Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Vitali Hakko Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

YÜZYILIN BAŞLARINDA YEDİKULE'DE KOZMOPOLİT BİR DÜNYA
05.08.2009
Okunma Sayısı : 5659
Oy Sayısı : 4
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,01
Verdiğiniz Puan :
 

 

YÜZYILIN BAŞLARINDA YEDİKULE'DE KOZMOPOLİT BİR DÜNYA
Vitali Hakko
.
.
.
.

Bu yazı değerli insan, saygıdeğer işadamı Vitali Hakko'nun vefatından sonra onun anısına Türklider Odasına konulmuştur...

.
.

.
.
YÜZYILIN BAŞLARINDA YEDİKULE'DE KOZMOPOLİT BİR DÜNYA

Bütün  çocuklar,  hayatlarının   beş aşağı – on yukarı birbirinin  benzeri  olduğunu sanırlar. Oysa büyüyüp,  dünyayı ve insanları  görüp tanıdıktan  sonra, kendi hayatları ile diğer çocukların hayatları arasında uçurumlar olduğunu görürler. Bu fark, zenginlik, fakirlik  farkı değildir.

Çocukların  kendi  dünyaları arasındaki farktır. Bu farkı yaratan  nedenler arasında kuşkusuz zenginlik,  fakirlik de vardır.

Babanızın  işi, dininiz, diliniz de rol oynar. Ama aynı zamanda, ileride büyüyecek, bir kişilik sahibi olacak  çocuğun, bütün  bunları içinde yaşattığı o kendine özgü dünyasının da bir etkisi vardı.

Bütün çocuklar gibi, benim de kendime özgü bir çocukluğum oldu.

Yedikule'de birbirinie bitişik üç ahşap evden birinde (ortadakinde) dünyaya geldim. Çocukluğum da İstanbul'un  bu güzel semtinde geçti.

Evimiz iki katlı idi. Biz, iki oda, bir mutfak ve tuvaletten oluşan alt katta oturuyorduk. Üst katta bir Rum aile, yanımızdaki evde ise Karamanlı Yusuf Efendi ve ailesi otururdu.

Yusuf Efendi'nin evinin  giriş katı  da bir bakkal  dükkanıydı. Dolayısıyla mahallenin trafiği yoğun bir yerindeydik.

O zamanlar (1913'te doğduğuma göre bu yüzyılın başlarından söz ediyorum) İstanbul'da, özellikle bu kenar semtlerde, bambaşka komşuluk  anlayışı vardı.

Komşuluk kimi yerlerde hısım-akrabalıktan da önemliydi. Komşular arasındaki ilişkilerde, din, inanç farkına bakılmaz, ahlaka, sohbete, tatlı dile, güler yüze bakılırdı.

Oturduğumuz semt, bugün olduğu gibi, o günlerde de İstanbul'un  yoksul semtlerinden biriydi. Ama bu yoksul  semt, yaşamasını bilen, gönlü zengin insanlarla doluydu. Güzel havalarda, akşamları, yemekten sonra konu- komşu , bizim  üç evin  taş merdivenlerine, yamalı mindeleri koyup oturur, sohbeti koyulaştırırlardı.

Rumların  Ortadoks yortularında, evlerden  ve Yusuf Efendi'nin bakkal dükkanından  sandalyeler çıkarılır, gece yarılarına değin Rumca dedikodu yapılırdı. Bu sandalyeler, çocuk gözüme Avrupa mobilyalar gibi görünür, Rumca ise, Türkçe ve Ladinodan (İspanya'dan  göç eden Musevilerin konuştuğu eski İspanyolca) sonra üçüncü dil olarak (handiyse anadili olarak) hafızamda yer ederdi.

Bilmiyorum, böylesi bir mahalle yaşamına  kozmopolit sıfatı yakışır mı? Ama, o günlerde, dünyanın , kuşkusuz en büyük  kozmopolit metropollerinden biri olan İstanbul'un bu kıyı semtinde, bizler, Rum,  Musevi, Ermeni, Arnavut, Müslüman  Türk hep bir arada yaşar ve dilimiz ne olursa olsun   çok iyi anlaşırdık.

