Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

sibel güntöre Gözüyle 


     

 



Tüm Yazıları

       ShareThis
TIP VE FELSEFE
09.02.2006
Sibel Güntöre
Okunma Sayısı : 1731
Oy Sayısı : 7
Değerlendirme : 3,57
Popülarite : 3,02
Verdiğiniz Puan :
 

 

 

TIP VE FELSEFE */ **Bu çalışmayı yapmakla  iki dipsiz kuyuya taş atmış oluyoruz.Tıp ve felsefe. İki ayrı disiplin, iki ayrı uzmanlık alanı kuşkusuz. Genellikle bu tür çalışmalar yapılırken  tanımlamalara girişilir. Biz bu tür keskin tanımlamalardan özenle kaçınıp  bu iki disiplin arasında bir takım gelgitler yaşayarak aralarındaki şaşırtıcı yakınlığa ve uzak  düşüşe ucundan bucağından sokulmayı hedefliyoruz. Amaç biraz  sorgulamak, biraz düşünmek, biraz  unuttuğumuz bilgilerimizi  tazelemek ve en önemlisi belki de,  felsefe hakkında söz söylemek ve felsefeye ilişkin bir takım yanlışları ortaya koyabilmek....                                                                                                   
Bu  çalışmaya başlarken  önce bir sözcük araştırması yapma gereği doğdu. Hekim ve hakim. Hekim sözcüğünün, hakim sözcüğünün arapçada inceltilmiş hali olarak  telaffuz edilip kullanıldığını görmek olanaklı. Bu her iki isim aslında hikmet sözcüğünden türemiş durumdadırlar. Hikmet, sözcük anlamı olarak bilinmeyen nokta, gizli, bilinmeyen ve felsefe, olarak Türkçe açıklamasını almış. Hakimin açıklaması da, çok tedbirli, çok bilgili, feylesof ve hekim olarak  yapılmış. Görülüyor ki, filozof ve hekim ( doktor ) Arapça’da ve dolayısıyla bizim kullandığımız dilde adeta bir eş anlamlılık göstermekte. Bunun felsefe ve tıp tarihindeki en belirgin ve bilinen örneği de İbni Sina ( 980-1037 ). Felsefede bir otorite olduğu için hakim, aynı zamanda da döneminin önemli bir tıp bilgini olduğu için  de hekim diye anılmaktadır. İbni Sina sahip olduğu şöhreti bir bakıma bu iki alan arasında kurduğu bağlantıya borçludur denebilir.
 "Önce teşhis sonra tedavi" diyen İbni Sina için felsefe ve tıp arasında sadece mahiyet farkı vardır. Antik çağın ünlü filozoflarından Aristoteles ( 384-322 )  bir hekimin oğludur. Onun için de  insan bedeni bir soru konusudur. Bu büyük filozof  canlılar  sorununu ele alışıyla bugünkü biyoloji felsefesine de kaynaklık eder. Bütün bir ortaçağı da mantık dizgesinin etkisi altında tutan Aristoteles' in  düşünceleri  döneminin ve etkisinde kalan bilim adamlarının ve hekimlerin de yol göstericisi olmuştur.  İnsan bedeninde ilk yaşayan ve son ölen organın kalp olduğu saptaması,  döneminde kabul görmüş bir  düşüncedir.  Prof. Dr. Nihat Keklik bir çalışmasında bir arap hekim ve filozofu olan İshak Ibn Huneyn ( ölümü 911) ‘nin "Tabiplerin ve Filozofların Tarihi " adlı yapıtında  filozofların aynı zamanda tabip, tabip olanların da aynı zamanda filozof olduğunu  ifade ettiğini belirtmektedir.
Görüldüğü gibi, daha önce ayırdına varsak da varmasak da tıp ve felsefe arasında belki de tahmin ettiğimizden daha çok yakınlık bulunmakta. Bunu daha net görebilmek için tıp tarihine bir göz gezdirmek  yeterli olacaktır.
