Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Necmettin Türkoğlu Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
YAŞAR NURİ İMAMI AZAM GİBİMİ ?
25.09.2009
Necmettin Turkoglu
Okunma Sayısı : 3600
Oy Sayısı : 6
Değerlendirme : 5
Popülarite : 3,89
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

          Az evvel intertte gezinirken birde Yaşar Hoca ile ilgili haberlere baktım . Periyodik aralıklarla bakarım zaten. Hep aynı eski haberler olurdu.Şu sıra haberler degişmeye başladı. Yaşar Nuri Öztürk' ün Yazdığı ; Arapçılığa Karşı Akılcılın Öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife Esas fikirleri gölgelenen lider adlı kitabı nın baskıya çıkması ile tartışılan haberler.

          Yaşar Hocayı yakınen tanırım. Araştırmacı, inatcı ,belgecidir. Düşünür.Okur.Yazar. Tartışır.Hatası varsa kendi düzeltir.İnanırsa üzerine dikilir. Cesurdur.İster sevin ister sevmeyin eleştirilerin aksine verilere göre çalışan inatçı,yaptığı işeözenen , öze/aslına  inen bir kişiliğie sahiptir. Bilimsel çalışır.Kendi deyimi ile " ben timsah olmayan gölde yüzmem "der. Karşınızda öyle bir Yaşar hoca var.

             İmamı Azam adlı eseri  bir kaç günde yazmadı. Tam tersine bu çalışmayı uzun yıllardır inceledi havuzunda biriktirdi ve vakit geldi yoğunlaştı ve yazdı.

             Zaman zaman degişik vesileler ile görüştügümüzde ALLAH ile Aldatmak adlı eserinden sonra , Maun suresini yazacagını söylerdi. yanılmıyorsam. Maun suresinin öneminden ve muhteşem bir eser olacagından bahsederdi.  İmamu Azam dan da son zamanlarda bahsetti.
Hatta bir gün şu ifadeyi kullandı.
Babası ,bilindiği gibi hocasından İmamu azama yapılan zulümler Atatürk ile son bulmuştur. Ve Atatürk İmamı Azam'a yapılan zulümlerin intikamını almıştır. anlamında bir söz ifade etmiştir.
Sayın Öztürk ' ün son yıllarda Atatürk e olan sevgisi sempatisi ve inceleme arzusu gitgide artmıştır. Bir taraftanda İmamı azama olan saygısı ve elinde bulunan eserlere dayanarak dediği şuydu; İmamı Azam müslümanlara hiç anlatılmamış dedi.Kitabı henüz okumadım. İlk fırsatta temin edip okuyacagım. Hatta bir gün şunu da söylemişti.İmamı Azam kızlar evlendirilirken kendi rızalarının alınması gerektiği konusnda da bir şeyler söylemişti. Ozamanlarda bile bu konuda cesaretliadmlar atmıştır demişti.
Muhtemelen bu konuyu kitapta açmıştır.

            Bazı eleştirleri okudm , diyorki Atatürk ,Peygamber efefendimiz ve İmamı Azam' ı bir arada görmekten rahatsız olanlar var . Rahatsız olmanın ötesinde laik Atatürk'çüleri göreve çağırıyor falan . Bu eleştirleri okuyunca bunları yazmak içimden geldi.

            Birde Yaşar hoca Kuran ışıgında Kurtuluş savaşı konulu bir eser hazırlığında olduğundan bahsediyordu.  Bu eserde bu konuara girmişte olabilir veya ilerde sıra bu eserde. Şahsen bende maun suresi ve Kuran ışığında Kurtuluş savaşı konulu eseride bekliyorum. Muhtemelen Kuran ayetleri ve belge dolu güzer bir eser olacak.

