınır ticareti, reeksport, serbest bölge, ihraç kaydıyla ithal gibi yeni ve çağdaş teknik ve usuller kazandırılarak, ihracata mutlak değer ve oransal olarak ivme kazandırılmış; ihraç konusu ürünlerde kalitatif kantitatif değişimler olmuştur.
24 Ocak Kararlarının iki özelliğini de bu arada vurgulamadan geçmemek gerekir.
- Bu Kararların bir süreç olduğu, dış ticaret ve TPKK hakkındaki sınırlamaların kaldırılması ve liberasyon yaklaşık 7/8 yıllık bir süreç içinde tamamlanmıştır. (32 sayılı Karar 11.8.1989 yürürlüğe girmiş, Türk Lirasının konvestibl olması ise 1990 yılını bulmuştur. - Söz konusu ekonomik programın en önemli farklılığı, programın ilanından 9 ay sonra ülke siyasi rejimine askerlerce el konulması ve yeni rejim tarafından da desteklenmesidir. Diğer bir ifade ile, programın arkasında sorgulayacak hiçbir demokratik güç bulunmamaktaydı.
Yukarıda ana hatlarıyla olumlu sonuçlarını belirtmeye çalıştığımız anılan programın, özellikle orta ve uzun vadede başarılı olamadığı konuları da aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
1- 1 Mayıs 1981 tarihinden itibaren günlük kur ayarlaması sistemine geçildi. Bu sistemin devalüasyon gereğini ortadan kaldıracağı umuluyordur. Ancak hükümetler kurları dengede götürmeyi başaramadılar. Zaman zaman kurların baskı altına alınması, dövizin alınması gereken değerin altında kaldığı kuşkusunu doğurdu. Bu olgu da her fırsatta döviz talebi yarattı. Sonuçta ülke de, 1994 ve 2001 yıllarında iki devalüasyon daha yaşandı. 2- Yukarıdaki gelişmeye yol açan, bir diğer ifade ile, döviz fiyatlarında “denge” nin sağlanamamasının en önemli nedeni, 24 Ocak Kararlarının ardından 1989 yılına gelinceye kadar döviz açığının, dışa açık büyüme adı altında sübvansiyonlu ve devalüasyonlu ihracat artışı ile karşılanmasıdır. Bu yıldan sonra bu önlemlerin de faydası olmadı, dış ticaret ve cari açık sürekli büyüdü; bu gelişme de giderek artan dış borç, uluslararası mali kurumlara daha çok bağlılık ve ülkenin sıcak paranın pençesine düşmesi gibi olguları getirdi.
3- Kamu sektörünün küçülmesi tedbirlerine karşın, vergi gelirlerinide etkin yönetimin sağlanamaması, kamu cari harcamalarında kontrolsuz artış, güvenlik harcamalarının, bilinen zorunluluklar nedeniyle yükselmesi, sosyal güvenlik açıklarının giderek büyümesine bağlı olarak iç borçlanma gereksinimi, bu defa reel faizi dünya ortalamalarının üzerine çıkarmış ve bir iç borç sarmalı yaratmıştır. 4- Enflasyon düşürülememiş, tersine artmıştır. 1970/80 arasında %25,7 olan Tefe artışı, 1980/90 arasında %50,2, 1990/00 arasında da %65,1 olmuştur. 5- Enflasyon artışını önlemeye yönelik tedbirler genellikle ücretli ve milli gelirden aldığı pay %31,3 den %16,6 ya düşmüş olan köylü kesiminin talebini azaltmaya yönelik olduğundan, toplumun orta kesimi giderek fakirleşmiş; sağlık, eğitim, alt yapı gibi kamu harcamalarının kalitesi ve yaygınlığı azalmıştır. 6- Yeni stand-by programları, sıcak para nedeniyle ülkenin uluslararası mali kuruluşlara bağımlılığı daha çok artmıştır. 7- (İhracata yönelik sanayi-bu sanayinin dışa bağımlı hammadde/ara mamul/yatırım gereksinimi-böyle bir yapının değerli Türk Parasını tercih etmesi-dış ticaret açığı-cari açık-yurt dışı borçlanma gereksinimi-sıcak para için yüksek reel faiz-kamu bütçesi giderleri yükünün artması-iç borçu çevirmek için yeni borçlanmalar) sarmalı sürekli olarak ülkenin başında olmuştur. 8- Tedbirler ülkenin işsizlik sorununa çare getirmemiştir. 9- Planlama ihmal edildiğinden, Türkiye’nin mukayeseli ekonomik üstünlükleri ortaya çıkarılamamış; yatırım kararlarında uluslararası mali güçler en önemli etken olmuşlardır. Yatırımlarda teknoloji ve katma değerden çok, finansman kolaylığı ve kısa vadeli kar olanakları etkin olmuştur. |
|
|
|
|
|
|
|
|