Ziynet Odası 
 Odam Olsun 
 Türklider Odaları 
 Sizin Odalarınız 
 Sohbet Odası 
 TV Odası 
 E-Kitap Odası 
 BŞenver 
 Gazete Odası 
 iPad 
 Hakkımızda 
 Şifremi Unuttum 

 

Sunay AKIN Gözüyle 



Tüm Yazıları
       ShareThis

 

Tapınağın Kapısındaki Ayakkabı
13.09.2012
Okunma Sayısı : 5328
Oy Sayısı : 3
Değerlendirme : 5
Popülarite : 2,39
Verdiğiniz Puan :
 

 

Tapınağın Kapısındaki Ayakkabı
Sunay Akın


Tanrılar tanrısı Zeus, dünyayı yönettiği tahtına çıplak ayağıyla otururdu.

Antikçağı, bir arada ibadet eden Grekler, temiz kalpli olduklarını tanrılara göstermek amacıyla tapınaklara çıplak ayaklarıyla girerlerdi.

Romalılara göre de çıplak ayak kutsanmışlığın ve temiz kalpliliğin simgesiydi ve tapınak önlerinde sandaletlerini çıkarırlardı…
Budizm inancında da, mabede ayakkabıyla girilemez.

Bunun nedeni kutsal kitaptaki şu anlatımdır:

"Buda doğar doğmaz ayağa kalktı ve çıplak ayaklarıyla uçarcasına dört yöne doğru yedi adım atarak yeryüzünü kutsadı."
Kutsal mekanlara girerken ayakkabıları çıkarmanın  tarihinde daha pek çok bilgi sunabiliriz.

Bu kültürün genlerini incelediğimizde karşımıza Yahudi dininin Eski Ahit'i de çıkar. İşte, kutsal kitaptan bir bölüm:

"Sina Dağı'na çıkmış olan Musa Peygamber, orada derin düşüncelere dalmıştı.

Birden çevresinde tutuşan çalıları görmüş olan Musa peygamber çok korkmuştu.

Musa peygamber Tanrı Yahve, 'ayaklarından  sandaletleri çıkar, çünkü üzerinde bulunduğun topraklar kutsal topraklardır,'demişti."
Hıristiyan dünyası ibadetlerini çıplak ay

akla yapmayı Romalılar ve Yahudilerden öğrenmiştir.

Bu dinin kutsal kitabında yer alan "Asi  Nehri'ne giden İsa peygamber, orada kendisine iman eden havariler ile inananların ayaklarını  yıkardı" anlatımı Tanrı'ya adanmışlığın bir simgesi olarak benimsenmiştir.

MS 5. Yüzyıldan itibaren, İstanbul, Milano ve Torino gibi kentlerde görülen saraydaki asillerin beyaz ipek çorap ve terlikle dolaşmaları, ibadet yapmaları zaman içerisinde Papa tarafından da benimsenmiş ve çıplak ayak sembolizmi önce terliğe, sonradan da ayakkabıya dönüşmüştür!

İslam dünyası da, mabede giderken temiz kalpliliğin, arınmışlığın ve bağlılığın ifadesi olarak ayakkabılarını çıkarmayı sürdüren kültürlerdendir.

Ne var ki, Türkiye'de, bir camiden içeri girerken kapıda bırakılan sadece ayakkabı değildir. Tıpkı ayakkabı gibi, Türk milleti , anadilini de mabetlerinin dışında bırakır!...

Ve camide, Tanrı'ya olan bağlılığını, temiz kalpliliğini, sevgisini anlamadığı  bir dille ifade etmek zorunda kalır.

Oysa, dünyanın neresinde olursa olsun, bir kültürün anadili, o toplumun çıplak ayağıdır.

O denli temiz ve o denli bedeninin ayrılmaz bir parçasıdır.

Anadilinden  farklı, hiç anlaşılmayan bir dille Tanrı'ya kalbini açabildiğini sanmak, dışarıda bırakıldığı sanılan ayakkabıyı  aslında ruha giydirip mabetten içeri girmekten başka bir şey değildir.