            Bu yazıyı gece/sabahın 5:00  ünde yazmama sebeb olan meselye gelince;

           Hoca ile telefonda tanışırdık.Bir Ramazan günü Konya ya SÜ Atatürkçü düşünce dernegi ne davetli olarak gelince ATATÜRK ve Kuran adlı güzel bir bildiri sunmuştu. İlk kez orada bir araya gelmiştim. Heyecanlydım .Gençtimde. Birlikte iftar yemegi yedik.Daha sonra SUN TV de beraber Canlı yayına katıldık. 3-4 saat kadar sürdü.Ben başta çok konuşmadım. Sona doğru espirili biraz sohbet konuşmalarımız oldu.program bitti. Hoca SUN TV nin Şeref defterini imzalıyordu.Bir taraftan çay içiyorduk.Bir misafir gelmiş. Hocanın hayranı miş. Bir görmek istiyormuş. İçeri aldım. Bizzat tanıştırdım . Bu gelen kişi Konya da kadrolu imammış.Oturdu ve hayran hayran hocayı dinledi.Muddessir suresini konuşuyorduk. HOCA  BENİ DİNLEDİKTEN SONRA SEKAR IN BİLGİSAYAR OLDUĞUNDAN EMİNDİM .

          Ama bunu bana teknik olarak kimse anlatmamıştı dedi.bu konudaki hatıralarımı ilerde tekrar kaleme alacagım.

                Sonradan ben bu imam ile görüşmey başladım. Zaman Zaman camisine gidip namaz kıldım.
bu tartışmaları görünce aklıma geldi ;
İmam bana şöyle dedi : Yaşar hoca gelecekte aynı İmamı Azam gibi olacak dedi.Ben İmamı Azam'ı inceledim. aynı görüşte ve aynı kaderdeler diyordu. Şimdi  beynime çivi gibi çkılan bu sözü sizlerle paylaşmek istedim.

              Yani ilerde bir başka yazar bir kitap yazacak ve bu kitapta Peygamber efendimiz ,Atatürk ,İmamı Azam ve Yaşar hoca yazacak.

              Bu vesile ile maun suresini bir yazalım birlikte okuyalım ve anlamaya çalışalım.

Okunuşu:     Bismillâhirrahmânirrâhîm.
     Eraeytellezî yükezzibü biddiyn. Fezâlikellezi yedü'ul yetiym velâ yehuddu alâ ta'âmil miskiyn feveylül lil musalliyn Elleziyne hüm an salâtihim sâhûn Elleziyne hüm yürâ ûne ve yemneûnel mâûn. 
     Anlamı:  

   Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla.    
     Dini yalan sayanı gördün mü? işte yetimi unf-ü şiddete iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. Fakat veyl!. Namaz kılanların vay haline ki, onlar namazlarından gafildirler, onlar riyakarların ta kendileridir. Zekatı da men ederler onlar.