Kimi yerlerde , bir "azınlık" çoğunluktaydı. Ben ve kardeşlerim  Rumcayı evimizde konuşulan kendi dilimiz Ladinodan  daha iyi konuşurduk.

Babam (bu kitapta ondan  çok az söz edeceğim, çünkü hayatımda ne yazık ki çok fazla yeri olmadı), o sıralar (1916-17 yılları ) Fransızların  yönetimindeki Compagnie de Chemin de Fer  (demiryolu şirketi)'de  çalışıyordu.

Üç çocuklu annemin ise tek  sorunu evimizi çekip çevirmekti. İlk erkek çocuk, beş yaşında tifodan ölmüş. Bir yıl sonra (1912) ablam, ondan  bir yıl sonra da ben  doğmuşum. Bana ilk çocuğun adını (Vitali) vermişler. Ben sekiz yaşındayken  kardeşim Albert doğdu. (bu satırları  yazdığımda, çok şükür biz üç kardeş hayattayız ve üçümüz de Vakko'da işimizin başındayız.)

Çocukluk yıllarımı öyle çabucak geçmek istemiyorum. O yılları kelimelere aktarmak benim için çok zor. Gene de deneyeceğim.

Yedikule'de elli altmış kadar Musevi aile vardı.

Bunlardan  bazıları hali vakti yerinde ailelerdi. Onlar, Yedikule semtinde, ama başka başka mahallelerde otururlardı. Bu mahalleler,  bizimkinden  bir hayli uzaktaydı. Bu nedenle onların  çocuklarıyla arkadaşlık  yapamazdım.

Ancak bayramdan  bayrama,  yani yılda iki kez, Roshashana ve Yom Kıpour günleri, sinagogta görürdüm onları. Tek bir  sinagogumuz vardı, o da Yedikule'deydi.

Özellikle Roshashana ve Yom Kıpour günleri  biz çocuklar için özellikle önemliydi. Hiç  unutmam, altı-yedi yaşlarındaydım, babam elimden  tutup Mahmutpaşa'ya götürmüştü.

Erkek çocuklar için, daha o zamanlar hazır giyim vardı, ama kızlar için yoktu.

O gün, babam bana kısa pantolunlu  bir takım elbise almıştı. Ceketinin  üç cebi vardı. İkisi  yanlarda,  biri de göğsünde. Üçü de aplike cep. Ceplerin üzerinde ise, altın suyuna batmış  metal düğmeler yer alıyordu. Önde ise, ceketi iliklemek için iki  kocaman  düğme vardı ve onlar da parıl parıl parlıyordu. Ama asıl ilginç  olan bu düğmeler değil, üst cebine beyaz bir kordonla tutturulmuş  olan düdüktü.

Ceketi giyip de düdüğü üfürdüğümde dünyayı durduracakmışım  gibi oluyordum. Bu endenle, yatağa bile ceketimle girip yatmak istiyordum.

Sonunda bu  düdüğü öylesi  bir yerde öttürdüm ki, yalnız ben değil, başkaları da dünyanın durduğunu sandılar.

Düdüğü öttürdüğüm yer sinagogtan başka bir yer değildi.  Bayram sabahı herkes sessizlik içinde duasını  ederken, ben , içimdeki  o dayanılmaz arzuyu yenemeyip  düdüğümü dudaklarıma götürüp derin bir soluk aldım; sonra o soluğu olanca gücümle üfürdüm. Sinagogun  sessizliği içinde düdüğümün sesi çın çın  öttü bu  beni son derece mutlu etti. 

Dua edenler dualarını kestiler,  Hahambaşı, Tanrı'nın evine hangi polis , bekçi ayak basıp düdük  öttürmeye cesaret ediyor gibilerinden  çevresine bakındı .

Ve dudaklarında düdük, küçük  Vitali suçüstü yakalanıp karga tulumba kutsal  yerin kapısı önüne konuldu.

Kapının önünde düdüğümü  bir kez daha öttürdüm. Benim bir parçam olan yeni elbisemin ayrılmaz bir parçasıydı bu düdük. Ben de onu  kullanıyordum. Ama, o yaşta, bunu nasıl, hangi kelimelerle, kime anlatabilirdim?