Toplumun okuduğunu anlamasını ve böylelikle aydınlanmasını istemeyen, emperyalist güçlerin Türkiye'yi Ortadoğu politikasında bir piyona dönüştürme oyunlarının maşaları Türkçe ibadetin Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 18 Temmuz  1932'de camilere gönderdiği genelgeyle başladığını yazarlar.

Oysa, bu tarihten altı yıl önce, İstanbul'da Göztepe Camii'nin imamı Cemalettin Seven Hoca, 1926 yılının  ramazan ayında namazı Türkçe olarak kıldırmaya başlamıştır!

Tanrı'ya olan bağlılığı anadiliyle ifade etmenin yalınlığı ve temizliği halk arasında ilgi görürken, Cemalettin Hoca Diyanet İşleri'nin "20 Nisan 1026 gün ve 2759/1023" sayılı yazısıyla görevden alını!

Türkçe ibadet tartışması altında Atatürk'e saldıranlar, onun  kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni etnik ve inanç temelinde cepheleştirip kutuplaştırarak yıkmaya çalışanlar için yukarıdaki bilginin bir şey ifade etmeyeceğini biliyorum.

Çünkü bu gibilerin amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir.

Onlar için Türkçe ibadet konusu toplumun dininden, Tanrısından uzaklaştırmak isteyenlerin bir oyunudur. Türkçeyi savunmanın  iktidar kavgalarının çok üstünde bir sorun olduğunu anlamayacak kadar cüce fikirlidirler. Sorun, toplumun okuduğunu anlama sorunudur.

Bu aydınlanmanın  gerçekleşmediği toplumlarda kula kulluk ve kölelik düzeni egemen olur.

Sultan II. Mahmut'un Varna'ya yaptığı yolculuğu Vakanüvis Esat Efendi bir kitap olarak yazmıştır.

Padişahın kitap hakkındaki düşüncesi şudur:

"Gerçi çok güzel ve sanatlı kaleme alındığına şüphe yok ise de, bu türlü herkesin okuyacağı şeylerde herkesin anlayabileceği sözler kullanmak lazımdır.

Çetr-i gerdune (fayton körüğü) ve tevsen  (başı sert at) gibi şeyleri Türkçe olarak düzeltmek lazımdır."

Türkçe ibadeti din düşmanlığıyla bir göstermeye çalışanlar, "İşte 16 Haziran 1950'de camiden, namazdan, ezandan, hatta Allah'tan (!!!) soğutulmakta olan bir halkın içinden çıkan bir iktidar" diye Türkçe ezanı kaldıran Menderes iktidarını yüceltirken, Atatürk dönemini dini siyasete alet etmenin somut bir belgesi olarak ayaklar altına alma gayreti içindedirler. Konuyu dil sorunu olmaktan saptırarak, din sorununa çekmek isteyenler yeni değildir.

Cumhuriyet'in il yıllarında yaşanan bu tartışmalar esnasında da aynı yobazlığı  yapıp, kendilerini Allah'ın yerine koyarak, karşı düşüncede olanları dinsizlikle itham edenlere karşı en güzel yanıtı Ubeydullah Efendi vermiştir:

"Siz Kuran'ın herkesin fehmine takrib olunmasını, tercümeyi tecviz etmeyerek, imkansız görerek, tercümeleri beğenmeyerek caiz görmeyen Müslümanlardansınız.

Bizler size, Kuran'ın hitabı umumidir. Her Müslüman onu anlamakla mükelleftir, kim olursa olsun, her Kuran'ı anlayan elinden geldiği, dilinden döndüğü kadar o kitabı-ı celili istediği lisana tercüme edecek, herkese anlatacaktır diyen Müslümanlardanız."

Tartışmayı dil sorunu olmaktan çıkarıp Atatürk'e saldırıya dönüştürenlerin kızaracak yüzü yoktur ama biz yine de, kan içerek beslenen vampirin evine giren güneş ışığı gibi Atatürk'ün şu sözlerine yer verelim:

"Din insanların gıdasıdır. Dinsiz adam boş bir eve benzer, insana hüzün verir. Mutlaka bir şeye inanacağız. Bu dinlerin en sonuncusu elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür."