Mâûn Suresi tokatlıyor 09.07.2009 09:39BU başlıkla bir yazıyı ilk kez 1999 yılında yazmıştım. Mâûn Suresi o günden beri Türkiye'yi tokatlamayı sürdürdü.
Mâûn Suresi bir yandan, hakka saygısını yitiren Türkiye'yi, bir yandan da Allah ile aldatarak soyanları tokatlamaktadır. Mâûn Suresi daha çok tokat vuracaktır bu ülkeye, çok.
Göreceksiniz.
Allah ile aldatanlara en ağır tokatlardan biri Mâûn Suresi'nden gelmektedir. Allah ile aldatanlar o surenin Arapça telaffuzunu her yerde, hem de "namaz suresi" diye öğretirler ama ne anlama geldiğini, ne demek istediğini asla öğretmezler. Çünkü o suredeki muhteşem mesajın bilinmesi halinde "Allah ile aldatanların din üzerinden dünyalık toplamaya yönelik oyunları" yerle bir olur.
Deniz Feneri adlı büyük dinci talan münasebetiyle, Mâûn Suresi'ndeki mucize mesajı, Türk milletine bir kez daha ve eskisinden daha ayrıntılı olarak tanıttık.
Kur'an'ın en büyük mucizelerinden biri bu surede saklı. Bu sure, din adı ve maskesi altında dinsizlik yapanları tokatlıyor. Bu mucizeler mucizesi surede cevaplanan hayatî sorular şunlardır:
Din adı altında dinsizlik nasıl yapılır? Bu maskeli ve sinsi dinsizliğin belirtileri nelerdir?
Din adı altındaki dinsizliğin kullandığı en önemli maske nedir?
Peygamberimizin Mâûn Suresi ile ilgili fiilî ve sözlü yorumlarının üstü nasıl örtüldü?
"Peygamberimizin sünneti"
diyerek Arap örflerini Türk halkına dayatanlar, Mâûn Suresi ile ilgili hayatî ve gerçek sünnetleri asırlardır nasıl devre dışı bıraktılar?
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı, Mâûn Suresi ile ilgili sünnetleri ortaya koyduğumuzda nasıl panikledi ve Diyanet'in o zaman başında bulunan kişi hangi oyunları çevirdi? Bizim kitaplarımıza nasıl sansür ve ambargo uyguladı?
Kur'an neden, "Takva veya dindarlık Tanrı ile insan arasında bir değer ölçüsüdür ama insanlar arasında bir değer ölçüsü asla değildir!" diyor?
Müslüman toplumları çürütüp çökertecek iki büyük bela hangileridir?
Mâûn Suresi'nin akla getirdiği temel sorular bunlardır.
Hemen belirtelim: Mâûn Suresi'nin, tüm bağlantıları veren, kitaplık çapta bir yorumunu, yakında çıkacak olan şu kitabımızda okuyacaksınız:
"DİNDARLARI SÖMÜREN İHANET: DİNCİLİK"
Biz yıllardır şunu gözlemlemekteyiz:
Türkiye'de Allah ile aldatmanın yarattığı kriz faturalarının böylesine kabarık olmasının arkasında Mâûn Suresi ihlalleri var. Yani, Allah'ı ve dini paravan yaparak çalma-çırp-ma, haksızlık, hırsızlık, düzenbazlık, riyakârlık, kitlelerin sömürülüp soyulması, kamu imkânlarının yağ-malanmasıyla kamu görevlerinin savsaklanması...
Ayrıntıları vermeye devam edeceğiz, sevgili okuyucular.
http://www.haberkapisi.com/yazi/bu-is-bana-kalmamaliydi--5966.htm

İmam-ı Azam Ebu Hanife

Tam adı EBU HANİFE EN-NUMAN BİN SABİT (d. 699, Küfe - ö., 767, Bağdat, Irak), fıkıh ve kelam bilgini. İslamın hukuk öğretisi fıkhı sistemleştirmiş ve dört Sünni mezhebinden biri olan Hanefiliği kurmuştur. Kadılığı ısrarla reddederek siyasetten uzak durduğu için yönetenlerin baskılarına uğramış, hapiste ölmüştür. Kurduğu mezhep birçok İslam toplumunca kabul edilmiş, Arap ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Hindistan, Pakistan, Çin ve Orta Asya'ya kadar yayılmıştır.

Ebu Hanife, İrak'ın düşünsel merkez-erinden biri olan Küfe'de doğdu. Tüccar olan babasını izleyerek ipek ticaretine atıldı ve alışverişteki dürüstlüğüyle ün yaptı. Bu işten sağladığı düzenli ve yüksek gelirin büyük bölümünü hayır işlerine ayırarak özellikle bilginlerin elinden tuttu.

Doğumu Nesebi ve Künyesi

Ehli sünnetin dört büyük imamının birincisi olan İ-mamı Azam Ebu Hanife, H. 80'de Kufe'de doğdu.

İslam'a tam gönül vermiş abid bir kimse olması veya Iraklılar arasında "Hanife" denilen bir divit veya yazı hokkasını devamlı yanında bulundurması sebebiyle verilmiş olduğu söylenmektedir.