Her şeyden önce vurgulamamız gereken nokta  tıbbın da felsefenin de konusunun insan ve yaşam olmasıdır. Her iki çalışma alanı özünde insana ve yaşama  ilişkindir. Soruları, arayışları, işlerlikleri hep bu  ana konunun uzanımlarıdır.Tıp için  insan yaşamı  daha doğrusu insanın sağlıklı yaşamı erek ise de pratikde direkt olarak insan sağlığını hedefliyorsa da  buna varabilmesi de bir takım doğru soruların sorulması ve verilen yanıtların bir eleştiri çalışmasına gereksinimi doğmaktadır.    
Tarihsel  süreç içinde ondokuzuncu yüzyılın  ikinci yarısından sonra  tıp bilimi bugünkü şeklini kazanmaya başlayıp  bilgilerini  eskiden olduğu gibi din ve felsefeden değil , deneysel  bilgilere dayandırarak ilerlemektedir. Bu arada unutmamak gerekir ki, tıp sadece bir bilim değildir. Bir sanattır. Bir teknik uygulanım alanıdır ve aynı zamanda sosyal ve kültürel yanları da olan bir çalışmadır.
Bütün bilimlerin anası olduğu kabul edilen felsefenin tıp gibi insanı ve yaşamını soru konusu edinen bir gerçeklikten uzak olduğunu düşünmek olanaksızdır.
Şimdi  kuşbakışı olarak tıp tarihine bir göz atalım, bilgilerimizi tazelemek adına.
 Eski Yunan devrine gelene kadar tıp ,  dini bir görünüm sergiler. Bu konudaki ilk bilgileri ( milattan önce 3000 yıllarından daha öncelerine giden) Mısırlılardan günümüze kalan papirüslerden ve Mezopotamyalılardan kalan kil tabletlerden öğrenebiliyoruz. Bu kaynaklara bakınca tıp ile ilgilenen kişiler o dönemin din adamları. Sihir ile büyü ile hastalıklara derman aranmakta. Hastaya  çağırılan sihirbaz ya da büyücü , o dönemin hekimi.
Yeryüzünde hastalık insanlık tarihi kadar eski. O dönemin insanı doğa karşısında hayli zayıf ve korkular içinde. Sığındığı ilkel inancın koşutluğunda ,  hastalık gibi bir anomali ile karşılaşınca , sığınacağı da inancı doğrultusunda en yetkin kişi. Dini inanç ile hastalık arasında sıkı bağlantılar olmasının yanı sıra  Mısır da hastalık ve yaşama ilişkin rasyonel  yaklaşımlarla da karşılaşmaktayız. Mısırlılar  için  ölüm de yaşam gibi doğal. Her ne kadar anatomi bilgileri zayıfsa da cerrahide gelişme kaydetmiş durumdalar. Kırık ve çıkık tedavisinde alçı kullanmayı biliyor, cerrahide dikiş usulünden yararlandıklarını, dişçilikde de ayrı bir uzmanlık başarısı gösterdiklerine rastlıyoruz. Mısırlılar için yaşamsal merkez kalp olmakla birlikte hekimler yine de ruhban sınıfın üyeleri olmaktaydı, tıpkı Mezopotamyalılarda olduğu gibi. Her iki kültürde de önemli olan insanın gereksinimlerini karşılamak olduğu için, o dönemin  kaygısı tamamen pratiğe yönelikti. Sadece bu kaygılar matematiğin, astronominin ve tıbbın gelişme sebebi olmuştur. Bilimi bilim için yapmak, ya da başka türlü söyleyecek olursak, teorik kaygı eski Yunan ( yaklaşık M.Ö. 700 civarında) düşün dünyası ile başlamakta. Çünkü  felsefe felsefe olarak, mitolojiden bağımsız olarak varlık göstermekte. Sorulan sorular biçim değiştirmekte, pratik kaygılar geri plana gitmekte ve bilimsel düşüncenin tohumları  atılmakta. Bugünkü bilim, doğa felsefecileri ile ilk adımını atmış olmaktadır... İnsanın bilme ve kavrama  arzusu felsefenin ve bilimin  ana sebebidir. 