Babam akşamları işten erken dönerdi. Kapıya vardığında hep arka çebinde taşıdığı büyük demir anahtarı çıkarıp  sokak kapısının açarken "Korason" diye bağırırdı. Bu İspanyolca kelime ("Corason") "Canım" anlamına gelir. Babamın dilinde ise "Corason" benim adımdı.

Bana "Vitali" demez, "Korason" derdi.

Ben de her akşam , aynı saatte, evde olmaya özen gösterirdim bu sihirli sözcüğü duymak  ve duyar duymaz koşup, kendimi babamın  kollarına atmak için.

Banam beni kollarının arasında sıkar, sonra birkaç kez havaya atıp tutardı. Mutluluk benim  için  işte o andı. Biraz dinlendikten  sonra üstünü değiştirirdi babam. Değiştirdiği gene bir iş  pantalonuydu. Çünkü babamın evde ikinci bir işi vardı.

Arka bahçeye bir kümes yapmıştı. Bu kümeste, her kümeste olduğu hibi bir horozla birkaç tavuk vardı . Sabah  kahvaltılarında biz çocuklara bu tavukların çiğ yumurtası  içirtilirdi.

O zamanlar, çiğ yumurtanın  çocuk sağlığına son derece faydalı olacağı inancı vardı. (Ben  de her sabah bu  yumurtalardan içe içe büyüdüm. Ven on sekiz yaşına geldiğimde boyum 1.56'yı bulmuştu!)

Tabii ki, babam  boş zamanında sadece tavuklarla uğraşmıyordu. Kümesi babam yapmıştı ama, tavukların yemini, suyunu annem veriyordu.

Babamın gerçek  hobisi marangozluktu.

Marangozluk  hobiden  öte bir şeydi babam için. Evde, atölye için uygun bir yer olmadığından , tezgahın evin çamaşırhanesinde kurmuştu. Tezgahın üzerinde,  çekip, kerpeten, testere,  rende gibi aletleri  durur ve bunları  kimseye kullandırmazdı. Babam, eve getirdiği  tahtaları  bu  daracık mekanda işler; masa, tabure, dolap gibi eşyalar yapardı.

Günün birinde içine dört kişinin sığabileceği büyüklükte garip bir sanduka yaptı. Sandukanın yüksekliği, çocuk hafızam beni yanıltmıyorsa kırk santimetre kadardı.

Ön tarafında bir boruya tutturulmuş bir direksiyon, aşağıda ayakların  eriştiği  yerde de pedallar vardı. Pedallar sandukanın dört bir ucuna yerleştirilmiş tekerlekleri döndürüryor, böylece  sanduka yavaş yavaş yol alıyordu.

Birkaç hafta süren uzun bir uğraştan sonra ortaya çıkan bu garip aletin  çevresinde tüm aileyi toplayan babam, bana dönüp , "Bunu senin için yaptım Korasan" dedi. "Şimdi gir içine otur ve korkmadan pedallara bas."

Hemen, büyük bir merak, aynı zamanda korkuyla sandukanın içine girip oturdum. Bir an tereddüt ettim. Ama babamın  teşvik edici bakışları, ayaklarımın  pedalları bulmasına ve çevirmesine yetti.

Ve….olağanüstü  bir şey oldu, bu  koca şey (ona ne ad vereceğimi bugün  de bilemiyorum) hareket etti… yürümeye başladı.

O yürüdükçe ben daha hızla çeviriyordum pedalları. Alkışlar arasında bahçe duvarına toslayınca durduk.

O yaz boyunca, kardeşlerimi, ama özellikle komşu  kızı Despina'yı yanıma oturtup, bahçede turlar atıp durdum.

Despina'yı özellikle yapılı, güçlü kuvvetli olduğu için seçmiştim. Bacaklarımda derman kalmayınca, ya da bir yokuşta, Despina atlar, arkadan iter, böylece hiç yolda kalmazdık.

Hayatımda çok otomobilim oldu. Ama bu ilk pedallı arabamı unutamam.

.
.
.
 

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org