İlmi Yetişmesi

Ebu Hanife Kufe'de yetişti. Gençliğinde kumaş ticaretiyle uğraştı. Bu ticaret onu ilimle uğraşmaktan alıkoymadı. Onu ilme teşvik edenin Şa'bi olduğu rivayet edilmektedir.

Ebu Hanife pek çok ilim halkasına katılmış ve değerli zatlardan ilim almış olmakla beraber, onun en uzun süre hocalığını Hammad ibnu Ebi Süleyman yapmıştır.

İmamı Azam Ebu Hanife'nin ilmi, hocası vasıtasıyla dört büyük sahabiye dayanmaktadır. Şöyle ki; Hz Peygamber'in vefatından sonra Kufe'ye yerleşmiş olan Ali ibnu Ebi Talip ve Abdullah ibnu Mes'ud'dan ilim alan Mesruk ibnu'l-Ecda (Ö. 63), Alkame ibnu Kays (Ö. 62) ve Şureyh (Ö. 80)'den Şa'bi ve İbrahim en-Nehai (Ö. 96) ders almışlar. Onlardan da Hammad ibnu Ebi Süleyman vasıtasıyla Ebu Hanife ilim almıştır. Ebu Hanife ayrıca Abdullah ibnu Abbas'ın kölesi İkrime ve Abdullah ibnu Ömer'in azatlı kölesi Nafi vasıtasıyla adı geçen sahabilerin ilimlerinden istifade etmiş, Mekke fatihi Ata ibnu Ebi Rebah (Ö. 114)'tan da uzun süre ders almıştır.

Çok sayıda hadisi şerif ezberleyen Ebu Hanife büyük bir hakim ve fikir adamı olarak yetişti. Üstün bir aklı ve herkesi şaşırtan bir zekası vardı. Fıkıh ilminde imkansız gibi görünen bir zamanda benzeri olmayan bir dereceye yükseldi.

Ders Vermeye Başlaması

İmamı Azam Ebu Hanife, on sekiz yıl boyunca kendisinden ilim öğrendiği hocası Hammad'ın en sevdiği talebelerinin başında geliyordu. Çünkü o, üstadının söylediklerini en iyi öğrenen ve hıfzeden talebesiydi. Bu yüzden hocası ders halkasının önünde, kendi hizasında ondan başkasının oturmasını yasaklamıştı.

Hammad'ın herhangi bir sebepten dolayı şehir dışında olduğu zamanlarda Ebu Hanife, kendisine vekaleten talebelere ders verirdi. Hatta fıkhi meselelerde sorulan sorulara cevap bile verirdi. Hocası Hammad geldiğinde o sorulara verdiği cevapların çoğunu tasdik ederdi.

Kufe'nin müftüsü olan hocası Hammad vefat edince, arkadaşları onun yerine oğlu İsmail'i geçirmek istediler. Fakat Hammad'ın oğlunun şiire, gece meclislerine, hikayeye düşkün olduğunu görünce, Ebu Hanife'nin ders vermesi hususunda ittifak ettiler. O da kabul etti.

Ebu Hanife zühd ve takvasıyla, üstün zekasıyla kendini etrafındakilere kabul ettirdi. Zamanla şöhreti arttı, ashabı çoğaldı, mecliste en geniş halkaya sahip oldu.

İmamı Azam'ın tedris faaliyetinde dikkat ettiği en önemli hususlardan biri de, talebeleriyle istişare yapmaktı. Onlarla istişare etmeksizin kendi başına bir içtihatta bulunmazdı. Müminler için nasihatta bulunurken katı davranmazdı.

Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402)

Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352)

Bütün bunlar onun serbest fikirli ve uzak görüşlü bir şahsiyet olduğuna, verdiği hükümlerle de kimseyi ilzam etmediğine işaret etmektedir. Nitekim kendinin hocalarına, talebelerinin de kendine karşı zaman zaman muhalefet ederek aynı meselelerde farklı hükümler verdikleri nadir olmayan olaylardandır.