Buna koşut olarak da tıp bilimsel kimliğinin ilk adımını atmış olur. Hippokrates ile birlikte tıp tanrıların etkisinden  kurtulup bilimsel kimliğine bürünmeye başlamıştır. 
 Hippokrates  M.Ö  beşinci yüzyılın sonlarında tıp okulunu, tıp bilimini, tıp teknik ve sanatını kuran ilk Yunanlı olarak  tarihte yerini alır.
Eski Yunan ' da hastalık doğa üstü bir olay olarak  görülmeyip, hastalıklara  rasyonel ve bilimsel açıdan yaklaşıldı. Eski Yunan ' da bir esnaf olarak kabul edilen hekim, usta  çırak ilişkisi içinde yetişiyordu diyor bazı tıp tarihi kaynakları.
Felsefe ile  sistematik düşünmeye başlayan insanın tıbba yaklaşımı da farklı olacaktı elbet. Bunda da etkin olan disiplin kuşkusuz felsefe olmaktadır. Bugünkü bilimin gelişme noktası felsefe olup da  bu denli insana dönük, insana ilişik çalışma alanı olan tıp,  nasıl felsefeden uzak düşebilir ki? 
M.S. 130 - 201  tarihleri arasında yaşamış  Bergamalı Galen, tıp ve felsefe alanında  çalışmalar yapmış ve tıbbi ekoller ve yöntemler arasında bir sentez kurmayı  başararak teorilerini "Doğa boşuna hiçbir şey yapmaz." ( Aristoteles etkisi ) İlkesiyle hazırlamıştır. Tıp tarihinin  önemli bir kimliğidir Galen. Galen  veya Galenos ' un  tıbbındaki  felsefi teori  ruhun bütün vücuda  yaygın bir töz olduğu şeklindeydi. Bunu söylerken atomcu filozofların  mekanist görüşüne karşılık veriyordu. Tıp tarihinde hayli önemli ve derin izler  bırakan  bir tıp adamının  çalışmalarını sürdürürken  ne denli felsefe ile içiçe olduğunun bir örneğidir de aynı zamanda.
Tıp tarihi çok ünlü filozof hekimlerle doludur. Bunlara birkaç örnek verecek olursak, 9 uncu yüzyılın son yarısında kimyayı tıbba uygulayan Razi, "Tıp Ansiklopedisi" adlı yapıtıyla tanınan bir filozof hekimdir.
13 üncü yüzyılda " Külliyat-fıt-tıb " adlı kitabıyla fizyoloji ve psikolojide kendisinin  doğrudan doğruya Aristoteles' in peşinden giden bir bilgin  olduğunu açıklayan  Ibn –ün Rüşd     bir diğer örnektir. Farabi  ( 870- 950 )  Aristoteles felsefesini  benimseyen değerli bir hekimdir.
Antik çağın ünlü filozoflarından aynı zamanda da büyük bir hekim olarak anılan  Empedokles ( yaklaşık M.Ö. 492-432 ), tıbbi olaylarda hava, ateş, su ve toprak gibi  dört elementin  olduğunu ve organizmada da kan, balgam, sarı safra  ve kara safra gibi dört esaslı sıvının olduğunu  söyleyerek bu sıvıların da  sırasıyla kalp, beyin, karaciğer ve dalaktan kaynak  aldığını  belirtmiştir. Empedokles' in bu teorisi  Hippokrates' in kitaplarında geçtiği gibi Aristoteles ve  Galen' in geliştirdikleri ve ortaçağ  ve  sonraki yüzyıllara uzanan  bir teori olduğu bilinmektedir.
                Ortaçağın  ikinci yarısından sonra hekimler modern anlamda  bir bilim adamı  portresi çizmekten hayli uzaktılar. Ama ortaçağ , hastane yapımında gelişme kaydetmiş bir dönemdir ve doktor ünvanının ortaya çıktığı  bir dönemdir de.