Her şey, bu sözlerle apaçık ortadayken, Atatürk'e ve Türkçeye saldırma gereği hissedenler kimlerdir? Bu sorunun yanıtı da Atatürk'ün  şu sözlerindedir:

"Dinden maddi çıkar temin eden kimseler, menfur kimselerdir.

İşte biz, bu vaziyete muhalifiz ve buna müsaade etmiyoruz.

Bunun gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır.

Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.

Bir sohbet esnasında Reşit Galip söz alır: "İbadet Allah ile kul arasında kalben birleşmektir.

Bunun bizim anladığımız manada dili olmaz.

Daha doğrusu kelimeler ibadet vasıtası olamazlar. Ancak ibadet düşüncelerin Allah'a yöneltilmesidir."

Bu söz üzerine Atatürk sorar

: "İnsan düşüncelerini ne ile ifade eder?"

Reşit Galip'in "Şüphesiz kelimelerle efendim,"yanıtı üzerine Atatürk bir hamle daha yapar:

"O halde, bilmediğimiz bir dilin  kelimelerini kullanarak nasıl konuşur, his ve düşüncelerinizi nasıl ifade edersiniz?"

Reşit Galip kendinden emin  karşılık verir: "Efendim, manalarını öğreniriz."

Ve Atatürk, bu düşünce satrancında oyunu kazandığı son taşı oynar:

"Siz annenize sevginizi anlatmak için 'ah chere mama' derseniz, anneniz size ne der?

Deli demez mi?

Anne, Allah'ın yeryüzündeki timsalidir.

Allah, anneyi insan yaratmak için vasıta eder.

Ona kendi kudretinden bir değil birçok şey verir.

Şu halde insan anasına nasıl anadiliyle hitap ederse, Allah'a da yine anadiliyle hitap eder.

Hz. Muhammet'in şu sözü tüm bu tartışmaların yanlışlığını, anlamadığımız bir dille ibadet ederken sadece inancın var olduğunu, oysa asıl konunun  bilmek olduğunu ne de güzel anlatır:

"Sen herkesin inandığını  bilmeye çalış!"

Camilere girerken, kalbimizin temizlini göstermek için ayakkabılarımızı çıkarırken, dilimiz de aynı saflık ve yalınlıkla olmalıdır.

Dünyanın neresinde olursa olsun, bir insanın ayakkabısız dili, anadilidir!

Kötü         Çok İyi  Oyla  
  Geri  |  Arkadaşıma Gönder  |  Yazıcı Dostu
 
Tüm yazıları
ShareThis

    Hayat Verenler : Microsoft    HP Türkiye    PBS Bilişim    SAY Ajans    SFS - MAN    Superonline       

Türk Liderler:

Abbas Güçlü, Adil Karaağaç, Ali Ağaoğlu, <Ali Kibar, Adnan Nas, Adnan Polat, Adnan Şenses, Ahmet Başar, Ahmet Esen, Alber Bilen ,Ahmet Cemal Kura, Ali Abalıoğlu, Ali Naci Karacan, Ali Sabancı, Ali Koç, Ali Saydam, Ali Talip Özdemir, Ali Üstay, Arman Manukyan, Arzuhan Yalçındağ, Asaf Güneri, Atila Şenol, Attila Özdemiroğlu, Avni Çelik, Ayduk Koray, Aydın Ayaydın, Aydın Boysan, Ayhan Bermek, AyşeKulin, Ayten Gökçer, Başaran Ulusoy, BedrettinDalan, Bedri Baykam, Berhan Şimşek, BetülMardin, Bülend Özaydınlı, Bülent Akarcalı, Bülent Eczacıbaşı, Bülent Şenver, CağvitÇağlar, Can Ataklı, Can Dikmen, Can Has, Can Kıraç, Canan Edipoğlu, Celalettin Vardarsuyu, Cengiz Kaptanoğlu, Cevdetİnci, Çoşkun Ural, Cüneyt Asan, Cünety Ülsever, Çağlayan Arkan, Çetin Gezgincan, DenizAdanalı, Deniz Kurtsan, Didem Demirkent, Dilek Sabancı, Dr. Oktay Duran, Ege Cansel, Em. Org. Çevik Bir, Emre Berkin, Engin Akçakoca, Enver Ören, Erdal Aksoy, Erdoğan Demirören, ErhanKurdoğlu, Erkan Mumcu, Erkut Yücaoğlu, Ergun Özakat, Ergun Özen, Erol Üçer, Ersin Arıoğlu, Ersin Faralyalı, Ersin Özince, Ethem Sancak, Fatih Altaylı, Fatih Terim, Ferit Şahenk, Ferruh Tanay,Feyhan Kalpaklıoğlu, Feyyaz Berker, Fuat Miras, Fuat Süren, Füsun Önal, Göksel Kortay, Güler Sabancı, Güngör Kaymak, Hakan Ateş, Halit Soydan, Halit Kıvanç, Haluk Okutur, Haluk Şahin, Hamdi Akın, Hasan Güleşçi, HayrettinKaraca, Hazım Kantarcı, Hilmi Özkök, Hüsamettin Kavi, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hüsnü Özyeğin, Işın Çelebi, İbrahim Arıkan, İbrahim Betil, İbrahim Bodur, İbrahim Cevahir, İbrahim Kefeli, İdris Yamantürk, İhsan Kalkavan, İshak Alaton, İsmet Acar, İzzet Garih, İzzet Günay, İzzet Özilhan, JakKamhi, Kazım Taşkent, Kemal Köprülü, Kemal Şahin, Leyla Alaton Günyeli, LeylaUmar, Lucien Arkas, Mahfi Eğilmez, MehmetAli Birand, Mehmet Ali Yalçındağ, Mehmet Başer, Mehmet Günyeli, Mehmet Huntürk, Mehmet Keçeciler, Mehmet Kutman, Mehmet Şuhubi, Melih Aşık, Meltem Kurtsan, Mesut Erez, Metin Kalkavan, Metin Kaşo, Muharrem Kayhan, Muhtar Kent, Murat Akdoğan, Murat Dedeman, MuratVargı, Mustafa Koç, Mustafa Özyürek, Mustafa Sarıgül, Mustafa Süzer, Mümtaz Soysal, Nafi Güral, Nail Keçili, Nasuh Mahruki, Nebil Özgentürk, Neşe Erberk, Nevval Sevindi, Nezih Demirkent, Nihat Boytüzün, Nihat Gökyiğit, Nihat Sırdar, Niyazi Önen, Nur Ger, Nurettin Çarmıklı, Nuri Çolakoğlu, Nüzhet Kandemir, Oğuz Gürsel, Oktay Duran, Oktay Ekşi, Oktay Varlıer, Osman Birsel, Osman Şevket Çarmıklı, Ozan Diren, Özen Göksel, ÖzdemirErdoğan, Özhan Erem, Pervin Kaşo, R.BülentTarhan, Raffi Portakal, Rahmi Koç, Rauf Denktaş, Refik Baydur, Rıfat Hisarcıklıoğlu, SakıpSabancı, Samsa Karamehmet, Savaş Ünal, SedatAloğlu, Sefa Sirmen, Selçuk Alagöz, SelçukYaşar, Selim Seval, Semih Saygıner, SerdarBilgili, Sevan Bıçakçı, Sevgi Gönül, Sezen Cumhur Önal, SinanAygün, Suna Kıraç, Süha Derbent, Süleyman Demirel, ŞadanKalkavan, Şadi Gücüm, Şahin Tulga, Şakir Eczacıbaşı, Şarık Tara, Şerif Kaynar, ŞevketSabancı, Tan Sağtürk, Taner Ayhan, Tanıl Küçük, Tanju Argun, Tansu Yeğen, TavacıRecep Usta, Tayfun Okter, Tevfik Altınok, Tezcan Yaramancı, Tinaz Titiz, Tuna Beklevic, Tuncay Özilhan, Türkan Saylan, Uğur Dündar, Uluç Gürkan, Umur Talu, Ümit Tokçan, Üzeyir Garih, Vehbi Koç, Vitali Hakko, Vural Öger, Yaşar Aşçıoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Ulusoy, Yusuf Köse, Zafer Çağlayan, Zeynel AbidinErdem

Tecrübeleriniz ve birikimleriniz toprak olmasın @ Copyright 2004 turklider.org