Sünnet ve Hadis Konusundaki Tutumu

İmamı Azam Ebu Hanife'nin hadis ve sünneti teşri kaynağı olarak kabul etme konusunda diğer imamlardan farkı yoktur. O şöyle der: "Resulullah (s.a.s.)'in üzerinde konuştuğu her şey, biz duyalım, duymayalım, başımız ve gözümüz üstündedir. Buna inandık ve bunun Resulullah (s.a.s.)'in söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz." (Ebu Hanife, el-Alim, sh. 27)
Ebu Hanife'nin istidlal kaynaklarını sayarken önce Allah'ın kitabına sonra Resulullah'ın sünnetine baktığı, sonra da sahabe kavlinden dilediğini tercih ettiği rivayet edilir. Kitap ve sünnette bulamadığı bir hususu son olarak sahabe kavillerinde araştırmakta, bunların dışındaki görüşleri bağlayıcı saymamaktadır.

Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarını bizzat kendisi reddetmiştir. Rivayetlere göre bir meselede kendisine hadise muhalefet ettiği bildirilince, dayandığı hadisi zikrederek: "Allah, Resulüne muhalefet edene lanet etsin. Allah onunla bize ikram etti, bizi onunla kurtardı" demiştir. (İbnu Abdilberr, el-İntika, sh. 144)

Ebu Muti el-Belhi anlatıyor: "Bir gün Kufe camiinde Ebu Hanife'nin yanında oturuyordum. İçeriye Süfyanu's-Sevri, Mukatil ibnu Hayyan, Hammad ibnu Seleme, Caferu's-Sadık ve diğer alimler girdi. Ebu Hanife'yle konuşarak: "Bize ulaştığına göre, sen dinde çok kıyas yapıyormuşsun. Bu yüzden senin için endişeliyiz. Çünkü ilk kıyas yapan iblistir" dediler. Ebu Hanife onlarla Cuma sabahından öğle vaktine kadar münazara ederek görüşünü arz etti ve şöyle dedi: "Ben önce Allah'ın kitabıyla, sonra Resulünün sünnetiyle amel ederim. Daha sonra sahabenin üzerinde ittifak ettiği hükümleri, ihtilaf ettiği hükümlere takdim ederim. Ancak bundan sonra kıyas yaparım." Bunun üzerine hepsi kalkarak Ebu Hanife'nin elini öptüler ve: "Sen alimlerin efendisisin" dediler." (Şa'rani, Mizan, C. 1, sh. 53)

Ebu Hanife'nin hadis ve sünnete bağlılığını bunların dışında da birçok rivayet teyit etmektedir.

Sahabe Sözü ve Uygulaması Konusundaki Tutumu

İmamı Azam Ebu Hanife, Kur'an ve sünnetten sonra sahabe kavlini bağlayıcı görüyor, fakat kendine bunlar arasında tercih yapma hakkı tanıyordu. Ebu Hanife bu tercihi bazen şahıslar arasında, bazen de rivayetler arasında yapıyordu. Ebu Mutı' el-Belhi ile Ebu Hanife arasında geçtiği rivayet edilen şu konuşma bu konuda dikkat çekicidir. Ebu Mutı' ona: "Şayet senin görüşün Ebu Bekir'inkine zıt düşerse ne yaparsın?" diye sordu. O da: "Bu takdirde onun görüşünü alıp kendi görüşümden vazgeçerim. Yine Ömer'in, Osman'ın, Ali'nin görüşleri karşısında böyle yaparım. Ebu Hureyre, Enes ibnu Malik, Semure ibnu Cundeb hariç Hz. Peygamber'in bütün sahabilerinin görüşlerini kendi görüşlerime tercih ederim." (Şa'rani, Mizan, C. 1, sh. 53)

Ebu Hanife'nin Ebu Hureyre'yle birlikte bazı sahabileri müstesna tutmuş olması, onlardan rivayet almadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü Ebu Hanife'nin Ebu Hureyre'den nakledilen hadislerle kıyası terk ettiği meşhurdur. Zaten kendi de bu sahabilerden nakledilen rivayetleri değil, onların kendi görüşlerini müstesna tutmaktadır.