Ünlü düşünür J. J.  Rousseau (1712-1778 )' nun çocuk  sağlığı konusunda önemli  etkileri olmuştur. Örnek verecek olursak, kundaklama yönteminin  kaldırılmasında  etkisi olmuştur denir.
Tıp tarihi içinde gezinirken  18 inci  yüzyılda gelişen koruyucu tıbbın gelişmesinde  felsefi düşüncelerin etkisi  olduğu söylenir.
Tıp tarihine yaptığımız bu üstün körü ve kısa  gezintiden anladığımız geçmiş yüzyıllarda tıp ile felsefenin ne denli içiçe  olduğu, birbirlerinin  gelişmelerinde ne denli etkin rol oynadıklarıdır.
Felsefe tarihine   şöylesine  bir bakış attığımızda bütün bilimlerin başlangıcı olan felsefenin bir  süre  sonra pozitiv bilimlerin uzmanlaşması ve kendi içlerinde yetkinleşmeleriyle  bazılarınca değerden düşmüş gözüyle bakılarak bir kenara  itilmiş, boş konuşma ya da spekülasyon değerlendirilmelerine maruz kalmışsa da hangi alana elimizi uzatırsak uzatalım felsefe ile karşılaşmamız kaçınılmaz olmaktadır .İ ster bilim  dünyasından ister sıradan insan,  bir gün bir yerde felsefe ile karşılaşır, ister bilinçli isterse bilinçsiz. Çünkü felsefe  teknik anlamının dışında en insana özgü olandır ve  insanın içindeki gizil gücüdür.
Çağdaş düşünürlerden  Russell (1872-1970 ) "(...) bilgelikle birleşmeyen kudret tehlikelidir ve çağımız için gerekli olan şey de bilgiden çok bilgeliktir." der.
Reichenbach ( 1891-1953),  "(...) seçkin bir filozof aynı zamanda da bir bilim adamıdır." diyerek felsefeye yapılan haksızlığa bir gönderme yapar. Ona göre, felsefe bilgi üreten bir bilimdir.
Günümüz bilim adamının belki de her zamankinden daha çok felsefeye gereksinimi vardır.  
Felsefenin soruları ve eleştirileri, didiklemeleri olmadan bilim nasıl yol bulabilir ki kendine?
Felsefeyi bir  güzel sözler manzumesi olarak düşünmek, bir takım ideolojilerin yatağı diye görmek, inançsızlığın kalesi diye bağnazca yaklaşmak metafizik gerçeklerin alanı diye görmek ya da düşüncelerin ya da düşünürlerin savaş alanı diye görmek demek  felsefenin ne olduğu daha da kötüsü ne olmadığını bilmemek demektir. Hele  hele bilim ile içiçe yaşayıp da felsefeye hiç sokulmamak bilim yaptığını sananların da bir açmazıdır aslında. Bugün bir üst dil olarak bir gereksemedir felsefe, özellikle de bilim adamı için.
Tıp eski yunan sonrasında ve hele ondokuzuncu  yüzyılın ikinci yarısından  sonra   tamamen bilim kaynaklı olduktan sonra felsefenin kazandırdığı disipline arkasını dönemeyecek kadar felsefe ile içiçedir, Çünkü  felsefe bir dildir. Soru sormaktır. Kavramların önünü, arkasını, içini görmektir. Eleştiridir. Yorumların bir üst yorumudur. lBilimsel düşüncenin vazgeçilmez koşulları olan yaratıcı düşünce ve imge ve eleştirel düşünme felsefe disiplini olmadan nasıl başarı sağlar? Burada  bilim felsefesi ile ilgilenen bir düşünürün bir makalesinden  bir alıntı yaparak  bilim kafasının  vazgeçilmez gerekleri olan iki özelliğin bir hekimde nasıl örneklendiğini görelim. Düşünürümüz  şöyle demektedir: "İmgesel tahmin ve eleştirisel deneyim diye belirlediğimiz bilimsel düşünme biçimi,  hastasını iyileştirmeye çalışan bir hekimin  yaklaşımında bulunmaktadır."  