Beşeri Kanunlar ve Uygulayıcıları Karşısındaki Tavrı

Siyasi yapıda İslam'ın gün geçtikçe daha geri planlara itilerek, yerine saltanatın getirdiği beşeri unsurların hakim kılınması, Emevi idaresinin özellikle son yıllarında zirveye ulaşır. Bu, İslam'ın insanı ilgilendiren bütün alanlarda esas ve tek ölçü olması gerektiği hakikatinin idrakinde olmamaktan başka bir şey değildi. Diğer bir ifadeyle Müslümanlıklarını her vesileyle vurgulayan yöneticiler, Allah'ın hükümlerine şartsız itaat anlamına gelen İslam'ın siyasi boyutunu ihlal edip, itaatlerini sadece kişisel bazı ibadetlere münhasır kılıyorlardı. Ancak, İslam'ı yegane ölçü olarak almadıkları yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için alimleri araç olarak kullanma politikalarını sürdürüyorlardı. Şüphesiz bu politikaya kananlar ve sırf iyi niyetlerinden dolayı böyle bir oyuna alet edildiklerinin farkına varamayanlar olmuştu. Ancak bazı şahsiyetler, yönetim işinde geri plana itilen İslam'ı bütün muhtevasıyla ortaya koyup, onun gerektirdiği itaatin alanlarını her şeye rağmen ifade etmekten çekinmediler. Siyasi ve askeri güçlerine rağmen, yöneticiler bu şahsiyetlerin söz ve tavırları karşısında korkulu rüyalar gördüler. Hiçbir zaman sayıları kesin olarak ifade edilemeyecek kadar çok olan, ancak coğrafyanın ve zamanın değişimine bağlı olarak genellikle tek kalan bu şahsiyetler arasında İmamı Azam da vardı.

Emevi ve Abbasi idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan Ebu Hanife, zühd ve takvası sayesinde yönetimin maşası olmaktan kendini canı pahasına koruyabilmiş bir şahsiyettir. Kulların hakkını gözetmede kusur etmekten korktuğu için Emeviler kadar Abbasiler tarafından da ısrarlı şekilde teklif edilen kadılık görevini ve diğer şahsi menfaatlerin hepsini geri çevirmiştir.

Ebu Hanife, içinde bulunduğu şartlarda resmi görev almanın İslam'ı temsil etme ve uygulamaya aktarma imkanı sağlayamayacağını iyi fark eder. Bu nedenle resmi görev almanın, meşru olmayan işlere maşa olmaya neden olacağı kanaatine varır. Bu düşüncesini de hiçbir yoruma mahal bırakmayacak şekilde ifade eder. Bu manada kendinden çok değerli hediyeler karşılığında bazı isteklerde bulunan sultanı kastederek şunları söyler: "Eğer benden Vasıt mescidinin kapılarını saymamı isteseydi, onu bile kabul etmezdim. O halde nasıl olur da bir adamı idam etmek için hüküm vermemi ister ve bu hükümle onun boynunu vurmasına vesile olurum. Ben böyle bir hükmü ihtiva eden kararın altını nasıl mühürlerim! Vallahi ben böyle bir işe ölünceye kadar giremem." (Mezhepler Tarihi, sh. 231)

Devlet görevini kabul etmesi için değişik tekliflerle ve en önemlisi işkencelerle karşısına çıkanlara söylediği şu sözleri ise İslam'ı temsilinin önemli bir örneğidir: "Allah'a yemin ederim ki, bu işi kendi arzumla kabul etmiş olsam bile, yine de size istediğiniz anlamda yaranamayacağım. Nerede kaldı ki zorla, istemeye istemeye teklifinize muvafakat edeyim. Herhangi bir hususta vereceğim karar sizin arzularınızın hilafına olabilir. O zaman bana kızarsınız. Kızınca da beni Fırat nehrinde boğdurmak istersiniz. Boğulurum, fakat kararımı yine değiştirmem."

Vefatı

Ebu Hanife'nin ölüm tarihi belli olmakla beraber nasıl öldüğü veya öldürüldüğü hususunda bir ittifak yoktur. Ölüm tarihinin H. 150 olduğunda kaynaklar müttefiktir.

Ebu Hanife'nin, halife Ebu Cafer el-Mansur'un kadılık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir. Fakat onun hapisteyken mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır. Bazı kaynaklarda hapisteyken gördüğü aşırı işkenceler sonucu güçsüz düştüğü ve vefat ettiği bildirilmektedir. Ebu Hanife'nin hapisten çıktıktan sonra, zehirlenerek öldürüldüğü hususunda da rivayetler vardır. Hatib el-Bağdadi: "Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür" diyor. Bağdadi'den bir buçuk asır önce yaşamış, Ebu'l-Arab Muhammed ibnu Ahmed ibni Temim et-Temimi (Ö. 333), Kitabu'l-Mihen adlı eserinde, Ebu Hanife'nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi verir: "Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur'un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı. Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife yaşlılığından dolayı sütün midesine dokunacağını söyleyerek içmek istemedi. Mansur içmesi için ısrar etti. Ebu Hanife sütü içti, sonra izin almadan Mansur'un yanından kalktı. Mansur nereye gittiğini sorunca, Ebu Hanife: "Senin gönderdiğin yere" cevabını verdi ve oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra o süt yüzünden zehirlenerek öldü." (Benzer bir rivayet Saymeri, sh. 93'de geçer) Bu değişik rivayetler yüzünden Ebu Hanife'nin ölüm sebebi konusunda kesin bir hüküm verilemiyor.
Bütün teklif ve tehditlere rağmen, İslam'ı yönetim işlerinde geri plana iten bir yönetimin maşası olmaktan kaçınan bu büyük imam, yaşarken cahiliye karşısında yer aldığı gibi, vefatından sonra da bu görevini değişik bir tavırla yerine getirmeyi ihmal etmez. Her gün gördüğü işkencelerin hayatının sona ermesine yol açacağını anlayınca, sultanın gasbetmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmesini vasiyet eder. (Mezhepler Tarihi, sh. 236)

Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat'ta Hayzunan kabristanının doğu tarafına defnedildi. Yirmi gün süreyle insanların, kabri başında namazını kılmaya devam ettikleri, bu arada halife Ebu Cafer el-Mansur'un da kabri başına gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir. (Saymeri, sh. 63)

ESERLERİ

İmamı Azam Ebu Hanife'nin, günümüze kadar ulaşabilmiş eserleri pek fazla değildir. Bunların bir kısmının da ona ait olup olmadığı ihtilaflıdır. Bununla beraber talebeleri Ebu Yusuf ve bilhassa İmam Muhammed'in telif ettiği eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zamanımıza kadar ulaştırmıştır. Ebu Hanife'nin yaşadığı devirde yazdırma usulü yaygın olduğu için hocalar genellikle kendileri yazmaz, talebelerine yazdırırlardı. Bu yüzden kendine isnad edilen eserlerin sayısı fazla değildir. Bu eserlerin başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz.
1. el-Fıkhu'l-Ekber
2. el-Fıkhu'l-Ebsat
3. Osman el-Betti'ye Risale
4. Osman el-Betti'ye diğer bir risale
5. el-Vasıyye
6. el-Vasıyye (oğlu Hammad'a)
7. el-Vasıyye (talebesi Yusuf ibnu Halid es-Semiti'ye)
8. el-Vasıyye (talebesi kadı Ebu Yusuf'a)
9. Müsnedu Ebi Hanife (Ebu Yusuf'un rivayetiyle)

http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=576

Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org