Bir hekim bütün bilimsel donanımına, teknik gelişmelerin getirdiği kolaylıklara, tüm somut saydığımız verilere  dayanarak teşhisini  koymaya çalışırken bir takım tahminler yürütmek, kendince yorumlar yapmak, teknik ve bilimsel donanımının birkaç adım ötesine geçmek, olasılıkları değerlendirirken sorularını sormak, eleştirmek biraz da sağduyusunu işin içine katmak durumundadır. Bütün bunları yaparken yararlandığı,  sadece edindiği bilgiler değil,  kişisel düşün yetisini ne kadar kullandığıdır da ..... Bunu geliştirmenin bir koşulu da felsefenin insana özellikle de bir bilim adamına ne ölçüde yardımcı olabileceğini görebilmektir.
Düşünen insan, konuşan insan  başarısını verdiği yanıtlardan ziyade sorduğu sorulara borçludur. Bu sorulardır bilimi ve konumuz olan tıbbı bugünkü noktaya getiren ve bundan sonrasına da götürecek olan. Doğru soruları sormak bir disiplin gerektirir. Bu disiplini de felsefe sağlar. Öyle ya da böyle bilim ile uğraşan, konusu insan ve yaşam olan her çalışma alanı eninde sonunda felsefeye bulaşmak durumundadır.
Felsefeye bulaşmak demek bir filozoflar tarihçesini bilmek ya da felsefe tarihi uzmanı olmak anlamında değildir elbet.
İnsan aklının, değerlendirme gücünün, soyut düşünüşünün, merakının ve önünde aciz kaldığı doğaya egemen olma hırsının koşutluğunda bilme ve kavrama arzusuyla her bir uzanışında felsefeyi bulurken, yaşamda sağlıkla ayakta kalmanın mücadelesini de doğaya karşı verirken de tıbbı yanıbaşında vazgeçilmezi olarak bulacaktır.
Tarihsel süreç içinde felsefeden daha önce öyle veya böyle varlık gösteren tıp,  felsefenin  olanak tanıdığı bilimsel gelişmelerin içinde ve koşutluğunda yürürken tıpkı diğer bilim alanlarında olduğu gibi felsefeye gereksinim duyacaktır, ister bir bilim adamı olarak, ister  insanlara adanmış bir meslek olarak olsun ....  insana ve  yaşama hatta ölüme bu denli yakın olan tıbbın felsefeden çok uzak düşmesi entelektüel anlamda bile olanaksız görülüyor. İnsan yaşamına giren her şey de felsefeye konu olduğuna  göre felsefenin de tıptan uzak kalması da olanaksız oluyor. Bilim felsefeye felsefe bilime gerekmekteyken hele...    

Sibel  Öztürk Güntöre
    15. 11. 2000

                                                                      
                                         

*2  Ocak 2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde sayın Prof.Dr. HAKAN ŞENTÜRK'ün önerisiyle gerçekleştirilen bir seminer çalışması metnidir. Konu başlığı , sayın Şentürk tarafından belirlenmiştir. Kendisine teşekkürü bir borç bilmekteyim.
                ** Vehbi Hacıkadiroğlu Armağanı, Felsefe Tartışmaları, Everest Yayınları,  2002, sayfa 451.

Not: Özne  Felsefe ve Sanat Seçkisinde de okuyucusuyla buluşmuş olan bu metin daha sonra,  2005 yılında,  kitaplaşmış bir çalışmadır. Nobel Kitapevi ( ADANA ).


Kötü         Çok İyi  Oyla 
           
Tüm yazıları        ShareThis
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
                 

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org